Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Türk Tarihinde Din-Devlet İlişkileri
MesajGönderilme zamanı: 03.03.10, 11:22 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
Türk Tarihinde Din-Devlet İlişkileri

"Aslında Türk Ulusu-Laik Bir Ulustu"

İklil KURBAN

iklil_kurban@yahoo.com

Atatürk ilkelerinden ulusçuluk, cumhuriyetçilik ve laiklik ilkelerinin Fransız Devriminden kaynaklandığı söylenir. Bilhassa laiklik ilkesinin Avrupa kökenli olup, biz Türkler için bu ilkenin uygulanmasını taklitçilik diyenler, hatta “Laik Kültür Devriminin Türkiye’de 100 yıllık çöküntüye yol açtığını” yazan profesör bile olmuştur (Güvenç 1994: 261). Oysa laikliğin biz Türkler için hiç de yeni ve yabancı unsur olmadığı, Avrupa’dan da alınmadığı, belki tarihimizin derinliklerinden günümüze kadar sürüp gelen geleneklerimiz içinde bulunan kendi malımız olduğu bilinmektedir. Uzak geçmişimizdeki başarılarımızın kaynağı-ulusal gücümüz ve akılcı yönetimimiz olduğu elbette inkar edilemez.
İslamiyet’ten önceki Türk devletlerinde hanlar dini reis sıfatını taşımamışlardır. Orta Asya Türklerinin İslamiyet’ten önceki dini olan “Şamanizm” evrenin yaratıcısı olarak bir Tanrı’nın varlığını kabul eden dinlerdendir. Bu dinin ruhanilerine “kam” deniyordu. Kamlar devlet işlerine karışmıyordu. Eski devlet yönetimimizdeki bu serbestlik, karşılaştığı her dine, her inanca hoşgörü ile bakmak gibi geleneğimizin oluşmasına sebep olmuştur. Böylece Moğollar ve Türkler inançlarından dolayı insanları cezalandırmamışlardır (Ligeti 1986: 298–306).
Örneğin, öğrenmeyi çok seven, geniş fikirli, ünlü devlet adamı Kubilay’ın (1214–1294), hemen hemen bütün Asya’yı kapsayan Büyük Moğol İmparatorluğunu bir elden yönettiği 35 yıllık hükümdarlık devri, Moğol tarihinin en şanlı devridir. (Howorth 1876: 251–252). Kubilay 80 yıllık ömrünün sonuna kadar Çin’de yaşasa bile, babası Tuluy ve dedesi Cengiz gibi bütünüyle ulusuna bağlı kalır. Atalarının hatırasını anmak üzere Cengiz’in babası Yesukey’den başlayarak, bunların adına tapınaklar yaptırır. Bir ekip kurarak, Moğol İmparatorluğunun tarihini yazdırır (Howorth 1876: 223–224). Onun bu bilginliğinden, ulusçuluğundan kaynaklanmış dinler hakkındaki tutumu da dikkate değerdir. O, bütün dinlere eşit muamele ederek, her dinin büyük törenlerine katılırmış. İsa, Muhammed, Musa ve Şakyamoni veya Buda’dan ibaret dünyanın bu dört büyük peygamberlerinin hepsi için dua edermiş. Kubilay büyük dinlere böyle saygı göstermekle beraber, dünyevilikten uzaklaşmayı, zevklerden el çekmeyi teşebbüs eden bir tarikatın bütün kitaplarının yakılmasını 1281 yılında emretmiştir (Howorth 1876: 213). Kubilay’ın dinler hakkındaki bu tutumu, Timur oğullarından Hindistan padişahı Ekber tarafından geliştirilmiş halde devam ettirilmiştir.
Arapların 100 yıllık (651–751) bir işgal eylemi sonucu zorla kabul ettiğimiz (Almas: 1989: 441) İslamiyetten sonra, İslam dininin yapısından kaynaklanmış birçok sorunlar devlet yönetimimizde kendini ağır bir şekilde hissettirmiştir. İslamiyet son din olarak doğmuş, Şamanizm’e de, Hıristiyanlık’a da, benzemeyen değişik yapıya sahipti. İslam dini, sadece gönül huzurunu temin etmekten ibaret ahirete özgü basit bir inanç değildi. Bu din, Tanrı bilimi ve ahlak dışında, devlet idaresi, hukuk, siyaset ve toplumla ilgili bütün konulara müdahale ettiği için, Türk tarihinde her zaman çağdaşlaşmak için girişilen yeniliklerin karşısında güçlü bir engel oluşturabilmiştir (Atatürkçü Düşünce 1992: 157). Bu engelleri aşmak için neler yapılmıştı? İşte bu soruyu yanıtlamak için, Türk ulusunun tarihindeki “laiklik”in seyrine kısaca bir göz atalım.
Büyük Timur (1336–1405) döneminde ortaya çıkan, akıl ve bilimin üstünlüğüne özgü fikirler hakkında Zeki Velidi Togan şunları yazmaktadır: “On dördüncü yüzyılda tarih felsefesi ve içtimaiyet ile uğraşan bilginlerin yalnız Akdeniz ve İspanya sahasında yetişen İbni Haldun gibi Batılı İslam bilginlerine özgü olarak kalmadığını, bu fikrin aynı Timur zamanında Semerkant’a gelmiş olduğunu, 1913 kışın Buhara kütüphanelerindeki yazma eserleri araştırırken öğrenmiştim. Bu eser, İbni Haldun’un çağdaşı olduğu halde, onu görmeden aynı felsefi fikirlere vasıl olan Şems İçi’nin eseri idi. Timur zamanında ve onun emriyle tarih felsefesine, Türk kanun ve devlet yönetimi sistemlerine tahsis edilerek yazılan ve Timur’a takdim olunan “Tuhfa” (hediye) adındaki bu büyük eseri, ben ancak İstanbul’a geldikten sonra, Yeni Cami kütüphanesinde buldum. “Şeriat” yerine “Yasa”ya ve “din” karşısında “riyazi bilimlerin sonuçlarına” ön verilmek gerektiğinden bahseden bu eserden, bu sohbet esnasında Atatürk’e de bahsetmiştim. O da, “Yaman bir Türk bu Timur” dedi” (Togan 1969: 125). Evet, Timur yalnız bilime önem veren bir hükümdar değildi, o aynı zamanda kendisi de iyi bir tarihçi idi (Barthold 1930: 20).
Timur’un Şam’da iken, imamlık için Mutezileleri tercih etmesi dikkat çekicidir. Çünkü Mutezile “kader” tanımaz, cenneti, cehennemi, vahiyi kabul etmez. Bu yüzden Şamlılar, Timur gittikten sonra onu “kafir” ilan ederler (Togan 1969: 98). Bilhassa Timur’un Anadolu’da iken, gelenekleri Türk kültüründen kaynaklanmış, şeriatın değişmez sert hükümlerine karşı, inanç ve ibadetleri daha milli, daha esnek olan Alevileri desteklemesi, Aleviliğin canlanmasına yol açması, Türklük açısından önemli bir olaydır (Şaylan, Cumhuriyet Gazetesi: 09.05.1990). Atatürk Devrimlerine Alevilerin candan destek olması elbette boşuna değildir (Ozankaya 1995: 247). Burada, ulusal şuur ile laik düşün yapısının birbirini tamamlayıcı bir bütünlüğün ikiz unsuru olduğunu vurgulamak isterim.
Müspet bilimlerin hükmünün devamlı kalıcılığına inanan ve İslam dünyasında tek bilgin hükümdar olan Uluğ Bey, devlet yönetiminde dedesi Timur’u taklit etmiş olup, Onun yasayı iyi bilen Moğol beylerinden Duğlat Hudaydat’ı getirerek, kendisinden yasanın kaidelerini öğrenmek istediği bilinmektedir (Aka 1991: 106). Uluğ Bey zamanında gözlemevine bağlı olarak kurulmuş Semerkant Medresesinde matematik ve astronomi sahalarına özgü birçok müderrisin çalıştığı bilinmektedir (Soyalı 1960: 21). İşte Uluğ Beyin bu bilim aşkı, sonunda Onun başına büyük felaketler getirecek olan hocaları ağır derecede öfkelendirir. Tarih boyunca ve her zaman, akla dayanan bilimin karşısına çıkan, imana dayanan, imanı akıldan üstün tutan dinci görüşler, Uluğ Bey döneminde de görevini yapar. Din adamlarının yoğun çabasıyla Uluğ Beye karşı cephe hazırlanır ve öldürülür. Uluğ Beyin öğrencisi Ali Kuşçu, efendisinin bu feci sonundan üzülerek, İstanbul’a gider ve Ayasofya medresesinin müderrisliğini yapar.
Uluğ Beyin öldürülmesi, geçici de olsa, dinin bilim üstündeki galebesini sağlar. Uluğ Beyin yerine geçen büyük oğlu Abdullatif, bu zaferden hemen sonra, “Şeriat hükümlerinin gerektiğini yapacağım, Şeriat kaidelerine babam ile oğlum hilaflık ederse, onlara bile acımam” diye, (Sayrami 1986: 106. izah) kendisinin din ve hocalar önündeki tutumunu açıklar. Uluğ Beyin öldürülmesiyle beraber, Timurlu Rönesansı olarak bilinen akılcılık da, Timurluların şevketli devri de biter. Büyük Timur’un yasaya bağlılığının yerine, oğlu Şahruh’un dindarlığı yerleşir (Aka 1994: 118). Uluğ Beyin bilime düşkünlüğünün yerine, oğlu Abdullatif’in Şeriatçılığı yerleşir. Böylece Türkistan’ın karanlık geleceğinin habercisi olan hocalar, toplumun her sahasında ve siyasi iktidarda kendilerini hissettirmeye başlarlar. İslam dini Türk ulusunun ulusal bağlarını gevşetir; ulusal duygularını, ulusal heyecanını uyuşturur (Ozankaya 1995: 323). Timurluların başına gelen bu gerileme olayı, zaman zaman tarihin tekerrür edebileceğinin işaretini vermektedir. Bugün Türkiye’mizde cereyan eden laiklik ilkesi üzerindeki oyunlar Uluğ Bey dönemini hatırlatmaktadır. Tarihimizde çöküntüye yol açan o acı olayları, bilimsel zihniyetten yoksun sözde tarihçiler, İslam’ın doğru uygulanmamasının sonucu olarak değerlendirip, İslam gerçeğini örtbas etmeye çalışmışlardır. Bu konuda Büyük Atatürk bir tarih filozofu gibi şu ünlü sözünü söylemiştir: “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtıcı bir nitelik alır” (Ozankaya 1995: 22). Evet, Atatürk’ün dediği gibi, kendi çöküntülerinin sırrını bilemedikleri için İslam dünyası şaşkındır.
Avrupa’da Engizisyon’un “Dünya dönüyor” dediği için Bruno’yu (1548-1600) ateşe vermiş olduğu olay ile, müspet bilimlere ve Türk yasalarına önem verdiği için hocalar tarafından öldürülen Uluğ Bey (1394-1449) faciası arasındaki benzerlik düşünüldüğünde, o zaman Türkistan’ın Avrupa’dan 150 yıl ileride olduğu anlaşılmaktadır. Türkistan’da Timurluların çökmesi, zaman, mekan ve şartların, bilim ve sanat ile uğraşan Timurlular için uygunsuz, din ve tasavvuf ile uğraşan hocalar için uygun olmasından ileri gelmektedir. Denizden uzak kapalı bir coğrafya, gelişmeye karşı kapalı rejimleri doğurmuş-korumuş, böylece bilimin barınamadığı ortamda hile-yalan devreye girmiş ve at oynatmıştır.
Büyük Timur’un yedinci kuşaktan torunu olan Hindistan padişahı Ekber’in (1542-1605), hocalara atıfta bulunarak, “Allah’a tapmak iddiasında bulunanların ekserisi kendi emellerine taparlar” (Bayur 1938: 147) demesi boşuna değildir. Ekber atalarından kalmış Hindistan’daki Türk devletini ayakta tutabilmek için giriştiği ıslahatlarında en büyük zorluğu bu hırslı hocalardan görmüştür. Türklüğün yetiştirdiği en yüksek uz kişilerden olan Ekber, din ve hocaları iyi anlayan, onlara karşı devrim girişiminde bulunan ilk Türk padişahıdır. Onun amacı, dini temellere dayanan ve dolayısıyla türlü dinlerden, onlar için başka başka olan birçok kanunlar yerine, herkesçe uyulması gereken ve dini esaslardan ayrılan laik-özde kanunlar yapıp, halk arasında eşitliği sağlamaktır (Bayur 1987a: 75–76).
Burada yeri iken, misyonerlerin Ekber hakkındaki bir yazısını sunayım:
“Ekber bir Müslüman değildir ve her inan şekli hakkında şüphelidir; kuvvetle iddia ediyor ki, Allah tarafından tespit edilmiş bir inan şekli yoktur. Zira bunların her birinde akıl ve mantığına mugayir bir şey bulunuyor ve öyle zannediyor ki, akıl ve mantık her şeyi kavrayabilir. Mamafih bazı zamanlar hiçbir inan İncil kadar üzerinde tesir bırakmadığını kabul ediyor ve bir adamın bunu hakiki ve diğer inanlara faik edecek kadar ileri gittiği vakit onu kabule hazır olduğunu söylüyor. Sarayda bazıları o bir putperesttir ve güneşe tapar, diğerleri Hıristiyan’dır, daha başkaları yeni din kurmak niyetindedir, diyorlar. Halk içinde de imparator hakkında muhtelif fikirler vardır: Bazıları Onu Hıristiyan, bazıları putperest ve bazıları Müslüman addediyorlar. Mamafih en akıllıları Onu ne Hıristiyan, ne putperest, ne de Müslüman olduğunu iddia ediyorlar ve işin en doğrusunun bu olduğuna kanidirler; veya zannediyorlar ki, O halkın teveccühünü kazanmak için zahiren her dine uyan bir Müslüman’dır” (Bayur 1938: 160).
Ekber’in ortaya koyduğu yeniliklerden bazı örnekler:
1.Bir kadından fazla evlilik yasaklanır.
2.Akraba evliliği yasaklanır.
3.Herkesin beğendiği dine girmesine ve her din mensuplarının istedikleri gibi ibadet evi yaptırmalarına izin verilir.
4.Eğitimde ahlak ve bilime önem verilir.
5.Faizle borç para verilmesine müsaade edilir.
6.Şarap satma ve içmeye müsaade edilir (Bayur 1938: 177–179).
Büyük Timur’un onuncu kuşaktan, Ekber’in üçüncü kuşaktan torunu olan ve Hindistan’da bir yüzyıl kadar yaşayıp, yarım yüzyıl saltanat sürmüş olan Alemgir’in (1618–1658–1707) seyitler hakkındaki şu vasiyeti dikkate değerdir:
“Barha seyitlerine karşı, peygamber soyundan olmaları dolayısıyla, Kuran ayetleri gereğince saygı gösterilmesi, fakat onlara ihtiyatlı davranılması, içten onlarla sevişilmesi, fakat durumlarının yükseltilmemesi, çünkü üstün ortak olurlar, hatta ülkeyi isterler. Eğer azıcık dizgin bırakılırsa pişman olunur” (Bayur 1987a: 317).
On altıncı yüzyıl başlarında çağ değişir, müspet bilimler gelişir. Moğol’u ve Türk’ü coşturan atın hızı deniz kıyılarında kesilir. Avrupalılar gemi ve pusula ile okyanus ötesindeki bilinmeyen karalara gider. Karalar Çağı (Orta Çağ) kapanır, Deniz Çağı (Yeni Çağ) başlar. Karalar Çağı kapanınca, Türkistan da karalar okyanusundaki rolünü kaybetmeye başlar. Artık Türk’ün de karadaki fatihlik çağı yavaş yavaş kapanır. Dünyamız, denizci yeni fatihler tarafından işgal edilir. Hem coğrafi, hem dini nedenlerden dolayı çağa ayak uydurmada zorlanan Türkistan Türklüğünün ağır bir şekilde sarsılmasından sonra, Türk hükümdarlarında hocaların manevi liderliğine sığınma, onlara mürit olma gibi bir tutum, genel bir olay olarak Türk tarihinde karşımıza çıkmaktadır (Dughlat 1972: 213). Bu durum deprem sırasında ne yapacağını bilemeden şaşıran ve depremin sırrını da bilemeyen zavallı insanların korkunç halini hatırlatmaktadır. Devlet yönetimimizdeki dinin ve mürşitlerin egemenliği, işte bu değişim sırasında hem bilgisiz hem çaresiz, zayıf düştüğümüz döneme rastlamaktadır. Timur’dan sonraki dönemlerde, ister Çağatay Oğulları hanları olsun, ister Timur Oğulları hanları olsun (Uluğ Bey ve Ekber’den başkaları), Timur’un tutumunun tam tersini uygularlar. Yani din adamları hanların iktidarı için değil, hocalara mürit olan hanlar, din adamlarının isteğine göre fetva ile hanlığı yönetirler. Böylece iktidar hırsı içindeki seyitlerin ve hocaların, önce hanların zihnini ele geçirmekten ibaret sinsi, yavaş ve uzun süren, fakat kalıcı ve etkili girişimleri gitgide meyvesini verir. Türkistan Türklüğü işgale uğrar ve devletsiz kalır. Bu bir ulusal facia idi. Bir ulusun başına gelebilecek en büyük bahtsızlık, hiç kuşkusuz devletsiz kalmasıdır. Doğu Türkistan’da yaşanan 77 yıllık (1678–1755) “Hocalar Devri” bu facianın-bu bahtsızlığın en çarpıcı örneğini vermektedir. Aktaglıklar ve Karataglıklar adı altında birbirine aşırı derecede düşman, fakat aralarında hiçbir inanç farkı olmayan iki partiye bölünmüş din hocaları, kıyasıya taht kavgasına girişirler. Böyle anlamsız dini kavgalar hakkında, ünlü şair Cami: “Bana hangi mezheptensin diye soruyorlar, yüzlerce şükür ki, Sünni köpeği ve Şii eşeği değilim” demektedir (Aka 1994: 221).
Çin sınırında cereyan eden bu kavgalar, “Başkalarını birbirine karşı kışkırt ve parçala yut” (Barthold 1990: 405) anlayışını devlet geleneği yapmış Çinliler için bulunmaz bir fırsat yaratır. Sonuçta, 1755 yılında bütün Doğu Türkistan boyunca Birinci Çin istilası gerçekleşir (Kurban 1995: IX).
İsmail Gaspıralı’nın (1851–1914) Usulü Cedit (Eğitimde Yenileşme) girişimi, Yusuf Akçura’nın (1876-1935) Türk Birliği tezi, Rus Emperyalizmi karşısında, esir Türk illerinin kaderini değiştirmede yetersiz kalır. Şeriat ile yönetilen ve Rusya’nın küçük bir vassalı haline gelmiş Buhara Hanlığı öcünü Ceditçilerden alır. “Biz hayatta özgürlük, eşitlik ve kardeşlik istiyoruz” (Zenkovsky 1971: 216) diye haykıran Ceditçiler, hem komünistlerin, hem Şeraitçilerin saldırısına maruz kalır. Rus işgaline karşı bağımsızlık savaşı vermekte olan Basmacılar da, bu Ceditçi ve Kadimci (Şeraitçi) mücadelesi içine çekilir. Basmacıların Kadimciler cephesinin komutanı Şir Mehmet Bek’in cellâdı olan Saki, Basmacıların Ceditçiler cephesinin komutanı Mehmet Emin Bek’i, Halhoca hocanın fetvası ile “Besmele” okuyarak, boğazına bıçak sürüp, koyun gibi keser (Kerim 1993: 64). Bu uygun ortamdan yararlanan Rus komünistleri, kurtarıcı görünümü altında önce Kadimcileri, sonra Ceditçileri temizleyerek, Türkistan’ı ele geçirirler.
Sonuç şu ki, güce muhtaç olduğumuz devir, laikliğe ve barışa muhtaç olduğumuz devirdir. En güçlü devirlerimiz, devleti ve toplumu barış içinde laik ilke ile yönettiğimiz devirdir. Laiklik, tarihimizin derinliklerinden günümüze kadar sürüp gelen ulus olarak yaşama mücadelemizdeki, devlet yönetimimizdeki hayati ihtiyaçtan, akılcılığın zorunluluğundan kaynaklanmaktadır. Ulus varlığı için ulusal dil ne kadar önemli ise, ulusal devletin varlığı için de laiklik o kadar önemlidir. Tarihimizdeki saygın ve başkalarını imrendirebildiğimiz devirler, din ve dogmalardan mümkün olduğu kadar uzak kaldığımız devirlerdir. Kültigin ve Bilge Kağan’ın adına dikilmiş taş anıtlardan yansıyan 8. yüzyıla özgü, fakat bugün de geçerli olan ölümsüz Türk ruhunun yaşandığı devir. Farabi (870–950), Biruni (973–1048), İbni Sina (980–1037), Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Hashacip’lerin temsil ettiği bilim, felsefe ve Mutezile devri. Büyük Timur’un, Uluğ Beyin ve Alişir Nevayi’nin temsil ettiği Timurlu Rönesansı devri (15–16. yüzyıllar). Son olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün bir cumhuriyet kurup, “10.Yıl Marşı”nı seslendirdiği yıllar (1923–1938). Bu devirler-bu yıllar, Türkün cihanşümul bilime, cihanşümul özgürlüğe kanatlandığı devirler-yıllar idi. Onun içindir ki, bu devirler-bu yıllar bizden uzaklaştıkça, özlem duygularımızla anımsadığımız devirler-yıllar olarak gerilerde kalmıştır.

KAYNAKÇA
AKA, İSMAİL, 1991 Timur ve Devleti Ankara,
AKA, İSMAİL, 1994 Mirza Şahruh ve Zamanı (1405–1447) Ankara
ALMAS, TURGUN, 1989 Uygurlar Ürümçi
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE (Toplu Bilim) Ankara 1992
BARTHOLD, W.W.,1927 Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler İstanbul,
BARTHOLD, W.W.,1930 Uluü Bey ve Zamanı İstanbul,
BARTHOLD, W.W.,1990 Moğol İstilasına Kadar Türkistan Ankara
BAYUR, Y. HİKMET, 1938 “16. Asırda Dini ve Sosyal Bir İnkılâp Teşebbüsü 1556–1605”, Belleten II.. cilt: 133-182,
BAYUR, Y. HİKMET, 1987, Hindistan Tarihi II. (Gurkanlı Devletinin Büyüklük Devri Ankara
DUGHLAT, MİRZA MUHAMMED HAYDAR, 1972 A History of the Moghuls of Central Asia, (1895)(Tarih-i Rashidi) Londra
GÜVENÇ, BOZKURT, 1994 Türk Kimliği (Kültür Tarihinin Kaynakları) Ankara
HOWORTH, H.H., 1876 History of the Mongols from the 9th to 19th Century, Part I. the Mongols Proper and the Kalmuks Londra
KERİM, İBRAHİM, 1993 Medeminbek (İçtimagi-Felsefi Oçerik) Taşkent
KURBAN, İKLİL, 1995 Doğu Türkistan İçin Savaş Ankara
KURBAN, İKLİL, 2007 Gerçekler ve Yalanlar (Anılar-Yansımalar: (1943–2007) Ankara
LİGETİ, L., 1986 Bilinmeyen İç Asya Ankara
OZANKAYA, ÖZER, 1995 Cumhuriyet Çınarı Ankara
SAYRAMİ, MUSA, 1986 Tarih-i Hamidi Pekin
SAYALI, AYDIN, 1960 Uluğ Bey ve Semerkant’taki İlim Faaliyeti Hakkında, Giyasüddin-i Kaşi’nin Mektubu Ankara
SAYLAN, GENCAY, 1990 “İslam Anadolu Potasında” Cumhuriyet Gazetesi
09.05.1990, İstanbul
TOGAN, ZEKİ VELİDİ,1969 Hatıralar İstanbul
ZENKOVSKY, SERGE A., 1971 Rusya’da Pantürkizm ve Müslümanlık Ankara


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye