Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Doç. Dr. Necdet Tosun : Râbıta hakkında (DİA)
MesajGönderilme zamanı: 02.04.12, 21:53 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 07.12.10, 00:24
Mesajlar: 424
Diyanet İslam Ansiklopedisi'nden:

RÂBITA
Doç. Dr. Necdet TOSUN


Müridin şeyhine gönlünü bağlaması ve onu düşünmesi anlamında bir tasavvuf terimi.

Lügatta iki şeyi birbirine bağlayan ip, alâka, bağ ve münâsebet gibi anlamlara gelen râbıta, tasavvuf terimi olarak kâmil bir mürşide gönlü bağlamak, onun sûret ve sîretini, hem yüzünü hem de ahlâk ve davranışlarını düşünmektir. Tasavvuf tarihinde önceleri şeyhi sevmek, kalbi ona bağlamak, bu sâyede ondan feyz almak ve davranışlarını taklit etmek gibi uygulamalar bulunurken, bunlar zamanla gelişerek şeyhin sûretini düşünmek şeklini almıştır.

Necmeddin Kübrâ (ö. 618/1221) kalbi şeyhe bağlamanın (rabt) önemini vurgulamış, Şihâbeddin Ömer Sühreverdî (ö. 632/1234) de bu konuda: “Müridin şeyhine nazar ederek bütün dikkatini onda toplaması ve Cenâb-ı Hak’tan şeyhi üzerine gelen tecellîleri seyre dalması, onun semâda kendi kendine hareket etmesinden daha hayırlıdır” demiştir. Bu rivâyetler râbıta uygulamasının basit şekillerinin hicrî 6 ve 7. asırlarda mevcut olduğunu göstermektedir.

Bahâeddin Nakşibend’in (ö. 791/1389) ömrünün son döneminde yaptığı hac yolculuğunda müridi ve halifesi Muhammed Pârsâ’ya kendisine râbıta etmesini ve sûretini düşünmesini tavsiye ettiği bilinmektedir. Ya‘kûb Çerhî de müridi Ubeydullah Ahrâr’a Nakşibendî tarîkatının eğitim usullerini öğretirken sıra râbıtaya geldiğinde bu usûlü sâdece kâbiliyetli müridlere anlatmasını istemiştir. Bu rivâyetler, râbıtanın o dönemde seçkin bazı müridlere tavsiye edildiğini göstermekteyse de, bu uygulama zamanla bütün müridler için geçerli olmuştur.

Hasan Attâr tasavvuf yolunda teveccühün yapılış şeklini anlatırken önce şeyhin sûretini düşünmek gerektiğini, gelen feyz ile harâretin tesiri zuhur edince kalbe teveccüh edileceğini kaydetmiştir. Abdurrahman Câmî de teveccühü anlatırken râbıta yapılacak şeyhin müşâhede makâmına ulaşmış, zâtî tecellîlere mazhar, görüldüğünde Allah hatıra gelen kâmil bir zât olması gerektiği üzerinde durmuştur. Kaynaklarda râbıta uygulamasının tasavvufî eğitimin sâdece başlarında gerekli olduğu ifâde edilir. Zîrâ kalben Allah’a yönelebilecek seviyeye gelen mürid için şeyhe râbıta lüzumsuz ve mâsivâ olarak telakkî edilmektedir.

Râbıta ile alâkalı bazı rivâyetlerde şeyhin sûretinin düşünüleceği ifâde edilmiş, ancak detaylı bilgi verilmemiştir. Bu konuda ilk detaylı bilgiye Ubeydullah Ahrâr’da rastlanır. Ona göre râbıtada şeyhin iki kaşının arasını düşünmek gerekir. Çünkü burası feyz mahalli olarak telakkî edilmektedir.

Sûfîlere göre râbıta birkaç gâye ile icrâ edilir:
1. Kalbi dünyevî düşüncelerden temizlemek ve korumak,
2. Mürşidin rûhâniyetinden feyz almak ve onun vâsıtası ile Allah’ı hatırlamak,
3. Gıyâbında mürşid ile mânevî berâberlik ve muhabbet tesis etmek, bu sâyede onun hâlini müride yansıtmak.

Esâsen râbıtanın en önemli gâyelerinden biri bu son madde olan muhabbettir. Tasavvufî telakkîye göre mürid, şeyhinin davranışlarını taklit edebilmek ve onun mânevî hâlini kendi üzerine yansıtabilmek için şeyhini sevmelidir. Çünkü ancak seven kişi sevdiğini taklit eder ve ona benzemek ister. Sühreverdî bu konuda şöyle demiştir: “Sevgi ve ülfet, şeyh ile mürid arasında bir vâsıtadır. Bu sevginin gücü nisbetinde şeyhten müride mânevî hal sirâyeti olur. Çünkü sevgi karşılıklı tanışmanın, tanışma da kaynaşmanın alâmetidir. Kaynaşma, müridi şeyhin hâline ya da bazı hallerine çeker”.

Râbıta hakkında 19. yüzyıla kadar önemli bir eleştiri yapılmamıştır. 19 ve 20. yüzyıllarda ise Hindistan’da kendisi de bir Nakşibendî Müceddidî olan Ahmed Şehîd Birîlvî (ö. 1246/1831) ile Sıddîk Hasan Han Kannevcî (ö. 1307/1890) ve İstanbul’da Hâfız Seyyid Hoca başta olmak üzere bazı kişiler tarafından râbıtaya eleştiriler yöneltilmiştir. Eleştirenlerin çoğu râbıtayı sâdece bid‘at olarak görürken Hâfız Seyyid Hoca onun hem bid‘at hem de şirk olduğunu ve putperestlik âdetlerine benzediğini öne sürmüştür. Bu eleştiriler üzerine birçok sûfî, özellikle Nakşibendî Hâlidî mensupları râbıtayı savunmak için müstakil eserler kaleme almışlardır. Eleştirenlerden bazıları râbıtayı bir ibâdet olarak algılamış, ibâdetin de ancak Kur’ân ve sünnette belirlenmiş olan tarzda yapılabileceğini söylemişlerdir. Oysa sûfîlere göre râbıta bir ibâdet değil, şeyh ile mürid arasında sevgi ve feyz alışverişine vâsıta olacak bir metoddur. Reşîd Rızâ (ö. 1935) da bu görüşte olup râbıtanın bir psikoloji metodu olduğunu, ibâdet gibi dînî bir konu olmadığı için âyet ve hadislerle delil getirmenin gerekli olmadığını ifâde etmiştir.

Öte yandan râbıtayı eleştirenler genellikle onu bir itikad meselesi olarak görmüşler, sûfîler ise eşini seven bir kişinin gıyâbında onu düşünmesi gibi tabiî ve meşrû bir olay olduğunu düşünmüşlerdir. Bu sebeple bazı sûfîler râbıtayı “şeyhe tam bir muhabbet” diye târif etmişler ve râbıtada şeyhin sûretini düşünmek için özel bir gayrete gerek olmadığını, muhabbetin yeterli olduğunu, zâten seven kişinin sevdiğini tabiî olarak düşüneceğini ifâde etmişlerdir (Ramazanoğlu, VI, 151). Râbıtayı detaylardan ve kurallardan arındırarak şeyh ile mürid arasındaki tabiî ve psikolojik bir iletişime dönüştüren bu yaklaşım daha sağlıklı olmasına rağmen bazı sûfîler dönemin geleneklerine uyarak râbıtanın meşrû olduğunu ispat etmek için konuyla ilgisi oldukça az olan âyet ve hadisleri delil olarak kullanmışlardır.

Nakşibendiyye’de râbıtaya özel bir önem atfedildiği ve onu savunmak için eser yazanlar daha ziyâde bu tarikata mensup olduğu için râbıta uygulamasının Nakşibendîlere has olduğu zannedilmektedir. Oysa Halvetiyye, Kâdiriyye ve Çiştiyye başta olmak üzere bir çok tarikatta râbıta uygulanmaktadır. Tasavvuftaki fenâ fi’ş-şeyh tâbiri de, râbıtanın özü olan şeyhi sevmenin bir başka ifâdesidir.

BİBLİYOGRAFYA:
Necmeddîn Kübrâ, Risâle ile’l-hâim (nşr. Tevfîk Sübhânî), Tahran 1364/1985, s. 57-62; Şihâbeddin Ömer Sühreverdî, Avârifu’l-ma‘ârif, Beyrut 1966, s. 411; Ebu’l-Kâsım Muhammed b. Mes‘ûd Buhârî, er-Risâletü’l-Bahâiyye, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 1110, vr. 38b; Zeyneddin Hâfî, Vasâyâ’l-kudsiyye li’t-tâlibîne’s-sâlikîn, Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 2891, vr. 51a-52b; Abdurrahman Câmî, Nefahâtü’l-üns (thk. Mahmûd Âbidî), Tahran 1375 hş./1996, s. 402, 407; a. mlf., Serrişte-i Tarîk-ı Hâcegân, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin, nr. 3229, vr. 19b-20a; Ali b. Hüseyin Safî, Reşahât-ı Aynü’l-hayât (nşr. A.A. Mu‘îniyân), Tahran 2536/1977, I, 102, 145, 161-162, II, 432, 499, 587, 636-637; Ahmed Kâsânî, Âdâbu’s-sâlikîn, İstanbul Üniversitesi Ktp., FY, nr. 649, vr. 45a, 52a-52b; Abdülvehhâb Şa‘rânî, el-Envâru’l-kudsiyye (nşr. T. A. Sürûr, M. Îd eş-Şâfi‘î), Beyrut 1988, I, 37; Şâh Veliyyullah Dihlevî, İntibâh fî selâsili evliyâillâh, Lyallpur ts., s. 104-105; Abdülkâdir Kâdirî Eşrefî, Risâle-i sırru’d-deverân, Prof. Dr. Mustafa Kara’nın özel kütüphanesi, vr. 25b; Sıddîk Hasan Han Kannevcî, et-Tâcü’l-mükellel (nşr. Abdülhakîm Şerefüddin), Beyrut 1983, s. 515-516; Muhammed Hânî, el-Behcetü’s-seniyye, Mısır 1303/1886, s. 42-43, 46-48; İbrâhîm Fasîh el-Bağdâdî, Tuhfetü’l-uşşâk, İstanbul 1293/1876; Muhammed Es‘ad Sâhibzâde, Nûru’l-hidâye ve’l-irfân fî sırrı’r-râbıta ve’t-teveccüh ve hatmi’l-hâcegân, Kâhire 1311/1894; Hüseyin ed-Devserî, er-Rahmetü’l-hâbita fî zikri ismi’z-zât ve’r-râbıta, Ahmed Sirhindî, Mu‘arrabü’l-Mektûbât, Mekke 1317 kenarında, I, 184-280; Ma‘sûm Ali Şâh Şîrâzî, Tarâiku’l-hakâik (nşr. M.C. Mahcûb), Tahran ts., I, 430-442; Hâfız Seyyid Hoca, Risâle fî ibtâli’r-râbıta, Marmara Ün. İlahiyat Fakültesi Ktp., Genel, nr. 6941, ek-8, vr. 1b-8a; Muhammed Emîn İslâmbûlî, Risâle fi’r-reddiyye, İbrahim Hakkı Konyalı Ktp., nr. 126, vr. 220a-221a; Veliyyüddin b. Osman Birgivî, Risâle-i Râbıta, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, nr. 2429, vr. 1b-30a; Yûsuf Şevkî Trabzonî, Hediyyetü’z-zâkirîn ve huccetü’s-sâlikîn, Bulak 1303/1886, s. 4, 10; Abdülhakîm Ârvâsî, Râbıta-i Şerîfe, İstanbul 1342/1923; İbrâhim Hilmî el-Kâdirî, Medâricü’l-hakîka fi’r-râbıta inde ehli’t-tarîka (nşr. Âdil Mahmûd el-Behiy- Abdüsselâm Muhammed Sa‘îd), İskenderiye 1381/1962, s. 18; Ebu’l-Hasan Ali Nedvî, Târîh-i Da‘vet ve Azîmet, Karaçi ts., VI, 121, 124-126; Reşîd Rızâ, el-Menâr, XI/7 (1326/1908), s. 504-515, XII/2 (1327/1909), s. 102-104; Yaşar Nuri Öztürk, Kutsal Gönüllü Velî Kuşadalı İbrâhim Halvetî, İstanbul 1982, s. 83-86; Gulâm Ali Âryâ, Tarîka-i Çiştiyye der Hind u Pâkistân, Tahran 1365/1986, s. 206, 208; Fritz Meier, Zwei Abhandlungen über die Naqšbandiyya, İstanbul 1994, s. 54 vd.; Mahmud Sâmî Ramazanoğlu, Musâhabe, İstanbul ts., VI, 151; Abdülbâki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 409-410; Bruce B. Lawrence, “Sayyid Ahmad Khan. Treatise on Visualizing the Shaykh”, Windows on the House of Islam (ed. John Renard), Berkeley 1998, s. 368-375; Butrus Abu-Manneh, “Khalwa and Râbita in the Khâlidi Suborder”, Naqshbandis, (ed. M. Gaborieau, A. Popovic, Th. Zancone), İstanbul-Paris 1990, s. 289-302; İrfan Gündüz, “Tasavvufî Bir Terim Olarak Râbıta”, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 7-8-9-10 (1989-1992), s. 243-274; Rıfat Okudan, “İnsânî Bir İnsiyak Olarak Râbıta”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, sy. 10 (2003), s. 201-218.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye