Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Büyük Selçukluların Hanefilere Destekleri
MesajGönderilme zamanı: 03.11.10, 13:59 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.09.10, 09:02
Mesajlar: 78
Büyük Selçukluların Hanefilere Destekleri ve
Irak Selçukluları Sultanı Mesud’un Faaliyetleri

Adem ARIKAN*


İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Mezhepler Tarihi araştırma görevlisi.

Özet
Büyük Selçuklular (1040-1157), Müslüman olurken aynı zamanda Hanefî mezhebini de kabul etmişlerdi. İlk sultan Tuğrul Bey zamanında Şafiîler/Eşarîler aleyhine yapılan bazı uygulamalar olmuştu. Tuğrul Bey’den sonra Alp Arslan’ın başa geçmesiyle bu durum sona ermişti. Tuğrul Bey’in uygulamaları sebebiyle devletin hangi mezhebi desteklediği hakkında bazı sonuçlara varılmış, Alp Arslan zamanında bu durumuna son verilmesiyle de, devletin Eş’arîliği benimsediği sonucuna varanlar olmuştur. Hâlbuki bizzat Alp Arslan ve ondan sonra başa geçen Selçuklu sultanları, Hanefî hassasiyetlerini sürdürmüşlerdi. Biz, süreç içerisinde, bu konudaki gelişmeleri ele alıp, son sultan Sencer zamanında Irak bölge¬sini yöneten yeğeni Mesud’un Eş’arîler aleyhine faaliyetlerine değineceğiz.

Anahtar Kavramlar: İslam, Hanefîlik, Selçuklu Devleri, Sultan Mesud.

Abstract:
“Supporting of Great Seljuks to Hanafites and Operatings of Sultan Mesud”.
Great Seljuks (1040-1157) had accepted Islam with Hanafite sect. In the time of first emperor Tugrul Beg, some practices had occurred opposed to Shafi’ites/Ash’arites. After Tugrul Beg, these manners had finished by acceding Alp Arslan to the throne. There are some consequences’ practices of Tugrul beg concerning the Seljuk state madhab policy. Some researchers have reached to conclusion that the Seljuk state has settled for Ash’ari madhab because of exercises in the time of Alp Arslan. But Alp Arslan in person and his successors had kept on their Hanafite sensitivities. We, in this period, will touch the exercises of the ruler of Iraq region, Sultan Mesud who nephew of Sultan Sanjar against bearers of Ash’ari by dealing with developments about this matter.

Key words: Islam, Hanafites, Seljuks, Sultan Mesud.


I. Giriş

Selçukluların Mezhep Tercihinin Önemi

Çoğunluğunu Türkiye Türklerinin oluşturduğu Batı Türkleri arasında Sünni yorumu¬nun gelişmesi ve yayılması açısından Büyük Selçuklu dönemi önemlidir1. Büyük Selçuk¬luların Sünniliğe sağladıkları siyasal destek, İslâm dünyasında ve Türk tarihinde önemli bir tarihsel misyon oluşturmuştur. Zamanın en önemli siyasi güçlerinden biri olan Büyük Sel¬çukluların Sünnîlik lehine yaptıkları bu tercih, ilerleyen süreçte geleneksel bir nitelik kaza¬nacak ve onu Batı Türk devletleri siyasetlerinin de temel ideolojisi haline getirecektir2.

Birçok araştırmacı Selçuklulardan önceki yüzyılı (IV/X. yy.), “Şîî asrı” diye adlandırmaktadır3. Selçukluların tarih sahnesine çıktıkları dönemde İslâm âleminde Şii-Batınî cere-yanlar ı oldukça etkindi. Fatımî halifelerinin genişleyen nüfuzuna karşılık, Sünnîlerin halifesi olan Abbasîler, son derece zayıflamış ve Şiî Büveyhilerin tahakküm ve istibdadı altına geçmişlerdi. Fuad Köprülü’nün ifadesiyle “Sünnîlik âleminin çok zayıfladığı bu esnada, eğer Selçuklu hükümdarları meydana çıkarak Abbasi hilafetini ve Sünnîliği muhafaza etmeseydiler, İslâm dünyasında Şiiliğin genel olarak hâkim bir konuma geleceği muhakkaktı”4.

II. Selçukluların Sünnî-Hanefiğinin Kaynağı

Büyük Selçuklular benimsedikleri mezhebi seçmelerinde tarihi koşullar ve içinde bu¬lundukları coğrafya büyük ölçüde etkili olmuştur. Kaynaklarda Selçuklular için genel an¬lamda “Sünnî”5, alt bir mezhebe mensubiyeti ifade eden “Sünnî-Hanefî”6 şeklinde nitelendirmeler yar almaktadır.

Devletin adına nispet edildiği, Selçukluların ilk atası ve ilk lideri Selçuk, Oğuz diyarından Cend şehrine geldikten sonra Müslüman olmaya karar vermiş ve Harizm tarafında, Buhara’nın kuzeyindeki Zandak (Zandana) şehrine adam gönderip, şehrin valisinden din adamları istemiş, kendisine bağlı Oğuzlar ile birlikte Müslüman olmuştu1.

Bu vali, muhtemelen Samanoğullarının uç valisidir.2 Selçukluların ilk yöneticilerinin, Müslüman devletlerden Samanoğulları ile ilişkiye geçtikleri bilinmektedir. Faruk Sümer’in verdiği bilgilere göre 391/1001 yılında, Samanî hükümdarı Ebû İbrahim Mustansır, Oğuz Türklerinin yardımını almak için yanlarına gelmiş, Yabgu Selçuk’un oğlu İsrail Müslüman olmuş ve Samanî hükümdarı ile akrabalık kurulmuştur.3

Samanoğulları Hanefî mezhebine mensup olup4, devlet işlerini Hanefî alimlerin görüşlerine göre halletmekteydiler5. Müslüman devletlerden ilk olarak Samanilerle ilişkiye geçen Selçukluların, onlardan etkilenerek, hem İslamiyet’i, hem de Hanefîlik mezhebini aynı anda kabul ettikleri anlaşılmaktadır6. Nitekim eI-Hüseynî, Selçuklula¬rın İslam dinine girişini, “Hanefî dinine girdiler”7 şeklinde ifade etmektedir. Barthold da Samanoğulları Devleti’ne hakim mezhebin Hanefilik olduğunu ve orada Türkler tarafından kabul edildiğini ve Selçukluların Hanefi Mezhebi’nin çok koyu koruyucuları olduklarını belirtmektedir.8

Dönemin kaynaklarından Râvendî, Selçukluların Hanefî mezhebine olan desteğinden bahsederken, Ebû Hanife’nin hacda iken yaptığı bir duayı nakletmektedir:
İmam-ı Azam, hacda iken “Ey Tanrı, mezhebim hak mezhep ise ona yardım et” diye dua etmiş, Kabe’den bir ses “kılıç Türklerin elinde olduğu müddetçe, mezhebin zail olmasın” demiştir. Ravendî “çok şükür… Arabistan, Acemistan, Rum ve Rus diyarında kılıç Türklerin elindedir


Selçuk oğullarından gelen sultanlar Ebu Hanife ashabından alimleri o kadar himaye etmişlerdir ki, onların sevgilerinin izleri genç-ihtiyar herkesin gönlünde yerleşmiştir” demektedir.9

Samanoğullarının itikatta Mâtürîdîliği benimsedikleri gibi Selçukluların da Mâturidiliğe tabi oldukları kaydedilmektedir.10 Ahmet Ak ise Samanilerin görev verdiği alimlerin eğilimlerinden hareketle “uzun süre bölgede hakim olan Hanefî/ Maturidîlerin yerini, IV/X. Asırda önce Ashabu’l-Hadis anlayışına yakın kişiler, daha sonra ise Hanefî-Mutezile anlayışına yakın kişilerin aldığını” kaydetmektedir.1 Yine Ahmet Ak’ın verdiği bilgilere göre bölgedeki Hanefî ulema arasında rey taraftarları ve bundan uzaklaşan iki görüş oluşmuştu. Mâturidî’nin içinde bulunduğu rey taraftarı olan Cüzcaniyye siyasetten uzak dururken, İyâziyye denilen diğer grup, Samaniler devleti tarafından desteklenmiştir.2

Bu bilgilerden anlaşılmaktadır ki Samanîler devleti, İmam Maturidî’nin içinde bulunduğu grubu dışlamaktadır ve devletin son dönemlerinde, yani Selçukluların ilişki kurdukları dönemde, Hanefiler arasında Mu’tezilî eğilimi olanlar destek görmektedir. Bu durumda Selçukluların itikâdî mezheplerini tercihte Samanîler’den etkilenmeleri, bu devletin Selçuklularla ilişkide oldukları son dönemlerinde destekledikleri Mutezile eğilimli Hanefiliği değil de, bu devlet tarafından dışlanan Maturîdî’nin görüşlerini benimsemiş olmaları izahı güç bir durumdur.

Selçuklular döneminde, farklı Hanefi gruplar3 da olmakla birlikte “itikadî (usûlu’d-dîn) ve amelî (furû-u-şeri’a) konularda bir sınırlamaya gitmeksizin, Ebû Hanife’nin görüşlerine tabi olan Hanefiler”4, Mâtürîdîlerdi.5 Bu dönemde, Nisabur’dan Özkent’e, Semarkand ve Türkistan beldelerinin sınırlarına kadar, Gazne ve Mâverâunnehr’in hepsi Hanefî’dir. Irak’ın çoğunluğu da Hanefî’dir. Harezm bölgesinde, fıkıhta Ebû Hanife’ye tabi Mu’tezilîler bulunmaktadır.6

Mikail Bayram, o dönemde Hanefî sözü ile Mu’tezile Mezhebi kastedildiğini belirterek bir genelleme yapmakta ve Selçuklu sultanlarının, özellikle de Tuğrul Bey’in Mu’tezilî eğiliminden bahsetmektedir.7 Buna karşılık Selçuklu Sultanlarının genelde Sünniliği, özelde ise Hanefiliği, Mu’tezilî akidelere karşı koruduğu savunulmuştur8.

III. Sultan Tuğrul Bey Zamanında Şafiî/Eş’arîlere Karşı Uygulamalar

Tuğrul Bey döneminde, 445 (1053) yılından itibaren, vezir Kundurî’nin girişimleriyle, mimberlerde Eş’ariler lanetlenmeye başlanmıştı.1 Eş’arîler ile birlikte, Kerrâmiler ve Şiiler (Râfıza) de lanetlenmekteydi.2 Bu süreçte bazı Eş’arî Mezhebi ileri gelenleri tutuklandılar, takibata uğradılar. Bazıları yaşadıkları bölgeleri terk etmek zorunda kaldı.3 Bu uygulamalar üzerine Ebu’l-Kasım el-Kuşeyrî, “Şikâyetu ehli’s-sunne mâ nâlehum mine’l-mihne”4 adlı eserini yazdı. Bazı araştırmacılara göre bu uygulama Sultan Tuğrul döneminde kaldırılmıştı.5 Diğer bazı kaynaklar bu sürecin Alp Arslan tahta çıktığında Nizamulmülk tarafından sona erdirildiğini,6 on yıl, diğer bir kayda göre on dokuz yıl sürdüğünü kaydetmektedir.7

Tuğrul Bey döneminde Eş’arîlere karşı yapılan bu uygulamalar, onun mezhebi hakkındaki yargıları etkilemiş görünmektedir. Onun Mutezilî8 ve Hanbelî9 olduğu¬nu iddia edenler olmuştur. Ancak olayların tarafı konumundaki Eşarî müellifler, onu Sünnî-Hanefi10 diye nitelemektedir.

IV. Sultan Alp Arslan Zamanında Şafiî/Eş’arîlere Karşı Değişen Tutum

Tuğrul Bey zamanında Eş’arîlere karşı takınılan tutumun Alp Arslan dönemin¬de sona erdirilmesinden de bazı araştırmacılar, bir takım sonuçlar çıkarılmışlardır.

Alp Arslan ve ondan sonraki Selçuklu sultanlarının Eşarî akideyi benimsedikleri;1 Nizamülmülk’ün, vezirliğe gelişinden itibaren Eş’arîliği devletin resmi mezhebi ko¬numuna getirdiği iddia edilmiştir.2 Nizamiye Medreseleri’ni açan Nizâmülmülk, bu medreselere zengin gelirli vakıflar tahsis etmiştir. Bağdâd Nizamiye Medresesi için yapılan vakıftan anlaşıldığı şekliyle, bu medreselerdeki müderristen kütüphaneciye, öğrenciden müstahdeme kadar herkes, itikadda Eş’arî, amelde Şâfiî mezhebinden olmalıydı.3 Bu durum, Eş’ariliğin Nizamülmülk eliyle Selçuklu Devleti’nin resmî aki¬desi haline geldiği4 şeklinde yorumlar yapılmasına sebep olmuştur. Nitekim Sönmez Kutlu da Selçuklular döneminde, Hanefî Mu’tezilîlere ve İsmailî/Batıniliğe karşı bir cephe oluşturmak amacıyla, Eş’ariliğin resmî bir mezhep olarak benimsendiğini ve Nizamiye Medreselerinin kurulduğunu kaydetmektedir. “Türkler arasında bu medreselerin etkisinin sanıldığı kadar güçlü olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü bu Nizamiye Medreselerinin yanı sıra Hanefî-Mâtürîdîlerin kendi medreselerinde Hanefî-Mâtürîdî kültür okutulmaya devam etmiştir. Selçuklular dönemi Mâtürîdî’nin görüşlerini savunan alimlerin yetişmesi bakımından en verimli bir dönem oldu ve Hanefî-Mâtürîdî çizgide hem fıkıh hem de kelam sahasında son derece önemli eserler yazıldı.” Kutlu “Selçuklularla Osmanlılar döneminde Türk denilince Mâtürîdî ve Hanefî olarak anla¬şılıyordu” diye yazmaktadır.5

Selçukluların Eş’arîliği resmî mezhep olarak benimsedikleri genellemesi, tam ve tartışmasız bir gerçek değildir. En azından kaynaklarda, sultanların bu konularda tu¬tumlarıyla ilgili kayıtlar, bu tespiti şüpheli hale getirmektedir. En başta Alp Arslan, Şâfiî olan veziri Nizamülk’ün Hanefî olmasını temenni etmektedir.

Bunu Nizâmülmülk Siyasetname’sinde şöyle anlatıyor:
“Şehit Sultan (Alp Arslan) kendi mezhebinde o kadar katı ve dürüst idi ki, (şu) şözü defalarca söylemişti: “Ah, ne yazık; Eğer vezirim Şafiî mezheb(inden) olmasay¬dı, çok daha siyasetli ve daha heybetli olurdu.” Ve kendi mezhebine böylesine ciddi (olarak bağlı) olması, Şafiî mezhebine itikadı ayıp sayması sebebiyle, ben ondan dai¬ma endişeli idim ve korkardım.” 6

Nizamülk’ün bu ifadelerine yer veren Köymen’e göre Alp Arslan, mensubu bu¬lunduğu Hanefiliğin, başında bulunduğu imparatorlukta hâkim tek mezhep haline gelmesini istemekteydi. Nizamülmülk’ün ifadeleri, Alp Arslan’ın devlette Şafilerin varlığına istemeyerek razı olduğunu göstermektedir.7

Alp Arslan’ı Malazgirt şavaşında cesaretlendiren Ebû Nasr Muhammed b. Abdilmelik el-Buharî isimli bir Hanefî alimdi. Bu alim Alparslan’ın imamı ve fakîhi diye nitelenmektedir.1 459/1066-7 yılında el-Müstevfî2 Şemsülmülk Ebû Sa’d, Bağdat’a gidip Ebû Hanife’nin kabri üzerine büyük ve yüksek kubbe, önüne revak ve avlu yaptırmış, bu kabri büyük bir türbe haline getirmişti. Bunun için muazzam paralar harcamıştı. Bu türbenin yanına, Hanefî mezhebi¬ne mensup olanlar için bir medrese yaptırmış, buraya bir müderris tayin etmiş, müderris ve talebeleri için arazi vakfetmişti.3 Bu medresede eğitim, Nizamiyye Medresesi’inden dört ay önce başlamıştı.4

Sultan Melikşah’ın Ehl-i Sünnet yolunda ve Ebû Hanîfe mezhebinde olduğu, Bağdat’ta bayram namazında tekbirleri Hanefî mezhebine göre okutturan, Hanefî fık-hına göre namaz kıldırtan ilk sultanın, Melikşah olduğu kaydedilmektedir5.

Sultan Muhammed Tapar’ın Hanefi mezhebine oldukça bağlı olduğu anlaşılmak-tadır. Râvendî (ö. 604/1207) konuyla ilgili şunları yazmaktadır:
“Nizamülmülk’ün taassub yüzünden Şafii ashabına verdiği İsfahan camiinde ka-dılar kadısı, Sadr-ı Cihanların en ileri geleni Rükneddin hutbe okusun diye merhum Sultan Muhammed, başlar kesilmesini emretti ve ordular gönderdi. Onun orada namaz kıldığı müjdesi kendisine gelince, sevinip külahını havaya attı; dualar ederek sadakalar verdi. Hemedan camiinde de aynı şeyi yapmıştır.”6

Sultan Tapar’ın bu tutumunu, abisi Berkyaruk ile saltanat mücadelesinde, Şafii mezhebine büyük destek veren Nizamülmülk’ün taraftarlarının Berkyaruk’u destekle-miş olmalarına bağlayanlar olmuştur.7

Sultan Sencer’in de Hanefilere karşı hassas olduğu, Hanefî ulemayı diğerlerine tercih ettiği anlaşılmaktadır.
Ravendî’nin ifadelerine göre “onun zamanında herhangi bir mansıb Ebu Hanife ashabından başkasının elinde olsa, kılıç darbesiyle elinden alınır İmam-ı Azam’ın ashabına verilirdi.”8

Ata Melik Cüveyni de “Sultan Sancar’ın huyunun iyiliği, soyluluğu, Hanefi mezhebinin güçlendirilmesi için çabalamasından”9 bahsetmektedir. Samimi bir Hanefi olan Sencer, Ebu Hanife aleyhine konuştuğu söylentisi üzerine Gazzali ile görüşmüş, Gazzali’nin “Ebu Hanife aleyhinde konuşmasının imkansız ve böyle bir rivayetin yalan olduğunu” ifade etmesi üzerine çok memnun olmuştur1.

Madelung, Selçuklular hakkında “saldırgan Hanefilik” ve “Şafiî nefreti, Eş’arî düşmanlığı” ifadeleriyle söz etmektedir. Ona göre Selçuklular dönemindeki dini du¬rumu belirleyen temel faktör, hükümdarların saldırgan Hanefiliği, Şafiiliğe nefretleri, Eş’ariliğe açık düşmanlıkları ve buna karşı oluşan kuvvetli Şafii tepkisidir. Selçuklu dönemi çoğunlukla zannedildiği gibi, Şiilik tehdidi karşısında Sünni dayanışmanın geliştiği bir dönem değildi. Aksine, Selçukluların resmi mezhep olarak Hanefiliği kurumsallaştırma çabalar ı, Sünnî ekoller arasında kurulmuş olan dengenin bozulmasına ve aralarındaki, özellikle de Hanefilerle Şafiîler arasındaki, mezhep düşmanlığının doruğa ulaşmasına yol açmıştır.2

V. Sultan Sencer Zamanında Irak Selçukluları Sultanı Mesud’un Faaliyetleri

Sultan Sancar, Katvan savaşında (536/1141) Karahıtaylara mağlup olduktan son¬ra, Rey şehrini, Irak Selçukluları’nın başında bulunan, yeğeni Mesud’un3 yönetimine bırakmış ve ordusunu toplamasını, ihtiyaç olduğunda çağıracağı zamana kadar, Rey’de oturmasını emretmiştir.4

Sencer döneminde Irak Selçukluları sultanı olan Mesud’un, Tuğrul Bey zamanındaki gibi, yeniden, Eş’arîlere karşı bazı girişimlerde bulunduğu görülmektedir. Sultan Mesud zamanında, Rey şehrinde, sultanın huzurunda yapılan ilmi müzakerelerde, Eş’arîler aleyhine bazı sonuçlar çıkmıştır. Bu toplantı hakkındaki detayları bizlere Şiî-İmâmî alim Abdülcelil Kazvinî aktarmaktadır.5 Eş’arîlerin,6 kendine has diğer görüşleri ile birlikte, şu görüşleri ele alınmıştı: (1) Allah’ın bilinmesinin (marifet), “nazar” ile olacağı, (2) peygamberlerin masum oldukları (günah işlemeyecekleri), (3) kulun gücünün yetmeyeceği şeylerle sorumlu tutulmasının (teklîfu mâ lâ yutâk) kötü (ku-buh) oluşu, (4) amellere karşılık verileceği.7

Müzakereler, devlet erkanı, Irak ve Horasan’dan alimler ve Eşarî alimlerin katılımıyla gerçekleşmişti. Eşarî olan alimler ve yöneticiler, takiyye1 yaparak, Sultandan korkuları sebebiyle, görüşlerinden döndüklerini söylemiş ve buna şahitlik etmişlerdi. Burada alınan kararlar Kadı Ebû Muhammed Hasan Esterabâdî tarafından yazılarak, birer nüshaları değişik bölgelere gönderildi. Bu konularda “akıl” ve “nazar”ın etkili olduğu savunulmakta ve ta’lîm ve taklîd reddedilmekteydi.2

Gündeme gelen Eşarîlik karşıtı görüşler, akılcı niteliğe sahipti. Maturidî ve Mutezilî Hanefî kelamcıları, Şafiî-Eş’arîliğin bazı görüşlerinin eleştirisinde birleşmişlerdi. Bu görüşleri yayan Hanefiler arasında bir takım Mutezilî eğilimli kimseler de vardı.3 Risaleyi telif eden Rey kadısı Ebu Muhammed Hasan b. Muhammed el-Esterabadî (ö. 541/1146) Mutezile’ye meyleden biriydi.4

Yapılan toplantı sonrasında Rey’de karışıklılar çıkmış, Hanefî alim Ebû Nasr el-Hisancânî’nin evini yağmalanmıştı. Sultanın askerleri ve şehrin valisi Emir Abbas Gazî’nin (ö.541/1146)5 adamları olaylara müdahale edip bazı Eş’arîleri tutuklamış, mallarına el koymuşlardı.6 Eş’arî olan vezir İzzülmülk’ün7 Sultan nezdinde girişimleri de netice vermemişti.8 Rey’de önde gelen Eşarî alimlerden Reisu’l-Eimme Ebû Sa’îd Vezzân ve Ebu’l-Fezail el-Meşşât (ö. 546/1152) müsadere edilip hapsedilmişti.9 Necmüddin Reşid Came-dâr, Şerefüddin Gird-bâzû, Cemalüddin İkbal, Mesud el-Bilâlî gibi Hanefi devlet adamları, Eş’arîler aleyhine bu faaliyetlere yardımcı olmaktaydılar.10

Hanefî alim el-Hisancanî, toplantıdan çıkan bu kararların bir nüshasıyla Bağdat’a gitmiş, cami ve medreselerde bu konuları anlatmıştı.11 Sultan Mesud, 538/1143 yılın-da, Bağdad’a gelmiş, beraberinde Hanefi alim el-Hasan b. Ebî Bekir en-Nisâburî’yi (ö.545/1151) de getirmişti. Bu alim, yaptığı vaazlarında, açıkça Eşarî’yi lanetlemekte, “Şâfiî ol, ama Eş’arî olma, Hanbelî ol, ama Meşebbihî olma” demekteydi. Aynı alim, ayrıca “Hanefî ol, ancak Mutezilî olma” ifadesini de kullanmaktaydı.1 Onun sultan Mesûd’un da dinlediği bir vaazından sonra, Nizamiye Medresesi’nden Eşarî’nin ismi kaldırılarak, yerine Şâfiî’nin ismi yazılmıştı. Ebu’l-Futûh el-İsferâyinî (ö. 538/1144) de kendi Rıbat’ında Eşarî lehine vaazlar vermekteydi. Bu durum bir kargaşanın çıkmasına sebep olmuştu. Hanefî vaiz Ali b. el-Hüseyn el-Gaznevî’nin (ö.551/1156) durumu Sultan’a bildirmesi ve olaylardan İsferâyinî sorumlu tutup şehirden çıkarılması gerektiğini söylemesiyle, el-İsferâyinî’nin sürgün edilmesini emredilmiş,2 İsferâyin’e gönderilmişti.3

Bu kargaşalardan sonra Hasan b. Ebî Bekr en-Nisâburî de memleketine döndü.4 Her ne kadar Hanefiler arasında aleni olarak Mutezile aleyhine konuşsa da, İbnü’l-Cevzî “en-Nisâburî’nin Kuran’ın mahlûk olduğuna inandığından ve Mutezile eğili¬minden” söz etmektedir.5 Mutezilî eğilimi olan bir alimin, Hanefilere “Mutezilî olma” diye vaaz etmesi, Sultan Mesud’un desteğinin, Hanefiler arasında hangi gruba yönelik olduğuna dair bir işaret olarak değerlendirilebilir.

Yapılan toplantı sonrası yazılan metnin birer nüshası, çevre bölgelere gönderilmişti. Horasan ve Maveraunnehir’deki Hanefiler ve diğer alimler (eimme) onu okumaktaydı.6 Eğer bu ifade, bunların minberlerden okunduğunu ifade ediyorsa, bu durumun Sencer tarafından onaylanmış olması gerekir. Ancak bu dönemde Maveraunnehr’in Karahıtaylar tarafından işgal (536/1141) edilmiş olduğu da hatırlanmalıdır.7

Ebu Nasr el-Hisencânî, Bağdat’tan sonra, o dönemde Sünniliğin merkezlerinden olan İsfahan’a gitti. Önde gelen alimler ve fetvaları kabul gören bilginlerle, münazaralar yaptı. Bu faaliyetler bazı kargaşaların çıkmasına sebep olmuştu.8 Bu dönemde, İsfahan’ın önde gelen Şafiî ailesinden Hocend oğullarının baskı altında oldukları kaydedilmektedir.9 Ancak bu durumun dönemin siyasi gelişmeleriyle ilgili olduğu açıktır. 542/1148 yılında Sultan Mesud ile o dönemde isyan etmiş olan Boz-aba ara¬sında meydana gelen savaş öncesinde Sadruddin b. el-Hocendî, İsfahan’a gelen Boz-aba’ya destek vermiş ve halkı bu yönde teşvik etmişti.10 Boz-aba, İsfahan valiliğini Hocendî’ye vermişti.11 Sultan Mesud’un İsfahan valisi Reşid el-Gıyasî, Şafilere düşman biriydi. Abdülllatif el-Hocendî’nin Boz-aba tarafını desteklediği anlaşılınca, Sultan’a isyan edenlere karşı adamlarını gönderdi. İbnü’l-Hocendî bunu duyunca oradan kaçtı. Halk onun medresesini yağma etti, kütüphanesini yaktı. Hocendî oğulları dağıldılar.

Sadruddin Muhammed ve kardeşi Cemalüddin Mahmud, Musul’a gittiler. Her iki kardeş daha sonra İsfahan’a dönmüşlerdi. Sultan bunları affetmiş, hilat giydirmişti.1

Sultan Mesud döneminde, yine Emir Abbas’ın Rey bölgesinde yönetimde olduğu zamanlarda, Belh’ten Celâlüddin lakaplı Hz. Ali soyundan saygın biri, hacca gitmek üzere Rey şehrine gelmişti. Seyyid Fahrüddin, bir grup Türk, Raziyüddin Ebû Said Verâmînî, Mekinüddin Ebu’l-Fahr Kummî, Kadı Zahiruddin, Ebu Nasr el-Hisencânî, Necibüddin Ebu’l-Mekârim gibi Rey’in tanınmış alimleri, eyalet sarayında bir araya gelmişlerdi. Horasanlı Seyyid Celalüddin ile Eşarî Ebu’l-Fezail el-Meşşât arasında geçen konuşmalar sonunda bir kez daha, “Allah’ın bilinmesinin (talim ve haber ile değil) akıl ve nazar ile olması” sonucuna varılmıştı2. Bu gelişmelerden sonra Kaz-vinliler, “Bağdad, İsfahan, Rey ve Hemedan’da Mutezile ve Şîa’nın (İ’tizâl ve Rafz) görüşleri benimsendi” demekteydiler. İnanç Atabek (ö. 565) döneminde3 Ebû Nasr el-Hisencânî, Kazvin’e gitmişti. Muzafferuddin’in (?) sarayında bir toplantı tertip edildi. Toplantıya emir, vezir, kadı, Sünnilerin reisi, diğer reisler, alimler ve ayan, havas ve avamın büyükleri katıldılar. Sonuçta Eş’arîlerin görüşünün batıl olduğu ve onların gö¬rüşleri ile Talimiyye’nin4 görüşlerinin benzer olduğu açıklandı. Bu durum halk arasın-da kargaşanın çıkmasına sebep oldu. el-Hisencanî, beş bin kişinin huzurunda Kazvin Camii’nde bu görüşleri anlattı, talim ve taklidin batıl olduğunu ortaya koydu.5
Bu dönemde Şafilerden bazıları Hanefî mezhebine girmişlerdi. Bunlardan biri Saveli Kadı Umdetüddin’dir.6 Aslında bu mezhep değiştirmeler sultan Mesud’dan önce de olmaktaydı. Örneğin Irak Selçukluları sultanı Mahmud’un zamanında, vaiz ve kadı Şafiî Ebu’l-Menâkıb Muhammed b. Abdürrezzak (ö.561), makam uğruna, Hanefî mezhebine geçmişti.7 Abdülcelil Kazvinî’nin ifadesi doğruysa, bu dönemde Eş’arîler, Türkler ile karşılaştıklarında “Sünnî Hanefiyim” diyerek takiyye yapmaktaydılar.8

Sultan Mesud döneminde, rüyetullah ve Kuran’ın kadim olduğu konularında Mu’tezile’yi de görüşlerinden vazgeçip, Sünnî görüşleri kabule zorladığı kaydedilmek¬tedir. Mesela Ebu’l-Futûh en-Nasrabadî ve Muhammed b. el-Haddad gibi Rey’deki Muteziler bu görüşleri kabule yanaşmamışlardı.9 Ancak onlara karşı muamele daha yumuşaktı. Bu görüşleri kabul etmeyen Mutezilîler zarar görmediler.10

VI. Sonuç

Büyük Selçukluların ilk Sultanı Tuğrul Bey zamanında olduğu gibi, sonraki sultanlar zamanında da Hanefî mezhebi desteklenmeye devam edilmiştir. Tuğrul Bey’den sonra bu durumun değiştiğine ve devletin Eş’arîliği resmileştirdiğine dair tespitler, tam ve tartışmasız olmayıp, tarihi gerçekleri de tam olarak yansıtmamaktadır. Selçuklu sultanlarının Hanefilere yönelik bu desteği, bazen, siyasî rekabetlerin de etkisiyle, mezhepler arasındaki dengeyi bozmuş, Eş’arîlerin aleyhine neticeler doğurmuştur. Son sultan Sencer’in bizzat kendisinin Hanefilere desteği bilinmekle birlikte, onun döneminde, kendisine bağlı olarak, Irak bölgesini yönetmekte olan yeğeni Mesud’un faaliyetleriyle, bu destek açıkça ortaya konmuştur. Bu da göstermektedir ki Selçuklu¬ların Hanefilere yönelik destekleri, ilk sultandan son sultana kadar devam etmiştir.


Son Notlar:

1 Yaşar Ocak, Türkler Türkiye ve İslam, İstanbul; İletişim yay., 1999, s. 40.
2 Ocak, a.g.e., s. 62 vd.
3 Marshall G. S. Hodgson, İslamın Serüveni: Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç Ve Tarih: Ateşli Silahlar İmparatorlukları Ve Modern Zamanlar trc. Alp Eker ve diğerleri, İstanbul : İz Yayıncılık, 1995, s. 38 vd.; Ahmet Güner, Büveyhîler’in Şiî-Sünnî Siyaseti, s. 184; Eymen Fuad Seyyid, ed-Devletü’l-Fatımiyye fî Mısr: tefsîr cedîd, Kahire: ed-Dârü’l-Mısriyyeti’l-Lübnanî, 1992, s. 54; Carter Vaughn Findley, The Turks in World History, Oxford : Oxford University Press, 2005, s. 69 (tercümesi: Dünya Tarihinde Türkler, çev.: Ayşen Anadol, İstanbul; 2006, s. 88).
4 M. Fuad Köprülü, Türk Tarih-i Dinîsi, (Yayına Haz. Metin Ergun), Ankara; Akçağ yay. 2005, s. 135, 6. dipnot.
5 İbn Kesir Tuğrul Bey’in Bağdat’a gelişinden sonra Şîî Büveyhoğulları Devleti’nin sonunu anlatırken “onlardan sonra ge¬len Selçuklular’ın Ehl-i Sünnet’e sevgi duyan ve kıymet veren bir kavim olduğuna” vurgu yapmaktadır. (öi^ ÂJ3J?UI S\ JSVI... ...f*_p3 ÛJ^JJJ f*Jjiljıs 4-*J <J*' jj^) İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihaye, Beyrut : Dâru’l-Kutübi’l-llmiyye, 1985, XII, s. 73; Seyfullah Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, s. 168; Süleyman Genç, “Tuğrul Bey Zamanında Selçuklu Abbâsi İlişkileri”, Türkler, Ankara; Yeni Türkiye Yayınlar ı, 2002, IV, (ss. 639-658) s. 643; aynı müellif, Fatımi-Abbasi-Selçuklu Münasebetleri ve Besasiri İsyanı, (Yayınlanmamış Doktora), Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, İzmir 1995, s. 126-8.
6 Zebihullah Safa, Tarih-i Edebiyat der İran, Tahran; Kitab-furuş-i İbn Sina, 1339/1960, II, s. 136-230 Safa’nın bu eserinin kendisi tarafından yapılan muhtasarı dilimize tercüme edilmiştir. İran Edebiyatı Tarih, çev. Hasan Almaz, İstanbul : Nüsha Yayınları, 2002. C. I, s. 134-38; Resul Caferiyan, eş-Şia fî İran : dirasatun tarihiyye mine’l-bidaye hatte’l-karni’t-tasi’ el-hicri, Arapçası: Ali Haşim el-Esedi, Meşhed, 1420, s. 201; Findley, The Turks in World History, s. 69 (tercümesi, s. 88); Ahmet Ocak, Selçukluların Dini Siyaseti, s. 45, 54, 63..

1 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk - İslam Medeniyeti, 8.b., İstanbul; Ötüken Neşriyat, 2003, s. 66-68; Meh¬met Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi : Kuruluş Devri, Ankara, 1979, s. 21; Ahmet Ocak, Selçuk¬luların Dini Siyaseti, İstanbul : Tarih ve Tabiat Vakfı, 2002, s. 34; Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA, X, s. 355.
2 Köymen, Kuruluş Devri, s. 21-22; Seyfullah Kara, Selçuklular’ın Dini Serüveni, s. 76; Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, İstanbul; İz Yayıncılık, 2007, s. 168-9.
3 Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri Boy Teşkilatı Destanlar, Ankara : Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, 1967, s. 62.
4 Aydın Usta, Şamanizmden Müslümanlığa Türklerin İslamlaşma Serüveni (Samaniler Devleti 874-1005), İstanbul, 2007, s. 453.
5 V.V. Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, haz. Hakkı Dursun Yıldız, Ankara; Türk Tarih Kurumu, 1990, s. 250.
6 Kara, Selçuklular’ın Dini Serüveni, s. 76; Seyfullah Kara, “Selçuklu Türkleri’nin Mezhepler Arası Barışı Sağlamaya Yaptıkları Katkılar”, s. 383, . krş. Yahya b. Hamza el-Vezne, Medînetu Merv ve’s-Selâcika hattâ Asri Sencer, Kahire : Mektebetü’s-Sekafeti’d-Diniyye, 2007/1428, s. 200.
7 el-Hüseynî, Ahbârü’d-Devleti’s-Selçukiyye, s.2.
8 Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, yay. haz. K.Y. Kopraman ve İsmail Aka, Ankara; Türk Tarih Kurumu, 2006, s. 89. Selçuklular’ın Hanefî mezhebinden olmalarında Sâmânîler’in tesiri için bkz. Hüseyn Emîn, “ed-Devletü’s-Sâmâniyye”, Mecelletü’l- Müerrîhi’l- Arabî, Bağdâd, 1980, sayı: 15, s. 7-22.
9 Ravendi, Rahatü’s-Sudur, s. 17-8; C.E. Boswort, “The Political and Daynastic History of the Iranian Worl (A.D. 1000-1217)” The Cambridge History of Iran 5: the Saljuq and Mongol, ed. John Andrew Boyle, Cambridge: Cambrid-ge University, 1968. s. 15; Resul Caferiyan, eş-Şia fî İran, s. 319.
10 Abdülmecid Ebü’l-Fütuh Bedevi, et-Târîhü’s-Siyâsî ve’l-Fikrî lil-Mezhebi’es-Sünnî fi’l-Meşriki’l-İslâmî mine’l-
Karni’l-Hâmis el-Hicrî hattâ Sukûtu Bağdât, Cidde: Alemü’l-Ma’rife, 1983, s. 9, 122, 128. Shahab Ahmed de Selçuklular’ı Hanefi ve Mâturîdî diye nitelemektedir. Bkz. “Mapping the World of a Scholar in Sixth/twelfth Century Bukhāra: Regional Tradition in Medieval Islamic Scholarship as Reflected in a Bibliography”, Journal of the American Oriental Society, Vol. 120, No. 1. (Jan. - Mar., 2000, ss. 24-43), s. 42.
1 Ahmet Ak, Büyük Türk Alimi Maturidi ve Mâturidilik, İstanbul, 2008, s. 31.
2 Ahmet Ak, a.g.e., s. 169.
3 Seyyid Murtaza Razi Tabsıratu’l-Avâm isimli eserinde, o dönemlerde Hanefiler’in itikatta beş gruba ayrıldığın ı
kaydetmektedir: Mutezile, Neccâriyye, Kerrâmiyye, Mürcie ve Cebriye. Râzî’ye göre Harezm halkı, furûda Hanefî,
usûlde Mutezilî’dir. Buharalılar ve çevresi, Kâşân yöresi, Naccârî-Hanefîler’dir. Gûr ve Sind Kerrâmileri’nden ba¬
zısı, Hanefîdir. Kufe, Bağdad ve çevresindeki Hanefiler, Ebû Hanife ve öğrencileri, Mürciî’dir. Horasan bölgesi,
Mâverâunnehr, Fergâna ve Türk beldeleri Hanefileri, Cebrî’dir. Seyit Murtaza b. Dai Razi, Tabsiratu’l-Avam fi Mari¬
feti Makalati’l-Enam, nşr. Abbas İkbal, Tahran 1364, s. 91; Safa, Tarih-i Edebiyat der İran, s. 145.
4 Abdülcelil Kazvini, Kitabü’n-Nakz, nşr. Seyyid Celaleddin Hüsey Urmevi, [y.y.] : Payan, 1331h.ş./1952, s. 74, 492.
(Caj>ûı f Jj3 j tl>^3İ jJ lilk» JjİJ 4İua. ^j| c-ıAİ» Jji. b l#J^ W tAi3" W Cu'^ Lr^J5 ** ^*i 4* JJ»İJ* Aıîlj tjü* J^İJ ) .
5 Madelung’a göre, Abdulcelil Kazvini “Ebu Hanife’nin sadece fıkhi görüş ve uygulamalarına tabi olan Kerrâmiyye, Mutezile ve Neccariyye’nin tersine, usûlu’d-dîn ve furûu’ş-şeri’ada bir sınırlamaya gitmeksizin, Ebû Hanife’nin görüş¬lerine tabi olan Hanefiler’den bahsederken, Maturidiliği kasdetmektedir”. Wilferd Madelung, “Mâturîdiliğin Yayılışı ve Türkler”, (Çev.: Muzaffer Tan), İmam Maturidi ve Maturidilik, (yay. haz. Sönmez Kutlu), Ankara, 2003, s. 319.
6 Abdülcelil Kazvini, Kitabü’n-Nakz, s. 493.
7 Bu genellemeyi bir yerde “çoğu zaman” kaydıyla, bazen de kayıt koymadan ifade etmektedir. Mikâil Bayram, “Da-nişmend Oğulları’nın Dinî ve Millî Siyaseti”, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Sayı: 18 (Güz 2005), Konya 2005, s. 131-147. http://www.turkiyat.selcuk.edu.tr/pdfde ... bayram.pdf 4 Mayıs 2007. s. 133 (dipnot), 141.
8 Fuat Köprülü’ye göre Selçuklular, Hanefiliği o kadar kuvvet ve kanaat ile kabul etmişlerdi ki, bu temayül, İslam ara¬sındaki ayrılığın ve Rafızîlik ve İ’tizal’in umumileşmesine engel oluyordu. (Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mu-tasavvıflar, 4.bs. Ankara 1981, s.18-9). Köprülünün bu ifadelerine atıfla, Erdoğan Mursel, Maturidiliğin Anadolu’ya Gelişi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, Ankara, 2006, s. 38.
1 İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, thk: Muhammed Abdülkadir Ata ve Mustafa Abdülkadir Ata, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1412/1992, XV, s. 340; lbnü’1-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, thk: Muhammed Yusuf ed-Dakkak, Beyrut;Daru’l-Kutubi’l-llmiyye, 1987, VIII, s. 481; İbn Asâkir, Tebyinu Kezibi’l-Müfteri Fima Nusibe İle’l-İmam Ebi’l-Hasan el-Eş’arî, 3. bs., Beyrut : Dârü’l-Kitâbi’l-Arabi, 1984 s. 108; es-Subkî, Tabakâtu’ ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ, tah. A.M.el-Hulv-M.M. et-Tenâhî, Mısır 1965, III, s. 389; İbn Tağrıberdi, en-Nücûmu’z-Zâhire, Kahire; Daru’l-Mektebeti’l-Mısriyye, 1353/1935, V, s. 54; Mevlüt Özler, “Tuğrul Bey Dönemi Düşünce Hayatında Entelektüel Bir Kriz: Ehl-i Bid’at’e Lanet kampanyası”, I. Uluslar Arası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi, (11-13 Ekim 2000, Konya Selçuk Üniversitesi), II, Konya 2001, s. 171-180; Mehmed Şerefeddin, “Selçûkîler Devrinde Mezâhib”, Yay. Haz. Seyit Bahçıvan, Marife, yıl 2, sayı. 2, (Güz 2002), Konya 2002, s. 265-276. (Makalenin aslı için Türkiyat Mecmuası, İstanbul 1925.1. cild. Ağustos 1925. s. 101-118.).
2 Wilferd Madelung, “Mâturîdiliğin Yayılışı ve Türkler”, s. 317, 32a. dipnot.
3 Bu alimlerden biri olan İmamü’l-Harameyn el-Ceveynî’nin (ö. 478/1085) yaşadıkları ve olayla ilgili detaylar için bkz. Muhammed ez-Zuhaylî, el-İmâm el-Cüveynî, 2.b., Dımaşk (Şam): Daru’l-Kalem, 1412/1992, s. 69-71.
4 Ebü’l-Kâsım el-Kuşeyri, Risâletu Şikayeti Ehlis-Sünne bi-Mânâlehum Minel-Mihne, (er-Resailü’l-kuşeyriyye için¬de), thk. Muhammed Hasan, Karaçi: el-Mahedü’l-Merkezi li’l-Ebhasi’l-lslâmiyye, 1964, s. 1-49.
5 Mikail Bayram, a.g.m., s. 137.
6 lbnü’1-Esir, el-Kâmil fi ’t-Târih, thk: Muhammed Yusuf ed-Dakkak, Beyrut; Daru’l-Kutubi’l-llmiyye, 1987, VIII, s. 481.
7 Mehmed Şerefeddin, “Selçûkîler Devrinde Mezâhib”, s. 267; Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, s. 283.
8 Zekeriyyâ Kazvini (ö. 682/1283), Âsârü’l-Bilâd’ ı nda “Tuğrul Bey’in Mu’tezilî olduğunu” ifade etmektedir (j/l
(Âsârü’l-Bilâd ve Ahbâru’l-İbâd, Beyrut : Daru Sadır, [t.y.] “Kundur” ve “Nisabur” maddeleri s. 447, 474). Ancak onun bu ifadesinde, ayrıca “veziri Kundurî’nin Rafızî olduğunun” yer alması, akla bazı şüpheler getirmektedir. Çünkü İbnü’l-Esir’in (ö. 630/1233) verdiği bilgilere göre, vezir Kundurî, Horasan mimberlerinde Râfızîler’e lanet okumak için Sultan’dan izin istemiş, izin verilince, bu uygulamanın içine Eşarileri de katarak, onlara da lanet okutmuştur (lbnü’1-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, thk: Muhammed Yusuf ed-Dakkak, Beyrut; Daru’l-Kutubi’l-llmiyye, 1987, VIII, s. 365). Kundurî eğer Rafızî ise kendi mezhebini lanetlemek istemesi çelişkili bir durumdur. Krş. Ahmet Ocak, Selçuklu¬ların Dini Siyaseti, s. 86; Resul Caferiyan, eş-Şia fî İran, s. 308. Tuğrul Bey’in Mutezilî olduğu tezini, Mikail Bayram (adı geçen makalede) detaylı bir şekilde ele alıp incelemiştir. Bayram, Kazvinî’nin yukarıdaki ifadesinden hiç söz etmemektedir. O, bu konuda Tuğrul Bey’in aldığı eğitimin etkili olduğunu vurgulamaktadır.
9 M.Abdulhayy, «Eş’arîlik», İslam Düşüncesi Tarihi, edit. M. M. Şerif, çev. Ahmet Ünal, İstanbul, 1990, I, s. 276;
Ash’arism by M. Abdul Hye, http://www.muslimphilosophy.com/hmp/14.htm 30 Mayis 2007; Kara, Büyük Selçuklu¬
lar ve Mezhep Kavgaları, s. 169.
10 İbn Asâkir, Tebyinu Kezibi’l-Müfteri, s. 108 (Lû" U^ jlLUl jt£j) ; es-Subkî, Tabakâtu’ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ, III, s.
389 (-i^ LiJ^ l^j j^j tAs^JI lAJji-L jlkLJI). Krş. Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, s. 169.

1 Yahya b. Hamza el-Vezne, Medînetu Merv ve’s-Selâcika hattâ Asri Sencer, Kahire: Mektebetü’s-Sekafeti’d-Diniyye, 2007/1428, s. 201.
2 Mikail Bayram, a.g.m., s. 137.
3 ( ...LŞÜI ^.JJJI ^j IZJJİ liliiSj l^jij IL^I ^Liil LJU^.1 ^JC JJSJ jî l^ıâ i=^) İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, IX, s. 66;
Beşşâr Avvâd, “Medârisu’l-Irâk fi’l-Asri’l-Abbâsî”, Hadâratu’l-Irâk, Bağdat, 1985, VIII, s. 70; Abdülkerim Özaydın,
“Nizâmiye Medresesi”, DİA, XXXIII, s. 188-91; Ahmet Ocak, Selçukluların Dini Siyaseti, s. 75; Ferhat Koca, “Sel¬
çukluların İslâm Hukuk Mezheplerine Bakışı”, s. 29-52.
4 Ali Şabbi, eş-Şia fî İran, Tunus, 1980, s. 143.
5 Sönmez Kutlu, “Bilinmeyen Yönleriyle Türk Bilgini: İmâm Mâturîdî”, Dinî Araştırmalar, Cilt:5, Sayı: 15, Ankara Ocak-Nisan 2003, s. 26, 27.
6 Nizamülmülk, Siyasetname, trc. Mehmet Altay Köymen, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1999, s. 69. (çev. çev. Nuret¬tin Bayburtlugil, İstanbul: Dergah yay., 2006, s. 117.); krş. Madelung, “Mâturîdiliğin Yayılışı ve Türkler”, s. 325.
7 Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi: Alp Arslan ve Zamanı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2001, s. 480-1.

1 İbnü’1-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, thk: Muhammed Yusuf ed-Dakkak, Beyrut; Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1987, VIII, s. 388; Ahmet Ocak, Selçukluların Dini Siyaseti, s. 63.
2 Bugünkü maliye bakanlığına tekabül eden İstifâ divanın başındaki kişiye “müstevfî” denilmekteydi. Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s. 185.
3 İbnü’l-Cevzi, el-Muntazam, XVI, s. 100-1; İbnü’1-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, VIII, s. 380 / Tercümesi, X, s. 63; Köy-men, Alp Arslan ve Zamanı, s. 201-2.
4 Hocaları ve diğer detaylar için bkz. Beşşâr Avvâd, “Medârisu’l-Irâk fi’l-Asri’l-Abbâsî”, Hadâratu’l-Irâk, Bağdat, 1985, VIII, s. 68 vd.
5 Muhammed b. Mahmud, Selçuk-Nâme, haz. Erdoğan Merçil, İstnbul; Tercüman 1001 Temel Eser, 1977, II, s. 20, 22. krş. Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, s. 172; Ferhat Koca, “Selçukluların İslâm Hukuk Mezheplerine Bakışı”, s. 30.
6 Ravendi, Rahatü’s-Sudur ve Ayetü’s-Surur; trc. Ahmet Ateş, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1957. 1. c. s. 18; Abdülme-cid Bedevi, et-Târîhü’s-Siyâsî ve’l-Fikrî lil-Mezhebi’es-Sünnî, s. 137.
7 Ferhat Koca, “Selçukluların İslâm Hukuk Mezheplerine Bakışı”, s. 32.
8 Ravendi, Rahatü’s-Sudur ve Ayetü’s-Surur, 1. c. s. 18; Abdülmecid Bedevi, et-Târîhü’s-Siyâsî ve’l-Fikrî lil-
Mezhebi’es-Sünnî, s. 137.
9 Ata Melik Cüveyni, Tarih-i Cihangüşa, trc. Mürsel Öztürk, Ankara; Kültür Bakanlığı Yay., 1999, s. 534.

1 Mehmed Şerefeddin, “Sencer ve Gazali”, Darulfunun İlahiyat Fakültesi Mecmuası, İstanbul, 1341/1925, sayı:1, s. 39-57; Abdurrahman Acar, Selçuklu Sultanı Sencer`in Din Siyaseti: Abbasi Halifeliği ve İsmaililerle İlişkileri, (Ba¬sılmamış Doktora), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1997, s. 74-6; İbrahim Agah Çubukçu, “Gazalî ve Siyaset”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, yıl:1961, Cilt: IX, 1962 Ankara, s. 121-30; Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s. 225, 333-4.
2 Madelung, “Mâturîdiliğin Yayılışı ve Türkler”, s. 324-5, 332; krş. Ferhat Koca, “Selçukluların İslâm Hukuk Mez¬heplerine Bakışı”, I. Uluslar Arası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi, (11-13 Ekim 2000, Konya Selçuk Üniver¬sitesi), II, Konya 2001, s. 29-52.; Ahmet Ocak, Selçukluların Dini Siyaseti, s. 64.
3 Mes’ud b. Muhammed b. Melikşah .
4 İbnü’l-Cevzi, el-Muntazam, XVIII, s. 26; Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi : İkinci İmparatorluk Devri, Ankara : Türk Tarih Kurumu, 1991, s. 334, 387.
5 Kaynağımız Şiî Abdülcelil Kazvinî, bu konuları, Eşariler ile Hasan Sabbah’ın geliştirdiği Ta’lîm görüşünü benimse¬yenlerin prensiplerinin birbirlerine benzediklerini işlerken ele almaktadır. (Kitabü’n-Nakz, s. 487).

6 Kaynağımız Şiî Abdülcelil Kazvinî, Eşariler yerine “Mücebbire” ifadesi kullanmaktadır (Kitabü’n-Nakz, s. 487). Abdülcelil Kazvini, Ebu’l-Hasan el-Eşarî’yi, Cebr mezhebinin kurucusu (j#?- v*^1 j^lj ) olarak nitelenmesinden (Kitabü’n-Nakz, s. 158) biliyoruz ki o, Mücebbire ifadesini çoğu yerde Eşarîler için kullanmaktadır.
7 Kitabü’n-Nakz, s. 107. Başka bir yerdeki kayıtlara göre (Hasan Sabbah’ın ta’lîm görüşünü benimsemiş olan milhid-lerin ve onlarla, bu konularda, benzer görüşleri savunan) Eşariler’in şu görüşleri ele alınmıştır (1) Allah’ın bilinmesinin (marifet) peygamberin bildirmesi ile olabileceği, bu konuda “akıl” ve “nazar”ın kabul edilmeyeceği, (2) “hüsün” ve “kubuh”un şeriat ve peygamberin kavli ile bilinebileceğini, bu konuda akıl ve nazarın geçersiz olduğu, (3) peygamberin daveti olmaması durumunda akıl ile hiçbir şeyin bilinemeyeceği ve sorumluluğun olamayacağı, bu hususta akıl ve nazarın bir etkinliğinin olamayacağı. Kitabü’n-Nakz, s. 485-6.

1 Takiyye hakkında daha geniş bilgi için bkz. Mehmet Dalkılıç, “Eleştirel Açıdan Bir Kimlik ve İnanç Örtüsü Olarak Takiyye”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı, 7, yıl: 2004, s. 118-139; a.mlf., Şia, Havaric ve Ehl-i Sünnet’te Takıyye, (Yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992.
2 Kitabü’n-Nakz, s. 486.
3 Madelung, “Mâturîdiliğin Yayılışı ve Türkler”, s. 329-30.
4 Ebû Muhammed Muhyiddin Abdülkadir b. Muhammed el-Kureşi, el-Cevâhiru’l-Muzıyye, thk. Abdülfettah Muham-med el-Hulv, 2. bs., el-Hecr, 1413/1993, II, s. 81.

5 Sultan Mesud’a muhalif güçlerle birlikte, birçok defa isyanlara karışan Abbas, Bağdat’ta Mesud’un emriyle öl-dürülmüştür. İbnü’1-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, C:IX, s. 343-4; İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihaye, C.XII, s. 237, 538; Bündari, Zübde, s. 196.
6 Kitabü’n-Nakz, s. 486, 487.
7 Sultan Mesud, Azerbeycan bölgesine hakim olan Karasungur’un tehdidiyle kendi vezirini öldürüp (533/1138)
başını Karasungur’a göndermiş ve Karasungur’un veziri İzzülmülk’ü kendisine vezir edinmiştir. Köymen, İkinci İm-
paratorluk Devri, s. 385.
8 Abdülcelil Kazvini, Kitabü’n-Nakz, s. 486.
9 Kitabü’n-Nakz, s. 106, 486; Bündarî, Zübde, s. 178.

10 Kitabü’n-Nakz, s. 487. Bundarî de bu isimleri vererek şunları kaydetmektedir: Askeri, sandalye ve tahtaları ellerinde tutan habeşî hadım(ağa)lara gelince, bunlar, Şafilere karşı düşmanlık besleyen bir cemaattirler. Bunların büyükleri ve ak-sakallıları Necmüddin Reşid, Candar Cemalüddin İkbal, Şerefüddin Gird Bazu ve Mesud el-Bilalî, rütbece bunlardan dün olanları ise, İmadüddin Savab, Şemsüddin Kafur, Eminüddin Ferec ed-Devevî ve emsalidir. Bunar Şafilere yaptıkları eza ve cefalarla, Allah’a takarrub ederlerdi. Bütün memlekette Şafileri, her çeşit belaya uğrattılar. Şafileri sürdüler ve memle¬ketlerden uzaklaştırdılar. Şafi mezhebini körletmek istediler. Fakat bu mezhep daha yüksek bir surette meydana çıktı. Bu mezhebin nurunu öçürmek (silmek) istediler, Allah onun nurunu daha ziyade artırdı. Her yerde, mezhep reislerini nekbete uğrattılar. Şafiî mezhebi rüesasına yapacaklarını geri bırakmadılar. (Zübde, 177-8).
11 Kitabü’n-Nakz, s. 486, 487.

1 İbnü’l-Cevzi, el-Muntazam fî Tarihi’l-Müluk ve’l-Ümem, tahkik Muhammed Abdülkadir Ahmed Ata, Mustafa Ab-dülkadir Ata, Beyrut : Dârü’l-Kütübi’l-llmiyye, 1992, XVIII, s. 31. (L£J Vj b*iLî jS JJSJJ JJJJI JC IJ^Ş. ^J»J;VI Û*1J jt£j W""1 L£" VJ y^ jSj yj3" <jS Vj Uü^ cj£j Uj*iil). ; ez-Zehebî, Siyeru ‘Alâmi’n-Nübelâ’, XX, s. 141; Sıbt, Mir’âtü’z-Zemân, (8/1) s. 187; Madelung, “Mâturîdiliğin Yayılışı ve Türkler”, s. 326 vd.
2 İbnü’l-Cevzi, el-Muntazam, XVIII, s. 32; ez-Zehebî, Siyeru Alâmi’n-Nübelâ’, XX, s. 141; es-Subkî, Tabakâtu’ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ, VI, s. 77; Bündarî, Zübde, s. 178.
3 Kitabü’n-Nakz, s. 486.
4 İbnü’l-Cevzi, el-Muntazam, XVIII, s. 32.
5 İbnü’l-Cevzi, el-Muntazam, XVIII, s. 79; Madelung, 330, 68. dipnot.
6 Kitabü’n-Nakz, s. 486.
7 Madelung, “Mâturîdiliğin Yayılışı ve Türkler”, s. 327, 59. dipnot.
8 Kitabü’n-Nakz, s. 487.
9 Madelung, “Mâturîdiliğin Yayılışı ve Türkler”, s. 329.

10 Bündari, Zübde, s. 199.
11 el-Hüseyni, Ahbârü’d-Devleti’s-Selçukiyye, terc. Necati Lügal, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1999, s. 83.

1 Bündari, Zübde, s. 201-2.
2 Kitabü’n-Nakz, s. 487-8.
3 Sencer’in memlüklerindendi. Oğuz fitnesi (548/1153) çıktığında kaçıp Rey şehrine gelmiş ve şehri istila etmişti. İbnü’1-Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, IX, s. 389.
4 Hasan Sabbah’ın Allah’ın bilinmesinin ancak imamın öğretmesi (ta’lîm) ile olacağı görüşünü benimseyenlere veri¬len isim. Bkz. eş-Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, Beyrut: Dâru’l-Marife, 1998, s. 232-5.
5 Kitabü’n-Nakz, s. 488-9.
6 Bundarî, Zübde, s. 178.
7 el-Kureşi, el-Cevâhiru’l-Muzıyye, III, s. 226.
8 Abdülcelil Kazvini, Kitabü’n-Nakz, s. 101, 496.
9 Abdülcelil Kazvini, Kitabü’n-Nakz, s. 52.
10 Madelung, “Mâturîdiliğin Yayılışı ve Türkler”, s. 69.

s.164-175


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 4 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye