Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî'ye Göre
Şeyhe Bağlanmak, Tarîkat Alma Ve Sülûkun Gereği
CAMİ'UL USÛL
V.8- MÜRŞİD EDİNMEK Şeyhe bağlanmak, tarîkat alma ve sülûkun gereği
Dediler ki; "Âdet oldu ve tecrübe ile bilindi ki, mânevi pisliklerden temizlenmek, görünmez kirlerden kurtulmak ve namaz ve diğer ibadetlerle huzur, huşuyu elde ederek, ihsan denen, Allah-ü Teâlâ'yı görüyormuş gibi ibâdet etmek ancak kâmil, âlim bir şeyhin eli üzere sülûk ile mümkün olur. Bu şeyh. bahsedilen hastalıkların ilâcını, muamele ve hikmetini bilir. Tecrübe, zevk ve ilim sahibidir. Eğer bahsedilen kötü huylarla hastalıklı olan kimse, çeşitli kitap ezberlerse o kimse nefsi emmarenin pisliklerinden ve gizli oyonlarından onu kurtaracak bir şeyhin terbiyesine yine muhtaçtır. Biz bunu, bu hastalıklara uğramış çok fıkıh ehlinde görüyoruz. Gözlemler ve tecrübeler artık bu konuyu kesin bir kanaat haline getirmiştir. Allah-u teâlâ buyurdu; (Ayet meali): "Elbette insan nefsinin ne olduğunu görüyordur..."
Şârâni, Envâr-ı Kudsiye'de buyurdu ki: “Tarîkat ehli tümüyle ittifak etti ki; insanın namazının sağlıklı olması için, onu kalbiyle ilâhi huzurdan engelleyen bu sıfatları yok etmeye yönlendirecek bir şeyhi edinmesi vâciptir." Bu da şu hükümden çıkıyor. "Bir vâcip eğer bir şey olmadan tamamlanmıyorsa o şey de vâciptir." Şüphe yoktur ki bâtınî hastalıkların tümünün ilacı vâciptir. Âyetler hadisler, kötü huyların haram olduğuna ve ceza ile tehdide şahittir.
Böylece bilindi ki, kendini bu kötü sıfatlardan çıkaracak bir şeyh edinmeyen kimse, bu sebepten Allah'a ve Resulüne isyan etmiştir, Zira ilaç yolunu aramıyor. Ne kadar kendini zorlasa da şeyhsiz fayda vermez, isterse tıbba ait bin kitap ezberlesin. İlâcın hastaya veriliş şeklini bilmiyor. Onu işiten, tıp kitaplarını okuduğu sebebiyle büyük bir doktor sanır. Ama hastalığın ismi sorulup, giderilmesi konusunda bakar ki, o muhakkak ki cahildir. Sen kendine bir şeyh edin'... Karşı gelme. Âhiretin ebediliğini düşün. Sakın!... Sûfilerin yolu kitap ve sünnetle getirilmedi deme!.. Zira bu söz küfürdür. Sûfilerin yolu tümüyle Muhammedi ahlâk, Ahmedî siret ve ilâhî yoldur.
Şârâni (KS); Cevâhir adlı kitabında dedi ki; "Bir kulun amellerinde riyâ ve ucupdan hangi ilaçla kurtulacağı bana soruldu. Ona şöyle cevap verdim: Allah zikrini öyle çoğaltmalı ki kalbinde hakikî Tevhid cilalansın Böylece, o kendi amellerini Allah'ın yarattığı olarak görür. Başkasına nisbet kalmaz. Bu durumda o kulun indinde ne riyâ kalır, ne ucup, ne de günahkâr bir kimseye karşı büyüklenme olmaz. Zira kul, bundan sonra ameli ile başkasına gösteriş yapmaz ve nefsinde ucup olmaz. Ve dolayısı ile onun indinde bir dava kalmaz."
Eğer, “Tevhidden başka, kula bir (âmel) ilâç var mıdır?" denilirse, derim ki; “Kula bu konuda Tevhidden daha süratli bir ilaç bilmiyorum." İşte tarîkat ehlinin tümünün müritler için koyduğu şey budur. “Tarîkatı bunun üzerine kurdular. Bu konuda nefisleri Kur’ân okumak, namaz ve oruçla meşgul olup, riyâları ile ve amellerini görerek ölen kullar elbette hata ettiler. Ve amellerinde ihlâsı bulamadılar. Buna şu mealdeki Hadis-i Şerîf işaret ediyor, "Hak Teâlâ'nın bir âbide "rahmetimle cennetime gir” sözüne karşı kul der ki, "Yâ Rabbi amelimle gireyim" sözü, anlayışının olmadığındandır." Zira Kuran, kalbin cilasını gerektirir. Bakır madenini temizlemekte, zikrin tesiri, pası temizleyen ilaç gibidir. Zikrin dışındakiler ise sabun gibidir.
Razı olunan cevaplar kitabında Şârâni (KA) dedi ki; "İzzettin bin Abdüsselâm, Ebul Hasan Eş-Şâzelî ile birlikte olmadan önce diyordu ki, "Elimizde fıkıhtan başka Allah'a yaklaşım yolu var mıdır?" Ama Şeyh ile bir araya geldikte, tarîkat ehlini ikrar edip onların yollarının sıhhatına en açık bir delil ile şöyle diyor; "Muhakkak ki tarîkat ehli, kaideler üzerine oturmuşlardır. Onlardan başkaları görünüşe baktılar. Tarîkat ehlinin elinde olan kerâmetler, harikulâde şeyler fıkıh ehlinde olmadı, isterse fıkıh ilminde en üst noktaya ulaşsınlar, onların yollarına uymadıkça, onların hallerine ulaşamadılar."
Bu konuda ayrıca şöyle dendi; "İmam Ahmed bin Hanbel, oğlu Abdullah'a derdi ki: "Ey oğlum, sen hadise devam et, kendilerini Sûfi diye isimlendiren kimselerle birlikte olmaktan sakın. Zira onlar çoğu dininin ahkâmını bilmez cahildir." Ne zaman ki, Ebû Hamza Bağdadi (KS) ile beraber oldu tarîkat ehlinin hallerini öğrendi ve o zaman oğluna şöyle diyordu: "Ey oğlum, Sen bu tarîkat ehli ile beraber ol. Zira onlar bizim ürerimize ilim, murâkabe, haşyet, zühd ve himmet yüceliğinin çokluğu ile öne geçtiler."
Bu konuda yine bir şey daha söylendi. "Bize haber olarak ulaştı ki, İmam Şâfî (RA) Sûfilerle oturuyordu ve diyordu ki; "Fıkıh ehli, Sûfilerin kullandıkları kelimeleri bilmeye muhtaçtır. Böylece fıkıh ehlinde olmayan ilmi onlardan öğrenmiş olur." Şöyle demek yanlıştır: "Eğer bu bâtınî hastalıkların ilacı vâcip olsa idi elbette sahabe, tabiin ve müctehitler elbette bu konuda kitap ortaya koyarlardı. Biz ise böyle bir şey görmüyoruz." Biz buna deriz ki; "Bizde ortaya çıkan bâtınî hastalıklar onların asrında yoktu. Eğer onlarda olsaydı elbette müctehitler kitap yazar, ilaç bulurlardı ve insanları riyâ, nifak, ucup ve diğerlerinden kurtarırlardı" Zira fıkıh meselelerinde böyle yaptılar. Hiçbir akıllı kimse asla demez ki: "İmamlardan biri, bir kimsede kibir veya riyâ veya, haset veya nifak gördü ve bonları kabul edip ses çıkarmadı." Aksine o kimseye Kitap ve sünnetten ilâç bulurdu ki, onu hastalığın günâhından kurtarsın.
Böylece sana açıklıkla belli oldu ki; bir kimseye bâtınî galip gelirse, bu tehlikeden onu kurtaracak bir şeyh bulması ona muhakkak vâciptir. Eğer bu şeyhi kendi şehrinde veya çevresinde bulamadı ise ona şeyh bulmak için sefer vâcip oldu. Muhakkak ki müctehitler ve onlara tâbi olanlara, tabileri kemale ermiş kimselere Allah bâtınî hastalıklardan selamet vermiştir. Bonların şeyhe ihtiyacı yoktur. Her ne kadar sülûk ehli kemâli artırmaya muhtaç olsalar da, bonlar muhakkak ki ihlâs ehli olup, bildikleri ile amel ettiler. Bu Sûfinin hakikatıdır.
Kuşeyri dedi ki: "Bu bâtınî hastalıkların ilk çıkışı, hicri 300. senelerin sonlarındadır. Zira Efendimiz (SAV) şu mealde buyurdu: "Nesillerin hayırlısı benim bulunduğum nesildir. Ondan sonra gelenler ve onlardan sonra gelenlerdir." Bir kimse hakkında Resûlullah hayırlı olmaklıkla şehadet ederse, elbette o kemalin tüm derecelerini elde etmiştir" Ecvibe adlı kitapta dendi ki. "İmam-ı Şâfî ve Ahmed, Sûfilerin meclislerine girer çıkar ve onların zikir meclislerinde hazır bulunurlardı. Onlara denirdi ki: "Size ne oluyor ki bu cahiller gibi kimselere gidip geliyorsunuz?" Ona şöyle cevap verildi: "Muhakkak ki işin başı tümüyle bunların yanındadır. Bu da Allah azze ve celle korkusu, Allah sevgisi ve marifetidir. "Meşârıkıl-Envâr kitabında dendi ki; "Resûlullah (SAV) bizden umumi söz aldı ki, amelsiz olarak bizden ilim öğrenmek isteyenlere anlatmayacağız. Şimdi Nâsın çoğu böyledir. Geçen nesil böyle değildi." Sonra dendi ki: “Bu ahit üzere kalmak isteyen, bir şeyhin eline (sülûkuna) muhtaçtır ki, onu Allah'ı murâkabe derecelerine ve O'ndan korkmaya ulaştırsın. Geçmiş âlimler böyle idi."
Şeyhül İslâm Zekeriyyâ'nın şöyle dediğini işittim: "Her fıkıh ehli ki, Sûfilerle bir araya gelmez, o katıksız kuru ekmek gibidir." Seyyid Aliy-yül Havâs’ın şöyle dediğini işittim: "İlim talibi kemale ermez, ancak tarîkat şeyhlerinden biri ile bir araya gelmesi gerekir ki, onu nefsin pisliklerinden ve hatıralarından kurtarsın." Tarîkat ehli ile bir araya gelmeyen kimse çoğu kere işi karıştırır, bildikleri ile dâvaya kalkar. Her az amel işleyen kimseye, Allah indinde muteber olmayan deliller gösterir.
Bu konuda şüphe eden, tecrübe etsin… Sen bir şeyhin eline yapış, hizmetini yap, eziyetine sabret ve her hale sabret. O zaman sana doğan hal, çok güzel bir şeydir. Hiçbir dünyevî şeye benzemez. Zira ilim sahibi kendini büyük görebilir ve ilimde nefsin çok hileleri vardır. Çoğu zaman talebeler bir tarafa, ilim büyüklerine bile gizli kalmıştır.
Müslim ve diğerleri (şu mealde) rivayet etti: "Ey Allah'ım, doymayan nefisten ve faydasız ilimden sana sığınırım.” Taberâni rivayet etti: "Her ilim, sahibine vebaldir. Ancak bildiği ile amel eden müstesnadır." Yine Taberânî'den merfû rivayet (meâlen): "Kıyamet günü nâsın en şiddetli azap göreni, Allah’ın ilmi ile faydalandırmadığ kimsedir.”
Dediler ki: “Ehlullah dünya ve âhiret işlerinden hiç birinden ferah bulmadılar. Onların yanında verilme ve verilmeme eşittir. Onlar kendilerinde iki cihanda mülk görmediler.
Sen bu iyi görüşle âmel etmek istedinse, seni ona yönlendirecek şeyhi kendine iste. Yoksa bu işte sana yol yoktur. İstersen insanların ve cinlerin tümünün ibadetini yap. İşte burada sülûka girenlerle âbidin arasındaki fark gözüküyor. Çoğu kere ibadet eden 500 yıl aynı hastalıkta kalır. Sâlik ise tarîkata ilk adım attığında hastalıktan kurtulur. Zira tarîkatın başlangıcı, Allah'ı mülkte tevhid, sonra fiilde, sonra vücudda Tevhiddir. Âbid bu 3 şeyden bir şey tadamaz. Allah'a yemin ederim ki: Andolsun (hakiki) şeyh edinen feyize kavuştu. Şeyh edinmeyen veya edinip de nasihatini dinlemeyen ziyan etti.
Hikemi Atâiyeyi şerh edenlerin büyüklerinden bazısı dedi ki; "Nakşibend Hoca Bahâeddin (KS) dedi ki; "Bizim yanımızda Allah'a en yakın yol, vücudu yok etmektir. Her ne kadar namaz ve oruç ehadiyet hazretineyol ise de, lâkin vuslat bunlarla tamamlanmaz. Ancak vücudu yok etmekle olur. Bu sebepten sâlik, namaz ve oruçta bulmadığı yardımı zahirde ve batında bulur; çünkü tevhid, sâlikin vücudunu yok eder ve bununla birlikte vasıfları da yok olur. Ve Mevlâsı için halis kul olur ve O'nun lütufları onu kuşatır. O zaman sen vâcip ve farz namazlar dışında diğer evradına iltifat etme." Dendi ki: "Senin vücudun (varlık iddian) günâhtır. Öyle ki bu günâhla başka günâh kıyaslanmaz."
Şeyh ibni Hacer dedi ki: 'Sâlik, hüccet olan ve güvenilir kimseyi tutsun, taassubu olana meyletmesin. Meşâyihin en verâ' sahibini şeriat kanunları ile hakikatı en iyi bilenini arasın. Gösterişi bıraksın. Onun işareti altına girsin. Bu vasıfta bir şeyhi bulan kimsenin onu terketmesi ona haramdır. Bu konuda 4 (şer'î delil) sana delil olsun. Hattâ buna bütün semâvî kitaplar şahittir.
CAMİ'UL USÛL Müellif: Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi (K.S.) Mütercimi: Hüsameddin Fadıloğlu
s.297-301
İstanbul-2007
|