Nefis Tezkiyesi
Mahmud Sâmi Ramazanoğlu (k.s.)
Tezkiye-i nefs (nefsin temizlenmesi, arınması) zarurî olup, nefis tezkiyesi olmadıkça yakîn (hiç bir şekilde şüphe edilmeyecek derecede kesin olan ilim, Allah'ı tanımanın kesin bilgisi) husulü (elde edilmesi) de güç görünür. Ve felah (kurtuluş) da ancak tezkiye-i nefstedir.
Nitekim:
"Onu tertemiz yapan muhakkak umduğuna ermiş, onu alabildiğine örten ise elbette ziyana uğratmıştır."
Şerîat-i Bahire'yi (Şeriat gemisini) inkar eden kimse, nebatın halavetini (bitkilerin tadı ve lezzetini, güzelliğini) münkir olan (inkar eden) gibidir. Tezkiye-i nefs ve tasfiye-i kalbten (kalbin safileşmesinden, masivadan arınmasından) maksad, emraz-ı kalbiyye (kalb hastalıklarını) ve afat-ı ma'neviyyeyi (manevi felaketleri) izaledir (gidermedir). Zira bu maraz (hastalık) ve afet-i kalb mevcud iken îmanı surîdir (surette, görüntüdedir; mecazdır, hakiki değildir). Nasıl vicdani (vicdana ait, hakiki) olabilir ki? Çünkü onun nefs-i emmaresi onun hilafına (onun karşısında, ona zıd ve muhalefet ile vücuduna) hakimdir. Surî olan iman ve tasdik, safra hastalığına duçar olan (tutulmuş) kimse gibidir ki onun vicdanı nebatın helavetinin hilafına (zıddına) şahid ve vaki'dir. Şekerin halavetine (lezzetine) yakîn-i hakîkî (hakiki bir bilmek) ancak o zaman mümkün olur ki safra hastalığından kurtulmuş ola. (Yani safra hastası hastalığından tedavi olmadan şekerin lezzet ve tadını alamaz. Ne zaman kurtulursa o zaman tadını almaya başlar ve tadınca "hakiki olarak" şekerin lezzet ve tadı ne imiş bilir. Hastalık mevcutken, hasta olana, birisi şekerin tadını tarif etse de bilmiş olamaz.)
Nefsin emmarelikten (hayvani sıfattan) halâsı (temizlenmesi) de ancak tezkiyesi ile mutmain olduktan sonradır. (Yani Nefs-i Mutmainne makamına ulaşmasıyla tam temizlenmiş olur) O zaman hakîkat-ı îman (hakiki iman) suret (var olur) ve kuvvet bulur. Ve vicdanî olur ki, bu kısım iman zevalden muhfuzdur (daha aşağı mertebeye düşmekten korunmuştur). Nitekim ayet-i kerîmede:
" Haberiniz olsun ki Allah'ın velî (kul)ları için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir." buyurulmuştur. (Yunus: 62)
Zahiren necîb (temiz ve soylu) ve mes'ûd (mutlu) bir adama bir maraz (hastalık) arız olsa ve a'zasına (organına) bir afet gelse o kadar sa'y u mübalağa eder (çok fazla çalışır) ki, o hastalık ve afetin izalesine (gitmesine) çalışır. Ve lakin maraz-ı kalb ki hakîkatta masivay-ı Hak Celle ve Ala'ya (Allah'tan başka arzu ve heveslere) giriftarlıktan (tutulmaktan, kalbin bağlanmasından) ibarettir. O maraz-ı kalbî öyle istîla eylemiştir (yayılmıştır) ki, ebedî mevt eriştiği (hiç dirilmeyecekmiş gibi kalbi öldüğü) halde ve azab-ı sermedî'ye giriftarlığı yakîn olduğu (kalben sürekli bir ıstıraba düştüğü bilindiği) halde hâlâ o marazın izalesi fikrine (düşüncesine dahi) asla gayret ve rağbet eylemez.
Eğer bu giriftarlık maraz olduğunu bilmezse sefîh-i mahz'dır. (Yani Allah'tan gayrısına kalbi tutkunluğun hastalık olduğunu bilmiyorsa zaten katıksız bir sefihtir; zavallıdır, zevk ve eğlence ehlidir) Ve eğer bilip te havf eylemezse pelîd-i sırf'tır. (Yani Allah'tan gayrısına kalbi tutkunluğun hastalık olduğunu biliyor da ondan korkmuyorsa, çekinmiyorsa büsbütün alçak ve rezil bir kimsedir)
Binaenaleyh, bu marazın izalesini fikr eylemek lazım geldi... Farz-ı ayn oldu. (Dolayısıyla onun bir hastalık olduğunu bilmek ve çaresini aramak kişiye lazım olandır; farz-ı ayndır. Allah'ın ona tutması gereken bir emridir.)
Nefs-i emmare, tasdîk-i kalbî (kalb ile tasdik, doğrulamak) ve ikrar-ı lisanî (dil ile ikrar yani söylemek) mevcud iken yine kendi küfür ve inkarı üzerine musırdır (ısrar eder). (Emmaredeyken) Ahkam-ı şemaniyyeye (şemaniyye? Semaniyye 8 demek) inkıyad (boyun eğip itaat) eylemez ve evamir-i İlahiyye celle sultanühu'ya (Allah'ın emirlerine) inkıyad eylemez.
NEFİS İLE CİHAD
Onun matlubu (istediği) budur ki, kendisi bir kimseye münkad (boyun eğip itaat eden) olmayıp cümlesi kendisine inkıyad edeler. Riyaset (baş olma, reislik) davası kendisinde mütemekkin (yerleşmiş) ola. (Ene Rabbüküm) (haşa Rab benim) nidası iddiasındadır.
Onun içindir ki, "nefsine adavet (düşmanlık) eyle!" buyurulmuştur.
Hadîs-i Kudsî'de:
"Nefsini düşman bil! Zîra o bana düşmanlığı sebebiyle karşıma dikilmiştir," buyurulmuştur.
Hak Celle ve Ala Hazretleri katında makbul (kabule şayan) ve merza (rızasına münasip) olup Şerîat-ı Garra'ya muvafık (uygun) olarak nefis ile cihad ve ona muhalefet eylemek cihad-ı ekber (en büyük cihad) oldu.
A'da-yı haricî (insanın dışındaki düşman) ile cihad eylemek gahî (zaman zaman) vaki' olur (ortaya çıkar). Lakin düşman-i derünî (insanın içindeki, derunundaki düşman) olan nefs ile cihad daimîdir (süreklidir).
İslâm-ı hakîkînin (Hakiki İslam'ın) husulü (meydana gelmesi) nefs-i emmarenin inkıyadına (Allah'a hakiki itaat ve boyun eğmesine) mütevakkıftır (bağlıdır). Binaenaleyh, itmi'nan-ı nefs'ten (nefsin mutmain olmasından) evvel yalnız tasdîk-i kalbî (kalbi doğrulama, inanma) ile husüle gelen İslâm'a, İslâm-ı mecazî derler.
Ve nefis mutmainne olduktan sonra olan îman'a da, iman-ı hakîkî (hakiki iman) denir.
İtmi'nandan evvel erkan-ı İslâm'dan (İslam'ın esaslarından) olan namaz, savm (oruç), zekat ve sair (diğer) a'mal-i hasene (güzel ameller) güya (sanki) süret-i a'maldır (amellerin sureti, kuru cesedi gibidir). Namaz kılarsa da suret-i namazdır. Eğer saim ise (oruç tutarsa) suret-i savmdır. Ve sair (diğer) a'mal (ibadetler) de buna kıyastır (bunlara benzer). Zîra nefs-i emmare, daha serkeştir (başıbozuk, dikkafalı ve isyankardır), kendi inkarı üzredir (inkar halindedir), o vaziyetten hakikat-ı a'mal ne guna (ne türlü, nasıl) husüle (meydana) gelebilir (ki)?
Ancak nefis İtminan'a erişip de emmarelik (kötülüğü şiddetle ve ısrarla emretmekten), serkeşlik (isyan ve dikkafalılıktan) ve tuğyandan (azgınlık ve taşkınlıktan) fariğ olduktan (vazgeçtikten) sonra hakîkî a'mal (hakiki amel ve ibadetleri) yerine gelip, namaz'ın ve sıyam'ın (oruçların) ve sair a'malin hakikati eda edilmiş olabilir. Haklarında hitab-ı İlahi:
"Ey Rabbına muti' olan nefs-i mut'mainne!.. Sen dön O Rabbına!.. Hem radıye olarak, hem mardıyye!.. (Sen Allah'tan, Allah da senden razı olarak) Gir kullarım içine, dahil ol cennetime..." (Fecr: 27-30)
Bunda îman-ı kamil (kamil iman), İslâm-ı hakîkî (hakiki İslam) kuvvet bulmuş olur. Ve bu îman zevalden (sona ermekten, sönüp gitmekten) mahfuz (korunmuş) ve halelden (bozulmaktan) masundur (salimdir, emindir).
Fakat nefs-i emmarede îman, halel ve zevalden mahfuz değildir. Yani hatimede (son nefeste) imansız gitmek tehlikesi vardır. Allahümme'h-fezna.. (Allah korusun anlamında)
Nadan: Bilmezlik, cehalet
Kaynak: Altınoluk Dergisi
|