Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Ölümünün 91. yıldönümünde Sultan II. Abdülhâmid
MesajGönderilme zamanı: 05.03.09, 13:43 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Ölümünün 91. yıldönümünde Sultan II. Abdülhâmid

Yavuz BAHADIROĞLU

10 Şubat Sultan II. Abdülhamid’in ölüm yıldönümüydü (10 Şubat 1918)... Kendimizle boğuşmaktan onu anmaya fırsat bulamadık.

Nazarımda o “ifrat” ile “tefrit” arasında kalmış, talihsiz bir Padişah’tır: Bir taraf ona “Ulu Hakan” derken bir taraf “Kızıl Sultan” demiş, “Diktatör Padişah”, “Şefkatli Sultan”, “Cennetmekân”, “Katil Han” gibi zıtlarla tanımlanmıştır.

Yeryüzünde bu kadar uç, birbirine bu kadar zıt ifadelerle anılan başka bir hükümdar var mı, bilmiyorum.

Sağcımız-solcumuz, dindarımız-laikimizle Sultan Abdülhamid’i kendi gerçeğinden koparıp aslında hem ona, hem de tarihe zulmediyoruz.

Öncelikle kabul etmek gerekir ki, o bir hükümdar. Yani bir siyaset adamı... Siyaset adamlarını dini yahut ideolojik yaklaşımlarla çözmeye çalışmak, doğru değil.

Ama bunu yapmayı biz çok seviyoruz. Bir taraf, bir siyaset adamını “velayet makamı”na oturtup, her türlü yanlıştan “tenzih” (lütfen sözlüğe bakın) ederek, “Cennetmekân Sultan Abdülhamid Han Hazretleri” derken, öbür taraf müthiş bir kin tufanı halinde esiyor: “Ceberrut Han, Kızıl Sultan, Abdülhamid...”

Tarihi gerçekler bu iki zıt kutup arasındaki çekişmelerde ziyan olup gidiyor.

Oysa Sultan II. Abdülhamid’i çözmeden Filistin’i çözmek, onu kavramadan ötekini kavramak imkânsız! Çünkü gerek Filistin’de, gerekse Irak’ta, zaman zaman “vahşet ve dehşet operasyonları”na sahne olan toprakların büyük bir bölümü Sultan II. Abdülhamid’in tapulu malıydı (Sonradan hazineye devretti). Filistinlilerin Yahudilere toprak sattığını görünce Yahudilere toprak satılmaması konusunda önce bir ferman yayınlamış, bunun yetmediğini görünce de toprakların önemli bir bölümünü üzerine geçirmişti (“Filistin’i Araplar Yahudilere sattı” derler ya, gerçek böyle değil. Yahudilere para karşılığı intikal eden toprakların tamamı, Filistin’in tamamının sadece binde 9’udur. Yani devede kulak bile değildir).

Yani Sultan II. Abdülhamid, Osmanlı asırlarında “Kavm-i Necip” denilen Arap kardeşlerini satmamış, kendi zararına olacağını bile bile sahip çıkmıştır (Şimdi onlar birbirlerini satıyor).

Ancak o indirilip iktidar İttihad ve Terakki cuntacılarının acemi ellerine geçince, Anadolu tepeden tırnağa kadar sarsılmış, Balkanlar ve Ortadoğu ise yitip gitmiştir.

Osmanlı Meclis-i Meb’usanı’nda Yahudilerin temsilcisi olarak bulunan ve Osmanlı’nın köklerini yolmakla meşgul olan Emanuel Karasso, İttihatçıların önderlerini İspanyol Mason Locası’na kaydettirip Mason yapmış, böylece Osmanlı yönetimi farkında olmadan Masonların kontrolüne geçmiştir.

Şunu söyleyebiliriz ki, Sultan Abdülhamid’den sonra gelişen hızlı çöküş, İttihad-Terakki’nin gafleti ile azınlıkların ihaneti sonucunda gerçekleşmiştir.

Bu gelişmelerden de anlaşılacağı gibi, Sultan II. Abdülhamid, bize öğretilenin aksine, son derece ileri görüşlü, başarılı ve vatansever bir padişahtı... Tarih boyunca her türlü çıkar çatışmasının odağını teşkil eden Ortadoğu’yu tam otuz üç sene sulh ve sükûn içinde yönetme mahareti, bize bunu söylüyor.

Zaten bu yüzden, Filistin üstüne dini, milli ve ekonomik ütopyaları olan Yahudilerle “Büyük Ermenistan” rüyası gören Ermenilerin ve onlara yandaş Batılı devletlerin hışmına uğradı: Ona “Kan emici” anlamında “Kızıl Sultan” dediler.

Halbuki o, şartlar gereği “müstebit” (lütfen sözlüğe bakın), ama “müşfik”ti. Otuz üç sene süren padişahlığı şefkatinin delili olarak tarihin tescili altındadır. Ki, otuz üç senede sadece üç dört adî suçlunun idam cezasını tasdik etmiş, kendisini öldürmek için arabasına bomba koyan Ermeni suikastçılar dâhil, şahsına karşı cürüm işleyen suçluları dahi affetmiştir.

Mithat Paşa, Yıldız Mahkemesi’nde Sultan Abdulazîz'i katletme (intihar süsü verilip geçiştirilen cinayet) suçundan idama mahkûm edilmişken ve başta Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa olmak üzere, pek çok devlet ileri geleni bu hükmün infazını Padişah’tan rica etmişken, o sadece Taif’e sürmekle yetinmişti.

Sultan Abdülhamid’e “Kızıl Sultan” denmesinin sebepleri çok sorulduğu için, yarın konuyu biraz geniş tutmak istiyorum.

Yavuz BAHADIROĞLU
11 Şubat 2009
Vakit

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


En son arsiv tarafından 05.03.09, 14:06 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ölümünün 91. yıldönümünde Sultan II. Abdülhâmid
MesajGönderilme zamanı: 05.03.09, 14:06 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Yürek mektupları

Yavuz Bahadıroğlu
ybahadiroglu@vakit.com.tr

Vakit
12-02-2009

SORU:

• Salih Ayan / Isparta;
Üniversite öğrencisiyim. Arkadaşlarımdan biri Mehmed Âkif’in, Ulu Hakan Sultan II. Abdülhamid Han’a “ödlek” dediğini söyledi, bu doğru mudur?

CEVAP:
- Bu sorunun daha önce de sorulduğunu hatırlıyorum. Dilim döndüğü kadar cevap vermeye çalışayım...

Öncelikle de ifade edeyim ki; Sultan Abdülhamid “ödlek = korkak” sözünü hakkedecek biri değildir.
“Ödlek” olsaydı, bir Ermeni terörist tarafından bombayla hurdahaş edilen arabasının (iki dakika gecikmeyle ölümden kurtuldu) yerine bulunan arabayı bizzat kullanarak saraya dönemez, eli ayağına karışırdı.

“Korkak” olsaydı Filistin’i isteyen Yahudi lobisini kovmaktan beter edemez, kendisini tahttan indirmeye gelen heyetin içinde Emanuel Karasu isimli Yahudi’yi görmesiyle “Bu herifin aranızda ne işi var?” diye gürleyemezdi. Avrupa’dan gelen sayısız tehdidi dimdik göğüsleyemezdi. Bu her konuda isabet ettiği anlamına da elbette gelmez.

Ayrıca unutmamalıyız ki; bazı “doğru” insanların “yanlış”ları, bazı “yanlış” insanların ise “doğru”ları bulunabilir.

Kısacası, Abdülhamid Han da “hata” edebilir, Mehmed Akif de...
“Hatasız”lık bir büyük “ikram-ı İlahi”dir ve peygamberlere mahsustur.

Sultan Abdülhamid’e, sizin gibi, “Ulu Hakan” diyenlerin “Sultan tamamen suçsuzdur, hatasızdır, günahsızdır, masumdur” demek istediklerini sanmıyorum.

Belki “Kızıl Sultan” diyenler de bütünüyle “hatalı” olduğunu söylemeye çalışmıyorlar. En çalkantılı dönemde 33 sene padişahlık yapmış bir insanı iki kelime ile anlatmak elbette mümkün değildir.
Bunlar yalnızca duygusal tepkilerdir. Oysa “duygu”nun “düşünce” dünyasında, hele de tarih biliminde “eder”i yoktur. Kaldı ki; bir insanı hatalardan tenzih edip “ulu”lamak, ya da bütünüyle hatalı sayıp yerin dibine batırmak, hem sosyoloji bilimi açısından, hem de insanın mahiyeti bakımından doğru değildir.

Madem üniversite öğrencisisiniz, hayata (ve tarihe) “toptancı” bakışla değil, “analitik” bakışla bakmak gerektiğini bilirsiniz. Yine bilirsiniz ki; “hayatın merkezi” olan insanın çıkarılacağı terazi son derece hassas tartmalıdır. Bu hassasiyet yalnızca Allah’ın “Mizan”ında bulunduğu için, insanı yargılamak diğer insanların yetkisine verilmemiş, Allah, bu işi doğrudan kendi tasarrufuna almıştır.

Haddimi tecavüz etmemeye çalışarak şunu söyleyebilirim: Mehmed Akif Ersoy, son derece duygusal bir şair ve fikir adamı, Sultan Abdülhamid ise siyaset ve aksiyon adamıdır...

Fikir adamı, şartlar ne olursa olsun hürriyet ister. Siyaset adamı ise “şartların gereği olarak” zaman zaman hürriyetleri kısıtlama cihetine gider. Bu ikisi, temelde aynı yolun yolcusu, aynı kıblenin insanı olsalar bile, ister istemez çatışmaya girerler. Akif de Padişah’la çatışmış, “Köse İmam” başlıklı şiirinde:

“Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek
Otuz üç yıl bizi korkuttu ‘şeriat’ diyerek...”


“İstibdad” isimli şiirinde ise:

“Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se;
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e!”


demek suretiyle, Sultan İkinci Abdülhamid’i hakaretâmiz bir üslupla yargılamış ve bence çok acele bir hüküm vermiştir.

Yanlış hatırlamıyorsam Âkif, “İstibdad” isimli şiirini 1909 başında, “Köse İmam” başlıklı şiirini ise 1910 Mart’ında yazdı. O tarihler zor tarihlerdir. Vatan parçalanıyor, vaktiyle Kur’an’ın gürül gürül okunduğu Balkanlar'a çan sesleri yeniden hâkim oluyordu... Bu durumda Şair’in duygusal yüreği çatladı:

“Sesi hatta kısıldı Kur’an’ın
Sustu, güya sadası Mevla’nın!
Arnavutluk’ta gürleyen toplar
Geliyor işte payitahta kadar.”


Akif’in Sultan Abdülhamid’e yönelik sözleri bir öfke sağanağıdır. Belki de, aynı zamanda, vatanın bölünmesinden, parçalanmasından, imparatorluğun çözülüp çökmesinden sorumlu tuttuğu kişiden (öyle olup olmaması ayrı konu) intikam alma dürtüsüdür.

Kolay değil: Başına koskoca bir imparatorluk çöküyor! Aydınlarla birlikte Akif de şaşkındır. Ya birbirlerini suçluyorlar, ya da 3'ü 5'i bir araya gelip sarayı suçluyorlar. Ne olayları analiz edecek vakitleri vardır, ne de dünyayı izleyip Osmanlı Devleti’ni ona göre yeniden yapılandırmayı teklif edecek birikimleri... En iyi bildikleri şey öfkelenmek, bağırıp çağırmak ve suçlamaktır! Onu yapıyorlar.

Ne olursa olsun, insanları, yanlışları ve doğrularıyla birlikte değerlendirmek esastır. Bu ölçekte değerlendirilmeleri halinde, her ikisi de (Mehmed Akif ve Sultan Abdülhamid) vicdanlarda “beraat” kararı alırlar.

http://www.habervaktim.com/yazaroku.php?id=11595

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 4 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye