Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 30 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Nurcular Neden Farklı Anlatma Gereği Duyuyorlar
MesajGönderilme zamanı: 23.02.09, 19:18 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Nurcular Neden Farklı Anlatma Gereği Duyuyorlar

GİRİŞ

Bugüne kadar pek çok meselede Nurcu ağabey ve çevrelerin anlattıklarıyla diğer farklı farklı yerlerin anlattıklarının birbiriyle uyuşmadığını tespit etmiş bulunuyoruz.

Bu tür faklı ifadelerin geçtiği pek çok yerde Nurcular feveran ederek, üstad ve talebelerine güvenmeyeceğiz de kime güveneceğiz gibi, garip savunmalar ile bir o kadar da muhataplarını suçlayıcı bir halete bürünüveriyorlar. Bu feveranın temelindeki kabul, Nurcu büyüklerinin olayları herkesten daha doğru değerlendirdikleri, hatırladıkları ve naklettikleri varsayımıdır. Bu yaklaşımla beraber, bir takım farklılıklar tespit edilebiliyorsa; kimliğini nazar-ı dikkate almadan sorunu diğer çevrelerde aramak tavsiyesi verilmiş oluyor dolaylı olarak… Bütün savunmaların özeti budur.

Çok çok istisna birkaç Nurcu bu yaklaşım dışında kalmakta; diğerleri mezkur yaklaşımı top yekun, aşırı bir kendilerinden eminlik ve kibir ifadeleriyle sahiplenmektedirler. Sonuna kadar...

Bu çalışmamızda farklı anlatımlardan önemli gördüklerimizi etraflıca anlatacak ve başlığımıza ad olan “Nurcular Neden Farklı Anlatma Gereği Duyuyorlar” sorumuzun cevabını bulmaya çalışacağız inşallah.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Nurcular Neden Farklı Anlatma Gereği Duyuyorlar
MesajGönderilme zamanı: 23.02.09, 19:18 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
1- Sultan Abdulhamid Han’ın Torunundan Özür Dileme Meselesi:

Soru: Bir tarihçi, Üstadın vefatından önce, urfaya giderken ankaraya uğradığı, burada sultan 2.abdulhamitin torunu nemika sultan ile görüştüğünü, ve ondan, ''sultana muhalefet etmekle yanıldığını ve helallik istediğini'' iddia ediyor ve bu iddiaya nemika sultanın damadını şahit gösteriyor? Bu hadise gerçekten vuku bulmuş mudur, cevabınızı bekliyoruz.. 05-Şubat-2009 - 09:57:53

Sorularla Risale-i Nur Sitesi, Cevabımız:

Değerli Kardeşimiz;

Üstat ile AbdulHamit Han hazretleri arasında helalleşmeyi gerektirecek bir vaka olmamıştır. Şayet helalleşecek bir durum olsa bile, mağdur olan Said Nursi olduğu için, helallik istemek AbdulHamit Han hazretlerine düşerdi.

Üstadın, AbdulHamit Han dönemi ile olan meselesi ve tenkidi, tamamen fikridir. O zamanın bazı çapsız bürokratları, üstadı tam anlayamadıkları için tımarhaneye attırmışlardır.

(İmlasına dahi dokunmadan olduğu gibi kopyalanmıştır)

Görüldüğü üzere; Nurcu çevreler kesinlikle özür dileyen, dileyebilen bir üstad görmek istemiyorlar. Bu cevap sorularla risale sitesine ait; ancak başka yerlerde, gazete internet köşelerinde de Nursi'nin pişman olabileceğini ve özür dileyebileceğini şiddetle reddeden yazılara bizzat rastlamış bulunuyorum.

Yukarıda yer alan cevabın sorusuna dikkat ederseniz “bir tarihçi” diye başlıyor. Kimdir bu tarihçi? Türkiye’nin arşiviyle, eserleriyle, şahsiyetiyle, fikirleriyle önde gelen tarihçi-yazarı Kadir Mısıroğlu…

Gerçekten de Kadir Mısıroğlu, bizzat şahid olanlarından "özür dileme" hatırasını alarak Dünya’ya duyuran isimdir. Kadir Mısıroğlu “özür dileme hadisesini” şahitlerinin ağzından şöyle veriyor:


[7 nolu dipnot] Sultan II. Abdülhamid’e muhalefet kendilerine hiç yakışmayacak iki şahıstan biri olan Üstad Bediüzzaman Said Nursî, pek geç kalmış dahî olsa, âhir ömründe nedâmet (pişmanlık) göstermiştir.

Şöyle ki: Prof. Dr. Osman Turan merhumdan dinlediğime göre Bediüzzaman Said-i Nursî, 1960 yılında vefâtıyla nihayetlenen Urfa seyahatine çıkarken Ankara’daki evlerini ziyaret etmiş ve O’nun kayınvâlidesi Nemîka Sultan’dan dedesi adına helâllik istemiştir:

Bilindiği üzere Osman Turan Bey’in kayınvâlidesi Nemika Sultan, Selim Efendi’nin kızıydı. Selim Efendi ise, Sultan II. Abdülhamid’in en büyük oğluydu. Nemîka Sultan, Ankara’da damadıyla birlikte yaşamakta ve bir apartman katında kendisine tahsis edilen odadan çıkmayarak devamlı ibâdetle meşgul olmaktaydı. Vâkî ısrar üzerine misafirlerin yanına gelmiş ve Said-i Nursî merhum, şu sözlerle kendisinden helâllik dilemiştir:

“-Sultan Efendi Hazretleri!.. Biz, gençlik sâikasıyla İttihadçıların propagandalarına kapılarak dedeniz merhum Abdülhamid Han Hazretleri hakkında pek çok itâle-i kelâmda (lisânen tecâvüzde) bulunduk. O’nun vârisi sıfatıyla sizden helâllik diliyorum. Ben bir ölüm yolcusuyum. Kabre az mesafem kaldı. O’nun nâmına bana hakkınızı helâl ediniz!..”

Nemîka Sultan:

“-Ne beis var hoca efendi!.. O zamanın siyâseti icabı böyle çok işler oldu!.. Artık geçen geçti.”

Demişse de Bediüzzaman sarahaten “Helâl ettim!..” cümlesini duymak istemiş ve bunu Sultan Efendi’ye ısrar ederek üç kere tekrarlatmış ve sonra da:

“-Oh!.. Elhamdülillâh, inşallâh bu haktan da kurtuldum. Artık müsterih olarak ölebilirim!..” demiştir.

Hakîkaten o anda Urfa’ya gitmek üzere yola çıkmış bulunuyordu. Urfa’ya varmış ve kısa bir müddet sonra da orada vefat etmiştir.


(Makalenin Tamamını Görmek İçin Tıklayınız)

Verdiğimiz nakil müstakil bir çalışmanın dipnotundan. Mezkur makaleyi görmek için linki ziyaret edebilirsiniz. Aynı dipnotta daha başka bilgiler de verilmektedir. O diğer bahsedilen bilgilere bu çalışma altında başka bir vesile ile değineceğiz inşallah.

Dikkat ederseniz, Kadir Mısıroğlu, filan kitaptan, üçüncü beşinci şahıslardan aldığını nakletmiyor. Prof. Dr. Osman Turan’dan hatırayı naklediyor. Osman Turan, kendisinden özür dilenen Abdulhamid Han’ın torunu Nemika Sultan’ın damadı… Özür dileme hadisesi kendi evinde, gözü önünde cereyan eden zattır Osman Turan. Bundan fazla olarak yorum yapmaya ihtiyaç yoktur.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Nurcular Neden Farklı Anlatma Gereği Duyuyorlar
MesajGönderilme zamanı: 23.02.09, 19:21 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
2- Saray, Baş edemeyip Kurtulmak İstediği Said Nursi’yi Tımarhaneye Attırdı meselesi:

Aynı minvalde olduğu için hemen zikredelim; Nurcu çevrelerin Said Nursi merhumun Osmanlı zamanıyla ilgili olarak verdikleri bilgilerin özeti şudur:

“Üstad, eski Said döneminde memleketin meseleleriyle; özellikle de, doğunun eğitim ve kültür konularıyla yakından ilgilenmiştir. Bu ıstırapla İstanbul’a kadar gitmiş, halifeyle görüşmek istemiştir. Ancak padişahla bizzat görüşme mevzuu meçhuldür. (Hatta kimi yerlerde görüştürülmediği ifade ediliyor)

Fakat araya giren paşalar üstadı dinlemiş, adetleri üzere, ihsanı şahaneden vaatler, teminatlar ve hediyeler teklif etmişlerdir.

Üstadımız ise; ‘Ben maaş dilencisi değilim, maksadımı te’hir ve maaşı tacil etmek ne hikmete mebnidir.’ diyerek teklifi reddediyor.

Paşalarla arasında ciddi anlamda münakaşalar oluyor. Hatta üstadın Fizana, Trablus ve Taif’e sürülmesi bile gündeme geliyor. Fakat zülüflü İsmail paşanın (askeri okullar müfettişi) tavsiyesi ile, üstadımızdan kurtulmanın yolunu onu tımarhaneye göndermekte buluyorlar. Üstadımız 2 Musevi, 1 Rum, 1 Ermeni, 1’de Türk doktorundan rapor alınarak, ‘Toptaşı tımarhanesi’ne konuluyor. Orada bir müddet kalıyor. Tımarhanenin en yetkili doktoru tarafından yakın takipte, uzun görüşmeler ve sohbetler neticesinde doktor, şöyle bir rapor tanzim ediyor. ‘Eğer Bediüzzaman da zerre kadar mecnunluk eseri varsa, dünyada akıllı adam yoktur.’

Bu hadise Cemal Kutay’ın eserlerinde, üstadın divanı harbi örfi eserinde, o zamanlarda Eşref Edip beyin çıkardığı yeni istiklal gazetesinde nakledilmiştir. Ayrıca Necmettin Şahiner’in bilinmeyen taraflarıyla Said Nursi eserinde anlatılmaktadır. Üstadımızın tımarhanede 15 gün kadar kaldığı rivayet edilmektedir.”

Dikkatle okunursa görülecektir ki Saray ve çevresi Said Nursi’ye fena muamelede bulunmuş, onu cezalandırmak için tımarhaneye kapattırmıştır. Nurcu çevreler, bu konular gündeme geldikçe evirip çevirip bu hatırayı naklederler. Naklettikleri gibi Abdulhamid Han’ın baskı uygulamasından, bunun devletin düşmanlarını çoğalttığından ve yıkılışı hızlandırdığından, meşruiyet ve cumhuriyet yönetimlerinin faziletlerinden dem vururlar.

Kadir Mısıroğlu’nun yukarda kullandığımız dipnotu bilgisinde ise o dönemdeki olaylar yine şahidler gösterilerek farklı anlatılmaktadır:

“Rahmetli Celâleddin Öktem Hoca’dan dinlediğine nazaran, II. Meşrûtiyet arifesinde İstanbul’a gelen Said-i Nursî merhum o zaman Dârulfünûn’a tahsis edilmiş olan Zeyneb Kâmil Konağı’nda bir konferans vermiş. Bu konferansta Sultan II. Abdülhamid hakkında ileri-geri sözler söylemiş. Ezcümle Celal Hoca’nın bizzat işittiğini söylediği şu sözleri sarf etmiş:

‘Sultan, tek başına koca bir sarayı işgâl ediyor. Çıksın oradan!.. Ben orayı mektep yapacağım!..’

Bu ve benzeri sözler yüzünden tımarhâneye sevk edilmişse de doktorlar, ‘aklında bir noksanlık olmadığını ve sırf görgüsüzlüğü sebebiyle yakışıksız sözler sarf ettiğini’ söyleyerek onu serbest bırakmışlar.

Bundan sonra Mâbeyn’e gelerek Padişah ile görüşmek istemiş, fakat bütün ısrarlara rağmen belindeki hançeri çıkarmak istemediğinden bu görüşme vâkî olamamıştır.

II. Meşrûtiyet’in ilânı üzerine Selânik’teki “Hürriyet Meydanı”nda düzenlenen bir mitingde bir konuşma yapmış, bu konuşma “Nutuk” adıyla basılıp halka dağıtılmıştır. (İstanbul, 1326…..)

Daha sonra Sultan Reşad’la görüşen Said-i Nursî, O’ndan Van’da tesis etmek istediği medrese için yardım almış ve hayatının sonuna kadar bu para ile yaşamıştır.

Vefâtında, bu altınlardan arta kalanlar, benim Eskişehir Askerî Cezâevi’nden hapishâne arkadaşım olan Hüsrev Altınbaşak’ta kalmış. O da bunları bozdurarak bugünkü ‘Hayrat Vakfı’nı kurmuştur”


(Yine Aynı Makale: Makalenin Tamamını Görmek İçin Tıklayınız)

Farklılık, yazılanlarda çok açık olarak görülüyor. Said Nursi’nin Padişahla görüştürülmemesinin sebebi belindeki hançeri çıkarmak istememesi. Tımarhaneye yollanmasının sebebi, Padişah Saraydan çıksın orayı mektep yapacağım gibi uygunsuz sözler etmesi.

Nurculara göre ise Padişah ile görüşmesini engelleyen Paşalar, bu kabadayı gençten kurtulmak için önce sürgün tedbirini düşünmüşler, olmadı sonra tımarhaneye kapattırmışlardır… Zaten incesine düşündüğünüz zaman, eğitim ile ilgili bir talebi, sert ve makama uygun olmayan bir lisanla dile getiren bir genci niye tımarhaneye yollayıp kurtulasınız ki? İzahı kabil değildir. Akla yatmıyor. Bu anlatılanlarda suç ile verilen ceza arasında ciddi bir oransızlık var. Paşalar, makama uygun bir talepte bulunmayan bir genci en çok bir iki tokat atıp, hadi evladım işine gücüne, bizi meşgul etme deyip kovabilecekken, tımarhaneye yollayarak kurtulmaya çalışıyorlar. Orantısızlık sanırım anlaşılmıştır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Nurcular Neden Farklı Anlatma Gereği Duyuyorlar
MesajGönderilme zamanı: 23.02.09, 19:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
3- Eskişehir Hapishanesinde Şeyh Şerafeddin Efendi Nur Talebelerini Kendine Bağlamak İçin Sürekli Uğraştı, Başaramadı meselesi:

Eskişehir Hapishanesi, Şeyh Şerafeddin efendi ve Said Nursi merhum… Menemen Hadisesi bahane edilerek Eskişehir’de hapsedilenler arasında Şerafeddin Dağıstani Efendi ve Said Nursi merhum da vardır. Ve o hapishanede olanlar hakkında iki kesimden gelen hatıralar birbirinden farklıdır. Öyleyse, iki tarafın görüşlerini ayrı ayrı özetlemekte fayda var:


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Nurcular Neden Farklı Anlatma Gereği Duyuyorlar
MesajGönderilme zamanı: 23.02.09, 19:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
a- Eskişehir Hapishanesinde Yaşananlarla İlgili Olarak Nurcular Ne Diyor?

Şimdi ilgili soru ve cevabı kaldırılmış olabilir, fakat arşivimizde kayıtlıdır. Çünkü sitede yer alan kimi soru ve cevapların tartışmalara sebep olması yüzünden veya başka sebeplerle siteden kaldırıldığını görmüştük. Risale-i Nur ve Nurcular ekseninde sorulara cevap veren “Sorularla Risale-i Nur” sitesinde mehmet-19 adlı bir kullanıcı, 19-Temmuz-2007 – saat 16:35:21’de şu soruyu sormuştu:

Soru: Kastamonu Lahikasında geçen eskişehir hapishanesinde nur talebeleri içinde celpkarane sohbet eden nakşi evliyası kimdir?

Sorularla Risale-i Nur editörünün verdiği cevap: Osmanlıca Lemalarda geçen Eskişehir hapishanesinde nur talebelerini kendi tarikatına çekmek için cazibeli bir şekilde faaliyet gösteren ve telkinatta bulunan zat; o zamanın Nakşi velilerinden Şeyh Şerafettin efendidir.

***

Bahsi geçen Lahikadaki satırlar ise şunlardır:

Kastamonu Lâhikası - Mektup No: 52 - s.1603

Umum kardeşlerime birer birer selâm ediyorum.
________________________________________

Sıra No: 52

Feyzi kardeşim,

Sen Isparta vilâyetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan, tam onlar gibi olmalısın. Hapishanede-Allah rahmet eylesin-mühim bir şeyh ve mürşid ve cazibedar bir Nakşî evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nur'un elli altmış şakirtleri içinde celbkârâne (Kendine bağlamak için) sohbet ettiği halde, yalnız bir tek şakirdi muvakkaten kendine çekebildi. Mütebakisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nur'un yüksek, kıymettar hizmet-i imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.

O şakirtlerin gayet keskin kalb ve basireti şöyle bir hakikati anlamış ki: Risale-i Nur'a hizmet ise, imanı kurtarıyor; tarikat ve şeyhlik ise, velâyet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mü'mini velâyet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü'mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bakiyeyi temin eder. Velâyet ise, mü'minin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı velî yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir.

İşte bu dakik sırrı, senin Ispartalı kardeşlerin bir kısmının akılları görmese de umumunun keskin kalbleri görmüş ki, benim gibi biçare günahkâr bir adamın arkadaşlığını evliyalara, belki de eğer bulunsaydı müctehidlere dahi tercih ettiler.

Bu hakikata binaen, bu şehre bir kutup, bir gavs-ı âzam gelse, "Seni on günde velâyet derecesine çıkaracağım" dese, sen Risale-i Nur'u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.

İmza: Said Nursi

***

Dört ay mütemadiyen celbkârâne (kendine bağlamak için) sohbet ettiği halde, yalnız bir tek şakirdi muvakkaten kendine çekebildi.

Bu satırlara göre, Eskişehir Hapishanesinde Said Nursi merhumla aynı zamanda birlikte tutuklu bulunan Şeyh Şerafeddin Efendi, Said Nursi merhumun talebelerini elinden almak için mütemadiyen (ara vermeden, sürekli olarak) uğraşmış ve sadece bir tanesini kendine bağlamayı başarmıştı. Celpkarane kelimesinin anlamı ise: Çelmek, Çekmek için uğraşma'dır…

Nurcu yazar Mustafa Özcan da Şeyh Şerafeddin Efendi hakkında 03-07-2006 gününde bir yazı kaleme alarak Eskişehir hapishanesinde yaşananlara değinmiştir. “Şeyh Şerafeddin Dağıstani, bir müddet Eskişehir Hapishanesinde Bedüizzaman'la birlikte olmuş ve hapis yatmıştır. Kastamonu Lahikasında adı zikredilmeden ondan ‘cazibedar bir şeyh’ olarak bahsedilir. Şöyle ki…” diyerek yukarıda Lahikadan alınan satırları yazısında tekrar etmiştir. Mustafa Özcan’ın ilgili makalesi, internette sentezhaber com’da yayınlanmıştır.


***

Diğer taraftan, orientalist (Şarkiyatçı) Prof Dr. Hamid Algar ise yazdığı makaleler ile konuyu ele almış ve hatıranın çok geniş çevrelerce bilinmesine vesile olmuştur. Gelenek Yayınları, Algar’ın ilgili makalesinin içinde yer aldığı "Bediüzzaman ve Tasavvuf" adlı bir derlemeyi Türkiye’de neşretmiş bulunuyor...

Ayrıca, Türkiye’de İnsan Yayınlarından basılan, Prof. Dr. Hamid Algar’ın “Nakşibendilik” isimli kitabı da hadiseyi nakleden eserlerdendir. Algar’ın kitabı “bir başvuru kaynağı veya bir klasik adayı” reklamıyla basılmıştır ama Tarikat-ı Aliye-i Nakşibendiyye hakkında ciddi ve çok sayıda hatalarla ve özensizliklerle dolu bir eserdir. Fakat konumuz Eskişehir Hapishanesinde neler olduğuna ilişkin… Kitabın eksikliklerine girmemiz konuyu uzatmak olacaktır. İşte Nakşibendilik Kitabının Türkiye baskısı, sf. 298’de Algar şunları söyler:


“Türk Hükümeti'nden eziyet görmesi Bediüzzaman'ı diğer bir Nakşibendi şeyhi ile, Şerefeddin Dağıstani (v.1936) ile bir araya getirdi. Her ikisi de 1936'nın başlarında, bir grup talebelerinin eşliğinde, kendilerini Eskişehir'de mahpus buldular. Bediüzzaman'ın bağlıları, Şerafeddin efendinin bağlılarını, kendilerinin veya şeyhlerinin herhangi bir sorusuna karşı, Bediüzzaman'ın otoriter cevabına uymaya davet eder. Şerefeddin efendi, talebelerine teklife aldırmamalarını söyler, ancak Bediüzzaman'ın bağlıları ısrar edince, Şeyhin onlara şunu sordurduğunu ifade ederler: 'Niçin buraya geldik ve buradan nasıl ayrılacağız?' Bediüzzaman'ın talebeleriyle gönderdiği ilk cevabı kısa ve özlüdür: 'Makam-ı Yusuftayken (yani hapisteyken) sükutu tercih edelim, dışarı çıkınca tekrar konuşuruz.'

Şerefeddin'e özel olarak iletilen daha ayrıntılı bir cevapta ise Bediüzzaman şöyle söyler: 'Biz, yolun sorumluluklarını seçkin bir bağlılar grubuna devretmek için buradayız; hapiste olmak bir talihsizlik değildir.' O aynı zamanda Şerefeddin'in bağlılarının sırayla ne zaman hapisten çıkacaklarını da önceden söyler ve altı ay içinde 'Ehlullahtan birinin' vefat edeceğini belirtir. Bu 'Ehlullah'ın Şerafeddin'in kendisi olduğu ortaya çıkmıştır. Bu anektottan, Bediüzzaman'ın Nakşibendi Şeyhi ile ortak bir kaderi paylaştığı duygusuna sahip olduğu, ancak şeyhle ve bağlılarıyla ilgili yanlışsız öngörülerde bulunmasına dayanarak, daha üst bir manevi mertebede yer aldığı sonucu çıkarılabilir".

Yine aynı kitapta Nurcu Badıllı’dan da bir alıntı vardır. Vakit darlığından ayrıntılı okuyup yerini göremedim, Tarihçe-i Hayat isimli kitapta bunlar yer alıyor mu tespit edemedim… Fakat, sorularla risale-i nur Badıllının sözlerini şu şekilde doğrulamıştır: “Abdülkadir Badıllı abinin aktardığına göre ise: Şerefeddin Hazretleri dört ay boyunca devamlı olarak Bediüzzaman’ın talebelerini kendi halkasına katmaya çalışmış, ancak yalnız bir tanesinde muvaffak olmuştur..” Bakınız: Tıklayınız: sorularlarisaleinur

İşte Algar, ilgili bahsin dipnotunda Badıllı’nın ifadelerine yer veriyor:


“Eskişehir hapishanesindeki karşılaşmayla ilgili tamamen farklı bir rivayet, Bediüzzaman'ın bağlılarından Abdülkadir Badıllı tarafından aktarılmıştır. Ona göre, Şerefeddin Efendi dört ay boyunca devamlı olarak Bediüzzaman'ın talebelerini kendi halkasına katmaya çalışmış, ancak yalnız bir tanesinde muvaffak olmuştur. Her iki rivayet de Bediüzzaman'ın üstünlüğünü ortaya koyma eğilimindedir”


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Nurcular Neden Farklı Anlatma Gereği Duyuyorlar
MesajGönderilme zamanı: 23.02.09, 19:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
b- Eskişehir Hapishanesinde Yaşananlarla İlgili Olarak Şeyh Şerafeddin Efendi Tarafı Ne Diyor?

Şeyh Şeraffedin Efendi tarafına geçmeden bağlantılı olduğu için en başında yazalım:

Şeyh Şerafeddin Efendinin yakınlarıyla da görüşmüş olan Yalovalı Araştırmacı Yazar Arif Ekim, “Yalova Araştırmaları 1” kitabında yer alan makalesinde, yukarıdaki Algar ifadelerini aktardıktan sonra şöyle diyor:


“Hamid Algar, açık söylemek gerekirse, bir defa okuduğunu ya yanlış anlamış ya da çarpıtmıştır. Mesela, Said-i Nursi'nin Şerafeddin Efendi'nin altı ay içinde öleceğini söylediği cümlesinde kaynak olarak gösterdiği Hasan Burkay, Said-i Nursi ile Şerafeddin Efendi'nin Eskişehir hapishanesinde kısa bir süre aynı dönemde bulunduğunu ifade ile, olayı çok farklı ifade etmekte ve Şeyh Şerafeddin'in kendisinin ölümünü önceden bilerek müritlerine bildirdiğini söylemektedir: Yani, bu önceden ölümü biliş menkıbesi, bizzat Şerafeddin Efendi'nin kendisine aittir ve Said-i Nursi ile alakası yoktur.”

Hasan Burkay Hz., Meşayihten olup Şerafeddin Dağıstani’nin yakın talebesi ve halifesidir. Şerafeddin Efendiyle ilgili hatıraların kaynaklarından biridir. Bu hatıralarını yazdığı kitapları basılmıştır.

Şimdi Şerafeddin Efendi tarafının ne söylediklerine odaklanabiliriz:


“Menemen Hadisesi” sonrasındaki birkaç yıl içerisinde, ülkemizde hakim olan havanın tesiri ile hemen bütün tasavvuf büyüklerine yapılan takibat esnasında Şeyh Şerâfeddin Dağıstanî ve yakın bağlıları da soruşturmaya uğramış ve birkaç müridi ile birlikte Şeyh Şerâfeddin de Eskişehir cezaevinde gözetim altına alınmıştır. Yapılan mahkeme süreci esnasında yaşananların bir kısmı cezaevinde aynı koğuşta birlikte kaldıkları Konyalı maneviyat adamlarından; tasavvuf ehlinden merhum Ali Kemal Belviranlı’nın (vefatı: 2003) babası merhum İsmail Hakkı Belviranlı (vefatı:1969) kanalıyla günümüze intikal etmiştir.

Bundan başka olarak, Şeyh Şerâfeddin ile Eskişehir cezaevi günlerinde görevi gereği tanışan ve cazibesine kendisini kaptırarak intisab eden ve 1994’de yaklaşık 100 yaşlarında vefat eden Yusuf Efendi adlı biri Eskişehir cezaevi günlerine ilişkin olarak aşağıdaki vakıayı anlatmış ve önemli tarihi ilişkilere işaret eden bu anılar kayıt altına alınmıştır:

“Bir zamanlar Şeyh Şerâfeddin Eskişehir cezaevinde diğer bazı Nakşbendi şeyhleri ve İslam alimleri ile birlikte Menemen hadisesi ile ilgili olarak tutuklanmıştı. Ben de cezaevinde muhafız olarak görevliydim. Tutukluluk halindeki bir diğer önemli kişi ise ünlü Said Nursi idi. Şeyh Şerâfeddin Dağıstanî, halifesi Abdullah ve diğer bazı ileri gelen müridleri ile beraber tutuklanmıştı. Said Nursi de bazı yakın şakirdleri ile birlikteydi. Said Nursi, Şeyh Şerâfeddin’in de aynı hapishanede tutuklu olduğundan haberdar olunca şakirdlerini herhangi bir şeye ihtiyaçları olup olmadıklarını sormak ve yardımcı olabileceklerini teklif etmek üzere nezaketen Şeyh Efendi’ye yolladı. Şeyh Şerâfeddin, bu yardım teklifine ‘Teşekkür ederim, ancak biz ‘Hiç’iz ve ‘Hiç’in de hiçbir şeye ihtiyacı yoktur’ diye oldukça manidar bir cevab yolladı.

Daha sonraki günlerde Said Nursi’nin şakirdleri, yine Şeyh Şerâfeddin’e gelmeğe ve bir ihtiyaçları olup olmadığını sormağa devam ettiler. O her defasında bu talebleri olumsuz olarak cevaplıyordu.

Bir gün Şeyh Şerâfeddin, Said Nursi’nin şakirdlerine Said-i Nursi’ye ‘Neden burada tutukluyuz?’ diye sormalarını istedi. Said Nursi’nin şakirdleri gitti ve bu soruyu ilettiler. Said Nursi, bu soruyu ‘Biz Hz. Yusuf (a.s.)’ın derecesi olan ‘Suskunluk Orucu’ makamına ermek üzere bu medrese-i Yusûfîyye’deyiz’ diye cevapladı. Şeyh Şerâfeddin’in bu soruyu sorması ve Said Nursi’nin de bu cevabı vermesi aralarındaki tartışmaların sonu oldu.

Ancak bu soru-cevap teatisi benim için çok kafa karıştırıcı oldu ve derinlemesine düşünmeğe başladım. Kendi gayretimle bu konunun içinden çıkamayınca bu defa ben Şeyh Şerâfeddin’e ‘Sizin ve bu diğer şeyhlerin burada bulunuşunuzun sırrı nedir?’ diye sordum. Cevaplaması için ısrarımın sonucunda diğer tutuklular ile bir araya geldikleri bir sırada Şeyh Efendi şunları söyledi: ‘Ben buraya sebepsiz yere tutuklanmış olan birçok kişiye manevi sırlar iletmek üzere gönderildim. Manevi desteğe ihtiyacı olan bu kişileri himmetle destekliyoruz. Allah beni buraya bu destek için gönderdi, çünkü bu kimseler buraya toplatılmıştı ve burada olmasa bir araya toplamam da zor bir şeydi. Sizinle vedalaşmak için buradayım, çünkü kısa bir süre sonra bu dünyadan göçeceğim. Sizin sırlarınızı size teslim edeceğim. Tutuklu olmamız, gerçekte bizim için tutsaklık değildir, çünkü daima ilahi varlıkta müstağrak haldeyiz ve biz buradan asla bir tutsak olarak etkilenmeyiz. Bir süre sonra, sizin hepiniz buradan çıkarılacaksınız ve önemli bir şahsın ölümünden sonra tekrar bir araya geleceksiniz.’

Şeyh Efendi’yi dikkatli bir şekilde dinleyen diğer tutuklu ve mahkumlar arasında Said Nursi’nin şakirdleri de vardı ve bütün bunları işittiler. Yaklaşık 3 aylık tutukluluktan sonra Şeyh Şerâfeddin ve Said Nursi de dahil tutukluların çoğu serbest bırakıldılar.”

Bununla birlikte, Eskişehir hapishanesinde Şeyh Şerafeddin Dağıstani ve Said Nursi arasında yaşananlar, 1995'de ABD'de basılmış Muhammed Hişam Kabbani’nin yazdığı “The Naqshbandi sufi way” adındaki bir kitap ile ayrıca dünya gündemine gelmiştir. Bu kitapta, yukarıdaki Yusuf Efendi hatırası ile beraber Eskişehir cezaevinde olanlar tamı tamına yer almaktadır. Bakınız: Kitabın kendisi hakkında bir sitenin reklamıdır: Tıklayınız Bu kitabın 343. ve 344. sayfalarında hatıra ayrıntılı bir şekilde yazılmıştır.

Eskişehir Hapishanesinde yaşananlar ayrıca, Şerafeddin Efendinin Halifesi Hasan Burkay’ın “Hz. Muhammed (S.A.V.)'in Varisleri” kitabında da kayıtlıdır. Bkn: Şeyh Hacı Hasan Burkay, Hz. Muhammed (S.A.V.)'in Varisleri, Ankara; 1994, sayfa: 255-256

“The Naqshbandi sufi way”de Yusuf Efendi olarak adı gecen kişinin Hasan Burkay'ın “Hz. Muhammed (S.A.V.)'in Varisleri” kitabında Gaffarzade Yusuf olarak yer aldığını belirtelim. Bu bilgilere hudaverdi.org sitesinden ulaşılabilir. Hudaverdi.org Hasan Burkay’ın bağlılarınca yayınlanan bir sitedir. İlgili hatıralar bu sitede de yazılmıştır.

Söylendiğine göre Hasan Burkay kitabı hazırlarken Gaffarzade Yusuf ile bizzat görüşmüş. Yusuf Efendi cezaevinde mürid olarak bulunmuyor; orada bekçi-gardiyan muhafız gibi bir şey. Ancak Dağıstani'den o kadar etkilenmiş ki sonradan müridi oluyor.

Ayrıca Araştırmacı Dr. Hayati Bice, “İşaret Taşları” ismini verdiği ayrıntılı bir kitabında “Şeyh Şerafedin Efendi” bölümünde bu hatırayı nakletmiştir. Bice’nin ifade ettiğine göre Eskişehir’de yaşananlar Ali Kemal Belviranlı’nın anlattıklarından yazıya dökülenlerdir. Tekrar edelim ki Ali Kemal Belviranlı, hadiseler cereyan ederken aynı hapishanede kalan ve olanlara şahid olan merhum İsmail Hakkı Belviranlı’nın oğludur. Bkn: Dr. Hayati Bice, İşaret Taşları, İnsan Yayınları, İstanbul-2006, sayfa: 257-258

Bu arada hiçbir yerde yayınlanmayan bir hatıradan bahsedeceğiz:


Eskişehir cezaevinde, sabahlara kadar mütemadiyen CELCELUTİYYE okuyarak uykularını kaybeden Said Nursi'ye Şeyh Şerafeddin Dağıstani'nin "Gidin söyleyin Said Molla'ya, bıraksın okumayı; yatsın uyusun; bu işin sonunda bir şey olmayacak! Bize haber verilmiştir " diye haber yolladığı, aynı cezaevinde bulunan bir diğer Nakşi mürşid-i kamilin öz oğlunun bizzatihi anlattığı bir hatıradır. Bir ahbabım aracılığıyla ikinci ağızdan olan bu hatıra bendenize de ulaşmıştır. Nitekim Tarihçey-i hayatta şu bilgi vardır: “Bediüzzaman ve talebeleri idam edilecek diye propagandalar yaptırarak”… Yani bu mahkeme neticesinde Said Nursi ve talebelerinin idam edileceği beklentisi ve söylentisi var idi.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Nurcular Neden Farklı Anlatma Gereği Duyuyorlar
MesajGönderilme zamanı: 23.02.09, 19:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Eskişehir Hapishanesi Hadiselerinde Sonuç:

Biraz uzun olduğu için özetin özetini yapmak gerekecek:

Said Nursi tarafı Eskişehir’de yaşananları şöyle yansıtıyor: Şerafeddin Dağıstani Efendi, ara vermeden Said Nursi’nin talebelerini kendi halkasına katmaya çalışmış ama biri hariç başarılı olamamıştır. Bu da Risale-i Nur’un Tarikat-ı Muhammediyye’den üstün bir eser ve hizmet olduğuna kanıttır!

Şerafeddin Efendi tarafı: Şeyh Şerafeddin Efendi, o hapiste toplanan alim, meşayıh ve salihlere bizzat destek olmak, ümidsizliğe düşmemeleri için hiçbir zarar görmeden hapisten kurtulacaklarını müjdelemek, kendi vefatından önce hapistekilere bir takım emanetleri ulaştırmak ve onlarla topluca vedalaşmak için orada bulunmuştur.

Ayrıca, Şeyh Şerafeddin, devamlı olarak Said Nursi’nin talebelerini kendine bağlamak için uğraşmış değildir! Aksine uzun zaman talebeleri ve Said Nursi’yi geri çevirmiş, onlardan hiçbir istek ve beklentileri olmadığını söylemiştir.

Görüldüğü gibi iki tarafın anlattıkları birbirine muvafık değildir. Nur tarafı, muhtemelen hadiseleri kendi anlamak istedikleri yönde yorumlamışlar ve risale mesleğinin ne kadar üstün olduğunu ispat etmek amacıyla hareket etmişlerdir.

Bizim görüşümüz de şudur: Mevlana Celaleddin Hazretleri buyurur. “Evliyaullah tasarrufuyla, dağları hallaç pamuğu gibi savurur”. Evliyaullah ve tasarrufu nedir bilmeyen ve görmeyen için bu ifadeye kail olmak çok zordur.

Şu bir gerçektir ki Evliyaullah eğer bir alimin talebelerini kendine bağlamak isteseydi talebeleriyle beraber, Said Nursi merhumu da kendine bağlardı. Tasarruf böyle bir şeydir. Fakat hapishanede bulunma amacı ondan bundan adam çelmek değildi. Hiçbir talebenin ona kapılmaması ne Said Nursi’nin gücünü ve etkisini gösterir; ne de Şerafeddin efendinin amacına ve maneviyatına bir göstergedir. Nur camiası, anlamsız bir kıyasa ve ispatlamaya girişerek kendini zor durumda bırakmıştır.

Bu tarz bir ispatlama, talebeler ve muhib nurcular açısından parlak görünebilir; ancak dışarıdan bakan bendeniz gibiler bu tarz bir ispatlamanın tam tersi bir hava verdiğini, olayın farklı yansıtılmasının güvenirliğe gölge düşürdüğünü görmekte zorlanmayacaklardır.


(Bu arada bu mevzunun geçtiği bir sitede, istisnai Nurculardan bir kardeşimiz, Eskişehir’de denilerek anlatılanların Nurcularca yanlış anlaşıldığını vurgulayıp şu mesajı yazmıştır: “ehl-i risalenin bazı mevzuları şimdiye kadar hatalı anladıkları buna binaen başka cemaatlerle aramıza soğukluk girdiğini biliyoruz. Allah’ın izniyle bunlar zamanla düzeliyor ve düzelecektir. Ehl-i risale de üstadın ne demek istediğini tam anlayacaktır inşaallah.” Bu güzel yaklaşımı vermeden geçemedim. Tebrik ve takdir ediyorum)

(Devam edecek inşallah)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Nurcular Neden Farklı Anlatma Gereği Duyuyorlar
MesajGönderilme zamanı: 23.02.09, 20:13 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
4- Said Nursi Merhumun Zahir Batın Hocaları-Üstadları-Şeyhleri Var mıydı meselesi:

Bu maddenin en can alıcı sorusu; Said Nursi merhum Tarikat dersi alıp bir Üstada tabi olmuş muydu? Bu konuda çeşitli rivayetler var. Hepsine birden bakınca şaşırmamanız mümkün değildir. Zira herkesin söylediği birbirini nakzeder mahiyettedir. Hem Tarikat çevrelerinden hem Risale çevrelerinden iki türlü haberi almanız mümkündür. (Yani buradaki farklılık sadece Nur çevrelerinde değil; diğer çevrelerde de görülmektedir) Bu haberleri özetlemeye çalışalım:

4.1- Said Nursi merhum Risale’de herhangi bir Üstada bağlanamadığını bildirir. Nur mensupları da bu sözleri ön plana çıkarmışlardır:

“İmam (Rabbani), o mektuplarında tavsiye ettiği gibi, çok mektuplarında musırrane şunu tavsiye ediyor: ‘Tevhid-i kıble et.’ Yani, ‘Birini üstad tut, arkasından git. Başkasıyla meşgul olma.’

Şu en mühim tavsiyesi, benim istidadıma ve ahval-i ruhiyeme muvafık gelmedi. Ne kadar düşündüm: Bunun arkasından mı, yoksa ötekinin mi, yoksa daha ötekinin mi arkasından gideyim? Tahayyürde kaldım. Her birinde ayrı ayrı cazibedar hasiyetler var; biriyle iktifa edemiyordum.

O tahayyürde iken, Cenabı Hakkın rahmetiyle kalbime geldi ki: Bu muhtelif turukların başı ve bu cetvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi Kur’an-ı Hakimdir. Hakiki tevhid-i kıble bunda olur. Öyleyse, en ala mürşid de ve en mukaddes üstad da odur. Ona yapıştım. …”


Ayrıca:

Ehli tasavvufun mabeyninde fena fi’ş-şeyh, fena fi’r-resul ıstılahatı var. Ben sufi değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte fena fi’l-ihvan suretinde güzel bir düsturdur. (Said Nursi, 21. Lema)

4.2- Bediuzzaman Hazretleri çocukluğunda ders alırken bazı şeyhlerden de ders aldığını söyler. Ancak bu tarikat dersi olmaktan çok ilim, yani eski medreselerde öğretilen arapça ilmi kasdedilmektedir. (Sorularla Risale-i Nur editörü, 12-Şubat-2007 )

Bediuzzaman, tarikatın içinde olmamakla birlikte -haşa- ona karşı da değildir. (Sorularla Risale-i Nur editörü, 12-Şubat-2007 )

4.3- Risale’den alıntı yapan kimi nurcular ise, Said Nursi merhumun Abdulkadir Geylani Hazretlerinden manen, üveysi tarzında yetiştiğini söylerler. Tabii ki üveysi tarzda yetişmek vardır ve haktır. Nadir de olsa bu Ümmette olabilen işlerdendir. Üveysi tarzında yetişen bir kimse için Üstadı yoktu demek ise mümkün değildir. Çünkü ruhani de olsa onu bir Üstad yetiştirmeden üveysi sayılamaz, üstadsızlık muhaldir:

“Aynı satırın başında fıkrasıyla o müridine diyor ki: “Vaktin Abdulkadirisi ol.” Bu kelimatı, hesab-ı ebcedi ile üç yüz yirmi beş eder. Üstadımızın lakabı “Nursi” olduğu cihetle, Nursi’nin makam-ı ebcedisi üç yüz yirmi altı ediyor. Bir tek fark var. O tek elif’tir. Bin manasında elf’e remzeder. Demek bin üç yüz yirmi beşte Şeyh-i Geylani’ye mensup bir zat, Şeyh-i Geylani tarzında hakikat-ı Kur’aniyeyi müdafaa etmeye çalışacak, hakikaten Üstadımız, bin üç yüz yirmi altı senesinde-Hürriyetin ikinci senesi-mücahede-i maneviyeye atılmıştır.”

Vurgulandığı gibi demek ki Geylani Hazretleri Said Nursi merhumun manevi Üstadıdır. Yani onu revhaniyetiyle yetiştirmiştir.

Nitekim devamında:

“Bu beş satırda Hazret-i Şeyh, istikbalde bir müridine teminat veriyor, “Korkma, sözlerini söyle” diyor. Sen şark ve garba gideceksin; çok fitnelere ve şerlere girip, umumunda esbab-ı adiyenin fevkinde bir tarzla kurtularak mahfuz kalacaksın. “

Süleyman, Sabri, Zekai, Asım, Refet, Ali, Ahmed, Hüsrev, Mustafa Efendi, Rüşdü, Lütfü, Şamlı Tevfik, Ahmed Galib, Zühtü, Bekir Bey, Lütfi, Mustafa, Mustafa, Mesud, Mustafa Çavuş, Hafız Ahmed, Hacı Hafız, Mehmed Efendi, Ali Rıza

Demek ki neymiş, Said Nursi’nin talebeleri, üstadlarını Abdulgadir Geylani Hz.lerinin müridi olarak bilmişler. Said Nursi merhum da mürid olduğunu kabul ediyor zaten:

“Hem kalbime geldi ki: Hazret-i Şeyh (Abdulkadir Geylani Hz.) bana bir paye vermedi. Belki Said isminde bir müridim mühim bir hizmette bulunacak, fitne ve belalardan izn-i İlahi ile ve Şeyhin duasıyla ve himmetiyle mahfuz kalacak.” (Said Nursi)

4.4- Hele bir de Said Nursi merhumun 12 tarikatten icazetli (izinli) olduğu söyleniyor ki akla ziyandır. 12 Tarikatten izinli olabilmesi için 12 devam eden Tarikate halife olmak ve belki bir kısmı için, hani en az yarısı deseniz 6 tane yaşayan Mürşid-i Kamilin halkasında hizmet etmiş olması gerekirdi. Oysa böyle bir hizmet ve böyle bir izini kimse söyleyemiyor. Herhangi bir vesika herhangi bir şahit gösteremiyor. (Bazı nurcular bunu 16 tarikat, 18 tarikat, bazıları 22 tarikat, bazıları 8 tarikat vs… olarak ortalıkta beyan ediyorlar ki bunu belki hafıza yanıltmasıyla izah edebiliriz. 12 rakamını hatırlayamayanlar, sandıkları ilk rakamı üstünkörü söyleveriyorlar)

Bu konu sorularla Risale-i Nur ekibine sorulmuştu:


Soru Bir soruya verilen cevaptaki Said Nursi’ye atfen verilen “ 12 tarikatten yetkili” sözü Risale-i Nur’un neresindedir? Bu tarikatlerden hangilerinin “silsile icazetnamesi”nin Said Nursi’ye verildiği (fiziken veya ruhani yolla) Risale-i Nur’un neresindedir? 13-Aralık-2007 - 10:47:58

Cevabımız

Değerli Kardeşimiz;

Bediuzzamanın 12 tarikattan icazet aldığını gösteren bir bilgiye, ne Risale-i Nur külliyatında ne de hatıralarda rastlayabildik.

Yalnız, Emirdağ Lahikasında şu ifadeler yer almaktadır; bütün on iki büyük tarikatın hulasası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine, her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lazım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi.

Selam ve dua ile... Sorularla Risale-i Nur Editör

Sorularla Risale-i Nur - İlgili Soru ve Cevabı İçin Tıklayınız


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Nurcular Neden Farklı Anlatma Gereği Duyuyorlar
MesajGönderilme zamanı: 23.02.09, 20:23 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
4.5- Mahmud Sami Ramazanoğlu Hazretlerinin çevresi ise, bizzat Sami efendiden naklen Said Nursi merhumun Kadiri dersini alıp Esad Erbili Hz.lerine bağlandığını bildiriyorlar. Daha da ötesi, merhum, kendisinden Tarikat dersi almak isteyenleri Sami Efendiye gönderir imiş:

Kendisinden tarikat dersi isteyenlere Said Nursi Hz.leri, “irşadla görevli kişi Sami Efendi’dir, O’na gidin” demiştir.. Bediuzzaman Hazretleri de gençliğinde Esad Erbili Hazretlerinden Kadiri dersi alırdı. Altınoluk dergisi yazarlarından Taha Kılınç, iki ALLAH dostunun münasebetine bir örnekle farklı bir açı getirdi: “Rahmetli Bediuzzaman Hazretleri Sami Efendi ile pirdeş idi. Merhum, doğudan gelen hemşerilerinin tasavvuf yoluna intisap etme arzularını izhar ettiklerinde, onlara adres olarak sadece Sami Efendi Hazretleri’ni gösterir ve eklerdi: ‘İrşadla görevli kişi Sami Efendi’dir ona gidiniz, biz sadece iman hakikatlerini yazmak ve yaymakla memuruz’.”

Sami Efedinin halifesi Musa Topbaş Efendi bizzat anlatmıştır: “ Sami Ramazanoğlu Hz.leri anlatıyorlar. Bediuzzaman hazretlerini bir ara imtihana kalkışmışlar, imtihan etmişler. Sabaha kadar cevap vermiş, yetiştirmiş. Sonra o bununla biraz mağrur olur gibi olmuş. Piri Ekmel efendimizin (Es’ad Erbili hazretleri) yanına dergaha gitmiş. 8-10 sual soracakmış. O’nun soracağı soruların hepsinin cevabını Esad efendimiz sormadan veriyorlar. ‘Ben şimdi mutmain oldum, hepsinin cevabını aldım’ diyor. Sonra ‘Ben Kadiri’den ders isterim’ diyor.”

Sami Ramazanoğlu Hz.leri şöyle anlatmıştır: “Bendeniz Kelami dergahında hizmet ederken Bediuzzaman hazretleri başında poşusu, belinde silahıyla, efevari bir kıyafetle ziyarete gelirdi. Bediuzzaman hazretleri o zaman gençti. Esad efendimize sorular sorardı. Cevabını alınca ‘ALLAHü ekber’ der, hemen ayağa kalkardı. Esad efendi’den Kadiri dersi aldı. Bir defasında Bediüzzaman gittikten sonra, Esad efendi ‘Bu genç, gençlere hizmetle görevli. İstikbalde gençlere iman davasında çok büyük hizmetler yapacak. Ama hala kendisi bunu bilmiyor, kendisine söylenmedi’ dedi.” (Kaynak: “Osman Şevket Yardımedici Hoca Anlatıyor: Mahmud Sami Ramazanoğlu’nun ks. Hayatındaki Önemli Bir Dönem: Şam Günleri.” Altınoluk, Şubat 2003. Ayrıca Mahmud Sami efendiye bağlıların sitelerini ziyaret edebilirsiniz)


Bediuzzamanın hangi mürşidle manevi yolla görüşüp bu unvanı aldığı bilemiyorum. Ancak kendisinin tasavvuf ve tarikata uzak olmadığı hatta bazı şeyhlerden tarikat dersi aldığı bilinmektedir. Mesela yaşadığı devirde “meclis-i meşayıh” reisliği yapmış M. Esad Erbili onun intisab ettiği kişilerdendir. (Prof Dr. Hasan Kamil Yılmaz)

4.6- Yakın zamanda, İstanbul’da mukim bir Şeyh Efendinin bağlısı, Nurşin’i yani Pir-i Tagi Hz.lerinin ocağını sık ziyaret eden ve yakınlarıyla sık görüşen Şeyh Efendisinin “Said Nursi merhum Abdurrahman Tagi Hazretlerine bağlıydı” dediğini nakletti. Kendisi Abdurrahim efendinin halifesidir... Nitekim, Abdurrahman Tagi Hz.leri ve Oğlu Muhammed Diyauddin Hz.leriyle ilgili övgüler vardır Risalede:

“Hem o nahiyemiz olan Hizan kazasına tabi İsparitte birdenbire meşhur Seyda namında Şeyh Abdurrahmani Taği’nin himmeti ile o kadar çok talebe ve hocalar ve alimler çıktılar ki bütün TÜRKİYE onlarla iftihar eder, bir şekil aldığı zaman, içlerinde münazari ilmiyye ve pek büyük bir himmetle ve pek geniş bir daire-i ilim ve tarikat için de öyle bir vaziyet hissediyordum ki güya yeryüzünü fethedecek bu hocalardır...” (Emirdağ Lahikası c.l, sh: 53)

“Eğer istersen hayalinde Norşin karyesindeki Şeyda’nın meclisine git, bak: Orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git ve en büyük localarına gir. Göreceksin ki akrepler insan libası [elbisesi] giymişler ve ifritler adam suretini almışlar, ila ahir...” (Mesnevi-i Nuriye)


4.7- Nakşi Tarikatı Mücedditiyye kolu Mürşidlerinden Molla İsmail Çetin Hz.:

Nisbet ve huzuru yani Kemaliyetleri elde etmenin dört usulü vardır:

Birinci yol, musafaha ve biat etmekle mü’minin teslim olduğu şeyhinin emrine girmesiyledir.

İkinci yol, ümmet haklarında ittifak etmiş büyük zevatların kitaplarını okumak, nisbet veyahut bereketleriyle şereflenmek yoludur. Buna yalnız nisbet ve bereketlenmek için, kitaplarının ince manalarını tedkik etmeden mücerred okumakla devam edilir. Tarikat usullerinden haberleri olsun olmasın bu yolla da Kemaliyetleri elde etmek mümkündür.

Üçüncü yol, dirayetle kitaplarını okumak, kitaplarının içindekilerini inceden inceye düşünmek ile devam edilen yoldur. Bu yolla da, ikinci yol gibi biat olmaksızın nisbeti elde etmek imkanı vardır. Her iki yolu da Kadiri, Şazeli ve bazı Sıddikıyye yolundakiler tercih ettiler. Bu iki yolda yetişene üveysiyy-ul meşreb denilir. Şu kadar ki bazı Sıddikiler bu iki yol zor olduğundan tercih etmediler; tercih etmeyenler bu yoldaki tehlikeleri nazar-ı itibara almışlardır. Bu abd-i fakir’in itikadı da şudur: İntisabla kemaliyeti elde etmek için birinci yolun tercihi şart değildir, deriz.

Ekmel-ul-alimin Bediuzzaman Hazretleri de ikinci ve üçüncü yolu tercih etmiştir. Binaenaleyh üçüncü yolla devam eden her müslimin, İhya, Kut-ul-Kulup, Reşahat, Mektubat-ı Rabbani gibi kitaplara dalıp incelemek ve içindekileriyle amel etmek sayesinde yetişmesi mümkündür. Hatta halisane evradlarını, hizblerini okumak da çok faydalıdır. Şu kadar ki bu yolla süluk edene yedi şart vardır. Bu şartları yerine getirenin ehli tasavvuftan sayılmasında şüphe olmadığı gibi nisbeti de alırlar

Bağlılarından öğrendiğimize göre Allame İsmail Çetin, Said Nursi merhumun son döneminde yanına varmıştır. Nakledenlerin ifadelerini aynen kopyalıyorum:

“1959-1960 yılları Üstad Bediuzzaman hz.leri hastadır. Vefat etmek üzeredir.

Zamanımızın Nakşibendi Şeyhlerinden şuan Antalya’da irşat yapan İsmail Çetin k.s. hazretleri 19 yaşındadır ve Bediuzzaman’ın huzuruna çıkıyor. İsmail Çetin hz.leri molladır, medrese ilmini tamamlamıştır ancak manevi sıkıntırları soruları arayışları vardır...

Bediuzzaman hz.leri ‘al bu risaleleri senin derdine dermandır’ demiyor... ‘Ne fayda ki ömrümün sonunda geldin. Bu sordukların nazari (teorik) değil ameli (pratiktir) dir. Doğru isen doğruları bulursun. Git ara bul erbabanı!’ diyor ve mürşid bulmasını salık veriyor.

Yani Üstad Bediuzzaman hz.leri ‘al bu rsialeleri her derdine devadır’ demiyor. Biliyor bakıyor görüyor İsmail Çetin hz.lerinde evliyalık kabiliyeti var. Onu yönlendiriyor. Nitekim İsmail Çetin hz.leri Adıyaman Menzil ilk şeyhi Gavs Abdulhakim Hüseyni El Bilvanisi ‘ye intisap ediyor...”


İşte bu Allame İsmail Çetin Hz.lerine göre ise Üstad kitap okuyarak kemalat elde etmişti. Yani bildiğimiz anlamda bir Üstadı yoktu.

4.8- Forumun birinde Nurcu kardeşin biri Said Nursi’nin Mevlevi Tarikatından Halifelik aldığını söylemişti. Çok gizli bir bilgi olarak… Arşivimden aramama rağmen bulamadığımdan o kardeşin ciddi ciddi aktardığı olayı ve kaynağını yazamıyorum… Ancak hafızamda kalanı bu kadardır… Rastlar isem o görüşmeleri de buraya kaydedeyim.

4.9- Nurcu olmasına rağmen Nurcuların çoğunluğunca tasvip edilmeyen M. Sıddık Şeyhanzade ise, “Nurculuğun Tarihçesi” kitabında şöyle der:

Molla Said Nursi; Kürdistanın meşayıhı Kiramının Şeyh Seyyid Nur Muhammed Hazretlerinden Tarikat-ı Nakşibendiye ve bilvasıta Şeyh Fehim Hazretlerinden ilm-i leduni ve Muhammed Küfrevi’den son dersi aldığı için bunları fevkalade severdi. (Sayfa 42)

Sadık Dursun'un (Şeyhanzade'nin) sözlerini 14. Şua'daki şu satırlar da desteklemektedir.

Alıntı:
Bütün hayatımda Nur kelimesi her yerde bana rast gelmiş. Ezcümle, karyem Nurs'tur, merhum validemin ismi Nuriye'dir. Nakşî üstadım Seyyid Nur Muhammed'dir. Kàdirî üstadlarımdan Nureddin, Kur'ân üstadlarımdan Nurî, talebelerimden benimle en ziyade alâkadar Nur isimli bulunanlarıdır. (Ne gariptir ki, mühim Nur şâkirtleri arasında Nurî isimli kimseye rastlanmamaktadır.) 14. Şua - Risale-i Nur


Üstadın Üstadı Meselesinde Sonuç:

Görüldüğü gibi, diğer çevrelerden gelen haberlerde de farklılıklar var. Belki de en muammalı maddemiz bu oldu. Risale'nin içinde dahi birbirine tezad ifadeler var. Bir yerde "hiç kimseyi üstad tutmadım" denilmekte; başka yerde "üstadlarım şunlar şunlardır" diye tek tek sayılmakta...

Bu tezadlar tabii ki Nurcular tarafından bir şekilde tevil edilerek anlaşılıyor olmalı...

Ancak bendenizin hissettiği şudur ki Risale'de önce söylenip zaman geçince vazgeçilen ifadeler olmalı. Bize risaleyi sunanlar "hangi kelam ne zaman söylendi"yi birlikte verebilseler; ayrıca sonradan söylenenin asıl olduğunu ifade etseler bu tezadlar belki de ortadan kalkacaktır. Yine mesela "Eski Said" dönemindeki görüşler ile "Yeni" Saidler dönemleri birbirinden kesin hatlarla ayrılmıyor. Ayrılmadığı için de biz tek bir "Said" ile muhatabız imiş gibi algılanıyor. Halbuki Eski Said'den bir takım görüş ayrılmaları olması lazımdı. Yoksa "eski" "yeni" diye ayırmanın anlamı, önemi kalmazdı.


(Devam edecek inşallah)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Nurcular Neden Farklı Anlatma Gereği Duyuyorlar
MesajGönderilme zamanı: 23.02.09, 21:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
5- Nurcuların Zaman Hal İcabı Edilmiş Övgülerden Teşviklerden Makam Çıkarmaları:

Birçok tanınmış tanınmamış ulemanın meşayihin, Said Nursi hakkında bir şekilde edilmiş kelamlarını bir araya getiren Nurcu kaynaklar bunları yaymışlardır. Bu sözleri derlemelerinden muradları Said Nursi merhumun eşşiz, benzersiz, pek büyük makamda bir alim olduğunu ispat etmektir.

İrtibata geçme imkanım olduğundan Nurcuların, Dede Paşa Hz.leri (Musa Baştürk Bayburdi Hz.)’nden denilerek aktardıkları kelamlarını; Dede Paşa efendinin halen yaşayan dervişlerine sorduk. Bu görüşmelerimizden sonra bir kısım farklılıklar ve farklı anlamalar bulunduğunu tespit etmiş bulunuyoruz. Bu vesile ile bu görüşmelerimizi buradan yayınlamış olalım. Öncelikle, Nurcu kaynaklar, derlemelerinde şöyle ifade ediyorlar:

“Dede Paşa Efendi Hazretleri hakkında Remzi Hoca ile görüştüğümüzde ... bize şu bilgileri verdi:

Dede Paşa Hz.:

'Benim Sultanım, ne anlatayım, Bediuzzaman Hazretleri, o kadar büyük bir insandı ki öldükten sonra Kutup’luk tacı muallakta kaldı. Hiç bir Veli O'nun yerine geçemedi' demişti...

Erzincan depremleriyle alakalı ise şunları söylemiştir:

'Manen yedi şehrin helaki emredilmişti. Bu melekler ilk defa Erzurum'a geldiler. İşe Erzurum'dan başlayacaklardı. Erzurum'daki yatır ve hayatta olan veliler meleklere rica ettiler ki 'Erzurum'da şu anda ana rahminde büyük bir insan var, bir kutup var; O'nun için bize burayı bağışlayın.' Ve bağışlanır ..."


Nurcu kaynaklı derlemede geçen nakil burada bitti. Şimdi de görüştüğümüz dervişlerin sözlerini verelim. Bu dervişlerin soy ismi ve adresleri bendenizde mahfuzdur. Kendilerinin adları kullanılarak iteleme kakalamaya maruz kalmamaları, huzursuzluk yaşamamaları için soyadlarını vermek istemiyorum. Sadece isimlerini belirterek sözlerini yazalım:


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 30 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2, 3  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 6 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye