Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: DÎVÂN-I HİKMET
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 12:28 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
DÎVÂN-I HİKMET

KLASİKLERİMİZ – XV

TASAVVUF: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 16 s: 293-312

AHMED YESEVÎ VE DÎVÂN-I HİKMET

Kadir ÖZKÖSE *

Giriş

Ahmed Yesevî, tasavvufî mahiyetteki şiirleri ve tesis ettiği tarikatı ile Türklerin
manevî hayatı üzerinde asırlarca tesir etmiş bir şahsiyettir. Biz bu makalemizde
onun bir bütün olarak tanınmasını ve bir tasavvuf klasiği olarak Dîvân-ı Hikmet
isimli eserini tanıtmaya çalışacağız. Sûfî bir şahsiyet örneğinde millî ve İslamî
geleneğimizin daha iyi tanınmasına katkıda bulunmak istiyoruz. Burada
Ahmed Yesevi’nin kişiliği, fikirleri ve Yeseviyye Tarikatı hakkında detaylı bir
tartışmaya girmek istemiyoruz. Onun bu özelliklerinin bir bütün hâlinde değerlendirilmesinden
sonra daha çok Dîvân-ı Hikmet üzerinde duracağız. Eserinin
daha iyi tanınabilmesi için yer yer onun tasavvufî kişiliğine vurgu yapacağız.
XI-XII. asırda Mâverâunnehir, Karahanlılar Devleti’nin hakimiyeti altında
idi. Bu dönemde Türk hanedanları arasında taht mücadelesi, sürekli kargaşa ve
siyasî istikrarsızlık hüküm sürüyordu. Batınî ve Rafizî unsurlar, devleti içten
kemirerek yıkımın eşiğine getiriyordu.1 İşte böylesi bir atmosferde Ahmed
Yesevî, Türk halkları arasında vahdetin sağlanmasına, şer’î çizgiden uzak kitlelere
İslamî hassasiyeti aşılamaya, nebevî sünnetin yaygınlaşmasına ve birlikte
yaşama tecrübesinin tekâmülüne öncülük etmiştir.

I. Ahmed Yesevi’nin Hayatı

Pîr-i Türkistân2, Hâce-i Türkistân3, Hazret-i Sultân, Sultanu’l-Evliyâ, Evliyâlar
serveri gibi unvanlarla anılan Ahmed Yesevî’nin doğum yeri bugünkü Kazakistan
Cumhuriyeti’nin Çimkent şehri yakınlarında bulunan Sayram kasabası4
olmakla birlikte, doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Yusuf-ı
Hemedânî (ö.535/1140)’ye intisabı ve onun halifelerinden oluşu dikkate alınırsa,
V./XI. asrın ikinci yarısında dünyaya geldiği söylenebilir.
Sayram’ın tanınmış şahsiyetlerinden olan babası, kerametleri ve menkıbeleri
ile mâruf ve Hz. Ali (k.v.) soyundan geldiği kabul edilen Şeyh İbrahim,
annesi ise Ayşe Hâtun’dur. Ahmed Yesevî’nin “Aktürbet’5 olarak nitelendirdiği
Şeyh İbrahim’in kabri Sayram’da bulunmaktadır. Ayşe Hâtun, babasının halifelerinden
Musa Şeyh’in kızıdır. Şeyh İbrahim’in Ayşe Hâtun’dan olma bir diğer
çocuğu Gevher-Şehnaz adlı kızıdır. Önce annesini, sonra babasını kaybeden
Ahmed Yesevî, babası vefat ettiğinde yedi yaşında olduğundan bakımı ve terbiyesi
ile ablası Gevher Şehnâz ilgilenmiştir.
Ahmed Yesevî daha küçükken, bilmediğimiz bir sebeple ablasıyla birlikte
Yesi’ye6 gelmiş ve oraya yerleşmiştir. Yesi’de ilk tahsil hayatına başlayan
Ahmed Yesevî, küçük yaşta bir takım tecellilere mazhar olmuş, umulmadık
meziyetler sergilemiş, küçük yaşta Hızır’ın sohbet ve irşadına nail olmuş ve
onun bu hâline ablası Gevher Şehnaz vakıf olmuştur.7
Ablası ile Yesi’ye gelip yerleşen Ahmed, burada Arslan Baba namındaki
tanınmış Türk şeyhinin teveccüh ve iltifatına ve hayır duasına mazhar olur.8
Arslan Baba’ya intisabının yedi yaşında bulunduğu hikmetlerinde ifade edilmektedir.
9 Menkıbelere göre, ashabtan olan Arslan Baba, Hz. Peygamber’den
aldığı hurma emanetini,10 Yesi’ye gelerek, sahibi olan Ahmed Yesevî’ye teslim
eder.11
Hikmetlerinde Ahmed Yesevî, yedi yaşında Arslan Baba’ya bende olmasından
başka on bir yaşına kadar bir takım tasavvufî hâllere ulaştığını da dile
getirmektedir.12 Çocukluk dönemlerinde gerçekleştiğinden bahsettiği bu manevî
tecrübeleri ancak tasavvuf terminolojisine vukufiyetle sağlayabiliriz. Tasavvuftaki
“velâdet (doğum)” kavramı, talibin mürşide intisâb etmesi ve tarikata
girmesi şeklinde tanımlanır. Bu ikinci doğum (velâdet-i sânîye), manevî doğum (velâdet-i ma’neviyye),
ruhsal doğuş (velâdet-i rûhiyye) gibi isimlerle anılır.
Birinci doğumda, madde âlemi ile bağ kuran insan, ikinci doğuşunda mânâ
âlemi ile irtibat kurar. Dolayısıyla onun bu manevî tecrübeleri tasavvufî intisabının
akabinde gerçekleşmiştir.13 Dolayısıyla Ahmed Yesevî’nin Arslan Baba
adlı şeyhle yedi yaşında buluşması, onun tasavvufî hayata başlayışının yedinci
senesinde olması gerekir. Cebecioğlu, Ahmed Yesevî’nin Arslan Baba ile görüştüğü
tarihe dair tespitini şu şekilde ortaya koymaktadır:
“Doğar doğmaz dokuz saat duramayıp göğe uçması, onun tasavvufa ilk adım attığı gün yaşamış
olduğu bir tecrübe şeklinde değerlendirilmelidir. İnsanın ruhî tekâmülünde aşkın, soyut
düşünceye yatkınlık kazanabilmesinin ilmî olarak on bir yaşından sonraya ait oluşu göz
önünde bulundurulursa, Ahmet Yesevî’nin bu manevî doğumunun, maddî doğuşa ait on bir
veya onu takip eden yaşlarda vukû bulduğunu söyleyebiliriz. Bu takdirde Arslan Baba ile 18-
20 yaşlarında karşılaşmış ve ondan mânevî emaneti almıştır. Bir insanın, bu yaşta manevî
alanda olgunluğa mazhar olması makûldür.”14
Kısaca, Hikmetlerde anlatılan olağanüstülükler, bir takım merhalelerin
mecaz yoluyla ifade edilmesidir. Mesela “göğe uçmak” ruh alemindeki yükselişin,
sonra “yere düşmek” insanlığın aslına yönelişin ifadesidir. Beşikte ve kundaktayken
ilahî feyizlere mazhar olma, küçük yaşlardayken fevkalâde hâller
gösterme gibi anlatımlar vücut yaşıyla değil, seyr-i sülûktaki gelişim yaşıyla
ilgili olarak değerlendirilebilir.
İlk tahsiline Yesi’de başlayan Ahmed Yesevî, Arslan Baba’nın vefatından
sonra tahsilini tamamlamak maksadıyla önemli bir İslam merkezi olan Buhara’ya
gitmiştir.15 Buhara’da devrin ileri gelen âlim ve mutasavvıflarından Yusuf
Hemedânî’ye intisap etmiş ve seyr u sülukunu onun yanında tamamlamıştır.
Hikmetlerinden birinde Şeyh Yusuf-i Hemedânî’ye yirmi yedi yaşında intisap
ettiğini ifade etmekle beraber,16 bu intisabın kaç tarihinde olduğu belirtilmemektedir.
Kısa zamanda şeyhinin teveccühünü kazanıp onun yanında kemale eren
Ahmed Yesevî, her bakımdan Hemedânî’nin tesiri altında kalmış, onu ilmi,
fazlı ve takvasıyla kendisine bir muktedâ bilmiştir. Şeyhi gibi şer’î esaslara,
nebevî sünnete ve Hanefi fıkhına bağlılık göstermiştir.
Arslan Baba’dan melâmet esaslarını, Yusuf Hemedânî’den zühd, takvâ,
riyâzet, mücâhede, ibadet ve zikir esaslarını alan Ahmed-i Yesevî’nin yetişmesi,
sadece bu iki ismin etkisinden ibaret değildir. Hikmetlerinde İbrâhim Ethem
(ö.161/777), Şakîk-i Belhî (ö.194/809), Ma’rûf-i Kerhî (ö.200/816), Bâyezid-i
Bistâmî (ö.261/875), Cüneyd-i Bağdâdî (ö.297/909), Hallâc-ı Mansûr (ö.309/921)
ve Şiblî (ö.334/945) gibi büyük mutasavvıfların tesiri altında kaldığı, böylece
zengin bir muhteva kazandığı açıkça görülmektedir.17
Yusuf Hemedânî’nin vefatından sonra vasiyeti gereğince irşad makamına
önce birinci halifesi Hâce Abdullah Berkî (ö.552/1157), onun vefatıyla ikinci
halifesi Hâce Hasan Endakî (ö.555/1160)’nin vefatından sonra üçüncü halife
olarak kendisi irşad görevini üstlenir. Buhara’daki bu tekkenin şeyhliğini ne
kadar süre deruhte ettiği bilinmemekle beraber, bir süre sonra, vaktiyle şeyhinin
verdiği işaret üzerine irşad makamını dördüncü halife Hoca Abdulhâlık-ı
Gücdüvânî (ö.595/1199)’ye bırakarak Yesi’ye gitti.18
Sîr-Derya ve Taşkend çevresinde, Seyhun’un kuzeyindeki bozkırlarda yaşayan
göçebe Türkler arasında güçlü bir nüfuza sahip oldu. Etrafına toplanan
şahsiyetler, İslamiyet’e yeni girmiş, fakat inançlarında son derece samimi olan
saf ve sade Türklerdi. Herhangi bir medrese eğitimi alamamış, Arap ve Acem
lisanlarına vukûfiyeti olmayan, din anlayışlarında yüzeysel bir yapıya sahip
bulunan bu kitleler, onun ilgi odağı haline geldi. Arap dilinde, Fars edebiyatında,
medrese ilimlerinde mütehassıs bir şahsiyet olmasına rağmen, müntesiplerine
anlayabilecekleri bir dil ile hitap etmiş, günün modasına uyarak Farsça
eserler kaleme almak yerine Türkçe hikmetler söylemiştir. Arapça ve Farsça
bilmeyen Türklere, tasavvufî zevki ve manevî neşeyi Türk edebiyatının basit
şekilleri, ahlâkî ve tasavvufî manzumeleri ile anlatmıştır.19
63 yaşına girdikten sonra Ahmed Yesevî, tekkesinin bir tarafına üç arşın
derinliğinde bir çilehane yaptırarak oraya çekilmiştir. Onun bu tutumu, Hz.
Peygamber’in ömrünün o kadar oluşunu kendine “üsve” edinmesinden kaynaklanmıştır.
20 Kesretten kinaye de olsa etrafında 99.000 müridin toplandığı rivayet edilmiştir.21
Ahmed Yesevî tıpkı mürşidi Hemedânî gibi Hanefi mezhebinde bir fakih
ve şer’î esaslara vâkıf, şeriatla tarikatı kaynaştıran bir âlim, dinin gereklerine
karşı duyarsızlığın tarikat âdâbıyla uyuşmayacağını neşr ve telkin eden bir
mürşiddi.22 Onun manevî ve ilmî kişiliğini, Köprülü şu tespitleriyle özetlemektedir:
“Ahmed Yesevî vakarlı, uzak görüşlü ve muhakemeli bir Türk mutasavvıfıdır. Cüneyd-i
Bağdâdî’nin ‘Tasavvuf terk-i deâvî ve kıtmân-i meânîden ibarettir.’ sözünü tamamen yerine
getirmekteydi. Eserlerinde itikat esaslarını tehlikeye düşürecek özel yaklaşımlara rastlanılmamaktadır.
Geniş perspektife sahip kimi İran sûfîlerinin şeriata kısmen de olsa ters düşen
dikkatsiz sözleri, aykırı fikir ve temayülleri Ahmet Yesevî’de görülmemektedir. Bir vakit namaz
kılmayanın domuzdan farkı kalmayacağını söyleyecek kadar şer’î hükümlere bağlılık
göstermekteydi. Her manzumesinde günahtan bahsedip istiğfar eylemekte, cennet-cehennem
hâllerinden ve sûfî menkıbelerinden bahsederek tevazu ile mağfiret dilemektedir. Etrafında
çok sayıda kişinin toplanmasında ana sebep, şeriat noktasında gösterdiği bu denli titizlik ve
kullandığı sade dildir. Kısaca Ahmed Yesevî, çevresinin ihtiyaçlarını anlamış ve onun gerçekleşmesine
gayret sarf etmiştir.”23
Günümüz Yesi an’anesinde Ahmed Yesevî’nin İbrahim adlı bir oğlunun
dünyaya gelmiş, fakat daha babası hayattayken vefat etmiştir. Ayrıca, Gevher
Hoşnâs veya Gevher Şehnâz isimli bir kızı dünyaya gelmiş ve asırlardan beri
kendilerini Hoca Ahmed Yesevî torunlarından sayan birçok kimsenin Gevher
Şehnâz’ın soyundan geldiği ifade edilmiştir. Ahmed Yesevî soyundan olduğunu
iddia edenler arasında; X. Asır Mâverâunnehir ileri gelenlerinden Şeyh Zekeriya,
Semerkand alimlerinden Sadr-ı Âlem Şeyh, Ejderhan yakınlarında katledilen
Baba Şeyh, Bağdat-Kazvin arasındaki Gürgan’da yaşayan Şeyh Muhammed
Dem Tiz b. Ahmed Yesevî, Keşmir’de medfun bulunan Hoca Hâfız
Ahmed Yesevî en-Nakşbendî, on altıncı asırda hac maksadıyla maiyetindeki
dervişlerle beraber Osmanlı topraklarına gelen Şeyh Zengî, on dördüncü asırda
Yesi’nin meşhur şahsiyetlerinden Tonguz Şeyh, Altınordu hanlarının sarayında
Yesevî ailesinden kabul edilen Şeyh Mahmud, Üsküplü Şair Atâ’i ve meşhur
Osmanlı seyyahı Evliyâ Çelebi de bulunmaktadır. 24
Kesin olmamakla beraber 120 yaşına kadar yaşadığı ve 562/1167’de öldüğü
kaydedilir. An’aneye göre vefatından sonra da kerametleri devam eden Ahmed
Yesevî, kendisinden yaklaşık iki asır sonra yaşayan Sultan Timur’un rüyasına
girer ve zafer müjdesinde bulunur. Timur da şükrane olarak ona anıt-mezar
şeklinde bir türbe yaptırır. İki sene içinde tamamlanan türbe inşaatı, camii ve
dergâhı ile bir külliye hâlini almıştır. Zamanla harap olan türbe, bir rivayete
göre Özbek Hanı Abdullah Han, bir diğer rivayete göre ise Şeybanî Han tarafından
tamir ettirilmiştir.25 Türbenin bulunduğu camiye Cami-i Hazret, bu camiinin
bulunduğu Türkistan şehrine de Hazret-i Türkistan veya sadece Hazret
denmektedir.26
Ahmed Yesevî’nin türbesi yılın her mevsiminde ziyaret edilirse de, bilhassa
senede bir defa Zilhicce’nin onunda Türkmen, Özbek, Kazak ve Kırgız Türkleri
tarafından görkemli merasimler düzenlenmektedir. Mezarının bulunduğu
bölgede Ahmed Yesevî’nin, mezarı civarına defnolunanlara kıyamette şefaat
edeceği inancı yaygın olduğu için, Kırgız ve Kazak Türkleri cenazelerini türbe
yakınlarına getirmekte ve buraya defnetmektedirler. Özbek-Kazak zenginleri,
daha sağlıklarında, türbe yakınında bir parça toprak satın alırlar, bunlar kışın
ölseler bile cesetleri keçeye sarılarak bir ağaca asılır ve ilkbaharda Yesi’ye götürülerek
Ahmed Yesevî’nin kabri civarına defnolunurdu.27
Ahmed Yesevî’nin Türk dünyasındaki kalıcı tesirlerinden biri de yetiştirdiği
ve Türk dünyasının dört bir yanına gönderdiği halifeleridir. Bu isimler her
yerde Ahmed Yesevî’nin telkinleri doğrultusunda bir irşad faaliyetini sürdürerek,
ortak İslâmî bilincin hakim olmasına katkı sağlamışlardır.28 Rivayete göre,
Ahmed Yesevî’nin on iki bini kendi bölgesinde, doksan bini uzak bölgelerde
olmak üzere müridleri ve tasavvuf geleneğine uygun olarak çok sayıda halifesi
vardı.29 Ahmed Yesevî Türkistan’ın her tarafına bir çok halifeler göndermiştir.
Bunların büyük kısmı gelişen olaylar sonucu unutulmuşsa da, önde gelen kimi
halifeleri bilinmektedir. Bunların ilki Mansur Ata (ö.594/1197)’dır. Menkıbelerde
kendisinden çokça bahsedilen Arslan Baba’nın oğludur. Mansur Ata’dan
sonra yerine oğlu Abdulmelik Ata, onun yerine ise oğlu Tâc Hâce (ö.607/1210),
daha sonra Zengi Ata geçmiştir. İkinci halifesi Harezmli Sa’id Ata
(ö.615/1218)’dır. Üçüncü halifesi Süleyman Hakim Ata (ö.582/1185), Ahmed
Yesevî’nin Türkler arasında en tanınmış halifesidir. Dervişlik yolunda Türkçe
hikmetler söyleyen, ibretli latifeleri ile tanınan bir şahsiyettir. Süleyman Hakim
Ata Harezm’de yaşamış ve bölge halkının irşadı ile meşgul olmuştur. Tarikata
mensup müridin büyük kısmı onun etrafında toplanmıştır.30 Ahmet Yesevî’nin
edebiyat sahasındaki ilk ve en tanınmış takipçisidir. Reşehat onun bir takım
Türkçe eserlerinden ve onların Türkistan’da fazlasıyla ünlü olduğundan bahsetmektedir.
31 Hem dervişler arasındaki gelenek, hem de tarih, Hakim Süleyman
Ata’nın da Hoca Ahmed Yesevî gibi bir mutasavvıf şair olduğunu göstermektedir.
Hakim Süleyman Ata’ya isnat edilmekte olan başlıca eserler; Bakırgan
Kitabı, Ahirzaman Kitabı, Meryem Kitabı gibi Orta Asya’da ve bilhassa İdil çevresinde
hâlâ büyük bir vecd ve hararetle okunan bir takım halk eserleridir.
Ahmed Yesevî tarzında sûfiyâne hikmetler yazmak sırf edebî ve şahsî değil,
âdeta Yesevîlik özel âdâbındandı. Hakim Süleyman Ata, bu geleneği ilk defa
tesis etmiş olmak bakımından, Yesevî takipçileri arasında önemli bir yere sahiptir.
32 1185’de vefat edip Akkurgan’a defnedilen Hakim Süleyman Ata’nın
yetiştirdiği en önemli sûfî Zengi Ata’dır. Zengi Ata’nın Orta Asya steplerinde
meşhur olmuş dört halifesi vardır: Uzun Hasan Ata, Sadr Ata (Sadreddin Muhammed),
Bedr Ata (Bedreddin Muhammed) ve Seyid Ata.33
Yeseviyye silsilesi, Zengi Ata’nın halifelerinden Seyyid Ata ve Sadr Ata
vasıtasıyla devam etmiştir.34 Sadr Ata’dan sonra Eymen Bab, Şeyh Ali, Mevdud
Şeyh, Kemal Şeyh, Hadım Şeyh gibi Yesevî dervişleri silsileyi sürdürmüştür.
Son iki şeyhten gelen iki ayrı silsile, hemen hemen XVI. asır sonlarına kadar,
kaynaklarda tespit edilmiştir.35
Ahmed Yesevî’nin bunlardan başka Sûfî Muhammed Danişmend Zernukî,
Baba Maçin, Emir Ali Hakîm, Hasan Bulganî, İmam Mergazî, Şeyh Osman
Mağribî isimli halifeleri de bulunmaktadır.36

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: DÎVÂN-I HİKMET
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 12:30 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
II. Dîvân-ı Hikmet

Tasavvuf ıstılahı olarak hikmet, amel ve bilgi bütünleşmesinden meydana gelen
ilmin adıdır. Hikmet, insanın, gücü oranında, âfâktaki nesnelerin hakikatini
olduğu gibi bilip ona göre hareket etmesinden bahseden ilimdir. Bu ilim, tabiî,
riyâzî ve ilahî olmak üzere üçe ayrılır. 37 İbnü’l-Arabi (ö.638/1240) ise, Fusûsu’lhikem
isimli kitabının bölüm başlıklarında kullandığı hikmet terimini, bütün
peygamberlerin ve velilerin “Hakikati Muhammediye”den tevarüs ettikleri
batınî miras ya da Hz. Peygamber’in “mişkat”inden almış oldukları ilim olarak
tanımlamaktadır. 38
Türk tasavvuf geleneğinde, tasavvufî şiirlere de hikmet denmektedir. Bu
minvalde, Ahmed Yesevî’nin tasavvufî manzumelerini içine alan meşhur eserine
Divân-ı Hikmet adı verilir. Çünkü o manzumelerin hepsi ayrı ayrı bir hikmettir.
Anadolu Türklerinde bu tarz tasavvufî manzumelere nasıl “ilahi” adı veriliyorsa,
Doğu Türklerinde de Ahmed Yesevî’nin ve o tarzda şiirler yazan diğer
dervişlerin eserlerine ekseriyetle “hikmet” denilmektedir; bu sebeple, Dîvân-ı
Hikmet unvanının yalnız Ahmed Yesevî’nin şiir mecmuasına has bir unvan
olmadığı, hatta belki daha kuvvetli bir ihtimal ile bu ismin ona sonradan verildiği
söylenebilir.39

A. Dîvân-ı Hikmet’in Yazılış Sebebi

Ömrü boyunca samimi ve saygın bir sûfî olarak yaşayan Ahmed Yesevî, Arapça
ve Farsça lisanlarındaki tasavvuf eserlerini anlayamayan Türkleri aydınlatma
ve müridine tasavvufî hakikatleri takrir ve telkin maksadıyla şiire yönelmiştir.
Dolayısıyla o hikmetlerini, edebî bir eser ortaya koymak amacıyla yazmamıştır.
Ahmed Yesevî için hikmetler gaye değil, ancak birer vasıta idi. İslamiyet’in
esaslarını, şeriatın ahkâmını ve ehl-i sünnet akîdesini İslâmiyet’e yeni
girmiş veya henüz girmemiş Türklere öğretmek, tasavvufun inceliklerini ve
tarikatın âdâb ve erkânını müridlerine telkin etmek Ahmed Yesevî’nin hikmetlerinin
başlıca gayesini teşkil ediyordu.40
Dış âleme ve onun tezahürlerine karşı kayıtsız kalan, içerisinde bulunduğu
âlem-i vahdetle, iki dünyayı birer “haşhaş danesi”ne benzeten Ahmed
Yesevî’nin yegâne ilgi odağı, halkı irşad ve onları doğru yola sevk düşüncesidir.
Tasvir ettiği dinî menkıbeler, münâcâtlar, feryatlar ve istiğfarlar hep bu
yüksek düşünceyle yazılmıştır. Erenlerin sözünü dinlemek, Kur’ân ve hadis
hükümlerine uymak, şeriatla tarikatı meczeylemek, hoş dünyayı bırakmak,
riyâzet ve mücâhede yolunu tutmak onun en çok tavsiye ettiği şeylerdendir.41
Türklerin İslamlaşmasını sağlayan ve Türkler arasında tasavvufî düşüncenin
neşv ü nemâ bulmasına yol açan çok sayıda sûfî bulunmasına rağmen
Ahmed Yesevî kadar Türk dünyasında ilgi uyandıran, kitleleri sürükleyen ve
kendisinden sonra tesir halkasını bu denli devam ettiren başka bir isim yoktur.
Zira diğerleri ya Acem kültürünün etkisinde kalmış ya da şehir merkezlerinin
dışına çıkamamıştır.
Hitap ettiği kesimlerin hem beşerî hem de manevî dünyalarına yönelen
Ahmed Yesevî, onları düşünmeye, duymaya ve bilhassa kendi kendilerinin
farkına varmaya çağırmıştır. O, bütün dervişliği ve mütevaziliği ile öğüt ve
tavsiyelerini önce kendi benliğine yöneltmiş, ikaz ve irşat edilmeye en çok müstahak
ve muhtaç olanın yine kendisi olduğunda ısrar etmiş, bu işe, evvela kendinden
başlama prensibiyle hareket ettiği için sözleri etkili, tavsiyeleri tutulur
olmuştur. O günün tarihi ve coğrafyası içinde şaşkınlık ve ıstırap içerisinde
bulunan halkların yol göstericisi ve önderi olma özelliğini kazanmıştır.42
Kitleleri dinin formel boyutundan azade kılarak, şer’î esaslara karşı pervasız
bir tutum sergileyerek mensuplarına tehlikeli bir hürriyet vadeden Kalenderî,
Hayderî ve bâtınî zümreler halkın ve bilhassa yeni müslüman olmuş Türklerin
iman bağını zayıf düşürmekte veya yanlış mecralara sürüklemekteydiler.
Samimi ve sağlam bir inanca sahip bulunan, fıkhî esaslarda otorite bir kimlik
hâline gelen, İslâmî eğitimini üst düzeyde tamamlayan Ahmed Yesevî, toplumun
her kesimine yönelik mesajlar sunmaya başlamış, Ehl-i Sünnet inancına
bağlılığı, şeriatı ön plana çıkaran tarikat anlayışı, üretime dönük ve istikamet
çizgisini esas alan gerçek melametiliği ile bu badirelerin Türkler arasında intişarına
set çekmiş, Türkistan’ı batıl ve sapkın fikirlerden arınmış saf bir iman
çizgisinde tutabilmiştir. Arslan Baba’dan aldığı Melâmî meşrep kişiliği ile asosyal
değil hayatın merkezinde yer alan, günün sorunlarının farkında olan, itidalli
ve verimli tutum sergileyen aktif bir şeyh profili çizmiştir. Eli ile bizzat yaptığı
ahşap kürek, kaşık ve kepçeleri satarak geçimini temin etmiş, alın teri ve el
emeği ile geçinmeye özen göstermiş, “helal ve tayyib olanın istenmesini”
müridlerine tavsiye etmiş, “riyakâr zâhid, sevdalı abid, dilenci sufî ve hercai
derviş”lerden yakınmıştır. 43 Dîvân-ı Hikmet’te geçen:
"Erenleri Hakk yadından ğafil olmaz
"Ricalüm la lülhihim"44 der Halıku'n-nas
Eren yolunu tutan asla yolda kalmaz"45.
şeklindeki hikmeti onun bu anlayışının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

B. Dîvân-ı Hikmet’in Yazma ve Matbu Nüshaları

Dîvân-ı Hikmet, müretteb bir divan değildir. Ahmed Yesevî’nin bütün hikmetlerini
içine alan tam ve güvenilir bir nüshası da bulunmamaktadır. Eldeki yazma
nüshaların en eskisi XVI-XVII. asra aittir. Ahmed Yesevî’ye ait hikmetler çeşitli
bölgelerde ve değişik şahıslar tarafından derlenip yazıya geçirilmiştir. Bu yüzden
yazmaların hepsinde hikmet sayısı farklıdır. Dîvân-ı Hikmet’in yazma ve
basma nüshalarında bulunan hikmetlerin çoğunluğunu Ahmed Yesevî’nin
hikmetleri teşkil etmektedir. Bu hikmetlerde Kul Hâce Ahmed, Hâce Ahmed,
Miskîn Ahmed, Yesevî gibi pek çok mahlaslar kullanılmıştır. Divân-ı Hikmet
mecmualarında Ahmed Yesevî’ye ait olanların dışında, Ubeydî, Zelîlî,
Seyfüddin, Nevâyî, Meşreb, Meczûb, Kul Şerîfî, Kemâl, Kasım, İkanî, Hüveydâ,
Hacı Salih, Hâlis, Garîbî, Fuzulî, Fakîrî, Es’ad, Behbûdî, Azîm Hâce gibi Yesevî
şahsiyetlerin hikmetleri de bulunmaktadır.46
Dîvân-ı Hikmet mecmualarında yer alan hikmetlerin sayısı birbirinden farklıdır.
Dîvân-ı Hikmet’in dünya kitaplıklarında ve hususi ellerde pek çok yazma
ve basma nüshaları vardır. En fazla hikmet Kazan baskılarında yer almaktadır.
Divân-ı Hikmet’in Taşkend ve bazı Kazan baskılarının başında veya sonunda
Ahmed Yesevî’ye isnad edilen Fakrnâme adlı bir risale de yer almaktadır. Köprülü
ve Eraslan’ın tespitlerine göre Fakrnâme müstakil bir risaleden ziyade Dîvân-
ı Hikmet’in mensur mukaddimesini andırmaktadır. Sülûk âdâbı ve sülûk
mertebelerini anlatan bu risale Ahmed Yesevî tarafından değil, Hâce’nin bu
husustaki görüşlerini esas alan bir Yesevî dervişi tarafından kaleme alınmıştır.47
Köprülü, bu eserin Hazînî’nin Cevâhiru’l-ebrâr min emvâci’l-bihâr adlı eserinden
çıkarıldığını söylemektedir.48 Kemal Eraslan, 1977 yılında Fakrnâme isimli bu
risaleyi yayınlamıştır.49
Dîvân-ı Hikmet’in yazma nüshalarını şu şekilde sıralayabiliriz:
1. İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü yazmaları, no:
2497.
2. Ahmet Caferoğlu Nüshası.
3. Tek-Esin Vakfı Kütüphanesi, no:4.
4. Manchester, The John Rynalds University Library, no:67.
5. İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar, no:3898.
6. Millet Kütüphanesi, Ali Emirî, Manzum no:16.
7. Konya, Mevlânâ Müzesi, no: 2583.
8. Leningrad, Asya Halkları Enstitüsü nüshası, no: D.41
9. Türk Dil Kurumu nüshası. 50
Önceleri yazma nüshalar hâline bulunan Dîvân-ı Hikmet, daha sonraları
basma tekniği ile çoğaltılmıştır. Bilindiği kadarıyla geçen iki yüz yıl içinde on
yedi kez Taşkent’te, dokuz kez İstanbul’da, beş kez Kazan’da ve birer kere de
Buhara ve Kagan’da matbu olarak yayınlanmıştır.51 Basma Nüshalar ise şu şekildedir:
1. Kazan, h.1295 baskısı.
2. Taşkend, h.1314 baskısı.
3. İstanbul, h.1299 baskısı.52

C. Dîvân-ı Hikmet Üzerinde Yapılan Çalışmalar

Dîvân-ı Hikmet’in mevcudiyetinden bahseden, hatta ondan sekiz-on parça örnek
neşr ve tercüme eden ilk müsteşrik Wambery’dir.53.
Ahmed Yesevî ve Dîvân-ı Hikmet’e dair hususlar, Fuad Köprülü tarafından
Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar isimli çalışmasında detaylı bir şekilde ele
alınmıştır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan yeni imkânlar Dîvân-
ı Hikmet’in Türk Cumhuriyetlerinde yeniden gün ışığına çıkmasını sağlamıştır.
Bu minvalde Özbekistan’da Dîvân-ı Hikmet’in Kiril harfli iki yeni baskısı
yapılmıştır.
Ülkemizde Kemal Eraslan tarafından hazırlanan ve Kültür Bakanlığı tarafından
yayınlanan Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler isimli çalışma yetmiş adet hikmetten
oluşmaktadır. Bir diğer çalışma ise Hayati Bice tarafından hazırlanan ve
Dîvân-ı Hikmet adıyla yayınlanan eserdir.
Dîvân-ı Hikmet’in diğer son dönem baskılarını şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Erges Taşmedoğlu Elnazar, Türkistan 1991
2. İbrahim Hakkulov, Taşkent 1991
3. Resul Muhammed Asurbayoğlu, Taşkent 1992
4. Anna Övezov, Moskova 1992
5. Hayati Bice, Ankara 1993 (Resul Muhammed Asurbayoğlu’nun baskısı
esas alınmıştır)
6. Yusuf Azmun, İstanbul 1994 (Tek-Esin Vakfı no: 4’deki nüshanın neşridir.)54

D. Yazılış Yöntemi

Ahmed Yesevî’nin halka İslam’ın esaslarını, şeriat hükümlerini, tarikat âdâb ve
erkânını öğretmek gayesiyle söylediği “Hikmetler”, kendi dervişleri tarafından
kağıda dökülmüş ve Yesevî dervişlerinin dilinden en uzak Türk obalarına kadar
ulaştırılmıştır. Daha sonraları bu hikmetlerin yazıldığı risaleler bir araya
getirilerek “Dîvân-ı Hikmet” adı ile bilinen el yazması eserler teşekkül etmiştir.
Muhteva bakımından Yesevî dervişlerince yaşatılan hikmetlerin dili zamanla
kimi değişikliklere uğramıştır. Zamanla mahallî bir takım dil hususiyetleri
de hikmetlere dahil edilmiştir. Ahmed Yesevî’nin ana lehçesini, Argu,
Hokand şivesine, Çağatay veya Özbek edebî diline ait görmek yerine müşterek
Orta Asya yazı dili dairesine dahil etmek veya Doğu Türkçesi yazı dili kabul
etmek akla en uygun olanıdır.55 Ahmed Yesevî’nin doğup büyüdüğü, eğitim
aldığı coğrafya Karahanlı yönetimi altında olduğundan dolayı, bu coğrafyada
kullanılan edebî Türkçenin, yani Karahanlı Türkçesinin Dîvân-ı Hikmet’in dilidir
dememiz mümkündür.56
Dörtlüklerle yazılmış hikmetlerde kıt’a sayısı 5-28 arasında değişmekle
birlikte çoğunlukla 10-12 kıt’alık hikmetler tercih edilmiştir. Bir kısım hikmetlerde
gazel tarzının, münacatlarda ise mesnevî tarzının kullanıldığı bilinmektedir.
Gazel tarzındaki hikmetlerin bir kısmı musammat şeklindedir. 57 Gazellerdeki
beyit sayıları 5-15 arasında değişmekte, ancak, 7 beyitlik gazeller ise çoğunluktadır.
58
Ahmed Yesevî, hikmetlerini çoğunlukla Orta Asya halkları arasında çok
sevilen ve eskiden beri çok kullanılan hece vezninin iki duraklı yedili (4 + 3), üç
duraklı on ikili (4 + 4 + 4) ve on dörtlü (7 + 7) şekilleriyle yazmıştır. Bazen de on
altılı (8 + 8) ölçü kullanılmıştır. Münâcatta arûzun “Mefâ’îlün mefâ’îlün
fe’ülün” vezni, arûzla söylenen diğer hikmetlerde ise “Fâ’ilâtün fâ’ilâtün
fâ’ilün”, “Mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün”, “Mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün
mefâ’îlün”, “Mef’ûlü mefâ’îlü mefâ’îlü fe’ûlün” vezinleri kullanılmıştır. Bazı
hikmetlerde arûz vezninin ustalıkla kullanılması, bunların Ahmed Yesevî’ye ait
olmadıklarını düşündürmektedir. Dörtlük şeklindeki hikmetlerde mahlasın yer
aldığı mısrada çoğu zaman bir hecelik fazlalık, bazı mısralarda ise bir hecelik
eksiklik görülmektedir. 59
Seçtiği vezinlerde o devrin ortak zevkine uyan Ahmed Yesevî, şahsî yeniliklerden
tamamıyla çekinmiş, kafiye bakımından Arap ve Acemlere bağlı olmamış,
millî edebiyat geleneğine tamamen sadık kalmış ve halk edebiyatını
taklitle daha çok “yarım kafiyeler” kullanmıştır. Yarım kafiyeler de çoğunlukla
fiillerin çekimlerinden vücuda gelmiş ve eski redif usulüne bağlı kalınmıştır.60
Kafiye olarak seçilen kelimeler Arapça ve Farsça olduğunda tam kafiyeye başvurmuş,
Türkçe kelimelerde ise yarım kafiye kullanmıştır. Bazen de kafiye kullanmayıp
sadece redifle yetinmiştir. Hikmetler âhenk unsuru olarak rediflerin
ayrı bir yeri vardır. 61
Hikmetlerinin şekli, yani dörtlüklerdeki son mısraların daima ilk bendin
son mısrası ile aynı kafiyede olması, hikmetlerin dini toplantılarda topluca
okunmak, belki ilahi şeklinde söylenmek üzere yazıldığını gösterir.62
Hikmetlerin kayda geçirilmesinde kadınların büyük katkısı olmuştur. Daha
Ahmed Yesevî hayatta iken kızı Gevher Şehnâz, onun hikmetlerini öğrenmiş
ve öğretmiştir. Gevher Şehnâz vasıtasıyla hikmetler önce komşulara, çevre köylerin
kadınlarına ve sonra da dalga dalga bütün Türkistan’a yayılmıştır. XII.
yüzyıldan günümüze kadar devam etmiş olan bu gelenek, Çiltan diye isimlendirilen
kırk kişiden oluşan kadın/kız grubu tarafından belirli bir düzen içerisinde
gerçekleştirilmiştir. Çiltan grubu kare şeklinde diz çökerek otururlar,
aralarında kadın ve çocuklardan oluşan dinleyiciler bulunurdu. Böylece dualar
ve hikmetler onarlık gruplar halinde, koro şeklinde okunurdu.63
Ahmed Yesevî hitap ettiği topluluğun fikir seviyesini ve ruh hallerini tamamen
göz önünde bulundururdu. Onlara tasavvufî felsefenin anlayamayacakları
inceliklerini değil, daha çok şer’î ve ahlâkî bir takım meseleleri öğüt
verici bir emir şeklinde tebliğ eder ve uhrevî saadet için mutlaka onlara bağlı
kalma gereğini anlatmaya çalışırdı.64

E. Dîvân-ı Hikmet’in Muhtevası

Dîvân-ı Hikmet, derin ve şairane bir tasavvuf eseri olmaktan çok, dinî ve ahlâkî
va’z ve hikâyelerden, tarikat usûlüne ve sülûk adâbına dair öğretici, didaktik
manzumelerden mürekkep basit bir eserdir. İslamiyet’e yeni giren Türklere
tasavvufun inceliklerini, tarikat âdâb ve erkânını samimi ve coşkun duygularla
öğretmeyi hedeflediği için Ahmed Yesevî, sanat endişesinden uzak ve öğretici
bir hüviyete sahip olmuştur.65 Buna rağmen söz sanatları açısından bakıldığında
zayıf metinler olmadıkları da açıktır. Bu manzumeler, güzelliklerini ve telkin
kudretlerini, Ahmed Yesevî’nin inanış ve söyleyişteki samimiyetinden almıştır.
Dolayıyla hikmetler içerisinde saf, samimi ve bazen derûnî bir lirizm ile
şekillenmiş manzumeler de vardır.66 Bilhassa tasavvufî mecazlarla yüklü hikmetler
az değildir. Aşk, mey, meyhane, pîr-i mugan sık kullanılan mecazlardandır.
67 Hikmetlerin mısra içinde ses tekrarlarıyla da şiiriyeti kuvvetlendirilmek
istenmiştir.68
Dîvân-ı Hikmet’in muhtevasını genel anlamda İslâm düşüncesinin ana konuları,
Horasan sûfîliğinin temel esasları ve Yesevî tarikatının prensipleri teşkil
etmektedir. Kimi hikmetlerde toplumsal sorunlar, ahlâkî esaslar üzerinde durmaktadır.
İlâhî aşk, tevhid, ilahi irade ve kudret, Hz. Peygamber’e hürmet ve
peygamber sevgisi, sünnete ittiba, zühd ve takva, İslâm ahlâkı, menkıbeler,
âhiret hayatı, kıyamet hâlleri, cennet-cehennem tasvirleri, dünyadan zâhidâne
şikayet, dervişliğin faziletleri, sûfîlere ait öyküler, zikir ve halvet gibi hususlar
hikmetlerin genel muhtevasını oluşturmaktadır. Yer yer âyet ve hadislerden
referans veren Ahmed Yesevî, şiirlerinde günahlardan ve sevaplardan, Allah’ın
kahrından ve rahmetinden bahsetmiştir.
Ahmed Yesevî hikmetlerini siyasî ve içtimaî hizmet ürünü olarak dile getirmiş
fakat bunların temeline de ahlâkî esasları, doğruluk, hak, adalet ve
uhuvvet prensiplerini yerleştirmiştir. Köprülü’nün ifadesi ile o günün coğrafyasında
kime efendi, kime kul olacağını bilmeyen şaşkın ve muzdarip halk
kitlelerinin yol göstericisi ve önderi olmuştur. Kurtuluş ve çıkış yolu arayan fert
ve toplumlara hikmetlerinde, İslâmî huzuru, insanî gayeyi sunmuş, İlahî aşk,
ihlas ve samimiyet, insan sevgisi, müsamaha, çalışma hayatının incelikleri ile
emeğin kutsiyetine vurgu yapmıştır.
Vahdet anlayışı üzerinde sıklıkla duran Ahmed Yesevî, “Ben, sen diyen
kimselerden geçtim işte” demek suretiyle, ayrılık gayrılık gütmeyi yermiştir.
Tevhid ağacının meyvesinden tadanların huzur bulacağını söylemiştır.

F. Dîvân-ı Hikmet’in Tesirleri

Köprülü, Türk Edebiyatının vücuda getirdiği eserler arasında Dîvân-ı Hikmet’in
özellikle iki açıdan büyük bir ehemmiyeti haiz bulunduğunu söylemektedir:
1. On ikinci yüzyılda vefat eden Ahmed Yesevî’nin bu eseri İslami Türk
Edebiyatının Kutadgubilig’den sonra en eski bir örneğini göstermektedir.
Lisanî ve edebî mahsullerin pek az bulunduğu bir devre ait olan
böyle bir eser, gerek lisan gerek edebiyat tarihi bakımından oldukça
büyük öneme sahiptir.
2. Eski Halk Edebiyatının birçok unsurlarını alan ve İslam ruhunu o unsurlarla
ifade eden ilk eser olması bakımından da Dîvân-ı Hikmet, Tasavvufi
Türk Edebiyatının en eski ve en mühim âbidesi sayılmaktadır.69
Buhara medreselerinde okutulan farklı dinî disiplinleri eksiksiz okuyan
Ahmed Yesevî, daha sonra hikmetleri vasıtasıyla bu yazılı kültürü, sözlü kültür
haline getirmiş ve şehirlerde olduğu kadar bozkırlarda okuma imkanı bulamayan
kişilere bu bilgileri aktarmıştır.70
Gerçek bir vâris-i Muhammedî ve insân-ı kâmil olan Ahmed Yesevî, vaz’
ettiği tarîkatı ve devrinde yetiştirdiği mürîd ve talebeleriyle “Pîr-i Türkistan”
sıfatını almaya hak kazanmış ve büyük bir veli olarak tanınmıştır. Aynı zamanda
o, Türk dili ve edebiyatında bir büyük çığır açmış, kendisinden sonra
gelen Yûnus Emre, Eşrefoğlu Rûmî, Niyâzî-i Mısrî, Aziz Mahmûd Hüdâyî gibi
Anadolu ve Süleyman Atâ örneğinde olduğu gibi birçok Türkistan tekke şâirlerine, ruh ve mânâda olduğu gibi, dil ve nazımda da rehberlik etmiş, Türk tasavvuf şiirinin “pîr” i olmuştur. Onun rehberliğinde Türk dili ile yazılmış tasavvufi-
edebî eserler İslâm edebiyatı içinde ayrı bir kol teşkil etmiş ve sağlam
bir yer alabilmiştir. Ahmet Yesevî’nin on ikinci asırda tohumunu atarak gerçekleştirdiği
bu büyük iş, onun bir “insân-ı kâmil”, bir “pîr” oluşunun, yani mânevî
şahsiyetinin neticesidir. Zirâ o, “sekiz asırdır zamanın bütün inkılaplarına ve
zevk değişmelerine mukavemet ederek yaşayan, sekiz asırdır bir çok şaire taklit
örneği olan, büyük halk kitlesinin zevkine asırlarca nâzımlık vazîfesi îfâ eden
bir edebî eser” vücûda getirmiştir. Onun diktiği Türk tasavvuf şiiri ağacı Yûnus
Emre’nin dilinde Anadolu’da kemalini bulmuş, olgun meyvelerini vermiştir.71
Türk Edebiyatındaki tesir halkasını Köprülü, iki boyutta ele almaktadır:
1. İslâmî, yani dinî-tasavvufî unsur.
2. Millî, yani halk edebiyatından alınan unsur.
İslâmî unsur konuda, yani esasta daha kuvvetli bir durumdadır. Millî unsur
ise şekil ve vezinde daha çok göze çarpmaktadır.72
Millî ananeyi ve manevî neşeyi birlikte yansıtan Dîvân-ı Hikmet’i okuyup
ezberlemek, hatta muktedir olanlarca o tarzda şiirler, yani hikmetler yazmak
Yesevî tarikatına girenler için âdeta tarikatın esaslarından sayılmıştır. Zikir
meclislerinde okunan hikmetler, tabii, öyle herhangi bir halk şiirinin eseri gibi
telakki edilmemiş, ona edebî hüviyetinin ötesinde kudsî bir mahiyet verilmiştir.
Yüzyıllar boyunca, zevk değişmelerine rağmen, Dîvân-ı Hikmet’in bütün bu
değişmelerin üstünde yaşayabilmesi, onun dervişler arasındaki tartışmasız
kudsî kıymetinden ileri gelmektedir. Köprülü, Dîvân-ı Hikmet’i asırlarca yaşatan
ve yüzyıllarca bir takım takipçilere örnek ittihaz ettiren iki önemli etkenden
bahsetmektedir. Bunlar:
“Birinci âmil, eserin edebî kıymetinden çok, Hoca Ahmed Yesevî’nin dinî-tasavvufî nüfûzudur.
İkinci âmil ise, Dîvân-ı Hikmet’in hüküm sürdüğü alanların sekiz yüzyıldan beri aynı hakim
esaslar altında yaşaması ve bir fikir uyanıklığı gösterememesidir. Ahmed Yesevî’nin
yaydığı ve telkin ettiği dinî-tasavvufî gayeler, halk arasında o zamandan beri değişmek şöyle
dursun, aksine, daha genişlemiş ve daha derinleşmiştir. On ikinci yüzyıldan itibaren fıkıh, kelâm,
tasavvuf ve felsefe âlimleri, yeni bir şey vücuda getirememişler, eski belli esaslar etrafında
yersiz bir takım teferruatla uğraşmışlar, fikir alanını genişletecek yerde, bilakis onu daha
fazla daraltmışlar ve kayıt altına almışlardır. Moğol istilası, bir aralık, Orta Asya’nın İslâmî
medeniyetine Uzakdoğu’dan yeni bir takım unsurlar getirecek gibi olmuşsa da, dinî ve tasavvufî
fikirler üzerinde bunun hemen hiçbir değiştirici tesiri görülmemiştir. Nihayet Timur ve
çocukları zamanında Orta Asya en parlak medeniyet devresini geçirdikten sonra, Şeybânî
hanedanının düşüşünden Rus istilasına ve şu son asrımıza kadar daimi bir düşüş ve gerile-
meye maruz kalmıştır. Bununla beraber, mimariye, nakşa, musikiye, lâ-dinî edebiyata, özetle
bedîi hayatın bütün bu gibi çeşitli tezahürlerine bahşettiği büyük ve parlak gelişmeye rağmen,
Timurlular devri, en son tahlilde yine skolastiğin ve tasavvufun galebe devridir. On beşinci
asır, Câmî, Hoca Ubeydullah Ahrar gibi bir takım büyük şair ve mutasavvıflar yetiştirdiği
gibi, Câmî tesiri de Ali Şir Nevâî ile çağdaş ve takipçileri üzerinde cidden büyük bir tasavvufî
nüfuz yapmıştı.”73
Ahmed Yesevî’yi takip edenler arasında mutasavvıf halk şairleri önemli bir
yer tutmaktadır. Bunlar tekke şairi değil ama edebî telâkkilerini tekkelerden
almış şahsiyetlerdir. Dolayısıyla tam bir mutasavvıf sayılamayan bu halk şairleri,
ellerinde sazları tekke tekke, kahve kahve, şehir şehir dolaşan Aşıklar zümresidir.
Eski Türk Ozan veya Baksı’larının yerini alan bu “bestekâr-mugannî
şairler”, ekseriyetle hiç medrese tahsili görmemiş, kendi kendilerine yetişmişlerdir.
Halkın zevkini ve ruhunu yakından biliyorlar ve halk edebiyatından
geniş ölçüde faydalanıyorlardı. Bununla birlikte, bunların hemen hepsi Yesevî
veya Nakşbendi tarikatına mensup olduklarından, tasavvuf hükümlerine ve
sülûk adâbına ait bir çok şeyleri kulaktan öğreniyorlar ve inşad ettikleri eserlerde
o gibi deyim ve kelimeleri, tabii bol bol kullanıyorlardı.74
Orta Asya’da yetişen ve Ahmed Yesevî’yi taklit eden mutasavvıfşairlerlerden
bazılarının isimlerini şu şekilde sıralayabiliriz. Kul Şemseddin,
Hudâdâd, Ikânî, Kul Ubeydî, Fakirî, Ahmed Yesevî, Beyzâ, Bihbûdî, Şuhûdî,
Kul Şerefî, Gedâ, Gazâlî, Tufeylî, Kâsım, Meşreb, Huveydâ.
Bazılarının basılmış veya basılmamış Divan’ları, bazılarının ise yalnız bir
takım dağınık parçaları bulunan bu şairler, hem aruz vezniyle bir takım şiirler,
hem de yine Hoca Ahmed Yesevî tarz ve edasında Hikmet’ler yazmışlardır.
Bunların bir benzeri olarak, Güldeste mahlaslı Hokandlı bir şair Dîvân-ı Hikmet’i
taklitle büyük ve ehemmiyetli bir Divan vücuda getirmiştir. 75

Sonuç

Yahya Kemal’in ifadesi ile Ahmed Yesevî, milletimizin kendisinde gizli olduğu
bir şahsiyettir. Öyle ki Türkler, Dîvân-ı Hikmet’e feyz-i ilahi olarak bakmışlardır.
Yesevîliğe gönül veren dervişler onu ezbere, vecd ile okumuşlardır.
Ahmed Yesevî, Türkler arasında ilk tasavvuf mektebinin kurucusu olması
ve İslâm’ın yayılmasına öncülük etmesi ile tanınmaktadır. Onun manevî
neşvesi iki ayrı kanalla günümüze kadar ulaştırılmıştır. Birisi yetiştirdiği halifeler,
diğeri ise dile getirdiği hikmetlerdir.
Elimizde bulunan en eski Dîvân-ı Hikmet nüshaları on yedinci yüzyıldan
öteye geçmediği için hikmetlerin ne kadarının kendisine ait olduğunu tespit
edememekteyiz. Onun tarzında söz söylemek Yesevîlikte bir gelenek hâlini
aldığı için Yesevî dervişlerine ait pek çok hikmet Dîvân-ı Hikmet nüshalarının
içerine girmiştir. Fakat tüm hikmetler aynı duygunun bir ürünü olmaları nedeniyle
Ahmed Yesevî üslubunu yansıtmaktadır. Hikmetler şekil ve vezin bakımından
millî, muhteva bakımından İslâmî unsurları yansıtmaktadır. Zühd,
vera’, muhasebe ve tezkiye gibi Tasavvuf ilminin ahlâkî boyutunu benimsediği
kadar melâmet, aşk, hoşgörü ve fütüvvet anlayışı ile de Horasan sûfîliğinin
inceliklerini temsil etmektedir.
Özetle, Ahmed Yesevî, Orta Asya Türk edebiyatı üzerinde, büyük ve kuvvetli
şahsiyeti ile, asırlarca tesir icra etmiş ve tamamıyla kendisine mahsus bir
şiir tarzı yaratmış önemli bir sûfîdir.

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: DÎVÂN-I HİKMET
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 12:31 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
* Doç. Dr., Cumhuriyet Üniv. İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı
1 Dosay Kenjetay, “Hoca Ahmet Yesevi: Yaşadığı Devir, Şahsiyeti, Tarikatı ve Tesiri”, Tasavvufİlmi
ve Akademik Araştırmalar Dergisi, Aralık 1999, yıl: 1, sayı: 2, ss. 110, 128.
2 Türklerin İslam’ı kabulleri ile beraber Orta Asya’da başlayan erken sûfîlik geleneğini temsil
ettiği için “Pîr-i Türkistân” unvanıyla anılmıştır. Bk. Feridüdin Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, Erkam
Yay., İstanbul 1404/1984, s. 227; A.Yaşar Ocak, “Anadolu Türk Sûfîliğinde Ahmed-i Yesevî
Geleneğinin Teşekkülü”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1992, s. 75.
3 Sayram’da İmam Muhammed b. Ali neslinden gelenlere “Hâce”, bu silsileye bağlı olanlara da
“Hâcegân” denilmekteydi. Ahmed Yesevî de bu silsileye bağlı olduğu için “Hâce Ahmed,
Hâce Ahmed Yesevî, Kul Hâce Ahmed” şeklinde anılmaktadır. (Kemal Eraslan, “Giriş”, Divân-
ı Hikmet Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yay., 2.bs., Ankara 1991, s. 10.) Ayrıca XV. yüzyılın
sonlarına doğru Yesevîlikle aşağı yukarı aynı mıntıkada teşekkül eden Nakşbendîlik geleneğinin
de doğuşuna etkisi olan Hâcegân silsilesinden sayılması nedeniyle Ahmed Yesevî
“Hâce-i Türkistan” unvanıyla anılmıştır. (A.Yaşar Ocak, “Ahmed-i Yesevî Geleneğinin Teşekkülü”,
Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, s. 75.)
4 Sayram kasabası, Aksu sancağına bağlı ve Aksu’nun 176 km. kuzeydoğusunda bulunmaktadır.
Sayram, Tarım ırmağına bağlı Şâhyâr nehrine dökülen Karasu’nun üzerinde küçük bir
kasabadır. İstîcâb ve Akşehir adıyla da anılmaktadır. Halkını Türkler ve Acemler oluşturmaktadır.
(Eraslan, “Giriş”, Divân-ı Hikmet, 6.) “Neler gelse, görmek gerek o Hüda’dan; Yusuf’unu
ayırdılar o Ken’an’dan, doğduğum yer o mübarek Türkistan’dan, bağırıma taşlar vurup
geldim işte.” tarzında devam eden hikmette ise doğum yerinin Türkistan olduğu belirtilmektedir.
Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, haz. Kemal Eraslan, Kültür Bakanlığı yay.,
2.bs, Ankara 1991, s. 94.
5 İlgili dörtlük şöyledir: “Arzuluyum akrabalık vilayete, büyük babam ravzaları Ak Türbet’e,
babamın ruhu saldı beni bu gurbete, bilmem ki ben nasıl taksir kıldım işte”. Yesevî, Divân-ı
Hikmet, s. 96.
6 Yesi, bugünkü adıyla Türkistan şehri Oğuz Han’ın hükümet merkezi olması dolayısıyla, Türk
menkıbelerine karışmış meşhur bir yerdir. Bilhassa Hoca Ahmed’in bu şehre izafetle Yesevî
lakabını alması, Türk âlemindeki tarihî ehemmiyetini bir kat daha artırmıştır.
7 Kasım Kufralı, Nakşbendiliğin Kuruluş ve Yayılışı, basılmamış doktora tezi, İstanbul Üniversitesi,
İstanbul 1949, s. 30.
8 Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara 1993,
ss. 63-64.
9 Yiti yaşta Arslan Bab’ğa birdim selam
Hak Mustafa emanetin kılıng in’âm
Uşol vaktda ming bir zikrin kıldım tamam
Nefsim ölüp lâ-mekanğa aştım muna
(Yedi yaşta Arslan Bab’a selam verdim; “Hak Mustafa emanetini lutfedin!” dedim; hem o
vakit bin bir zikrini tamam ettim; nefsim ölüp lâ-mekâna yükseldim işte.) Bk. Yesevî, Divân-ı
Hikmet, s. 54.
10 Tasavvuf, sembolik dile önem veren bir düşünce sistemidir. Buradaki hurma ifadesini de
remzî olarak ele almamız gerekir. Dolayısıyla ‘Hurma’ kavramı ile kastedilen hurmanın
maddesi değil, Arslan Baba vasıtasıyla Hz. Peygamber’den doğrudan doğruya “emânet” olarak
getirilip Ahmed Yesevî’ye verilen “mânevî bir olgudur.” Kendisine takdim edilen bu
“hurma” onu “iki âlemden geçirip mest kılmıştır.” Bursevî örneğinde görüleceği üzere mutasavvıflar,
Nahl suresinin on birinci âyetinde geçen “hurma” kelimesine “işârî” (sembolik) bir
anlam yükleyerek, bunu “ilâhî mârifet ve hakîkatler, mevhibeler, mânevî hâller, ilâhî sıfatların
tecellîleri”, “ahlâk-ı hamîde ve meyveleri olan müşâhede, mükâşefe ve mânevî hâller” olarak
açıklamışlardır. (İsmail Hakkı Bursevi, Tefsiru Rûhu’l-Beyân, Eser Yayınevi, İstanbul 1389, c. V,
ss. 15-16.) Kısaca, Hz. Peygamber’den Ahmet Yesevî’ye Arslan Baba vâsıtasıyla ulaştırılan
“hurma” remzi ile ifâde edilen bu mânevî değerlerin Muhammedî ahlâk, Muhammedî irfan,
ilâhî aşk ve mârifet olduğu Hikmetlerinde işlediği mevzûlardan da anlaşılmaktadır. Bk. Mustafa
Tahralı, “Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’inde Dinî-Tasavvufî Unsurlar”, Yesevîlik Bilgisi,
Ahmet Yesevî Vakfı yay., Ankara 1998, s. 168.
11 Kufralı, Nakşbendiliğin Kuruluş ve Yayılışı, s. 31.
12 Göğe uçması, Arş ve Kürsî pâyesini elde etmesi, ruhlardan hisse alması, peygamberlerin gelip
kendisini görmeleri, kırklarla buluşması, Hz. Peygamber (s.)’den hurma alması, sapmış kişilere
doğru yolu göstermesi, Hızır ile arkadaşlık yapması, taate yönelmesi, oruca devam etmesi,
gece-gündüz Allah’ı zikretmesi, insanlardan kaçması, göğe çıkıp meleklerden ders alması,
alâkalardan ve dünya ehlinden uzaklaşması, şeyhi Arslan Baba ile buluşması, maneviyattan
sekiz yol açılması, Pîr-i Mügân (Hz.Muhammed veya Şeyh’den) maneviyat şarabı içmesi,
oğul olması, hâceliğe (ilim adamı olmaya) yönelmesi, kulaklarına zikret nidasının gelmesi,
şeytanın kendisinden kaçması, sen-ben fikri ve geçici heveslerin kaybolması. Bk. Yesevî, Divân-ı Hikmet, ss. 59-65.
13 Ethem Cebecioğlu, “Hoca Ahmed Yesevî”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara
1993, c. XXXIV, ss. 99-100.
14 Cebecioğlu, “Hoca Ahmed Yesevî”, AÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XXXIV, s. 100.
15 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, ss. 63-64; Kufralı, Nakşbendiliğin Kuruluş ve Yayılışı, s. 31.
16 İlgili dörtlük şöyledir:
Min yigirme yitti yaşda pîmi taptım
Her sır kördüm perde birlen büküp yaptım
Âstânesin yastanıban izin öptim
Ol sebebdin Hahh’a sığınıp kildim mene.
“Yirmi yedi yaşta pîri buldum, gördüğüm her sırrı perde ile sarıp örttüm. Dergâhıbna sığınarak
izini öptüm. O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte”. Bk. Yesevî, Divân-ı Hikmet, s. 72.
17 Kemal Eraslan, “Ahmed-i Yesevî”, Yesevîlik Bilgisi, Ahmet Yesevî Vakfı yay., Ankara 1998, s.
82.
18 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 72.
19 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, ss. 74-75.
20 Yaptırdığı çilehanesinde, vaktini zikirle geçiren Ahmed Yesevî zikrettikçe göğsü dizlerine
sürtüne sütüne zedelenir. Bu yüzden kendisine “Ser Halka-i Sînerîşân” denir. Bk. Cebecioğlu,
“Hoca Ahmed Yesevî”, AÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XXXIV, s. 89.
21 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 75.
22 Aynı yer.
23 Aynı eser, s. 76.
24 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, ss. 76-77; “Ahmed Yesevî”, İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi,
İstanbul 1993, c. I, s. 211; Hayati Bice, “Hoca Ahmed Yesevî ve Dîvân-ı Hikmet Üzerine”,
Dîvân-ı Hikmet, TDV Yay., Ankara 1993, s. xv.
25 Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1997, c. I, s.
278.
26 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, ss. 79-83.
27 Köprülü, “Ahmed Yesevî”, İslâm Ansiklopedisi, I/211; Kemal Eraslan, “Ahmed-i Yesevî”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1989, c. II, s. 160.
28 Bice, “Hoca Ahmed Yesevî ve Dîvân-ı Hikmet Üzerine”, Dîvân-ı Hikmet, s. xıv.
29 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 74; Nesimi Yazıcı, “Hoca Ahmed Yesevî Döneminde Türk-İslâm
Kültürünün Oluşum Ve Gelişimi Üzerine Bazı Düşünceler”, Yesevîlik Bilgisi, Ahmet Yesevî
Vakfı yay., Ankara 1998, s. 74.
30 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, ss. 87-97.
31 Şeyh Safiyüddin Mevlana Ali b. Hüseyin, Reşahat Can Damlaları, nşr. Necip Fazıl Kısakürek,
Büyük Doğu Yay., 2.bs., İstanbul 1995, s. 13.
32 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, ss. 172-174.
33 Kufralı, Nakşbendiliğin Kuruluş ve Yayılışı, s. 33.
34 Kufralı, Nakşbendiliğin Kuruluş ve Yayılışı, s. 33.
35 Köprülü, “Ahmed Yesevî”, İslâm Ansiklopedisi, c. I, s. 212.
36 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 34.
37 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri & Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İstanbul 2004, s. 276.
38 Ebu’l-Alâ el-Afifî, Fusûsu’l-Hikem Okumaları İçin Anahtar et-Ta’likât alâ Fusûsi’l-Hikem, çev.:
Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul 2000, ss. 69-71.
39 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 119.
40 Yazıcı, “Türk-İslâm Kültürünün Oluşum Ve Gelişimi Üzerine Bazı Düşünceler”, Yesevîlik
Bilgisi, s. 74.
41 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 150.
42 İrfan Gündüz, “Ahmed Yesevî’nin Tarikat ve İrşad Anlayışı”, Yesevîlik Bilgisi, Ahmet Yesevî
Vakfı yay., Ankara 1998, s. 189.
43 Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1997, c. I, s.
277; Gündüz, “Ahmed Yesevî’nin Tarikat ve İrşad Anlayışı”, Yesevîlik Bilgisi, ss. 189-190.
44 “Ne ticaret ne de alış-veriş Allah’ı anlamaktan, namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoyamadığı
erkekler...” mealindeki Âyet-i kerime için bk. en-Nur, 24/37.
45 Yesevi, Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler, s. 187.
46 Eraslan, “Giriş”, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 35.
47 Eraslan, “Giriş”, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 36.
48 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 122.
49 Kemal Eraslan, “Yesevî’nin Fakrnâmesi”, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c.
XXII, İstanbul 1977, ss. 45-120.
50 Eraslan, “Ahmed-i Yesevî”, Yesevîlik Bilgisi, 92; Develi, Ahmed Yesevî, ss. 31-32.
51 Bice, “Hoca Ahmed Yesevî ve Dîvân-ı Hikmet Üzerine”, Dîvân-ı Hikmet, s. XVII.
52 Eraslan, “Ahmed-i Yesevî”, Yesevîlik Bilgisi, s. 92.
53 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 120.
54 Develi, Ahmed Yesevî, s. 32.
55 Eraslan, “Giriş”, Divân-ı Hikmet Seçmeler, ss. 38-39.
56 Develi, Ahmed Yesevî, s. 31.
57 Eraslan, “Giriş”, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 39.
58 İbrahim Şener-Alim Yıldız, Türk-İslâm Edebiyatı, Rağbet Yay., İstanbul 2003, s. 82.
59 Eraslan, “Giriş”, Divân-ı Hikmet Seçmeler, s. 39.
60 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, ss. 145-148; Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. I, s. 280.
61 Şener, Türk-İslâm Edebiyatı, s. 82.
62 Köprülü, “Ahmed Yesevî”, İslâm Ansiklopedisi, I/214; Yazıcı, “Türk-İslâm Kültürünün Oluşum
Ve Gelişimi Üzerine Bazı Düşünceler”, Yesevîlik Bilgisi, s. 74.
63 Yazıcı, “Türk-İslâm Kültürünün Oluşum Ve Gelişimi Üzerine Bazı Düşünceler”, Yesevîlik
Bilgisi, ss. 74-75.
64 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 154.
65 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 156.
66 Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1997, c. I, s.
280.
67 Örneğin; Vahdet humı açıldı meyhânege kirsem men / Bir câm içip şol meydin mest ü hayrân
bolsam men (52. Hikmet); Gevvâs bahrıga kirdim vücûd şehrini kezdim / Dürni sadefte kördüm
gevhemi kân içinde (62. Hikmet)
68 Develi, Ahmed Yesevî, s. 31.
69 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 119.
70 Yazıcı, “Türk-İslâm Kültürünün Oluşum Ve Gelişimi Üzerine Bazı Düşünceler”, Yesevîlik
Bilgisi, s. 75.
71 Tahralı, “Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’inde Dinî-Tasavvufî Unsurlar”, Yesevîlik Bilgisi,
s. 169.
72 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 164.
73 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, ss. 165-166.
74 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, ss. 169-170.
75 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 171.

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: DÎVÂN-I HİKMET
MesajGönderilme zamanı: 21.12.08, 12:31 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
Bibliyografya
el-Afifî, Ebu’l-Alâ, Fusûsu’l-Hikem Okumaları İçin Anahtar et-Ta’likât alâ Fusûsi’l-Hikem, ter. Ekrem
Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul 2000.
Ahmed-i Yesevî, Divân-ı Hikmet Seçmeler, haz. Kemal Eraslan, Kültür Bakanlığı yay., II. Baskı, Ankara
1991.
Araz, Nezihe, Anadolu Erenleri, Özgür Yayınları, IX.Baskı, İstanbul 2000.
Attâr, Feridüdin, Tezkiretü’l-Evliyâ, Erkam yayınları, İstanbul 1404/1984.
Aykut, Said, “Hoca Ahmed Yesevî (R.H.) (ö.562/1166)”, Sahabeden Günümüze Allah Dostları, Şûle
Yayınları, İstanbul 1998, VII/59-65.
Banarlı, Nihad Sâmi, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1997.
Bice, Hayati, “Hoca Ahmed Yesevî ve Dîvân-ı Hikmet Üzerine”, Dîvân-ı Hikmet, TDV Yayınları,
Ankara 1993, ıx-xvııı.
Bilgin, İbrahim Edhem, “Hoca Ahmed-i Yesevî (K.S.)”, Büyük İslam ve Tasavvuf Önderleri, Vefa
Yayıncılık, İstanbul 1993, 119-123.
Bursevî, İsmail Hakkı, Tefsiru Rûhu’l-Beyân, Eser Yayınevi, İstanbul 1389.
Cebecioğlu, Ethem, “Hoca Ahmed Yesevî”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara
1993, XXXIV/87-132.
Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri & Deyimleri Sözlüğü, Anka Yayınları, İstanbul 2004.
Develi, Hayati, Ahmed Yesevî, Şule Yayınları, İstanbul 1999.
Ekinci, Yusuf, Hoca Ahmet Yesevî, Ocak Yayınları, Ankara 1995.
Eraslan, Kemal, “Dîvân-ı Hikmet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1994, IX/429-
430.
Eraslan, Kemal, “Ahmed-i Yesevî”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1989, II/159-161.
Eraslan, Kemal, “Giriş”, Divân-ı Hikmet Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, II. Baskı, Ankara 1991,
1-46.
Eraslan, Kemal, “Ahmed-i Yesevî”, Yesevîlik Bilgisi, Ahmet Yesevî Vakfı yay., Ankara 1998, 78-96.
Eraslan, Kemal, “Yesevî’nin Fakrnâmesi”, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c.XXII,
İstanbul 1977, 45-120.
Gölpınarlı, Abdülbaki, Yunus Emre ve Tasavvuf, İnkılâp Kitabevi, II.Baskı, İstanbul 1992.
Gündüz, İrfan, “Ahmed Yesevî’nin Tarikat ve İrşad Anlayışı”, Yesevîlik Bilgisi, Ahmet Yesevî Vakfı yay.,
Ankara 1998, 189-196.
Kenjetay, Dosay, “Hoca Ahmet Yesevi: Yaşadığı Devir, Şahsiyeti, Tarikatı ve Tesiri”, Tasavvuf-İlmi
ve Akademik Araştırmalar Dergisi, yıl 1, sy. 2, Aralık 1999, 105-129.
Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara 1993.
Köprülü, Fuad, “Ahmed Yesevî”, İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1993, I/210-
215.
Kufralı, Kasım, Nakşbendiliğin Kuruluş ve Yayılışı, basılmamış doktora tezi, İstanbul Üniversitesi
1949.
Ocak, Ahmet Yaşar, Türk Sufîliğine Bakışlar, İletişim Yayınları, İstanbul 1996.
Ocak, A.Yaşar, “Anadolu Türk Sûfîliğinde Ahmed-i Yesevî Geleneğinin Teşekkülü”, Milletlerarası
Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1992.
Şener, İbrahim-Yıldız, Alim, Türk-İslâm Edebiyatı, Rağbet Yayınları, İstanbul 2003.
Şeyh Safiyüddin Mevlana Ali b. Hüseyin, Reşahat Can Damlaları, nşr. Necip Fazıl Kısakürek, Büyük
Doğu Yayınları, II. Baskı, İstanbul 1995.
Tahralı, Mustafa, “Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’inde Dinî-Tasavvufî Unsurlar”, Yesevîlik
Bilgisi, Ahmet Yesevî Vakfı yay., Ankara 1998, 157-169.
Togan, A.Zeki Velidî, Umumî Türk Tarihi’ne Giriş, Enderun Kitabevi, III.Baskı, İstanbul 1981.
Yazıcı, Nesimi, “Hoca Ahmed Yesevî Döneminde Türk-İslâm Kültürünün Oluşum Ve Gelişimi
Üzerine Bazı Düşünceler”, Yesevîlik Bilgisi, Ahmet Yesevî Vakfı yay., Ankara 1998, 65-77.

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 4 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye