Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Necmî Nüzul
MesajGönderilme zamanı: 12.01.09, 08:28 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Necmî Nüzul



“Kur’an onu okuyanların kalbine daima sefer etmektedir.”

Muhyiddin İbn-i Arabi

“Kur’an onu okuyanların kalbine daima sefer etmektedir.” İtiraf etmeliyim ki, ilk okuduğum an evvela bu cümle kalbime doğru sefer etmeye başladı. Daha sonra vahyi ilahinin sefer edişini an be an hazmederiz inşallah temennisi ile Kur’an’ı Kerim’in kalplere nasıl sefer ettiğini incelemeye çalışacağız.

Yazımızın başlığı olan ‘Necmî Nüzul’ kelimesi elbette Arabi ıstılahında geçen bir kelimedir. Tam da Kur’an’ı Kerim’in kulun kalbine sefer etmesini anlatmaktadır.

Nitekim Kur’an ıstılahları sözlüğü Müfredatta ‘Necm’ kavramının aslı, doğan yıldız demektir. Yıldız kelimesi, doğuşu remz etmektedir. Bir başkası ise, bununla “azar azar gelen demetlenmiş Kur’an” kast edildiğini söylemiştir. Yani, Kur’an kelimesinin kökünde, toplanma ve bir araya gelme, cem etme manalarına da geldiği için, ayetleri ve sureleri yıldız demetleri ya da kalbe akan yıldız akımı gibi tasavvur edebiliriz.

Kur’an’ı Kerim’e ulaşma ve anlama çabaları bir anlamda bülbül ile gülün aşk serüvenlerindeki hallere benzemektedir. Tarihler boyunca şairlere konu olmuş, bülbülün güle olan aşkı şiirlerde gazellerde dile gelmiş.

O canım, meşhur hikâyedir; hani bülbül güle âşıktır da, gül goncasının seherde ilk açılışını görmek ister, geceler boyu o seher vaktini gözler, gözler de her defasında tam da gülün açma vaktinde aczine yenik düşüp, o anı bir türlü yakalayamaz. Tıpkı bunun gibi Kur’an’ı Kerim’i anlamaya talip olanlar da, her ne kadar mana devşirseler de, yakin kesbetseler de vahy-i ilahideki mananın tamamına ulaştım, demeleri müşküldür. Kaldı ki aynı cinsten olan biz insanların bile her zaman karşımızdaki muhatabımızı anladığımız söylenemez. ‘Öyle değil, şunu demek istemiştim’ diyerek yine kendi sözümüzü anlatmak, açıklamak zorunda kaldığımız, vakıadır.

Kul, ilahi kelama muhatap olmanın şerefini hissederek akli ve kalbi olarak tüm benliği ile yöneldiği zaman, ceht ettiği, enerji harcadığı mesai ve ortaya koyduğu muhabbetle orantılı olarak, Kur’an, nazlı bir gelin gibi kendini verir. Manalarını, hikmetlerini sırlarını açar. Böylece ayet-i kerimeleri idrak edilebilir. Bu idrak ayet-i kerimelerin kulun kalbine bir-bir tesir etmesi ile manalarına ulaşabilmesi anlamına gelmektedir.

İbn-i Arabi’ye göre vahiy Peygamber Aleyhisselam’a üç yolla gelmiştir. Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kitabullahı Kadir gecesinde Furkan vechesi ile, Ramazan-ı şerif müddetince Kuran vechesi ile, yirmi üç yıllık nübüvvet dönemi boyunca da, nücumen ve tedrici olarak idrak etmiştir. Evliyanın tecrübe ettiği de Kur’an’ın bu necmi nüzulüdür. Ve ilahi vahye bu şekilde dolaysız olarak muhatap olmak, onun lafız ve manalarını hafızaya nakşetmekten tamamen başka bir şeydir. Mesela Beyazıt Bestami’ nin bütün Kur’an’ı hıfzetmeden vefat etmediği söylendiğinde, bu ifade lafzı üzerine alınmaz; zira Kur’an’ın lafzını ezbere bilmek, İslam medeniyetinde böyle bir zat hakkında zikredilmesi herhangi bir fazilet ifade etmeyecek kadar yaygın ve alışıldık bir şeydir.

“Kur’an’ın kulun kalbine nüzulü Allah’ın nüzulüdür. Allah böylece kuluyla “ondan ona” (min sırrihi, fi sırrihi) konuşmaktadır. Yine Muhiddin İbn-i Arabi’nin ifadesi ile:

“Kur’an onu okuyanların kalbine daima sefer etmektedir.”1

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis- şerif’lerinde:

“Ümmetin en şereflileri hamele-i Kur’an’dır.” buyurmuşlardır. (Taberânî)

Bazıları hafız-ı Kur’an olanlara “Hamele-i Kur’andır” demişler. Fakat emr-i ilâhî’yi ifâ etmeyen hafızlara “Eşrâf-ı ümmet” denilemez. “Ahkâm-ı Kur’aniye”yi yüklenmiş olanlar, hamele-i Kur’an’dır. Zira Âyet-i kerime’de:

“O kimseler ki Tevrat’ı hâmil oldular, sonra da amel etmediler. Onlar merkeb gibidir.” buyuruluyor. (Sure-i Cuma- 5) Bir merkebe de bir çok kitap yükleseler, o merkebe faydası olamaz.

Böylece ‘Hamele-i Kur’an’ tanımlaması, Kur’an’ı kendileri için dosdoğru bir yol olarak benimsemişler için geçerli bir ifade olmaktadır. Ümmetin en şereflileri olan bu sınıfı İbn Arabi şöyle anlatmaktadır: “Mü’minler arasında öylesi vardır ki, Allah’ın huzurunda verdiği sözü her zaman yerine getirir.” (Sure-i Ahzab-23) Ayet-i kerimesinin hükmünce, Kur’an’ı yüklenmelerine hiçbir şey engel olmamış, ne ondan ne de adaletli yolundan sapmışlar; ibret ve beyanla, hüccet ve burhanla Kur’an’nın, Hak katından nüzulüne iman etmişler ve onun yolunun davası uğrunda üstün gayret göstererek cihat etmişler, Rahmanın nuru ile nurlanmışlardır. Kur’an onların etlerine, kanlarına karıştığı için, gecelerini ve gündüzlerini aldı. Onlar Kur’an’ı gönüllerine yerleştirdiler, onunla teselli buldular. Onu sadırlarına yapıştırdılar ve onunla huzur buldular. Arzuları onunla yatıştı ve gayrete geldi. Onlar kulların kandili, şehirlerin feneri, gecelerin aydınlığı, rahmetin madeni, hikmetin kaynağı, ümmetin kıvamı; “yanları yataklarından kalkmış olanlardır.” (Sure-i Secde-16) 2

Sure-i Nur, 34 “Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış insanlar için öğütler indirdik.”

Meşayıhtan biri, bu makamda, bu ayet-i kerimeye şu manayı vermiştir: “Ben ayetlerimi, hitabımın şerefini ve kelamımdan muradımı bilmeyenler için değil de, kadrimi bilen, hitabımdan anlayanlar için beyan ediyorum.” Nitekim, Sure-i Kaf, 37 de: “..limen kâne lehu kalb…” buyurularak, Kur’an’ı Kerim’in ancak kalbi olanlara öğüt olduğunu öğreniyoruz.

İbn Arabi şöyle söylemektedir:

“Kur’an onu okuyanlar için yenidir. Ama her kari (okuyucu) onun nüzulünü fark etmez, çünkü zihni kendi tabiatıyla meşguldür. Bu durumda karinin üzerine inen Kur’an onun tabiatının hicabında kalmakta ve karide bir zevk hasıl etmemektedir. Nebiyy-i Ekrem Sallallahu Aleyhi ve Sellem de Kur’an okuyan, ama okuduğu Kur’an boğazından aşağı inmeyen kimselerden bahsederken buna işaret etmiştir.” 3

Bu nüzulü zevk eden hakkındaysa Allah-u Subhanehu ve Teala, Sure-i Şuara,194 de: “Ala kalbike” buyrularak, Senin kalbin üzerine, yani yalnız üzerine indirmedi. Kalbine, vicdan ve şuurun kaynağı olan varlığının tüm zerrelerine işletti, tamamen hafızana verdi ve bütün bundaki ahlakı, bilgiyi ve irfanı sana meleke (alışkanlık) kıldı, demiştir.

Necmeddin-i Kübra Tefsirinde bu ayet-i kerimeye: “Tevrat da Hz. Musa (a.s.)’a levhalar halinde indirilmeyip de böyle kalbine indirilmiş olsaydı, kızgınlık halinde onları elinden bırakıvermezdi ve gizli ilimleri öğrenmek için Hızır (a.s.)’ı aramaya gitmezdi.” diye not düşmüştür.

Kur’an’Kerim’in okuyucusu üzerine her an yeniden nüzulü hususunu Futuhat’ın bir çok yerinde dile getirmiş olan İbn Arabi: “Kur’an Resulü Ekrem ve Nebiyi muhterem sallallahu aleyhi ve sellemin kalbi üzerine inmiştir ve kıyamete kadar O’nun ümmetinin müminlerinin kalbleri üzerine inmeye devam edecektir. Kur’an’ın kalblere inişi asla kesilmez, çünkü o daimi vahiydir.” Görüşüne yer vermiş ve aksi, Sure-i Lokman, 27: “Yeryüzündeki bütün ağaçlar kalem, denizlerde arkasından yedi deniz daha katılarak mürekkep olsa, Allah’ın kelamı tükenmezdi.”4 Ayeti kerimesini unutmak olurdu, demesi bize de Sure-i Rahman, 29 cu ayet-i kerimesini hatırlatmıştır: “O her an yeni bir iş ve oluştadır…”

Hadis-i kutsi de yer alan: “Yerlere göklere sığmadım, lakin mümin kulumun kalbine sığdım.” ifadesindeki Allah’ın kulun kalbine sığması, işte Kur’an’ın mümin kulun kalbine nüzulü ile olmaktadır, diye kalbe çok hoş gelen bir açıklık getirmiştir.

Kendisini kâfirler için bir iç yarası (Sure-i Hakka-50) olarak tasvir eden Kur’an’ı Kerim, takva sahipleri için bir öğüt (Sure-i Hakka-48) muttakiler yani sakınan ve arınmak isteyenler için de bir hidayet rehberi, yol gösterici olduğunu (Sure-i Bakara-2) belirtmektedir.

Dipnotlar: 1) Claude Addas, İbn Arabi, Kibrit-i Ahmer’in Peşinde, s. 105. 2) İbn Arabi, Bir Sûfi’nin Portresi, Zunnûn-ı Mısri, s. 240. 3) Michel Chodkiewicz, Sahilsiz bir Umman, Muhiddin İbn Arabi, s. 48. 4) Michel Chodkiewicz, Sahilsiz bir Umman, Muhiddin İbn Arabi, s. 48.
Handan Özduygu
Altınoluk dergisi 2009 - Ocak, Sayı:275 , Sayfa:53


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye