Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi -Q- Sohbetleri
MesajGönderilme zamanı: 22.01.09, 23:06 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi -Q- Sohbetleri buradadır.

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi -Q- Sohbetleri
MesajGönderilme zamanı: 22.01.09, 23:06 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
seyyahin yazdı:
Zühd ve Birr (M.Sami Ramazanoğlu)

1999 - Mayıs Yeni Dünya Dergisi


ZÜHD:
“Allah bir kuluna hayır murad edince onu dinde fakîh kılar. Yâni o kuluna dînin hükümlerini öğrenmeye istidâd verir. Ona kuvvetli hâfıza, anlayış verir. Onu dünyaya tapmaktan korur. Ayıplarını gözlerinde canlandırır. Yâni yaptığı kusurun derhal farkına varıp tevbe eder.”1
İmam Ahmed bin Hanbel Hazretleri der ki, “Zühdün yâni kalbi dünyanın kötü heveslerinden ayırmanın üç derecesi vardır:
1- Kalpten haram temâyülleri söküp atmaktır ki, bu müslümanların avâm tabakasının zühdüdür.
2- Helâlin fazla mikdarına temâyülü kalpten çıkarmaktır ki, bu havâss’ın zühdüdür.
3- Kulu Allah’tan alıkoyan herşeyden kalbi temzlemektir ki, bu da ârifler’in zühdüdür.

GÖNÜL ZENGİNLİĞİ
“Allah bir kuluna hayır dilediği zaman onun zenginliğini kalbinde yaşatır; ona kalp zenginliği verir. Takvâyı yâni Allah korkusunu gönlünde yerleştirir. Allah bir kuluna da şer dilediği vakit fakirliğini iki gözünün önüne getirip gösterir.”2
Kalbi zengin olanlar hayatta dâima müsterih yaşarlar. Kendilerini kötü ihtiraslara kaptırmazlar. Gönlünde Allah korkusu yerleşenlerin kalbi “yakîn” nurlarıyla dolar. Gaflet ve günahlardan derhal tevbe ederler. Aç gözlü insanlar malca ne kadar zengin olurlarsa olsunlar kendilerini fakîr ve muhtâc sayarlar. Bu hâl gözlerinin önünde bir şerr, bir belâ olarak dikilip kalır. Bu yüzden onlar dâimâ ızdırap içinde yaşamaya mahkum olurlar. Kalp zenginliği nasıl büyük bir nimetse açgözlülük de öyle kötü ve amansız bir şerrdir.

GERÇEK ZÜHDE ERMENİN YOLU
“Allah’ın senin üzerine farz kıldığı şeyleri edâ et ki, insanların en çok ve en iyi ibadet edenlerinden olasın. Allah’ın sana haram kıldığı şeylerden uzaklaş ki, insanların en yüksek takvâ sâhiplerinden olasın. Allah’ın senin için takdîr ettiği kısmetine, rızka râzı ve kani’ ol ki, insanların en zenginlerinden olasın.”3
Bu hadis-i şerifteki “farz” şârihlere göre bütün sünnet ve müstehaplara da şâmildir. Çünkü farz ıtlak olununca kemâline masrûf olur. Onun kemâli ise kuldan istenilen bütün ibadetlerin en güzel sûrette yerine getirilmesiyle hâsıl olur. Hadis-i şerifte haramdan uzaklaşmak emrediliyor, demek haramı işlemek şöyle dursun, ona yaklaşmak bile câiz görülmüyor.

ZENGİNLİK, SIHHAT VE GÖNÜL HOŞLUĞU
“Helâlinden kazanmak, hayır yollarından sarfetmek suretiyle takvâya riâyet eden kimsenin zenginliğinde hiçbir beis yoktur. Sıhhatli olmak takvâ sahipleri için zenginlikten de hayırlıdır. Gönül hoşluğu da nimet cümlesindendir.”4

ASIL ZENGİNLİK KALP ZENGİNLİĞİDİR
“Zenginlik yalnız mal, para vesaire çokluğundan ibaret değildir. Ancak asıl zenginlik kalp zenginliğidir. Yâni kanaattir.”5
Hâris olan adam ne kadar zengin olsa daima fakirdir. Tayyibî diyor ki; “Kalp zenginliğinden murad ilim ve amel zenginliğidir de denilebilir. Çünkü, rûh ancak bu sûrette hazzını almış olur.”

BİRR VE İSM
“Birr, rûhun yani vicdanın ısındığı, kalbin yatıştığı şeydir. İsm ise müftîler sana fetvâ verse de rûhun yâni vicdânın ısınmadığı, kalbin yatışmadığı şeydir.”6
Birr, Allah’ın rızâsını isticlâba medâr olan fiilidir. İmam Nevevî’ye göre ulemâ birr’e, sıla-i rahim, sadâkat, lütuf, iyilik, güzel sohbet, iyi muâşeret, tâat, ibadet.” gibi mânâlar vermişlerdir.
Celâleyn tefsirine nazaran Mâide Suresinin ikinci ayet-i kerimesindeki “birr” iyilik demektir. “Berre” fethalı “berr”: Kara, yeryüzü demektir. Bahr ve deniz mukabilidir. Sonra genişlik mânâsıyla “birr” hayırlı işte genişlikte kullanıldı. Cenâb-ı Hakk’a nisbet olunduğu gibi bazan kullara nisbet olunur. Nitekim “Kul Rabb’ına itaat etti” demektir. Buna göre “birr” Allah’tan sevap, kuldan itaat mânâsına gelir. İtaat da itikad ve amel olmak üzere iki nevidir.
Birru’l-valideyn, anaya babaya geniş hizmette ve iyilikte bulunmaktır. “Ukuk” mukabilidir. “Birr” geniş hayır münâsebetiyle doğru söz mânâsına da kullanılır.
Birr kelimesinde haccın kabûlü mânâsı da vardır ki, haccın Allah’ın sevâbına mazhâr olduğunu bildirir.
Bürr ise buğday demektir. Çünkü buğday gıdalar içinde en ziyâde muhtaç olduğumuz bir maddedir.
Birr’in diğer mânâları cennet, hayır, fazîlet, güzellik çok iyilikte bulunmak ve hacc-ı mutlak vs.dir.
Beyzâvî’ye göre birr, hoşnutluğa sebep olan herşeydir.” Ebu’s-Suud, “makbûl hasletlerin ismidir” demiş. Rûhul-meânî’de de “Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıran herşey” şeklinde mânâ verilmiştir.
Berr, lütuf ve ihsanı bütün yaratıklarına şâmil mânâsını ifade etmek bakımından Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i hüsnâsındandır. Sâdık, doğru sözlü, iyi insanlara ve meleklere de ıtlak olunur ki, birincisinde cem’i “ebrâr” ikincisinde “berere”dir.
Şah Veliyyullah Dihlevî, der ki: “Birr, insanın mele-i âlâya boyun eğmesini, Alllah’ın ilhâmına kavuşmada kendinden geçmesini, Hakk’ın murâdı içinde fânî olmasını gerçekleştirmek (ve kendisini olgunlaştırmak) üzere işlediği her bir ameldir.
Ayet-i kerîme’deki ism lügatte günah demektir. Bu münâsebetle şaraba, kumara, işkenceye, cezâya yâni günahın cezasına da ism denir. Bir günah işlemek mânâsına masdar olur. Asim, günahkâr, esîm yalancı demektir. Cem’i “âsâm” gelir.
Râgıb el-Isfahânî’ye göre ism, insanı sevaptan geç bırakan fiillerin adıdır.Yalana da ism denilir; çünkü o da günah cümlesindendir. İsm, birr’in mukabilidir. “Birr, nefsi emin ve mutmain kılan, vicdana zevk veren, ism de göğsünü vicdanını tırmalayan şeydir.” mealindeki hadis-i şerif bu iki kelimenin tefsîrini değil, hükmünü tazammun ediyor.
İsm, şer’an ve tab’an kaçınılması vâcip olan şeydir. Seyyid Şerîf Cürcânî, ism, ukûbete hakk veren günahtır. Onunla ancak haram olan şeyler kasdolunur. Zenb ile aralarında fark vardır. Zenb bilerek ve bilmeyerek yapılan günah; ism, bilerek işlenen ve fâili cezâya hak kazanan günahtır.

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi -Q- Sohbetleri
MesajGönderilme zamanı: 22.01.09, 23:08 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
seyyahin yazdı:
Hubb-u Dünya (M.Sami Ramazanoğlu)

1999 - Nisan Yeni Dünya Dergisi


Kalbi dünya muhabbetinden halâs edip Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın harâret muhabbetiyle germ olmak, o mü’min için saadet alâmetidir.
Allahü Teâlâ’nın abdinden i’râzının alâmeti, o kulun mâlâya’nî ile iştiğâlidir.
Dünya muhabbeti günahların pirîdir.
“Dünya sevgisi bütün günahların başıdır.” buyurulmuştur. Ve onun terki de cemi’ ibâdât’ın başıdır. Dünya mağzûbe-i Hak Sübhânehû ve Teâlâ’dır ki, tâ hılkatinden beri ona sürûr ile nazar buyurmamıştır. Ve onun ehli nişân-ı tard ve la’n ile mersûm ve ma’lûm olmuştur.
Haberde gelmiştir ki:
“Dünya mel’ûndur, onda olanlar da mel’ûndur, ancak Allah’ı ananlar müstesnâ.”
Çünkü zâkirler ve belki her zerre-i vücûdları dahi Allah Sübhânehû ve Teâlâ’nın zikri ile doludur. Böyle olunca zâkirân-ı Hak Sübhânehu ve Teâlâ bu vaîd’den hâriçtir, fefhem.. (anla!)
Dünya bir nesnedir ki, gönlü Hak Sübhânehû ve Teâlâ’dan alıkor. Ve Hak’tan gayri mâl, evlâd ve esvâb ve riyâset gibi şeylere meftûn eder.
“Ey mü’minler! Emvâliniz ve evlâdınız sizi Allah’ın zikrinden ve üzerinize farz olan ibadeti edâdan meşgûl etmesin. Eğer bir kimsenin emvâl ve evlâdı ferâizini edâdan onu meşgûl ederse onlar zarar görücüler ve hüsrânda kalıcılardır.” 1
Kezâ:
“İr’âz et o kimseden ki, o kimse zikrimizden i’râz etti ve yüz çevirdi ve o kimse hayat-ı dünyadan başka bir şey murâd etmez.” 2 Nass-ı kâtı’dır.
Her ne ki dünyadır, belâ-yı cândır. Ve ehli dahî dünyada tefrika sahibi ve ahirette nedâmet ve hüsran ehlindendir.
Onun hakikatta terkinin alâmeti; onun vücûdu ile ademi müsâvî olmuş ola. Bu ma’nânın husûlü de erbâb-ı cem’iyyetsiz müteassirdir. Kalbin selamet bulması da ancak mâ’sivâ-yı Hak Celle ve Alâ’nın nisyanı ile hâsıl olur ki, ona fenâ ta’bir olunur. Tefekkür etmek gerekir ki, ahireti verip de dünyayı ivaz almak bey’u şirâsı ne keyfiyettir? Bu dünya-yı mebgûza harîs olunmaz. Cenâb-ı Kuds-i Hüdâvendî Celle Sultanuhû’ya devâm-ı ikbâl sermâyesi elden bırakılmaz.
Hak Sübhânehû ve Teâlâ’dan yüz çevirmek sefâhet ve cünûndur. Dünya ve ahireti bir kalbte cem’ eylemek cem-i ezdâd’dır.
“Allah bir adamın içinde iki kalb yaratmadı.”3
Ahiret’in azabı ebedîdir. Dünya metâı Hak Sübhânehû ve Teâlâ’nın mebgûzudur. Ahiret de Hak Teâlâ’nın merzıyyesidir.
“Dilediğin kadar yaşa muhakkak (bir gün) öleceksin! (Dünyaya) dilediğin kadar sarıl, (bir gün) çaresiz ayrılacaksın!..”
Ebu Ubeyde (r.a) me’mûren Bahreyn’den sulh ile aldıkları cizye mallarını alarak Medîne-i Münevvere’ye gelince:
Ashâb-ı Kirâm -radıyallahu anhüm- sabah namazını kılar kılmaz hemen Ebû Ubeyde’ye karşı çıktılar.
Rasülullah (s.a.v) Ashâb’ı bu halde görünce gülümseyerek, Onlara:
- Öyle sanıyorum ki siz Ebû Ubeyde’nin hayli dünyalıkla geldiğini duydunuz da onu sevinçle karşılıyorsunuz! buyurdu.
Onlar da:
- Evet yâ Rasûlüllah! diye tasdik ettiler.
Bunun üzerine Rasülullah (s.a.v):
- Şâd olunuz! ve sizi sevindirecek ni’metleri bundan böyle her zaman umunuz. Vallahî bundan sonra size fakr u ihtiyaç geleceğinden hiç korkmam. Fakat sizin için korktuğum birşey varsa o da, sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya ni’metlerinin yayıldığı gibi sizin önünüze yayılarak onların birbirlerine hased ettikleri gibi ve nefsâniyet güttükleri gibi sizin de birbirinize düşmeniz ve onların helâk oldukları gibi sizinde mahv olup gitmenizdir, diye ümmetini intibâh’a da’vet buyurmuştur. Fa’tebirû... (ibret alınız).
Hz. Ömer (r.a) İran fütûhatını müteakip Ashab-ı Kiram’a şu hitâbede bulundu:
“Mecûsî devleti mahv oldu. Bundan sonra bir karış yerlerini istirdâd edemezler. Cenâb-ı Hak onların diyar ve emvâlini size mevrûs kıldı. Tâ ki sizin ne gûna amel edeceğinize nazar buyura.. İmdi hâlinizi tebdîl etmeyiniz! yoksa sizi başka bir kavm ile istibdâl buyurur. Ben bu ümmet hakkında bir taraftan korkmam, illâ sizin kendi tarafınızdan korkarım.” buyurdu.


***

sufi7007 yazdı:
Sami Efendi'mizin Nazım Efendi'mizin Şam'da kıyılan nikahının "nikah şahidi" olduğunu biliyor muydunuz?


***

talib yazdı:
Nazım Efendi'nin de Sami Efendi'ye muhabbetli olduğu görülüyor. O havas arasında en ziyade muhabbet edilenlerden fakat avam arasında az bilinenlerden olarak gözüme göründü.


***

dua yazdı:
Şeyh Nazım Kıbrısi, Abdullah Dagıstani’nin yanında ona hizmet ederdi. Ona çok hizmet etti. Bir müridin mürşide yapması gereken neyse o hizmeti yapardı. Şeyh Nazım Selimiye Tekkesinde Türk talebelerine avamil, sarf- nahiv okuturdu. Bir gün bana ‘Sami Efendiye söylesen de bana tefsir dersleri okutsa’ dedi. Efendimize söyledim, o da ‘Tamam, Ruhul Beyan Tefsirinden okuyalım’ dedi. Nazım Kıbrısi, üstadımız Şam’da kaldığı müddetçe üstadımızın evine geldi, tefsir dersleri aldı.
alıntı
Osman Şevket Yardımedici ile ropörtajdan.

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye