sufiforum.com https://sufiforum.com/ |
|
ORTA ASYA'DA İSLAM VE AHMED YESEVİ / Nâdirhan HASAN https://sufiforum.com/viewtopic.php?f=117&t=4740 |
1. sayfa (Toplam 1 sayfa) |
Yazar: | yesevihan [ 13.09.10, 15:52 ] |
Mesaj Başlığı: | ORTA ASYA'DA İSLAM VE AHMED YESEVİ / Nâdirhan HASAN |
ORTA ASYA'DA İSLAM'IN GELİŞMESİ VE HOCA AHMED-İ YESEVİ'NİN BU GELİŞMEDEKİ TARİHİ HİZMETLERİ Nâdirhan HASAN* Tarihen malum ki, İslamiyet Orta Asya topraklarına miladi VII. y.y.den itibaren Arap fatihleri vasıtasında girmiştir. Elbetteki mıntaka halkları fatihlerin davetlerini kolay-kolay kabul etmiş değiller. Arada kanlı çarpışmalar da olduğu tarihi kaynaklarda kayıtlıdır1. Ama buna rağmen bazen kılıç, bazen ise akl ve marifet yoluyla Orta Asya halkları arasında İslamiyet yayılmaya başladı. İtiraf etmek gerekir ki, IX-X y.y.lere gelip henüz tüm Orta Asya mıntıkasında İslam dini tam manada yayılmış değildi. Din esaslarını güç-kuvvetle yaymak ise her vakit beklenen neticeyi vermiyordu. Dolayısıyla İslam tebliğinde medeni, maarifi üsüllere zaruret vardı. Maverâünnehr’ın Buhara, Semerkant, Fergana gibi merkezlerinde faaliyet yürüten Korkut Ata, Çopan Ata, Bab Fergani gibi sufilerin hareketleriyle tasavvufi düşünceler halk arasında yayılmaya başladı. XI-XII y.y. ise Hoca Yusuf Hemedani, Hoca Ahmed Yesevi, Hoca Abdulhalik Gicduvani, Necmeddin Kübra gibi şeriat ve tarikat ileri gelenleri kendi faal hareketleriyle Hacegan, Yeseviyye, Hacegan-Nakşibendiyye, Kübreviyye gibi İslam tarikatlarını kurdular. Onların faaliyetleri neticesinde bir taraftan Orta Asya halklarının henüz İslamdan habersiz olan kısmı İslamla müşerref oldular, ikinci taraftan da müslüman olan kısmı Tasavvuf hakikatleri ile çok yakınen tanıştılar. İlim adamlarının meşhur şeyhlere mürid olmaları, hükümdarların tekke ve dergahlar yaptırmaları, din ve tasavvufu terğib ve teşvik etmeleri neticesinde bir çok yerlerde mutasavvıflar yetişerek, kendine göre manevi, medeni bir çevre teşekkül etmiştir. İslamiyeti ilmi, marifi ve kültürel açılardan yaymak için bir taraftan İmam Buhari, İmam Tirmizi, Burhaneddin Merginani, İmam Matrudi, Kaffal Şaşi, Zamahşeri gibi bir çok ilim adamları “Sahih-i Buhari”, “Sahih-i Tirmizi”, “Hidaye”, “Keşşaf”, “Akide”, “Kitab at-Tavhid”, “Kitab te’vilat al-Kur’an” gibi bir çok muteber kaynaklar yazarak, tefsir, hadis, fıkıh, kelam, akaid ekolleri teşkil etmiş olsalar, ikinci taraftan da halk edebiyatı ve yazma edebiyatta değerli eserler yazıldı. Onlarda dini-tasavvufi gayeler geniş olçüde kök atmaya başladı. “Kutadgu bilig” ve ona benzer eserler ahalinin aydın kesimi arasında mutaala edilmiş olsa, halk kitlesi daha çok halk şairlerinin sade ve basit şiir, Türkü ve destanlarını severek okuyordu. Sadece edebiyat değil, ictimai-manevi alanın tüm yönlerinde milli inanç, örf-adetlerde de İslami mahiyet kok atmaya başladı. İslam esasları milli an’aneler, milli görüşler zamirine sinerek, müşterek nitelik kesbetmesi neticesinde özellikle bu dönem edebiyatında dini-ahlaki, irfani istikamet güçlendi. “Divan-ı Lugat-ıt Türk”, “Kutadgu bilig”, “Atabat ul-hakayık” gibi eserler yanında Ahmed-ı Yesevi’nin dini-tasavvufi, ahlaki-irfani nitelikteki “Divan-ı Hikmet” eseri ortaya çıktı. Ahmed-ı Yesevi’nin İslami yaymak için ilk bağımsız Türk tarikatı kurarak, Kur’an ve Hadise dayanan fikirleriyle Türk milletlerinin müslümanlaşmasında çok güçlü bir te’sir gösterdi . XI y.y.de Sayram’da doğmuş olan Ahmed-ı Yesevi ilk eğitimi babası Şeyh İbrahim’den aldı, onun vefatından sonra Arslanbabdan ders alır. Hızır a.s. ise Ahmed-ı Yesevi’ye zikir telkin eder. Genç Ahmed Arslanbab’ın tavsiyesi üzere ilm-u irfanını yükseltmek için Buhara’ya yol alır. Donemin mühim ilim ve medeniyyet merkezı olan Buhara-i şerif’te zamanesinin meşhur şeriat alimi ve fakih ve muhaddis, mutasavvıf ve mürşid-ı kamil Hoca Yusuf-ı Hemedani öncülük yapan bilim dergahına mensub oldu. Büyük allameden şeriat ve tasavvuf ilimleri öğrendi. Şeyh üş-şüyüh Yusuf Hemedani (h.440-535/h.1048-1141) hadis, usul-ı fıkıh, hilaf ve nazar ilimlerinde yüksek bilim sahibi, Bağdad, Merv, Hirat, Buhara, Semerkant gibi ilim merkezlerinde tahsil gören ve öğreten, ömrünü İslam propagandasına feda eden sîma idi. Hoca Abdulhalık Gicduvani “Makamat-ı Yusuf Hemedani” eserinde ulu şeyhi mütevazi, hoş ahlak, helal, takva sahibi, sünnete riaye eden, ilahi feyze dolu, Hak aşkına ğark olan, ilm-u irfanda kamil, insanlara şefkatli, tüm hayatının İslam davetine adayan bir münevver zat olarak tarif eder3. Alişir Nevai ise “Nesayim ul-muhabbet”te onu imam, alim, arif-ı rabbani, güzel hal ve ihsana eren, yüksek keramet ve makamat sahibi olan kamil insan olarak hürmetle tanımlıyor4. Yusuf Hemedani Orta Asya maneviyatında kendine has dinî dünya görüşü ve tasavvuf sistemini oluşturan ve geliştiren bir şahıs idi. O hacegan tarikatının başlayıcısı ve tekamülleştiren faali olmakla beraber hem geniş tefekkür sahibi olan mahir edip idi. O “Rütbet ül-hayat”, “Risale fi ennel kevna musahharun lil- insan”, “Risale der adab-ı tarikat”, “Keşf”, “Risale der ahlak ve münacat” gibi derin ilmi, dini-felsefi, irfani eserler müellifidir. Şeyh Hemedani diğer alim ve mürşidlerden farklı olarak, insanlar arasında gezerek onları irşad etmek, talebeler eğitimiyle uğraşmak yolunu seçmişti. Dokuz bin putperest onun samimi sohbetleri te’sirinde müslüman olmuşlar. Muhlisler onun sohbetine müştak idiler. Onun için Hemedani tekkesi o donemde “Hurasan Ka’besi” diye şereflenmişti. Yusuf Hemedani’nin Orta Asya İslam tarihindeki hizmetleri çok mühimdir. Onun faaliyeti mıntıka ahalisinin iman ve İslamla şeref bulmasına, ülkede ehl-i sünnet itikadının geniş alanda yayılmasına sebep oldu, o kendi çalışmalarıyla şeriat ve tarikatı uygunlaştırmayı başardı. Yusuf Hemedani gibi mükemmel bir İslam davetçisi ve şeriat alimi huzurunda islami ve irfani bilgileri öğrenen Ahmed Yesevi ulu şeyhın uçuncu halifesi olma şerefine müyesser olur. Hocasının vefatından sonra Hoca Hasan Andaki, Hoca Abdullah Barrakilerı takiben irşad makamına erer, bir müddet Buhara’da mürşidlik edince, talebeleri dördüncü halife Hoca Abdulhalık Gicduvani’ye teslim edip, Yesi şehrine döner. 1157 senesinde Sultan Sencer’in vefatından sonra Harezmşahlar ülkede İslami bir devlet kurdular. Aynı dönemde Ahmed Yesevi dini faaliyetiyle Taşkent, Sirderya taraflarında, Seyhun deryasının kuzeyinde yaşayan göçebe Türkler arasında geniş nüfuz kazanır. Mahalli halkla beraber bozkırda yaşayan Türkler kavimler onun davetiyle müslüman oldular. Pir-i Türkistan bu saf ve samimi insanlara şeriat ve tarikat esasları ve Yesevilik adab-u erkanından ta’lim verir. Neticede Türk halkları tarihinde ilk olarak müstakil tarikat – Yesevilik ortaya çikmiştir5. Söylemek gerekir ki, Türk tarikatı kurma ihtiyacı – İslamiyet’i Türkler arasında yaymak ihtiyacından doğmuştur. Onun için Yeseviliğin esası Kur’an-ı kerim ve hadis-ı şeriflere dayanır. Esas gayesi kamil müslüman eğitmek olan bu tarikatta saliklerden yüksek ahlak faziletleri, ruhi temizlik, tefekkür genişliği ve müşahede derinliği taleb edilir. Ma’lumdür kü, Kur’an-ı kerimdeki bir çok ayetlerde Allah Teala kendisini çok-çok zikretmemizi emretmiştir. Buna göre diğer tarikatlarda olduğu gibi, Yesevilikte de zikir kesin bir kaide olmuştur. Ahmed Yesevi kendi tarikatında zikrin cehri-açik, sesli (zikr-i erre) şeklini seçmiştir6. Ahmed Yesevi niçin hafi-gizli zikir yerine aynen sesli zikir türünü seçti? Evvela, o yaşayan mühit, o hitab eden halk sınıfının kabül derecesi sesli zikri talep etmiştir. Cehri zikir neticesinde insanda aşk-u cezbe, vecd meydana gelir. Zaten Ahmed Yesevi’nin etrafındaki kavimler cezbeye mayıl, coşkun tabiatlı idiler. Tasavvuf tarihinden da belli ki, mürşidler zikri insanların tabiatlarına göre telkin etmişlerdir. Saniyen, cehri zikri Ahmed Yesevi’ye Hızır aleyhisselam öğretmiştir. Zira, Hızır – şeyhlerin manevi hocası ve önderi olduğunu kaynaklardaki kayıtlardan biliriz. Üçüncüden, Ahmed Yesevi’nin nesebi hazret-ı Ali’ye mensuptur. Hazret-ı Ali de sesli zikr etmeyi ilk olarak başlayanlardandır. Velhasıl, cehri zikir tarzı o donemde halkı vecde getirme, heyecanlantırma neticesinde İslam ve tasavvufa sevgi uyandırmak için kolay bir vasıta idi. Hoca Ahmed Yesevi insanlara din ve tasavvuftan talim verirken, onlar anlayacağı şekilde sade ve basit dörtlükler şeklindeki şiirler söyler. Sultan ul-arifin bu dörtlüklerinde insanları Allah’tan ve ahiret azabından korkmaya, şeriat amellerini yerine getirip, hayırlı işler yapmaya, cennetten ümidvar olup, salih-u mühlis kullardan olmaya davet eder. Zamanla onun hikmetleri müridleri tarafından toplanarak divan haline getirilir. Ahmed Yesevi İslam ve tasavvufu propoganda etmek işinde niçin sade ve basit dörtlükler (hikmetler) söyleme yolunu seçti? Evvela, Ahmed Yesevi döneminde Türkistan ve civarındaki ülkelerde din ve tasavvuf pek geniş şekilde karar bulmuş değildi. Bu mıntıka ahalisini İslamiyetle tanıştırmak için onların ortamına uygun gelen usule ihtiyac vardı. Yesevi hikmetleri bu ihtiyacı giderdi. İkinciden, Yesevi’nin dini-tasavvufi dörtlükleri – gayevi menbası Kur’an-ı kerim ve hadis-ı şeriflere dayanan hikmetler idi. Hikmet sözü luğatlerde çeşitli yönlerden izah edilmiş. Mesela: Hikmet – tetbikle gerçekleşen doğru bilim; Hakka muvafık soz; herşeyin en mükemmeli; hikmet – bilgelik, gizli sır, akl-u hakikata, ahlaka uygun faydalı kısa soz; eşyanın zahiri ve batini keyfiyyetinden bahs eden ilim; Allaha itaat, akıl, söz ve hareketteki uygunluk7; hikmet Allah’ın askeri olup, onun vasıtasında Allah evliyanın kalbine kuvvet verir; tasavvufi şiirlere de hikmet denir. Hikmet hakkında Allah Teala Kur’an-ı kerim’de “O (Allah) istediği kişilere hikmet verir. Birisine bir hikmet verilmişse, çok büyük hayır verilmiş demektir” (Bakara-2/269) diyor. Demek ki, hikmet söylemek selahiyeti herkese verilmez. F. Köprülü X. y.y.den başlayıp dini-tasavvufi şiirlere hikmet denildiğini yazıyor. Ahmed Yesevi evvela ehl-i sünnet itikadına mensup olup, onun teşvik ettiği akide ve mefküre Kur’an ve Sünnete dayanır. Bunu “Divan-ı Hikmet”te kendisi de söylüyor: Özbekçesi: Meni hikmetlerim ferman-ı Subhan, Okub çıksang hama manıyı Kur’an. Meni hikmetlerim kan-ı hadisdur, Kişi boy eltmese bilgil habisdur. Hudayım sozünden çıkkan bu hikmet, İşitseng mağzı Kur’an, mağzı sünnet. Türkçesi: Benim hikmetlerim ferman-ı Sübhândır, Eğer okursan tümü Kur’ân’ın meâlidir. Benim hikmetlerim hadis kaynağıdır, Eğer kim ona uymazsa bil ki o necistir. Rabbim’in sözünden çıkmıştır bu hikmet, Eğer işitirsen Kur’an ve sünnetin özüdür. Yesevi hikmetlerinde bazen Kur’an ayetlerini doğrudan doğruya getirir, onları şiiri olarak şerheder. Bazen de ayetlerin anlamını şiiri mısralarda anlatır. Mesela: Bende niçe yaş yaşasa olmeği var, Korer koze bür kün tofrak tolmaği var. Bu dünyada safar kılğan kelmagı var, Ahiratga safar kilğan kelmas ermiş. Yesevi hikmetlerinde hakim ruh – öğüt-nasihat ruhudur. Zira, Peygamber Efendimiz: “Din nasihattır,.. Nasihat – müslümanlara din-u iman yolunu öğretmektir”, demişler. Ahmed Yesevi hikmetlerinde kamil insan nümünesi olarak Peygamber Efendimizi, onun sahabelerini tavsif eder. Onları kendi şiirlerinde tek-tek medheder: Aytgan sozüne yetgan, nafs-u havadın ketgan, Hak Rasuldin berkitgan Ebu Bekir Siddikdur... Şeriatni pas tutgan, tarikatnı rast tutkan, Hakikatnı hub bilgan adalatlığ omerdur... Bununla birlikte hikmetlerde Bayezid Bistami, İbrahim Edhem, Mansur Hallac, Satuk Buğra Han, Arslan Bab gibi din ve tasavvuf kahramanlarını da Yesevi idealindeki kamil insanlar olarak görmek mümkündür. Onların mübarek isimleri dile getirilen mısralar vasıtasında Ahmed Yesevi hayatta, ibadette, ahlakta onlardan örnek almaya teşvik eder: Aşik bolsang Bayeziddek safa bolgil, Pir eşiğin yastanıban eda bolgil. İbrahimdek tahttin keçip geda bolgil, Rozı kılsa bendelerge devletı var. Aşık olsan Bayezid gibi saf ol, Pir eşiğinde iltica ederek edâ ol. İbrahim gibi tahttan geçip gedâ ol, Nasib etse kullarına devletler verir. Ahmed Yesevi Peygamber Efendimizin hadis-ı şeriflerindeki adalet, temizlik, doğruluk gayelerini hikmetler tarzında ifade ediyor. “Mutu kable an-tamutu”, “Al-haya-u min el-iman”, “Al-fakr-u fahri”, “Al- kanaat-u kenz -il la yafni”, “As-sabr-u kenzum min kunuzi-l cenneti”, “Hubb ul-fukara-i min el-iman ve buğz el- fukara-i min el-kufri” v.s. hadisleri hikmetlerin kaynağı olarak telkin ediyor. Müminlik faziletleri, peyganberler, din ve tasavvuf büyüklerine dair irfani ve ahlaki-eğitimsel hikayetler, dünya ve ahiretle ilgili mülahazalar, ruhi duygular, kamil insan mertebesine ermek yolları–Yesevi hikmetlerinin genel konularıdır. Bununla birlikte, Yesevîlik tarikat ve şiir ekölünün kaynağı ilâhî aşk, kâmil şahıs-insan, yüksek ahlak, nefis terbiyesi ve ruh tasfiyesinden ibârettir. Ahmed-ı Yesevi hz. Peygamber a.s.ın “Ben mekârim-ı ahlakı mükemmelleştirmek için gönderildim” anlamındaki hadis-şerifine uygun şekilde hikmetlerinde güzel âdâb- ahlaka erişmek yolunu göstermiştir. Dolayısıyla Ahmed-ı Yesevi hikmetleri merkezinde mânevî-ahlakî kâmil insan sîmâsı açık ve net bulunmaktadır. Ahmed-ı Yesevi hikmetlerinde Hak yolcularını bir taraftan taat-ibadet, zikr-tesbihatla tam manadaki müslüman olmağa, Allah’a kurbet ve velâyet hâsıl etmeye davet ediyorsa, ikinci taraftan da ilâhî tevhid hakıkatlarından, nebevî risâlet mâhiyetinden bahseder, tâlipleri şeriat, tarikat ve hakıkatın derin mânâlarıyla yakinen tanıştırmaktadır. Ahmed-ı Yesevi hikmetlerinin mahiyetinden millî ruh ve gâyenın derin yer aldığı anlaşılmaktadır. Prof. Tâhir Şâkir Çağatay Ahmed-ı Yesevi ideolojisinin uzak yıllar sürecinde devlet siyaseti derecesine yükseldiğini yazmaktadır. Nitekim, XVI yy.de Şibâni Han ve Übeydullah Han’ların hükümranlığı döneminde sürdürülen millî ve medenî siyaset bunun açık nümünesidir. Dolayısıyla millî kültür için mücadele ederken ve bu mücadelenin tarihî özü ve kökünü millî edebiyatımızdan ararken, Türk dili ve kültürünün muhafazası için ilk olarak çığır açan Ahmed-ı Yesevi ve onun kurduğu millî tasavvuf ekölüne dayanmamız gerekmektedir9. Demek, Yesevi tarikatı ve eserlerini okuymak, öğrenmek, incelemek ve değerlendirmek geçmiş zamanlar için millî mefküre, siyaset, edebî faaliyet ve şahıs kemâlatı cihetinden ne kadar ehemiyyete hâiz olmuşsa, bugün için de o kadar mühimdir. Ahmed-i Yesevi’nin dini-maarifi görüşleri yer alan “Divân-ı Hikmet” Türk milletleri arasında dini ve milli gelenekleri ifade eden eser olarak yüz yıllardır okunan dini-tasavvufi, ahlaki-terbiyevî bir kitaptır. İslamiyetin esasları, temiz inanç, ilâhî aşk, güzel ahlak konuları gayet tesirli ve halk dilinde ifade edilen hikmetlerin ömrü bâkidir. Ahmed-ı Yesevi’nin fikir-görüşleri ondan sonra bir çok müekkipleri tarafından devam ettirildi. Ahmed-ı Yesevi’nin kurmuş olduğu tarikat daha çok Yesevîlik ruhunda telif edilen eserler şeklinde üç istikamette kendi devamını bulmuştur. Birincisi, Yesevi hikmet ekölü müekkiplerinin bir kısmı (Kul Süleyman Hakim Ata, Baba Maçın, Tac Hoca, Zengi Ata, Kul Umuri, Kul Şuhudi, Derviş Ali, Şeyh Hudaydad, Kemal İkânî, Şems Üzgendî, Kul Übeydî, Kul Şerif, Azim Hace v.s) ulu pirin hikmetlerine nezire olarak dini-tasavvufî konuda kıssa ve şiirler yazarak, Yesevilikteki hikmet geleneğini zenginleştirdiler. İkinci doğrultu temsilcileri (Yunus Emre, Aşık Veysel, Mahtumkulu, Nesimi, Mevla Kulu, Şibâni, Yusuf Seryami, Zelili, Hâlis, Hüveydâ gibi şâirler) Yesevîlikten etkilenmiş halde eserler yazdılar. Üçüncü yön vekilleri ise (Sufi Muhammed Dânişmend, Mevlana Orung Koylaki, Hüsâmeddin Sığnâkî, Hacı Bektaş-ı Veli, Sadr Ata, İshak Ata, Sultan Ahmed Hazînî, Âlim Şeyh gibi âlimler) Ahmed-ı Yesevi’nin dini-tasavvufi fikir-görüşlerine kendi eserlerinde geniş yer ayırmışlardir. Yesevi ve müekkiplerinın dini-tasavvufi halk şiirleri ve menkabeler medrese eğitimine mukabil şekilde asırlarca Türklerin mârifî tekamülünde iyi neticeler verdi. Onların faaliyetleri ve eserleri etkisinde sadece Orta Asya değil, diğer Türk ülkelerinde de İslamî-Türk kültür, edebiyat ve Yesevîlik geleneği gelişti. Yesevîliğin dağılım coğrafyası azami derecede geniştir. Bilim adamlarının son yıllardaki çalışmaları gösteriyor ki, Ahmed-ı Yesevi tarikatı kuzeyde Moskova, güneyde Hindistan, batıda Balkanlar ve doğuda Çine kadar ulaşmıştır10. Ahmed-ı Yesevi’nin ileri gelen devamcılarından Sultan Ahmed Hazînî’nin “Cevâhirul-ebrâr” eseri yardımında Maverâünnehirde Nakşibendilik, Kübrevilik, Kadirilikle beraber Yesevîliğin de yaygın olduğunu, aynı zamanda Ahmed-ı Yesevi tarıkatının sadece Orta Asya değil, Şam, Irak, Yemen, Kurdistan ve Anadolu ülkelerine kadar ulaştığı malum oldu. Hazînî’nin bir müddet Osmanlı devletinde yaşayıp Yesevîlik propogandasıyla meşğul olduğu, sultan III-Murat Han’ın (1546-1595) ve Osmanlı ülemâsının teşvikiyle Yesevîlik âdâbına dair eserler te’lif ettiği de işbu fikri tesdik ediyor11. Ahmed-ı Yesevi’nin mühim tarihi hizmetlerinden yine biri, onun ve müekkiplerinin faaliyetleriyle Orta Asya halkları batıl ve sapık mezhep ve bozguncu grupların etkisinden kurtulup, ehl-i sünnet itikadına dayanan İslâmî ahkamı kabul etmişlerdir. Çünkü, Ahmed-ı Yesevi Yusuf-ı Hemedânî Hazînî gibi ilm-u fazilette, zühd-u takvada örnek, ehl-i sünnet itikadı ve şeriat kâidelerine riaye eden bir mürşid-ı kâmil’ın huzurunda eğitim görmüş ve kendini yetiştirmişti. Hocasının izinden yürüyerek Ahmed-ı Yesevi de ehl-i sünnet akidesine uygun, şeriat esaslarına ve sünnet-i seniyyeye muvafık İslâm-Tasavvuf ekölü kurdu. Onun hikmetlerine dıkkat edildiğinde, tâlibleri ve tüm insanları dâima İslam esaslarına tabi olmaya, ehl-i sünnet çizgisinden çıkmamaya davet ettiği anlaşılır. Neticede Yesevîlik dergahından feyz alan binlerce tâliplerin irşâdî çalışmalarıyla İslamiyetı tanıyan Türk halkları bügüne kadar mezkur akidelere sımsıkı bağlı kalmışlardır. Ahmed-ı Yesevi hikmetleri ve fikir-görüşleriyle Türk dilli milletlerin İslam kültürü ve marifetinden nasibdâr olmalarına mühim katkıda bulundu. Onun bu husustaki tarihi hizmetlerini bir kaç yönden değerlendirmek mümkündür. Birinciden, Ahmed-ı Yesevi İslamiyetin olgun bilgini, şeriat ahkamlarının propoganda edicisidir. Zirâ, o kendi şiirleri vasıtasında Türkleri müslümanlığa çağırmayı gaye edinmiş, bu işde sadece Orta Asya ile yetinmemiş, tüm Türk dünyasını İslam marifetina sahip çıkmasında eşsiz katkıda bulunmuş. İkinciden, Ahmed-ı Yesevi Yesevîlik adıyla Türkler arasında ilk defa yeni tarikat kuran büyük şeyhtir. Onun tarikatının istikameti - Türk-İslam tasavvuf yoludur. Üçüncüden, Ahmed-ı Yesevi Türk edebiyatında dini-tasavvufi şiir geleneğini başlıyan ilk mutasavvıfdır. Yesevi hikmetleri halkcıl, sade, akıcı ve ezberlenmesi kolay dörtlükler olup, yüz yıllardır Türklerin İslamî ahlakının gelişmesinde mühim yer tuttuğu şüphesizdir. Bu cihetle Prof. Dr. F.Köprülü “Divân-ı Hikmet”ı halk edebıyatıyla tasavvufî ruhu birleştirerek, kaynaştırarak ifade eden ilk Türkçe eser hem de dini-tasavvufiedebıyatın en eski ve en mühim âbidesi olduğunu itiraf etmiştir( 12.) Dördüncüden, Ahmed-ı Yesevi’den sonraki dönemlerde de onun kurmuş olduğu hikmet şiir ekölü yakın günlere kadar devam etmiştir. “Divân-ı Hikmet”in çeşitli dönemlerde istinsah edilen nüshalarında ve matbu neşirlerinde hikmetlere uyarak şiirler kaleme alan Kul Süleyman Hakim Ata, Baba Maçın, Tac Hoca, Zengi Ata, Kul Umuri, Kul Şuhudi, Derviş Ali, Şeyh Hudaydad, Kemal İkânî, Şems Üzgendî, Kul Übeydî, Kul Şerif, Nimetullah, Kul Neziri, Azim Hace gibi din ve tasavvuf uluları Yesevîlik ekölünün ileri gelen müekkipleridir. Beşinciden, Ahmed-ı Yesevi kendi fikir-görüşlerini Türkçede ifade ettiği için Türk dili tasavvuf dili haline geldi. Yesevi döneminde Orta Asya’daki Türk-İslam bilim adamları eserlerini devrin ilmî dili olmuş arapçada yazıyorlardı. Ahmed-ı Yesevi ise onlardan farklı olarak Türkçede icad etti. Hocası Yusuf Hemedânî hz.leri farsizeban olduğu ve o dönemde Hurasan ve Mâverâünnehir’ın merkezlerinde git-gide nufuzu artan Hacegân tarikatı dilinın farsça olmasına rağmen, Yesevî irşâd ve tebliğ için ana dilini – Türkçeyi tercih etmişti. Altıncı olarak, Ahmed-i Yesevi’den sonra Mevlana Orung Koylaki’nın “Nesebnâme”, İmam Hüseyin Sığnâkî’nın “Risale der terceme-i Ahmed-ı Yesevi” (Ahmed-ı Yesevi menkabesi), Sufi Muhammed Dânişmend’ın “Mir’at ul-kulûb”, Hace İshak Ata’nın “Hadikat ul-arifin”, Sultan Ahmed Hazînî’nın “Menba ul- ebhar fi riyaz il-ebhar”, “Huccet ul-ebrar der esami-i evliya-i kibâr”, “Câmi el-mürşidin”, “Cevâhirul-ebrâr min emvac il-bihar”, Âlim Şeyh’ın “Lemehat min nefehat il-kuds”, Muhammed Şerif Hüseyin el-Buhari’nın “Huccet uz-zakirin”, Şeyh Zinde Ali’nin “Semerat ul-meşayih” gibi bir çok dini-tasavvufî eserlerde onun hayatı, eserleri, tarikatı hem de irfânî fikirlerine yer verilmiştir. Bu kaynakların müellifleri ise Ahmed-i Yesevi Yesevîlik doktrininin devamcıları olup, kendi dönemlerinde ve muhitlerinde din ve tasavvuf bilginleri olmuşlardır. Velhasıl, Ahmed-ı Yesevi’nin doktrini, eğitimi ve hikmetleri Türk milletinin edebiyatı, kültürü, umumen, manevî hayatına derin etkilemiştir. Onun için bu zat-ı muhterem yüz yılların geçmesine rağmen bugün bile “Pir-ı Türkistan”(13), “Sultan ul-ârifin”, “Hazret-ı Sultan” gibi ünvanlarla hayırla yad edilmektedir. Yaşadığı dönemi ve mıntıkasının manevi gelişmesinde önemli hizmetleri olan, Türkî tasavvuf cereyanı (süreçi)nı başlayan, Türk tasavvuf nazmı (şiiri)nin temelini kuran, Türk meşayıhları silsilesi serhalkası(14) olan Hoca Ahmed-ı Yesevi’nin Merkezi Asya’da İslamiyetin gelişmesinde tuttuğu mevkiyı geniş kapsamda araştırmak bugünkü ilim-fende ehemiyyetli işlerdendir. Zirâ, Ahmed-ı Yesevi’nin Türk halkları tarihindeki önemli rolü sadece hikmetler müellifi olduğu ile değil, İslamiyetin Orta Asya bozkırlarında geniş yayılan bir zamanda ilk olarak tasavvuf ve tarikat yolunu açmış olduğu, halkın ruhâniyetine asırlardır eşsiz etkilediği ve onları manen birleştiren Büyük Şahıs olduğu cihetleriyle ile de belirtilir. ------------------------------------------------------- *Dr., Özbekistan Cumhuriyeti Fenler Akademisi, Alisir Nevai Dil ve Edebiyat Enstitüsü (nodirhon@bcc.com.uz; nodirhon_hasan@list.ru) 1 Mevlana Safiyuddin. Neseb-name tercumesi, haz. Prof. Dr. Eraslan K. İstanbul, 1996; Bartold V.V. Moğol istilası dönemine kadar Türkistan/Sochineniya, C.I. Moskova, 1963. 2 Prof. Koprülü M.F. Türk Edebiyatinda İlk Mutasavvıflar. Ankara, 1991, S. 12-19; Yesevilik Bilgisi. Haz. Prof. Dr. Kurnaz C., Yrd. Doç. Dr. Tatcı M. Ankara, 2000. S. 43-72. 3 Abdulhalik Gicduvânî, Makamat-ı Yusuf Hemedânî, Özbekistan Fenler Akademisi, Biruni Şarkiyyat Enst. Ktp. yazma, no: 2533, v.20-37. 4 Alişir Nevâî, Nesayim ul-muhabbet/Mukemmel Eserler Külliyatı, C.17, Taşkent, 2001, S.253. 5 Köprülü M.F. a.g.e. S. 74-75. 6 Hazînî, Cevâhirul-ebrâr min emvac il-bihâr, İst. Üniv. Ktp. TY Bölümü, no: 3893, v. 12 a-13b, 27b-28b, 37a-b, 116a. 7 Nevâi Eserleri Luğatı, Taşkent, 1973, S. 772; Prof.Dr. S.Uludağ. Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İst. 1995, S.242; Osmanlica-Türkçe Ansiklopedik Büyük Luğat. İstanbul, 1995, S.366. 8 Köprülü F. a.g.e. S. 101. 9 Tahir Chag’atay. Türkistan Türk Millî Mefküresi ve Alişer Nevâî. Berlin, 1939. 10 Hoca Ahmed-ı Yesevi: hayatı, eserleri, tesirleri, Taşkent, 2001, S.46-47,167-168,178-182,249-256,304; Dr.Akar M. Osmanlilarda Yesevilik//Bir, İst., 1994, sy. 1, S.11-14; Prof. Barkan O.L. Kolonizator Türk dervişleri. İstanbul, senesiz. 11 Hazînî, a.g.e. v.3 b, 14 a, 26 a, 113 b, 116 b. 12 Koprülü F. a.g.e. S. 120. 13 FeridüddinAttar, Mantık ut-tayr, Tahran, h. 1374. S. 242. 14 Fahreddin Ali Safi, Reşehat ayn el-hayat, Özb. Fen. Akad. Biruni Şarkiyyat Enst. Ktp. yazma, no: 12202, v. 5b. |
1. sayfa (Toplam 1 sayfa) | Tüm zamanlar UTC + 2 saat |
Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group http://www.phpbb.com/ |