Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Cemaatsiz demokrasi mümkün mü?
MesajGönderilme zamanı: 05.05.11, 12:51 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 20.01.09, 10:20
Mesajlar: 239
Cemaat demokrasiyi bozar mı?

Cemaat, Gülen Hareketi’ni de içine alan çok yaygın ve vazgeçilmez bir grup yapısıdır.
Bu durumda soruyu şöyle sormak lâzım: Cemaatsiz demokrasi mümkün mü?


Prof. Dr. MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
m.turkone@gmail.com

Demokrasiyi dişi bir mabude gibi tasvir etmek, Avrupa icadı bir imge. Özgürlük, adalet hepsi dişidir. Halbuki demokrasi, zorlu, ağır şartlarda iş gören ve dayanıklı bir yaratığa benzemeli, üstelik etkileyici görünmeli; yağız bir delikanlı gibi. O zaman zorlu sınavları ve yükleri, Kaf Dağı’nın ardından canavarın kellesini getirme becerisi olarak anlatmak mümkün. Bir de delikanlıyı bozan şeyleri... Cemaatler demokrasinin neresinde? Bu yağız delikanlının cemaatlerle alış verişi nedir? Cemaat demokrasiyi bozar mı? ‘Cemaat’ denince bir toplumsal örgütlenme biçimi anlaşılmalı. Ferdinand Tönnies’in ‘gemainschaft’ adını verdiği, toplumların tarihsel dönüşümlerinin stratejik dayanağı olan bir kategori. Bizde cemaat denince ‘Fethullah Gülen Hareketi’ anlaşılıyor. Hâlbuki cemaat, Gülen Hareketi’ni de içine alan çok yaygın ve vazgeçilmez bir grup yapısı. Öyleyse soruyu sosyolojik içeriğinden bir reel siyasî sonuç devşirmek üzere sormak lâzım: Cemaatsiz demokrasi mümkün mü?

Bahçeli’nin ‘abuk’ çağrısı

Cemaatlerin yapısı dışa dönük olmaktan ziyade içe dönüktür. Sıkı bir dayanışma ve yardımlaşma içinde, sağlam bir güven duygusu oluşturarak sosyal sorumluluklar üstlenirler. İnanç, bu güveni sağlayan ortak payda ve olarak devreye girer. Bir cemaate yapılabilecek en abuk çağrı, faaliyetlerini askıya alma çağrısıdır.

MHP liderinin, Gülen Cemaati’ne yaptığı çağrının masum olmadığını, bu çağrının akıl dışı içeriği gösteriyor. Ergenekon Davası, topyekun bir savunma ile battığı bataklıktan çıkmaya çalışıyor. Uyguladıkları savunma taktiği ise, darbe iddialarının bir komplodan ibaret olduğunu öne sürmek. Peki, bu kadar etkileyici bir komployu hangi örgüt tezgahlayabilir? Darbecilerin gömüldükleri bataklıktan çıkmak için bir günah keçisine ihtiyaçları var: Cemaat. Darbeciler, Gülen cemaatini hedef tahtasına koyarak huruç hareketine giriştiklerine göre, demokrasi galiba cemaatsiz pek mümkün değil. MHP liderinin seçim sath-ı mailine girildikten sonra, kendi seçmenlerine ters düşmek pahasına tabanının yakınlık hissettiği bir cemaate savaş açması, bu demokrasi eksikliğinin kanıtı değil mi?

Öyleyse demokrasi ile cemaatler arasında sanıldığının tersine olumlu bir ilişki olmalı.

Gemeinschaft: ‘Cemaat’ dediğimizde aslında bize özgü bir modelden bahsetmiyoruz. Bütün insanlığın bir zamanlar ana rahmi gibi huzurlu ve güvenli bir şekilde içinde yaşadığı sonra kaybettiği, yokluğuna dayanamadığı için yeniden aradığı, bulmak için her yola başvurduğu bir toplum modelinden bahsediyoruz. Bu toplum modelini sosyal bilimlere, yaşadığımız trajik değişimi açıklayan bir anahtar olarak yerleştiren Tönnies, içinde yaşadığımız toplum ile mahrum kaldığımızı karşılaştırma imkânı da veriyor. Geleneksel toplumlar, ‘cemaat’ (gemeinschaft) şeklinde organize olmuşlardı. Bu toplumlar, adeta büyük bir aile gibi yaşıyorlardı. Hasta mutlaka bakılır aç mutlaka doyurulurdu. “Yarın başıma ne gelir?” korkusuna bu toplumda yer yoktu. Bu toplum modeli, sanayileşmenin hızlandırdığı şehirleşme ile birlikte aşınmaya başladı. Cemaat parçalandı, yerine birbirine yabancı ve mesafeli insanlardan meydana gelen ‘cemiyet’ (gesellschaft) yani şehirli toplum geçti. Şehirlerimizin apartman hayatını ve oradaki komşuluk ilişkilerini gözünüzde canlandırdığınız zaman teorik bir kategoriden değil, içinde yaşadığınız toplumun kendisinden bahsettiğimi anlayacaksınız.

Cemaatçilik olarak komünizm

Binlerce yıl, etrafımızdaki tabiat gibi doğal algıladığımız, aksini ve alternatifini düşünmediğimiz bir toplum yapısı içinde yaşadık. Sanayileşip ileri teknolojik bir topluma doğru evrilirken, bu “doğal” toplumu da yitiriverdik. Binlerce yıllık insanlık tarihinin en trajik, en ürkütücü değişimi cemaat hayatından cemiyet hayatına geçiştir. Bu geçiş, ana rahminden dünyaya geçmek gibidir. Bu değişim o kadar sarsıcı olmuştur ki, sonrasında ortaya çıkan hemen her çaba bu sarsıntının telafi edilmesi ve bir şekilde cemaat hayatının yeniden kurulması içindir. Şehirlerde fabrika işçilerine dönüşen insanları, sınıf adıyla bir cemaat şeklinde organize etmeye çalışan sosyalistlerin, ‘komünizm’ ismini tercih etmeleri, ihtiyaç duyulan şeyi de gösterir. Komünizm, cemaat (commun, community) kelimesini Marksist ideolojinin adına dönüştürmüştür. Komünizmin Türkçedeki tam karşılığı “cemaatcilik”tir; ıstılah olarak cemaatteki ortaklaşacılığa atıfta bulunur. Aynı sınıfa mensup insanlar ‘sınıf dayanışması’ içine gireceklerdir. Yoksulluk paylaşımı getirecektir. “Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmayan” insanlar, ortaklaşa yaşayacakları bir cemaati kurmak için harekete geçecekler, proleterya devrimi ile bu cemaat hayatının ilk adımı atılacaktır. Ayrımı yaratan mülkiyettir. Mülkiyet olduğu için burjuvazi işçiyi yoksullaştırmakta ve sömürmektedir. Cemaat hayatı ancak eşitliği tesis ederek gerçekleşebilir. Bunun yolu da herkesi eşit kılacak düzeni kurmak, mülkiyeti ortadan kaldırmaktır.

Bazılarına zor bir ekonomi-politik teorisi olarak gelen Marksizm, merkeze cemaat alındığı zaman son derece sade ve iç tutarlılığı olan bir açıklamaya dönüşür. Milliyetçilik de, kaybolan cemaatin yerine, aynı sıcaklığı verecek büyük bir cemaat arayışının adıdır. Milliyetçi ideolojilerle milletlerin tarih sahnesine çıkışı arasındaki sebep-sonuç ilişkisi, kaybolan cemaatin yeniden inşası çabasını açıklamaktadır. Millet ve milliyetçilik arasındaki ilişki genel bir yanılsama olarak yanlış kurulmaktadır. Milliyetçilik var olan bir milletin kendisini ifadesi olarak ortaya çıkmamıştır. Tersine milleti biçimlendiren, tarih sahnesine çıkartan ve modern çağın uluslararası ortamının temel yapı taşı haline getiren bizzat milliyetçiliğin kendisidir. Milleti, milliyetçilikler yaratmıştır. Milliyetçilik, kaybolan cemaatin yerine siyasî bir cemaat yaratma gayretidir. Anderson’un vurguladığı gibi ‘millet’ bir ‘hayalî cemaat’tir. Birey, tanımadığı ama kendisine benzediğine inandığı (aynı dili konuştuğu, aynı inancı ve vatanı paylaştığı) diğer insanlarla aynı cemaatin üyesi olduğuna inanmakta, bu hayal ile huzur bulmaktadır. Yitirilen cemaat, millet adıyla yeniden kurulmaktadır.

Max Weber, kapitalist ekonomiyi Protestan ahlâkının ortaya çıkardığını söylemişti. Bizdeki tarikatlere benzeyen, gerçekte ise tam bir cemaat olan Protestan Quaker, Baptist ve Metodist mezheplerin çalışma ve ticaret ile dinî inançlar ve kurallar arasında kurdukları ilişki, adeta dinî ahlakın ticarî ahlaka dönüşümünü anlatır. Çalışma ve mübadele bütünüyle dinî kurallar etrafında hayat bulmaktadır. Mesela yatırım sermayesini nakdî servete dönüştürmenin dinen yasaklanması gibi. Aslında burada anlatılan, dindarlık ile ticarî faaliyetler arasındaki uyumdur. Modern toplumlar güven boşluğunu derinden yaşar. Ticarette en değerli sermaye ise güvendir. Dindarlık, birbiriyle ticaret yapan insanlara peşin bir güven vermekte. Dindarlığın bu faaliyet alanlarında genel çerçeveyi oluşturması son derece doğaldır. Dindarlık bir toplumsal nirengi noktası olarak alınmakta, toplum din etrafında organize olmakta ve iş görmektedir.

Protestan etiği ve güven toplumu

Weber, Amerika’da 1904 yılına ait bazı gözlemlerini ve görüşmelerini nakleder. Birlikte seyahat ettiği bir satıcıya, Amerikan toplumunun kiliseye bağlılığından söz ettiği zaman şu cevabı alır: “Bayım, bana kalsa herkes istediğine inanır veya inanmaz; ama hiçbir kiliseye mensup olmayan bir çiftçi ya da işadamı görünce ona elli sentlik güven duymam. Hiçbir şeye inanmıyorsa bana borcunu niye ödesin.” Aranan prüten ahlâkının işlediği bir güven ortamıdır.

Bizde farklı iş kollarında faaliyet gösteren loncaların aynı zamanda dinî teşkilatlar olduğunu unutmayalım. Lonca erkanı ve kuralları tasavvufun zengin dünyasından alınmadır. Ordumuz yani Yeniçeriler bile Hacı Bektaş Dergahı’na bağlı bir dinî topluluk idi. Meslekî olarak örgütlü olanlardan topluma geçtiğimiz zaman izler daha derinleşmektedir. Türk milletinin Orta Asya’dan Batı’ya yönelmesi, anavatanlarında İslâmiyet öncesinde çok doğal ve yaygın olan “yağma”nın yerine tamamıyla dinî nitelik taşıyan “gaza kültürü”nü başarıyla yerleştirmeleriyle mümkün olmuştur. Yeni göç edenler, yerleştikleri yerde “dinî bir cemaat” şeklinde teşkilatlanmıştır. Ömer Lütfi Barkan’ın “Kolonizatör Türk Dervişleri” başlıklı makalesi aynı zamanda din ve dindarlık etrafında kurumlaşan iskân siyasetini anlatır.

Bugün kuru kültür iklimimizde, dünyaya laik-antilaik ekseninden bakanlara cemaatlerle tarikatlar arasındaki farkı anlatmak bile çok zor. Bugünün etkili ve sürükleyici modelinin tarikat yerine cemaat olması da, dinî inancın kozmogonisinin değil dindarlıkla karşılanan toplum hayatının ihtiyaçlarının öne çıktığını gösteriyor.. Başka türlü karşılanmayan, karşılanamayan saf insanî ihtiyaçlar ve arayışlar bunlar. Anlamak niyetiyle bakanların, dinin siyasî yorumlarının değil birlikte yaşanan toplumsallığın dindarlıkta vücut bulduğunu fark etmeleri lâzım. Şerif Mardin’in “Bediüzzaman Said Nursî Olayı” başlıklı araştırması, Cumhuriyet’in ilk yıllarında Nurculuğun, kırsal ve küçük kasaba orta sınıflarının temsil arayışına nasıl sembolik bir anlam kazandırdığını anlatır. Said Nursî karşımıza, çevreye yani taşraya canlılık ve ifade gücü kazandıran bir önder olarak çıkmaktadır. Merkez karşısında dağınık olduğu için güçsüz olan taşra, Nurculuğun ortak dili ile bir araya gelmiş ve baskılara direnmiştir. Cumhuriyet’in başlarında toplumun ana gövdesi, modernleşmenin ağır sancılarına biraz da Nurculuk gibi toplumsal vechesi kuvvetli akımlar sayesinde katlanabilmiştir.

Türk toplumunun hayırseverlik gücünü bir sermaye olarak tasavvur edelim. Dindarlığın beslediği bir sermayedir bu. O zaman, kimsesiz çocuklarına devletin baktığı, çok azına bakabildiği, bakabildiklerine de kötü davrandığı bir ülke olmak inanılmaz bir tezat değil mi? Neden laik batı dünyasında bu işi tek başlarına kiliseler üstleniyor? Cemaatleri sınır dışında tutarak toplumda var olan sosyal sermayeyi heba edersiniz. Paranoyakça yasaklara rağmen toplumun ifa ettiği dayanışma ve yardımlaşmanın, her şeye rağmen sizi ayakta tutan güç olduğunu fark edemezsiniz. Cemaatler konusunda yeniden düşünmeliyiz. Cemaatlerine zorluk çıkartan, cemaatleriyle kavga eden, onlara yasaklar getirmek için fırsat kollayan bir devlet, kendi ayağına kurşun sıkmaktadır. Türkiye’nin sivil gücü çoğu yerde kendi devletinin taktığı çelmelere rağmen, “cemaat” sıfatıyla dünyanın her yerinde at koşturuyor, iddialı projeleri gerçekleştiriyor. “Çağımızın Kolonizatör Türk Dervişleri”, dünyanın hemen her ülkesinde güven adaları inşa ediyor. Geleceğin dünyasında Türkiye’nin yeri, bu “millî misyonerler” eliyle bugünden şekilleniyor.

Cemaatlere düşmanlık bu topluma, aklı başında bu devlete has bir tavır olamaz. Bu ülkeyi sevenlerin ve düşünenlerin savaşa değil, bu toprakların sahip olduğu bütün potansiyeli yine bu ülkenin sorunlarını çözecek ortak amaçlar için seferber etmeye ihtiyaçları var. Bahsettiğim şey, bu ülkede inanılmazların gerçekleşeceği mucizenin kendisidir. Bu mucizeyi “cemaat farkı” ortaya çıkartacaktır. Elinizde, bu farkın yerine koyabileceğiniz hiçbir şey yok; üretmeniz de yakın tarihin gösterdiği vechile imkânsız.

http://www.stargazete.com/acikgorus/cem ... 348321.htm


***
Alıntı:
Cemaatler hakkında bilmediğimiz ve yanlış bildiğimiz her şey...

Prof. Dr. Ömer Çaha

omercaha@yahoo.com

Cemaat konusu Türkiye’de toplumun ve kamuoyunun gündemine son zamanlarda oturan en önemli konulardan biri.



Bunca tartışma konusu oluşturmasına rağmen cemaatlerin yeterince araştırma konusu oluşturamadığını ne yazık ki görüyoruz. Kuşkusuz bunun temelinde çok sayıda neden yatar. Ama akademik hayattaki “mahalle baskısının” üniversitelerde bu konuya eğilme cesaretini önemli ölçüde kırdığını belirtmek gerekir. Meslektaşlarım Ferhat Kentel, Yasin Aktay ve Ramazan Yelken’le birlikte gerçekleştirdiğimiz, “Türkiye’de Cemaat Algısı” araştırmasının, çokça konuşulup tartışılan, ama ne yazık ki fazla bilinmeyen bir konuya el atması bakımından bir ilk olduğunu söyleyebiliriz.

Araştırma, çok boyutlu sonuçlara ulaşmıştır. Her şeyden önce, ulus ve birey ekseninde sürmekte olan modernleşme sürecinde cemaatlerin varlıklarını bir şekilde sürdürdüğü gerçeğiyle karşı karşıyayız. Cemaat üzerindeki çalışmalarıyla bilinen Ferdinand Tönnies’in meşhur, “cemaat” üzerine bina edilen geleneksel toplumun “cemiyet” üzerinden gelişen modern topluma doğru evrildiğine ilişkin yaklaşımı bugün için farklı bir boyut kazanmış durumdadır. Bugün modernleşme bir yandan “ulus” fenomeni üzerinden ilerlerken, bir yandan da bu genel yapı içindeki dinsel veya seküler temeller üzerinden gelişen cemaat yapılarını barındırmakta veya yeniden üretmektedir.

Bugünün modern toplumunda cemaatler sadece dinsel temel değil; aynı zamanda etnik, cinsiyet, ortak ideal ve yaşam biçimleri üzerinden de gelişmektedir. Bu yönüyle değerlendirildiğinde, cemaat olgusunun modern toplumun bir gerçeği olduğunu, olmaya da devam edeceğini söyleyebiliriz. Özellikle toplumsal bağlardan arınmış tekil bireyselleşmenin bireyi yakaladığı anomi, yalnızlık ve bunalım durumunu dikkate aldığımızda cemaatsel yapıların bireyler için aynı zamanda bir sığınma yeri, bir liman, bir hayata tutunma aracı olduğunu düşünmek mümkündür.

Sivil toplumun işlevi

Araştırmamız bu tespitin Türkiye için de geçerli olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırma esas olarak dini cemaatler üzerine yapılmış bir çalışmadır. Ancak 1980’lerden sonra yükselen kimlik ve aidiyet temelli talepleri ve hareketleri dikkate aldığımızda, modernleşmenin Türkiye’de topluluklar üzerinden yeniden üretildiğini ve uluslaşmanın kendi içindeki iç katmanlarıyla birlikte seyrettiğini söyleyebiliriz. Ulusal yapı içindeki kompartmanlardan birini dini cemaatler oluşturmaktadır. Toplumun yüzde 16’sı dini cemaatlerden birine yakın veya mensup durumdadır. Diğer cemaatsel yapıları da (kadın hareketi, etnik hareketler, ortak ideal veya yaşam etrafındaki oluşumlar) dikkate aldığımızda bu oranın daha fazla olduğunu tahmin edebiliriz.

Araştırma bulgularından biri, Türkiye’de sönük bir sivil toplum yapısının bulunduğu gerçeğidir. Özellikle dernek, vakıf veya sendika gibi örgütsel yapılar etrafındaki formel katılımın yüzde yirmiler düzeyinde kalacak kadar düşük oluşu önemli bir bulgudur. Türkiye’de bugün yaklaşık olarak 80 bin civarında dernek bulunmaktadır. Nüfusa orantılalandırıldığında bunun

gelişmiş demokratik toplumlarla kıyaslanmayacak kadar düşük olduğu anlaşılır.

Türkiye’de sivil toplumun işlevini bu bakımdan informel yapıdaki cemaatlerin önemli ölçüde omuzladığını söyleyebiliriz. Dini cemaatler bu yönüyle sivil toplumun boşluğunu doldurmaktadırlar. Cemaatler giderek vakıf veya dernek şeklindeki alt örgütlerle sivil toplumun formel yönüne de bir dinamizm kazandırmaktadırlar.

Türk toplumu cemaatlere nasıl bakıyor? Cemaatlerin insanlar üzerinde baskı kurduğunu düşünüyor mu? Modernleşmeye rağmen cemaat tipi yapılar neden ortadan kalkmıyor? Cemaatler siyasette ne kadar etkili? Cemaatler salt dinsel yapılar mıdır? Andy-Ar’ın STAR için yaptığı araştırmayı yürüten akademisyenlerden Prof. Ömer Çaha Türkiye’deki cemaat algısının tahmin edilenden farklı olduğunu söylüyor.

Siyasette ne kadar etkililer?

Dini cemaatler bugün eğitimden medyaya, ekonomik faaliyetlerden hayırseverliğe değin geniş bir alanda faaliyet göstermektedirler.

Bu yönüyle değerlendirildiğinde, dini cemaatlerin bir din adamı etrafında, belli başlı prensiplerin ışığı altında gelişen basit bir yapıyı aştığını; eğitim ve sağlık gibi modern kurumlara ve küresel süreçlere de eklemlenen geniş ve kompleks bir yapıya dönüştüğünü söyleyebiliriz. Cemaatler bu bakımda toplumla çok yönlü bir temas ve etkileşim içindedirler. Unutmayalım ki, karşılıklı etkileşim, değişim ve ılımlılaşmayı getiren bir şeydir. Tersinden bakıldığında değişimin etkileşimle geliştiğini söyleyebiliriz. Canlı bir organizma olan ve sürekli olarak değişim ve adaptasyon süreci yaşayan toplumla etkileşim doğal olarak cemaatleri de değişim ve etkileşim sürecinin bir parçası haline getirir. Bu değişimin tipik örneklerinden birini araştırmada en etkin ve en çok bilinen cemaat olarak ortaya çıkan Gülen ve Nur cemaatleri oluşturmaktadır. Bu cemaatler, liderleri olan Said-i Nursi’nin, “siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım” söylemine rağmen bugün siyasetin merkezine oturmuş durumdadırlar. Bu değişim, Türkiye’de toplumu en ince detayına kadar sarıp sarmalayan siyaset mekanizmasının toplumdaki etkinliği ve yaygınlığıyla bağlantılı olsa gerek.

Türk toplumu cemaatlere nasıl bakıyor? Cemaatleri kendi yaşamında ne denli baskıcı olarak algılıyor? Araştırmanın önemli sorularından bir kısmı bununla ilgilidir. Araştırmanın bu konudaki tespitlerini vermeden önce insanlarda var olan “algı” ile “deneyim” arasındaki farklılık üzerinde biraz durmakta yarar vardır. Bilindiği gibi algıda, deneyimlerimizin yanı sıra, tecrübeyle test edilmeyen duyumlar, söylentiler, propagandalar, dedikodular, önyargılar ve tüm bunların sonucunda gelişen imajların önemli bir etkisi vardır. Oysa deneyim bizatihi yaşanarak hissedilen bir süreçtir. Bu süreç sonucunda ortaya çıkan kanaatler, düşünceler ve bilgiler algıya göre daha sahici ve doğrudur. Araştırmamıza göre cemaatler hakkındaki algılarla deneyimler arasında belirgin bir farklılık vardır. Araştırma verilerine göre toplum, cemaatlerin başkasına karşı baskıcı ve dışlayıcı oluşuyla ilgili algıda eşit derecede ikiye bölünmüştür. Başka bir deyişle, cemaatleri dışlayıcı veya baskıcı görenlerle görmeyenlerin oranı aşağı yukarı yüzde 40 civarında benzerlik göstermektedir. Cemaatler konusunda olumsuz imaj gibi olumlu imajın oluşmasında da yukarıda zikredilen faktörlerin etkili olduğu söylenebilir. Burada medyanın özel olarak rol oynadığını belirtmek gerekir.

Cemaatlerin baskıcı olduğuna ilişkin algı, kişisel deneyim üzerinden ölçüldüğünde farklı bir boyut kazanmaktadır. Son bir yılda cemaatlerden kaynaklanan herhangi bir baskıya maruz kalınıp kalınmadığı sorgulandığında, toplumun yaklaşık dörtte üç (yüzde 76) düzeyinde böyle bir deneyim yaşamadığı anlaşılmaktadır. Son bir yıl içinde cemaatlerden kaynaklanan bir baskıya maruz kaldığını belirtenlerin oranı yalnızca yüzde 14 düzeyindedir. Araştırmamızın ilginç bulgularından biri cemaat baskısına maruz kalma konusunda cemaatlerin dışında olanlarla içinde veya yakınında olanlar arasındaki deneyim farklılığıdır. Yakın veya mensup olanların son bir yılda cemaatlerden kaynaklanan bir baskıya daha fazla maruz kaldığı görülüyor. Cemaatlerin dışında kalanların yüzde 12’si cemaat baskısına maruz kalırken, bu oran cemaatlere yakın olanlarda yüzde 30’a, mensup olanlar da ise yüzde 13’e yükselmektedir.

Cemaat baskısı var mı?

Bu verileri esas aldığımızda, cemaatlerin, içeridekilere göre dışarıda kalanlara karşı daha fazla hoşgörülü olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Cemaatlere yakın olanlar, cemaatlerin baskısını daha fazla hissetmektedirler. Bu baskının neler olduğu araştırmada sorgulanmamıştır. Ancak cemaatlerin kendi bağlılarından bekledikleri sıkı kural ve prensiplerin mensuplar tarafından bir baskı unsuru olarak hissedildiğini tahmin edebiliriz.

Araştırmamızın önemli bulgularından biri de aile bağları ve komşu seçimiyle ilgilidir. Türk toplumunun, yoğun göç ve kentleşmeyi içeren modernleşme sürecine rağmen güçlü aile bağlarına sahip olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağın komşulukta da arandığını söyleyebiliriz. Toplumun komşu seçiminde genel olarak kendisiyle benzeşen insanları öncelemesi, bazı yaşam biçimlerinden veya kimliklerden uzak durmaya özen göstermesi bu tezi doğrulamaktadır. Başörtülü veya başörtüsüz kadınlar, dindar Sünniler, Aleviler ve Kürtlerle komşu olma konusunda toplumda ciddi bir endişe, bir rahatsızlık görülmemektedir. Bu kimliklerin, aslında Türk toplumundaki baskın prototiplere uyan kimlikler veya yaşam biçimleri olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de, son yirmi otuz yılın en önemli siyasal çatışma ve tartışma malzemeleri başörtüsü, Kürt sorunu ve Alevilik gibi konulardır. Ancak buna rağmen toplum, bu kesimlerle bir arada yaşama konusunu sorun olarak görmemektedir. Buradan hareketle, Türkiye’de medyanın, akademik dünyanın, siyasetin, bürokrasinin tartışmaya çalıştığı, hatta üzerinden çatışma üretmeye çalıştığı konuların toplumsal bir dayanağının, temelinin ve karşılığının bulunmadığını söyleyebiliriz.

"Komşu komşunun külüne muhtaç"

Komşu seçiminde baskın prototipten uzaklaşıldıkça toplumda bir ürkekliğin uyandığı görülüyor. Eşcinsel, Çingene, içki içen, Ermeni ve Yahudi’lerin istenmeyen komşular arasında yer alması buna bağlanabilir. Burada içki içenler üzerinde özel olarak durmak gerekir. Araştırma bulgularına göre toplumun aşağı yukarı üçte birlik bir kesimi (yüzde 37) düzenli veya arada bir içki içmesine rağmen, içki içen komşu konusunda negatif bir tutum sergilenmesinin temelinde içkinin son yıllarda değer yüklenen bir obje ve aynı zamanda politik bir tartışma malzemesi haline gelişi yatıyor. Medyada, mahalle kavgalarıyla, aile içinde veya düğünlerde üretilen şiddetle, trafik kazalarıyla ilgili haberlerin alkol veya içki ile birlikte verilmesi içkiye karşı negatif bir imajın oluşmasına yol açmaktadır. İçki içen komşuya karşı sergilenen negatif tutumun bununla bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak, Türkiye’de modernleşme, bir yönüyle geleneksel cemaatsel yapıları ve dinamikleri kendisine entegre ederek dönüştüren ve bu arada kendisi de dönüşen bir sürece, bir yönüyle de aslında cemaat dinamiklerini canlı tutan ve yeniden üreten bir sürece işaret etmektedir. Hızlı göçler, kentsel yoğunlaşmalar, siyasal ve ideolojik savrulmalar, yaşam biçimi üzerinden gelişen ayrışmalar, devam etmekte olan geleneksel yaşam kalıpları bireyleri bir yerlere tutunma, cemaat gibi ara kurumlar üzerinden toplumun geneline entegre olma veya aile başta olmak üzere, türdeş yapılara yönelme davranışına yöneltmektedir. Cemaat olgusunun, bu ihtiyacın bir sonucu olarak Türkiye’de canlı biçimde varlık gösterdiğini ve giderek de yaygınlaştığını söyleyebiliriz.

http://www.stargazete.com/acikgorus/cem ... 343251.htm


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye