Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 8 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: S.AHMET ARVASİ'nin Anısına
MesajGönderilme zamanı: 13.02.12, 17:56 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
S.AHMET ARVASİ'nin Anısına

İslam'ın ve Türk''ün aşığıydı.Tarih boyunca bütün milletlerin putları, müşahhas tanrıları olmuştur. Halbuki Tanrı mücerrettir. "Tarihte yontulmuş Tanrısı olmayan bir millet vardır, o da Türk Milleti'dir." derdi. Bu çok önemli sosyolojik bir tespittir.

S. Ahmed Arvasi'nin ölümünün üzerinden yıllar geçti. Hoca 31 Aralık 1988'de hayata gözlerini yumdu. Ülkücü gençlik Arvasi Hoca'yı okumaya devam ediyor. 15 Şubat 1932 Ağrı ilinin Doğubeyazıt ilçesinde doğan S.Ahmet Arvasi ailece Van'ın Bahçesaray ilçesine bağlı Arvas (Doğanyayla) köyündendir. 1958 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji bölümünden mezun oldu. Ülkücü Hareket onu daha çok üç ciltlik Türk-İslam Ülküsü adlı kitabı ile tanır. Ancak bu kitapların kökeninde 1965''de yazdığı "İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri" adlı çatışmasıdır.

1979 yılında MHP büyük kongresinde üye olarak seçilmiş ve bunu radyodan haberleri dinlerken duymuştu. Bunun üzerine emekliliğini istedi 12 Eylül 1980 darbesine kadar MHP genel idare kurulu üyesi olarak görev yapmıştır. 12 Eylül''de önce Dil ve İstihbarat okuluna sonra da meşhur Mamak Cezaevine götürülmüştür.

Şuurlu bir Türk Milliyetçisiydi. Tıpkı 17.Yüzyılda yaşayan müfessir Vani Mehmet Efendi gibi düşünüyor, onun bundan üç yüz yıl önce "Arais-ül Kur''an" adlı kitabının ikinci cilt, 250.yaprağında yazdığı gibi: "Türkler, Kur''an'da bahsi geçen Zülkarneyn''den maksat Oğuz Han olduğunu söylerler ki bu konuda tereddüdü mucip olacak hiçbir nokta yoktur." derdi. Sık sık "Oğuz''un çocukları" dediğinde gözleri ışıldar sesi gürleştiği söylenir.

Aydınlar Ocağı'nda konferans verirken konferansı yöneten kişinin Türk-İslam Ülküsü'nden rahatsız olduğunu hissettirmesi üzerine “Ben Afrika'nın ortasında dünyaya gelmiş ve bu akla da sahip olsaydım Tereddütsüz Türk Milliyetçisi olurdum. Çünkü ben Türk Milletinin de , İslam Alemin de mazlum milletlerinin de kurtuluşunun Türk milliyetçilerinde , Türk - İslam Ülkücülerinde olduğuna "Amentüye iman ettiğim" gibi inanıyorum" dediği anlatılır. Arvasi Hoca, Atsız Hoca''dan esinlenerek, "Türk''e ve İslam''a kefen biçenlerin sonu korkunç olacaktır.”demektedir.

İslam'ın ve Türk''ün aşığıydı.Tarih boyunca bütün milletlerin putları, müşahhas tanrıları olmuştur. Halbuki Tanrı mücerrettir. "Tarihte yontulmuş Tanrısı olmayan bir millet vardır, o da Türk Milleti'dir" derdi. Bu çok önemli sosyolojik bir tespittir.

Türk-İslam Sentezi kavramından daha doğru bir kavram olan "Türk İslam Ülküsü" kavramını ilk defa Arvasi kullanmıştır. Arvasi, Gökalp'in "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" çizgisinde hem Müslüman, hem Türk Milliyetçisi hem de çağdaş olunabileceğini, ne pahasına olursa olsun mutlaka teknolojik üstünlüğü ele geçirmemiz gerektiğini söylemiştir.

Arvasi, taklidi bırakarak keşfetmenin öneminin altını çizerdi. "Mimar Sinan, Itri nasıl orijinal eserler ortaya koymuşsa, bizde onları taklit etmeden kendimize yabancılaşmadan ve kendimizi inkar etmeden orijinal ve dünyayı hayran bırakan orijinal eserler ortaya koyabilir, yeniden dünyaya meydan okuyabiliriz . Bu Türk Medeniyetinin yeniden şahlanışı demektir" derdi. "Bunun için Türk -İslam kültürüne, Türk - İslam Medeniyetine, Türk - İslam Ülküsüne bağlı Türklük şuur ve vakarına, İslam aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip Türklüğü bedeni , İslamiyet''i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur"

Türk Milliyetçilerini her dönemde ırkçılık ile itham edenler de olmuştur. Bunların bir bölümü kendilerine azınlık ırkçılığı yapmayı hak görenlerdir.Bir bölümü Türk Milliyetçiliğine "Şaman" diyen İslam''da Milliyetçiliğin olmadığını söyleyenlerdir. Arvasi, bu suçlamalara karşı çok ilginç bir cevap geliştirmiştir. Arvasi, ırk kavramını açıklarken, İslam'ın ırk gerçeğini inkar etmediğini ancak bu gerçeğin istismarına karşı olduğunu belirtir. İslamiyet "biyolojik ırk "gerçeğini kabul ve fakat bir Batı- Hıristiyan ürünü olan "biyolojik ırkçılığı" reddeder. İnsanlar farklı renk ve yapıda ve fakat bir tek köktendirler. Arvasi, biyolojik ırkçılığı reddederken Türk Milliyetçiliğinin "içtimai ırk" gerçeğini inkar ve ihmal etmemelerini ister. Sosyolojinin "içtimai ırk" olarak ele aldığı ve "biyolojik ırk"tan ayrı bir gerçek olduğu içtimai ırkın, biyolojinin konusu olmadığını, sosyolojinin konusu olduğunu belirtir. Bu bir Milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin sınıf ve tabakaların soy birliği şuurudur. İçtimai ırk tespitinde Atatürk''ün "Ne Mutlu Türküm diyene" izahını buluruz.

Ortak bir şuur tarzında beliren mensubiyet duygusunun soy ve kan birliği şuuru biçiminde duyulmasıdır. Türk Milliyetçisi, Türk içtimai ırkını benimser , sever ve sevdirirken ailesini de bu espri içinde kurmaya çalışır. Kozmopolitlikten hoşlanmaz. Bununla beraber başka içtimai ırkları da Allah'ın birer ayeti olarak değerlendirir. "Biyolojik ırkçılık" parçalayıcı ve bölücü bir karakter taşıdığı halde "içtimai ırk" birleştirici ve bütünleştirici bir özellik taşır.

Kimse biyolojik verasetini tayin iradesine sahip değildir ama "içtimai ırk" tercihe açıktır. Aynı tarihe, aynı kültüre, aynı din ve ülküye sahip insanlar arasında "kan ve soy birliği" şuurunun güçlenmesine yol açar. Kendi içine kapanan dar bölge" aşiret", "tabakalar arasında evlilik köprüleri kurarak milli şuuru güçlendirir. Bütün Türk tarihi boyunca aşiretler ve beylikler arasındaki çatışmaları yumuşatmada bu yol, pek çok kez denenmiş ve faydalı da olmuştur. Arvasi, "içtimai ırk" ile millet ve devletin güçlendiğini kaydeder.

Arvasi'nin tespitlerini şu başlıklar altında toplayabiliriz.
1-Türk gençliğine hem Türk milliyetçisi, hem Müslüman, hem de çağdaş olunabileceğini öğretmeye çalışmıştır.

2-Sübjektifliğin, objektifliğin mutlaklığın gerçek anlamını vurgulamıştır

3-İslam'ın yeniden tekrar tekrar ana caddeden kıl kadar taviz vermeden incelenmesini ve iyi anlaşılmasını savunurdu.

4-Kendini sorgulayan, özeleştiriye tabi tutan insanoğluna ait ilimlerin yeniden kurulmasını, yani insan bilgisi biliminin kurulmasını önerirdi.

5-Günümüze kadar gelen bilgileri temelinden sarsan fizik ve metafizik terimleri yerine insan ve insan ötesi anlayışının getirilmesi savunurdu.

6-Kültürün yalnız manevi unsurlarının olmadığı, maddi unsurlarının da olduğu. Medeniyetlerin beynelmilel değil milli bir yapıya sahip olması. Medeniyet değiştirmenin kültür değiştirmekten daha zor oluşunun tespit ederdi.

Arvasi Hocamızı Rahmetle anıyoruz.

Ümit ÖZDAĞ



Bu Dava Özüdür İslamiyet’in
Bu Dava Güneşi, Mazlum Milletin,
Bu Dava, Her şeyden, Her şeyden Çetin,
Bu Yolda Dert, Hüzün, Gurbet Bizimdir.
Seyyid Ahmed ARVASİ


Neden Türk İslam Ülküsü?

Neden, şu veya bu ad altında toplanmayı değil de "Türk-İslam Ülküsü" ne bağlanmayı savunuyoruz? Biz iddia ediyoruz ki, "Emperyalizm", Türk ve İslam dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile "vatan çocuklarını" din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar hazırlamakta, diğer taraftan din ve milliyet duygularını, her şeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da birbirine düşürmeyi planlamaktadır.

Bugün yeryüzünde iki sömürgeci "blok" vardır. Bunlardan biri kara renkli "kapitalist emperyalizm" diğeri ise bütün fraksiyonu ile "kızıl emperyalizm". Birincisi "çok uluslu şirketlerin" paravanasında, "az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık götürmek" maskesi altında, ikincisi de "ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet götürmek" maskesi altında, "sınıfsal savaş" sloganı ile "iç savaşlar" çıkartmakta ve "dünya proleterlerinin dayanışması" adı altında işgalini gerçekleştirmektedir.

Gerçekten de yer yüzünde ezilen ve sömürülen bir de "üçüncü dünya" vardır. Bu dünya, daha çok Asyalı, Afrikalı irili ufaklı devletlere ve devletçiklere, beyliklere, emirliklere, federasyonlara bolünmüş milletlerden ibarettir. Esef edelim ki, bu insanların sayısı bir buçuk milyardan daha fazladır. İşin ızdırap veren diğer bir yanı da, bu nüfusun çoğunluğunu Müslümanlar teşkil etmektedir. Bunun yanında çok acı bir gerçeği daha belirtelim ki, bu ezilen ve sömürülen Müslümanlar arasında Türk Milleti'nin çok önemli bir bölümü bulunmaktadır.

1970 Yılında yapılan bir araştırmaya göre, yabancı boyunduruğunda tam bir sömürge hayatı yaşayan Türk nüfusunun sayısı, Türkiye'mizde bulunan genel nüfusumuzun tam iki katıdır.

Emperyalist güçler, fırsat buldukları zaman zorla, bulamadıkları zamanlar ise hile ile İslam ve Türk dünyasını ele geçirmiş, zenginliklerini yağmalamış, din ve milliyet duygu ve değerlerini tahrip etmiş, direnenleri lekeleme ve imha yoluna gitmiş, kendine uygun kadrolar yetiştirmiş, bu milletlerin uyanış, diriliş hamlelerini, milli eğitim ve kalkınma planlarını baltalamış ve bu ülkeleri, "ebedi sömürge" statüsüne mahkum etmek için elinden geleni esirgememiştir.

Emperyalist güçler, korkunç bir kültür emperyalizmi programı ile millet çocuklarını milli tarihlerine, milli ve mukaddes kültür değerlerine, milli ülkülerine, milli menfaatlerine, hatta motif ve sembollerine düşman etmekle kalmazlar, kendi değerlerini "bir uygarlık ve ilericilik" unsuru biçiminde onların kafalarına ve vicdanlarına oturturlar. Böylece milli ve mukaddes değerlere bağlı milliyetçilerin karşısına, bu değerlere ters düşen "yabancılaşmış kadrolar" çıkarırlar. Bir ülkede, değerler "ikizleşince", kadroların da ikizleşmesi ve çatışması mukadder olur. İşte düşman, bu noktada aktivitesini arttırır. Ülkenin ve milletin "parsellenmesi" için beynelmilel güçleri harekete geçirir.

Ülke artık birbirinin gırtlağına sarılmaya hazır kadrolara bölünmüşse, düşman rahatlıkla at oynatabilecek vasatı bulmuş demektir.

Düşman, karşısındaki güçleri parçalayarak, onları birbirine düşürerek, kolay yutulur lokmalar durumuna sokmak ister. Mesela, sanki bir insan, hem 'dindar', hem 'milliyetçi', hem 'medeniyetçi' olamazmış gibi, bu değerleri birbirine zıt programlar durumuna sokarak, hiç yoktan 'çatışan güçler' meydana getirir. Bu oyunlarını, o kadar ustaca planlar ki, tertiplerini anlamak için bazen olayların üzerinden elli veya yüz sene geçmesi gerekir. Mesela, Osmanlı Türk Devleti'nin parçalanması ve Orta-Doğu'nun sömürgeleştirilmesi için, dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, 'din' ile 'milliyetçilik' arasında zıddiyet ve düşmanlık duyguları doğurmayı planlamış olduklarını şimdi itiraf ediyorlar.

Serge Hutin adlı bir Fransız masonunun yazdığı 'Les Francs-Maçons' kitabının 127.nci sayfasında okuduğumuza göre İslam dünyasında masonlar Cemaleddin-i Afgani ve Muhammed Abduh gibi 'din politikacılarını' localarına kaydederek onların eliyle 'Dini, milli yapılara göre reforme ederek' alemşümul İslam dinini bozmak, öte yandan Müslüman Kardeşler (Freres Musulmans) hareketi ile de 'İslam'da milliyetçilik yoktur' propagandası ile milletleri çökertmek ve bu suretle -çok kahpece bir planlar- birbirine zıt 'İslamcı' ve 'Milliyetçi' sun'i düşman kamplar doğurmak istemişlerdir.

Emperyalizm, bizim dünyamızda bu 'paradoks'tan çok istifade ettiğini ayrıca yazmaktadır. Dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı, birbirine düşman göstermek oyunundan kolay kolay vazgeçeceğe benzemiyor.

O halde, Türk Milliyetçisine düşen iş, bütün varlığı ile bu oyunu, her şeyden önce kendi yurdunda bozmak olmalıdır. Bu ülkede, sun'i olarak birbirine düşman 'güya Türkçü' ve 'güya İslamcı' cepheler meydana getirmek isteyen hain ve kahpe oyunların karşısına, bir Müslüman-Türk olarak ve tarihine yaraşır bir biçimde çıkmalıdır.

Bunun için, Türk-İslam kültürüne, Türk-İslam medeniyetine, Türk-İslam ülküsüne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslamiyet’i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, Dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur.

Din ve milliyet, zıt değerler değildir. Bu sebepten, 'sentez', tez ile anti-tez arasında söz konusu olacağına göre, yıllardan beri kullandığımız 'Türk-İslam sentezi' yerine, 'Türk-İslam Ülküsü' sözü daha uygun olur düşüncesi ile kitabımızın adını, 'TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ' olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.

Seyyid Ahmed ARVASİ

Türk İslam Ülküsünü Yoğuranlar


Türk milletinin tefekkürüne, en az bin yıldan beri, İslam dini biçim vermektedir. Kurduğumuz muhteşem kitaplıklar incelendiğinde görülecektir ki, ilim ve fikir adamlarımızca, insanoğlunun meydana getirdiği her türlü kültür ve medeniyet ürünleri atalarımızca incelenmiş, araştırılmış, aşağı yukarı bütün din ve inançlar süzgeçten geçirilmiş ve İslamiyet, tam bir şuur ve yüksek bir irade ile tercih edilmiştir. Böylece, <<vahyin aydınlığına>> ulaşan Türk'ün akıl ve idraki, İmam-ı Buhari'leri, İmam-ı Gazali'leri, Mevlana Celaleddin'leri, Yunus Emre'leri, büyük mantıkçı ve şeyhülislam Mollafenari'leri, Yunan felsefesini İmam-ı Gazali çapında tenkit edebilen ve yüce hünkar Fatih Sultan Mehmed Han'ın takdirlerine mazhar olan Hocazade Efendileri, İmam-ı Brigivi'leri, İbn-ı Kemal'leri... yetiştirdi ve onların fikir, kitap ve dersleri ile olgunlaşarak büyük imparatorluklar, dünyayı hayran bırakan kültür eserleri ve ölmez medeniyetler meydana getirdi.

Biz, bu yazımızda ve bunu takip edecek yazılarımızda, Türk-İslam kültür çizgisinde yürüyerek 'genel felsefe problemleri' karşısındaki yerimizi ve <<dünya görüşümüzü>>, yüce dinimiz İslamiyet'in aydınlığında, kısa da olsa ortaya koymaya çalışacağız. Bütün 'sahte tanrıları ve mabutları', gönüllerden, kafalardan, zaman ve mekan köşelerinden çıkarıp atmak isteyen, 'Allah'tan başka ilah yoktur' prensibini temel ölçü kabul eden, şanlı Türk Milleti'ni 'Allah'ın ordusu' bilen, 'Türk Milleti birlik, Türk Devleti güçlü olursa insanlık kurtulur, zulüm biter' ölçüsü içinde hareket eden Türk-İslam ülkücülerinin 'fikir sistemi', yüce peygamberler silsilesinin mukaddes alınteri ile ıslanmış, peygamberlik mührünü kıyamete dek elinde tutan şanlı kurtarıcımızın ve peygamberlerimizin 'O'na ve onlara selam olsun' nurdan ellerinde biçimlenmiş, onu takip eden muhteşem 'Sahabi kadrosu' tarafından 'cihad ruhu' ile beslenmiş, büyük veliler eliyle yoğrulmuştur. Türk-İslam Ülkücüsü 'Cahid-ü fillah' (Allah için savaşan) dır. Türk-İslam Ülküsü'nün büyük iman, aşk ve aksiyon adamı Fatih, bu ülküsünü şöyle dile getirir:

'İmtisal-i cahid-ü fillah oluptur niyyetim
Din-i İslamın mücerred gayretidir gayretim

Fazl-ı Hakk ü himmet-i cünd-i ricalullah ile
Ehl-i küfrü ser-teser kahreylemektir niyyetim

Enbiya vü evliyaya istinadım var benim
Lütf-i haktandır heman ümid-i feth-i nusretim

Nefs ü mal ile nola kılsam cihanda ictihad
Hamd-ü lillah var gazaya sad-hezaran rağbetim

Ey Muhammed mucizat-ı Ahmed-i Muhtar ile
Umarım galib ola a'da-yı dine devletim.'

İşte, Türk-İslam Ülküsü'nü yoğuran bu kadro ve ruhtur. Bu ruh, büyük Türk-İslam kültür ve medeniyetinden kaynaklanmaktadır. Bu dava ve ülkünün 'eskimediğini', 'modası geçmediğini' bütün Türk-İslam düşmanları Allah'ın izni ile idrak edeceklerdir. Türk'e ve İslam'a 'kefen biçenlerin' sonu korkunç olacaktır.


İDEOLOJİMİZ VE İSLAMİYET

Ülkemizde, öyle bir “kavram kargaşalığı” meydana getirilmiş ve beyinler, o türlü yıkanmış ki, “Türklük” ten söz ettiğimiz zaman ırkçılıkla,”İslamiyet”ten söz ettiğimiz zaman “milliyet düşmanlığı” ile itham edilmeniz işten bile değildir.Daha ileri giderek size, “faşist” yahut “gerici” diyenlerde cabası…Oysa,bu ithamları yapalar,din ile milliyetimizin, en az bin yılan beri bir diğeri ile nasıl kaynaşış olduğunu görmeli, milletimizin yerinde teşbihi ile “beden ve ruh” durumuna gelmiş olduğunu idrak edebilmeli idiler.
Türk Milleti,asırlardan beri, İslamiyet’i ,hem bir “din” hem de bir “ideoloji” olarak benimsemiş, kültür ve medeniyetini,bu ruh ve iman ile yoğurmuş bulunmaktadır.Hayatımızın her safhasında, ”İslam’ın damgasını görmemek için kör olmak lazımdır.Kaldı ki, tarih, Türk’ün İslam’la,İslam’ın da Türklük ile güçlendiğini, inkar edilemez biçimde ortaya koymaktadır.Bu gerçeği, düşmanlarımız kadar, milletimiz de, gençliğiz de biliyor.Bu sebepten Türk’ün ve İslam’ın düşmanları, “din ve “milliyetimizi” birer “karşıt-tez” biçiminde ortaya koyarak çatıştıramayacaktır.Bu oyun artık bitiştir.”Çağdaş Türk-İslam Ülküsünün” bayrağı, bütün haşmeti ile Türk milliyetçilerinin ellerinde,yine yükselmeye başlamıştır.
Daha İslam’dan önce, “cihan hakimiyeti” davasını güderek, insanlığa hak ve adalet götürmeye memur edildiğine inanan,zulüm idarelerine karşı “Tanrı’nın kırbacı” olan ve “Tanrı-kut”lar yetiştiren,Türk,İslamiyet’le şereflendikten sonra, bu ülküsüne daha alemşümul bir karakter kazanırdı.Böylece Müslüman-Türk asırlardan beri, asırlardan beri,bütün sahte mabutları,zulüm idarelerini yıkmak,yeryüzünde “Allah ve Resulünün” istediği adaleti ve huzuru gerçekleştirmek üzere ve “ılay-ı kelimetullah ve nizam-ı alem için” ,mukaddes savaş vererek yücele gelmektedir.Milliyetimizin bu hüviyetini ve davasını çok iyi bilmek ve değerlendirmek gerekir.

Türk milliyetçiliği,İslam’ın iman ve şuuru içinde yücelmeyi gaye edinen ve Türk’ün burada arayan bir harekettir.Bu, bir iddia değil,milletimizin vicdanında yatan gerçeğin teşhis ve tespitidir.Türk’ü tanıyanlar, bunu da bilirler.Ancak,Müslüman-Türk’ün bu hususiyetini, “nakde ve oya tahvil ederek” yaşamaya alışmış istismarcı çevreler,bertaraf edilmelidir.Hiç şüphesiz,İslamiyet, kendine sarılan kadroların, “ihlası ölçüsünde” onların yücelmesine yardım edecektir.
Öte yandan İslamiyet,asırlardan beri,Türk kültür malzemesine biçim veren,medeniyetine orijinal bir terkip kazandıran bir ruh ve mimar durumundadır.P. Sorokin’in deyimi ile İslam, en az bin yıldan beri,Türk kültür ve medeniyetinin “üst sistemi” olmuştur.Sakat bir eğitim politikası ve yanlış bir “laiklik” anlayışı yüzünden, kitlelerin İslam’a yabancılaştırılması” tehlikesi doğmuş; bu yüzden ülkemizde,birden bire “felsefi ideolojiler” ,yabancı doktrinler çoğalmıştır.Avrupa’da bu ideolojilerin doğması sosyo-ekonomik şartlardan ve Hıristiyanlığın çağdaş insana yetmemesinden kaynaklandığı halde, bizde, “İslam’ın öğretilmemesi” esaslı bir sebep olarak düşünülmelidir.

Oysa,İslamiyet, hiçbir din ile kıyaslayacak kadar ileri,ilmin verilerine açık,dinamik,birleştirici ve kaynaştırıcı bir sistem getirmektedir.O, kapitalizm,sosyalizm,komünizm,faşizm ve nazizm… gibi,yabancı ideolojileri saçtığı zehirleri bertaraf edecek bir panzehir ve hayat kaynağıdır.Bu noktada belirtelim ki, Türk milleti’nin ve dolaysıyla Türk milliyetçiliğinin alemşümul davası ve ideolojisi, Allah ve Resulünün davasıdır ve bunun adı:İslamiyet’tir.Aksini iddia edenler ya Türk milliyetçilerini tanımamakta ,yahut bühtan etmektedirler.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: S.AHMET ARVASİ'nin Anısına
MesajGönderilme zamanı: 13.02.12, 17:57 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
Çeliğe Su Veren Adam: Seyyid Ahmet Arvasi - 1

“Demir tavında dövülür”, “Herkes kaşık yapabilir ama sadece ustası sapını tam ortasına getirebilir”. Bu ve benzeri halk deyişlerinde verilmek istenen mesaj; emânetin ehline verilmesinin ve yapılması gereken işi zamanında, zeminde ve kıvamında yapmanın başarı için gerekli bir ön koşul olduğu gerçeğidir.

İnanç ve fikir sahasında şok edici kaosların yaşandığı 12 Eylül 1980 öncesinde Türk gençliğinin kafasında ve gönlünde öz ve biçim kazanmaya başlayan Türk milliyetçiliği fikrinin İslami bir ruh kazanmasında birinci derecede rol oynayan insanların başında rahmetli S. Ahmed Arvasi gelir. O, rahmetli Alparslan Türkeş’in Ülkü Ocağı’nda cürufundan temizleyip Türklük kalıbına döktüğü, olayların sıcaklığında akkorlaştırıp tavında döverek şekillendirdiği ve adına Ülkücü Gençlik denilen “ipeğe sarılmış çeliğe” zamanında su veren büyük bir mütefekkir ve şuurlu bir Türk milliyetçisidir.

Türk-İslam Ülküsü’nün yiğit savaşçısı, Allah yolunun iman, aşk ve aksiyon adamı S. Ahmet Arvasi’yi biraz yakından tanımaya çalışalım



S. Arvasi ve Türk Milliyetçiliği

15 Şubat 1932 Pazartesi günü Ağrı ilinin Doğubayazıt İlçesinde doğan Seyyid Ahmed Arvasî, ailece Van’ın Müküs (Bahçesaray) ilçesine bağlı, Arvas (Doğanyayla) köyündendir. Babası Gümrük Müdürlüğü’nden emekli Abdulhakim Efendi, annesi Cevahir Hanım’dır.(1)

Ailenin altı çocuğundan bişincisi olan S.Ahmed Arvasî, ilk öğrenimini Van’da başlayıp Doğubayazıt’ta tamamlamıştır. Orta okulu Erzurum’da bitiren Arvasî, lise öğrenimine Erzurum Erkek Öğretmen okulu’nda başladı, Erciş Öğretmen Okulu’nda bitirdi. 1952 yılında Konya’nın Doğanbeyli Nahiyesi’de ilkokul öğretmeni olarak göreve başladı. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik görevini sürdüren Arvasî, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedegoji Bölümünü 1958 yılında tamamlayarak çeşitli eğitim enstitülerinde pedegoji öğretmenliği yaptı. 1978 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nden 24 arkadaşıyla birlikte siyasi amaçlar için sürgün edilen Arvasi 1979 yılında emekli olmak zorunda kaldı. Aynı yıl Milliyetçi Hareket Partisi Olağan Kongresi’nde Genel İdare Kurulu Üyesi sıfatıyla aktif siyasete atıldı.

12 Eylül 1980 ihtilalinde Mamak zindanlarında çile dolduran S. Ahmed Arvasî ilk kalp krizini burada geçirdi. Daha sonra bu olayı Alparslan Türkeş Şöyle anlatıyor: “Tutukevinde geçirdiği kalp rahatsızlığı dolayısıyla Ankara mevki hastanesi’ne kaldırıldı. O gün, daha dün gibi hatırımdadır. Görevliler kendisini hastaneye gitmesi için aşağıya indirdiler. Biz, yukarıda kalmıştık. Odamın penceresinden dış kapının açıldığı merdivenleri görebiliyordum. Arvasî hocamızı hastaneye götürecek cankurtaran henüz gelmemişti. Ayakta bekleyecek hali yoktu. bitkin bir vaziyette taş merdivenlere oturarak cankurtaranın gelmesini bekledi. Yukarıdan askerlere seslendim. Bir binbaşı çıktı. Kendisine Arvasî Bey’in rahatsız olduğunu, bir sandalye getirilmesi için emir buyurulmasını rica ettim. Bu ricamdan sonra bir sandalye getirdiler. Daha sonra cankurtaran geldi ve uzaktan birbirimize el sallayarak ayrıldık, vedâlaştık.” (2)

Bu tarihten sonra da inandığı ve uğruna başını koyduğu Türk-İslâm dâvâsını insanlarımıza anlatmayı sürdüren S. Ahmed Arvasî 31 Aralık 1988 tarihinde daktilosunun başında iken Hakk’a yürüdü.

Kısaca hayat hikayesini anlattığımız S. Ahmed Arvasî’nin verdiği kutsal milli mücadeleyi ve geride bıraktığı ciltler dolusu eserlerini aktarmak ve anlatmak bu kısa makalede hiç de kolay değildir. Yine de onun büyük bir içtenlikle son nefesine kadar tavizsiz bir şekilde savunduğu Türk-İslâm Ülküsü davasına rengini veren temel düşüncelerine ana başlıklar halinde değinmeye çalışalım.



O Bir Türk Milliyetçisi İdi

Seyyid, yâni Hz. Muhammed (s.a.v)’in soyundan olması nedeniyle ecdâdı aslen Arap olan Arvasî’nin, kaynağını Türk-İslâm Ülküsü’nden alan bir Türk milliyetçisi olması üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Böyle bir şuurlanmanın altında yatan olgun idrâk gücü onun ailesinden gelen Muhammedî asaletten kaynaklansa gerektir. Bu asaletin nurlu izlerini şu tarihi olayda bulmak mümkündür: Osmanlı’nın dağılma döneminde, müritleriyle birlikte Suriye üzerinden Arabistan’a giden Abdulhakim Arvasî’ye oranın ileri gelenleri, kendisine medrese yapacaklarını ve her türlü imkânı sağlayacaklarını taahhüt ederek Arabistan’da kalmasını istemişlerdi. “Osmanlı zâten öldü, Türk diye bir şey kalmamıştır.” denilince, Abdulhakim Arvasî Hazretleri’nin sinirlenip: “Dünyada iki Türk kalsa birisi benim” diyerek, ömrünün sonuna kadar Müslüman Türk’ün dâvâsına sâhip çıkacağını ifâde etmesi dikkate şâyandır.” (3)

Böyle soylu bir ailenin çocuğu olan S. Ahmed Arvasî kendisini şöyle tanımlıyor:

“Ben, İslâm imân ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, büyük Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm’ı gâye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim.İnanıyorum ki, hem Türk, hem müslüman olmak, hem de muassır dünyaya öncülük etmek mümkündür. Ecdâdımız bütün tarihleri boyunca bunu denediler ve başarılı oldular. O halde bizler niye bu tarihi misyonumuzu yerine getirmeyelim.”(4)

S. Ahmed Arvasî bazı sözde İslâmcılar gibi Türk tarihinin sâdece son bin yılını kabul edip geri kalan binlerce yılık islâm öncesi mâzimizi kör bir taassuba kapılıp red etmedi. O şuurlu bir Türk milliyetçisi olduğu için Türk töresini, Türklüğün sembolü Bozkurt’u hiç bir ön yargıya kapılmadan kabul ve tasdik etmiş, her fikir ve fiili İslâmi süzgeçten geçirerek her şeyi yerli yerine oturtmasını bilmiştir. Bu konularda o şunları söylemektedir:

“...Kısaca belirtirsek, Türk milleti, geniş bir tarihi tecrubeye, büyük ve zengin bir kültür hazinesine sâhip bulunmakla “milli töresini” bu güçlü zemin üzerinde kurmuş bulunmaktadır. Türk töresi, âlemşümul ahlâkî ideâlleri bünyesinde toplayan “pratik bir ahlâk ve hukuk nizamı” durumundadır. Hele, en az bin yıldan beri İslâm’ın şanlı aydınlığında yıkanan, olgunlaşan ve arınan Türk töresi, bütün insanlığı mutluluğa çıkaracak ‘âlemşümul’ bir nizam durumuna gelmiş bulunmaktadır.” (5)

“Hiç bir zaman Türk’ün totemi olmamış olan Bozkurt, coğrafyamızın kültürümüze kazandırdığı bir motiftir” diyen Arvasî Türk milliyetçiliğini “ırkçı” olmakla suçlayan câhillere şöyle seslenir:

“Türk milliyetçiliği, politikasını biyolojik ırkçılık üzerine kurmayı reddetmekle beraber, içtimaî ırk gerçeğini inkâr ve ihmâl etmemelidir.

İçtimaî ırk, biyolojinin konusu değildir, sosyolojinin konusudur. Bir milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin, sınıf ve tabakaların soy birliği şuurudur. Ortak bir şuur tarzında beliren mensubiyet duygusunun ve kan birliği şuuru biçiminde duyulmasıdır. Zâten biyolojik verâsetin yanında, ortak kültür, ortak coğrafya, ortak hayat tarzı ve ortak mücâdeleler, bir milletin fert ve tabakalarını hem ruhî, hem de fizik bakımından bir birine yaklaştırır.” (...)

“Kimse biyolojik verâsetini tâyin irâdesine sahip değildir. Ama içtimaî ırk tercihe açıktır. Aynı tarihe, aynı kültüre, aynı din ve ülküye sahip olan insanlar arasında kan ve soy birliği şuurunun güçlenmesine yol açar.” (...) “ Türk milliyetçisi, Türk içtimaî ırkını benimser, sever ve sevdirirken ailelerini de bu espiri içinde kurmaya çalışır. Kozmopolitlikten hoşlanmaz. Bununla berâber, başka içtişmaî ırkları da Allah’ın bir âyeti olarak değerlendirir.” (6)

Türk milletinin kurtuluşunu ve ayağa kalkarak İslâm’ın sancaktarlığını yapmasını, tekrar Nizâm-ı Alem’i gerçekleştirmesini Türk-İslâm Ülküsü’nde gören S.Ahmed Arvasî Türk milliyetçilerinin bu doğrultuda öncelikli olarak yapmaları gerekenleri “Neden Türk-İslâm Ülküsü” başlıklı yazısında şöyle açıklıyor:

“Neden, şu veya bu ad altında toplanmayı değil de, ‘Türk-İslâm Ülküsü’ne bağlanmayı savunuyoruz?

Biz iddia ediyoruz ki, emperyalizm, Türk ve İslâm dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile vatan çocuklarını din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar hazırlamakta, diğer tarfatan din ve milliyet duygularını, her şeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da bir birine düşürmeyi plânlamaktadır. (...) “ Düşman, karşısındaki güçleri parçalayarak, onları birbirine düşürerek, kolay yutulur lokmalar durumuna sokmak ister. Meselâ, sanki bir insan, hem dindar, hem milliyetçi, hem medeniyetçi olamazmış gibi, bu değerleri birbirine zıt programlar durumuna sokarak, hiç yoktan çatışan güçler meydana getirir. Bu oyunlarını, o kadar ustaca plânlarlar ki, tertiplerini anlamak için bâzen olayların üzerinden elli veya yüz yıl geçmesi gerekiyor.” (...) “ O hâlde, Türk milliyetçisine düşen iş, bütün varlığı ile bu oyunu bozmak olmalıdır. Bu ülkede, sunî olarak güya Türkçü ve güya İslamcı cepheler meydana getirmek isteyen hain ve kahpe oyunların karşısına, bir Müslüman Türk olarak ve tarihine yaraşır biçimde çıkmalıdır.

Bunun için, Türk-İslâm kültürüne, Türk-İslâm medeniyetine, Türk-İslâm Ülküsü’ne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslâm aşk ve aksiyonuna sâhip, Türklüğü bedeni, İslâmiyet’i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, dünya Türklüğü’nün, İslâm dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olamaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çâremiz yoktur.” (7) ,

S. Ahmed Arvasî, kaynağını Türk-İslâm Ülküsü’nden alan, temel gâyesi Türk milletinin ebedi bekâsını sağlamak, orta gâyesi Türk’ün İslâm’ın sancaktarlığını yapmasını temin etmek, üst gâyesi ise, bütün insanlığı Nizâm-ı Alem Ülküsü çerçevesinde toplayarak, insanlığın huzur ve barışını sağlamak olan Türk milliyetçiliği hareketinin şu temel prensiplere dayalı olarak yapılanması ve yönlendirilmesi gerektiğini ifâde eder:

1- Türk milliyetçiliği, partiler sınıflar ve zümreler üstü bir harekettir. Ancak milliyetçilik, siyasi olsun veya olmasın, bütün meşru kuruluşlara biçim ve damgasını basar. Türk milliyetçiliği kendine dost olan bütün hareket ve kuruluşları dost, kendine düşman olan bütün hareket ve kuruluşları düşman bilir.

2- Her millet milliyetçidir ve milliyetçi kadrolarla ve programlarla yönetilmelidir. Millli şuurdan yoksun kadrolara, milleti teslim etmek ihânettir. Millete inanmayanlar millet idaresine tâlip olamazlar. Devlet adamının vazgeçilmez özelliği “ milliyetçi” olmasıdır.

3- Milliyetçilik, kadro ve programı ile dâima iktidarda olmalıdır. Milliyetçi kadro ve programları iktidardan uzaklaştıran onların yerine sınıfçı, bölgeci, bölücü, kadro ve programları geçirenler, ya sinsi yabancılardır, yahut milletine yabancılaştırılmış kişi ve kadrolardır.

4- Milliyetçi, barışta barışın, savaşta savaşın kanunlarına göre mücâdele eder. Düşman ister dışta, ister içte olsun fark etmez.

5- Milliyetçilik bir milletin kendi düşmanlarına karşı sürdürdüğü sosyal, kültürel, ekonomik ve politik bağımsızlık savaşı, kendini dış ve iç sömürüye karşı koruma şuur ve çabasıdır. Yâni milletlerin var olmak ve yaşama savaşıdır. Meşru bir hak ve şuurdur.

6- Milliyetçilik, hiçbir zümrenin inhisarında değildir. O, milli tarihin milli kültürün ve milli ülkülerin çizdiği zaruri bir yoldur. Üstelik millet milliyetçisini tanır.

7-Milliyetçiliğin sâhibi millettir. Milletin vicdanına aykırı, milli tarihe, milli kültüre ve milli ülkülere ters düşen târihler ve tutuşlar milliyetçilik olamaz.

8-Şahıs ve zümre milliyetçiliği olmaz. Milliyetçiliğimizin bir tek odı vardır: “ Türk milliyetçiliği”. Bunun yerine başka terim ve ifâdeler koyanlar veya koymak isteyenler bizi yanıltmak isteyen ard niyetli kişi ve zümrelerdir. Çağdaş Türk-İslâm Ülküsü kavramı, Türk milliyetçiliğinin programını özetleyen “doktriner” bir ifâdedir.

9- Türk milliyetçisinin gerçek “amblemi” ay yıldızlı al bayrağıdır. Ancak, Türk târih ve destanından süzülüp gelen motifler ve renkler, milli bayrağımızın gölgesinde ve onu gölgelemeden, rozet ve flâma hâlinde taşınabilir.

10-Türk milliyetçiliği, gâye, prensip, strateji ve programı itibarı ile âhenkli bir bütünlük içindedir. Aksiyon, bu bütünlüğü bozamaz. Ancak, zamana zemine ve şartlara göre “esneklik” gösterir.

11- Türk milliyetçiliği, sâdece sosyal bir vakıa olarak kalamaz. Tezlerini ve antitezlerini ortaya koyarak, şartların gerektirdiği tarzda teşkilatlanmak ve kadrolaşmak zorundadır. Bu kadro ve teşkilat, devletin ve milletin bütünlüğünü kavrama hedefine yönelik, “bir çekirdek” etrafında gittikçe genişleyen bir oluş hâlinde bulunmak demektir.

12- Türk ordusu milli tarihimizin içinden süzülüp gelen milli imânımızın, aşkımızın aksiyon ve disiplinimizin, çağdaş eğitim politika, teknik ve silahlarla mücehhez savaş gücüdür. Türk milliyetçiliğinin en güçlü teminatıdır. Bir “Ordu-Millet” olan Türk’ün ta kendisidir. Ordu sevgisi, Türk milliyetçisinin, vazgeçemeyeceği bir özelliğidir. Türk ordusuna düşmanlık besleyenler, yabancı ordulara özlem duyan hainlerdir. (8)



Ülkücü Gençlik ve S. Ahmed Arvasî

İslâmi atmosferin yoğun olmadığı bir toplumsal çevrede yetişen 1970’li yılların gençliğine İslâmi mesajları ‘cuma hutbesinde vaaz veren hocanın metoduyla’ vermek, çoğunlukla ters etki yapıyordu. O dönemlerde özellikle belli bir eğitim almış kişilerin namaz kılması, câmiye gidip cemaata katılması, hatta biraz yüksek sesle “besmele” çekmesi görülmüş duyulmuş bir şey değildi ve ayıptı. O zamanlar liselerde, üniversitelerde ve aydın çevrelerde daha çok ideolojik söylemler ve eylemler rağbetteydi. Böyle ortamlarda yetişen gençlere, bunlar milliyetçi de olsalar doğrudan İslâm’ı tebliğ etmek hiç de doğru bir yöntem değildi. Gerektiği gibi İslâmî bir eğitimle yetişen az sayıdaki küçük ve etkisiz bir kesim de zâten kendilerini dar ve kapalı bir cemaat adacığına hapsetmişlerdi. Her ne kadar bunların bir kısmı, olayların henüz tırmanmadığı risksiz dönemlerde yüksek sesle, âdeta yarın savaşa gideceklermiş gibi cihat çağrısı yapmış olsa da, mücâdelenin bir can pazarına dönüştüğü ileri aşamalarında birden bire ortalıktan kaybolmuşlardı. Meydanda sâdece komünistler ile Ülkücüler kalmıştı.

Soğuk savaş döneminin iki kutuplu dünyasının en sıcak cephe ülkesi olan Türkiye’de ideolojik mücâdelenin kızıştırıldığı ve kanlı bir çıkmaz sokağa yönlendirildiği 1970’li yılların ikinci yarısında ülkeyi kızıl emperyalizme karşı savunma mücâdelesi veren Ülkücü Hareket, hergün onlarca mensubunu kara toprağın bağrına vermeye başlamıştı. Genellikle “câmi” cemaatinin dışındaki toplum kesimlerinden gelen Ülkücü Gençlik’in her geçen gün ölümle, morgla, tabutla, câmiyle, mezarla tanışması onlarda zaten potansiyel olarak mevcut olan Allah ve ahiret inancının harekete geçmesini hızlandırmaya başlamıştı. Tıpkı güneşin saçtığı ışık ve ısının dağların yamaçlarındaki karların eritmesi gibi. Harekete geçen bu inanç ırmağının doğru mecralara yönlendirilmesi ve en verimli biçimde değerlendirilmesi gerekiyordu.

İşte böyle bir dönemde şehitlik gerçeğiyle karşı karşıya gelen Ülkücü gençler Allah ve ahiret inancının yakıcı sıcaklığını beyinlerinde ve gönüllerinde ciddi bir şekilde hissetmeye başlamışlardı. İşte o an çeliğe su verme zamanıydı. S. Ahmed Arvasî Türklük ve Ülkücülük çeşmesinden, sancı çeken beyinlere, yanan yüreklere testiler dolusu rahmet suyu verdi. Resullullah’ın soyundan gelen bu değerli insan, İslâmı tebliğ ederken “nefret ettirmeyen sevdiren, zorlaştırmayan kolaylaştıran, korkutmayan müjdeleyen” Muhammedî tebliğ yöntemini kullanmıştı.

Eğer bugün İslâm ülkemizde dikkat çekiçi bir potansiyele ulaşmışsa bunda Ülkücü Hareket’in ve ona olgun bir imâni muhteva kazandıran rahmetli Seyyid Ahmed Arvasî’nin payı büyüktür. Etrafımızı saran sevgisiz, hoşgörüsüz, bedelsiz ve riyakâr sözde İslâmcı özde eyyamcı tatlı su müslümanlarını gördükçe bu katkıların önemi daha iyi anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan, ülkemiz üzerinde ciddi plânlar yapan ve fırsat buldukça da bu hain plânlarını uygulamaya sokan Arap ve Fars Müslümanlığı’nın milli bünyemiz üzerindeki yıkıcı ve bölücü etkisi belli bir kritik seviyeyi aşamıyorsa bunda da S. Ahmed Arvasî’nin ciddi katkıları vardır. O Türk-İslâm Ülküsü’nün bayrağını tam zamanında yükselterek Türk Müslümanlığı’nın güçlenmesine destek vermiştir.

Bugün ülkemizde gerek Arap Müslümanlığı gerekse Fars Müslümanlığı siyasi ümmetçilik yoluyla milli yapımıza sinsi saldırılar düzenlemektedir. İslâm’ın âlemşümul özelliğini bozarak enternasyonalist bir çehreye büründüren bu şer cephesi kendi insanımızı Türk devletine, Türk ordusuna, Türk vatanına karşı düşman yapmaya çalışıyor. Sistemin bazı yanlış uygulamaları bahane edilerek, (başörtüsü yasağı gibi) âyet ve hadisler çarpıtılarak, kendi insanımızı kendi devletine saldırtılmaya çalışıyorlar. Bu tertibin plânlayıcıları ülkelerinde koyu bir Arap ve Fars ırkçılığı uygulayarak kendilerinden olmayanların en basit insan haklarını bile vermiyorlar. Arap ve Fars Müslümanlığı Türk Müslümanlığı ile sâdece Anadolu’da değil, Kafkaslar’da, Balkanlar’da, Ortadoğu’da ve Orta Asya’da da ciddi bir mücadele içindedir. Mızraklarının ucuna Kur’an sayfalarını takarak üzerimize saldıran bu bedbahlara karşı en büyük savunmamız Türk Müslümanlığı kalkanıdır. Bu kalkanı delinmez bir zırh haline getirebilmemiz için S. Ahmed Arvasî’yi iyi anlamamız gerekir. İslâm’ı Türklük karşıtı bir inanç ve hareket hâline getirmeye çalışan bu “İlyas görünümlü iblislerin” tehlikeli oyunlarını bozmanın yolu, İslâm ve imân konusunda doğru bilgilenmekten geçmektedir. Konunun güncelliği ve öneminden dolayı değerli mütefekkirimizin bu konuda yazmış olduğu önemli bir makalesini aynen buraya alıyoruz.

İslam enternasyonalist değil Alemşumuldür.

“Bâzıları, İslâm’ın getirdiği ‘âlemşumul hakikâti ve dâveti’ idrak edemeyip onu beynelminelci (enternasyonalist) bir karakterde yorumlama hatasını, hatta günahını işlemektedirler. Bunlar, ya ‘âlemşumul’ (universal) kavramı ile ‘beynelminel’ (enternasyonal) kavramı arasındaki farkı bilmeyen kimseler, yahut da ‘art niyetli’ kişi ve zümrelerdir.

İslâm’ın temel kaynağı Kur’an-ı Kerim ile yüce merkezi şanlı Peygamberimiz’in sözleri ve hareketleri ile kesin olarak anlaşılmıştır ki, İslâmiyet insanların ırklara, kavimlere ve çeşitli cemiyetlere ayrıldığını kabul etmektedir. Yine İslâmiyet, bunların yanında, bütün âdemoğulları’nı ‘kelime-i tevhid’ etrafında toplayarak, İslâm kardeşliği şuuru içinde dayanışmaya ve Allah yolunda yarışmaya dâvet etmektedir. Yâni Allah; bir yandan dinini, ‘seveceği kavimlere’ tevdi ederken, diğer taraftan bütün kavimleri ‘milli şahsiyetleri’ içinde tutarak “şanlı peygambere ümmet olmaya” çağırır. Bu sebepten Türk milliyetçileri, Türk milletinden ve İslâm ümmetinden olmakla öğünürler.

Hâşâ, İslâmiyet, asla masonlar ve komünistler gibi milletleri ve milliyetleri inkâr ederek kozmopolit bir dünya kurmak dâvâsı peşinde değildir. “İslâm kardeşliği” bu çirkin “beynelmilelci akımlara” asla benzemez ve benzetilemez. İnsanlarn Ademoğlu olarak aynı kökten gelmekle beraber çeşitli millî ırkî şubeler ve dallara bölünmüşlerdir. Bu inkârı mümkün olmayan biyolojik psikolojik ve sosyolojik bir vâkıadır. Bu konuda yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim “Ey insanlar! biz sizleri bir erkekle bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi şubelere (ırklara, kavimlere) ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, Allah yanında en şerefliniz takvâda en ileri olanınızdır.” diye buyurmaktadır. (Bkz. Hucurat Süresi, ayet 13) Yine, şanlı Kitab’ımızda şöyle buyurulur: “ Dillerinizin ve renklerinizin birbirine uymaması da O’nun âyetlerindendir.” (Bkz. Kur’an Kerim Er-Rum Suresi âyet 22) Bu âyetler -hiçbir tevile yer bırakmaksızın İslâm dininin “ırklar ve kavimler” karşısındaki tavrını ortaya koymaktadır. İslâm sosyolojisinde, ırklar ve milletler insanlık kadar birer gerçektirler ve onların şerefi (renklerinde, dillerinde et ve kemik yapılarında değil) Allah yolunda gösterecekleri “ihlas ve hizmet şuurları” ile yâni “takva” ile tâyin olunur.

“Allah’tan başka ilâh yoktur” diyen ve bu inancı bütün beşer tarihi boyunca- savunan şanlı peygamberler dizisine sevgi ile bağlanan son ve yüce peygamber ve kurtarıcı Hz. Muhammed’e (bütün peygamberlere ve O’na selam olsun) inanan ve O’nun tebliğlerini ferdî ve içtimaî plânda yaşayan her fert ve millet müslüman olmakla şereflenmiştir. İslâm ümmetin-den”dir. İslâm ümmetine bağlı kişiler, milletler ve ırklar -renkleri ve dilleri ne olursa olsun- din kardeşi olurlar. Birbirlerini sever iş birliği yapar, sosyal, ekonomik kültürel ve hatta politik dayanışma hâlinde bulunurlar. Ancak, bu, onların kendi soylarını, kavimlerini, ırklarını ve milliyetlerini ret etmelerine sebep olamaz. İslâmiyet, “posa ırkçılığını ve soy üstünlüğü” iddialarını, “câhileye devri âdeti” alarak red etmekle birlikte, asla müslümanları soyunu kavmini, ırkını ve milliyetini red ve inkar etmeye dâvet etmemektedir. Aksine , “kişi kavmini sevmekle suçlanamaz.”, “vatan sevgisi imandandır”, “ Kavmin efendisi, kavmine hizmet edendir.” diye buyuran ve veda hutbesinde “soyunu inkâr edene Allah’ın, meleklerin ve insanların lânet etmesini” dileyen şanlı ve yüce Peygamber’in dinini “milliyetlerin ve milli şuurun” aleyhine kullanmak mümkün değildir.

Ta, “âlemlere rahmet olarak gönderilen” şanlı peygamberimiz zamanından başlayarak günümüze kadar, bütün müslümanlar, peygamberimizin yakın dostları olan ve O’nun yüce huzurunda “ imân etmekle şereflenen” ve başka kavimlerin çocukları bulunan nice sahabi daima milliyet adları ile anıla gelmişleridir. Bilâl El-Habeşî, Selman El-Farisî, Süheyl Er-Rumî... gibi İslâm büyükleri, o zamandan bu zamana kadar hep milliyet adları ile zikredilmişlerdir. Bu durumu gördükten sonra, “Türk” kelimesinden ürken ve korkan bazı çevrelerin bu komplekslerinden vazgeçmeleri gerekir. Öte yandan, gizli düşmanların da kendilerini İslâm dini ile maskelemeye kalkışmaması umulur.

İslâm dini ile milletler, milliyetler, milli şuurlar çökertilemez. Aksine İslâm dini ile, milletler güçlenirler, hayat bulurlar ve yücelirler. Bu sebepten, Tük milliyetçisi için İslâmiyet ve Türklük birbirine zıt iki değer ve varlık değil, aksine biri diğerine güç veren ruh ve beden gibidirler.

Öte yandan, Yüce Kitabımız’dan öğrendiğimize göre, Allah, dinini kavimler eliyle savunur. İslâmiyet hiçbir kavmin inhisarında değildir. Bir kavim dinden yüz çevirdi mi başka bir kavmi dine hizmete şereflendirilir. Her fert ve millet kendini inkâr etmeksizin müslüman olabilir. İslâmiyet milletler üstü âlemşümul bir dindir.

Aşağıda mealini vereceğimiz âyet-i kerimeyi, 17.asırda yaşayan büyük Türk milliyetçisi Vâni Mehmet Efendi, “Arais-el Kur’an ve Fi Nefais-ül Furkan” adlı kitabında, Arap kavmini tehdit eden ve Türk kavmini haber veren bir âyet olarak ele alır. Bu âyetin meali şöyledir: “Ey iman edenler, içinizden kim dininden dönerse, Allah, müminlere karşı alçak gönüllü kafirlere karşı onurlu ve zorlu, kendisinin onları seveceği, onlarından kendisini seveceği bir kavim getirir ki, onlar Allah yolunda savaşırlar ve hiçbir kınayanın kınamasından çekinmezler. Bu Allah’ın lutf-u inayetidir ki, onu kime dilerse ona verir. Allah, ihsanı bol olan ve çok bilendir.” (Bkz. Kur’an-ı Kerim, Maşde suresi ayet:54)

Gerçekte de şanlı peygamberin yüce kadrosundan sonra, İslâm’a en büyük hizmeti yapan kavim, Türk kavmidir ve tam dört yüz yıl Resul-ü Ekrem’e vekil olmakla şereflenmiştir. İslâm’da şeref ve üstünlük İslâm’a hizmet ve takva ile tâyin edildiğine göre, Türk milleti ile şeref ve üstünlük yarışına kalkışacak kaç kavim vardır.

İslâm kardeşliği ve ümmet fikri, milletleri ve milliyetleri öldürmek dâvâsı değil, bilakis kişileri, kavimleri, milletleri, ırkları Allah yolunda dayanışmaya ve yarışmaya -kardeşlik ve barış şuuru içinde- dâvet etmek demektir. İnsanları, ‘sahte tanrıların boyunduruğundan’ kurtararak şerefli birer kişi, kavim ve ırk halinde sâdece Allah’a kul olma şuuru içinde mukaddes bir yarışa çağırmak demektir. “İlâyı kelimetullah” bu demektir. Bu yarış bütün kişilere, kavimlere, ırklara ve milletlere açıktır. Bu yarışta, takvada en ileri olanı ise, rengi ve dili ne olursa olsun, bu mukaddes yarışa katılanların en şereflisi ve en üstünü olarak anılacaktır.

Türk-İslâm Ülkücüleri, asırlardan beri, bu yarışı en önde götüren ve bu ölçüde şeref kazanan şanlı ecdâdın yolundadır. Hiçbir isnad ve iftira, onu bu mukaddes yolundan alıkoyamaz. Türk milliyetçileri, kesin olarak bilmektedirler ki, dinimizi, milletin ve milliyet duygularının aleyhine kullanmak isteyenler, gerçek dindar değil, ya câhil veya ard niyetli kişi ve zümrelerdir. Türk-İslam Ülkücüleri kim ne derse desin, dâima Türk milletinden ve İslâm ümmetinden olduklarını ilân etmelidir.”(9)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: S.AHMET ARVASİ'nin Anısına
MesajGönderilme zamanı: 13.02.12, 17:58 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
Türk - İslam Ülküsü
Yazı Boyutu
Türk milletinin, iyilik ve güzelliklere diriliş; kötülük ve çirkinliklere karşı direniş ordusu olan ülkücülerin ana felsefesi Türk-İslam ülküsüdür. Bu ülkü’’Türk milletini İslam’la, İslam dinini de Türk milleti ile güçlendirmek ve yüceltme ülküsüdür.’’ [1][1] Her ülkücü bir Türk olarak ila-yı kelimetullah davasını (Allah’ın adını yayma) yürüten neferdir.

“Türk, dünyanın ve tarihin en eski kavimlerinden biridir. Çeşitli tarihî belgelerden öğreniyoruz ki, bu kavim, aynı zamanda tarihin kaydettiği en medenî ve dinamik içtimaî ırklardan biridir.”[1][2] İslamiyet’ten öncesine kadar uzanan köklü bir geçmişe sahip olan Türk milleti birçok imparatorluk, devlet ve beylik kurarak tarihe adını yazdırmıştır. Bu yüce milletin Müslüman olduktan sonra yaptıkları da öncesini aratmayacak niteliktedir.

İslamiyet 600’lü yıllarda peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından ilân edilmiş bir dindir. Pek çok millet gerek gönül rızası ile gerekse fetih politikaları dâhilinde Müslüman olmuştur. Türk milletinin Müslümanlığı da bir savaşa dayanır. Ancak bu savaş Müslümanlar ve Türkler arasında değil, tek kuvvet bir biçimde Çin’e karşıdır.[1][3] Çin generali Kao Sien-çe ve Taşkent Kralı arasında Taşkent Kralı’nın sınır bekçiliği görevini layıkıyla yerine getiremediğinden dolayı yaşanan gerginlik kral ve generalin arasını açmıştır ve generalin kralın üstüne düzenlediği akınlarla Tu-kiuler bertaraf edilmiştir. General Kao’nun elinden kaçmayı başaran kralın oğlunun yardım çağrısına, Doğu İran’ın efsaneye dönüşen Müslüman yöneticisi Ebu Müslim ve Karluklar karşılık vermiştir. Ziyad İbn Salih‘in komutasındaki güneye gelen Araplar ve kuzeyden gelen Karluklar Atlaş’ta, Talas Nehri kıyısında Çin ordusuna karşı savaşmışlar ve Çin ordusu bertaraf edilmiştir. Böylelikle, sadece birkaç gün içinde, Orta Asya’nın kaderi belirlenmişti. Orta Asya bir Çin Orta Asyası olacakken İslamiyet’e kucak açmıştı. Karluklar topluluk halinde Müslüman olmaya başlamışlardı. Sonraları da Karahanlı Devleti, Satuk Buğra Han zamanında, resmen Müslüman olan ilk Türk devleti oldu.

Türkler özellikle Abbasî döneminde ve sonrasında Müslüman aleminin seyfullahı olma görevini fazlasıyla yerine getirmiştir.[1][4] 11. asırda Türklük, artık İslâm'ın hizmetinde ve "İlâ-yı Kelimetullah" için canla başla çalışacak, birçok İslâm büyüğünün de belirttiği üzere, Eshab-ı Kiram'dan sonra, İslâm'ı yücelten en büyük millet olacaktır. Selçuklu Hakanı Tuğrul Bey, "Sultan-ül Müslimîn" unvanını alacak, "tevhid bayrağını" yücelterek elden ele, nesilden nesîle devredecek, nihayet Osmanoğullarından Yavuz Sultan Selim Han ile "Şanlı Peygamberin Kutlu Vekili" olmakla zirveye ulaşılacak idi.

Türkler sadece askeri anlamda değil, İslam kültürünün yayılması ve bilime yapılan katkılar açısından da İslam Dünyası’na hizmet etmişlerdir. Türkler, Allah’ın adını yayma gayesi ile yaptıkları bu hizmetlerde, kendi özleri olan Türklüğün imzasını da dünya tarihine atmışlardır. Bir Türk şüphesiz ki bir Arap’tan daha farklı bir yöntemle İslamiyet için çalışmaktadır. Türklüğün ve Müslümanlığın bu ortaklığı Türk–İslam kültürünü oluşturmuştur. Bu kültürü koruma ve egemen kılma gayesi de Türk-İslam ülküsüdür. Türk-İslam ülküsü son birkaç yüzyıldır zorlu aşamalardan geçmekte ve emperyalizmin oyunları ile bertaraf edilmeye çalışılmaktadır.

Osmanlı Devleti’nin başarısızlıkla sonuçlanan Osmanlıcılık politikasından sonra ilgi gören ümmet anlayışı da Osmanlı Devleti’ne herhangi bir yarar sağlamamıştır. En son hamle olarak başvurulan Türkçülük; Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran ideoloji olmaya hak kazanmıştır. Ancak dünden bugüne bu konuda meydana gelen kavram karmaşasına bir açıklık kazandırmak gerekir.1900’lerin başında Türkçülüğün alemdarlığını yapan isimlerin inandığı Türkçülük günümüz manasında Türk-İslam ülküsüne karşılık gelmektedir. “Türkçülüğün Esasları” adlı eserin yazarı ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’fikirlerimin babası ‘’diyerek bahsettiği Ziya Gökalp, düşüncesinin esaslarını şu şekilde belirtmiştir: “Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, batı medeniyetindenim.”

Son yüzyılda Türk milletinin yetiştirdiği en büyük ilim adamlarından biri olan Ziya Gökalp ülkücü hareketin fikir babalarındandır. Ülkücü hareketin hareket noktasını ana hatlarıyla çizen Ziya Gökalp için, İslam dini milletin özü, Türklük ise millî varlığın adıdır.

Ülkücü hareketin ülkedeki Marksist-Leninist hareketlere karşı mücadele verdiği yıllarda Türk İslam ülküsünü damarlarında yaşayan bir başka fikir adamımız da Seyit Ahmet Arvasi’ydi .Arvasi Hoca ülkücü harekete Türklük ve Müslümanlık şuurunu en kuvvetli biçimde aşılamayı başaran yegâne fikir adamımızdır. Seyitlik unvanına da sahip olan (Hz. Muhammed soyundan gelme) Arvasi Hoca , Türk İslam ülküsüne dair görüşlerini naklettiğim veciz yazısında fikir yapısını ifade ederken, “Ben” kelimesiyle “Biz”’i tarif etmiştir aslında: “Ben, İslam iman ve ahlakına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslam’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur. İster azınlıklardan gelsin, isterse çoğunluktan gelsin her türlü ırkçılığa karşıyım. Bunun yanında şanlı peygamberimizin (s.a.v.), “Kişi kavmini sevmekle suçlanamaz. Kavminin efendisi, kavmine hizmet edendir. Vatan sevgisi imandandır.” tarzında ortaya koydukları yüce prensiplere de bağlıyım. Öte yandan, İslam’ın yakından uzağa doğru bir fetih ile, bütün beşeriyeti tevhit bayrağı altında bütünleştirmeye çalışan ilahi sistem olduğuna unutmuyorum. Yine şanlı peygamberimizin(s.a.v.), “İlim, müminin kaybolmuş malıdır. Nerede bulursa almalıdır” tarzında formülleştirdiği mukaddes ölçüye bağlı olarak hızla muasırlaşmak gerektiğine inanmaktayım. Bu Türk-İslam Kültür ve medeniyetinin yeniden doğuşu olacaktır.

İslam’dan zerre taviz vermeden, yepyeni kadrolar ve müesseseler ile zamanımızın bütün meseleleri, vahyin, peygamber tebliğlerinin ve sünnet yoluna bağlı büyük müçtehitlerin açıklamaların ışığında yeniden bir tahlile ve tertibe tabi tutulabilir.

İnanıyorum ki, hem Türk, hem Müslüman olmak, hem de muasır dünyaya öncülük etmek mümkündür. Ecdadımız bütün tarihleri boyunca bunu denediler ve başarılı oldular. O halde bizler niye bu tarihi misyonumuzu yerine getirmeyelim?”[1][5]

Nakledilen sözlerinde Türk İslam ülküsünün kilit noktalarını dile getiren Arvasi Hoca yaşadığı dönem boyunca çevresine ve özellikle üniversitedeki görevi sırasında öğrencilerine bu ülküyü aşılamıştır. Onun elinden yetişen binlerce ülkücü İslam’a ve Türklüğe savaş açan hainlere karşı koymayı başarmış ve ölüme dahi giderken anne ve babalarına yazdıkları mektuplarda[1][6] ‘’Ben sizlerin bir evladınız olarak, bugüne kadar Cenab-ı Hakkın ve Onun Resulünün, Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmadım. Alın yazımız böyle yazılmış. Kader ne ise onu çekeceğiz. Eğer benim günahım varsa Cenab-ı Allah'ın huzurunda çekmeye hazırım. Şunu hiç bir zaman unutmasınlar ki, Mustafa'lar ölür, Allah davası ölmez, milliyetçilik yaşar.’’[1][7] demeyi de bilmişlerdir.

Türk milleti asırlardır uğruna mücadele verdiği İslam bayrağını hep yükseklerde tutmaya çalışmıştır. Tüm Avrupa’da ve dünyanın bir çok yerinde Müslüman sözcüğünün Türk kelimesi yerine kullanılması alışkanlığı, sadece bu birlikteliğin açık bir kanıtı değil, aynı zamanda Türk İslam ülküsünün de bir başarı göstergesidir. Kaçınılmaz olan gerçek şudur ki [1][8]”Türk milleti ve onun devleti güçlü ise, İslam Dünyası da güçlüdür. Aksi bir durum varsa bütün Türk Dünyası ile birlikte İslam Dünyası da sömürülmektedir.” Bu görüşün kanıtlanması en basit örneklendirmelerle bile mümkündür. Bugün dünya üzerinde Osmanlının hâkimiyetinden çıkan tüm Müslüman topraklarda Müslümanlara uygulanan zulüm ve şiddet aşikârdır. Sadece Filistin ve Irak örnekleri bile Türk’ün gücü ve kuvveti ile İslam ışığının parlaklığı arasındaki orantılı ilişkiyi kanıtlamaktadır.

Peki ülkücü hareketin neferlerine; Türk –İslam kültürünü korumak, Türk –İslam ülküsünü yaşatmak, bu ülküyü başarıya ulaştırmak ve Müslüman Türk milletini her ortamda hâkim ve galip kılmak için ne gibi görevler düşmektedir?

Yüzlerce yıllık bir emaneti elinde tutan ülkücü harekete düşen görev ise Türk-İslam kültürüne, medeniyetine, ülküsüne bağlı olmak; Türklüğü bedeni, İslamiyet’i ruhu bilmek; milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapma özlemi ile çırpınmak ve bu uğurda geceli gündüzlü çalışmaktır. Dünya Türklüğünün, İslam âleminin ve mazlum milletlerin ümidi olan bir gençlik haline gelerek içinde bulunduğumuz hazin durumdan Türk İslam âlemini kurtarmak her ülkücünün boynunun borcudur.

Bu dava özüdür İslamiyet’in

Bu dava güneşi mazlum milletin

Bu dava her şeyden her şeyden çetin

Bu yolda dert, hüzün, gurbet bizimdir

Ahmet ARVASİ





Dipnotlar

[1][1]AHMET ARVASİ- TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ

[1][2] AHMET ARVASİ - TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜ

[1][3] JEAN PAUL ROUX- TÜRKLERİN TARİHİ - sayfa -155

[1][4] AHMET ARVASİ -TÜRKLÜK VE İSLAMİYET

[1][5] AHMET ARVASİ, TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜ

[1][6] MUSTAFA PEHLİVANOĞLU, SON MEKTUBU 7 EKİM 1980

[1][7] MUSTAFA PEHLİVANOĞLU SON MEKTUP-7 EKİM 1980

[1][8] AHMET ARVASİ ,TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜ



KAYNAKLAR:

TÜRK –İSLAM ÜLKÜSÜ 1.2.3. CİLTLER –AHMET ARVASİ

HASBİHAL-Türkiye gazetesi yayını

TÜRKLERİN TARİHİ-JEAN PAUL ROUX

MUSTAFA PEHLİVANOĞLU –SON MEKTUP 7 Ekim 1980



NEDEN TÜRK-İSLÂM ÜLKÜSÜ?
Seyyid Ahmed Arvasi

Neden, şu veya bu ad altında toplanmayı değil de «Türk-İslâm Ülküsü»ne bağlanmayı savunuyoruz?

Biz iddia ediyoruz ki, «Emperyalizm», Türk ve İslâm dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile «vatan çocukları» din ve milli­yetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar hazırlamakta, diğer taraftan elin ve milliyet duygularını, her şeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da birbirine düşürmeyi planla­maktadır.

Bugün yeryüzünde iki sömürgeci «blok» vardır. Bunlardan biri kara renkli «kapitalist emperyalizm»; diğeri ise bütün fraksiyonu ile «kızıl emperyalizm». Birincisi «çok uluslu şirketlerin» paravanasında, «az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık götürmek» maskesi altında, ikincisi de «ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet götürmek» maskesi altında, «sınıfsal savaş» sloganı ile «iç savaşlar» çıkarmakta ve «dünya proleterlerinin dayanışması» adı altında işgalini gerçekleştirmektedir.

Gerçekten de yeryüzünde ezilen ve sömürülen bir de «üçüncü dünya» vardır. Bu dünya, daha çok Asyalı, Afrikalı irili ufaklı devletlere ve devletçiklere, beyliklere, emirliklere, federasyonlara bö­lünmüş milletlerden ibarettir. Esef edelim ki, bu insanların sayısı bir buçuk milyardan daha fazladır. İşin ızdırap veren diğer bir yanı da, bu nüfusun çoğunluğunu Müslümanlar teşkil etmektedir. Bunun yanında çok acı bir gerçeği daha belirtelim ki, bu ezilen ve sö­mürülen Müslümanlar arasında Türk Milleti'nin çok önemli bir bölümü bulunmaktadır.

1970 yılında yapılan bir araştırmaya göre, yabancı boyunduru­ğunda tam bir sömürge hayatı yaşayan Türk nüfusunun sayısı, Türkiye'mizde bulunan genel nüfusumuzun tam iki katıdır.

Emperyalist güçler, fırsat buldukları zaman zorla, bulamadıkları zamanlar ise hile ile İslâm ve Türk dünyasını ele geçirmiş, zenginlik­lerini yağmalamış, din ve milliyet duygu ve değerlerini tahrip etmiş, direnenleri lekeleme ve imha yoluna, gitmiş, kendine uygun kadrolar yetiştirmiş, bu milletlerin uyanış, diriliş hamlelerini, milli eğitim ve kalkınma plânlarını baltalamış ye bu ülkeleri, «ebedi sömürge» statüsüne mahkûm etmek için elinden geleni esirgememiştir.

Emperyalist güçler, korkunç bir kültür emperyalizmi programı ile millet çocuklarını millî tarihlerine, millî ve mukaddes kültür de­ğerlerine, millî ülkülerine, millî menfaatlerine, hattâ millî motif ve sembollerine düşman etmekle kalmazlar, kendi değerlerini «bir uygarlık ve ilerilik» unsuru biçimin de onların kafalarına ve vicdanlarda otun urlar. Böylece milli ve mukaddes değerlerle donanımlı milliyetçilerin karşısına, bu değerlere ters düşen «yabancılaşmış kadrolar» çıkarırlar. Bir ülkede, değerler «ikizleşince», kadroların da ikizleşmesi ve çatışması mukadder olur. İşte düşman, bu nokta­da aktivitesini arttırır. Ülkenin ve milletin «parsellenmesi» için beynelmilel güçleri harekete geçirir. Ülke artık birbirinin gırtlağına sarılmaya hazır kadrolara bölünmüşse, düşman rahatça at oynata­bilecek ortamı bulmuş demektir.

Düşman, karşısındaki güçleri parçalayarak, onları birbirine dü­şürerek, kolay yutulur lokmalar durumuna sokmak ister. Meselâ, sanki bir insan, hem «dindar», hem «milliyetçi», hem «medeniyetçi» olamazmış gibi, bu değerleri birbirine zıt programlar duru­muna sokarak, hiç yoktan «çatışan güçler» meydana getirir. Bu oyunlarını, o kadar ustaca plânlar ki, tertiplerini anlamak için bazen olayların üzerinden elli veya yüz sene geçmesi gerekir. Meselâ, Osmanlı-Türk Devleti'nin parçalanması ve Orta-Doğu'nun sömürgeleştirilmesi için, dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, «din» ile «milliyetçilik» arasında zıddiyet ve düşmanlık duygulan doğurmayı plânlamış olduklarını şimdi itiraf ediyorlar.

Serge Hutin adlı bir Fransız masonunun yazdığı «Les Francs- Ma-çons» kitabının 127. sayfasında okuduğumuza göre, İslâm dün­yasında masonların, Cemaleddin-i Afgani ve Muhammed Abduh gi­bi «din politikacılarını» localarına kaydederek onların eliyle «Dini, millî yapılara göre reforme ederek» âlemşümul İslâm dinini bozmak, öte yandan Müslüman Kardeşler (Freres Musulmans) hareketi ile de «islâm'da milliyetçilik yoktur,» propagandası ile milletleri çö­kertmek ve bu suretle çok kahpece bir plânla birbirine zıt «İslam­cı» ve «milliyetçi» sun'i düşman kamplar doğurmak istemişlerdir.

Emperyalizm, bizim dünyamızda bu «paradoks»-tan çok istifade ettiğini ayrıca yazmaktadır. Dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı, birbirine düşman göstermek oyunundan kolay kolay vazgeçeceğe benzemiyor.

O halde, Türk milliyetçisine düşen görev, bütün varlığı ile bu oyunu, her şeyden önce kendi yurdunda bozmak olmalıdır. Bu ülkede, sun'i olarak birbirine düşman «güya Türkçü» ve «güya İslamcı» cepheler meydana getirmek isteyen hain ve kahpe oyun­ların karşısına, bir Müslüman-Türk olarak ve tarihine yaraşır bir biçimde çıkmalıdır.

Bunun için, Türk-İslam kültürüne, Türk-İslâm medeniyetine, Türk-İslâm ülküsüne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslâm imân, aşk, ahlâk ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslâmiyet'i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpman, dünya Türklüğünün, İslâm dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik ye­tiştirmekten başka çaremiz yoktur. Din ve milliyet, zıt değerler değildir. Bu sebepten, «sentez», tez ile anti-tez arasında söz konusu olacağına göre, yıllardan beri kullandığımız «Türk-İslâm sentezi» yerine, «Türk-İslâm Ülküsü» sözü daha uygun olur düşüncesi ile ki­tabımızın adını, «TÜRK-İSLÂM ÜLKÜSÜ» olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: S.AHMET ARVASİ'nin Anısına
MesajGönderilme zamanı: 17.02.12, 11:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
İKİ KAVRAM

İslam'ın iki mukaddes kavramı... “Şeriat” ve “Tasavvuf...”

Bu kavramlar üzerinde, yalan yanlış bir sürü yorum ya¬pılmış, insanlarımız aldatılmak istenmiştir. O halde, şeriat ve tasavvuf ne demektir? Kısaca açıklayalım.

Şeriat “edille-i şer'iyye” (Kitap, Sünnet, İcma' ve Kıyas) ile ortaya konan, müslümanların yapması ve yapmaması gereken işleri bildiren “İslâm nizamı”dır. İslâm dininde “akaid” (temel inançtır) ve “ilm-i fıkıh” (müslümanların yaşayışlarını tanzim eden ilim) adı altında ele alınan her mesele, “şeriat” kavramı içindedir. Kısaca, şeriat, bir müslümanın inançlarını, ibadetlerini, yaşayışını ve “eylemlerini” murakabe eden sis¬temdir.

Ahmet Cevdet ve arkadaşlarının bir şaheser olarak “tedvin ettikleri” Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye adlı kitabın (Hicri 130ü tarihli baskısının) 21. sahife ve 1. maddesine göre. “Fıkıh İl¬mi” şöyle tarif edilir: (Sadeleştirerek veriyoruz.)
“Fıkıh İlmi ise, şeriat ilminin meselelerini bilmektir. Fıkha ait meseleler, ya ahireti ilgilendiren emirler durumunda olan ibadet hükümleridir, yahut dünyayı ilgilendiren evlenme-bo¬şanma (münakâhat), insanlar arasındaki her türlü ilişki (muamelat) ile suçlar ve cezalar (ukûbat) gibi bölümlere ayrılır.”

İslâmiyet'te iman, ilim, amel ve ihlâsı gerektirir. İlim, İslâmiyet’i dosdoğru bilmeyi; amel inançlarını yaşamayı; ihlâs ise samimi bir aşk ve vecd adamı olmayı, her türlü gösteriş ve riyadan uzak olarak dini heyecan duymayı ifade eder.

Tasavvuf ise, “şeriatın sınırları” içinde kalmak şartı ile yine samimî bir aşk, vecd ve heyecan ile “dinin özüne”, esra¬rına ve zevkine “kemâl-i edeb” ile ulaşma gayretini ifade eder. Kur'an-ı Kerim'de “mukarrabin” (Allah'a yakın olanlar) olarak övülen ve “Allah'ın velî kulları” olmakla sıfatlanan kişiler, işte dinimizde böylece yücelen kimselerdir. Böyleleri Kur'ân-ı Kerim'de “Haberiniz olsun Allah'ın veli (kul)ları için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun olacak değillerdir” diye sevgi ve müjde ile anılmaktadırlar. (Bakınız, Yûnus Sûresi: Ayet: 62).
Görülüyor ki, şeriat ve tasavvuf, İslâm dininin, bir mü'mini, dıştan kuşatması ve içten fethetmesidir. Şeriat ile disip¬line olan müslüman, tasavvuf ile vicdanileşir. Bunlar zıt şeyler değildir. Birbirini tamamlıyan “şekil” ve “muhteva”dan ibarettir. Bu sebepten müslümanların “şeriatçı” ve “tarikatçı” adı altında bölünmesine çalışanlar, gaflet içinde değillerse ihanet halindedirler.

İslâmiyet’i, sadece, bir dış disiplin zanneden aşksız, vecdsiz ve heyecansız ham ve kaba yobaz da, şeriatı inkâr eden, başıboş ve sefil “sahte sofi”ler de İslâmiyet’i temsil edemez¬ler. Tarihimizde birincisi “yobazlık” la, ikincisi “zındıklık” ile suçlanmıştır.
Din eğitim ve öğretiminde, İslâmiyet'in bu ediş” ve “iç” disiplinine gerekli önem verilmelidir. Akaid ve Fıkıh kadar ta¬savvufa yabancı kalınmamalıdır. Türk ve İslâm dünyasında yetişen gerçek ve yüce “mutasavvıflar” ve onların fert ve cemi¬yet terbiyesindeki değerleri kavranmalıdır. Ülkede gerçek, cid¬dî ve resmî bir “din eğitimi” yaygınlaştırılmalı ve planlanma¬lıdır. Bu yapılmazsa, iç ve dış düşmanlar harekete geçer, ter¬temiz dini hayat perişan edilmekle kalmaz, devlet de, cemiyet de, ferd de büyük zararlara maruz kalır.
Böyle bir işi de ancak Türk-İslâm Ülkücüleri gerçekleştireceklerdir.

Türk-İslam Ülküsü-I, s.64-65


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: S.AHMET ARVASİ'nin Anısına
MesajGönderilme zamanı: 20.02.12, 11:37 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
'İmtisal-i cahid-ü fillah oluptur niyyetim
Din-i İslamın mücerred gayretidir gayretim

Fazl-ı Hakk ü himmet-i cünd-i ricalullah ile
Ehl-i küfrü ser-teser kahreylemektir niyyetim

Enbiya vü evliyaya istinadım var benim
Lütf-i haktandır heman ümid-i feth-i nusretim

Nefs ü mal ile nola kılsam cihanda ictihad
Hamd-ü lillah var gazaya sad-hezaran rağbetim

Ey Muhammed mucizat-ı Ahmed-i Muhtar ile
Umarım galib ola a'da-yı dine devletim.'

Fatih Sultan Mehmed


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: S.AHMET ARVASİ'nin Anısına
MesajGönderilme zamanı: 31.12.14, 11:37 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
asa yazdı:
S.AHMET ARVASİ'nin Anısına

İslam'ın ve Türk''ün aşığıydı.Tarih boyunca bütün milletlerin putları, müşahhas tanrıları olmuştur. Halbuki Tanrı mücerrettir. "Tarihte yontulmuş Tanrısı olmayan bir millet vardır, o da Türk Milleti'dir." derdi. Bu çok önemli sosyolojik bir tespittir.

S. Ahmed Arvasi'nin ölümünün üzerinden yıllar geçti. Hoca 31 Aralık 1988'de hayata gözlerini yumdu. Ülkücü gençlik Arvasi Hoca'yı okumaya devam ediyor. 15 Şubat 1932 Ağrı ilinin Doğubeyazıt ilçesinde doğan S.Ahmet Arvasi ailece Van'ın Bahçesaray ilçesine bağlı Arvas (Doğanyayla) köyündendir. 1958 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji bölümünden mezun oldu. Ülkücü Hareket onu daha çok üç ciltlik Türk-İslam Ülküsü adlı kitabı ile tanır. Ancak bu kitapların kökeninde 1965''de yazdığı "İleri Türk Milliyetçiliğinin İlkeleri" adlı çatışmasıdır.

1979 yılında MHP büyük kongresinde üye olarak seçilmiş ve bunu radyodan haberleri dinlerken duymuştu. Bunun üzerine emekliliğini istedi 12 Eylül 1980 darbesine kadar MHP genel idare kurulu üyesi olarak görev yapmıştır. 12 Eylül''de önce Dil ve İstihbarat okuluna sonra da meşhur Mamak Cezaevine götürülmüştür.

Şuurlu bir Türk Milliyetçisiydi. Tıpkı 17.Yüzyılda yaşayan müfessir Vani Mehmet Efendi gibi düşünüyor, onun bundan üç yüz yıl önce "Arais-ül Kur''an" adlı kitabının ikinci cilt, 250.yaprağında yazdığı gibi: "Türkler, Kur''an'da bahsi geçen Zülkarneyn''den maksat Oğuz Han olduğunu söylerler ki bu konuda tereddüdü mucip olacak hiçbir nokta yoktur." derdi. Sık sık "Oğuz''un çocukları" dediğinde gözleri ışıldar sesi gürleştiği söylenir.

Aydınlar Ocağı'nda konferans verirken konferansı yöneten kişinin Türk-İslam Ülküsü'nden rahatsız olduğunu hissettirmesi üzerine “Ben Afrika'nın ortasında dünyaya gelmiş ve bu akla da sahip olsaydım Tereddütsüz Türk Milliyetçisi olurdum. Çünkü ben Türk Milletinin de , İslam Alemin de mazlum milletlerinin de kurtuluşunun Türk milliyetçilerinde , Türk - İslam Ülkücülerinde olduğuna "Amentüye iman ettiğim" gibi inanıyorum" dediği anlatılır. Arvasi Hoca, Atsız Hoca''dan esinlenerek, "Türk''e ve İslam''a kefen biçenlerin sonu korkunç olacaktır.”demektedir.

İslam'ın ve Türk''ün aşığıydı.Tarih boyunca bütün milletlerin putları, müşahhas tanrıları olmuştur. Halbuki Tanrı mücerrettir. "Tarihte yontulmuş Tanrısı olmayan bir millet vardır, o da Türk Milleti'dir" derdi. Bu çok önemli sosyolojik bir tespittir.

Türk-İslam Sentezi kavramından daha doğru bir kavram olan "Türk İslam Ülküsü" kavramını ilk defa Arvasi kullanmıştır. Arvasi, Gökalp'in "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" çizgisinde hem Müslüman, hem Türk Milliyetçisi hem de çağdaş olunabileceğini, ne pahasına olursa olsun mutlaka teknolojik üstünlüğü ele geçirmemiz gerektiğini söylemiştir.

Arvasi, taklidi bırakarak keşfetmenin öneminin altını çizerdi. "Mimar Sinan, Itri nasıl orijinal eserler ortaya koymuşsa, bizde onları taklit etmeden kendimize yabancılaşmadan ve kendimizi inkar etmeden orijinal ve dünyayı hayran bırakan orijinal eserler ortaya koyabilir, yeniden dünyaya meydan okuyabiliriz . Bu Türk Medeniyetinin yeniden şahlanışı demektir" derdi. "Bunun için Türk -İslam kültürüne, Türk - İslam Medeniyetine, Türk - İslam Ülküsüne bağlı Türklük şuur ve vakarına, İslam aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip Türklüğü bedeni , İslamiyet''i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur"

Türk Milliyetçilerini her dönemde ırkçılık ile itham edenler de olmuştur. Bunların bir bölümü kendilerine azınlık ırkçılığı yapmayı hak görenlerdir.Bir bölümü Türk Milliyetçiliğine "Şaman" diyen İslam''da Milliyetçiliğin olmadığını söyleyenlerdir. Arvasi, bu suçlamalara karşı çok ilginç bir cevap geliştirmiştir. Arvasi, ırk kavramını açıklarken, İslam'ın ırk gerçeğini inkar etmediğini ancak bu gerçeğin istismarına karşı olduğunu belirtir. İslamiyet "biyolojik ırk "gerçeğini kabul ve fakat bir Batı- Hıristiyan ürünü olan "biyolojik ırkçılığı" reddeder. İnsanlar farklı renk ve yapıda ve fakat bir tek köktendirler. Arvasi, biyolojik ırkçılığı reddederken Türk Milliyetçiliğinin "içtimai ırk" gerçeğini inkar ve ihmal etmemelerini ister. Sosyolojinin "içtimai ırk" olarak ele aldığı ve "biyolojik ırk"tan ayrı bir gerçek olduğu içtimai ırkın, biyolojinin konusu olmadığını, sosyolojinin konusu olduğunu belirtir. Bu bir Milleti teşkil eden fertlerin, ailelerin sınıf ve tabakaların soy birliği şuurudur. İçtimai ırk tespitinde Atatürk''ün "Ne Mutlu Türküm diyene" izahını buluruz.

Ortak bir şuur tarzında beliren mensubiyet duygusunun soy ve kan birliği şuuru biçiminde duyulmasıdır. Türk Milliyetçisi, Türk içtimai ırkını benimser , sever ve sevdirirken ailesini de bu espri içinde kurmaya çalışır. Kozmopolitlikten hoşlanmaz. Bununla beraber başka içtimai ırkları da Allah'ın birer ayeti olarak değerlendirir. "Biyolojik ırkçılık" parçalayıcı ve bölücü bir karakter taşıdığı halde "içtimai ırk" birleştirici ve bütünleştirici bir özellik taşır.

Kimse biyolojik verasetini tayin iradesine sahip değildir ama "içtimai ırk" tercihe açıktır. Aynı tarihe, aynı kültüre, aynı din ve ülküye sahip insanlar arasında "kan ve soy birliği" şuurunun güçlenmesine yol açar. Kendi içine kapanan dar bölge" aşiret", "tabakalar arasında evlilik köprüleri kurarak milli şuuru güçlendirir. Bütün Türk tarihi boyunca aşiretler ve beylikler arasındaki çatışmaları yumuşatmada bu yol, pek çok kez denenmiş ve faydalı da olmuştur. Arvasi, "içtimai ırk" ile millet ve devletin güçlendiğini kaydeder.

Arvasi'nin tespitlerini şu başlıklar altında toplayabiliriz.
1-Türk gençliğine hem Türk milliyetçisi, hem Müslüman, hem de çağdaş olunabileceğini öğretmeye çalışmıştır.

2-Sübjektifliğin, objektifliğin mutlaklığın gerçek anlamını vurgulamıştır

3-İslam'ın yeniden tekrar tekrar ana caddeden kıl kadar taviz vermeden incelenmesini ve iyi anlaşılmasını savunurdu.

4-Kendini sorgulayan, özeleştiriye tabi tutan insanoğluna ait ilimlerin yeniden kurulmasını, yani insan bilgisi biliminin kurulmasını önerirdi.

5-Günümüze kadar gelen bilgileri temelinden sarsan fizik ve metafizik terimleri yerine insan ve insan ötesi anlayışının getirilmesi savunurdu.

6-Kültürün yalnız manevi unsurlarının olmadığı, maddi unsurlarının da olduğu. Medeniyetlerin beynelmilel değil milli bir yapıya sahip olması. Medeniyet değiştirmenin kültür değiştirmekten daha zor oluşunun tespit ederdi.

Arvasi Hocamızı Rahmetle anıyoruz.

Ümit ÖZDAĞ



Bu Dava Özüdür İslamiyet’in
Bu Dava Güneşi, Mazlum Milletin,
Bu Dava, Her şeyden, Her şeyden Çetin,
Bu Yolda Dert, Hüzün, Gurbet Bizimdir.
Seyyid Ahmed ARVASİ


Neden Türk İslam Ülküsü?

Neden, şu veya bu ad altında toplanmayı değil de "Türk-İslam Ülküsü" ne bağlanmayı savunuyoruz? Biz iddia ediyoruz ki, "Emperyalizm", Türk ve İslam dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile "vatan çocuklarını" din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar hazırlamakta, diğer taraftan din ve milliyet duygularını, her şeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da birbirine düşürmeyi planlamaktadır.

Bugün yeryüzünde iki sömürgeci "blok" vardır. Bunlardan biri kara renkli "kapitalist emperyalizm" diğeri ise bütün fraksiyonu ile "kızıl emperyalizm". Birincisi "çok uluslu şirketlerin" paravanasında, "az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık götürmek" maskesi altında, ikincisi de "ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet götürmek" maskesi altında, "sınıfsal savaş" sloganı ile "iç savaşlar" çıkartmakta ve "dünya proleterlerinin dayanışması" adı altında işgalini gerçekleştirmektedir.

Gerçekten de yer yüzünde ezilen ve sömürülen bir de "üçüncü dünya" vardır. Bu dünya, daha çok Asyalı, Afrikalı irili ufaklı devletlere ve devletçiklere, beyliklere, emirliklere, federasyonlara bolünmüş milletlerden ibarettir. Esef edelim ki, bu insanların sayısı bir buçuk milyardan daha fazladır. İşin ızdırap veren diğer bir yanı da, bu nüfusun çoğunluğunu Müslümanlar teşkil etmektedir. Bunun yanında çok acı bir gerçeği daha belirtelim ki, bu ezilen ve sömürülen Müslümanlar arasında Türk Milleti'nin çok önemli bir bölümü bulunmaktadır.

1970 Yılında yapılan bir araştırmaya göre, yabancı boyunduruğunda tam bir sömürge hayatı yaşayan Türk nüfusunun sayısı, Türkiye'mizde bulunan genel nüfusumuzun tam iki katıdır.

Emperyalist güçler, fırsat buldukları zaman zorla, bulamadıkları zamanlar ise hile ile İslam ve Türk dünyasını ele geçirmiş, zenginliklerini yağmalamış, din ve milliyet duygu ve değerlerini tahrip etmiş, direnenleri lekeleme ve imha yoluna gitmiş, kendine uygun kadrolar yetiştirmiş, bu milletlerin uyanış, diriliş hamlelerini, milli eğitim ve kalkınma planlarını baltalamış ve bu ülkeleri, "ebedi sömürge" statüsüne mahkum etmek için elinden geleni esirgememiştir.

Emperyalist güçler, korkunç bir kültür emperyalizmi programı ile millet çocuklarını milli tarihlerine, milli ve mukaddes kültür değerlerine, milli ülkülerine, milli menfaatlerine, hatta motif ve sembollerine düşman etmekle kalmazlar, kendi değerlerini "bir uygarlık ve ilericilik" unsuru biçiminde onların kafalarına ve vicdanlarına oturturlar. Böylece milli ve mukaddes değerlere bağlı milliyetçilerin karşısına, bu değerlere ters düşen "yabancılaşmış kadrolar" çıkarırlar. Bir ülkede, değerler "ikizleşince", kadroların da ikizleşmesi ve çatışması mukadder olur. İşte düşman, bu noktada aktivitesini arttırır. Ülkenin ve milletin "parsellenmesi" için beynelmilel güçleri harekete geçirir.

Ülke artık birbirinin gırtlağına sarılmaya hazır kadrolara bölünmüşse, düşman rahatlıkla at oynatabilecek vasatı bulmuş demektir.

Düşman, karşısındaki güçleri parçalayarak, onları birbirine düşürerek, kolay yutulur lokmalar durumuna sokmak ister. Mesela, sanki bir insan, hem 'dindar', hem 'milliyetçi', hem 'medeniyetçi' olamazmış gibi, bu değerleri birbirine zıt programlar durumuna sokarak, hiç yoktan 'çatışan güçler' meydana getirir. Bu oyunlarını, o kadar ustaca planlar ki, tertiplerini anlamak için bazen olayların üzerinden elli veya yüz sene geçmesi gerekir. Mesela, Osmanlı Türk Devleti'nin parçalanması ve Orta-Doğu'nun sömürgeleştirilmesi için, dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, 'din' ile 'milliyetçilik' arasında zıddiyet ve düşmanlık duyguları doğurmayı planlamış olduklarını şimdi itiraf ediyorlar.

Serge Hutin adlı bir Fransız masonunun yazdığı 'Les Francs-Maçons' kitabının 127.nci sayfasında okuduğumuza göre İslam dünyasında masonlar Cemaleddin-i Afgani ve Muhammed Abduh gibi 'din politikacılarını' localarına kaydederek onların eliyle 'Dini, milli yapılara göre reforme ederek' alemşümul İslam dinini bozmak, öte yandan Müslüman Kardeşler (Freres Musulmans) hareketi ile de 'İslam'da milliyetçilik yoktur' propagandası ile milletleri çökertmek ve bu suretle -çok kahpece bir planlar- birbirine zıt 'İslamcı' ve 'Milliyetçi' sun'i düşman kamplar doğurmak istemişlerdir.

Emperyalizm, bizim dünyamızda bu 'paradoks'tan çok istifade ettiğini ayrıca yazmaktadır. Dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı, birbirine düşman göstermek oyunundan kolay kolay vazgeçeceğe benzemiyor.

O halde, Türk Milliyetçisine düşen iş, bütün varlığı ile bu oyunu, her şeyden önce kendi yurdunda bozmak olmalıdır. Bu ülkede, sun'i olarak birbirine düşman 'güya Türkçü' ve 'güya İslamcı' cepheler meydana getirmek isteyen hain ve kahpe oyunların karşısına, bir Müslüman-Türk olarak ve tarihine yaraşır bir biçimde çıkmalıdır.

Bunun için, Türk-İslam kültürüne, Türk-İslam medeniyetine, Türk-İslam ülküsüne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslamiyet’i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, Dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur.

Din ve milliyet, zıt değerler değildir. Bu sebepten, 'sentez', tez ile anti-tez arasında söz konusu olacağına göre, yıllardan beri kullandığımız 'Türk-İslam sentezi' yerine, 'Türk-İslam Ülküsü' sözü daha uygun olur düşüncesi ile kitabımızın adını, 'TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ' olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.

Seyyid Ahmed ARVASİ

Türk İslam Ülküsünü Yoğuranlar


Türk milletinin tefekkürüne, en az bin yıldan beri, İslam dini biçim vermektedir. Kurduğumuz muhteşem kitaplıklar incelendiğinde görülecektir ki, ilim ve fikir adamlarımızca, insanoğlunun meydana getirdiği her türlü kültür ve medeniyet ürünleri atalarımızca incelenmiş, araştırılmış, aşağı yukarı bütün din ve inançlar süzgeçten geçirilmiş ve İslamiyet, tam bir şuur ve yüksek bir irade ile tercih edilmiştir. Böylece, <<vahyin aydınlığına>> ulaşan Türk'ün akıl ve idraki, İmam-ı Buhari'leri, İmam-ı Gazali'leri, Mevlana Celaleddin'leri, Yunus Emre'leri, büyük mantıkçı ve şeyhülislam Mollafenari'leri, Yunan felsefesini İmam-ı Gazali çapında tenkit edebilen ve yüce hünkar Fatih Sultan Mehmed Han'ın takdirlerine mazhar olan Hocazade Efendileri, İmam-ı Brigivi'leri, İbn-ı Kemal'leri... yetiştirdi ve onların fikir, kitap ve dersleri ile olgunlaşarak büyük imparatorluklar, dünyayı hayran bırakan kültür eserleri ve ölmez medeniyetler meydana getirdi.

Biz, bu yazımızda ve bunu takip edecek yazılarımızda, Türk-İslam kültür çizgisinde yürüyerek 'genel felsefe problemleri' karşısındaki yerimizi ve <<dünya görüşümüzü>>, yüce dinimiz İslamiyet'in aydınlığında, kısa da olsa ortaya koymaya çalışacağız. Bütün 'sahte tanrıları ve mabutları', gönüllerden, kafalardan, zaman ve mekan köşelerinden çıkarıp atmak isteyen, 'Allah'tan başka ilah yoktur' prensibini temel ölçü kabul eden, şanlı Türk Milleti'ni 'Allah'ın ordusu' bilen, 'Türk Milleti birlik, Türk Devleti güçlü olursa insanlık kurtulur, zulüm biter' ölçüsü içinde hareket eden Türk-İslam ülkücülerinin 'fikir sistemi', yüce peygamberler silsilesinin mukaddes alınteri ile ıslanmış, peygamberlik mührünü kıyamete dek elinde tutan şanlı kurtarıcımızın ve peygamberlerimizin 'O'na ve onlara selam olsun' nurdan ellerinde biçimlenmiş, onu takip eden muhteşem 'Sahabi kadrosu' tarafından 'cihad ruhu' ile beslenmiş, büyük veliler eliyle yoğrulmuştur. Türk-İslam Ülkücüsü 'Cahid-ü fillah' (Allah için savaşan) dır. Türk-İslam Ülküsü'nün büyük iman, aşk ve aksiyon adamı Fatih, bu ülküsünü şöyle dile getirir:

'İmtisal-i cahid-ü fillah oluptur niyyetim
Din-i İslamın mücerred gayretidir gayretim

Fazl-ı Hakk ü himmet-i cünd-i ricalullah ile
Ehl-i küfrü ser-teser kahreylemektir niyyetim

Enbiya vü evliyaya istinadım var benim
Lütf-i haktandır heman ümid-i feth-i nusretim

Nefs ü mal ile nola kılsam cihanda ictihad
Hamd-ü lillah var gazaya sad-hezaran rağbetim

Ey Muhammed mucizat-ı Ahmed-i Muhtar ile
Umarım galib ola a'da-yı dine devletim.'

İşte, Türk-İslam Ülküsü'nü yoğuran bu kadro ve ruhtur. Bu ruh, büyük Türk-İslam kültür ve medeniyetinden kaynaklanmaktadır. Bu dava ve ülkünün 'eskimediğini', 'modası geçmediğini' bütün Türk-İslam düşmanları Allah'ın izni ile idrak edeceklerdir. Türk'e ve İslam'a 'kefen biçenlerin' sonu korkunç olacaktır.


İDEOLOJİMİZ VE İSLAMİYET

Ülkemizde, öyle bir “kavram kargaşalığı” meydana getirilmiş ve beyinler, o türlü yıkanmış ki, “Türklük” ten söz ettiğimiz zaman ırkçılıkla,”İslamiyet”ten söz ettiğimiz zaman “milliyet düşmanlığı” ile itham edilmeniz işten bile değildir.Daha ileri giderek size, “faşist” yahut “gerici” diyenlerde cabası…Oysa,bu ithamları yapalar,din ile milliyetimizin, en az bin yılan beri bir diğeri ile nasıl kaynaşış olduğunu görmeli, milletimizin yerinde teşbihi ile “beden ve ruh” durumuna gelmiş olduğunu idrak edebilmeli idiler.
Türk Milleti,asırlardan beri, İslamiyet’i ,hem bir “din” hem de bir “ideoloji” olarak benimsemiş, kültür ve medeniyetini,bu ruh ve iman ile yoğurmuş bulunmaktadır.Hayatımızın her safhasında, ”İslam’ın damgasını görmemek için kör olmak lazımdır.Kaldı ki, tarih, Türk’ün İslam’la,İslam’ın da Türklük ile güçlendiğini, inkar edilemez biçimde ortaya koymaktadır.Bu gerçeği, düşmanlarımız kadar, milletimiz de, gençliğiz de biliyor.Bu sebepten Türk’ün ve İslam’ın düşmanları, “din ve “milliyetimizi” birer “karşıt-tez” biçiminde ortaya koyarak çatıştıramayacaktır.Bu oyun artık bitiştir.”Çağdaş Türk-İslam Ülküsünün” bayrağı, bütün haşmeti ile Türk milliyetçilerinin ellerinde,yine yükselmeye başlamıştır.
Daha İslam’dan önce, “cihan hakimiyeti” davasını güderek, insanlığa hak ve adalet götürmeye memur edildiğine inanan,zulüm idarelerine karşı “Tanrı’nın kırbacı” olan ve “Tanrı-kut”lar yetiştiren,Türk,İslamiyet’le şereflendikten sonra, bu ülküsüne daha alemşümul bir karakter kazanırdı.Böylece Müslüman-Türk asırlardan beri, asırlardan beri,bütün sahte mabutları,zulüm idarelerini yıkmak,yeryüzünde “Allah ve Resulünün” istediği adaleti ve huzuru gerçekleştirmek üzere ve “ılay-ı kelimetullah ve nizam-ı alem için” ,mukaddes savaş vererek yücele gelmektedir.Milliyetimizin bu hüviyetini ve davasını çok iyi bilmek ve değerlendirmek gerekir.

Türk milliyetçiliği,İslam’ın iman ve şuuru içinde yücelmeyi gaye edinen ve Türk’ün burada arayan bir harekettir.Bu, bir iddia değil,milletimizin vicdanında yatan gerçeğin teşhis ve tespitidir.Türk’ü tanıyanlar, bunu da bilirler.Ancak,Müslüman-Türk’ün bu hususiyetini, “nakde ve oya tahvil ederek” yaşamaya alışmış istismarcı çevreler,bertaraf edilmelidir.Hiç şüphesiz,İslamiyet, kendine sarılan kadroların, “ihlası ölçüsünde” onların yücelmesine yardım edecektir.
Öte yandan İslamiyet,asırlardan beri,Türk kültür malzemesine biçim veren,medeniyetine orijinal bir terkip kazandıran bir ruh ve mimar durumundadır.P. Sorokin’in deyimi ile İslam, en az bin yıldan beri,Türk kültür ve medeniyetinin “üst sistemi” olmuştur.Sakat bir eğitim politikası ve yanlış bir “laiklik” anlayışı yüzünden, kitlelerin İslam’a yabancılaştırılması” tehlikesi doğmuş; bu yüzden ülkemizde,birden bire “felsefi ideolojiler” ,yabancı doktrinler çoğalmıştır.Avrupa’da bu ideolojilerin doğması sosyo-ekonomik şartlardan ve Hıristiyanlığın çağdaş insana yetmemesinden kaynaklandığı halde, bizde, “İslam’ın öğretilmemesi” esaslı bir sebep olarak düşünülmelidir.

Oysa,İslamiyet, hiçbir din ile kıyaslayacak kadar ileri,ilmin verilerine açık,dinamik,birleştirici ve kaynaştırıcı bir sistem getirmektedir.O, kapitalizm,sosyalizm,komünizm,faşizm ve nazizm… gibi,yabancı ideolojileri saçtığı zehirleri bertaraf edecek bir panzehir ve hayat kaynağıdır.Bu noktada belirtelim ki, Türk milleti’nin ve dolaysıyla Türk milliyetçiliğinin alemşümul davası ve ideolojisi, Allah ve Resulünün davasıdır ve bunun adı:İslamiyet’tir.Aksini iddia edenler ya Türk milliyetçilerini tanımamakta ,yahut bühtan etmektedirler.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: S.AHMET ARVASİ'nin Anısına
MesajGönderilme zamanı: 31.12.14, 11:37 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
asa yazdı:

Neden Türk İslam Ülküsü?

Seyyid Ahmed ARVASİ

Neden, şu veya bu ad altında toplanmayı değil de "Türk-İslam Ülküsü" ne bağlanmayı savunuyoruz? Biz iddia ediyoruz ki, "Emperyalizm", Türk ve İslam dünyasını yutmak için en az iki asırdan beri korkunç bir tertibin içindedir. Bir taraftan kültür emperyalizmi ile "vatan çocuklarını" din ve milliyetine yabancılaştırarak kendi emellerine hizmet edecek kadrolar hazırlamakta, diğer taraftan din ve milliyet duygularını, her şeye rağmen terk etmeyen çocuklarımızı da birbirine düşürmeyi planlamaktadır.

Bugün yeryüzünde iki sömürgeci "blok" vardır. Bunlardan biri kara renkli "kapitalist emperyalizm" diğeri ise bütün fraksiyonu ile "kızıl emperyalizm". Birincisi "çok uluslu şirketlerin" paravanasında, "az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık götürmek" maskesi altında, ikincisi de "ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet götürmek" maskesi altında, "sınıfsal savaş" sloganı ile "iç savaşlar" çıkartmakta ve "dünya proleterlerinin dayanışması" adı altında işgalini gerçekleştirmektedir.

Gerçekten de yer yüzünde ezilen ve sömürülen bir de "üçüncü dünya" vardır. Bu dünya, daha çok Asyalı, Afrikalı irili ufaklı devletlere ve devletçiklere, beyliklere, emirliklere, federasyonlara bolünmüş milletlerden ibarettir. Esef edelim ki, bu insanların sayısı bir buçuk milyardan daha fazladır. İşin ızdırap veren diğer bir yanı da, bu nüfusun çoğunluğunu Müslümanlar teşkil etmektedir. Bunun yanında çok acı bir gerçeği daha belirtelim ki, bu ezilen ve sömürülen Müslümanlar arasında Türk Milleti'nin çok önemli bir bölümü bulunmaktadır.

1970 Yılında yapılan bir araştırmaya göre, yabancı boyunduruğunda tam bir sömürge hayatı yaşayan Türk nüfusunun sayısı, Türkiye'mizde bulunan genel nüfusumuzun tam iki katıdır.

Emperyalist güçler, fırsat buldukları zaman zorla, bulamadıkları zamanlar ise hile ile İslam ve Türk dünyasını ele geçirmiş, zenginliklerini yağmalamış, din ve milliyet duygu ve değerlerini tahrip etmiş, direnenleri lekeleme ve imha yoluna gitmiş, kendine uygun kadrolar yetiştirmiş, bu milletlerin uyanış, diriliş hamlelerini, milli eğitim ve kalkınma planlarını baltalamış ve bu ülkeleri, "ebedi sömürge" statüsüne mahkum etmek için elinden geleni esirgememiştir.

Emperyalist güçler, korkunç bir kültür emperyalizmi programı ile millet çocuklarını milli tarihlerine, milli ve mukaddes kültür değerlerine, milli ülkülerine, milli menfaatlerine, hatta motif ve sembollerine düşman etmekle kalmazlar, kendi değerlerini "bir uygarlık ve ilericilik" unsuru biçiminde onların kafalarına ve vicdanlarına oturturlar. Böylece milli ve mukaddes değerlere bağlı milliyetçilerin karşısına, bu değerlere ters düşen "yabancılaşmış kadrolar" çıkarırlar. Bir ülkede, değerler "ikizleşince", kadroların da ikizleşmesi ve çatışması mukadder olur. İşte düşman, bu noktada aktivitesini arttırır. Ülkenin ve milletin "parsellenmesi" için beynelmilel güçleri harekete geçirir.

Ülke artık birbirinin gırtlağına sarılmaya hazır kadrolara bölünmüşse, düşman rahatlıkla at oynatabilecek vasatı bulmuş demektir.

Düşman, karşısındaki güçleri parçalayarak, onları birbirine düşürerek, kolay yutulur lokmalar durumuna sokmak ister. Mesela, sanki bir insan, hem 'dindar', hem 'milliyetçi', hem 'medeniyetçi' olamazmış gibi, bu değerleri birbirine zıt programlar durumuna sokarak, hiç yoktan 'çatışan güçler' meydana getirir. Bu oyunlarını, o kadar ustaca planlar ki, tertiplerini anlamak için bazen olayların üzerinden elli veya yüz sene geçmesi gerekir. Mesela, Osmanlı Türk Devleti'nin parçalanması ve Orta-Doğu'nun sömürgeleştirilmesi için, dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, 'din' ile 'milliyetçilik' arasında zıddiyet ve düşmanlık duyguları doğurmayı planlamış olduklarını şimdi itiraf ediyorlar.

Serge Hutin adlı bir Fransız masonunun yazdığı 'Les Francs-Maçons' kitabının 127.nci sayfasında okuduğumuza göre İslam dünyasında masonlar Cemaleddin-i Afgani ve Muhammed Abduh gibi 'din politikacılarını' localarına kaydederek onların eliyle 'Dini, milli yapılara göre reforme ederek' alemşümul İslam dinini bozmak, öte yandan Müslüman Kardeşler (Freres Musulmans) hareketi ile de 'İslam'da milliyetçilik yoktur' propagandası ile milletleri çökertmek ve bu suretle -çok kahpece bir planlar- birbirine zıt 'İslamcı' ve 'Milliyetçi' sun'i düşman kamplar doğurmak istemişlerdir.

Emperyalizm, bizim dünyamızda bu 'paradoks'tan çok istifade ettiğini ayrıca yazmaktadır. Dinimizin ve milliyetimizin düşmanları, din ve milliyet gibi iki mukaddes varlığımızı, birbirine düşman göstermek oyunundan kolay kolay vazgeçeceğe benzemiyor.

O halde, Türk Milliyetçisine düşen iş, bütün varlığı ile bu oyunu, her şeyden önce kendi yurdunda bozmak olmalıdır. Bu ülkede, sun'i olarak birbirine düşman 'güya Türkçü' ve 'güya İslamcı' cepheler meydana getirmek isteyen hain ve kahpe oyunların karşısına, bir Müslüman-Türk olarak ve tarihine yaraşır bir biçimde çıkmalıdır.

Bunun için, Türk-İslam kültürüne, Türk-İslam medeniyetine, Türk-İslam ülküsüne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslamiyet’i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, Dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur.

Din ve milliyet, zıt değerler değildir. Bu sebepten, 'sentez', tez ile anti-tez arasında söz konusu olacağına göre, yıllardan beri kullandığımız 'Türk-İslam sentezi' yerine, 'Türk-İslam Ülküsü' sözü daha uygun olur düşüncesi ile kitabımızın adını, 'TÜRK-İSLAM ÜLKÜSÜ' olarak seçtik. Bunu ısrarla kullanacağız.

***

Türk İslam Ülküsünü Yoğuranlar

Seyyid Ahmed ARVASİ

Türk milletinin tefekkürüne, en az bin yıldan beri, İslam dini biçim vermektedir. Kurduğumuz muhteşem kitaplıklar incelendiğinde görülecektir ki, ilim ve fikir adamlarımızca, insanoğlunun meydana getirdiği her türlü kültür ve medeniyet ürünleri atalarımızca incelenmiş, araştırılmış, aşağı yukarı bütün din ve inançlar süzgeçten geçirilmiş ve İslamiyet, tam bir şuur ve yüksek bir irade ile tercih edilmiştir. Böylece, <<vahyin aydınlığına>> ulaşan Türk'ün akıl ve idraki, İmam-ı Buhari'leri, İmam-ı Gazali'leri, Mevlana Celaleddin'leri, Yunus Emre'leri, büyük mantıkçı ve şeyhülislam Mollafenari'leri, Yunan felsefesini İmam-ı Gazali çapında tenkit edebilen ve yüce hünkar Fatih Sultan Mehmed Han'ın takdirlerine mazhar olan Hocazade Efendileri, İmam-ı Brigivi'leri, İbn-ı Kemal'leri... yetiştirdi ve onların fikir, kitap ve dersleri ile olgunlaşarak büyük imparatorluklar, dünyayı hayran bırakan kültür eserleri ve ölmez medeniyetler meydana getirdi.

Biz, bu yazımızda ve bunu takip edecek yazılarımızda, Türk-İslam kültür çizgisinde yürüyerek 'genel felsefe problemleri' karşısındaki yerimizi ve <<dünya görüşümüzü>>, yüce dinimiz İslamiyet'in aydınlığında, kısa da olsa ortaya koymaya çalışacağız. Bütün 'sahte tanrıları ve mabutları', gönüllerden, kafalardan, zaman ve mekan köşelerinden çıkarıp atmak isteyen, 'Allah'tan başka ilah yoktur' prensibini temel ölçü kabul eden, şanlı Türk Milleti'ni 'Allah'ın ordusu' bilen, 'Türk Milleti birlik, Türk Devleti güçlü olursa insanlık kurtulur, zulüm biter' ölçüsü içinde hareket eden Türk-İslam ülkücülerinin 'fikir sistemi', yüce peygamberler silsilesinin mukaddes alınteri ile ıslanmış, peygamberlik mührünü kıyamete dek elinde tutan şanlı kurtarıcımızın ve peygamberlerimizin 'O'na ve onlara selam olsun' nurdan ellerinde biçimlenmiş, onu takip eden muhteşem 'Sahabi kadrosu' tarafından 'cihad ruhu' ile beslenmiş, büyük veliler eliyle yoğrulmuştur. Türk-İslam Ülkücüsü 'Cahid-ü fillah' (Allah için savaşan) dır. Türk-İslam Ülküsü'nün büyük iman, aşk ve aksiyon adamı Fatih, bu ülküsünü şöyle dile getirir:

'İmtisal-i cahid-ü fillah oluptur niyyetim
Din-i İslamın mücerred gayretidir gayretim

Fazl-ı Hakk ü himmet-i cünd-i ricalullah ile
Ehl-i küfrü ser-teser kahreylemektir niyyetim

Enbiya vü evliyaya istinadım var benim
Lütf-i haktandır heman ümid-i feth-i nusretim

Nefs ü mal ile nola kılsam cihanda ictihad
Hamd-ü lillah var gazaya sad-hezaran rağbetim

Ey Muhammed mucizat-ı Ahmed-i Muhtar ile
Umarım galib ola a'da-yı dine devletim.'

İşte, Türk-İslam Ülküsü'nü yoğuran bu kadro ve ruhtur. Bu ruh, büyük Türk-İslam kültür ve medeniyetinden kaynaklanmaktadır. Bu dava ve ülkünün 'eskimediğini', 'modası geçmediğini' bütün Türk-İslam düşmanları Allah'ın izni ile idrak edeceklerdir. Türk'e ve İslam'a 'kefen biçenlerin' sonu korkunç olacaktır.

***

İDEOLOJİMİZ VE İSLAMİYET

Seyyid Ahmed ARVASİ

Ülkemizde, öyle bir “kavram kargaşalığı” meydana getirilmiş ve beyinler, o türlü yıkanmış ki, “Türklük” ten söz ettiğimiz zaman ırkçılıkla,”İslamiyet”ten söz ettiğimiz zaman “milliyet düşmanlığı” ile itham edilmeniz işten bile değildir.Daha ileri giderek size, “faşist” yahut “gerici” diyenlerde cabası…Oysa,bu ithamları yapalar,din ile milliyetimizin, en az bin yılan beri bir diğeri ile nasıl kaynaşış olduğunu görmeli, milletimizin yerinde teşbihi ile “beden ve ruh” durumuna gelmiş olduğunu idrak edebilmeli idiler.
Türk Milleti,asırlardan beri, İslamiyet’i ,hem bir “din” hem de bir “ideoloji” olarak benimsemiş, kültür ve medeniyetini,bu ruh ve iman ile yoğurmuş bulunmaktadır.Hayatımızın her safhasında, ”İslam’ın damgasını görmemek için kör olmak lazımdır.Kaldı ki, tarih, Türk’ün İslam’la,İslam’ın da Türklük ile güçlendiğini, inkar edilemez biçimde ortaya koymaktadır.Bu gerçeği, düşmanlarımız kadar, milletimiz de, gençliğiz de biliyor.Bu sebepten Türk’ün ve İslam’ın düşmanları, “din ve “milliyetimizi” birer “karşıt-tez” biçiminde ortaya koyarak çatıştıramayacaktır.Bu oyun artık bitiştir.”Çağdaş Türk-İslam Ülküsünün” bayrağı, bütün haşmeti ile Türk milliyetçilerinin ellerinde,yine yükselmeye başlamıştır.
Daha İslam’dan önce, “cihan hakimiyeti” davasını güderek, insanlığa hak ve adalet götürmeye memur edildiğine inanan,zulüm idarelerine karşı “Tanrı’nın kırbacı” olan ve “Tanrı-kut”lar yetiştiren,Türk,İslamiyet’le şereflendikten sonra, bu ülküsüne daha alemşümul bir karakter kazanırdı.Böylece Müslüman-Türk asırlardan beri, asırlardan beri,bütün sahte mabutları,zulüm idarelerini yıkmak,yeryüzünde “Allah ve Resulünün” istediği adaleti ve huzuru gerçekleştirmek üzere ve “ılay-ı kelimetullah ve nizam-ı alem için” ,mukaddes savaş vererek yücele gelmektedir.Milliyetimizin bu hüviyetini ve davasını çok iyi bilmek ve değerlendirmek gerekir.

Türk milliyetçiliği,İslam’ın iman ve şuuru içinde yücelmeyi gaye edinen ve Türk’ün burada arayan bir harekettir.Bu, bir iddia değil,milletimizin vicdanında yatan gerçeğin teşhis ve tespitidir.Türk’ü tanıyanlar, bunu da bilirler.Ancak,Müslüman-Türk’ün bu hususiyetini, “nakde ve oya tahvil ederek” yaşamaya alışmış istismarcı çevreler,bertaraf edilmelidir.Hiç şüphesiz,İslamiyet, kendine sarılan kadroların, “ihlası ölçüsünde” onların yücelmesine yardım edecektir.
Öte yandan İslamiyet,asırlardan beri,Türk kültür malzemesine biçim veren,medeniyetine orijinal bir terkip kazandıran bir ruh ve mimar durumundadır.P. Sorokin’in deyimi ile İslam, en az bin yıldan beri,Türk kültür ve medeniyetinin “üst sistemi” olmuştur.Sakat bir eğitim politikası ve yanlış bir “laiklik” anlayışı yüzünden, kitlelerin İslam’a yabancılaştırılması” tehlikesi doğmuş; bu yüzden ülkemizde,birden bire “felsefi ideolojiler” ,yabancı doktrinler çoğalmıştır.Avrupa’da bu ideolojilerin doğması sosyo-ekonomik şartlardan ve Hıristiyanlığın çağdaş insana yetmemesinden kaynaklandığı halde, bizde, “İslam’ın öğretilmemesi” esaslı bir sebep olarak düşünülmelidir.

Oysa,İslamiyet, hiçbir din ile kıyaslayacak kadar ileri,ilmin verilerine açık,dinamik,birleştirici ve kaynaştırıcı bir sistem getirmektedir.O, kapitalizm,sosyalizm,komünizm,faşizm ve nazizm… gibi,yabancı ideolojileri saçtığı zehirleri bertaraf edecek bir panzehir ve hayat kaynağıdır.Bu noktada belirtelim ki, Türk milleti’nin ve dolaysıyla Türk milliyetçiliğinin alemşümul davası ve ideolojisi, Allah ve Resulünün davasıdır ve bunun adı:İslamiyet’tir.Aksini iddia edenler ya Türk milliyetçilerini tanımamakta ,yahut bühtan etmektedirler.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 8 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye