Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 6 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Pîr-i Türkistan’ın İzinde
MesajGönderilme zamanı: 06.07.11, 08:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
Pîr-i Türkistan’ın İzinde

-Türk Yurtlarında Tasavvuf ve Günümüze Yansımalar -

Hayati BİCE
*


“Türk Yurtları’nın manevi hayatını tarih boyu etkilemiş en önemli üç isim hangisidir?” diye sorulsa hiç kimse Ahmed Yesevî adını anmadan doğru yanıtı vermiş olmaz. O’nun “Pîr-i Türkistan” olarak bilinen ünvanı bile bu etkinin somut bir kanıtı olarak görülmelidir.

Ahmed Yesevî Türk dünyasının manevi hayatında asırlardır tasarrufu devam eden ve "Pir-i Türkistan", "Hazret-i Türkistan" “Hazret Sultan” olarak anılan büyük bir Türk mutasavvıfı, bir mürşid-i kâmildir. O, sûfî bir şair ve tarikat kurucusu bir mürşid olarak kendi adıyla anılan Yesevîyye tarikatının esaslarını belirlemiş ve bugün bütün dünyada büyük bir yaygınlığa sahip Nakşbendiyye tarikatı ile Kübreviyye, Çiştiyye gibi daha yerel kalmış tarikatları da derinden derine etkilemiştir.

Hazret Sultan Yesevî’nin kendisinden önce ve sonra yaşamış diğer Türk evliyası arasından öne çıkmasında kuşkusuz ‘Divân-ı Hikmet’ adı verilen eserlerde bir araya getirilen ve özel olarak ‘hikmet’ türünün ilk örnekleri olarak bilinen şiirleri etkili olmuştur. Kitap üretiminin çok zor olduğu yüzyıllarda yazılı olmaktan ziyade sözlü nakil ile kuşaktan kuşağa aktarılan bu hikmetlerin “Hazret Sultan Yesevî” isminin ve fikirlerinin asırlara direnmesinde oynadığı rolün, ilahî rahmetin Türk yurtları üzerinde bir tecellisi olarak değerlendirilmesi yerinde olur.

Ahmed Yesevî’ye atfedilen menkıbelerde yaşayan kerâmetleri Kâşgar'dan Tiran'a kadar bütün Türk yurtlarında yayılıp benimsenmiştir. Ahmed Yesevî kadar değişik coğrafyalarda yaşayan Türk toplulukları arasında yaygın şöhreti olan bir başka velî yoktur. Bütün Türk coğrafyasında, tarih içersinde asırlardır “Hazret-i Pîr-i Türkistan”, “Sultanu’l-ârifîn” ve “Hazret Sultan” gibi yüceltici ünvanlar ile tanınması dahi bu şöhretinin kanıtıdır. Kazakistan’ın tarihi ismi Yesi olan ancak Sovyet döneminde Türkistan adı verilen şehrinde yer alan türbesi, bugün de ‘tüm Türkistan’ın manevi merkezi’ olarak kabul edilmektedir.
Asırlarca dilden dile aktarılan hikmetler, önceleri sadece sınırlı sayıdaki ve en eskisi 16. yüzyıla kadar çıkabilen el yazmaları içerisinde nakledilirken 19. yüzyıl sonlarından itibaren matbaa basımlarının gündeme gelmesi ile daha geniş kitlelerin eline ve oradan da gönüllere ulaşabilme mazhariyetine kavuşmuştur. Osmanlı coğrafyasına kadar yayılan bu mazhariyetin tanığı olan Taşkent, Kazan ve İstanbul basımı Divân-ı Hikmet nüshalarını Osmanlı aydınlarının kütüphanelerinde görebilmek de bu sayede mümkün olmuştur.

Osmanlı tasavvuf çevrelerinin ismini daima büyük bir hürmet ile andıkları Pîr-i Türkistan Hazret Sultan Yesevî’nin hikmetlerinin Osmanlı’nın son zamanlarında lehçe farkından kaynaklanan anlaşılma sorununun aşılması maksadı ile bir Nakşî mürşidi -Şeyh Muhammed Kudsî Konevî- tarafından ilim ehli bir müridine -Hacı Hasan Şükrü Efendi(ölümü:30 Ocak 1912)- Divân-ı Hikmet’in Çağatay lehçesinden aktarılması görevinin verildiği ve görevlendirmenin neticesinde Divân-ı Hikmet’in 1900’lerin başında İstanbul Türkçesine aktarılarak basıldığı geçtiğimiz günlerde bir ilim adamımız tarafından gündeme getirilmiştir. Prof. Dr. Ahmed Turan Arslan’ın bilim dünyasına sunduğu bu önemli bilgi, Yesevî’nin Osmanlı bilim çevrelerinde bilinirliği hakkındaki fikirleri de tashih etmiştir. Hacı Hasan Şükrü Efendi’nin bu kutlu görevi yerine getirdiği ve Türkistan lehçesinden İstanbul Türkçesi’ne aktardığı hikmetlerin matbu olarak çoğaltıldığı da tesbit edilmiştir.1

Türkistan’ın Tasavvufla Tanıştığı Asırlar

8. yüzyılda İslâm’ı yeni coğrafyalara taşımak için sefere çıkartılan ve Emevî emiri Kuteybe'nin kumandası altında Mâverâünnehr'e de ulaşan Arap orduları ardından, birçok sûfî ve zâhid de bölgede zaviyeler teşkil ederek faaliyet göstermeğe başlamıştır. Bölgede İslâm’ın yerleşmesinde ‘kılıç’tan ziyâde ‘tesbih’ ile yürütülen bu gönül fethinin etkili olduğu genel bir kabuldür.

Adaleti ile nâm salmış olan Emevî halifesi Ömer b. Abdu'l-'Aziz'in, "fethedilen topraklarda âdil bir idare kurulması”, “İslâm’a girenlerden cizye, haraç ve vergi alınmaması”, “ulaşım güvenliğini sağlamak üzere güzergâhlarda kervansaraylar kurulması”, “şehirlerde hastaneler yapılması” gibi, takdire şayan emirleri hayat geçirilebilse, Mâverâünnehr ve onun ardından Türkistan’ın tamamının İslâmlaşma süreci çok daha kolay ve sancısız gerçekleşebilirdi. Fakat bölgeye ulaşan Emevî yöneticilerinin zulüm ve menfaat odaklı siyaseti bu fütuhâtı uzun yıllar engelledi. Abbasî halifesi El-Mu'tasım zamanında Mâverâünnehr halkı çoğunlukla denebilecek kadarıyla müslüman olmuşlardı; hatta öyle ki, “kendi soylarından kâfirler”e karşı gazalarda bulunuyorlardı.
Mâverâünnehr'in tam olarak müslüman olması ancak 750 yıllarında Sâmânoğulları zamanın¬dadır. Mâverâünnehr'in tamamen İslâmlaşarak, İslâm medeniyet havzasına girdiği tarihten bugüne Türkistan’ın merkezinde artık İslâm egemen olacak ve bölge İslâm medeniyetinin ana havzalarından birisi halini alarak ilim ve kültür alanında zirve isimleri çıkaracaktır.

Abbasîlerden sonraki dönemde, 840-1212 yılları arasındaki Türkistan ve kısmen Mâverâünnehr’de hâkimiyet kuran Karahanlı Hânedânı bölgede yaklaşık 400 yıl kadar süren bir egemenliğin sahibi oldular. Ahmed Yesevî’nin yaşadığı yıllar, bölgede Karahanlı egemenliğinin hüküm sürdürdüğü asırlara denk gelmiştir.
Mâverâünnehr İslâmlaştıktan sonra, İslâm’ı yaşama tarzlarının en önde gelen damarlarından birisi olarak tasavvufî hayatın, İslâm'ın önceden takib ettiği yollardan bütün Türkistan'da yayılacağı kolayca tahmin edilebilecek bir olgudur. İslâm bilginlerinden birçoklarının tasavvuf şeyhlerine intisabı, hükümdârların ve devlet ileri gelenlerinin tasavvufî eğilimleri desteklemeleri, hatta kendileri de irşad dairesine dâhil olarak halkı dervişliğe teşvik etmeleri, bizzat tekke ve zaviyeler yaptırarak örgütlenmelerini ve kurumlaşmalarını kolaylaştırmaları İslâm dünyasının her tarafında şeyhlerin etkinleşmesini ve tasavvufî misyonu uzak diyarlara taşıyacak dervişlerin yetiştirilmesini sağladı.

Türkistan coğrafyasının kâdim merkezleri olan Herat, Nişabur, Merv, 9. asırda mutasavvıflarla dolmağa başladı. 10. asırda ise Buhara, Semerkand, Taşkend, Kâşgar ve Fergana'da da şeyhlere tesadüf ediliyordu. Bu yaygınlaşma sürecinin tabiî bir sonucu olarak Türkler arasında tasavvufî akımlar yavaş yavaş güçleniyor, yukarıda adı sayılan büyük merkezlerden dalga dalga uzaklara; bozkırlar boyunca yayılıyordu.
Bölgenin İslâmlaşması sonucunda ve diğer İslâm beldeleri ile girilen sosyokültürel ilişkilerle bağlantılı olarak Horasan'a, Irak’a herhangi bir şekilde gidip gelen Türkler arasından da bölgedeki dergâhlara kapılanarak eğitildikten sonra yurduna dönen ‘ilk mutasavvıflar’ yetişiyordu: Ünlü sûfî Ebû Said Ebu'l-Hayr'ın büyük saygısını kazanmış olan Muhammed Ma'şûk Tûsî ile Emîr Alî bu ilk Türk erenlerinden -isimleri tabâkât kitablarına kaydedildiği için bilinen- iki tanesidir.2
Din gayreti, Allah aşkı ve Rasûlullah ve ehl-i beyt muhabbeti ile donanmış ve çoğunun adı tarih içerisinde gaybe karışmış birçok adsız derviş tarafından, göçebe Türkler arasına enerjik bir aksiyon ve vecd dolu bir heyecanla yeni bir inanç sistemi, sûfî akideleri götü¬rülüyordu. Bu inanç serdengeçtilerinden Çoban Ata, Korkut Ata, Bâb Fergânî gibi isimler günümüze kadar ulaşabilmiştir.

Ahmed Yesevî 11. yüzyılda dünyaya geldiğinde, Türk dünyası epeyce uzun bir zamandan beri tasavvuf fikirlerine alışmış, mutasavvıf¬ların menkıbe ve kerâmetleri yalnız şehirlerde değil, göçebe Türkler ara¬sında bile az çok yayılmıştı. Melodik ilahîler, mistik şiirler okuyan, Allah rızası için halka iyiliklerde bulunan, onlara cennet bahçelerinin ve Allah aşkının yollarını gösteren ata veya Bâb unvanı ile anılan der¬vişler, Türkler tarafından eskiden dinî bir kudsiyet verdikleri kadim zamanların mistik ozanlarına benzeterek kabul ediliyorlardı.

Ahmed Yesevî Kimdir?

Ahmed Yesevî’nin hayat hikâyesini konu edinen tüm metinler temelde halk arasında söylenegelmiş menkıbelere dayanır. Bu menkıbelerin asırlar içerisinde bazı hayâlî unsurlarla genişletilmiş -ve hattâ gerçek hikâyeden saptırılmış- olması konuya eleştiri gözlüğü ile bakanlar tarafından öne çıkartılmaktadır. Oysa genel anlamıyla halk söylenceleri konusunda uzman olan bütün bilim insanlarının ortak kanaati, halk muhayyilesinde anonim olarak oluşturulan menkıbelerin tamamında belli bir oranda hakikat unsurunun –sisler ardında gizlenmiş halde de olsa- daima varlığını sürdürdüğüdür.
Ahmed Yesevî’nin hayat hikâyesi hakkındaki gerçeklik unsurlarını taşıyan en önemli yazılı kaynak hayatının çeşitli kesitlerini dile getiren şiirleri de içeren eseri olan Divân-ı Hikmet’tir. Diğer önemli kaynaklar ise Yesevîyye yolunda Ahmed Yesevî’nin mirasçısı olan Hakîm Ata, Hâzinî gibi sûfîlere atfedilen eserlerdir. Üçüncü sırada ise Türkistan’da hâlâ devam eden sözlü geleneğin bugüne taşıdığı rivayetler yer alır.
Ahmed Yesevî Batı Türkistan'da, bugünkü Kazakistan Cumhuriyeti’nin güneyindeki Çimkent şehri yakınlarında (yaklaşık 10 km. mesafede) bulunan Sayram kasabasında dünyaya gelmiştir. Doğum yılı kesin olarak bilinmemekle birlikte 73 (veya daha zayıf bir ihtimalle120) yıl yaşadığı ve 1166 yılında öldüğü şeklindeki rivayetler ve Yusuf Hemedânî(ölümü:1140)'ye intisabı ve O’nun halifelerinden üçüncüsü olduğu şeklindeki tarihi veriler de dikkate alınırsa 11. yüzyılın ikinci yarısında doğduğu kabul edilebilir.
Son yıllarda kayda değer bir artış gösteren Yesevî üzerine yapılan araştırma ve incelemeler ile Ahmed Yesevî, hakkındaki önemli belgelere ulaşılmıştır. Kazakistan’da ve Türkiye’de Nesebnâme adıyla yayınlanan risaleler; Hazret Sultan Yesevî’nin soy kütüğünü net olarak ortaya koymuştur. Bu belgeye göre Hazret Sultan Yesevî’nin şeceresi –değişik şecerelerin ortak isimleri birleştirilerek- şu şekilde Hz. Ali’nin oğlu Muhammedü'l-Hanefî'ye kadar ulaşmaktadır:
Hz. Ali, Muhammed Hanefi, Abdu’l-Fettah, Abdu’l-Cebbar, Abdu’l-Kahhar, Abdu’r-Rahman, Kutb-ı Türkistan Hoca İshak Bâb, Harun Şeyh, Mü'min Şeyh, Musa Şeyh, İsmail Şeyh, Hasan Şeyh, Hüseyin Şeyh, Osman Şeyh, Ömer Şeyh, Muhammed Şeyh, İftihar Şeyh, Mahmud Şeyh, İlyas Şeyh, İbrahim Şeyh, Ahmed Yesevî… 3
Ahmed Yesevî ilk eğitimini kendisi altı yaşlarında iken vefatına kadar babası İbrahim Şeyh'den ve Sayram’ın önde gelen alimi Şehâbeddin İsficabî’den almıştır.
Kaynakların üzerinde ittifak edip birleştiği bir rivayete göre Ahmed Yesevî daha çocuk denilecek kadar küçük bir yaşta iken anne ve babasını kaybederek hem öksüz hem de yetim kalmıştır. Ablası Gevher Şehnâz ile Yesi’ye gelip yerleşen ve daha küçük yaşlarından itibaren manevi tecellîlere mazhar olarak yaşı ile bağdaşmayan üstün halleri gözlemlenen küçük Ahmed, Arslan Baba’nın teveccüh ve iltifatına, nazarına ve hayr duasına mazhar olur.
Dîvân-ı Hikmet’te Yesevî’nin ilk mürşidi Arslan Bâb ile ilişkisine dair “yedi yaşında Arslan Bâb ile karşılaşma”, “Hz. Rasûlullah’ın emaneti olan hurmayı Arslan Baba’dan alış” , “binbir zikiri öğrenme” gibi konularda hayatına ışık tutan işaretler ve somut bilgiler vardır. Bu ibarelerin somut gerçeklikleri yanı sıra ledün ilmini alış, zikir dersi tarifi, irşad makâmına yükselme gibi işarî ve sembolik anlamları olduğu tasavvufi rumuzlara âşina olanların kolayca fark edebileceği mecâzî yönleri vardır.
Değişik kaynaklardaki rivayetler birlikte değerlendirilirse Ahmed'in ilk gençlik yıllarını Yesi'de Arslan Baba eğitiminde geçirmesi söz konusudur ve bu ilk eğitim sonrası henüz genç sayılabilecek bir çağında zâhirî ve bâtınî eğitimini tamamlamak için devrin en önemli kültür mer¬kezi olan Buhara'ya gidecektir.
Ahmed Yesevî’nin tasavvufî kimliğinin olgunlaştığı 12. yüzyıl başında Buhara, Sâmânoğulları devrindeki siyasî önemini yitirmiş olsa da İslâm ilminin Mâverâünnehr'de en büyük merkezi olmak niteliğini hâlâ koruyordu. Buhara medreseleri, İslâm dünyasının ve özellikle Kazan’dan Kâşgar’a Türk yurtlarının her tarafından gelen öğrenciler ile dolu idi. Ahmed Yesevî böyle bir dönemde Buhara’ya gelir ve devrin en önde gelen âlim ve mutasavvıflarından Yusuf Hemedânî'ye ulaşarak irşad halkasına katılır. İrşad faaliyetleri ile bütün Horasan ve Mâverâünnehr bölgesinde şöhret bulan Yusuf Hemedânî’nin Merv'de dergâhının aşırı bir övgü ile ‘Horasan'ın Ka'besi’ sayılacak kadar tanınmış olduğu bildirilmiştir. Yusuf Hemedânî’nin ruhanî terbiyesi altına girdiği esnada Ahmed Yesevî -hikmetlerinden çıkardığımız bir hükümle- yirmiyedi yaşındadır ve tasavvufî şahsiyeti Hemedânî dergâhında nihâi kemâline ulaşır.
Hazret Sultan Yesevî’nin kendisi de Divân-ı Hikmet'te, ana rahmine düşmesinden yaşlılık çağına kadar ne gibi manevî tecellîlere mazhar olduğunu sûfîce bir eda ile birer birer anlatırken, "yirmialtı yaşında sevdaya düşüp, Mansûr gibi "didar" için kavga ettiğini, bir Pîr'e erişememekten türlü türlü dertlere tutulduğunu ve nihayet yirmiyedi yaşında Pîr'e ulaşarak dertlerinden kurtulup o dergâha layık ola¬bildiğini" söyler; hatta bir hikmetinin nakaratı “Zâtı Ulu Hâce'm, sığınıp geldim sana” mealindedir ki, burada söz edilen “Hâce”nin Yusuf Hemedânî hakkında olduğu tahmin edilebilir.
Yusuf Hemedânî’nin ilk iki halîfesi Abdullah Berki (ölümü: 1160-61) ve Hasan Endakî (ölümü:1157)'nin vefatından sonra Ahmed Yesevî, bir süre Buhara'da dergâhın sorumlusu olarak irşad makamında bulunur. Yesevî’nin Buhara’lı sûfîlere rehberlik ve Mâverâünnehrdeki irşad döneminin ne kadar sürdüğünü bilinmemekle beraber, -herhalde pek uzun olmadığını tahmin edilebilinen bu devirden sonra- aldığı bir işarete binâen ve mürşidi Yusuf Hemedânî’nin vaktiyle verdiği emre uyarak Buhara’daki bütün müridleri Nakşbendiyye tarikatının yıldız isimlerinden olan dördüncü halîfe Hoca Abdu'l-Halık Gucduvanî'ye bırakarak Türkistan'a, ata yurdu Yesi'ye döner.
Ahmed Yesevî bundan sonraki hayatını ve vefat tarihi olan 1166 yılına kadar Türkistan bozkırlarına ruh verecek olan irşad faaliyetini Yesi merkezli olarak sürdürecektir.
Tekkesine bağışlanan sayısı hesaba sığmaz armağan ve adaklardan, kendisi bir lokmayı dahi kabul etmediği kaydedilen Ahmed Yesevî’nin taat ile dolu dolu geçen gündelik hayatının kalan boş vakitlerinde tahtadan kaşık ve kepçe yontup satarak el emeği ile geçimini sağladığı da rivayet olunmuştur.
Bütün tasavvuf büyükleri gibi Ahmed Yesevî'nin de gerek hayatında iken gerekse ölümünden sonra gösterdiği kerâmetler hakkındaki birçok rivayet hem halk arasında dilden dile aktarılmış hem de menkıbe kitablarına kaydedilmiştir. Hazret Sultan Yesevî'nin sadece Türkistan’da veya Kuzey Türkleri arasında değil, bütün Türk yurtlarında çok derin ve kuvvetli bir manevî nüfuza sahib olduğu düşünülürse, vefatından sonra da birçok kerâmetler gösterdiği hakkındaki menkıbelerin mahiyeti daha açık olarak anlaşılabilir. Bugün de Türkistan’a giden herkes, Yesevî kerâmetlerinin halk arasında nasıl canlı bir şekilde yaşadığını, yaşatıldığını ve bu kerâmetlerin her geçen gün yenileri ile zenginleşerek devam ettiğini kısa araştırma ile hemen gözlemleyebilir. Yaygın bir örnek olarak Türkistan bozkırlarında pek çok çocuğa Sultan Ahmed, Kul Ahmed, Ahmed isimleri verilmesinin çocuğun ana-babası veya bir yakınının rüyasına giren Hazret Sultan Yesevî tavsiyesi sonucu olduğunu ve bunun bazı somut örneklerine Kazakistan’da bulunduğum sürede tanıklık ettiğimi hemen hatırlatmak isterim.
Ahmed Yesevî’nin sünnet-i nebeviye olan bağlılığının derecesini gözler önüne seren bir rivayete göre Ahmed Yesevî, Hz. Rasûlullah (s.a.v.)'in sünnetine bağlılığı sebebiyle altmışüç –miladi takvime göre altmışbir- yaşına geldiğinde Yesi’deki dergâhının avlusuna açılan bir merdiven ve buna bağlı bir dehlizle ulaşılan, halvethane olarak kullandığı üç arşın derinlikte bir yeraltı mescidi kazdırmış ve vefatına kadar bu mescidde ibadet ve riyazet ile meşgul olmuştur. Ahmed Yesevî vefat edinceye kadar bu yeraltı halvethanesinde Yesevî dervişlerine nasihat etmeğe; sûfîyâne, hikmetli şiirler yazdırmağa devam etti.
Hazret Sultan Yesevî’nin ölüm tarihi, muhtelif menâkıb ve tabakât kitaplarının ortak verilerine göre, 1166 (H. 562)'dir.
Ahmed Yesevî, vefatından sonra dinî aktivitesinin merkezi olan ve hayatının büyük bir kısmını geçirdiği Yesi (Sovyet kaynaklarına göre 16. yüzyılda Türkistan olarak adlandırılmıştır.) şehrinde bulunan dergâhının bahçesinde defnedilmiş ve üzerine mütevazi bir türbe inşa edilmiştir. Vefatından asırlar sonra bu küçük makâmın yerine Emir Timur tarafından bugün bütün Asya’nın en görkemli anıt-mezarı olan Yesevî Külliyesi inşa ettirilecektir.

Türk Yurtlarına Vurulan Yesevî Mührü

Ahmed Yesevî hakkındaki menkıbeler incelendiğinde Yesevî etkisinin dünya üzerinde başlıca üç Türk sahasında yayılmış olduğu görülmektedir: Hazar Denizi’nin Doğu kıyılarından Çin seddine kadar uzanan uçsuz bucaksız Türkistan bozkırları, kuzeyde İdil boyunca uzanarak Kazan etrafına kadar giden Kıpçak sahası ve Hazar’ın batısında Anadolu’yu boydan boya içine alarak Rumeli’ye atlayan Oğuz sahası. Bu durum aynı zamanda bugün üzerinde Türk topluluğu yaşayan hiçbir yeryüzü parçasının Yesevî etkisinden uzak kalamadığını da ifade eder.
“Ölümlü bir insan olan Ahmed Yesevî’yi bütün Türk yurtlarında bugünlere kadar taşıyan nedir?” diye düşünüldüğünde iki unsur öne çıkar: Bunların ilki Yesevîyye tarikatını kuşaktan kuşağa elden ele aktararak bugüne ulaştıran Yesevî mürşidler, ikincisi ise Divân-ı Hikmet isimli eseridir.
Yesevî’nin Türk yurtlarında kendinden önce ve sonra benzeri görülmedik kalıcı bir tesir bırakmasında öncelikle yetiştirdiği ve Türk dünyasının dört bir tarafına gönderdiği müridleri etkili olmuştur. Ahmed Yesevî, Yesi’ye yerleştikten sonra Türkistan’ın her yerinden gelen ve eğitimini tamamladıktan sonra bütün Türk yurtlarında İslâm’ı tebliğ ile görevlendireceği müridlerine İslâm’ın zâhirî ve bâtınî inceliklerini öğretir ve irşad görevi ile dünyanın değişik köşelerine yönlendirir; farklı ülkelerde görevlendirirdi. Yesevîlik ile ilgili kaynaklarda Ahmed Yesevî’nin manevî yetkinliğini kanıtlamak üzere ‘doksandokuzbin halife’ yetiştirdiği, sohbetlerine onbinlerce âlim ve velînin katıldığı gibi –kısmen abartılı olsa da çokluğu ifade maksadını taşıdığı belli olan- ifadelere rastlanmaktadır.
Ahmed Yesevî'nin tarikatını devam ettiren halifelerinin isim ve menkıbeleri çeşitli tasavvuf eserlerinde yer almaktadır. Ahmed Yesevî’nin ilk halifesi ve Arslan Baba'nın oğlu olan Mansur Ata, Said Ata, Süleyman Hakîm Ata, kardeşinin oğlu Sûfî Muhammed Danişmend, Zengî Ata, İsmail Ata, Süleyman Gaznevî, Seyyid Mansûr Kaşıktraş gibi namlı isimler yanında adları onlar kadar bilinmeyen mürşidler de ‘hayırlı halefler’ olarak Türk dünyasının her yerde Yesevî’nin belirlediği kurallar doğrultusunda bir irşad faaliyetini sürdürerek bulundukları çevrede İslâm etrafında şekillenen ortak bir inanç ve ruh ikliminin hakim olmasına ve bu şekilde Yesevîyye’nin bugüne kadar yaşatılıp etkisini sürdürmesine vesile olmuşlardır.4

Osmanlı Coğrafyasındaki Yesevî Dervişleri

Osmanlı coğrafyasındaki Yesevî izleri net ve somut olarak ünlü Osmanlı gezgini Evliya Çelebi seyahatnâmesinden izlenebilir. Ahmed Yesevî’nin soyundan geldiğini seyahatnâmesinin birçok yerinde iftiharla belirten Evliya Çelebi, Osmanlı’nın Anadolu ve Rumeli topraklarını gezerken rastladığı Yesevî dervişlerine ait makâmları ve onlarla ilgili olarak anlatılan menkıbeleri de eserine kaydetmiştir.
Evliya Çelebi’nin Osmanlı coğrafyasında tesbit edebildiği Yesevî derviş-gazileri arasında Anadolu’da irşad postuna oturan Hacı Bektaş Velî; Merzifon’daki Pir Dede, Bursa’daki Geyikli Baba, Abdal Musa, İstanbul Unkapanı’nda medfûn Horoz Dede, Yozgat'taki Emir-i Çin Osman, Tokat merkezindeki Gaj-Gaj Dede ve Tokat’ın Zile ilçesindeki Şeyh Nusret isimleri yer almaktadır.5
Evliya Çelebi seyahatnâmesine göre Rumeli’nin fethinin manevi öncüsü olan Sarı Saltık da asıl adı Muhammed Buharî olan bir Yesevî dervişidir. Balkanlar’daki Yesevî alp-erenleri olarak Deliorman’daki Demirci Baba, Karadeniz kenarında Batova’daki Akyazılı Sultan Evliya Çelebi seyahatnâmesinde yer almaktadır. Evliya Çelebi, Sarı Saltık'ın Karadeniz kıyısında Romanya’nın Silistre bölgesindeki türbesini ziyaret ettiğini belirtmiştir. Azerbaycan’da Niyazâbâd kentinde kabri bulunan Avşar Baba da Evliya Çelebi’ye göre Yesevî dervişânındandır.

Yesevîce İrşad Yöntemi

Ahmed Yesevî önce derin bir analizle irşad faaliyetini icra edeceği çevrenin manevî ihtiyaçlarını anlamağa çalışmış ve yetiştirdiği müridlerinde bu ihtiyaçların giderilmesi için gerekli olan ruhî donanımı oluşturmak gayretine girmiştir. Manevî kişiliğinin teşekkül ettiği çev¬renin niteliği ve irşadı ile aldığı sonuçlar dikkate alındığında kolayca anlaşılacağı gibi Ahmed Yesevî kâmil bir mürşid olması yanında, uzak görüşlü ve sağlam muhakemeli bir toplum önderi olan bir Türk mutasavvıfıdır. Divân-ı Hikmet dikkatle incelenirse hikmetlerinde halkı şüphelere düşürecek itikadları sarsacak aykırılıklar bir yana şeriatı küçümseyen en ufak bir îmaya, gizemli bir yapılanmayı doğuracak özel imgelemelere dahi rastlanmaz. Zâhir ve bâtın ilimlerinde zamanının bütün ricalinden üstündü. Müridlerine zâhir ve bâtın ilimlerini öğrettiği süre dışında, kalan bütün vaktini ibadet ve ta'at ile geçirirdi.6
Şeriat hükümlerine karşı bazen dikkatsizce hareket eden, cezbesi galip bir kısım sûfîlerden sâdır olan ve onların zâhir âlimleri tarafından suçlanmasına yol açan ‘şatâhât’ denilen aykırı haller, uç fikirler ve aşırı temâyüller Yesevî geleneğinde kendisine yer bulamamıştır. Bir kısım Horasan sûfîlerinin eserlerinde görülebilen hülûl, tenâsüh gibi aykırı fikirleri çağrıştıran ibareler Hazret Sultan Yesevî’nin şiirlerinde yoktur. Dinin zâhirî kurallarına hassas bir bağlılık gösteren Hazret Sultan Yesevî, her hikmetinde kendi nefsini kötüler, günahlarından bahsederek istiğfar eyler, Rabb’inin büyüklüğünü yâd edip tevazu ile mağfiret diler. Melâmet tavrı olarak yansıyan kendisine yönelik bu kınayıcı satırlarından sonra, halka ümid vermek için Allah’ın rahmet deryâsından, cennet nimetlerinden, sûfîyâne menkıbelerden bahseder. Vah¬det-i vücud felsefesine en çok daldığı hikmetlerde, "Allah ile Mâiyyet" makâmından, "Ölmeden ölmek" sarayından, "Fenâfillah" umânına karışmaktan söz ederken bile şerîat sınırlarını unutmaz.
Yesevî’nin etrafında binlerle denebilecek kadar çok mürid toplanabilmesinde, din ilimlerindeki derin bilgisi kadar, şerîat sınırlarını korumaktaki bu hassasiyetinin de etkisi vardır. Bu sınırlar çerçevesinde belirlediği tarikatının uygulamalarındaki sadelik ve kesinlik dikkat çekicidir. Tasavvufu bilinemez, anlaşılamaz bir gizem yumağı olmaktan çıkarıp her insanın anlayabileceği ve gereklerini yerine getirebileceği popüler bir akıma dönüştürmesi ve halkın tamamen anladığı bir dil ile, alıştığı bir söyleyiş ile hitab etmesi de Yesevîyye tarikatının bir üstünlüğü olarak kaydedilmelidir. Türkistan coğrafyasında Yesevîlik ile yan yana ve hatta çoğu zaman iç içe gelişen ve yürüyen Nakşbendî tarikatında da bu özelliklerin yer bulmasında Yesevî tarzının etkin olduğu açık bir gerçektir. Bu gerçeği net olarak kavramak için Nakşbendî tarikatının temel esaslarını belirleyen Abdu’l-Halık Gucduvanî’nin Yesevî ile ‘pirdaş’ olduğunu hatırlamak gerekir. Zaten Nakşbendî tarikatına ismini veren Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahauddin Buharî’nin feyz aldığı mürşidlerinden birisi olan Halil Ata da bir Yesevî dervişidir.

Divân-ı Hikmet Deryâsına Dalmak

İslâmî zâhir ve bâtın ilmine tam anlamıyla vâkıf olan Ahmed Yesevî şeriat hükümlerini, tarikatının esaslarını, sülûk adâbını Arapça ve Farsça bilmeyen Türk dervişlerine anlatmak için, Türklerin halk edebiyatından alınmış şekillerle, hece vezninde hikmetler söyledi; bu şiirler daha sonra özgün bir isim olarak ‘hikmet’ denilen bir edebî türün öncüleri olarak tanınıp –muhtemelen 14. yüzyıldan itibaren- "Divân-ı Hikmet" adı verilen el yazması kitablarda bir araya getirilecektir. Çevresinde İslâm ile yeni tanışmış ancak yeni inançlarına çok güçlü olarak bağlanmış saf gönüllü Türkler halkalandığından Ahmed Yesevî, Arap ve Fars edebiyatını çok iyi bildiği halde, uzlete çekildiği çilehanesinde ziyaretine gelenlere kolayca anlayabilecekleri Türk dili ile hitab etmeyi tercih etmişti.
Türk Edebiyatı tarihinde "Divân-ı Hikmet"in önemi, İslâmî Türk Edebiyatının -Kutadgu Bilig’den sonra- bilinen en eski örneklerinden biri ve Türk Tasavvuf Edebiyatının ilk eseri oluşu kadar Türk yurtlarında meydana getirdiği muazzam etkiden kaynaklanır. Divân-ı Hikmet’te yer alan şiirler yüzyıllar boyu -eski devirlerin ozan-baksılarından hemen hiç farkları olmayan- Yesevîhan-müridler tarafından her türlü toplum faaliyetinde okunmuş, dillendirilmiştir. Bugün bile ‘hikmet temelli’ bu şifahi kültürün temsilcilerine bütün Türkistan coğrafyasında rastlamak mümkündür. Hatta son yüzyılda siyasi baskılar sonucu acı bir kırılma ile hem Batı Türkistan’dan hem de tüm Türk yurtlarından ayrıştırılan Çin işgalindeki Doğu Türkistan’da bile “Yesevîhan” geleneğinin günümüzde de sürdürüldüğü bilinmektedir. Bunun somut bir kanıtı olarak 2010 yılında İstanbul’da düzenlenen Uluslararası Ahmed Yesevî Sempozyumu’na getirilen bir bildiri kapsamındaki yeni kaydedilmiş bir video ile Doğu Türkistan’da hanım bir Yesevîhanın okuduğu hikmetler izleyicilere sunulmuştur.
"Divân-ı Hikmet"’in İstanbul’da bulunan elyazması bir nüshasındaki mukaddime hikmetlerin niçin yazıldığı hakkında önemli bilgiler içermektedir. Bu mukaddimede, Yesevî hikmetlerinin temelde Kur’an-ı Kerîm âyetleri ve Hz. Rasûlullah’ın (s.a.v.) hadislerine dayandığı belirtilmekte; tarikat önderleri ve ârif zatların sohbet ve nasihatleriyle zenginleştirilmiş olan bu hikmetlerin, halk üzerinde çok etkili olduğu beyan edilmektedir. Yesevî hikmetlerini ihlâs ile sabah-akşam okuyup zihninde tutan, hikmet okuyup sevabını da Ahmed Yesevî’nin mübarek ruhuna armağan ederek Hak’tan muradını dileyen herkesin maksadına erişeceği de kaydedilmiştir.7
Divân-ı Hikmet önceleri yazma nüshalar şeklinde, daha sonraları ise basma tekniği ile çoğaltılmıştır. 1880’de Taşkent’de, 1881’de İstanbul’da ve 1887 yılında Kazan şehrinde ilk kez matbu olarak çoğaltılan Divân-ı Hikmet, geçen yüzyıl içinde onyedi kez Taşkent'te, dokuz kez İstanbul'da, beş kez Kazan'da ve bir kere de Buhara’da basılmıştır. Bu baskılarla ulaşılan Divân-ı Hikmet tirajının üç bin nüsha kadar olduğunu tahmin eden Türkistan’ın büyük âlimi merhum Baymirza Hayıt’a göre Yesevî hikmetleri içeren el yazmaları, matbu baskıların başladığı 19.yüzyıl sonlarına kadar sınırlı sayıda üretilebildikleri için halk arasında Ahmed Yesevî düşüncesinin yayılmasında etkili olamamıştır.8 Divân-ı Hikmet’in 1880’li yıllarda Türk dünyasının üç kültür merkezinde (Taşkent-1880, İstanbul-1881, Kazan-1887) arka arkaya basılışı sayesinde Yesevî’nin eserini kitab olarak okuyanların sayısı nisbeten çoğalmış ise de Hayıt, Yesevî ve mesajlarının halka ulaştırılması ve fikirlerinin geniş halk kitlelerine yayılmasında en önemli faktörü, yine de hikmetlerin ezberlenerek dinî meclislerde okunması olarak değerlendirmektedir. Dinî meclislerde hikmet okuyuculuğunda Türkistanlı hanımlar erkeklere nazaran daha faal bir rol oynamışlardır. Sovyet döneminde (1917–1991) Türkistan’da Yesevî hikmetleri ezberleme ve dinî törenlerde okuma geleneğinin yeniden canlandırılması, Yesevî mesajlarının o ağır baskı döneminde canlı tutularak yaşatılmasını sağlamış olmalıdır.
Ancak bugün bütün Türk coğrafyasında büyük denebilecek tirajlarla basılmağa başlanan Divân-ı Hikmet nüshaları sayesinde Yesevîlik geleneğinin naklinde ve korunmasında kitablar önplana çıkmıştır. Ahmed Yesevî’yi bugünkü zamâne şeyhleri ile benzeştirmek ve Ahmed Yesevî dilinden bize kadar ulaşmış hikmetleri herhangi bir ‘dinî manzume’ olarak değerlendirmek büyük bir gaflet olur.

Hikmetler Divân’ında Yesevî ile Sohbet

Ahmed Yesevî’nin hikmetlerini yayına hazırlayan bir kişi olarak sık karşılaştığım bir soru şudur: “Bu zamanda Ahmed Yesevî gibi eser veren, sohbeti ile insanları irşad eden bir mübarek zat var mı? Zamanımızda bir Abdulkadir Geylanî, bir Ahmed Yesevî, bir İmam-ı Rabbanî ortada olmadığına göre ne yapmalı?”
Bu soruya sağlam bir yanıt vermenin o kadar kolay olmadığını günümüzde tasavvuf ile ilgili herkes kolayca kabul edebilir. Ta ki sağlam bir kaynakta bu sorunun yanıtına bulana kadar benim için de yanıtlanması zor bir soru idi bu… Genel geçer cevaplar ile geçiştirdiğim bu sorunun yanıtını Hazret Sultan Yesevî’nin mürşidi Yusuf Hemedânî’den öğrendiğimde ne kadar rahatlamıştım.
Ünlü sûfî yazar Ferîdü’d-din Attâr, Tezkiretü’l-evliyâ kitabının önsözünde âriflerin halleri ve sözlerine dâir olan Tezkiretü’l-evliyâ adlı kitabını yazma sebebini anlatırken Hazret Sultan Yesevî’nin mürşidi Yusuf Hemedânî’den naklederek şöyle diyor: “…İmâm Yusuf Hemedânî’ye sordular: Bugünler geçerse ve bu tâife yüzlerine perde çekip göçerse selâmette kalmak için ne yapalım? Dedi ki: Onların sözlerinden her gün sekiz varak (16 sayfa) okuyunuz!” 9
Şimdi yine bana yine “Bu zamanda Ahmed Yesevî olmadığına göre ne yapmalı?” sorusunu soranlara gönül rahatlığı ile hemen şu cevabı veriyorum: “Hazret Sultan Yesevî ile sohbet etmek isteyen Divân-ı Hikmet’i açsın bir hikmeti okuyuversin…” Gerçekten de Pîr-i Türkistan’ın sohbetine katılmak isteyen Divân-ı Hikmet’e başvurmalıdır.

Bugünkü Türkistan’da Yesevî

Ahmed Yesevî'nin Türkistan'ın bugün Kazakistan olarak bölünmüş bölgesindeki -bugün Türkistan adı ile tanınan- Yesi şehrinde bulunan ve Emir Timur tarafından inşa ettirilen türbesinin de yer aldığı külliye, geçmiş asırlarda olduğu gibi halen de, Türk dünyasının en önemli manevi merkezlerinden biridir. 10
Son birkaç yıl içinde sağlanan kolaylıklar sonunda Ahmed Yesevî Türbesi’nin aslî maksadına uygun bir ziyaretgâh olarak yeniden ihyası yolunda önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların önemli bir kısmını oluşturan restorasyon çalışmalarını yerine getirmeyi Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı taahhüt etmiş ve 1993 yılı başında Vakıflar Genel Müdürlüğü restorasyon çalışmasını fiilen başlatmıştır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde örneği olmayan ve bu sebeble pek çok idari-mali güçlük ile ve TİKA koordinasyonunda yürütülen Yesevî Külliyesi restorasyonu ancak 2000 yılında tamamlanabilmiştir.
Restorasyonun bitmesi vesilesiyle 21 Ekim 2000 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Kazakistan Cumhuriyeti Başkanı Nursultan Nazarbayev’in de katıldıkları üst düzey katılımlı bir resmi tören yapılarak yeniden ziyarete açılmıştır.

Yesevî Misyonu ve Uluslararası Ahmed Yesevî Üniversitesi

Sovyet Rus İmparatorluğu’nun dağılması arefesinde, daha bağımsızlığını ilan etmemiş -ve fakat bağımsızlığın ilk ışıklarını ufukta gören- Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, 1990 yılında bağımsızlık yolundaki ilk icraatlarından birisi olarak Yesi(=Türkistan) şehrinde Ahmed Yesevî Üniversitesi kurulmasına ilişkin bir kararname yayınlamıştır. Türkistan gibi -Kazakistan örneğinde bile az gelişmiş- bir kasabada ‘üniversite kurmak kararı’ tesadüfî olamaz. Bu üniversite kısa bir süre sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin teklifi ile “Türkiye-Kazakistan Ortak Üniversitesi”ne dönüşmüştür.
31 Ekim 1992 tarihinde Ankara'da toplanan Türk Cumhuriyetleri Zirvesi’nde alınan kararla imza altına alınan "Türkiye Cumhuriyeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Arasında Türkistan Şehrinde Uluslararası Hoca Ahmet Yesevî Türk-Kazak Üniversitesi Kurulmasına Dair Anlaşma"yı onaylayan T.C. Bakanlar Kurulu kararı ise 14.9.1993 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Bugün üniversitede çoğunluğu oluşturan Kazak Türkleri’nden öğrenciler yanı sıra yüksek öğrenim almak üzere Türk yurtlarının her köşesinden gelen öğrenciler eğitimlerini sürdürüyor.
Kazakistan'ın Türkistan şehri merkezli olarak "Uluslararası Ahmed Yesevî Türkiye-Kazakistan Üniversitesi" adı ile faaliyete geçmiş olan ve Türkiye-Kazakistan ortaklığı ile kurulan üniversite, bugün Türk dünyasının yeniden şekillenmesinin en önemli merkezlerinden birisi halinde Yesevî misyonuna uygun bir fonksiyonu yerine getirme yolunda gelişmeğe devam etmektedir.

Yesevî Kültürünü Destekleyen Yayın Faaliyetleri

Sovyet Rus yönetiminin egemen olduğu yıllarda (1917–1991) Türkistan Cumhuriyetleri’nde diğer Türk büyükleri gibi Ahmed Yesevî de unutturulmağa ve eserlerindeki bazı tasavvufi tavsiyelerinden yola çıkılmak suretiyle ismi ve misyonu karalanmağa çalışılmıştır. Bu çerçevede Ahmed Yesevî’nin 1917 yılındaki “Komünist Ekim Devrimi”ne kadar gerek Kazan’da gerekse Taşkent'te defalarca basılan "Divân-ı Hikmet"in yeni baskılarının yapılması da yasaklanmıştır. Hatta değil Ahmed Yesevî’nin eserlerinin basımının yapılması, Ahmed Yesevî hakkında ilmi nitelikte makale yazanlar bile resmi ve cezai takibata uğratılmışlardır.
Sovyet dönemi Orta Asya devletlerinde yakın zamanlara kadar Ahmed Yesevî hakkında hiçbir gazete ve dergiye yazı yazılamaması, 1970’li yıllarda buna cesaret eden bir yazarın bir gazetede yayınlattığı Yesevî hakkındaki kısa bir yazısı sebebiyle “resmi boykot”a maruz bırakılması konuya ilgisi olanlar için acı bir gerçekti. Bu karanlık dönemde üniversitelerde okutulan derslerde bile Türkistan Edebiyatı'nın ilk ürünleri olan Ahmed Yesevî ve hikmetlerinden söz edilememiştir. Ancak bütün bu baskılar Ahmed Yesevî’nin Türkistan Türkleri arasındaki manevi itibarını yok etme hedefine ulaşamamıştır.
1991 yılında bağımsızlıklarına kavuşan Orta Asya bölgesindeki Türk Cumhuriyetleri’nde kısa sürede gözlenen baş döndürücü siyasi gelişmeler yanı sıra kültürel alanda da tam anlamıyla bir ‘yeniden doğuş’ söz konusu olmuştur. Bu gelişmeler arasında en ümid verici bir tanesi, komünizm döneminde her türlü tezâhürü ağır bir baskıya maruz kalan Yesevîlik kültürünün yeniden üretilmesi ve halk üzerindeki etkisinin filizlenerek artık günyüzüne çıkmış olması kaydedilmelidir.
1992 yılında Taşkent'te basılan "Divân-ı Hikmet'in takdim bölümünde belirtildiği gibi "Divân-ı Hikmet"te yer alan hikmetler dilden dile, gönülden gönüle aktarıldığı gibi çeşitli gayrıresmi yollarla çoğaltılmış ve böylece komünizm döneminde de Ahmed Yesevî yaşamağa devam etmiştir. Nihayet Orta Asya’daki Rus baskısını ortadan kaldıran siyasi değişimden sonra yasal olarak basımına izin verilen "Divân-ı Hikmet"in 1992 yılında hazırlanan bir derlemesi kısa süre içinde Özbekistan'da ikiyüzbin gibi muhteşem bir tiraj ile yayınlanmıştır. Yine 1992 yılında Türkmenistan'da "Hikmetler" adı ile ellibin tirajla basılmıştır. Divân-ı Hikmet’den bazı şiirleri içeren yeni bir baskıları aynı yıllarda Kazakistan’da da onbin tirajla yayınlanmıştır. Son olarak Kırgızistan’da da bazı Yesevî hikmetleri kitab halinde basılmıştır.
Ülkemizde ise Prof. Dr. Kemal Eraslan tarafından hazırlanan "Divân-ı Hikmet'ten Seçmeler" adlı, yetmiş adet hikmetten müteşekkil bir eser T.C. Kültür Bakanlığı tarafından iki kez basılmıştır. Bu satırların yazarı tarafından hazırlanan ve geçtiğimiz yıl 5. baskısı Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan Divân-ı Hikmet’te ise ikiyüz onyedi hikmet ile bir de münacât yer almaktadır.
Yesevîlik kültürü yeniden üretilirken başta Divân-ı Hikmet olmak üzere tasavvufî eserlerin yeni baskılarının yapılması ve edebî mirasın bir parçası olan tasavvuf edebiyatı ile ilgili araştırmalar sonucunda günümüzde hiç bilinmeyen yeni kaynaklara ulaşılması gibi güzel gelişmeler gözlenmektedir. Bu gelişmeler hızla yayınlanma safhasına gelmiş ve sonuçta birçok değerli yayın ve eser ortaya çıkmıştır. Bir diğer güzel gelişme ise bu yayınların internet ortamının sağladığı tarihte hiç olmadığı kadar bir hızla bütün Türk dünyası sathında dolaşıma girmesi olmaktadır. Özellikle Özbekistan kütübhanelerindeki zengin el yazması koleksiyonlarının bilim adamları tarafından dikkatli bir şekilde incelenmesi ile Türk tasavvuf tarihi ve geleneği açısından büyük öneme haiz birçok tarihi kaynağın gün ışığına çıkması beklenmelidir. Bu meyanda, bugüne kadar ilim adamları tarafından incelenememiş yeni elyazmalarının bulunması ile şimdiye kadar basılmamış hikmetler de gün ışığına çıkmağa ve yayınlanmağa başlamıştır.
Türkistan topraklarındaki devletlerin milli hassasiyet sahibi aydınlarının gayreti ile bu güzel gelişmeler olurken İslâm dünyasının çeşitli akım ve yönelişlerinin de Türkistan’a kendi fraksiyoner anlayışlarını taşımak maksadı ile bölgeye yönelik yoğun bir basın-yayın faaliyetine girdikleri gözlemlenmektedir. Türkiye’de adı bilinen/bilinmeyen her İslâmî oluşum yaptıkları yayınlar ile -henüz ilmihal bilgilerine muhtaç- halk arasında kafa karıştırmaktan başka bir sonuç da elde edememişlerdir. Burada belirtmem gereken bir durum Suudi Arabistan’ın Hacc ile kutsal topraklara giden Türkistanlı müslümanlara yönelik Vehhabilik propagandası içerikli çok sayıda kitabı ulaştırarak bölgenin dinî hayatında etkin olmağa çalışmasıdır. Bölgede yaşayan insanların lehçelerinde hazırlanan onbinlerce propaganda kitapçığı ücretsiz olarak dağıtıldığı hacılar vasıtası ile bölgeye taşınmaktadır.

Türkistan’a Yönelik ‘Cemaat’ Faaliyetleri

Genel anlamda İslâmi hayatın bu çerçevede de tasavvufî faaliyetlerin yakın geçmişe göre daha rahatlaması ve komünizm döneminde hayâl bile edilemeyecek dinî âyin ve ritüellerin serbestçe sergilenmesinin halk arasında bir ilgiye mazhar olduğu düşünülebilir. Fakat hâlâ toplum içerisinde ağırlığı bulunan ve gençlik dönemlerinde ağır din aleyhdarı kampanyalara muhatab edilmiş yaşlı kuşağın her türlü dinî oluşuma şüpheci olarak yaklaştıkları ve gençleri de dinî temâyüllere kapılmaktan alıkoymağa çalıştıkları gözlemlenmektedir. Hatta öyle ki, atalarından kendilerine intikal eden eski kitabların –meselâ el yazması bir Divân-ı Hikmet- tanımadıkları kişilere, ‘ne olur ne olmaz’ saiki ile göstermekten dahi çekinildiğine tanık oldum.
Bu çekingenliğin yol açtığı pasif direnç nedeni ile Türkiye’den Orta Asya Türk cumhuriyetlerine “cemaat” olarak nitelenen oluşumlar üzerinden dinî pratik transferi çalışmalarının da çok başarılı olduğu söylenemez. Hrıstiyan misyoner örgütlerinin devşirdiği Türkistan gençleri ile İslâmî cemaatlerin kazandığı gençlerin nicelik karşılaştırmasını yapmak bunu kolayca ortaya serer. Büyük bir ekonomik kaynağı ve siyasi dış desteği ardına alarak sürdürülen Hrıstiyan misyonerlik faaliyetlerinin Türk dünyasının yarınki hayatı için ne denli büyük bir tehlike oluşturduğu kendisini sorumlu hisseden herkes tarafından acilen fark edilmelidir.

Yesevî Kültüründen Günümüze Yansımalar

Her türlü dinî tezâhüre acımasızca bir sindirme ve yok etme faaliyetinin gerçekleştirildiği Sovyet döneminin 70 yıllık ağır baskı dönemi maalesef bölgedeki İslâmi hayatı yok olma sınırına kadar getirmiştir. Bırakın tasavvufi faaliyetleri Cuma namazının kılındığı sınırlı sayıdaki –ve göstermelik olarak açık tutuldukları belli olan- camilere öğrencilerin, gençlerin ve kamu görevlilerinin dahil olmasının resmen yasaklandığı bir dönem; hem de üç kuşak boyunca yaşanmıştır. Bu baskının en yoğun yaşandığı yıllarda her türlü dinî uygulama kısıtlandığı gibi “din adamı” sayılabilecek hemen herkes ya öldürülmüş veya daha şanslı olanlar (!) Sibirya’nın toplu çalışma kamplarında ömürlerini tüketmişlerdir. Türkistan’da bulunduğumuz günlerde sohbet ettiğimiz bir yaşlı Kazak Türk’ünün “yer altına gömülen dinî kitaplar” olarak sakladığı bir poşet içerisindeki kitablara baktığımızda basit ilmihal kitabları yanında -Arap harfli olduğu için dinî kitab sanılarak muhafaza edilmiş- Sovyet öncesi döneme ait ilkokul düzeyinde tarih, coğrafya kitablarının da bulunduğunu acı ile müşahede etmiştik. Daha pek çok örnek verebileceğim bu baskıların mantığını ve tatbikatındaki acımasızlığı anlayabilmek için canlı tanığı olan Şükrüllah Yusufoğlu’nun kaleme aldığı ve geçtiğimiz günlerde Türkçe’ye çevrilen “Kefensiz Gömülenler” kitabını tavsiye etmek isterim.11
Baskı yıllarındaki Stalinist yok etme politikasından Yesevîlik kültürünün taşıyıcısı olan şeyh ve mürid denilebilecek herkesin de en önde safta olmak üzere etkilenmiş olacaklarını tahmin etmek zor değildir. Nitekim bölgede bulunduğum yıllarda yaptığım araştırmalarda Yesevî şeyhi olabilme ihtimali olan hemen hiç kimseye rastlayamazken ailevî tevârüs yolu ile Yesevî kültüründen bazı kalıntılara sahib birkaç “aksakal” ile karşılaşabildim. Bu kişiler de köklü bir tasavvufî kültüre sahib olmayıp sadece hafızalarında saklayabildikleri bazı ritüelleri, ezberledikleri birkaç duayı günümüze taşıyabilmiş kişilerdi. Yesevî kültürünün nesilden nesile aktarılmasında kilit rolünü oynayan ve ‘Yesevîhan’ olarak adlandırılan ‘hikmet okuyucusu” hanımların da Sovyet işgalini yaşamış olan bölgede Fergana vadisi dışında bulunmadıkları söylenmektedir. Nakşbendi tarikatına mensub bir “mürşid” olarak kabul edilebilecek sadece bir tek kişiden bahsedilen bu araştırmalar sırasında, o “şeyh”e değilse de sayılı ve önde gelen müridlerinden birisine ulaşabilmiştim. Yakınlarda vefat eden ve Sovyet döneminde yeraltı örgütlenmesi sayılabilecek bir mürid ağı oluşturarak bütün Türkistan’da etkili olan bir mürşidin –ki o dönemde yaptığı fedakârlık ancak kahramanlık olarak vasıflandırılabilir- yerine geçmek isteyenlerin birbirlerine “para ile muskacılık yapmak”, “cenaze namazı kılmak ve ölüye dua etmek için bölge şartlarında astronomik ücretlere denk gelecek taleplerde bulunmak” gibi suçlamalar yöneltmeleri de ibret verici bir durumdur.
Türkiye’deki Nakşbendî gruplarının -başta tarikata ismini veren Şah-ı Nakşbend ünvanını taşıyan Bahaeddin Buharî olmak üzere silsilelerinin en az yedi önemli halkasını teşkil eden sûfîlerin yaşadığı- Türkistan’a yönelik yoğun bir ilgi sergilemeleri beklenirdi. Fakat aradan geçen süre şunu gösterdi ki, bölgeye giden bu tarikata mensub bazı şeyhlerin teması, yüzeyden derine nüfuz edememiş ve adeta bir “kabri ziyareti” çerçevesine sıkışıp kalmıştır. Bunun istisnası olan ‘tek kişi’ diyebileceğim Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan’ın (ölümü: 4 Şubat 2001) bazı tasavvufî eserlerinin bazı Türkistan lehçelerinde yayınlanması da yine istisnaî bir örnek olarak kalmıştır. Son yıllarda bazı tasavvufî cemaatlerin, bölgeye yönelik çalışmalara yöneldiği bilinmekteyse de bu çalışmaların halkın geneli üzerinde etkili olabilecek bir hacme ulaşabildiğini söyleyebilmek mümkün değildir.
İslâm’ın Türkistan’da yeniden canlanış sürecinde bazı yanlış örneklerin de sorgulanması ve bu suretle yanlışların yaygınlaşması önüne geçilmesi gereklidir. Somut bir örnek vermek gerekir ise Pakistan’dan Kazakistan’a gelen bir tasavvuf mensubunun faaliyetlerini ve sonuçta yol açtığı sıkıntıları gösterebilirim. 2. Dünya Savaşı öncesinde İslâm’a karşı ağır baskı döneminde Türkistan’dan Pakistan’a kadar hicret eden bir ailenin üyesi olan bir “Hoca” Pakistan’da edindiği tarikat kültürünü yayma düşüncesi ile Kazakistan’a gelir. Pakistan’da Kadiriye sûfî ekolünden etkilendiği anlaşılan bu kişi bölgedeki Yesevî kültürünün baskın karakterini fark edince kendisini “Yesevî şeyhi” olarak takdim etmeğe başlar. Bölgede zikir halkaları oluşturarak örgütlenmeğe çalışan bu ‘sonradan Yesevî şeyhi’ aykırı olarak algılanabilecek görüşleri ve müridlerinin bazı taşkın hareketleri nedeni ile kısa sürede bölgenin geleneksel İslâmî otoriteleri ile ters düşmekten kurtulamaz ve ülkeye girişi yasaklanarak sınırdışı edilir. Bu örnek bölgede yapılacak tasavvufî faaliyetlerde zâhir-bâtın dengesinin mutlaka korunması gereğinin çok manidâr bir örneği olmuştur.

Son Söz

1993 yılında yayına hazırladığım Divân-ı Hikmet’in sunuş yazısı için kaleme aldığım şu satırlarla makalemi noktalamak isterim.12
Ahmed Yesevî’nin Divân-ı Hikmet’inde neredeyse bin yıldır Türk’ün gönül gözünü ışıtan bir ışık saklıdır. Bu ışığın huzmeleri her bir hikmetin satırları arasından süzülerek ruh dünyamızı aydınlatmağa uzun bir zulmet devrinden sonra bütün Türk yurtlarında yeniden başlamıştır.
Ahmed Yesevî’den neredeyse 900 yıl sonra bize kadar ulaşan "Hikmetler" Türkler arasında İslâm etrafında örgülenen bir iman birliğinin teşekkül etmesine hizmet etmesi yönüyle Türk dünyasının manevi hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Hazret-i Türkistan’ın dilinden dökülen hikmetleri okurken yüzyıllar önce bu mesajları ilk defa işiten atalarımızdan biri yerine koyun kendinizi...
İşte o zaman Yesevî'nin büyüklüğünü daha iyi idrak edeceksiniz.


KAYNAK: ALINTI: Türk Yurdu Dergisi, Temmuz 2011, Cilt: 31, Sayı: 287; sayfa:32-40.

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Pîr-i Türkistan’ın İzinde
MesajGönderilme zamanı: 11.07.11, 13:34 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
Dipnotlar:

1 Ahmet Turan Arslan, Eyüp’te Medfun Meşâyıhtan Hacı Hasan Şükrü Efendi Ve “Tercüme-i Dîvân-ı Ahmed-i Yesevî”si , 27 Eylül 2010, viewtopic.php?f=170&t=3803&start=10

2 Bu menkıbelerin hemen hepsi Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî kitabımda bir araya getirilerek yayınlanmıştır. Bkz. Bice, Hayati; Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî; İnsan Yay. İstanbul-2011.
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=578272

3 Kemal Eraslan, “Şecereler”, Nesebnâme Tercümesi, Yesevî Yayıncılık, İstanbul,1996, s.30.

4 Hayati Bice, “Ahmed Yesevî Varisleri”, İşaret Taşları, İnsan Yayınları, İstanbul, 2006, s.92-101.

5 Hayati Bice, “Türk Dünyasında Yesevî Etkisi ve Murat Bardakçı”, Türk Yurtları Üzerine Notlar, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul,2010, s.271-277.

6 Necdet Tosun, Mir’atü’l-Kulûb, 27 Eylül 2010, http://www.tasavvuf.info/ntosun3.htm

7 Nâdirhan Hasan, Divan-ı Hikmet’in İstanbul’daki Bir Nüshası Hakkında, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cild:II Sayı:2, 2009, s.79.

8 Baymirza Hayıt, “Türkistan Kadınlarının Yesevîcilik An’anesi”, Milletlerarası Ahmed Yesevî Sempozyumu Bildirileri Kitabı, Kültür Bakanlığı HAGEM Yayınları, Ankara,1992, s.45.

9 Yusuf Hemedânî, Hayat Nedir, (Yayına Hazırlayan: Doç.Dr. Necdet Tosun), İnsan Yayınları, İstanbul, 2008, s. 91

10 Na'im-Bek Nurmuhammedoğlu, Hoca Ahmed Yesevî Türbesi, (Yayına Hazırlayan: Dr. Hayati Bice), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1991, s.6.

11 Hayati Bice, “Kefensiz Gömülenler” –kitab tanıtımı- , 27 Eylül 2010, http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/l ... sO8sfz.pdf

12 Ahmed Yesevî,, Divân-ı Hikmet, (Yayına Hazırlayan: Dr. Hayati Bice), 5. Baskı, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2009, s.59.

Kaynakça:

1. BİCE, Dr. Hayati, Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî, İnsan Yayınları, İstanbul, 2011.
2. BİCE, Dr. Hayati, İşaret Taşları, İnsan Yayınları, İstanbul, 2006.
3. BİCE, Dr. Hayati, “Türk Dünyasında Yesevî Etkisi ve Murat Bardakçı”, Türk Yurtları Üzerine Notlar, Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul,2010.
4. ERASLAN, Prof.Dr. Kemal, Nesebnâme Tercümesi, Yesevî Yayıncılık, İstanbul,1996.
5. HEMEDÂNÎ Yusuf, Hayat Nedir, (Yayına Hazırlayan: Doç.Dr. Necdet Tosun), İnsan Yayınları, İstanbul, 2008.
6. KÖPRÜLÜ, Prof.Dr. M. Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, DİB Yayınları, Ankara, 1966.
7. NURMUHAMMEDOĞLU Na'im-Bek, Hoca Ahmed Yesevî Türbesi, (Yayına Hazırlayan: Dr. Hayati Bice), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1991.
8. YESEVÎ Ahmed, Divân-ı Hikmet, (Yayına Hazırlayan: Dr. Hayati Bice), 5. Baskı, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2009.

ALINTI: Türk Yurdu Dergisi, Temmuz 2011, Cilt: 31, Sayı: 287; sayfa:32-40.

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Pîr-i Türkistan’ın İzinde
MesajGönderilme zamanı: 04.08.11, 14:07 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
Pîr-i Türkistan’ın İzinde -Türk Yurtlarında Tasavvuf ve Günümüze Yansımalar-

Dr. Hayati BİCE

“Türk yurtlarının manevi hayatını tarih boyu etkilemiş en önemli üç isim hangisidir?” diye sorulsa hiç kimse Ahmed Yesevî adını anmadan doğru yanıtı vermiş olmaz. O’nun “Pîr-i Türkistan” olarak bilinen unvanı bile, bu etkinin somut bir kanıtı olarak görülmelidir.”

Resim

ALINTI: Türk Yurdu Dergisi, Temmuz 2011, Cilt: 31, Sayı: 287; sayfa:32-40.

http://www.turkyurdu.com.tr/

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Pîr-i Türkistan’ın İzinde
MesajGönderilme zamanı: 20.02.12, 11:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 21.12.08, 12:25
Mesajlar: 641
http://www.turkyurdu.com.tr/

_________________
"Bismillah dep beyan eyley hikmet aytıp
Taliblerge dürr ü gevher saçdım mena..."


Hazret-i Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî [ Qaddesallahu Teala Sırrahul-Azîz ]


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 6 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye