Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: El-HAC Mahmud El OFî [Mahmud Efendi K.S] /Cubbeli Ahmed Hoca
MesajGönderilme zamanı: 10.03.09, 14:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
EFENDİ HAZRETLERİYLE GÖRÜŞMELERİM

Cübbeli Ahmed Hoca

***

Allâh-u Te‘âlâ’ya hamd-ü senâdan, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e ve âl-i ashâbına salât-ü selamdan sonra!

Kıymetli Kasr-ı Ârifân okuyucuları!

Üstadımız Hazretlerinin rızasıyla bundan sonra dergimizin bu başlık bölümünde; bir ay içerisinde kendisiyle yaptığımız görüşmelerde aramızda geçen muhaverelerden sizleri alâkadar edeceğini düşündüğümüz kısımları sizlerle paylaşmayı münasip gördük. İnşâallah bu satırlarda okuyacağınız konular, sizlere Üstadımız Hazretlerinin nefeslerinden feyizli esintiler ulaştırır, bereketler getirir ve sizleri nurlara garkeder.

Evvela böyle bir Zâtı tanımış olduğumuz ve onunla aynı dönemde yaşamış bulunduğumuz için Allâh-u Te‘âlâ’ya çok hamdetmemiz gerektiğini itiraf etmeliyiz. Bu gün dünyada, hasta yatağındayken: “Beni doğrultun, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), İbni Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh) ile birlikte ziyaretime geldi” diyen ve yakazaten (uyanık halde) Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ile konuştuğuna tanıklık edilen, Hazreti Fatih ile gün boyu beraber olduğunu beyan eden, bütün bunlardan öte, bizim çocuklarımıza bile laf geçiremediğimiz şu zamanda milyonları Ehli Sünnet itikadında ve amelinde sabit tutabilen, ölmüş sünnetleri dirilterek ve medrese ilmini ihya ederek onbeşinci asrın müceddidi olma ünvanını hak eden başka bir âlimin varlığından söz edebilir miyiz?

Allâh-u Te‘âlâ kendisine hayırlı uzun ömürler, ömrüne bereketler, vücuduna sıhhat ve âfiyetler ihsan eylesin, kendisine fevkattecellîler bahşeylesin. Bizlere de kapısında sadakatle hizmetçi olmayı nasip eylesin.

Efendi Hazretleri her görüşmemizde mutlaka kendimizin ve yakınlarımızın hâl-i hâtırından suâl ettikten sonra, Türkiye’nin ve dünyanın haberlerinden sorar. Biz de ilgili olduğumuz konularla alâkalı bazı haberleri kendisine aktarırız.

Bu yakınlarda kendisine Ehli Sünnet dışı akımların ve bunların mensubu olan bazı hocaların ifsadlarından haber verdiğimizde, bize onların ne tür yanlışlar ortaya attıklarını sordu.
Biz de: “Kimisi ‘Yahudi ve Hristiyanlar cennete girecek’ diyor, kimi ‘Mezhepler lazım değil’ diyor, kimi ‘Kadere inanmak şart değil’ diyor, bazısı: ‘İslam’da el ve ayak kesmek yok’ diyerek âyetleri inkâr ediyor, bir kısmı: ‘Ye’cûc ve Me’cûc’ün belli bir yeri yok, bütün teröristler Ye’cûc ve Me’cûc’dür’ diyor, kimi de Mehdi’nin geleceğini inkâr ediyor, kimi ise Şiilerin görüşlerini Ehli Beyt’e mâl ediyor” deyince, kendisi kısa ve öz konuştuğu için, ayrıca: “Bana cevâmi‘u’l-kelim (kısa sözle derin mânâlar ifade eden kelâmlar) verildi” buyuran Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in varisi olması hasebiyle şöyle cevap buyurdu:

“Bunlar nasıl böyle diyebiliyorlar? Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e inanmadan kimse cennete giremez. Bu hususta nice âyetler var, mezhep imamları ne büyük insanlar, hele İmâm-ı Azam (Radıyallâhu Anh) ne kadar üstün, onlara uymadan kimse İslâm’ı yaşayamaz. Îman şartları altıdır, bunlar bütün şeriatlerde aynıdır, değişmez. Allâh-u Te‘âlâ’nın âyetlerinde geçen cezalara inanmak lazım ki en azından îman kurtarılabilsin.

İnsan Kur’ân-ı Kerîm âyetleriyle amel edemese de en azından inanmakla îmânını kurtarır. Ama: ‘Kur’ân’da olsa da ben bunlara inanmam’ derse kâfir olur. Efendi babam: Ye’cûc ve Me’cûc seddi için Çin seddi diyenlere çok kızardı ve bunun Kur’ân-ı Kerîm’e uymadığını söylerdi de: ‘O seddin üzerine zamanla ağaçlar ve bitkiler dolandığı için yanından geçsen fark edemezsin, fakat Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulduğu üzere o sed vardır ve bu iki kavim onların arkasındadır’ derdi. Bunu kim inkâr edebilir? Mehdi’nin geleceğini Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) haber verdi. Hangi hoca bunu inkâr edebilir?

Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in sahâbesine tazim etmeyenler, ona îman etmemiş olur. Şiiler yetmiş iki fırkanın en kötüsüdür. Çünkü sahâbeyi sevmezler. Şimdi ben gezip bunları anlatacak güç bulamıyorum, eski kuvvetlerim kalmadı, fakat siz gezin bunları anlatın. Bu yanlış konuşanlarla mücadele etmek lâzım, Efendi babam çok hassas idi, hangi hoca yanlış bir fetva verse gider onu bulur, o görüşünden döndürürdü, nazı geçtiklerini kendi yanına çağırtır ikaz ederdi, hiç bana ne demezdi.” buyurduktan sonra: “Şeytanın dostlarıyla mücadele edin, gerçekten şeytanın hilesi pek zayıf olmuştur.” (Nisâ Sûresi:76) âyet-i kerîmesini okudu.

Onun bu âyet-i kerîmeyi okumasının ardından hız verdiğimiz ilmî reddiyeler neticesinde gerçekten onun bir kerâmeti olarak, bâtıl ehlinin ne kadar tutarsız, delilsiz ve istikrarsız olduklarını görmeye başladık. Fakat bu sırada bazı kimselerin bize itiraz ettiğini görünce Üstadımız Hazretlerine: “Bidat ehline reddiyeler içeren konuşmalar yapmakla ve kitaplar derlemekle meşgul olmaktayız, fakat bazıları bize bu kişilerin isimlerini telaffuz etmememiz gerektiğini söylüyorlar” diye sorduğumuzda: “Acı da olsa hakkı söyle, ama şiddet iyi bir şey değil, terazili git” buyurdular. Böylece biz anlamış olduk ki, kimsenin şahsına hakaret etmeyeceğiz, ama söyledikleri yanlışları insanlara duyuracağız.

Görüşmelerimiz esnasında bazen halsiz olduğunu ifade buyurduğu zaman bu fakir: “Asıl kuvvet ruhtadır, siz bir gecede binlerce kişinin rüyasına girip cevap veriyorsunuz, onlara imdâd ediyorsunuz ve kendileri hakkında tasarrufta bulunuyorsunuz” deyince, bazen istiğfar ediyor, bazen de sessiz kalıyordu.

Her gittiğimde tefsir çalışmalarında hangi âyete geldiğimizi soruyor, cevap verince de: “Bu tefsirin misli yok, dünyanın en büyük işini yapıyorsunuz, bunu yazmayı bize Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) emretti” buyuruyor ve itmâmı için dua ediyordu.

Ayrıca nerelere sohbete gittiğimizi ve cemaatlerin hali hatırını soruyor, kendisine: “Hepsi sizin bereketiniz, bana: ‘Diploma alma, söz veriyorum sana, nereye gidersen seni imam edecekler, vâiz edecekler, müşterin bol olacak’ buyurmuştunuz, biz de her sözünüzü tutamadıysak da bu sözünüzü tuttuk ve otuz sene evvel söylemiş olduğunuz bu sözün ayniyle tahakkuk ettiğini gördük. Milletin bunca diploması varken konuşacak adam bulamıyorlar, bizim hiçbir ünvanımız yokken sizin bu kerâmetinizle gittiğimiz yerlerde adam koyacak yer bulamıyoruz, bir keresinde külliye vaazlarının yoğun olduğu bir dönemde iki kandile rastlayan bir zamanda umreye gitmek istediniz ve tefsir yazmak için beni götürmek istediniz, ben de: ‘Cemaat kandil gecelerinde çok kalabalık oluyor, onları bırakmasam’ diye rica edince: ‘Ya bütün cemaatin dağılırsa ne yapacaksın’ buyurmuştunuz, işte o zaman bütün cemaati sizin gönderdiğinizi, sizi dinlemezsem hepsini dağıtabileceğinizi daha iyi anladım. Sizi ne kadar dinlediysek o kadar kazandık” dediğimde: “Sohbetlere devam et, gidilen yer yeşeriyor, şeytan emr-i bil ma’rufa müsaade etmiyor, Efendi Babam: ‘Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın devamı ve bekâsı emri bil ma’ruf ve nehyi anil münkere bağlıdır, inkırâzı da emri bil ma’ruf ve nehyi anil münkerin terk edilmesiyledir’ derdi” buyurdu. Sonra: “Yâ Rabbi! Sen tesirini halkeyle!” diye duada bulundu.

Üstadımız Hazretleri son ziyaretimde: “Haberler nasıl?” diye sorunca: “Ortalık karışık, İsrail Müslümanlara saldırıyor, yaşlı, kadın, çocuk demeden herkesi öldürüyor, herkes dua ediyor, fakat zulüm devam ediyor, kitaplarda geçiyor, “Bir bela geldi mi veliler dua eder, bela büyük olunca Ğavs dua eder, o zaman kabul olur. Ğavs sizsiniz, Gazze’deki Müslümanlara dua ve himmet buyurun, bir de herkes ne okuyacaklarını soruyorlar’ dedim.

O zaman: “Rabbenâ zalemnâ …… Ey Rabbimiz! Biz (emrine muhalefet edip,) nefislerimize zulmettik! Eğer Sen bizim için (günahlarımızı) bağışlamada bulunmazsan ve bize acımazsan andolsun ki; elbette biz (iki cihanda da en büyük zarar ve) hüsrâna uğrayanlardan oluruz!” (Araf Sûresi:23) âyet-i kerîmesini okusunlar, zulmümüzü itiraf edersek acır bize, istersek acır bize” buyurdu. Sonra “Yâ Rabbi! Filistindeki Müslümanları kayır, sen onların imdadına yetiş” diye duada bulundu. Ertesi gece İsrail ateşkes ilan etti.

Bu sırada Üstadımız Hazretleri bana Filistinlilerin başında kim olduğunu ve Mısır’ın başkanının kim olduğunu ve ne yaptığını sorunca ben: “Filistinliler ikiye bölündüler, Hamas seçimleri kazandı, Hanie başbakan oldu, fakat Mahmut Abbas’ın partisi el-Fetih ile araları yok. Mısır’ın başkanının adı Hüsnü Mübarek ama kendi hiç mübarek değil, ihtilâlden korkuyor, Yahudileri tutuyor, ilaç hariç hiçbir şeyi geçirmiyor, her tarafta bombalar patlıyor, hamile kadınlar çocuklarını düşürmüş, sütleri kesilmiş, dünya seyrediyor, kimse bir şey yapamıyor” deyince: “Sorma, büyük imtihandayız. Kâfirlerin yaptıkları Müslümanların rahatını kaçırmak! İbtila! İbtila! Hep dünya sevgisinden oluyor bu işler, Müslümanların başındakiler: ‘Dünya geçmesin elden de din ne olursa olsun’ diyorlar, evliyaullah: ‘Sıddıkların kafalarından bile en son çıkacak şey reislik sevgisidir’ buyuruyor. Halbuki ‘İslâmiyet hâkim olsun da biz çöpçü olalım’ demek lazım. Ama Müslümanların âkibeti iyi olur, kâfirlerin sonu cehennem olduktan sonra dünyalıkları ne fayda eder.

Rûhu’l-beyan’da bir kıssa var: ‘Bir Müslümanla bir kâfir balık avına çıkmışlar, kâfir tenekeyi balıkla doldurmuş, Müslüman da akşama kadar bir balık avlamış, o da denize kaçmış. Müslümanın görevli meleği buna üzülmüş, o zaman Allâh-u Te‘âlâ ona ikisinin ahirette gideceği yerleri gösterince onun meleği: “Bunun sonu buysa hiç balık avlamasa ne zarar eder, kâfirin sonu da böyle cehennem ise tuttuğu balıklar ne fayda eder’ demiş” buyurdu.

Görüşmelerimizde daha birçok sual cevap yer almaktaysa da, şu an için sizi alâkadar eden konuları bundan ibaret görüyoruz ve Üstadımız Hazretlerini çok sevmekle kurtuluş ümit ediyoruz.
Görüşmelerimizin birinde: “Dua edin, sizi sevmekle kurtulalım” dediğimde cevaben buyurduğu: “Mevlâ kurtarsın hepimizi” duasıyla, hepinizi Allâh-u Te‘âlâ’nın hıfzına ve Üstadımız Hazretlerinin himmetine emanet ediyorum.

***

EFENDİ HAZRETLERİYLE GÖRÜŞMELERİM

- II BÖLÜM -

Allâh-u Te’âlâ’ya sonsuz hamdü senâlardan, Rasûlüne ve Âl-i Ashâbına sınırsız salâtü selamlardan sonra!

Geçen aydan beri Üstâdımız Hazretleriyle müteaddid defâlar görüşmelerimiz oldu. Yanına her girdiğimizde şu rivâyet mutlaka aklımıza geliyor. Evliyâullahtan biri mânâ âleminde Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’i görünce, O’na amellerin en üstününün ne olduğunu soruyor. Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de ona: “Ölü olsun diri olsun, Allâh dostlarından bir velînin huzûrunda bir koyun sağacak kadar az da olsa oturmandır” buyuruyor.

Biz de asrımızın en büyük velîsi olan Efendi Hazretleri’mizin yanına girerken hayâtımızda işleyebileceğimiz en fazîletli amelin, O’nun huzûrunda kısa süreli de olsa durabilmemiz olduğu bilinciyle huzûruna giriyoruz.

Bizim geldiğimiz kendisine bildirilince mutlaka tebessüm ediyor, sevinç izhar ediyor ve kısa aralıklarla da gitsek: “Neredeydin? Göresim geldi” gibi iltifat içeren sözlerle bizi karşılıyor.
Allâh-u Te’âlâ hak etmediğimiz halde bize anamızdan babamızdan daha yakın davranan, çocukluğumuzdan bu güne bizi terbiye ve himmet dâiresinde saklayan bu yüce Veliyi hem bizim tarafımızdan, hem de bütün ihvânı tarafından hayırla mükâfatlandırsın ve kendisine fevka’t-tecellîler ihsân eyleyip, bizi O’ndan, O’nu bizden, cümlemizi silsilemizin büyüklerinden ve Habîbi Edîbi Muhammed Mustafâ’sından (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ayırmasın.
Âmin!

Bu yakınlarda bir kere Üstâdımız Hazretleri’nin yanına girdiğimizde: “Eski kuvvetler kalmadı, onun için biraz uzanıyorum, kusura bakmayın” deyince: “Efendim siz bu zamana kadar hiç istirahat etmediniz, beş-on dakîkalığına uzanırdınız, sizi dediğiniz vakitten bir dakîka sonra uyandıracak olsak bize kızardınız. Zaten gözünüz uyurken de kalbiniz uyanık olurdu, dilinizden zikir eksik olmazdı, bâri şimdi biraz istirahat edin ama bu istirahatleriniz de mutlaka büyük tecellîlere vesîledir.

Nitekim evliyâullahtan biri hiç uyumazmış, sonra bir kere uyuduğunda Allâh-u Te’âlâ’yı mânâ âleminde görünce artık yastıkla gezer olmuş ve bu hususta söylediği Arapça bir beyitte: ‘Kalbimin sevincini uykumda gördüm, artık uyuklamayı ve uykuyu sever oldum’ buyurmuş.
Ayrıca asıl kuvvet ruhtadır, sizin rûhunuz bulunduğunuz yerden bütün ihvâna imdat edecek kuvvettedir” dediğimde, aşırı tevâzuundan ve hayâsından dolayı bir yandan mahcub oldu, diğer yandan: “Estağfirullâh! Estağfirullâh! Bende bir şey yok, mâşallâh her şeyi hatırlıyorsun, bir şey unutmuyorsun, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “İlmin âfeti unutmaktır, onu zâyi etmek ise ehli olmayana anlatmaktır” buyuruyor, Allâh-u Te’âlâ bize faydalı şeyleri unutturmasın” buyurdu.
Üstâdımız Hazretleriyle her görüşmemde olduğu gibi, bu yakınlarda da defâatla babamın hâli hatırını sordu. Babam, Ali Haydar Efendi Babamızın zamanından beri Üstâdımızın yakın arkadaşı olduğu için onu sorması doğaldı. Ancak bir kere: “Seni bize verdiği için ona çok değer veriyorum, baban da annen de kıymetli kimseler” deyince, anladım ki Üstâdımız nezdinde en kıymetli amel, bir insanın çocuğunu İslâmî ilimleri tahsil yoluna ayırmasıdır.

Üstâdımızın vefâsı gerçekten dillere destan olacak niteliktedir. Kendisi ne kadar ağır hasta olsa bile yanına gelenlere hal hatır etmekle kalmaz, mutlaka anne babalarını ve yakınlarını sorar. Hele bir de onlar ilme çalışmış veya ilme çalışanlara yardımcı olmuş kimseler iseler, onları hiçbir zaman unutmamıştır.

Üstâdımız Hazretleri bana, sohbete nerelere gittiğimi sorunca, o gün Bursa’ya gideceğimi söyledim. O zaman: “Bursa’da cemâat nasıl?” diye sordu. Ben de: “Güzel, külliye doluyor, siz de orada vaaz etmiştiniz ve çok beğenmiştiniz, hepsi sizin bereketiniz. Herkes sizinle yaşıyor, varlığınız yetiyor” dedim.

Efendi Hazretleri: “Tefsir çalışmaları nasıl gidiyor, hangi âyete geldiniz?” diye sorunca ben: “Şimdi biz: ‘Rahmetim her şeyi kaplamıştır, ama ben ahirette onu.........O, Ümmi Nebîye uyanlar için tahsis edeceğim’ (A’raf Sûresi: 156- 157’den) âyet-i kerîmelerinin tefsirindeyiz, siz her yerde; evlerde, bahçelerde, yol kenarlarında yazdırıyordunuz ve ‘Yol yürümekle biter’ buyuruyordunuz.
Ben: ‘Efendi Hazretleri! Şekerim dört yüze çıkmış, gelecek tâkat bulamıyorum’ desem, siz: ‘Söz veriyorum sana, yola çık iyileşeceksin, bir şey olmayacak’ buyuruyordunuz. Gerçekten de bir şey olmuyordu, benimle birlikte şeker hastalığına tutulanların kiminin gözü görmez oldu, kiminin ayakları yürüyemez hâle geldi, ama siz: ‘Allâh gözlerini tefsire bağışlasın’ diye duâ etmiştiniz, hamdolsun hâlâ kitapları görebiliyorum, hepsi sizin duânızın bereketleri, hepsi sizin kerâmetleriniz” diye cevap verdim.

O zaman Üstâdımız Hazretleri: “Bu tefsiri yazmamızı bize Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) emretti, tabî ki O bizi kayırır, dîne en büyük hizmet Allâh-u Te’âlâ’nın kelâmını kullarına anlatmaktır, işte tefsir yazmak bunu yapmaktır, bu yazılanlar Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’e arzediliyor, O’nun kabûlünden geçtikten sonra yazılıyor, ona göre gayretli çalışmak lazım. Nefis yalandan yere hasta olur, işine gelen şeylere üşenmez ama ilme-ibâdete karşı hastalık bahâne eder.

Bir keresinde İhsân Efendiyle yolculuktayken “bir”de yattık, “üç”te onu kaldırınca: ‘Hoca Efendi! Yüz lira vereyim bırak beni’ demeye başladı ama ben onu bırakmadım, insan kalkıp abdest alınca şeytanın attığı düğüm çözülür, o zaman ibâdete doymaz olur. Birine de namaza kaldırmak için ‘Kum; (kalk)’ dediler, o da: ‘Kum; yat demektir’ deyip geri yattı. İşte nefis ibâdetten böyle zorlanır, anlamazdan gelir. İhsan Efendi çok iyi hâfız ve âlim idi, Efendi Babam onun için: ‘Ne güzel yardımcın var’ buyururdu. Hanımı da çok Sâliha bir kadın idi, bütün çocuklarını hâfız yetiştirdi, İhsan Efendiye: ‘Hanımın milleti hâfız yapıyor, şeref sana kalıyor’ derdim. İşte onlar çalıştılar şimdi kabirde rahat ettiler.

Bir talebesi onun mezarına gitti, vasiyeti üzere Bakara Sûresi’ni okudu, sonra hocasını görmek için çok mürâcaat etti, o sırada daldı. Onu aşağı doğru indirdiler bir de baktı göz görebildiğine geniş bir bahçe, İhsan Efendi de kolları sıvalı bir vaziyette abdestten geliyor. Sonra bu zuhurâtını yakınlarına anlatınca: ‘Hoca Efendi yeni abdest almışken, kolları sıvalı vaziyette vefat etti’ dediler. O da o zaman bunun sırrını anladı.

Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öylece dirilirsiniz’ buyurdu. Çok dikkat edelim, dünyânın şakası yok, burası çok tehlikeli bir yer, bir defa gelmiş bulunduk, artık kazanmaktan başka çâre yok” buyurdu.

Üstâdımız Hazretleri: “Sen daha gençsin, yaşın kaç oldu?” diye sorunca, ben: “Kırk dört oldu” dedim. O zaman: “Ne zaman o kadar oldun? Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Yaşı kırkı geçip de hayrı, şerrini geçmeyen cehenneme hazırlansın” buyuruyor” deyince, ben: “Benim hayrım şerrimi geçmiş değil, duâ buyurun da bundan sonra telâfi edelim” dedim. O zaman: “Yok yok, öyle değil, öyle konuşma, Rabbim cümlemizi hayırla yaşatsın ve hayırla alsın” buyurdu.

Sonra: “Barajlar doldu mu, yağmurlar çok yağdı mı?” diye sorunca, ben: “Günlerdir yağıyor, barajların doluluk oranı yüzde altmışı geçti, hep sizin duânızın bereketi, evvelce de ne zaman yağmur duâsı yapsanız hemen yağardı, bunu herkes görürdü” dedim. O zaman: “İnsanlar çok günahkâr ama yağmurda hayvanların da, çocukların da hakkı var, onun için Rabbim duâlarımızı kabul ediyor, ama herkes İslâmiyeti isteyecek olsa onu da tamamıyla lutfeder, fakat kar çok yağmıyor, köylere de eskisi kadar yağmıyor, bu da bir bereketsizlik işaretidir, yine de çok hamdedelim, bir yandan da istiğfâra devam edelim. Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Rukû eden kullar, yaylımdaki hayvanlar ve emzikteki bebeler olmasaydı, Allâh (mayıs yağmuru gibi) üzerinize azab yağdıracaktı” buyuruyor. Kur’ân okuyanlar olmasa gökten bir damla damlamaz. Allâh-u Te’âlâ üniversiteye giden milyonlarca kişiye îtibar etmez ama besmele çeken bir talebeye îtibar eder” buyurdu.

Efendi Hazretlerimiz’in huzûru saadetlerinden ayrılırken tekrar sıhhatini sorduğumuzda; “Elhamdülillah çok iyiyim, ağrım sancım yok, hiçbir sıkıntım yok, hacıanneniz bana iyi bakıyor, temiz pak bakıyor. Hadîs-i şerifte gelir ki, ‘İsimler gökten iner.’ o da adı gibi şerefli kılınmış sâliha bir kadın. Ben ondan razıyım Allah’da ondan razı olsun.” diye cevap buyurdular.
Böylece Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in sünnetlerinden biri olan, eşe iltifat kaidesini işleterek bununla da bize örnek oldular.

Gördüğünüz gibi Efendi Hazretleri evvelden beri tanıdığınız üzere âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerle kıymetli vaazlarına devam etmektedir.

Bize düşen de, O’nun bu nasîhatlerini güzelce okuyup amel etmek ve herkese iletmektir.
Daha yazılacak çok şey vardıysa da, bunlar özel konular olduğu için, biz sizlere hepimizi alâkadar eden genel konuları aktarmayı münâsip gördük.

Allâh-u Te’âlâ Efendi Hazretlerine hayırlı uzun ömürler, sıhhat ü âfiyetler lutfeyleyip, bizlere de O’nun elinde seyr-i sülûkümüzün itmâmını nasîb eylesin.

Âmin diyen kuluna Allâh rahmet eylesin.

Âmin!


***

-alıntı-

arifan dergisi

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: El-HAC Mahmud El OFî [Mahmud Efendi K.S] /Cubbeli Ahmed Hoca
MesajGönderilme zamanı: 11.03.09, 01:35 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.12.08, 23:18
Mesajlar: 245
Allah cc. Razı olsun.. müstefid olduk elhamdülillah..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye