Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Şeyh Şamil'in kızı ya da başörtüsü kimin esiri?
MesajGönderilme zamanı: 26.10.10, 08:51 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Şeyh Şamil'in kızı ya da başörtüsü kimin esiri?

Ramazan BALCI

ramazanblc@gmail.com

26 Ekim 2010 Salı 06:56
“Şeyh Şamilin Kızı”
İstanbul Gazetesinden

"Rusların Kafkasya’yı hîn-i istilasında Rusya’ya karşı can-siperane mukavemette bulunmuş olan Şeyh Şamil’in bir kızı meydana çıkmıştır.
Bu kız daha dokuz yaşında iken Şeyh Şamil’in Ruslarla olan pederinin nezdinde bulunmuş ve Âs nehri kurbünde Rusların eline düşmemek için pederinin emri ile telef-i nefs etmek üzere validesiyle birlikte nehre atılmıştı.
Validesi her ne kadar boğulmuş ise de kendisi Rus zabitanı tarafından kurtarılmış ve evladı olmayan zengin bir ihtiyar Rus’un nezdine alınmıştır. Kız burada iken defa firara teşebbüs etmiş ise de muvaffak olamamış, 12 yaşında vaftiz edilerek kendisine Öjeni Tarohiyevef ismi verilmiştir.
Öjeni 17 yaşında Beritovo isminde bir küçük zabit ile izdivaç etmiş, muahharan zevcini ve evlatlarını gaib ettiği gibi evi de yanmıştır.
Öjeni Kırım muharebesinde zevci ile birlikte Sivastopol’da bulunmuş ve yedi defa yaralanmıştır. Kendisi el-yevm Garozin kasabasında Şeyh Arsanof’un nezdinde bulunmaktadır.
İkdam
Şu fıkrada birbirini nakız bir çok noktalar bulunduğuna göre, doğru bir şey gibi telakkisi kabil olamamıştır. Binaen aleyh bu babta malumat-ı sahihası olanlar matbaamıza bildirecek olurlarsa hem karin doğru haber almış, hem de Şeyh merhumun ruhu şad edilmiş olur.” (İkdam Gazetesi)

Yukarıdaki haber doğru da yanlış da olabilir. Ama okuyunca yüreğim yandı. Kendi acılarımı canlandırdı. Haber doğru kabul edilirse Şeyh Şamil Ruslarla çarpışıyordu. Böyle bir acıyı yaşamasının sebebi izah edilebilirdi!
Ama benim neslimin çektiği acının sebebini izah etmek zor!
Niçin bizler bu zulme maruz bırakılıyoruz? Kendi ülkemizde çocuklarımız niçin horlanıyor! Niçin -rengini şehitlerin kanından alan- yavrularımızın al yazmaları, düşman biliniyor!

Biz bu topraklarda esir bir ırkın çocukları değiliz, özgürlüğümüzün bedelini binlerce defa ödedik. Anadolu’da yaşayan her insan gibi benim dedelerimin de bu konuda özel bir öyküsü var!

Dört kardeş birlikte cihan harbine gittiler. Karamanoğlu Mevlüt Çanakkale’de şehit oldu. Ali, Rus cephesinde hastalandı. Konya’ya kadar geldi ancak askerî hastaneden çıkamadı. Merhum Sultan Reşad, iki kardeşi şehit olanların terhis edilmesi emrini vermesi üzerine Mustafa ve Halil köye geldiler.

Cihan harbinin ilk dört yılında halk her şeyini vermişti. Ardından Milli Mücadele başladı. Yine bin yılda Anadolu’yu tertemiz imanı ile kutsal bir vatan haline getiren Ahmed’e Mehmed’e iş düşecekti. Canlarının azığı son lokmaları da verecektiler. O günlerde Karamanoğlu Halil, köye yardım toplamak için gelen komutana, sahip olduğu keçi sürüsünü teslim etmişti. “Bir kısmını ayıraydın Halil Ağa” diyen kumandana “Ben vatansız sürüyü ne yapayım oğul” karşılığını verdi.
Vatansız olmanın ne demek olduğunu bilirlerdi.

Şimdi Halil Ağanın torunlarına vatansız muamelesi yapılmakta? Vatanını namusundan, bayrağını örtüsünden ayırmayan şehitlerin çocuklarına başörtüsü yasaklamakta.!

Oğlunun, nişanlısının, elinin kınası solmadan cepheye gönderdiği kocasının acısını taşıyan yüreğini, yaralı bir vatan yapacak olan annelerden biri Milli Mücadeleyi başlatan Sultan Ahmed Mitingi’nde şöyle demişti:
“Kardeşlerim, evlatlarım, ruhu göklerde olan ecdadımız, minarelerimizden, 700 yılın şanlı Osmanlı tarihinin bugünkü faciasını seyrediyor.
Bu tarihî, bu muazzam meydanda zafer alayları yapan kahraman ecdâdımızın ruhları karşısında, dünyanın bir başından bir başına at süren o na-mağlup erlerin gazapları karşısında başımı kaldırıyor ve diyorum ki: "Ben Türk ve Müslüman tarihinin bedbaht bir kızıyım. Eskileri kadar kahraman fakat bedbaht yeni milletin de bedbaht bir anasıyım. Bu yeni millet namına, ulu ecdadımızın ruhları önünde başımı eğip yemin ediyorum. Bugün kolları kesilmiş Türk Milletinin geçmiş günlerdeki kadar cesur bir ruhu var. Yemin ediyorum ki kökünü adalet ve insaniyetten alan ecdadımın ilahî namusuna hıyanet etmeyeceğiz.” (İleri 24 Mayıs)

Çok ileri gitmeden mümkün olsa Sakarya’nın Dumlupınar’ın Kocatepe’nin şehitlerine birer birer sorulsa, içlerinden tek bir şehit çıkar mı, başörtüsüne hayır diyen!
Şehitlerin kanı üzerine kurulan bu ülkede, şehit kızlarına başörtüsünü yasaklamak kimin işi olabilir?

Milli Mücadele Mitinglerinde yapılan şu duaya “amin!” diyen ecdadın hatırasına saygı duymak en azından bir insanlık borcu değil midir?
“Müslüman ruhunu temsil eden camilerine haç diktirme Allah’ım! Yedi yüz seneden beri minarelerinde okunan ezan sesine bizi hasret bırakma Allah’ım! Topraklar içinde millet için ölen şehitlerini mezarında ağlatma Ya Rabbi! Babaları için ağlayan bir milyon yetimin hıçkırıklarını işit, bizi o şehitlerin ruhu hürmetine siyanet eyle Ya Rabbi! Yedi yüz seneden beri denizlerin hakimi, şarkın hükümdarı olduk. Bizi düşmanlarımıza esir eyleme Ya Rabbi!”

Şehitleri mezarında ağlatan bu büyük haksızlık ne zaman bitecek?
Her okul açılışında üç öğün soframıza konup kalkan acılar ve göz yaşları kime şekva edilecek?
Başörtüsü eğitim hakkı, insan hakkı, şu hakkı bu hakkı yanında her şeyden önce vatan kurma hakkıdır. Ve bu hak ödenmiştir. Bunu bu milletten esirgeyenler açıkça zulm etmektedirler.

Bir Alman, bir İngiliz kadar halkının inançlarına saygı duymayan bir idareci, saygıya layık mıdır?
Başörtüsü üzerinden oy hesabı yapan herhangi bir siyasetçi, saygı duyulmayı hak ediyor mu?
Bir başkasının kıyafetini keyfince düzenleme gücünü kendinde gören bir zalime saygı duyulabilir mi?
Bu zulme taraftar olanlar, medenî bir insanın sahip olduğu onuru taşıyamazlar!

Mazlum her zaman Allah’a yakındır. Bu ülkenin mazlumları hep sabrettiler. Onlar vatanlarını severler! Lüzum olsa yine bin defa vatan için canlarını seve seve verirler. Zaten bu zulmü yapanlar da öyle bir günde koşa koşa, Allah-Peygamber diye diye yine bu mazlum millete gelirler. Yine al yazmasını yiğidinin boynuna dolayıp cepheye yollayan kınalı parmaklar duaya kalkarlar! Vatan için, birlik için, bayrak için dua ederler!

Söz döndü dolaştı, yukarıdaki alıntının verdiği ilhamla “alem-i İslama indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum” diyen asrın garibi İmam Nursî’nin yaşanan acılara tercüman olan yakınmalarına geldi. Bu haksız hukuksuz uygulamalar, Türk milletinin eseri olamazdı!

Müslüman Türk milletini şerefli mazisinden koparmak isteyen bir komiteyi O, yıllar önce keşfetmiş ve şöyle yakınmıştı:
“İşte, böyle vaziyette bir adam, Cenâb-ı Haktan başka kime müracaat eder? Hâkim, kendi müddei olsa, elbette ona şekvâ edilmez. Gel, sen söyle, bu hale ne diyeceğiz? Sen ne dersen de, ben derim ki: Bu dostlarım içinde çok münafıklar var. Münafık kâfirden eşeddir. Onun için, kâfir Rus'un bana çektirmediğini çektiriyorlar.
Hey bedbahtlar! Ben size ne yaptım ve ne yapıyorum? İmanınızın kurtulmasına ve saadet-i ebediyenize hizmet ediyorum. Demek hizmetim hâlis, lillâh için olmamış ki, aksülâmel oluyor; siz, ona mukabil her fırsatta beni incitiyorsunuz. Elbette mahkeme-i kübrâda sizinle görüşeceğiz.” (Bediüzzaman, Şualar. 106)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye