Alıntı:
Ülkücüler > Beyazperde eleştirisi
Kaan Karsan
kaankarsan@gmail.comÜlkemizin alabildiğine kaotik politik geçmişinin ve bunun sancılı getirilerinin, apolitik bir gençliğin ortaya çıkmasına ve politik safların sosyal ideolojilere bağımlı olarak ‘iyiler' ve ‘kötüler' olarak kesin çizgilerle ayrılmasına yol açtığı aşikar. 80 darbesi hakkında bu ülkede telaffuz edilen cümlelerin genelde solcular üzerinden kurulması ve politik hesaplaşmalarımızın tek yönlü olması da yaşanan acıların bütünüyle su yüzüne çıkmasına engel oluyor. Ülkücüler belgeseli de ‘görünmeyeni' ‘görünür' yapma fikriyle ve amacıyla yola çıkıyor; ülkücülük ideolojisinin üzerinde yürüdüğü yolları, başından sonuna Alparslan Türkeş'e saygı duruşunda bulunarak, sözde ‘tüm gerçekçiliğiyle' perdeye taşıyor.
Belgesel, çeşitli kişilerden hareketle ülkücü ideolojinin macerasını anlatmaya soyunuyor. Her kişinin kendi yaşadıklarından hareketle verdiği cevaplar ‘aile baskısı', '12 Eylül öncesi dönem', '12 Eylül dönemi' gibi bölümlere ayrılmış ve belgesel de bu bölümler üzerinden yol alıyor. Bölümler arasında sunulan oldukça başarısız, hatta düpedüz komik canlandırmalar ve politik bir coşkuyla bezeli video klipler bir harç görevi üstlenmiş vaziyetteler. Bu dramatizasyonlar ve klipler, belgeselin ikna edicilik gücünü dakika dakika düşürürken, eserin her dakikasında hissettirdiği düşmanlık, özellikle bu ideolojiyi benimsememiş bir kitleyi karşı konulmaz bir şekilde rahatsız edecektir. Zaten şunu da söylemeliyiz ki, belgesel kelimesinin ilk iki hecesini oluşturan ‘belge' sözcüğünün anlamı konusunda da büyük bir zafiyeti var bu filmin.
Politik sinemanın her daim düştüğü propagandizm tuzağı, Ülkücüler filminin ilk saniyelerinden kendini hissettirmeye başlıyor öncelikle. Yoğun bir marksizm düşmanlığı, çağdışı Darwinizm karşıtlığı ve ölümcül bir günahmış gibi lanse edilen ateizm öfkesi ardı ardına sıralanıyor. Biz izleyici olarak bu ideolojilerin, ülkücülük ile fena halde çatıştığının elbette ki farkındayız. Ancak şunun da farkındayız ki propaganda yapmanın da bir adabı, bir usulü var ve olmalı... Filmin, belgesel yolunu seçerek çıktığı bu propaganda yapma hevesindeki, seçim kampanyasından hallice anlatımı henüz başından itibaren samimiyetsiz geliyor.
Eğer bir belgesel çekiyorsanız, gizli ve asıl amacınız propaganda yapıp ülküye destek sağlamak olsa bile, bu denli düşman ve bu denli sert bir tavır takınmamalısınız. Bilal Kalyoncu'nun Ülkücüler belgeselindeki en büyük hatası da bu zaten. Belli başlı isimler ve onların sosyal çevrelerinde yaşadıkları anıları ortaya bir anda onlarca sütten çıkmış ak kaşık çıkarıyor. Halbuki 80 darbesinde yaşananların ne kadar ‘tek tipleştirilemez' olduğunu bilmemiz için alim olmamıza gerek yok. Basın bültenlerinde dönemin günah keçisi olmalarını alttan alta eleştirip sonra yeni bir günah keçisi aramanın da samimiyeti, hiç vakit kaybetmeden sorgulanmayı hak ediyor. Bu sorgulama sonucunda da ancak ülkü ocaklarında izlenebilecek ve sadece bu ideolojiyi sahiplenenleri tatmin edebilecek bir filmle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. İşte bu belgeselin misyonu da tam olarak bu noktada anlamsızlaşıyor. Zira eğer ki karşıt bir görüşe sahipsek, ülkücü ideolojiye karşı yumuşamamızı sağlayacak hiçbir detay yok bu belgeselde.
Ülkücüler, her film ve her belgesel gibi bir çabanın ve bir emeğin ürünü elbette ki. Lakin bu çaba ve emek, ideolojinin kendisine özel bir havuza harcanmış ve sadece kendi iç dünyasına hitap eden bir damardan akmış.
Türklüğüyle ve Müslümanlığıyla gurur duyan, hatta dünyada en gurur duyduğu şey bu iki kişilik özelliği olan kitlenin bu filmi kucaklamaması için hiçbir neden yok. Fakat belgesel olarak incelersek, sunum, anlatım ve ikna etme konusunda çok büyük problemler yaşayan; belgeselliği sorgulanacak bir iş izlediğimize eminiz.
twitter.com/kkarsan
http://www.beyazperde.com/filmler/film- ... eyazperde/Alıntı:
Fikir yoksunu ve 'tetikçi'
'Bugüne dek hep solcular konuştu, bizler ise sessiz kaldık, filmlerde ve dizilerde hep kötü adamlar olarak gösterildik' diyen aşırı sağcılar, 'Ülkücüler' adlı bir belgesel film çekti.
Alper TurgutCumhuriyet - Özen Film’in dağıtımcılığını üstlendiği iki saatlik belgesel, Türkiye’nin 44 kentinde tam 80 kopyayla gösterime girdi. Senaristliğini Bilal Kalyoncu’nun, yönetmenliğini ise Kalyoncu ile Halil Sarı’nın yaptığı belgeselde, kendi deyimleriyle “Ülkücü Hareket”in çok sayıda önemli ismiyle yapılmış söyleşiler ve 12 Eylül darbesi öncesi ve sonrasını anlatan canlandırma bölümleri var.
Sıkılan ilk kurşun
Çok bildik “Rehberimiz Kuran, yolumuz Turan” sloganını kuşanan belgesel, milliyetçi, muhafazakâr ve dindar bir söylem kullanıyor, Türklerin eski dini inanışı Şamanizmi ise hiç görmüyor. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Alparslan Türkeş’in son “başbuğ” olduğu, ülkücü hareketin solcuların ilk kurşunu sıkmalarının ardından doğduğu ifade edilen konuşmalarda, din vurgusu, milletin de önüne geçiriliyor. Ortada ne Ziya Gökalp var ne de Nihal Atsız...
Kahramanlık betimlemeleri
Ülkücülüğün fikir babaları ortada olmayınca, tetikçi bir dil hâkim oluyor, doğal olarak. Ve sıklıkla bahsi geçen, Çin sarayını 40 atlıyla basan Türkler için yapılan kahramanlık betimlemeleri hedefi tutturamıyor, çünkü onların Müslüman olmadığı gerçeği görmezden geliniyor.
Bunun dışında “Yamyamlar bile özgür, Türk dünyası esir”, “Şanlı bir tarih istiyorsanız, onurlu ve gururlu olmak için Türk doğarsınız” gibi söylemler ise ırkçılık, aşağılama ve hakaret barındırıyor. Bu bir propaganda ve ajitasyon filmi, hiç şüphesiz.
Belgesele göre, tali düşmanlar haricinde iki ana düşman var, önce solcular, ardından da Amerikan güdümlü 12 Eylül cuntası... Darbe öncesinde Sovyetler’e karşı savaştıklarını anlatan konuşmacılar,“Muhammed’in p.çleri” pankartları asan solculara karşı duvardaki kocaman “Milliyetçi Türkiye” yazısını korumak isteyen cesur ülküdaşlarının öldürüldüğünü söylüyorlar.
Ülkücüler belgeseli, topu sürekli 'düşman'a atıyor; solcular, ülkücülerin cesetlerine bile işkence yapıyor, tüm katliamların arkasında da devrimciler var. Yani her türlü sorunun kaynağı ahlak, din ve vicdan yoksunu solcular, ülkücüler ise hep bedel ödeyen, hiçbir silahlı eylem yapmamış, masum, mazlum ve fedakâr insanlar özetle. Ülkücülerin adının karıştığı Çorum, Maraş, Balgat, Bahçelievler, 16 Mart Beyazıt katliamlarına dair en ufak bir şey ise yok belgeselde.
Solcu düşmanlığı
“Hepimiz fakir gençlerdik, iki ayrı kampa bölündük, erk tarafından kullanıldık, cunta tarafından silindir gibi ezildik” denilse hiç olmazsa bir adım atılmış olacak. Bunun yerine, bitmeyen bir solcu düşmanlığı belgesele hâkim oluyor.
“Ülkücü mafyayla cezaevinde karşılaştık”, “Solcular pişman oldu biz olmadık”, “Erdal Eren az dayak yesin diye, onun yerine dövülmeyi göze aldık” kısımlarını geçelim, ülkücülerin şubede ve cezaevinde cuntanın işkencelerine ve baskısına maruz kaldığı canlandırma sahneleriyle, idam edilen dokuz ülkücünün son anlarının, belgeselin en akılda kalıcı bölümü olduğu kesin.
Bugünlerde hakkında göstermelik bir dava açılan cunta elebaşı Kenan Evren, bu belgeseli izlese hoşuna gider, “İşte biz bu yüzden askeri bir müdahale yaptık” diyerek...
Gerçekçi olmak gerekirse; solcuların çektiği belgesellerde de hemen hemen aynı durum mevcut, onlar da karşı tarafı, devrimci düşmanı “faşistleri” suçlar, öncelikle... Ancak solcuların çektiği belgesellerin bir derinliği, kendince bir tutarlılığı vardır, Ülkücüler belgeselinde hiçbiri yok.
Keşke sola ve sağa dair belgeselleri tarafsız insanlar çekse, lakin Türkiye'de bunu yapacak, belgesel adlı gerçekliği, taraflara eşit uzaklıkta çekecek hiç kimse yok, ne yazık ki... Yurtdışından birileri gelse, belgesel sinema konusunda uzman bu sinemacılar, araştırsa, incelese sonra bunu çekse, yine memnun kalmayız, hatta şunun bunun adamı, ajanı diye suçlarız.
Sonuçta; herkes hikayesini kendine göre yontuyor, travmayı böyle atlatamayacaklarını bildikleri halde...
7 Nisan 2012
http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=328128 Alıntı:
Ülkücüler film yaparsa...12 Eylül’ün yargılandığı iddia edilen bir dönemde, AKP’nin herkesi mağdur gösterme gayretine ülkücülerden destek geldi. "Ülkücüler" isimli belgesel filmde 12 Eylül'cülerin sola karşı silahlandırdığı silahlı çeteler, kendilerini mağdur olarak göstermeye çalışıyor.
Yapımcılığını Arif İlke ve Bilal Kalyoncu’nun üstlendiği, yönetmenliğini de Bilal Kalyoncu’nun yaptığı “Ülkücüler” isimli belgesel film vizyona girdi. “Ülkücü hareketin gerçek tarihi” olarak reklam edilen film, 1969 -1991 aralığını ele alıyor. 12 Eylül’ü merkeze koyarak, darbenin öncesi ve sonrasına odaklanıyor. “Ülkü Ocakları” adı altında örgütlenen faşist çetenin, nasıl bir tarihi olduğu zaten bilindiğinden, kanlı tarihi temizleme uğraşısı muazzam bir tarihi çarpıtma örneği oluyor.
AKP’nin 12 Eylül’ün iki paşasını yargılayarak, 12 Eylül’le hesaplaştığını, 12 Eylül’ün aslında “tüm kesimleri” mağdur ettiğini iddia ettiği bir dönemde vizyona giren filmin niyetinin AKP’nin açtığı bu kapıdan içeri doluşmak olduğu düşünülüyor.
Film, söz konusu dönemde faşist hareketin ağır topları sayılan kişilerle yapılan röportajlar ve röportajların canlandırmaları yapılarak ilerliyor. Anlatılan ve sonra canlandırması yapılan hikayeler ya tamamen uydurma yada gerçek olayların çarpıtılması olduğu göz ardı edilse bile hikayelerin tamamında çok sert bir şiddet övgüsü olduğu görülüyor. Bir gece, afiş yaptığı için eve geç gelen genç, babası tarafından azarlanınca, babasına şunları söylüyor:
“Baba, şu dışarıda, kümeste tavuklar var. O tavuklar yumurta doğuracak, onlardan çıkacak civcivler “Başbuğ Türkeş” demezlerse, hepsinin başını ezerim!”
“Doğumla” dünyaya gelen civcivlerin nasıl dile gelecekleri düşündürücüyken, her birinin başının ezilecek olmasının övgüyle anlatılması ürkütücü oluyor. Bütün hikayelerde görülen bu türden şiddet eğilimleri, tabanca sesleriyle süslenmiş müzikle destekleniyor. Film, başından sonuna, sokaklarda çokça örneğinin görüldüğü faşist terörü estetize etmeye soyunuyor.
Başka bir canlandırmada, devrimci olduğu düşünülen bir öğrencinin, elinde kocaman Darwin posteriyle, üniversite anfisinde kürsünün tepesine çıkıp konuşma yaptığı görülüyor. Bölüm, arka sıralarda oturan “kahraman bir ülkücü”nün posteri öğrencinin elinden alıp yırtmasıyla son buluyor. Devrimci siyasetin, koskaca bir Darwin posteriyle üniversite öğrencilerine empoze edildiği iddiası gülünç olmaktan öteye geçemiyor. Ayrıca, üniversite kürsüsünde bir bilim insanının posterinin taşınması ve her ne şekilde olursa olsun bu bilim adamının teorisinden bahsedilmesinin neden şiddetle cevaplandırıldığı anlaşılamıyor.
Solcu olduğu sanılan öğrencilerin, bir duvara “Muhammedin Piçleri Buraya Giremez” yazılı pankart astığı görülüyor. Bu tür küfür, hakaret, aşağılama içeren sloganların kimin tarihinde yazılı olduğunu görmek için çok uzağa değil, 26 Şubat’ta, bizzat AKP’li bakanların, MHP’li milletvekillerinin ve ülkü ocaklarının katıldığı Hocalı katliamını protesto mitingine bakmak yeterli olur. Bu canlandırma, faşist hareketin çok sık başvurduğu bir yöntem olan provokasyon niteliği taşıyor.
Film boyunca, faşist hareketin tüm anıları, komünizme karşı mücadele ile anlatılıyor. 1968 sol yükselişinden, 1991’de Sovyetler Birliği’nin çözülüşüne kadar bir sürenin ele alınması, filmde de sıkça vurgulanan anti-komünist histeriyi gözler önüne seriyor. Röportajlardan birinde, “bizim savaştığımız kişilerin elinde Sovyet silahları vardı. Biz aslında Sovyetler’le savaşıyorduk. Türkiye’nin işgal edilmesine karşı savaşıyorduk. Ülkücü hareketin doğrultusu her zaman bu olmuştur.” deniliyor. Yıllar yılı tekrar tekrar pazarlanan “Sovyet işgali” iddiasının bir gerçeği örttüğü görülüyor. Filmi yapan kişilerin aklına, söz konusu dönemde Türkiye-ABD ilişkilerini sormak gelmediğinden, “Sovyet işgali”ne karşı savaştığını söyleyen faşistlerin aslında Türkiye’yi adım adım Amerikan işgaline açtıkları gözden kaçırılıyor. Bütün röportajlarda provokatif, militarist, ırkçı v.b. kelimeleri ağızlarından düşürmeyen ülkücülerin, hiçbir canlandırmada ellerinde silah olmadığı görülüyor. Bu, “Sovyet işgali”ne karşı nasıl savaştıklarını cevapsız bırakırken, 12 Eylül davasının görüldüğü günlerde mağduru oynamak için iyi bir fırsat oluyor.
Filmle ilgili bir röportajında yönetmen “Ülkücüler bugüne kadar kendilerini doğru şekilde anlatamadı, hep mafyatik, serseri, şiddet eğilimi olarak algılandılar. Çünkü ülkücülere hiç fırsat sunulmadı. İşte bu film, ülkücüleri kendi ağzından anlatıyor.” diyor. Yıllardır mecliste olan, son seçimlerden üçüncü büyük parti olarak çıkan faşist partinin gençlik örgütünün, nasıl olup da kendini anlatacak fırsat bulamadığı iddiası şaşırtıcı oluyor. Ama yinede, eğer filmin niyeti ülkücüleri doğru şekilde anlatmaksa, film bütün çarpıtma ve uydurma sahnelerine rağmen, şiddet içeren üslubu, mafyavari ve ürkütücü jest ve tavırlı röportajları ile ülkücüleri zaten doğru şekilde anlatıyor.
(soL - Kültür)
http://haber.sol.org.tr/kultur-sanat/ul ... beri-53537