Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Fütüvvet Nedir? Feta kimdir?
MesajGönderilme zamanı: 22.02.11, 10:39 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 16:36
Mesajlar: 44
Fütüvvet Nedir ?

Fütüvvet, (Arapça: فتوت) Tasavvufta bir akım, Dinî ve mesleki birlik, esnaf teşkilatı[1] veya Anadolu'da 13. yüzyıldan bu yana görülen örgütlenmiş zanaatçılar ve esnaf birlikleri[2].


Fütüvvet fetâ kelimesinden gelmektedir. Fetâ yiğit, fütüvvet yiğitlik demektir.


Fütüvvet kelimesi sözlükte; "1. Soy temizliği, 2. Mertlik, Gençlik, Yiğitlik, Delikanlılık, 3. Cömertlik, Elaçıklığı"(1) anlamlarına gelmektedir. Fütüvvet kurumunun kanunnâmeleri durumundaki fütüvvetnâmeler incelediğinde, bu kelimenin aslının Arapça olduğu ve "fetâ" kelimesinden türemiş bulunduğu görülür. "Fetâ" tekil bir kelime olup, "delikanlı, yiğit, eli açık, iyi huylu" anlamındadır. Çoğulu "fityan"dır(2).

Fütüvvet, yiğitlik anlamına meslekî bir organizasyon; meslek teşkilatı olarak gelmektedir. Tasavvufî yönü olan bir meslek teşkilatıdır. Kaynağı şundan kaynaklanmaktadır; Sûfileri, tarikat erbâbını, dervişleri, tekkeye devam eden müridleri umûmiyetle, beleşçilikle itham etmişlerdir, oysa sûfiler, kendi emeğini biçmek fikrinde olan kimseler olarak görülmektedir.

Fetâ, fityan ve fütüvvet kelimeleri, Kur'an'da geçtiği anlamlarda kullanılmış, fetâ olan kişinin âyetlerde belirtilen özelliklere sahip olması gerektiği değerlendirilmiştir. Fütüvvetnâmeler, "fetâ" ile ilgili âyetlerle başlamaktadır(3).

Kur'an'da fetâ kelimesinin geçtiği âyetler incelendiğinde, kelimenin sözlük anlamlarının değişik ayetlerde kullanıldığını görülür. Fütüvvetle ilgili yazılmış ilk kitaplardan birisi olan Tuhfatü'l-Vasaya isimli fütüvvetnâmesinde Harputlu Nakkaş İlyas oğlu Ahmet, bu durumu şöyle açıklamaktadır:

"Ulu Tanrı, fetâları, fütüvvetle yedi yerde anmış ve her birini bir faziletle, bir yücelikle övmüştür. Bunlardan biri Yusuf sûresidir. Orada otuzuncu âyetten sonra Ulu Tanrı 'Şehirdeki kadınların bir bölüğü, Aziz'in karısı delikanlısına gidip gelmede dediler' buyurup fütüvveti temizlik ve çekinmekle övmüştür(4)."

Ayette Hz. Yusuf'un Allah'ın emirlerine uymayı hevâ ve hevesine tercih ettiği, kötülüğe yönelmediği, bu sebepten dolayı fetâ olmaya ve bu sıfatla anılmaya hak kazandığı anlatılmaktadır. Adı geçen fütüvvetnâmede fetâ kelimesinin "yiğitlik" anlamında da kullanıldığını belirten yazar, şu âyeti kanıt olarak göstermektedir:

"Hatırla ki, o vakit, o genç yiğitler mağaraya sığındılar da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Bize, tarafından bir rahmet ihsan buyur ve işimizden bize bir başarı hazırla(5)."

Fetâ kelimesinin sözlük anlamlarının bütününü içeren bir başka âyet de Enbiyâ sûresinde geçmektedir. Hz. İbrahim'in; mert, yiğit, güzel huylu, gözü pek bir delikanlı olduğu ve putlara tapan müşriklere boyun eğmediği, onların putlarını kırdığı geniş bir şekilde açıklandıktan sonra, ayette şu ifade kullanılmaktadır:

"... Dediler ki bir fetâ duyduk, bunları (putları) kötülüyor, kendisine İbrahim deniyormuş(6)."

Fütüvvet kelimesinin sözlük anlamları, yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere tamamen Kur'an'dan alınmış ve bu şekilde kullanılmıştır.

Terim olarak fütüvvetten ilk bahsedenler, İslâm tasavvufunda "önder" olarak kabul edilen ilk sufîlerdir. Bunlar, fütüvveti tasavvuf hayatında bir makam olarak görmüşlerdir. Sadece "fütüvvet"i konu edinen ilk kitap olan "Tasavvufta Futüvvet" isimli eserinde Sülemî, fütüvveti Allah'a, Peygamber'e ve insanlara karşı bir davranış şekli kabul eder ve şöyle tanımlar:

"... fütüvvet: (Allah'ın) emirlerine uyma, güzel ibadet, her kötülüğü bırakma, zahiren ve batınen, gizli ve açık ahlâkın en güzeline sarılmadır(7)."

Tanımdan anlaşılacağı üzere; fütüvvet, bir davranış biçimi ve bir yaşam tarzı olarak algılanmaktadır. Fütüvvet, tasavvuf hayatında bir mertebe (rütbe, derece) ve güzel davranış şeklinde anlaşılmasından dolayıdır ki, kitlelere cazip gelmiştir. Dönemin bütün önder sufîleri fütüvveti, "iyi davranışlar toplamı" olarak değerlendirmişlerdir. Hattâ dönemin sufîleri, fütüvveti Hz. Adem'in özür dilemesi, Hz. Nuh'un sebatı, Hz. İbrahim'in vakârı, Hz. İsmâil'in doğruluğu, Hz. Musa' nın ihlâsı, Hz. Eyyub'un sabrı, Hz. Muhammed'in cömertliği, Hz. Ebû Bekir'in acıma duygusu, Hz. Ömer'in hamiyeti ve âdâbı, Hz. Osman'ın hayâsı ve Hz. Ali'nin bilgisi gibi özelliklerin bir araya gelmesi şeklinde anlarlar ve ancak bu sıfatların hepsine birden sahip olan insanın iyi davranışlarda bulunabileceğine inanırlardı(8).

Fütüvveti, tüm önder sufîlerin bu şekilde anladıkları ve kullandıkları diğer sağlam kaynaklardan da anlaşılmaktadır. Fütüvvet konusuna risalesinde geniş bir bölüm ayıran Kuşeyrî, büyük sufîlerin fütüvvet tanımlarını aktarmıştır. Risalede geçen tanımların bütünü, fütüvvetin yaşam biçimi olduğunu gözler önüne sermektedir. Bazı sufilerin fütüvvet konusundaki değerlendirmeleri şöyledir:

Fudayl b. İyaz: Fütüvvet, dostların kusurlarını hoş görmektir.

Ebû Bekir Verrak: Fetâ, düşmanı bulunmayan kimsedir.

Muhammed b. Ali Tirmizî: Fütüvvet, Rabbi için (onun rızasını kazanma gayesi ile) nefsine düşman olmaktır.

Cüneyd: Fütüvvet, fakirden nefret etmemek, zengine yaranmaya çalışmamaktır(9).

Bu tanımlardan da anlaşılacağı üzere fütüvvet, nefis temizliğine, yüksek ahlâka ve cömertliğe dayanan, başkasını kendi nefsine tercih etmek (altruism) şeklindeki ifadesini bulan bir yaşam biçimidir.

Fütüvvet kelimesinin, bu şekilde anlaşılması ve yorumlanması günümüz araştırmacıları tarafından da kabul edilmektedir. Ülgener; şunları yazmaktadır:

"Fütüvvet; el açıklığı, konukseverlik, yerine göre zulüm ve kahır görmüşlere sahib çıkma ve yolda gözünü budaktan esirgememe mânâsında bir cesaret ve yiğitlik karşılığı olarak kullanılmıştır(10)."

Oryantalistler C. Cahen ve Franz Taeschner de fütüvvet kelimesini aynı anlamlarda kullanmışlardır(11).

Fütüvvetin eş anlamlısı olarak ayyar (civan-mertlik) kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime daha çok Farsça kitaplarda görülür. Civanmertlik (ayyarlık), aynen fütüvvet gibi çeşitli sıfatlara ve iyi davranışlara dayandırılmıştır. Civanmert, fetâda olduğu gibi, yürekli, eli açık, mert, gönül temizliği, iyi huylu, arkadaşını kendine tercih etme ve haksızlığa boyun eğmeme gibi özelliklere sahiptir. Sıralanan özelliklere sahip olmayanlar, civanmert olamazlar. Civanmertlik, tasavvuftaki fütüvvet anlayışı gibi diğergamlığa dayanan yaşayış biçimidir(12).

Farklı kültürler nedeniyle çeşitli isimler altında İslâm'ın yayıldığı bütün bölgelerde etkileri görülen fütüvvettin temel şartı: kişinin kendini değil başkalarını düşünmesi, insanların kusur ve eksikliklerini aramaması, nefsî duygularının esiri olmaması, mert, yiğit ve kerem sahibi olmasıdır.

DİPNOTLAR
1. Develioğlu, F., "Osmanlıca-Türkçe Lûgat", Ankara, 1970.
2. Çağatay, N., "Ahîlik", Ankara, 1974, s.4
3. Sülemî, "Tasavvufta Fütüvvet", (Çev. S. Ateş), Ankara, 1977, s. 22-24
4. Gölpınarlı, A., "İslâm ve Türk İllerinde Fütüvvet Teşkilatı", İ.Ü. İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt 11, İstanbul, 1950, s.208
5. Kehf Suresi, Ayet: 10
6. Enbiya Suresi, Ayet: 60
7. Sülemî: a.g.e., 1977, s.24
8. Gölpınarlı, A.; a.g.e., s.7
9. Kuşeyrî, "Kuşeyrî Risalesi", (Çev. S. Uludağ) İstanbul, 1978, s.325
10. Ülgener, S., "İslâm, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlâkı", İstanbul, 1981, s.90
11. Taeschner, F., "İslâm Ortaçağında Futuvva", İ.Ü.İ.F.M. Cilt. 15, İstanbul, 1954
12. Keykavus, "Kabusnâme", (Çev. O.Ş. Gökyay) İstanbul, 1944, s.377

***

Fütüvvet teşkilatı
Fütüvvet teşkilatının kuruluşu Abbasi Halifeliği dönemine şayandır. Siyasi gücünden sonra gittikçe dini gücünü yitirmiş olan Abbasi Halifeliği, en-Nasır Lidinillâh Ebû’l-Abbas Ahmed’in halifeliği zamanında (1180 - 1225) “Fütüvvet” teşkilatı aracılığı ile yeni bir atılım yapma fırsatı bulmuştur. Annesi Türk olan 34. Abbasi Halifesi en-Nasır Lidinillâh, bazı mutasavvıf bilginlerin etkisiyle, önceleri tepki gösterdiği “Fütüvvet” teşkilatına girmiş ve kısa sürede yeniden düzenlediği bu teşkilatın en büyük önderi olmuştur. Halife en-Nasır Lidinillah, sadece sayıları oldukça kalabalık olan ve zaman zaman birbirleri ile çatışan inanç ve fikir topluluklarını “Fütüvvet” teşkilatı içinde toplayıp, manevi gücünü sağlamakla kalmamış, aynı zamanda bu teşkilatı siyasi emellerine aracı yaparak, itaat ettirme hakkını bütün İslam dünyasına yayma başarısını da göstermiştir[3]. O dönem önderi 34. Abbasi Halifesi olan Fütüvvet teşkilatında, üyeleri arasında Sultan I. Alaeddin Keykubad ve Ebû Hafs Ömer es-Sühreverdî de vardı. Bir dönem ahilik Fütüvvet teşkilatının içinde örgütlenmiş ise de sonraları ayrı bir biçimde yapılanmış, Fütüvvet teşkilatı ortadan kalktıktan sonra da ahilik Anadolu’da varlığını uzun süre devam ettirmiştir.

Ahilik mesleği, yiğitlik ve cömertlik mefkûresi (ülküsü) olarak İslâm’ın doğuşu ve yayılması ile “Futuvva” (yiğitlik ve cömertlik) mefkûresinin daha hicrî 2. yüzyılda özellikle Horasan ve Maveraünnehir’de etkili olarak yaygınlaştığı bilinmektedir[4]. Mutasavvıflardan, fütüvvet (fotowwa) ilkelerini bir tam uzunlukta içeren Kitabü’l-fütüvve (Ketāb al-fotowwa) ismindeki eseri ilk yazan Horasan'lı Ebu Abdurrahman Muhammed b. Hüseyin b. Muhammed Sülemi (Sufi ʿ Abd al-Rahman Sulemi)'dir.

Anadolu’ya, Horasan’dan Orta Doğu’ya, Bağdat’a, Selçukîlerle Anadolu’ya gelmiş fütüvvet teşkilatı çok canlı olarak yaşamıştır. Kırşehir’de fütuvvetin pîri Ahi Evran olarak bilinmektedir. Şehirde, senede bir kez Ahî Evran merasimleri yapılmaktadır.

Döneminde, bir insan ahîyse; zengin, varlıklı, itibarlı, yüksek mercilerde olduğu anlaşılmaktadır.

http://www.futuvvet.com/futuvvetnedir.html.html


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Fütüvvet Nedir? Feta kimdir?
MesajGönderilme zamanı: 22.02.11, 10:40 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 16:36
Mesajlar: 44
Fütüvvet ve Ahi Teşkilatı ne demektir?
Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında toplumu ve özellikle esnâfı harekete getiren Fütüvvet ve Ahi Teşkilatı ne demektir?

Osmanlı Devleti’nden önceki Müslüman Türk Devletlerinde esnaf teşkilâtına yön veren ve Osmanlı Devleti’nin ilk dönemlerinde de tesirini devam ettiren iki önemli müessese vardır. Bunlar fütûvvet ve ahî teşkilâtıdır. Aslında iç içe ve mahiyet itibariyle birbirinin aynısı olan bu iki teşkilât, Müslüman Türkler’de esnaf teşkilâtlarının dinî-iktisadî bir zümre şeklinde ortaya çıktıklarını göstermektedir.

İslâm’ın ilk asırlarında ortaya çıkan ve daha çok genç kuşakları çeşitli yönleriyle yetiştirmeyi hedef olan “fütüvvet teşkilâtı” uzun devirler Müslüman Türk gençliğine yön vermiş; bu gençliğin çeşitli mesleklerde yetişebilmeleri için gayret göstermiş ve Müslüman Türk gençliğinin mert, yiğit, atılgan, cömert ve becerikli insanlar olmalarını sağlamıştır. Fütüvvet teşkilâtı ile tarikâtlar arasında önemli bir münâsebet vardır ve böylece bu teşkilâtlar manevî değerlerle iktisadî gayretleri bütünleştirmiştir. Fütüvvet kelimesi Arapça fetâ kelimesinden türetilmiştir. Fetâ ise genç adam demektir. Bu sebeple fütüvvet teşkilâtını, genç san’atkâr ve zanâatkârların bir araya gelerek ve aralarından birini de reis seçerek teşkil ettikleri dinî-iktisadî mahiyette bir cemiyet olarak tarif edebiliriz. Bunlar, daima cemiyet reisinin ve cemiyet tüzüğünün emirleri altında hareket ederler. Konu ile ilgili olarak fütüvvetnâme adıyla çok sayıda eserler yazılmıştır.

Ahî teşkilâtı ise, fütüvvet teşkilâtının Türkler tarafından geliştirilen ve özellikle Anadolu’da yayılmış bulunan bir şeklidir. Moğol istilası ve bazı iç isyanlar sebebiyle Müslüman Türklerin birliği bozulmuş ve halk önemli ölçüde tedirgin olmuştu. İşte böyle bir buhran döneminde halkı birbirine sevdiren ve yeniden birliği kuran manevî liderler ortaya çıkmıştır. Mevlâna, Yunus Emre ve Ahi Evran da bunların ileri gelenleridir. Ahi Evran esnafın birlik ve beraberliğini, zâviye ve tekkeleri birer meslek kuruluşları haline getirerek bu görevi ifa etmiştir. Müslüman Türkler, genellikle bekâr gençlerden san’at ve meslek sahibi olanların bir araya gelerek kendilerine reis tayin ettikleri şahsa ahi adını vermişler ve bu cemiyete de eskiden olduğu gibi fütüvvet demişlerdir. Şu anda Kırşehir’de medfûn olan Ahi Evran (1306 yılına kadar hayatta olduğu sanılmaktadır), ahlakla san’atın âhenkli bir birleşimi olan ahi teşkilâtını kurmuş ve o denli itibarlı bir hale getirmiştir ki, bu durum yüz yıllar süresince bütün esnaf ve san’atkârlara yön vermiştir.

Osman Gâzî, kılıcını ahi usulüne göre kuşanmış ve Orhan Gâzî ise ahiliğin önemli bir savunucusu olmuştur. Kısaca “ahilik millî bir birlik olup gayretleri neticesinde Osmanlı Devleti gibi büyük bir devlet ortaya çıkmıştır”. Fütüvetnâmelerden öğrendiğimize göre, bunların da toplantı yerleri tekke ve zâviyelerdir. 740 maddeyi bulan fütüvvet nizâmnâmeleri vardır. Zâviyeler bir merkezde toplanmıştır. Her meslek erbabının bir ahi baba denen reisi mevcuttur. Bu reisin başkanlığında bütün üyeler, çalışma esaslarını, giyimlerini ve hareket tarzlarını teşkilâtın nizâmlarına uydurmak mecburiyetindedirler. Reislerine şeyh veya ihtiyar da derler. Kısaca Asya’dan gelen san’atkâr ve tüccar Türkler’in, Ön Asya’daki yerliler karşısında tutunabilmeleri ve beraber yaşayabilmeleri, ancak aralarında bir teşkilât kurarak dayanışma sağlamalarıyla mümkündü. İşte bu zaruret, dinî-ahlâkî kaideleri Fütüvvetnâmelerde zaten mevcut olan bir esnaf ve san’atkâr kaynaşma ve kontrol teşkilâtının yani ahiliğin kurulması sonucunu doğurdu.

Sanat ve ticâret erbabının tarikatı demek olan fütüvvet ve bunun Türklerdeki özel şekli olan Ahiliğin yanında, bozuk fikirli Şiîlerin Müslüman Türkler arasında yaymaya çalıştığı ve bunlara benzeyen melâmiliği de burada sadece zikredelim[1].


[1] Sülemi Ebu Abdurrahman, Süleymaniye kütp. Ayasofya nr. 2049/4, Kitâb’ül-Fütüvveve, vrk. 81/B, 88-89; Çağatay, Neşet, Bir Türk Kurumu Olan Ahilik, sh. 54 vd. Ergin, Mecelle-i Umûr-i Belediye, c. I, sh. 537-556; Yeniçeri, Celâl, İslâm İktisadının Esasları, İstanbul 1980, sh. 146-150; Ahmed Tevhid, “Ankara’da Ahiler Hükümeti”, sh. 1200-1204; Halil Edhem, “Ankara Ahilerine Aid İki Kitâbe”, TOEM, nr. 41, sh. 312-315; Cahen, Claude, “İlk Ahiler Hakkında”, Çev. Mürsel Öztürk, Belleten c. L, sayı 197(1986), sh. 591-601; Çağatay, Neşet, “Anadolu'da Ahilik ve Bunun Kurucusu Ahi Evren”, Belleten c. XLVI, sayı 182(1982), sh. 423-436; Taeschner, Franz, “İslâmda Fütüvvet Teşkilâtının Doğuşu Meselesi ve Tarihî Ana Çizgileri”, sh. 203-236; Çağatay, Neşet, “Anadolu Türklerinin Ekonomik Yaşamları Üzerine Gözlemler (Bu alanda ahiliğin etkileri)”, sh. 485-500; Yücel, Ya’şâr, “Anadolu Beyliklerinde Devlet Teşkilatı ve Toplum Hayatı”, Belleten, c. LIV, sayı 210(1990), sh. 820-823.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Fütüvvet Nedir? Feta kimdir?
MesajGönderilme zamanı: 22.02.11, 10:40 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.01.10, 16:36
Mesajlar: 44
FÜTÜVVET

Kur'ân-Kerim'de, kendilerine herhangi bir tebliğ ulaşmadığı halde, küfre ve zulme boyun eğmeyen Ashab-ı Kehf'in kıssasına yer verilmiştir. Allahû Teâla (cc)'ya isyan eden güçlere (tâgûtî iktidarlara) boyun eğmemek için kavimlerinden uzaklaşan ve bir dağın mağarasına gizlenen bu gençlerle ilgili olarak: "Şüphesiz ki onlar Allahû Teâla (cc)'ya iman eden genç yiğitlerdi (fityetûn). Biz de onların hidayetini artırmıştık."ı buyurulmuştur. Bu âyette geçen fityetûn kelimesi, feta'nın çoğuludur. Şimdi bu kelime üzerinde duralım. Müfred olarak asâ vezninde fetâ, delikanlı, cüvan, sahi, kerim ve civanmert kimse; çoğulu fityan, ubuvva vezninde ise fütüvve şeklinde, kerem ve mürüvvet sahibi, civanmertlik mânâsına gelmektedir.2 Nitekim kâfir ve zâlim Nemrut'un putlarını kıran Hz. İbrahim (a.s) için de Kur'ân-ı Kerîm'de feta denilmiştir; "Dediler: `İşittik ki İbrahim isimli bir genç yiğit (feta) onları (putlarımızı) diline doluyordu."3

İslâmî ıstılâhta fütüvvet; insanları, dünya ve ahirette, kendi nefsine tercih etmektir. Bu, kelime-i şehadete dayanan ve toplumu ihya eden bir edebtir.

İnsanların birbirleriyle olan münasebetlerinde dünya görüşlerinin ve inançlarının büyük rolü vardır. İslâm dini, kelime-i şehadet getiren her mükellefin, birbirleriyle kardeş olduğu esasını getirmiştir. Resûl-i Ekrem (sav)'in "Sizden hiçbiriniz kendi nefsi için istediğini, din kardeşi için de istemediği müddetçe (kâmil mânâda) iman etmiş olmaz"5 buyurduğu bilinmektedir. Firaset sahibi mü'minler bu hadis-i şerif'teki muhtevayı tefekkür ettikleri zaman, hallerinden şüpheye düşerek titremişlerdir. Nitekim Seriyyu's-Sekati (rh.a) dostlarına: "İşlediğim bir hata sebebiyle tam otuz senedir tevbe etmekteyim" diye itirafta bulunmuştur. Dostlarından birisi merakla: "Bu hatanın mahiyeti nedir?" diye sorunca şu cevabı verir: "Bağdat çarşısı yanıyor diye bağırdılar. Heyecanla koştum ve benim dükkânımın yanmadığını görünce el-Hamdulillah dedim. Daha sonra kendi menfaatimi, diğer kardeşlerimin menfaati üzerine tercih ettiğimi hatırladım. Heyecanla söylediğim o söz sebebiyle tam otuz senedir. Rabbimden affetmesini ve o günahımı örtmesini dilemekteyim."

Hesap gününü düşünen her mükellef, Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahû Teâla (cc)'ya yemin olsun ki, arzusunu İslâm'a tâbi kılmayan kimse iman etmiş olmaz."6 mealindeki mübarek tesbiti üzerinde düşünmek mecburiyetindedir. Kardeşini, kendi öz nefsine tercih etmek (fütüvvet ahlâkı) Sahabe-i Kiram'ın temel vasfıdır. Şimdi Peygamber efendimizin (a.s) huzurunda cereyan eden bir hadiseyi naklederek, fütüvvet ahlâkının mahiyetini ortaya koymaya gayret edelim. Hz. Sabit b. Kays b. Şemmas (r.a) huzur-u saadete gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü!.. Açlıktan takatım kesildi" diyor ve içinde bulunduğu hâli ifade ediyor. bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav) hanımlarına (hâne-i saadete) haber salar ve yiyecek birşeyler göndermelerini istirham eder. Fakat hâne-i saadette yiyecek bir şey yoktur. Durum anlaşılınca Resûl-i Ekrem (sav): Bu kardeşinizi misafir edip de Allahû Teâla (cc)'nın rahmetine mazhar olmak isteyen yok mu? sualini tevcih eder. Ensardan Ebû Talha (r.a) ayağa kalkarak "Ben hazırım ya Rasûlullah!" cevabını verir. Daha sonra doğruca evine gider ve hanımına:"Resûl-i Ekrem (sav)'in misafirine yemek hazırla!.. Sakın hiçbir şeyi gizleme" istirhamında bulunur. Hanımı "Vallahi çocukların yiyeceğinden başka birşey yok!.." diyerek, içinde bulundukları hâli ifade eder. Hz. Talha (ra): "Öyle ise çocukları oyala ve uyut!.. Ben misafiri getirince onu sofraya oturturuz ve yan odaya geçeriz. Bir şeyler yiyormuş gibi yaparız. Bu gece Rasulullah'ın misafirine ikram için, kendimiz aç yatarız." diyerek nasihatta bulunur. Nitekim ikram hadisesi Hz. Tallıa'nın çizdiği plan içerisinde gerçekleşir. Sabah olunca Hz. Talha (ra) misafiri Hz. Sâbit b. Kays b. Şemmas (ra) ile birlikte Resûl-i Ekrem (sav)'in huzuruna varır. Resûl-i Ekrem (sav); "Bu gece misafirinize yaptığınız muameleden Allahû Teâla (cc) râzı oldu ve şu âyet-i kerimeyi inzal buyurdu: "Onlardan evvel (Medine'yi yurt ve iman (evi) edinmiş olan kimseler, kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı göğüslerinde bir ihtiyaç (meyli) bulmazlar. Kendileri fakr-ü ihtiyaç içinde olsalar bile (onları, hicret edenleri öz canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin (mala olan) hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte onlar muradlarına erenlerin ta kendileridir."(7)

Şurası muhakkaktır ki, İslâm dininin getirdiği fütüvvet şuuru, Medine'de kurulan ideal devletin temelini teşkil etmiştir. Hicretten sonra, İslâm'ın temel hedeflerinin gerçekleşmesi için kardeşlik antlaşmasını kabul etmeleri ve muhacirleri öz nefislerinden üstün tutmaları, önemli bir hâdisedir. Resûl-i Ekrem (sav): "Bir kimse din kardeşinin ihtiyaçlarını görmek için ona yardım ettiği müddetçe, Allahû Teâla (cc) daimi bir şekilde ona yardım eder" müjdesi sarihtir. Medine'de bu müjde gerçekleşmiştir. Fütüvvet şuuru İslâmî hareketin vazgeçilmez bir rüknüdür. Bu hakikat asla unutulmamalıdır.

KAYNAKLAR

(1) Kehf sûresi:13.
(2) Âsım Efendi, Kamûs Tercümesi, İst.1305 ("Fetâ" ve "Fütüvve" maddeleri).
(3) Enbiya sûresi: 60
(4) Seyyid Şerif Cürcani, et-Ta'rijiıt, İst. ty., Kaynak Yay., sh.165.
(5) Sahih-i Müslim, İst.1401, Çağrı Yay, c. sh.66, Had. No: 71.
(6) İbn-i Kesir, Tefsiı-û'l Kur'an'il Aziym, Beyrut 1969, c. III, sh.490.
(7) Haşr sûresi: 9
(8) Sahih-i Buhari, K. Rikak: 7. Ayrıca, Sahih-i Müslim, K. Birr:15.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye