Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 7 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Seyyid Sıbgatullah Arvasi: Atiyyeler ( Minah )
MesajGönderilme zamanı: 25.11.10, 12:36 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 07.01.09, 17:30
Mesajlar: 99
SEYYİD SIBGATULLAH ARVASİ(KUDDİSE SIRRUHU)

Atiyyeler (MİNAH)

GAVS-I HİZANİ'DEN HİKMETLER


"Hediyeler" anlamına gelen Minah kitabındaki sözlerin sahibi büyük arif Seyyid Sıbgatullah Arvasi hazretleri Nakşibendi meşrebini her yönüyle temsil eden önemli bir mürşiddir. Eserde, din ile tasavvufun ayrı şeyler olmadığı vurgulanmakta, manevi terbiye yolunun esasları, edepleri, ölçüleri ve temel ahlakı anlatılmaktadır.

Allah dostları, manevi keşif, müşahede ve melekut alemini seyir hali yaşarlar. Allah Teala'nın bu özel tecellileri karşısında büyük bir sevinç ve çoşku içerisinde, kendilerini tutamayıp alemin hallerinden bir şeyler anlatmak isterler, fakat maksatlarını anlatacak kelime bulamazlar. Bildiklerini ve gördüklerini sırlı cümlelerle anlatmaya çalışırlar. Bu sırlı cümleler çözülmeye çalışılınca, herkes onları kendi anladığı dile ve delile göre kabul eder.

***

Atiyyeler – Minah

Atiye -1 :
Bu şerefli minhaları bunlarla ve nefesiyle bereketlenmek gayesiyle şeyhim olan babama (ks) okuyunca şöyle buyurdu :

” Birinci minhadan gaye her ümmetin, peygamberinin soyunu ve bir mezhebe bağlı olanın imamının soyunu bilmesi icap ettiği gibi, imkan dahilinde her müridinde, şeyhinin nesebini bilmesinin lüzumlu olduğudur.

Bunun iki sebebi vardır. Birincisi ; şeyhinin nesebi olduğundan, hususen onda salih kişiler varsa, onunla müşerref olmak ve bereketlenmektir.İkincisi ; şeyhin nesebini bilmek kemaldir.

Hem de nasıl bir kemal!..Çünkü sevenin, sevdiğini mümkün mertebe, her cihetten bilmesi aşkı arttırır.”

***
Atiye -2 :
İkinci mimhada, taylasan giymenin gayesini şöyle açıklardı : ” O meşguliyetin çok olması ve kalbin alakasının azalması için şeyhin hayalinden başka şeylere az bakmaktır. Çünkü gerçekte, gözün dönmesiyle kalb de döner.”
***
Atiye -3 :
Gavs (ks) üçüncü minhadaki kesin hükmünü şöyle tevcih ederdi. Kaf’ın kesre okunmasıyla (……) hudusun (sonradan olma) zıddı olur. Ona bakmak ise nakşilerin, müridlerine son talimatı olan murakabedir.
***
Atiye -4 :
Dördüncü minhadaki Gavs-ı Hizani (ks)‘nin ”Şeyhin makamı büyüdükçe müridlerin hatası onun gözüne küçük görünür.” sözünü iki şekilde anlatırdı.

Biri: Şeyh ne kadar büyük olursa, Allah (c.c)’ın rahmetine, o kaar fazla erişir. Kalbinde şevkat artar. Müridin günahını küçük görür.

İkincisi : Şeyh ne kadar yükselir ve büyürse o kadar rahmani ahlâkı artar. Beşer huyları azalır. Rabbin ululuğu, yanında çoğalır. Kulluğu mahf ve fena ile kuvvetlenir. Kendi nefsini bütün halktan, hatta müridlerden daha küçük ve günahkar görür. Onların suçlarını, kendi suçu yanında küçük görür. Rabbi Celle ve Ala ona şevkat eylesin diye onlara şevkat eder.

Nasıl ki hadis-i kudside :
” Yerdekilere rahmeyle ki Rabb'in de sana rahmet etsin. ” buyuruluyor. (Ebu Davut, Tirmizi)
***
Atiye -5 :
”Beşinci minhadan” gaye şudur,dedi. Siyah bacaktan murat, varlığı gidermek için devamlı kusur ve ayıbına, nefs-i emmarenin kötülüğüne bakmaktır.

Kanat ve renklerin güzelliğinden murat, insanda yaratılan kemalat ve zahiren oluşan hayırlı amelleri görmemek ve vücudun yok olmasına gücü yettiğince çalışmaktır.

Çünkü bunlar, Allah (c.c)’ın ihsan ve nimetidir. Eğer ihsan-ı ilahi olmasa bunları yapmaya kulların gücü yetmez.Bundan başka her hayırlı amelde, ya o amelin gafletle yapılmasına veya sevabından gideren, riya karışmasına sebeb olan nefsi azdırması vardır.
***
Atiye -6 :
Üç minhanın (6-7-8) işaretlerinde, muhatabın anlayışı kıt olduğundan özetle şöyle dedi : ” Dini hükümlarin istikameti, bilindiği üzere yalnız emirleri yapıp, nehiylerden kaçmak değildir. Çünkü, böyle bir kişi kendini büyük görebilir. İnsanların kendisini beğenmesini isteyebilir.Ameline güvenebilir ve gösteriş için yapabilir. Halbuki böyle ameller fayda vermez.

Emirleri yapıp nehiylerden kaçmakla beraber, nefsi gayet kusurlu görmek lazımdır. Hatta nefsi böyle görmek emirler yapıp nehiylerden kaçmanın anahtarıdır.

İstikametin kemali de emrolunduğu şekilde yapılandır. İstikametin kemali ancak Peygamberler (a.s) için gerçekleşmiştir.

Bundan sonraki, istikamet sahibinin rutbesine göre üst üste sıralanır. Bu kısımlardaki istikametlerde gayet şiddetli zorluklar vardır.

Veli’yi kamil kendi nefsini bütün halktan alçak görür. Hatta kafirden dahi. Bu yalnız iman ve küfür yönünden değildir.

Kafirin günahı, eskiden verdiği vaadi bilmemesi ve Allah (c.c)’ı inkar etmesidir.Veli kendi nefsinin kafirden fazla olarak, emrin emir, yasak nehiy oduğunu bilip emir sahibini tasdik ettiğini halde, gene Allah (c.c)’ın emrini terkettiğini yasakladığını işlediğini görür.

(Cenab-ı Hak ervah aleminde zerreler şeklindeki ervahlara hitap ederek : "Ben Rabbiniz değil miyim?" buyurdu. Bütün ervah : "Evet, Sen bizim Rabbimizsin" diye cevap verdiler. Dünya aleminde müslümanlar bu sözü yerine getirip iman ettiler. Buna misak adı verilir.)

Keza Veli kendi nefsini, halk ona tabi olmasına rağmen hiç bir sıfata mazhar olmamış bilir. Kafirde ise en azından mü’minin kaçınması gerektiğini bildiği kahir sıfatı vardır.

(İnsanlar Allah (c.c) sıfatlarının aynalarıdır. Kimisinde Cemal, kimisinde Celal, kimisinde Kahir sıfatları tecelli eder.)

Bu meseleyi müşkil görerek, açıklanmasını istedim. Cevaben : ”Bu söylediğim dini hükümlerin dışı değil aynıdır. Ancak bunu anlatmakla değil, o makamın zevkini yaşamakla öğrenirsin.” dedi.
***
Atiye -7 :
Dokuzuncu minhanın açıklanmasında şöyle diyor : ”Mürid iki kısımdır. Biri Mürid diğeri muraddır.

Birincisi Allah (c.c)’ın ve şeyhin rızasını kazanmak için bütün imkanlarını kullanıp gayesine ulaşandır. Ki bu gayret ve çalışmaya süluk denir.

Süluk da iki kısımdır.

a) Salik-i meczub: Gece gündüz şeyhinin emrettiği yolda yürür. Şeyhinin muhabbet ve terbiyesi ona, Allah (c.c)’a doğrubir çekilme verir. O buna vakıf oluncaya kadar devam eder. O cezbe ve muhabbet bineği ile gün be gün yükselir.

b) Yalnız salik; yani salik-i gayr-i meczub: Bu kısım birinci kısım gibi süluk etmiş, yalnız o şekilde çekildiğine vakıf olamamıştır. Bu ya sekeratta, ya kabirde, ya da daha sonra vakıf olacaktır.

Müridin ikinci kısmı olan murad,birincisi gibi, irade-i cüziyesini çalıştırmamış veya hiç diyecek kadar az çalıştırmıştır. Yalnız Allah (c.c)’ın emriyle şeyh dileyip ona nazar etmiştir. Bu sebeble de cezbeye düşmüştür. Ki bu cezbeye "muhabbet" denir.

Muhib de iki kısımdır.

Birincisi : Meczub-u salik olup, cezbesi sebebiyle şecaata gelerek süluk etmiş ve ona çok sohbet nesib olmuştur.

İkincisi : yalnız meczubdur. Yani meczub-u gayr-i saliktir. Meczub olduğu halde, ona şecaat gelmemiş, sohbet ve terbiyeden hiç bir şey nasib olmamış veya yok denecek kadar az nasib olmuştur.

En yüksekleri birinci kısım, sonra üçüncü kısım, en alt tabakasıda dördüncü kısımdır. Gavs (ks) ” Hiç eseri kalmamış.” diye işaret ettiği bu kısımdır.

Onuncu minhanın tafsilinde Gavs (ks) : ”Kalbe istemeden gelen havatırdan (düşünce) istiğfar” hakkında şöyle dedi: ”Gerçi onlar zarar vermezse de yine kalbde bir çeşit ağırlık ve duman meydana getirir. İstiğfar onu siler.”

Onbir ve onikininci minha hakkında dedi ki : ”Rabitanin bir çok çeşidi vardır. Minhalarda zikredilenlerle sınırlı değildir. Zikredilmeyenlerin birisi rabıta-i kalbidir.”

(Bu not, Seyda-i Abdurrahman Taği’den alınmıştır. Müridin kendi şeyhinin cismini bir mana gibi bilerek onun suretini, büyüklüğünü ve nurani nisbetini kalbinde tasavvur etmesine rabıta-i kalbi denir.)

”Sen kalbimle, kapağının arasına akıyorsun
Damlaların gözkapağından aktığı gibi.
Kalbimin içindeki zamirine giriyorsun,
Ruhların bedenlere girmesi gibi.”

***
Atiye - 8 :
Onaltıncı minhada geçen rabıtadaki istikametten murad manevi rabıtadır.
Gavs (ks) : şeyhinden rivayet ederek : ” Vefatından sonra şeyhinden feyz almaya kabiliyetli olan rabıta-i manevi makamı olandır. Yani devamlı olarak rabıta-i manevi yapabilendir. Rabıta-i maneviyi bazen yapabilen değildir.”

Onsekizinci minha hakkında buyurdu : ” Şeriatın en mühim ameli namaz olduğu gibi, tarikatında en mühim ameli de rabıtadır. Çünkü her ikisi de, Allah (c.c)’ın huzurunda durmayı kapsar.”

Peygamber Efendimiz Hadis-i Şerifte şöyle buyurmuştur.
” Kıyamet gününde kulun ilk hesap verecek olduğu şey namazdır.”

(Bu nedenle mürid tarikattan çıkmaya niyet ederse çıkmış olur. Şafii mezhebine göre namazın içinde namazdan çıkmaya niyet eden velev ki hareket yapmasa dahi namazı fasid olur. (İane-tül-talibin 1/204) Tarikatta tıpkı bunun gibi mürid çıkmaya niyet ederse çıkmış olur. Bu konuda minah 20′ye bakınız.)

Yirmibirinci minha hakkında diyor ki : ”Bir tarikat alma niyeti, şeyh için büyük bir nimettir. Nimet ise şükrü gerektirir.Nefsin aczini kırar, nefsin kemalden uzaklığını, kuvvet ve izzetin Allah (c.c) haşrolduğunu, gerçek nimet verenin o olduğunu bildiği için istiğfar edilir.

Yine bu niyet, ”sende bir kemalat var ki halk itibar ediyor.” hayâliyle ucub ve tekebbüre (büyüklenme) sebeb olabildiğinden, istiğfarda zilletin ve kemalatın zalnız Allah-ü Taala’dan olduğunu, havl ve kuvvetin yalnız onda bulunduğunu ikrar etmeyi iyice bildiği için, onları götürür.

Yirmiikinci minha hakkında diyor ki: ”Mesh olunan şahıs, bazen çevrildiği suret üzerine haşre gelir. Tanınmadığı için de ona şefaat edilmez. Allah (c.c) bizi ve bütün ümmet-i Muhammedi (a.s) korusun.”

Günahtan dolayı nefsine acıyıp, pişman olmak, bazen devamlı, bazen geçici olur. Tesirden gaye ikisinden biriyle mütessir olmaktır. Acımamaktan gaye ise hiç acımamaktır. Zira geçici olarak acıma meshin men’ine kafidir.

Yirmiüçüncü minha hakkında dedi ki :” Vaazın tesiri bazen bir korku, bazen bir muhabbet hasıl olmasıdır.”

(Tertipliyen: Molla Ahmedoğlu, Molla Diyauddin)

Minah – Seyyid Sıbgatullah Arvasî (k.s.a.)

http://daruledep.blogspot.com/2010/02/m ... ni-ks.html


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Seyyid Sıbgatullah Arvasi: Atiyyeler ( Minah )
MesajGönderilme zamanı: 28.11.10, 18:31 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 07.01.09, 17:30
Mesajlar: 99
Minah 1-25
Minah-1:
Gavsi Hizan-i (ks) neseb-i şerifini şöyle açıklardı: ”Ben Lütfullah’ın oğluyum, o Abdurrahman’ın oğlu, o Abdullah’ın oğlu, o Muhammed’in oğlu, o Şeyh İbrahim’in oğlu, o Cemalüddin’in oğlu..."
"O Şeyh İbrahim’in oğlu, o Cemalüddin’in oğlu..." der burada dururdu. Şeyhi Seyyid Taha (ks)’dan naklederek Molla, O Muhammed-i Arvasi adıyla meşhur olan zatın oğludur. ” derdi. Bu sözünü bazen kesin olarak söyler, bazen de kesin gibi görünürdü.

Minah-2 :
Taylasan maddi ve manevi olmak üzere iki türlüdür. Maddi taylasan bellidir. Manevi olan; Mürid mürşidini başının üstünde örtü şeklinde kabul edip, örtüsünün sarkan ucu ğibi mürşidinin kendi vücuduna sardığını inanarak, ondan feyiz almasıdır. Müridi gayeye eriştirmekte bu yol faydalıdır.

(Taylasan bazı tarikatlarda görüldüğü gibi başa bir örtü atmaktır. Bunun faydası gözün sağa sola dönmeyip, önüne bakmasını sağlayarak, kalbin huzurunu muhafaz etmektir. Burada işaret edilen, husus kalbin huzurunun sağlanmasında, manevi taylasanın daha faydalı olduğudur.)

Minah-3 :
Şeyh Abdulhalık Gucduvani (k.s)’nin sözü olan (….) nazar ber kadem’in manası bazılarının dediği gibi Kaf’ın esre okunmasıyla ”nazarın (yönün) hep Allah’a (c.c) (...) şeklinde değil, belki Kaf’ın üstün okunmasıyla (…) maksudun ; ”sofinin namazdaki gibi hep ayağının üzerine bakması” olacağını kesinlikle söylerdi.

Minah-4 :
Ubeydullah Ahrar (k.s.) Hz.’nin bir sofisi şeyhinin affetmeyeceğini zannettiği bir hata işledi. Bundan dolayı sohbet meclisine vaktinde gelmedi. Şah-ı Nakşibendi (k.s.) Hz.’nin huzuruna gidip, ruhuna bir Fatiha ve bir ihlas okuyarak af diledi. Şeyhinin kendisini affetmesi içinde aracılığını istedi. Şah-ı Nakşibendi (k.s.) Hz.’leri sofiyi affetti, aynı zamanda şeyhine de affettirdi. Gavs-ı Hizani (k.s.) bu hikayeyi anlatırken buyurdu : ”Şah-ı Nakşibendi (k.s) Hz.’lerinin makamı sofinin şeyhinden daha büyüktü. Şeyhin makamı büyüdükçe müridlerinin hatası onun gözüne küçük görülür. Tıpkı dünya büyüklerinde olduğu gibi...”

Minah-5 :
”Sofi tavus kuşu gibi olmalıdır. Nasıl ki tavus kuşu ayaklarının siyahlığını görünce vücudunun güzelliğini görmez. Sofi de bu düşünce ve hal üzerinde olmalıdır. Çünkü iyi haline bakmak, ona güvenmek, kibir ve gurura sebeb olur.” der.

”Tavus o kadar güzel renkli olmasına rağmen
siyah bacağından dolayı mahcubdur.”

Beytini okuduktan sonra şöyle devam etti.

” Mahlukattaki kemalatın hepsi Allah (c.c)’ın kemalatının bir yansımasıdır. Kişinin kemalatı kendisinden bilmesi boş bir iddia ve büyük bir kusurdur.”

Minah-6 :
”Nefsi gayet kusurlu görüp onu bütün hallerinden dolayı suçlamadıkça, şeriat üzere istikamet sağlanamaz.” sözünün manası sorulduğunda, durumun daha iyi anlaşılabilmesi için Semnani’nin Nefahat’taki : ”Nefsi kusurlu görmemek onu itham etmemek büyük günahtır.” sözünü naklettikten sonra :

- ”İstikamet ise büyük günahla birleşmez.” cevabını verdi.

Minah-7 :
Peygamber Efendimiz (a.s) buyurmuştur ki :

”Hud suresi beni ihtiyarlattı.” ( Hud suresi. 112. Ayet)

Bu surede, ”Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” buyrulduğu için Peygamber Efendimiz (a.s) böyle buyurdular.

Ne zaman ki sure-i Yasin’in başındaki,

”Muhakkak ki sen ( Ey Resülüm tarafımızdan elçi olarak kullarıma) gönderilen peygamberlerdensin; doğru bir yol ( islam dini) üzerindesin.” ayeti (Yasin suresi. 4. Ayet) nazil oldu. Resulullah (a.s)’ın kalbi rahatladı.

Minah-8 :
Mürşidimin emri ve zaruret olmasaydı, nefsimdeki ayıbı, kusuru gördüğümden, kabiliyetsizliğimi bildiğimden dolayı tarikat üzere konuşmaya ve irşada cesaret edemezdim.

Şeyhim Seyyid Taha (k.s) bana şöyle buyurmuştu : ”Sen nefsini küfrü kat’i olan kafirden daha aşağı görmezsen, yazıklar olsun sana !…”

Bir seferinde de ben şeyhime ”Nefsimin kusurunu gördüğümden ve halkın da bunları bildiğine inandığımdan, onların arasına karışmaya hatta onlarla yolda karşılaşmaya utanıyorum.” dediğimde, bana ”hep bu hal üzere ol.” diye söyledi.

Minah-9 :

Gavs-ı Hizanî (k.s) şöyle buyurdu :

Hayvanlar, insanlara nisbeten anne ve baba terbiyesinde daha az kaldıklarından dolayı akılsızdırlar. İnsanlar ise anne ve baba terbiyesinde çok kaldıklarından dolayı akıllı ve faziletlidirler. Bunun gibi salikin ikinci doğumu olan manevi doğum diye adlandırılan seyr-i süluku erken tamamlayıp mürşidin terbiye memesinden erken kesilenin makamı daha düşük olur.

Kim ki mürşidin terbiye ve himayesinde daha uzun bir müddet kalırsa (sey-i sülukunu geç tamamlarsa) O'nun makamı ve kemalatı yüksek olup, devamlı istikamet üzerinde olur.

Mürşidin bir nazarıyla kemalata erip icazet alanlar ise, kendileri bu dünyadan gidince izleri silinir, hiç bir silsilede de adları geçmez.

Minah-10 :
İnsanın kalbine gelen gayr-i ihtiyari vesveseler, zararsız olsa da mürid bunlar için istiğfar etmesi gerekir.

Minah-11 :
Kalbi havatırdan korumak için yapılan rabıta şöyledir. Mürid, mürşidini başının üstünde oturuyor şeklinde düşünür. Çünkü bana açıklandığına göre, şeytanın vücuda girme yeri baş tarafındandır.

Minah-12 :
Gavs-ı Hizanî (k.s) namazdan önceki rabıta şöyle olur dedi:

Yalnız; namaza girmeden (iftitah tekbirinden) önce mürid, gafletin gitmesi için mürşidin bir elbise gibi bütün vücudunu kapladığını düşünür.

Diğer vakitlerde mürid mürşidinin her an yanında olduğunu tasavvur ederse çok büyük fayda görür.

Minah-13 :
Seyyid Taha (k.s) rabıtanın ehemmiyetini şöyle belirttiler : ” Zikirsiz rabıta ile Allah (c.c)’a ulaşılır, ama rabıtasız zikir ile Allah (c.c)’a ulaşılmaz.” Bu sözleri Gavs-ı Hizanî (k.s) Hz. kabul ettiler.

Bazen buyururlardı ki : ” Zikir kalbi sultası altına almak şartı ile rabıtasız zikirle de Allah (c.c)’a ulaşmak mümkündür. Lakin nadiren ulaşılır.”

Minah-14 :
Gavs-ı Hizanî(k.s.) Hz.; Bazı meşayihlerin, müridlerini yalnız rabıtayla terbiye etmelerini görürdü.

Minah-15 :
Gavs-ı Hizanî (k.s) Hz. ; Müridin mürşidinden rabıta yoluyla aldığı feyzin konuşarak aldığından daha kuvvetli olduğu kanaatindeydi.

Minah-16 :
Müridin rabıtası tam olursa hayattaki şeyhinin ruhaniyetinden iyi bir şekilde feyz alır. Rabıtası tam olan müridin, şeyhinin vefatından sonra başka bir şeyhe gitmesine gerek yoktur. Rabıtası tam olmayanın, şeyhi vefat ettiğinde başka bir şeyhe gitmesi gerekir.

Minah-17 :
Gavs-ı Hizanî(k.s) Hz. ; Rabıtanın önemini ve gerekliliğini belirtmek için : ”Rabıtaya devam ediniz, rabıtaya devam ediniz, rabıtaya devam ediniz!…” buyurur ve rabıtayı çok tavsiye ederdi.

Minah-18 :
Müridin hallerinden ekseriya ilk sorulan rabıtanın husülüdür. (Rabıtanın husûlü ; Mürşidin suretinin göz önüne gelmesidir.)

Minah-19 :
Mürid için bid’at ikidir: Şeriattaki bid’at, tarikattaki bid’at. Mürid için tarikattaki bid’at daha tehlikelidir.

Minah-20 :
Mürid tarikattan iki türlü çıkar. Birincisi büyük günahlarda ısrar, ikincisi ”ben tarikattan çıktım" demektir.

Minah-21 :
Mürşide, tevbe veya tarikat almaya bir kişi geldiği zaman o mürşid kendi nefsi için çok istiğfar etmelidir.

Minah-22 :
Mesh-i suri Peygamber Efendimiz (a..s) hürmetine Ümmet-i Muhammedden kaldırılmıştır. Bütün ümmet-i davette (bu tabir Peygamber Efendimizin (a.s.) peygamberliğinden kıyamete kadar dünyaya gelecek olan, cin ve insanlara şamildir) bu nimete dahildir.

Mesh-i manevi ise devam etmektedir. Mesh-i manevide kişinin hangi kötü sıfatı galip ise, kalben o sıfatla meşhur olan hayvan suretine döndürülür.

Minah-23 :
Gavs-ı Hizanî (k.s) Hz. ; Mesh-i manevi üzerinde bir gün yine buyurdular : ”İnsanda Mesh-i manevinin iki belirtisi vardır: Birincisi, kişiye vaz-ü nasihatın tesir etmemesi, ikincisi günahından pişmanlık duymamasıdır.”

Minah-24 :
Gavs (k.s) H.z buyurdu : ” Dünya sevgisi ve aşkıyla ölen kişiler, ehli iman olmalarına rağmen sırtı kıbleye çevrilmiş olarak (keşif yoluyla) görülüyor.”

Minah-25 :
Zalim kişiler ve siyaset adamları ile ilişkinin kaidesini şöyle açıklardı : ”Onları kendi ahlakına çekeceksen beraber ol. Eğer onlar seni kendi ahlakına çevirecekse beraber olma.”

http://daruledep.blogspot.com/2010/02/minah-1-25.html


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Seyyid Sıbgatullah Arvasi: Atiyyeler ( Minah )
MesajGönderilme zamanı: 03.12.10, 17:18 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 07.01.09, 17:30
Mesajlar: 99
Minah-26 :
Dört yönü birden kuşatarak gelen nisbet, tek yönden gelen nisbetten daha ekmeldir. Çünkü her tarafı kuşatarak gelen nisbette, şeytanın ilgisi yoktur. Musa (a.s) kelamı dört bir yandan işittiği için Allah (c.c)’ın kelmaı olduğuna emindi.

Minah-27 :
Nisbet kuşatmalı olmadığı zaman arkadan geleni, diğer yönlerden gelene tercih ederdi.

Minah-28 :
“Mürid en çok nisbeti hizmetten alır. Hizmetten alınan feyz ve kemalat daha tesirli ve uzun sürelidir.” buyurur ve şöyle misal verirdi : ” Nasıl ki arpa yiyen hayvanın semizliği yemi kesilse dahi bir müddet devam eder. Ama bahar otuyla beslenen çabuk çöker. Hizmetten hasıl olan nisbet kolay kolay kaybolmaz. Başka şeylerden doğan nisbet ise nefsin küçük bir kusuruyla kaybolur.” derdi.

Minah-29 :
Gavs (k.s) Hz. bir gün bu fakirden, [Halid-i Öleki (k.s)] eskiden beri türbelerde mum yakılmasının sebebini sordu. Ben cevap vermeyince, kendileri şöyle buyurdu: ”Işıktan gelen nisbet karanlıkta gelenden daha çok ve daha açıktır.” dedi. Bir müddet bekledikten sonra devamla buyurdular : ”Bu durum mürid tecelli-i berki makamına ulaşmadan böyledir. Tecelli-i berki makamından sonra, ışığın olup olmaması, nisbete tesir etmez.”

Minah-30 :
”Meşayihin etbaı ancak gece ibadetine kalkan müridlerdir. İltifat nazarıyla bakılanlar da bunlardır. Bunlardan başkası etbalarından sayılmaz.”

Minah-31 :
Bütün hallerde rabıtayı tavsiye ederdi. Yalnız, sohbette vukuf-u kalbiyi emrederdi.

Minah-32 :
Gavs (k.s) Hz.’lerine şöyle soruldu : ”Zamanımızdaki bazı meşayihin bir iddiası var ki, avam tabakasından hakikatlerin gizlenmesine sebeb oluyor. Diyorlar ki, şeyhler ancak bulundukları yöreleri irşad ederler. Bulundukları bölgelerden çıkıp başka bölgelerde irşad etmeleri caiz değildir.”

Cevaben buyurdular ki: ”Bu mesnedsiz bir iddia ve halis bir yalandır.” Nefahat’ta geniş olarak anlatılan Şeyhülislam Ahmed Namık Cami (k.s) Hz.’nin Çeştiye şeyhleriyle olan mücadelesini delil gösterdi. Ayrıca Şeyh Tahur (k.s) Hz.’nin ”Ben siyaset adamlarıyla uğraşıp, onları zulümden men etmeye memur olmasaydım, dünyadaki hiç bir şeyhe mürid bırakmazdım.” dediğini de söyledi.

Minah-33 :
Gavs (k.s) Hz. buyurdu : ”Bir gün şeyhim Seyyid Taha (k.s) Hz.’den sordum:
"– Nefahat’ta olduğu gibi bazı meşayih için ”takdis” bazıları için ”rahmet” ile dua okunmasının sebebi nedir?"

Buyurdular ki:

”-Nefsinden tam kurtulan için ”Kaddesallahu sirrahu” nefsinden bir şey kalan için ”Rahmetullahi Aleyh” diye dua edilir.

Gavs (k.s) Hz. şeyhinin (Seyyid Taha (k.s) Hz.) bu cevabını anlattıktan sonra buyurdular : Nefsinden tamamen kurtulmak irşadın şartı değildir. kendisine rahmet okunan çok kişiler, irşad makamına geçmiş, doğru yol üzerinde yürümüşler ve insanlara faydalı olmuşlardır.”

Minah-34 :
Letaifi yükselirken halk aleminden kesilmeyen mütemekkin meczub, avam için daha faydalıdır. Avam tabakası bunlara, seyr-i sülukunu tamamlayıp dönenlerden daha fazla itibar gösterir. Onlarla aralarındaki münasebet fazla olduğundan, tanımaları daha kolay olur.

Minah-35 :
Ademoğlu başlangıçta unutkandır. Çünkü alem-i ervahdaki ahdini ve başından geçenleri unutmuştur. İnsanın bilgi sahibi olması ancak, letaiflerin alem-i emirdeki yerlerine ulaşmalarından sonradır.

Minah-36 :
Müridlerden biri Gavs (k.s) Hz.’lerinden sordu :

”-Mürid fazileti olan nefs muhasebesiyle uğraşırken bazen fenaya (fena-fişşeyh) sebeb olan rabıtadan gafil kalıyor.” buyurdular.

”-Nefs muhasebesi kendisini var görenler içindir.”

(Muhasebe kendini var gören kişiye fayda verir. Bu nedenle rabıta hali daha üstündür. Rabıta fenaya ulaştırırsa muhasebeye lüzum yoktur. Kısaca buradan anlaşılan Gavs (k.s) Hz.’nin rabıtayı tercih etmesidir.)

Minah-37 :
Gavs (k.s) Hz.’lerinden soruldu: ”Letaifler meşhur olduğu üzere ayrı ayrı mıdır? Yoksa bazı meşayihlerin dediği gibi birtekdir de, makama göre isimleri mi değişir? ”

Cevaben: ”Ayrı ayrı birer hakikattır.” dedi.

Minah-38 :
Letaifler alem-i emire yükselmeğe başlayınca ekseriya müridde ağlama hasıl olur. Halbuki Letaifler kendileri için gurbet sayılan bu alemden, asıl vatan olan, emir alemine gidiyorlar. Bunun misali gelin olan kızın asıl evi olan kocasının evine giderken ağlamasında görülür.

Minah-39 :
Bu fakir [Halid-i Öleki (k.s)] Minah’ı yazmakta geciktiğime üzülüyordum. Yazmaya başladığımın üçüncü günü, sohbet meclisinde Gavs (k.s) Hz.’nin karşısında aynı üzüntü ile otururken bana bakıp şu beyti okudu :

Bu Mesnevi bir müddet gecikti.
Kanın süt olması için mühlet gerekiyordu.


Minah-40 :
”Bir mürid şeyhine Fatiha öğretirken, şeyhi de onun seyr-i sülukunu tamamlıyordu.”

Gavs (k.s) Hz. bunun müşkilliğini, şer'i amel olmadan şeyhlik de olmayacağını beyan ettikten sonra: ”Bunun şeyhliği şimdiki ilimle değil, evvelki ilim olan, ilm-i ledünledir.” dedi. Bazı meşayihin şu sözüyle de takviye etti. : ” Ben bu ilmi nübüvvetten yirmi sene önce öğrendim.”
Devamında buyurdu : ” Bunun hikmetini Allah (c.c) bilir.”

Bu meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için Şeyh Bereket ve benzerlerini misal göstererek, bunları ümmi ve şer'an özürlü anlattı.

Minah-41 :
Kalb hastalıkları içerisinde hasedden zararlısı yoktur. Ekseriya alimlerin afeti bu yüzdendir.

Minah-42 :
”Bazen daha az faziletli olan, faziletli olanı tanır da faziletli olan daha az faziletliyi tanıyamaz.” Meşhur, Hızır’la fakirin hikayesini delil göstererek ”Fakir bir sofi Hızır’ı tanımış ama Hızır sofiyi tanıyamamıştır.” dedi.

Bunun sebebini şöyle anlattı: ”Fazileti az olan, faziletliye rastladığında, ondan aldığı feyz onu tanımasına vesile olur.”

Fazlı olan ise fazlı az olandan bir şey almadığından tanımaz. Zaman olur ki bunun tersi de olabilir. ” Nefahat’taki Şeyh Abdurrahmani Tafvanci (k.s)’nin Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s)’i tanımadığı kıssayı delil olarak gösterdi.

Minah-43 :
”Farzları tam yapıp bid’atlerden korunan kişinin durumu, çeşitli cezbe ve haller sahibi olup bir tek dahi bid’at işleyenden daha evladır.” buyurdu.

Sonra Hz. Peygamber (a.s)’ın yanında ” Ben ne artırır ne de eksiltirim.” diyen bir Arabi'ye Peygamber (a.s)’ın da ” Doğru söylerse kurtuldu.” diyerek şehadet ettiği kıssayı anlattı.

Minah-44 :
Hilafeti zaruri olanlar, (Makamı kemale ermediği halde bir ihtiyaca binaen halifelik verilenler) bid’atlardan kaçındıkları müddetçe halk onlardan fayda görür. Bu aslında o silsiledeki meşayihin ervahının (ruhlarının) tasarrufudur. Bu halifeler bid’at işledikleri zaman, meşayih onlardan himmet ve tasarrufu keser. Onlar nefsleri ile başbaşa kaldıklarından halka olan yardımları da son bulur.

Minah-45 :
Yüce meclislerinde hilafeti zaruri olanlar (Makamı kemale ermediği halde bir ihtiyaca binaen halifelik verilenler) için tekrar buyurdular. ”Şeyhi hayatta olduğu müddetçe insanlar ondan fayda görür. Eğer kemale ermeden şeyhi vefat ederse onun işi tehlikeli ve zordur.”

Minah-46 :
Bid’atların hepsi karanlıktır. Onlarda katiyyen güzellik yoktur. Bid’at yapan üzerindeki hali ve ulaştığı makamı bid’atinden bilir. Halbuki o hal veya makam onun farkında olmadığı bid’at olmayan amelindendir.

Tarikat-ı Nakşibendi’nin diğer tarikatlara olan üstünlüğünün bir sebebi de bid’at olmayışındandır. Bazı tarikatlarda iz kalmamasının sebebi, bid’atların uğursuzluğundandır.

Minah-47 :
Son asırlarda sünnet olan ameller, bid’atler arasında, adeta gece karanlığında kendisinden ışık kaynaklanan cevherin ışığı gibi olmuştur. Zaman gariplik zamanı olduğundan şimdiki salihlere az amellerine karşılık eskilerin büyük mücahedelerle kazanamadıkları makamlar veriliyor.

Minah-48 :
Gavs (k.s) Hz. müridleri ile bir mecliste sohbet ederken buyurdular : “Bu gün diğer tarikatlardan menfaat görülmemesi onlardaki bid’atlardan dolayıdır. Zaman bid’atlar zamanıdır. Bu zamanda müstakim ve bid’atlardan uzak bir tarikat olmazsa menfaat vermez.”

Minah-49 :
Asrımızda Nakşi tarikatından başka tarikatlardan menfaat görmek çok zorlaşmıştır.

Minah-50 :
Bazı ehli keşfin ”Tarikatlardan Nakşi tarikatı, mezheblerden Hanefi mezhebi en sona kalır.” yolundaki sözü Gavs (k.s) Hz.’nin yüce meclisinde konuşuldu. Buyurdular:

Hace Ubeydullah Ahrar (k.s) Hz. bu konuda: ”Büyüklerin himmetiyle Nakşi silsilesi kıyamete kadar sürüp gidecektir.” buyurmuştur.

***


En son halidi tarafından 15.12.10, 14:10 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Seyyid Sıbgatullah Arvasi: Atiyyeler ( Minah )
MesajGönderilme zamanı: 07.12.10, 16:53 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 07.01.09, 17:30
Mesajlar: 99
Minah-51 :
Çilehanede kırk gününü tamamlayana bazı haller gelir. Bazı makamlara ulaşır. Ancak salike sohbetten gelen feyiz daha üstündür. Onu daha kamil kılar.

Minah-52 :
Sohbetine gidilmeye layık olan sadat bir nişan koymuştur. H.z Azizan (k.s)’a ait şu meşhur dörtlüğü söylerdi :

Kiminle oturdunsa senin gönlün toplanmadı.

Su ile çamur (anasır)’un zahmeti senden gitmedi.

Eğer onun sohbetinden kaçınmazsan,

Azizlerin ruhu sana asla (hakkını) helal etmez.

Minah-53 :
Yüce meclislerinde buunanlara : ” Batini halinizin bizim meclisimizde ve dışarıdaki durumunu ölçün. Eğer arada bir fark görmezseniz bana gelmeyiniz.” buyurrlardı.

Minah-54 :
Meyvesi müride mülk olan terbiye (seyr-i süluk) ancak sohbet ve şeyhine hizmet ile olan terbiyedir. Bundab başka nazar gibi yollarla gelen ise gelip geçicidir. Bu halmadiren mülk olarak kalır. Nadir ise yok gibidir.

Minah-55 :
Halk anca fenafillah makamını geçenden menfaat görür. Henüz o makamda bulunan istiğfar ehlinden menfaat göremez. Ancak bu menfaatten gaye terbiye menfaatidir.

Yoksa her makamda bulunan veli belaların def’i, beeket gibi hususlarda himmet eder. Hatta bu durum müridlerde de bulunur.

Minah-56 :
İstiğrak halinde bulunan salik, içinde bulunduğu manevi halini, letaifleri, yükselip fenafillah’a ulaşıp dönen ile değiştirmek istemez.Halbuki letaifleri fenafillah’a ulaşıp dönen daha kamildir.

Minah-57 :
Fenaya ulaştıktan sonra tekrar bekaya dönen, tekrar namaz ve vefat anında i stiğraka (fenafillah makamına) döner.
( istiğrak makamında olan kişi halkın hallerinden habesiz olup, bütün hissiyatı ile ona varit olan füyüzat ile meşgul olur. Hatta bayen kendi nefsinden de geçer. Dönen kişi ile Allah (c.c) kalbinde hazır olduğu gibi halktan da gaip değildir. Bu dönen kişi sekerat ve nmazda bütün masivadan gafil olduğu için tekrar i stiğraka girer. )

Minah-58 :
Fena fillah makamında bulunan bazı büyüklerden, terbiye menfaati görülür.

Muhyiddin-i Arabi (k.s) bu makamda iken faydalı olmuştur.

Gavs (k.s) H.z : sekr halinden bazılarının sözü olan, ”Ben rabbimi at şeklinde gördüm.” gibi sözlere itibar olunmamasını söyledi.

Minah-59 :
Gavs (k.s) H.z’nin yüce meclislerinde, ihlas üzerine sohbet ediliyordu.Ben (Halit-i Öleki )k.s)) ihlası sordum. Cizreli Mevlana Ahmed (k.s)’in beytini okudu :

Ku’ran ve ayetlere yemin ederim.

Eğer meyhanenin (tarikatın) piri

Lat’a secde edin dese

Müridler ona uyarlar.

” İhlas bu kadarmıdır ?” dediğimde. ” Bu kafi değilmidir ?” buyurdu.

Sonra Gavs (k.s) bu fakire (Halid-i Öleki )k.s)) döndü : ” Sen ihlas hakkında ne diyorsun.” Ben de : ” Bana göre ihlas hadisi kutsinin delalet ettiği gibi mürid, şeyhinin bütün sözleri, fiilleri, hareket ve sekenelerinin ancak Allah (c.c) rıza ve emri ile olduğuna yakınen inanmasıdır.” dedim. Gavs (k.s) bu cevabımı beğenerek ” Gerçek ihlas budur. Bundan başkası yukarıdaki dörtlük gibi ehl-i sekrin kelamıdır.” buyurdu.

Minah-60 :
”Zahiri şevkat ve sureten iltifat müridin sülukunu geciktirir. Fakat müridlerde bu olmadan memnun olmazlar. Bizde ne yapacağımızı bilemiyoruz.”

Şeyhim, Seyyid Taha (k.s) benimle konuşmaz, bana bakmazdı. Hatta bazı yamanlar benim bulunduğum hatme ve teveccühe gelmezdi.

Minah-61 :
Rabıta şekillerinden olan hayali rabıtayı, (şeyhinin hareket ve tavırlarına ittibayı) suri rabıtaya (sureten şeyhi düşünmek) tercih ederdi. Menfaatin hazali rabıtada olduğunu buyururlardı.

Minah-62 :
“Rabıta olmadan fenafişşeyh olmaz, fenafişşeyh olmadan fenafilresül olmaz, fenafilresül olmadan fenafillah olmaz, fenafillah olmadan vusul olmaz.” buyurdu.

Minah-63 :
Gavs (k.s) H.z. şöyle buyurdu : ” Sohbetinde bulunduğum bazı şeyhler, müridlerie rabıtada kendilerini değil, vafat etmiş olan kendi şeyhlerini rabıta yapmayı söylüyorlardı, Halbuk beryah alemindeki kişiyi rabıta etme, dünya alemindeki kişiye nasıl menfaat verir.”

Yüce meclisde sofilerden biri bu konu hakkında şöyle dedi : ” Eğer alem-i berzahtakinin rabıtası, dünya alemindekine kafi gelseydi, H.z Peygamber (a.s) bütün mahlukatın şeyhi ve dünyadaki hayatından daha ekmel bir hayat ile ravza-ı mutahharada diri olduğundan, bütün mahlukat onun rabıtasıyla yetinir ve bu daha iyi olurdu.”

Gavs (k.s) H.z. sofinin bu sözünü beğendi.

Minah-64 :
Gavs (k.s) H.z. ”Nefsin ölümü ve öldürülmesi, emri ilahiye ittiba ederek, sıfatlarının değişmesinden ibarettir. Bu bazı meşayihlerin sözlerinden anlaşıldığı gibi nefsin yokluğundan ibaret değildir. Delili, nefsin kemale erdikten sonra hazır iştiyak duyması ve onunla emretmesidir. Nefsin bekası olmazsa bu olmaz.”

Minah-65 :
Nefsin yaratlışında liderlik ve başkanlık vardır. Letaifler makamlarına ulaşmadan önce, nefse bulunduğu kötülük hali üzerine hizmet ederler. Letaifler makamlarına ulaştıkları zaman nefis zalnız ve hizmetçisi kalır. Bu ise nefsin tabiatına azkırı olduğundan, nefis bu hale sabredemez. Nefis de Letaiflerin peşinde, onların makamına çıkar. Zine onlara baş olur fakat hayır üzere emr eder.

Minah-66 :
Bazen salikin letaifi yükselir, fakat salikin bundan haberi olmaz.

Minah-67 :
Bazen letaifler birlikte yükselirler, Kendi alemlerine yönelirler.Bu durumda letaifler karışıp tek sütun gibi görülürler. Süluk ednlerde bu halet kuvvetli olup, böyle olanların halka menfaatleri daha çok olur. Letaifler zati olarak birdir diyenlerin sözü buradan kaynaklanmıştır.

Letaifler kendi alemine yönlirken bazende birbirini takib ederek sırayla giderler. Bu sğlukta zayıflıktır. Hem de böylelerinin halka menfaati az olur.

Minah-68 :
Letaifler nuranidirler. Salik hayr amelini bunlarla görür. Letaifin yükselmesinin belirtisi, salikin hazır amelleri görmemesidir.

Minah-69 :
Letaifler yükselirken, tecelliyat kalbe inmeye başlar. Letaifin yükselişini farkeden salik, kendisinden bir şey yükseldiğini ve üzerine sis gibi bir şeyin yağdığını hisseder.

Minah-70 :
İnsanın letaifi yükselince, letaif sütununun kökü benden de kalır. Bedenden temelli ilişiği kesilmez.

Minah-71 :
Tecelli-i berkiden önceki bütün tecellilier sıfatların tecellisidir. Ancak tecelli-i berki de Cenab-ı Hakk (c.c)’ın zatının tecellisi başlar.

Minah-72 :
Muteber olan fena (fenaillah) daimi fenadır. Gelip geçici olan berki fena muteber değildir. Berki fena tarikata yeni girende, hatta avamda da olur. Bu hal sonu başa getirmenin bir semeresidir.

Minah-73 :
Vahdet-i vücud makamının müşahedesi, tarikata girilmesi mecburi bir akabedir. Kimisi bu akabede kalıp terakki eder. Böylelerinden menfaat görülebilirde, görülmeyebilirde.

Kimisi orada bir gn zada daha fazla kalıp bu akabeden kurtulur. Bazanda o makama girildiğini bilmeden geçenler olur.

Minah- 74:
Fena-i İncilayı, ilahi nurların açılıp görülmesi arttırır. Fenanın mertebelerine göre incila muhtelif olur. Birincisi Fena, ikincisi fena´yi fena, üçüncüsü fena-yı fenaa-yı fena böylece incila arttıkça bir fena lafzı ilave edilip, onunla beraber zikir edilir. Bu mertebelerden üstteki alttakine gölge olur.Bir kabuk yada elbise gibi olur.Alttaki eskiyince çıkarılr ve daha üstün mertebede yeni olanı giyilir.Nasıl ki cırcır böceği seslenir, seslenir sonunda eski kabuğun yerine yenisi geçer.Durum böyle devam eder.Salikinde böle mertebeleri aşıp terakkizatı devam eder.

Salik, bu durumu hayalen evinin yıkılıp yeniden yapılması, eski elbisenin yenilenmesi veya renginden değişmesi şeklinde görür. Bazen de görmez.

Salik, bu mertebelerden süratle peşpeşe geçer, Bunlardan birinde çok takılıp, asıl makamı zannetmemesi gerekir. Bu gölgedir, daha üstü daha üstü….vardır. Fena-yı ena bilgisinin yok olması değildir. Bilginin yok olmasına ‘’sekir” denilir. Bu da geçicidir.

Minah-75 :
Gavs (k.s) buyurdu : “”Nakşibendi tarikatinda başkası işitecek şekilde zikir yapılmaz. Yalnız ölmek üzere olan hastaya kelime-i tevhid telkin etmek, beş vakit namazın sonunda on defa tevhid çekmek müstesna.

Minah – Seyyid Sıbgatıllah – il Arvasi (k.s.a.)

***

Minah-76 :
Şeyhini evine getir, şeyhin evine gitme.

( Rabıtan öyle kuvvetlendir kisen her yerde şeyhinden himmet al. Onunla buluş. Sen mürid olarak gayret göstermeden hemen şeyhe koşma.)

Minah-77 :
Gavs (k.s) H.z’nin yüksek meclislerinde, siyah sarık sarmanın sünnetteki yeri bahsi geçti. Mecliste bulunan alimlerden birisi,

Gavs (k.s) Hz.’ ne, Mecazül Aşıkın’deki siyah sarıklı şeyh ile emirin hikayesini anlattı. Emir şeyhe niçin siyah sarık sardığını sorar.

Şeyh cevaben ”Öldürülen nefsime matem tuttuğum için ”der. Emir tekrar sorar . “E ğer nefsin ölüme layık ise bu matem niçin ?

Yok eğer layık değilse niçin öldürdün ?” Bu kıssayı dinledikten sonra Gavs (k.s) Hz . buyurdu :

” O emir muhlis değildi.” Alim olan sofi “o emiri şeyhe ihlasla bağlı olanlardan olduğu söyleniyor.” dedi.

Gavs (k.s) buyurdu : ” Şeyhine niçin diyen kurtulamaz.” Alim sofi sordu : ” Müridin, şeyhinin bilmediği bir halini öğrenmek için sormasının zararı varmıdır.?” Gavs (k.s) ; Zararlı olduğuna işaret ederek :

” Hususen bu gibi sormak daha zararlıdır.

” Alim sofi dedi : Ben düşünüyordum ki şeyh ben cihattayım. Hz. Peygamber (a.s) Mekke’nin fethinde siyah sarık sarıyorum deseydi o zaman, emir ona bir şey diyemezdi. ”

Gavs (k.s) Hz .bu sözden de hoşnut olmamış gibi sustu.

Minah-78 :
Yüce Mecliste Gavs (k.s) Hz.’ den soruldu : ”Mürid ve şeyh arasındaki manevi nikah, ilk defa müridin isteğiylemi hasıl olur ?

Buyurdular : ” Önce müridin isteğiyle hasıl olur. Eğer şeyhin isteğiyle hasıl olsaydı, Ebu Talip ve benzerleri, iman ederlerdi.”

Minah-79 :
Gavs (k.s) Hz.tarikatın münkiri ile tarikata bid’at katanın zararını aynı kabul ederdi. Onların arasında bulunmayın derdi.

Bu hususuta kendi nefsinden örnek verdiler : ” Tarikata ilk girdiğim zaman bir münkire misafir olmuştum. Ondan bir kaç gün sonrada sohbetinde bulunduğum şeyhin halifesiyle beraber itikafta kaldım. O zikr-i cehri yapıyordu. Ben o münkirin misafirliğinde gördüğüm zararı, bunun arkadaşlığında da gördüm.”

Minah-80 :
Bu tarikatin bazi meşayihinden güvenilir bir şahsın rivayetiyle şöyle nakletti : ” Ben tarikatın münkiri bir alime misafir oldum. O alimden gördüğüm zararı, hıristiyan kilisesinden görmedim.”

( Hıristiyan kilisesi apaçık düşman olduğundan ondan korunmak mümkündür. Münkir ise dost kisvesinde bir düşman olduğundan müridin kalbine versvese getirerek ihlasını sarsabilir. Mürid islamiyet yönünden değil tarikat yönünden zarara uğrar. 132. Hikmete bakınız).

Minah-81 :
Gavs (k.s) Hz.’ ne soruldu : ” Bir müridin, şeyhini inkar eden, bir zahir hocası var. Mürid ona sılayı rahimi (gidip gelmeyi) kessinmi?” Cevaben : “Alakasını kessin” deyip akli ve nakli deliller gösterdiler.Nakli deliller diğer meşayihlere hatta, sahabelere kadar ulaştı.

Bunlardan anlaşıldıki şeyhleri inkar edn hak sahiblerini, babaları da olsa müridler terketmelidir. Çünki şeyhler hakkın (Allah) (c.c)’ın naibi olduğundan onların hakkı bütün hakların önünde ve üstündedir.

Müridlk iradeyi, şeyhin iradesine tabi kılmakla olur. Muhabbet ve buğzda iradenin bir şubesi olduğundan mürid, muhabbet ve nefretini, şeyhin muhabbet ve buğyuna mutlak ve istisnasız olarak bağlamadıkça şeyhin hakkı eda edlmez.

Minah-82 :
“Şii olan seyyidler hakkında ne emir ederseniz ?” diye Gavs (k.s) Hz.’ ne soruldu. ”Şiilik ve ehli bid’at olma vasfına buğz edilir. Lakin zatına edilmez. Münkir seyyide de aynı muamele edilir.”

Minah-83:
Ehl-i kalbin birbirini inkarı inkar değildir. Herbirinin kendi mesleği üzerine gayreti, daha zakin ve faydalı kabul ettiği yoluna takviye için bir uğraşmadır.

Bu uğraşmalar şeyhler arasında olduğunda mğrid onlara buğy etmeyecektir. Bu sohbetten sonra bir fakir Nefahat’te yazılı olan Şeyh-ül islam Herevi’nin Şeyhi Huseyri uğrşan İbn-i Semnun’e karşı geldiğini söyledi.

Gavs (k.s) Hz. ”Eğer eski ise mürid hiç bir şeye karışmaz. Diğer evliyayı sevdiği gibi o uğraşanı da sever.

Eğer bu uğraşma müridin zamanında ise, şeyhine gayret için ona karşı gelir.Onunla alakasını keser. Fakat bununla onu inkar etmeyip, ona eziyet vermemelidir.

Fakir dedi : ” Yani sahabelerden birbiriyle uğraşanın hicreti (birbirleriyle konuşmaması) gibi.”

Gavs (k.s) ”Evet” dedi. Sonra sahabe-i kiramın kendi aralarında geçen bazı durumlarını dile getirdi. Fazilet sahibi olanın fazlının kabul edildiğini, herkesin fikrini açık olarak söylemesinden sonra hakkın ortaya çıktığında ona tabi olduklarını beyan etti.

Amr bin As’ın (r.a), Ammar (k.s)’ın katilini cehennemle müjdelemesini, Hz. Muaviye (r.a)’nın Hz. Ali (r.a)’nin hususi bir ilmi olduğunu söylemesini ve Zübeyr (r.a) ile Talha (r.a)’ın hak onlara açıklanınca savaştan vazgeçtiklerini ve diğer sahabi kıssalarını anlattı.

( Muaviye (r.a) H.z Ali (r.a)’i imtihan niyeti ile bir şahıs göndererek kendi vefat haberini yolluyor. H.z Ali (r.a) bu sırra vakıf olarak H.z Muaviye (r.a)’nin ölmediğini söylüyor. Bu hadise üzerine H.z Muaviye (r.a) gerçekten H.z Ali (r.a)’nin kendine has ilmi olduğuna şahadet ediyor.)

Minah-84 :
Gavs (k.s) Hz. ” Şeyhinin hallerindenbir hal, şer-i şerifi zahirine muhalif olduğunda mürid bu hususta şeriata uyar. Şeyhini taklit etmez. Ama bu halli dolayısıyla şeyhini inkara yönelmez.O hali ona bırakır.” dediler. Sadat-ı Kiramında şu sözlerini naklettiler. ” Temkin sahibini taklit eden, zındık olur.”

Meşayihlerin bazı halleri olur ki şeriatın zahirine zıt görünür. Ama onların halis müridleri, bu hali taklit etmezler ve onları inkara kalkışmazlar.

Minah-85 :
Mürid şeyhini tedrici olarak, yavaş yavaş tanır.

Minah- 86:
Seyr-ü sülukunu tamamalayıp, bekaya dönenin tanınması gayet zordur.

Minah-87 :
Dönüşün başlangıcında şevk kaybolur. Hatta dönen bayan, nisbetin kendisinden alındığını zanneder. Son haline vakıf olur.

Minah-88 :
Başkalarinin kalbindeki sirlara muttala olan, izinsiz olarak onun üzerinde konuşamaz.

Minah- 89:
Bu tarikata mensup olan kişi bir kelime dahi olsa açıkca zikir yapamaz. Bu yolun büyükleri olan geçmiş sadat-ı kiramlar açık zikir yapanları tard ederlerdi.

Ey Mürid ;

Alçak bir sesle çağır

Çünkü dost sana yakındır.

Minah-90 :
Gavs (k.s), Şeyhinin (Seyyid Taha (k.s)) Bazı halifelerinin açıkzikirle meşgul olduklarından tarikattan çıktıklarına ve onların, yalnız açık zikri bırakmakla tarikata dönmüş sayılmayacağına tarikat meşayihinden birinde tarikat tazelemelerinin gerektiğine hükmederdi.

Minah-91 :
Fena makaımdan bekaya dönen bazen sekre düşmeye (kuvvetli bir füyuzatla kendinden geçme) meyilli olmaktan tamamen uzak değildir.

Gavs (k.s) Hz. bu mübarek kelamları sarfettikleri mecliste, yüce kapılarının hizmetçileri olan bir mürid şunları söyledi.” Bu makamlardan ancak tamamıyla ve hakkıyla dönen (sekre düşmeyen) Hz. Peygamber (a.s) Efendimizdir. Gavs (k.s) Hz. müridin bu sözlerini beğenerek

” doğru söyledin.” buyurdu.

Minah-92:
Şeyhim Seyyid Taha (k.s.)’den bazı büyük sofilerine sordum:
“Şeyh neden tarikat hakkında konuşmuyor.” Cevaben:
“Fena makamından bekaya döndüğü ve Peygamber Efendimiz (a.s.)’in meşrebinde bulunduğu için” buyruldu.

Gavs (k.s.) Hz.’ne soruldu: “Şeyh hiç mi konuşmazdı.” Cevaben:
“Konuşması vardı. Ancak benim sorum kitap yazıp yazmama hususundaydı.” sonra da “0 bana öyle dedi” buyurdu.

Minah-93:
Gavs (k.s.) Hz. üzülerek: “Kimse şeyhimin sözlerini nakletmedi ve toplamadı.”

Minah-94:
Gavs (k.s.) Şeyhim Seyyid Taha

“Aç arslanın elindeki tavşanın korkması gibi benden kork. Çünkü ben de şeyhimden (Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.) öyle korkuyordum.” dedi. Bana bu emri tekrar söylediğinde:
“Aşırı korku sevgiyi azaltır” dedim.
Oda buyurdu ki “İmam-ı Rabbani’nin şeyhi Hoca Bakibillah’da (k.s.) öyle demiştir.”

Minah-95:
Herbir velinin bir kusuru olur. Bu kusuru onlara münkir olanlar görür. Muhlis olanlar görmez. Bu kusur da hakiki bir kusur değil, görünüşte bir kusurdu.

Minah-96:
Münkirin varlığı tarikatın, doğru olduğunun delilidir. Münkirler tarikatın devamını sağlarlar. Bir şeyhi hiç kimse inkar etmeden umumun yönelmesi hiç kimseye fayda vermez.

Minah-97:
Kutbun duası ile kazayı mübrem (değişmeyen kaza) olmayan hadiseler değişir. Ancak kutupluğun evladına geçmesi yolundaki duası kabul olmaz.

Minah-98:
Kutub olan şeyh, müride ne verirse o müride mülk olur. Bu durum verildiği an belli olmasa dahi sonradan ortaya çıkar. Kutub olmayan şeyhin verdiği, mülk değil gelip geçici bir haldir.

Minah-99:
Bu silsilede şeyhlik kendisinden evladına geçmesi çok az sadata nasib olmuştur. Bu yüksek silsilede İmam-ı Rabbani (k.s.)’den oğlu Muhammed Masum (k.s.)’a, ondan da oğlu Şeyh Seyfüddin (k.s.)’a nasib olmuştur.
(Gavs (k.s.)’den sonra bu silsilede Seyda-i ‘Ta’gi (k.s.)’nin oğlu, Şeyh Muhammed Diyauddin (k.s.) silsile şeyhi olmuştur).
Bu sadatın evladı onların manevi mirasını alandır. Zahiren evladı olanlar değil.

Minah-100:
Nasıl ki bir baba evladının kendisinden yüksek dereceli olmasını isterse, manevi baba da, manevi evladının kendisinden yüksek olmasını ister.

Minah – Seyyid Sıbgatıllah – il Arvasi (k.s.a.)

***

Minah-101:
Gavs (k.s.) buyurdu: “Birine mensub olmaktan maksad, manevi intisabtır. Yani onun yolundan gitmektir. Yalnız sureten ona ait olmağa itibar edilmez.” Devamla:
“Doğrusu sana dil uzatıp (nesli kesik diyenin; kendi nesli kesiktir.) 20 ayetini buna delil getirdi. “Yani Peygamber’e (a.s.) dil uzatanların nesli kesildi. Evladları kendi yollarından gitmeyip, müslüman oldular. Peygamberimiz (a.s.) yolundan giderek onun manevi evladı oldular.” diye açıkladı.

Minah-102:
Mensubiyette muteber olan ancak manevi mensubiyettir. Manevi bağlılıktır.
Cenab-ı Allah (c.c.) ayet-i kerimesinde buyuruyor:

“İnna a’tayna kelkevser”21
Kevserden murad, vahdet-i şuhuttur.

Gavs (k.s.) Hz. vandet-i şuhudu manevi evlada tevil edip şöyle buyurdular: “Cenabı-ı Hakk (c.c.) burada irşad makamı olan vandet-i şuhudu manevi evlat yerine tabir etmiştir.”22

Minah-103:
Yüce meclisde mürşidlerin müridlerine karşı emir ve tavsiyelerinin konu edildiği bir sohbette Gavs (k.s.) Hz. buyurdular: “Mürid şeyhinin kendisine lisanen tebliğini beklemeden onun işaretlerinden pay çıkarıp amel etmelidir. Çünki mürşidinin işaretlerinden anlamayan müride, şeyhin sözlü olarak hitabı, Allah korusun mürşidin yüz çevirmesinin alametidir. Mürşidin müride son ikazı gibidir. Bir meşayıh ihlas sahibi müridlerine hiçbir zaman sözle emretmez. Bizim silsilemizde adab budur.

Gavs (k.s.); önceden muhlis, sonrada şiddetli münkir olan birisi hariç sözle emretmezdi. 0 münkir hakkında da Gavs (k.s.): “Eğer o kişi, benim emrirrie uysaydı, kalbi bu kadar vesvese ve havatıra mübtela olmazdı.” buyurdu.
Gavs (k.s.) Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nin kendisine şöyle dediğini anlattı: “Mahlukata önce işaretle emret. Bu fayda vermezse o zaman açıkca sözle emret. Bu yolda fayda vermezse ondan yüz çevir. Sen birisinden yüz çevirdiğin vakit bütün silsile ve Hz. peygamber (a.s.) ondan yüz çevirir.”

Minah-104:
Gavs (k.s.) aşağıda minahı anlatmakla, zannediyorum Allah (c.c.)’a giden yolu bulmak isteyenin dikkat etmesi gereken unsurları dile getirdiler.
Allah (c.c)’a giden yolda mürid, şeyhinin maddi ve manevi kemal sıfatlarına sahip olduğuna manevi doktorlukta, tarikat bilgisinde ve hidayet yolunda, rehberlikte mahir olduğuna inanması gerektiğini belirttiler. Bu minah başlamadan az evvel, Gavs (k.s.) Hz. bir fakire hitab ederken tebbesüm etti. 0 fakirde tebessüm etti. Fakir; özür beyan mahiyetinde estağfirullah deyip
“güldürende ağlatanda (Allah (c.c.))’dir.”23 ayetini kalben okudu.
Bunun üzerine Gavs (k.s.) Hz. mürid ile mürşid arasındaki bu ve benzeri hareketlerin aşağıda anlatılan ölçüde olmasıyla edep dışı olmaktan kurtulacağını beyan etti. Sonra sohbete başladı:
“Üstadın talebesinden her yönden üstün olması gerekmez. Süleyman (a.s.) babasının yerine halife seçilmezden önce Beni İsrail alimleri büyük kardeşini halife seçmek istediler. 23 Necm suresi, 43. ayet

Sonra imtihan etmeye karar verdiler. Süleyman (a.s)’ın kardeşinin cevap veremediği sorulara, tebessüm ederek cevap vermesini alimler tavsiye etmeyip durumu babalarına anlattılar. Babaları Süleyman (a.s.)’ı çağırıp büyüklerin huzurunda gülmesini sordu.
Süleyman (a.s.) “Onlar bana soruları sordukça bir karınca bana cevapları söylüyordu. Onun için tebessüm ettim.” buyurdu.

Gavs (k.s.) Hz., bu kıssayı anlattıktan sonra buyurdu: “Maksad hasıl olsunda, üstad bir karınca olsun farketmez.” sohbetin devamında
Mevlana Halid-i Bagdadi (k.s.)’nin: “Beni Seyyid Taha ve Seyyid Abdullah’dan üstün görmeyin” dediğini
Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.)’nin ashabıda: “Nasıl olur? Siz onların üstadısınız” demesi üzerine;
Mevlana Halid (k.s.)’in: “Onlarla ben, şehzadeler ile sehzade hocası gibiyiz. Şehzade hocası öğretip, terbiye ettiği halde, şehzadeler üstündür.” dediğini nakletti.

Minah-105:
“insanların en hayırlısı insanlara en fazla faya verendir.”24 Hadisi şerifini açıklarken şöyle buyurdu: “Hadisten murad “insanların hayırlısıdır” yoksa “en hayırlı insan” değildir. Aksi halde olmayıpta menfaat verenin, bazı ariflerden daha hayırlı olması gerekir. Sonra şöyle devam etti: “Ama arif olan kişide zaten menfaat vermekten hali değildir.”25

Minah-106:
Yüksek mecliste bazı zamanlar, Gavs, (k.s.) uzun müddet susarlardı. Bir gün büyüklerin haline vakıf olmayan zahir alimlerden birisi sohbet taleb’etti. Gavs (k.s.) buyurdu:
-”Sükuttan faydalanamayan sözden de istifade edemez.”

Minah-107:
Gavs (k.s.) Mevlana Cami (k.s.)’nin şu beytini okudular:

Zahidler taat yüzünü

Mihrab köşesine çevirmişler.

Sonra buyurdular: “Bazı müridler için devamlı olmamak kaydıyla, şeyh rabıtada cennet ehli suretinde, tüysüz görülür. Yukarıdaki beytin ikinci mısrası buna işaret ediyor.”

Minah-108:
“Başka şeyhlerin sohbetinde ve evliyanın türbesini ziyarette mürid rabıtalı olmaya çok dikkat etmelidir.” Gavs (k.s.) bunları söyledikten sonra mecliste bulunanlardan bir fakir sordu:
-”Peygamberlerin (a.s.) ziyaretinde de durum aynı mıdır?” Cevaben:
-”Evet” dediler. Fakir tekrar sordu:
-”Ravza-i mutahharada da öyle midir?” Gavs (k.s.):
-”Evet” buyurdu.

Minah-109-
“Mürid enbiya (a.s.) ve evliya (k.s.)’nin ziyaretinde gördüğü menfaati, şeyhinden veya onun aracılığıyla aldığına inanmalıdır. Oralarda müride onların sureti zahir olacak olsa, o bunu şeyhinin letaiflerinin bir sureti olduğuna itikat etmelidir.”

Minah-110:
Yüce mecliste bir gün Gavs (k.s.) Hz.’ne soruldu: “Rabıtanın tesiri ne zaman kesilir.”
Buyurdu: “Müridin makamı, şeyhinin makamını geçtiği zaman rabıtanın tesiri kalmaz. Fakat ölüme kadar ne bulsa şeyhinin bereketiyledir.
Vefa kanunu odurki, şeyhinden yükseğe çıksa dahi onu terk etmek güzel görülmez. Bazı meşayihin ben şeyhimi geçtim sözü hiçte hoş değildir.”

Minah-111:
Buyurdu: “Salikin’ şüphe ve tıkanmaları şeyhin vasıtasıyla çözülür.

Mürid ancak kemale erdikten sonra Allahü Teala ona bir sebeb gönderir.
Şeyhinin makamının üstüne çıkmayan bir müride her zaman rabıta fayda verir.”

Minah-112:
Gavs (k.s.) Hz. bir gün muhabbet ehli olanların üzerine sohbet edip onları övdüler. Sonra cezbe ehlinden bahsettiler ve buyurdular:
-”Şeriata uyan istikamet ehlinin değeri, ancak ahirette belli olur. Bunlarda manevi bir hal (aşk, vecd) olmasa dahi. zararı yoktur.”

Minah-113:
Sadatın sohbetinde, gözü kapatmanın üstünlüğünü belirtip, teşvik için buyurdular:
-”Doğan kuşu gözünü kapatmadan avcilik yapamaz.”
Sonra şu beyti okudular:
“Gel çünkü gözümüz senin evindir.”

Minah-114:
Şeyh-ül Meşayih Mevlana Halid (k.s.)’in icazet kitabında, nakşiden olduğu gibi, diğer dört tarikattanda (Kadiri, Sühreverdi, Çeşti, Kübrevi) şeyhi Abdullab Dehlevi (k.s.)’den icazetli olduğu yazılı. Bunun zahirinden anlaşıldığı gibi, şeyh bu tarikattan dilediği herhangi birine göre, müridini terbiye edebilir mi? diye Gavs Hz.’ne soruldu.
Şöyle cevap verdi: “Bundan maksat o tarikatlardaki, mûridleride tasarruf icazetidir. Onların usulüne göre hiçbir tarikatın usulü ile terbiye ettiği işitilmemiştir. Terbiye edemezde. Çünki diğer tarikatlarin bazı usulleri nakşibendi tarikatında bid’at kabul edilir. Bid’at yapanlar ise tarikattan çıkmış sayılırlar. Bid’at yapmak, bib’at olan usullere razı olmak, bidati ilk defa icat etmek gibidir.”

Minah-115:
Salike urucun nihayetinde hasıl olan şuurdan dönme, şuurun yok olması manasına değildir. Allah (c.c.)’a olan şuuru kalmakla beraber halk ile olan şuura dönmesi demektir.26 Nasilki seyr-i sülukun başında o halk olan şuur onda var idi. Yalnız şu varki gayri mütemekkin olan dönen bazen Allah (c.c.)’a olan şuur ondan zail olur. Başkalarından medet diler.

Mütemekkin olan dönen devamlı her iki şuuru kuşatıp başkalarına himmet eder. Kimseden himmet istemez. Sofilerin ıstılahında ikinciye harabat şeyhi denilir. Manevi meyhane şeyhidir.

Birinci ise küp sahibidir. Ötekinden manevi aşk meyi alır. Küpünü doldurur. Millete dağıtır. Mütemekkin olana arşi denilir. Zira devamli alem-i emre vukufu vardır. Gayr-i mütemekkin ise böyle değildir.

Minah-116:
Buyurdular: “Muhabbet menfaatın mıknatısıdır.” Mecliste bulunan bir fakir sordu:
-”Müridin muhabbeti ne fayda verir? Ancak şeyhin muhabbeti fayda vermez mi?” Buyurdu:
-”Kerem sahibi olan kişi, ondan dileneni sever. Efendide hizmetçisini sever.”

Minah-117:
Mahbub olan şeyhin kemalat ve maneviyatının, muhib olan müride çekilmesinde, muhabbetin tesir ve şiddetini beyan hususunda Gavs (k.s.): “Muhabbet bazen öyle halete ulaşırki, mahbubun suretini çekerek, rnuhibbe giydirir. Hatta, bazen mahbubun kabrini, mezar taşıyla beraber muhibbin kabrine yaklaştırır.” buyurup,
Sureten çekme ve gözüyle gördüğü kabir yaklaşmasını konu alan iki kıssa an’tattılar.

Minah-118:
“Bir şeyi sevmenin alameti, sevdiginin aleyhinde olana karşı koyup, ondan acizlik duymaktır.”

Minah-119:
Kendisine inanılır bir kişi yemin ederek dediki: “Ben Gavs (k.s.) Hz.nin şöyle buyurduklarını duydum. (Korku kalb hastalıklarını tedavi eder. Muhabbet ise kalb hastalıklarının yanında küfrü de izale eder) deyip şu kıssayı naklettiler: Bu taifeden birine aşık olan bir yahudi kadını duyduğu muhabbet sayesinde hiç kimse ile karşılıklı konuşmadan müslüman oldu. Bu taifenin ahval ve niteliklerini kazandı.”

Minah-120:
“Korkana verilir, seven ise kendisi çeker” sözünü Gavs (k.s.) sıksık söylerdi.

Minah-121:
Şeyh müridlerine her zaman tasarruf eder. Maneviyat verir. Ama bu maneviyat ve tasarrufu muhib olan kendisine gasb eder.

Minah-122:
Yüce mecliste bulunanlara buyurdular: “Hiç bir şey hizmete denk değildir,” Ehlullah’ın hepsi çeşitli mertebelerde ve çeşitli meşreblerde bulunmalarına rağmen, şuurunun olmadığı fena makamında dahi mahlukata hizmet ve menfaatlerinin dokunması için gayret sarf ederler.

Ehlullah’ın her biri Allah (c.c.)’tan aldıkları işaretle hizmetlerini yaparlar. Bunların bir kısmı şerefli nefislerini ve aziz vakitlerini mümkün olduğu şekilde hizmete vakf etmişlerdir. Yaptıkları hizmette hizmetler ve hizmeti yapılanlar arasında fark gözetmezler. Hatta akıl ve konuşmadan mahrum hayvanlara dahi hizmet ederlerdi.

Kendisini hizmete vakfedenlerden birisi de Yakut-i Arşi (k.s)’dir. Bu devletlü İskenderiyede ikamet edip bütün vaktini mahlukatın ihtiyacına harcardı. Hatta bir gün bir güvercinin kendisiyle konuşmasından sonra acele olarak kalkıp Mısır’a gitti. Oradaki bir şahısla tenha yerde görüştü. Ondan komşusu olan güvercinin yavrularını yememesini rica etti. Tekrar iskenderiye’ ye döndü. İşte bu zat arşilik makamına hep hizmetinin bereketiyle ulaştı. Bir kısım Ehlullah’da hal ve kal ilimlerinin ikisini veya bunlardan birini neşir yoluyla hizmet ederler. Bir kısmı da kendi nurlarını cisimler ve ruhlar üzerine yağdırırlar. Bununla onları evhamın zulmetinden kurtarırlar. Hatta gezegenlerin nurları, ancak bunların füyüzatındandır. Bunların çanaklarının bulaşığı kadehlerinin artığıdır.

Molla Cami (k.s.) beytinde neler söylüyor:
Pazu ile bileğini toprağa (anasıra) alışkanlıktan silkele
Felek eyvanlarının zirvesine kadar uç
Mavi taylasanların faksını gör
Alemin üzerine nurdan eteklerini silkele.

Mavi taylasan sahibi gezegenlerdir. Onların raksında görülmesi emredilen, aleme saçılan nurdan etekler diye vasfedilen, Ehlullah’ın eflake yükselen nurunun birazıdır,
Bu nurların safisi Bunların bazıları dünyada görülür. Tamamı ahirette görülür. Gezegenlerden menfaati tam olan güneş ve aydır.

Ehlullah’ın bir kısmı da zulümleri gidermek, zayıflara yardım etmek, dinin yayılması ve sünnet-i seniyelerin ihyası için hüküm sahiplerinin arasına karışırlar. Şeyh Tahur (k.s.) bunlardan birisi idi.

Öyle Ehlullah’da vardır ki, bir kaç hizmeti beraber yürütürler. Hoca Ubeydullah Ahrar (k.s.) bunlardandı. Hem emir sahipleri ile bir arada bulunur, hem de diğer hizmetleri yapardı.

Minah-123:
Hizmet hakkında bir sohbet daha ettiler. Buyurdular: “Şeyhim Seyyid Taha (k.s.)’nin halifeleri; icazet alırken, irşad ve teveccüh yapmayacaklarını, yalnız bütün mahlukata hizmet edeceklerini söylediler. Şeyhim de bu sözleri kabul etti. 0 halife, insanlara ayrım yapmadan hizmet eder. Umumi toplantılarda hizmetcinin yerinde dururdu. Hizmetle meşhur olduğundan, halk kendisine hizmet ettirmeye cesaret ederdi. Hatta yarım akıllı bir kadın, testisini doldurup çeşmeden getirmesini teklif etti.”
Gavs (k.s.) Hz.’nin bu sohbeti yapmakta gayesi zannederim şuydu. Hizmet şerefli olmakla beraber mürşidin heybet ve vekarının müridin gözünden düşmemesi için o halifenin irşad makamının yanında bulunmaması gerekir.

Minah-124:
Zannediyorum hizmet eden mürşit şeyhinin yanında olduğu zaman genel hizmetin, irşad makamına zarar vermediğini beyan hususunda şöyle buyurdu: “Şeyh Abdullah-ı Herati (k.s.) kendi şeyhi, Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.)’ye hizmet ederdi. Onun hayvanlarına bakar, hamurunu yapıp ekmeğini pişirirdi. Eli hamurda iken Şeyhi (k.s.) çok defa ona gidip halkadakilere teveccüh yapmasını emrederdi. 0 da elinin hamuru ile gidip teveccüh yapardı.”

Minah-125:
Sohbet meclisinde müridanın birbirinin arkasında oturmasını Gavs (k.s.) Hz. tasvip etimezdi.
Böyle yapanları şiddetle men ederdi. Halkanın arkasında oturanı kaldırır: “Ya halkaya gir, ya da buradan uzaklaş” buyururdu. Bir gün bu kaideye uymayan sofiye “bizim size dediğimizi boş söz veya oyuncak mi sanıyorsunuz?” buyurdular.

[21 Süre-1 Kevser, ayeti]
[22 Cenab-ı Hak Peygamber Efendimize (a.s.) irşad makamini ihsan etmiştir. İrşad makamından murad Hz. Peygambere (a.s.)tabi olan müslümanlardır. Ki onlar da Peygamber (a.s.)'in manevi evladlarıdır. Şu halde Cenab-ı Hak (c.c.) zahiri evlad vermeyi ihsan saymamış lakin manevi evlad vermeyi ihsan saymıştır. Bu durum manevi intisabın zahiri intisabdan kuvvetli olduğunun delilidir.]
[24 İnsan kelimesi ünsden gelip hatırlamak manasındadır. Nas ise nisyandan gelip unutmak manasındadır. Dolayısıyla ademoğlunun letaifleri yükselip makamlarına ulaşmamışsa ona nas denir. Insan denilemez. Zira unutkanlığı sebebi ile ilk adını hatırlamamaktadır. Ne zaman ki letaifler yerine ulaşır. Ahd ve misakin hatırlar o zaman insan olur. Bu bilgilere göre minahda geçen hadisi şerifteki menfaat veren için, insanlardan havyırlıdır dersek o zaman arif olmayıp menfaat verenin arif olup menfaat vermeyenden daha hayırlı olması gerekir. Dolayısıyla hadisi şeriften murad menfaat verenin insanlardan değil naslardan hayırlı olmasıdır. Gavs (k.s.)'ın son olarak yalnız arif olan menfaat vermekten boş değildir buyurması arif olmayanın, ariften üstün olamayacağını kuvvetlendirmiştir.]
[25 Feyzu-ül-Kadir, cilt 111, sh. 481; No: 4044]
[26 Salikin başlangıçta halk ile şuuru olup Hak ile şuuru yok denecek kadar azdır. istiğrak makamında halkın şuuru gidip Hakk'ın şuuru gelir. Rücu denilen istiğraktan dönme durumuna gelince Hak ile olan şuuru gitmemekle beraber halk ile olan şuurda gelir. Bilinsinki sülukun başlangıcındaki halk ile olan şuur sülukun başlangıcındaki halk ile olan şuur sülukun sonundaki şuur sureten bir olsa dahi hakikatte bir değildir. Çünki ilk şuur Hak'tan alıkoyar, sonraki şuur ise öyle değildir.]

Minah – Seyyid Sıbgatıllah – il Arvasi (k.s.a.)

***

Minah-126:
Tayy-ı mekan akşam ile yatsı arasında olur.

Minah-127:
Bast-ı zamana Gavs (k.s.) Hz. şöyle açıklardı. “Allah (c.c.)’ın izniyle bazı evliyaya nasib olur. Şah-ı Ferah (k.s.) bir gün murakabede bir saat kadar kaldı. Sonra müridlerine “Bana bu saatte seksen senelik bast-ı zaman oldu. Seksen senelik amel işledim.” buyurdu. Şah-ı Ferah’a bu zaman içinde işlediği amelin sevabı verilir. Çünki sevap Allah (c.c.)’ın fazlındandır. Sebebsiz verir. Bast-ızamanda yapılan bir amelle, normal zamanda yapılan amellerin sevabı eşittir.

Gavs (k.s.) Hz. bu sohbetlerine Nefahat’te yazılı bulunan, bir kıssayı anlatarak devam etti: “Bir adam suya dalıp çıkınca, kendini başka bir yerde buldu. Sudan çıktı.. Normal hayata başladı. Evlendi, çocukları oldu. Zaman ona bu kadar genişletildi. Başka bir zaman yıkanırken, sudan çıkınca eski yerde ve elbiselerini yanında buldu. Elbiselerini giyip eski evine döndü. Evinde hiç bir değişiklik görmediği gibi, evdekilerde onun durumunda bir değişiklik sezmediler.”
Sohbette bulunan bir fakir: “Imam-,i Rabbani (k.s.)’den bu meselenin hakikati soruldu. 0 bunu vak’aya (Salike uyku ile uyanıklık arasında olan hal) çevirdi. Bu çevirmeyle, bast-ı zamanın bir şahıs için mümkün olmadığını söylemek istemedi. Ancak iki yer arasında o zaman tarihin muhtelif olmasa gerektiğinden, (ki bu anlaşılması zor bir meseledir. 0 kıssada bahsi yoktur) ayrı yerlerde mümkün görmedi.” dedi.
Gavs (k.s.): “Kıssada o adamın bast-ı zamanında hasıl olan evlad ve iyalini getirdiği yok mudur?”

Fakir: “İmam-ı Rabbani (k.s.) bunu da vak’aya hamletti.”
Gavs (k.s.), bu tevil ve fakirin ona bu şekildeki hitabını hoş görmez gibi sustu.
Sonra Gavs (k.s.) “bast-ı zaman her halükarda aklın hududunu aşar. bu gibi hususlarda akla bakılmaz. Allah (c.c.) dilediğini yapar. Onun kudretinden hiç bir şey mümteni değildir. Şah-ı Nakşibendi: (Bu taifenin ellerinde dünya önlerinde sofra gibidir. Hiç bir şey onlara gizli değildir,) buyurmuştur. Bana göre: bu taifenin elinde dünya tırnağın görünen kısmı gibidir.” buyurdu.
Acaba Gavs (k.s.)’ın bu konuşması, yukardaki nakilde geçen kıssanın, yorumlamaya ihtiyaca olmadığının bir teyidi midir? Yoksa o fakir ve benzerlerinin böyle konuşmaktan men yolunda müstakil bir minah mi olacaktı?

Bu minah bu yüksek topluluğu dinleyenin edebini bildirmekle. Sadatların nazarında kainat tırnağın serti gibi olduğundan dolayı, dinleyenin, herhangi bir kitapta gördüğü veya bir sebeble bildiğinin de, sadatların malumu olduğuna itikad etmesini beyan eder.

Dinleyenin, bir başka edebi de şudur: Sadatların, dinleyenin bilgisine muhalefet etmeleri cehaletlerinden değil bir hikmet için olduğuna itikad etmelidir. Dolayısıyla bu itikadın hilafını bildirir şekilde onlara hitap etmemelidir.

Minah-128:
Gavs (k.s.) hazır bulunduğu bir mecliste zamanın bir şeyh taslağından: “0 gerçek hak sahibi olan bir kişiyi, hakkını almaktan men etti. insanların koyduğu kaideleri de buna delil gösterdi” diye bahsedildi.
Gavs (k.s.) çok kızarak: “Bakınız… Bakınız… bu iki dava arasındaki tenakuz ve ayrılığa!… Hem şeyhlik iddia ediyor. Hem de Allah (c.c.)’in dinine muhalefet edip, insanların koyduğu kaidelere uyuyor.”
Ben (Halid-i Öleki) üstadın o gün kızdığı gibi kızdığını hiç görmedim. Onun o kızgınlık durumunu zaman kalbimizden “keşke sükut etse” dedik.

Minah-129:
Çok sefer kalb yumurtasını afetlerden korumayı öğretmek için şu beyti söylerdi:
Doğan kuşu gibi gönül yumurtası üzerine
Bekçi ol, ta ki gönül yumurtası sana doğura.

Beyti okuduktan sonra Gavs (k.s.): “Bu kuş yumurtasına bakarak terbiye eder. Kuluçka devresini baka baka tamamlar,”

Gavs (k.s,.) Hz. Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nin şöyle dediğini nakletti.
“Fani olmak, kalben birbirine dua ve niyaz dilemektir.”
Bu sohbet üzerine bir fakir: “And olsun Seyyid Taha (k.s.) işi kolaylaştırmıştır dedi.”
Gavs (k.s.) tebessüm ederek “evet, öyle” dedi.

Minah-131:
Gavs (k.s.) “Cizre emirliklerinin çöktüğü fitne ve fesadın çoğaldığı, eşkiyaların geceleri duvarları delip evleri bastıkları bir dönemde orda bulunan büyük bir alimin akşamları karanlık basınca elbiselerini değiştirip, silahını kuşanarak, eşkiya kılığına girdiğini, sabah güneş çıkıncaya kadar evinin etrafinda dolaştıktan sonra tekrar alim kılığına döndüğünü” nakletti.
Zannımca Gavs (k.s.) bu kıssayı anlatmaktan gayesi şuydu: “Mürid gece mesabesinde olan heves ve isteklerinin karanlığa daldığı zaman havatır-ı şehvani, nefsinin arzuları ve şeytanın vesvesesi kalbe hakimdir. Dolayısıyla zikrullahın kalbe hükmü zayıftır. Bu durumdaki müride lazım olan odur ki kalbini gaflet ve havatırdan korumak için benlik ve arzularını bırakıp, kalbini bekçi gibi gözetmeli, şeref ve haysiyetini düşünmeden Allah (c.c.) yolunda çalışmak ta ki zikrullah kalbe hakim olsun, vesveseler def olsun. Artık o zaman rahat eder. Gayesi Allah (c.c.) olduğu içinde meşru olan herşeyi yapabilir.

Minah-132:
Gavs (k.s.) Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nin: -Münkirden aslandan kaçtığınız gibi kaçınız. Münkirlerin ekmeğini yemek kalbi kırk gün zikirden alıkoyar. Eğer bu münkirler Hz. Peygamber (a.s.) zamanında yaşasalardı, iman etmezlerdi.” buyurduğunu naklederdi.

Minah-133:
Müridin, benim kalbim tasfiye edilmiştir. Münkirlerle oturmak bana zarar vermez demesinin caiz olmayacağını belirten Gavs (k.s.) Hz. buyurdu: “Güneşin büyük olmasına rağmen ince bir bulut onu kapatır.”
Kendisine bağlı ilim talebelerini, bu yolun münkiri olan, alimlerde okumaktan men ettiği gibi, kendisine bağlı muhlis bir hocanın da münkir bir talebeyi okutmamasını buyururdu.
Münkir bir alimi kastederek: “Bir çok muhlis talebeyi öğrencisi oluduğu için, ifsad etmiştir.” buyurdu.
Yine “Filanca da muhlis birisiydi. Münkir olan kardeşine meylettiğinden bozuldu.” buyurdu.

Minah-134:
“Tarikattan istifadenin temeli kim olursa olsun, münkirden alakayı kesip ayrı durmaktır.” buyurdu.

Minah-135:
“Münkirle bir arada bulunmak şüphesiz müride zararlıdır. Bu zararı hissetmeyen kemalatından değil, bu yolda istifade etmemiş oluduğundandır.” diyen Gavs (k.s.) Hz. devamla şöyle buyurdu: “Tarikatta ilk girdiğimizde bir ihvanla beraber bir münkire misafir olduk. Bu sebeble kendimden bir kaç gün müridlik nisbetinin kesildiğini hissettim. 0 kardeşim böyle bir şey hissetmedi.”

Minah-136:
“İlk defa tarikata girmeye azmeden kişiye vacip olan, hakkını inkar etmemek kaydıyla dostlukları eskide olsa mutlak surette münkir ile alakayı kesmektir. Yoksa tarikattan bir fayda görmez.” dedikten sonra Gavs (k.s.) Hz. kendisinden Şöyle misal getirdi. “Ben tarikatta ilk girdiğim zaman hiç fayda görmedim. Çünki benim tarikati inkar’ eden, alimlerden birisiyle eski hukukumdan dolayı dostluğum vardı. Sonra Allah (c.c.)’ın keremiyle o dostluktan kurtuldum. Tarikatta gayeme kavuştum.”

Minah-137:
Mürid, münkirin inkarını, kimin münkir olduğunu bilmediğinden, devamlı ihtiyatlı bulunulması gerektiği hususunu işaret için, yüce meclise girme devletine kavuştuktan sonra, ikinci gelişimde Gavs (k.s.) bu fakirden (Halid-i Öleki (k.s.)) sordu. “Geçen sene filan kasabaya gittin mi?”
Ben “evet” dedim.
“Kime misafir oldun” buyurdu.
“Münkir olabileceğinden şüphe duymadığım birine” dedim.
“Peki sen nefsinde ne hissettin?” buyurdular.
0 beldeden döndüğümde nefsimde sebebini anlayamadığım nisbet kesikliğini anladım ve hayretle sustum.
Gavs (k.s.) gülümsedi: “Nisbetinin kesilmesi ondandı. Orada iken sen zararını anladın lakin neden olduğunu anlayamadın.”

Minah-138:
Gavs (k.s.) Hz.; bir gün delilerin akıllısını, akıllıların delisi diye adlandırıp, bunların akıllarına hakim olup, akıllarının kendi tasarrufları altında bulunduğunu, diledikleri zaman akıllarını çalıştırıp, akıllarının suretinde göründüklerini, istedikleri zaman ise akıllarını bırakıp delilerin, kılığında göründüklerini işaret yolunda meclislerinde bulunan birini göstererek: “Filanca isterse deli olur. isterse akıllı olur.” dediler.

Minah-139:
Zannediyorum, zahiri ilim tahsil eden mürid, bu maslahata kabiliyetini hissettiği zaman, şeyhin işaretiyle, zahir ilimle meşguliyetini kesip, bütün varlığıyla şeyhten alınan manevi ilim peşine düşmesi gerektiğine işaret için “Zahiri ve batını ilmin kemalatının tahsili aynı anda mümkün değildir.” buyurdu.

Mecliste bulunanlardan birisine “böyle değil midir?” diye sordu.
0 fakir de “Necmeddin Kübra (k.s.) ikisinde de kamil değil mi idi?’”dedi.
Gavs (k.s.) Hz.: “0 ikisinde de kamildi. ikisini de sırayla tahsil etmişti. Böylesinin benzerleri çoktur. Bunlara (zülcenaheyn) denir. Tarikat büyüklerinin çoğu hem zahiri, hem batini ilme sahip olanlardandır. Silsileler bunlarla bitip yeni isim alırlar. Gerçi, bazı ümmiler, batıni yönden bunlardan daha kuvvetli olabilirler” buyurdu.

Minah-140:
Zannederim; talebelerde süluka çıkmaya kabiliyetli olmayan ve ilme yeni başlayıp, şeriat ilminden önemli olanı tahsil etmemiş bulunan talebeleri kastederek Gavs (k.s.) Hz. şöyle buyurdu: “İlim talebeleri tahsilden gevşememek için, sohbet meclisine devamlı gelmesin.”

Minah-141:
Şeytan insana ancak hırsız şeklinde nefsin gölgesinde gelir” buyurdu.

Minah-142:
Salikin nefsi Allah (c.c.)’in emirlerine teslim olunca ve nefsin kötü sıfatları kalkınca, salik şeytandan emin olur mu? Eğer emin olmazsa şeytan ona silahsız olarak nasıl zarar vermeye gelir.” sorularına Gavs (k.s.) şöyle cevap verdi: “Yalnız keşif ,halinde şeytandan emin olunmaz. Şeytan ona silahsız olarak gelir. Hafifçe ayağını kaldırıp ona küçük hata işletir. Bu tevbe ile gider. Salike göre şeytan denize bevleden kişi gibidir. Şeytan ancak bazen onun bedenine zarar verir.”

Minah-143:
Dönenden lezzet kesilir. Vefattan hemen evvel, tekrar istiğraka döndüğünde lezzeti daha kamil olur.

Minah-144:
Dönen, ölümden hemen önce istiğraka girdiğinde mahlukatla alakası kesilir mi? diye Gavs (k.s.)’a Hz. soruldu. Buyurdu: “Hayatta onunla ünsiyet edenlerle, alakası devam eder, diğerlerinden kesilir.”
Kamil olandan başkası onda (istigrak girenden) terbiye alamaz. Kamil olanın aldığıda gelip geçicidir. Ona mülk olmaz.,

Minah-145:
Evliyaullah (k.s.) Hz. Ali (r.a.)’dan gördüleri imdadı başka sahabelerin hiç birisinden görmediklerinden dolayı onlar keşif ve müşahedelerine göre hüküm etseydi Hz. Ali (r.a.)’yi bütün sahabelere tercih ederlerdi. Evliyaullah (k.s.) keşif ve müşahedelerini bırakıp asr-ı saadette sahabe-i kiramın ittifak ettikleri şekilde, sırasıyla Hz. Ebubekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.), Hz. Osman (r.a.)’ı daha efdal kabul etmişlerdir.

Minah-146:
Kamil evliyanın himmeti yalnız kendi silsilesine tabi olana değildir. Bid’ata düşmediği müddetçe bütün silsileler onlardan manevi yardım almakta müsavidirler.

Bu silsilelerden birisi bid’ata düşünce, onlardan kendi şeyhlerinin imdadı kesildiği gibi bu kamil olanlarında imdadı kesilir. Nefisleriyle başbaşa kalırlar.

Gavs (k.s.) çok defa buyururdu: “Bid’ati yapan nefsiyle başbaşa kaldığında, eğerki kemale ermemişse maneviyattan ve füyüzattan bir şey bulamaz.” Kemale ermiş bid’at sahibinden ise bahsetmezdi.

Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’dan naklederek buyurdu: “Nakşi silsilesi toplansa, Seyyid Abdulkadir Geylani (k.s.) gibi onlara himmet edemez.” (Seyyid Taha (k.s.) neseb olarak Abdulkadir Geylani’ye (k.s.) mensubtu.)

Minah-147:
Zamanının gavsı olan Şeyh Abdülaziz Mağribi (k.s.)’nin: “Beka alemine göçen evliya kim olursa olsun bu dünyadakilere hiç bir fayda vermez. Onlardan yardım dileyenin buldukları, yardım dilenilen evliyanın işareti ile veya beka alemindeki o evliyanın hatırasına riayeten ya da yardım isteyenin evliyaullaha itikadının muhafazası için zamanın Gavsının yardımıdır.” sözü Gavs (k.s.)’a soruldu. Buyurduki: “Onun sözü kendi gördüğüne göredir. Hakikatta ise iş öyle değildir. Aksine hayattaki Gavs’ın aracılığı olmadan, bekadaki her veli müstakilen dirilere yardim ederler. Keşif yoluyla edinilen bilgide herkes gördüğünü haber verir.”

Minah-148:
Kutup olan şeyhin verdiği müride mülk olur. Kutup olmayanın verdiği ise haldir. Ancak çalışmakla mülk edinilir.

Minah-149:
Gavs (k.s.) şu beyti zannımca; sohbet anında vukuf-u kalbinin muhafazası ve şeyhi karışık duygulara bırakan, geleni işitmesine mani olan, sohbette bulunanlara zulüm olan havatıra kalbi salıvermemeyi işaret için okurdu.
Kulağına pamuk tıkayıp
Gönlü kör olanların sözlerinden geç.

Başka bir seferinde de münkirlerin sözünün dinlenmemesi ve onlara nasihat için okudu.

Minah-150:
Seyh Alaaddin-i Semnuni’nin (k.s.): “Hadislerde isnad ne kadar yüksek olur, raviler ne kadar az olursa hadis o kadar sahih olur. Ama tarikat böyle değildir.

Onun silsilesi ne kadar aşağıya iner ve vasıta çoğalırsa daha parlak olur.” sözü hususunda Gavs (k.s.) şöyle buyurdu: “‘Tarikatta feyiz almak, yer altındaki suyu kanalla yeryüzüne çıkarmak gibidir. Yer altındaki suyu çıkarmak için kullanılan kanallar ne kadar çoksa o nisbette su toparlanıp yeryüzüne verilir.”

Gavs (k.s.) Hz. bu işin ancak yer altında gizli duran nemden istifadeyle, suyu çıkaran kanallar için olduğunu’ belirttiler. Bir kısmı nemden, bir kısmı denizden su alan kanallar için olmadığını işaret ederek, buyurdular: “Suyu çıkaran kanallardan birisi denize yakin olur. 0 zaman bol su alır, yeryüzüne verir. Bu bol kaynağın yanında diğerleri zayıf kalır. Şeyh Abdülkadir Geylani (k.s.)’nin müridinin ondan feyiz alması nerede, bir kaç silsile alttaki halifelerin, müridlerinin onlardan feyiz almaları nerede?”

Bir fakir sordu: “Denize yaklaşmaktaki murad, Peygamber Efendimiz (a.s.)’in alem-i ervahtaki nuru mudur?”
Gavs (k.s.) Hz.; sofiye böyle soruların meclislerde sorulamayacağını söyleyip onu azarladılar. Sonra, müridin feyzi ancak şeyhinden alacağına inanması gerektiğini, şeyhe kendisinden yüksek olan biri yardım etse velevki bu yardım, mürid için dahi olsa, ona bakmamak, mürid üzerine vacib olduğunu işaret için şöyle buyurdular: “Susuz olanlar suyu en zor kanaldan alıp, mnifaati ondan görürler. Başka yoldan menfaat görmenin yolları kapalıdır.”

Minah – Seyyid Sıbgatıllah – il Arvasi (k.s.a.)

***


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Seyyid Sıbgatullah Arvasi: Atiyyeler ( Minah )
MesajGönderilme zamanı: 13.12.10, 17:38 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 07.01.09, 17:30
Mesajlar: 99
Minah-151:
Bu minah büyüktür. Belki bir kaç minah olurdu. Fakat aralarındaki bağlar onları bir kılmıştır. Bu minahda hasıl olan manalar itibariyle ayrı ayrı düşünülmelidir.

Bir fakir İmam-ı Rabbani (k.s.)’nin mektubatından bir mektubu mütala etti. Sanırım mektupdan lezzet aldı. Ondaki marifete hayran kaldı. Biraz teselli buldu.

Fakirinde bulunduğu bir mecliste Gavs (k.s.) Hz. velilik hususiyetlerinden olan marifet zevki üzerinde konuştu: “Marifet zevki vicdanıdır. Hiç bir ibare onu ifade edemez. İbareden alınan marifet, zevkli şekilde görünen bir meleke olsa dahi, velayet makamında hiç bir fayda vermez. Tıpkı kokulu elbisenin vücudun içindeki kötü kokuları çıkarmadığı gibi. Velayette muteber olan, gerçekte batında bulunandır. Zahirde bulunana ise batından sonra ancak sahv (uyanıklık) makamında itibar edilir. Sekr halinde ise hiç itibar edilmez.
Hiç bir velinin batını zahirinden hayırlı olmadıkça veli olamaz.” deyip şu beyti okudular.

Elbiseye misk sürmek sana o kadar fayda vermez.
Sen elbise içinde koltuk kokusuna düşmüş bulunuyorsun.
Bu beyti müteakib Hafiz-i Şirazi’nin Şeyhi San’an hakkında söylediği misraını okudu.

Zünnar halkası içinde, meleklerin tesbih ve zikrini bulunduruyor.
Zannediyorum bu beyti okumakla, bir zatın batınında velayet nurları tahakkuk ettiğinde, batın üstünde bir elbise gibi görülen zahiri şeklin, diğer evliyaya farz kılınan şekillere muhalefetinin zarar vermiyeceğine işaret etti.
Bu işaret, birinci işaretin (itibarın batına olduğu yolundaki minha) benzer gibidir. Bu işaretle İmam-ı Rabbani (k.s.)’nin mektûbatı gibi bu sadatın defterlerinin mütaalasından müridin, şeyhinde zahiren bulunmayan bazı kemalat hakkında şüpheye düşerek ihlasının sarsılmaması ve şeyhi hakkında su-i zanna kapılmaması için korkutmayı ima ettiğini sanıyorum.
Gavs (k.s.) yukarıda geçen mısradan sonra buyurdu: “Elbisede bid’at yoktur. Gerçekten son devrin elbiseleri, ilk devrin (asr-ı saadet) elbiselerine muhaliftir. Bid’at ancak taatte olur.”

Gavs (k.s.) Hz.’nin işaretiyle fakir ayıbına üzüldü. Bunun üzerine Gavs (k.s.) Hz. devam etti.

“Şeyh; müridi ayıp ve eksiklerini bildirmek için işaret eder. Ta ki mürid eksik ve kusurunu görüp şeyhine iltica ede.

Kabz halinden en büyük maksud şeyhe iltica etmektir.
Mürid haline muttali olduğu zaman, kalbinde hasıl olacak ittila’ya şükür ve iltica ile karşılamalıdır. Kalbindeki ittiladan dolayı şeyhinden bıkkınlık duymayı terk için çok çalışmalıdır. Zira bu bıkkınlık, büyük bir nankörlük ve öldürücü bir zehirdir.

Allah (c.c) korusun bıkkınlık onun kalbinden şeyhin kalbine aksettiği zaman, bu hal ebediyen hüsranlık ve bedbahlıktır.”
Gavs (k.s.) Hz.’i buyurdu: “Alaaddin Attar (k.s.) huzurda bulunduğu halde bunu görmekten gafil idi. Gerçekte ise gafil değildi. Daha fazlasını elde etmesi için sadatlar onu gafil ettiler.
Abdulhalik Gücdevani (k.s.) devamlı huzurda olduğunu bilirdi. Sadatlar daha fazlasını arasın diye onu gafil etmediler. Alaaddin Attar (k.s.) Sahv’da idi. Gücdevani (k.s.) mahvda idi. Sahv, mahvdan daha kamildir.

Nizamüddin Hamuş (k.s.); huzuru celb etmek için kendisini sükuta zorladı. Halbuki kendisi huzurdaydı. Attar (k.s.) gibi onu da gafil ettiler.
Bu sadatlarda görülen gaflet, gaflet değildir. Zikredilen hususta onlara gaflet gibi görünmüştür. Gerçekte onlar huzurda oldukları zaman fanidirler. Faniye ise gaflet illeti gelmez. Onlar için maksudun huzur, insanlar için nefsin huzuru gibidir. Çoğu zaman insan nefsinden gafil olsada nefsi ondan gafil değildir.”27

Sonra Ehlulahın eserlerini okumanın taliblere içinde bulundukları makamın üzerinde gayet güzel yerler olduğun bildireceğini dolayısıyla onlarında oralara iştiyakla yönelmeleri gerektiğini tenbih etti.
Benden (Halid-i Öleki (k.s.)): “Vatan sevgisi imandandır.” Meşhur eserini

“Ne demek diye Gavs (k.s.) Hz.’ne sordular. Cevabını kendi vererek: “Letaiflerin alem-i emirdeki yerleri kastediliyor” dedi.

Minah-152:
İnsan iki insan olmayınca insan-ı kamil olamaz. “Bir insan vardır ki süluk ederek bedenden ayrılıp, melekuta çıktıktan sonra emir alemine dönendir. Bu ahiret insanıdır.
Diğer bir insanda dünya insanıdır. Dünyayı yaşamak için vardır. deyip İsa (a.s.)’da rivayet edilen
“İki sefer doğmayan melekut alemine giremez.” sözünü naklettiler.

Minah-153:
Zannediyorum bir şeyhin himayesine giren; kişiye kendi nefsi için dikkatli, o şeyhin müridleri için ihtiyatli olmasını gerektiğini belirtmek, ayrıca şeyhe ve müridlerine edepli olması lüzumluluğunu anlatmak tarikatta zayıf olanların ümitsizliğe düşmeyip, şeyhin himmetine güvenmelerini ve tarikatta kuvvetli olanlarında, kuvvetliyim demeyip, nefsinin gururundan devamlı korkması gerektiğini işaret için, Gavs (k.s.), Hoca Ahrar (k.s.) ile Sadüddin Kaşgari (k.s.)’nin müridlikleri sırasindaki kissayı nakletti.

“Müridleri zamanında bir güreş meydanında iki pehlivanı seyrediyorlar. Bu pehlivanlara sıra ile himmet ettiler. Pehlivanlar sırayla birbirini yendi. Zayıf olan pehlivanın güçlüyü yenmesi üzerine, seyirci hayrete düştü.

Fakat sebebini anlayamadılar.”
Müridlerde de himmet bulunur. Böyle himmet sahibi olan irşad iznine layık olur.

Bazı müridler bu kıssada olduğu gibi kendi nefislerinin, himmete ulaşıp ulaşmadığını, tercübe için imtihan ederler.
Bazen şeyh onları tecrübe eder. Hoca Ahrar (k.s)’ın bir gün müridlerini Semerkand suru üzerine gönderip, himmetlerini Mirza Babür’ün ordusunun kırılması ve şer’in def’ine kullanmalarını emretmesinde olduğu gibi.

Minah-154:
Havassın ve av.amin hii-nmetlerinin, menşei, tesir ve gaye bakimindan ayı-i olduğunu belirtmek için Gavs (k.s.) şunları söyledi:
“Birincinin himmetinin menşei nisbetlerdir. Bu himmetin tesiri kesin ve anındadır.

ikincisinin durtimu böyle değildir. Bunun himmetinili menşei dua ve ameldir. Tesir ve gayesi farklidir.

Birincinin gayesi, velinin iiitikamindaki gibi dini yönü gizli olsa dahi din içindir. Bu intikam hakikatta velinin nefsi için değil, umumi veya hususi bir maslahat içindir.”

Bu sözlerimi Sadüddin K.aşgari (k.s.)’den naklettiği bir kıssayla dogruladi.lar: “Bir gün Sadüddin Kaşgari (k.s.) bir hastanin şifa bulmasi için murakabede bulunuyordu. Tavandaki bir fare bir kaç kere yere toprak düşürdü. Bunun üzerine kalkti. (Ey edepsiz) dedi. 0 anda bir kedi gelip, o delikten on yedi fare yakaladl.”

Gayesi dünya olan ikincisi için şu kissayi nakletti: “Bir şahıs bir hazineye tesadüf edebilmek için on sene amel etti. Neticede gayesine erişti.”

İki himmet arasındaki farkın ne kadar çok olduğuna işaret için aşağıdaki beyiti okudu.

İsa (a.s.)’ın minberi felektir.
Vaazın çıkacağı son mertebe ise minberdir.

Minah-155:
Talibin maksudunun öncüsü olan şevki kırarak, istidadı bozan noksanlıklarla yetinmeyip, kamil olan şeyhe intisab etmeyi teşvik için söylediğini zannediyorum. “Müridin şevki ancak, içinde bulunduğu yüksek hallerin üzerindeki makamlar hakkında hiç değilse genel bir bilgi olmakla tazelenir. Maneviyatta fakir olan nakısın ise, talibe makamları uzaktan göstermeye gücü yetmez.” buyurdu. Gavs (k.s.) devamında: “kalbde mahbuba karşı ulaşma isteği kalmayan (fenadan bekaya dönmüş kişinin), peygamberlerin kabrini ziyaret ettiği zaman, ondan iştiyaksızlık vasfını götürecek kadar şevk hasıl olur.”

Minah-156:
Zannediyorum mürid, makam veya halden bir keyfiyeti üzerinde bulduğu zaman, o keyfiyetin şeyhin mülkü olduğunu ve kendisine ödünç verildiğini, şeyh dilediği zaman onu alacağını bilmesi lazımdır. Bu bilginin zımnen dahi olsa kendi nefsinin olduğu davasının isteyerek kalbe girmemesi ve o keyfiyete malik olmamanın sebeplerini iyice muhafaza edebilinceye kadar devamlı kendinde bulunmaya gayret etmelidir.
Gavs (k.s.) sohbetinde bulunduğu bir şeyhten şöyle nakletti: “Mevlana Muhyiddin (k.s.) bir risalè yazdı. Bu risaleye bir zahiri alimin ismini yazar diye yazdırdı. Bir müddet sonra risaleden müellifin ismini sildi. Kendisine bu işin için yaptığı sorulunca; buyurdu ki; bir kimse başka birisinde, onda var zannettiği sıfattan dolayı malından ona bir şey verse sonra anlasa ki bu sıfat o zatta yok. 0 zaman malini geri almak fikhen caizdir.”

Minah-157:
Herhangi bir tarikatın kamil halifeleri tarikatı kemale erdirmek için, tarikat pirinin hakkında konuşmadığı hususlarda, tasarrufda bulunmalarının bid’at olmayıp caiz olduğunu belirten Gavs (k.s.) Hz. şöyle buyurdu: “Şah-ı Nakşibend (k.s.) az yemeye dikkati çekmemiş ama halifeleri yemekte vasata riayeti emretmişlerdir.” Zira iyice doyuncaya kadar yemek bid’attir. Pirimiz Sadat-ı Nakşibendi (k.s.) bu tarikat-ı celileyi bid’atlardan hatta ruhsatlardan korumak için kurduğunu tevatüren bize kadar ulaştırmışlardır. 0 halde nakşinin yolu bellidir. Halifelerin yemek hakkındaki görüşleri Şah-ı Nakşibend (k.s.)’in görüşü gibidir. Bu mesele şafi fakihlerin, Imam-ı Şafii (r.a.)’nin;
“Hadis sahih olunca o benim mezhebimdir” hükmüne amel etmeleri gibidir.

Minah-158:
Ehlullahın ,sözlerini okuyan veya bizzat onlardan duyan kimse, duyduğu sözün manasını mutlâk zahiri ve genel olarak anlamaması gerekir.

Büyüklerin zahirinde şeriat ve tarikata muhalif gibi görülen faillerini, şeyhi emretmedikçe mürid taklid etmemesidir. Ancak inkar etmeyip şeyhin hududunu çizdiği cadde üzerinde yürümesi gerektiğini belirten Gavs (k.s.) Hz. buyurdu: “Doyuncaya kadar yemek ilk devirde (Asr-ı saadet) olmadığından bid’attır. Yalnız kamil evliyaya zarar vermez.”

Alaaddin Attar (k.s.) Şah-ı Nakşibend (k.s.)’i vefatından önce hasta iken ziyaret etti. Bu ziyaret esnasında Şah-ı Nakşibend (k.s.) evin köşesinde bulunan sofradan yemek yemesini söyledi. Alaaddin-i Attar (k.s.) biraz yedikten sonra kalkmak istedi. Şah-ı Nakşibend (k.s.) onun aç olduğunu fark ederek tekrar tekrar yemesini emretti. Üçüncü seferinden sonra buyurdu: “Ya Alaaddin çok ye, çok çalış” Devamla Gavs (k.s.) buyurdu: “Alaaddin (k.s.) kamillerdendi.”

Minah-159:
“Talibin kabiliyetine göre, kendisi için hazırlanan hal ve makam, onun ihmaliyle başkalarına geçebilir.” deyip şunları söylediler:
“Hz. Ömer (r.a.) devrinde bir savaşta, kafirlerden birisi, müslümanlardan biriyle teke tek dövüşmek istedi. Müslümanlardan birisi çıktı. Ancak kafiri hakir görerek layıkıyla silahlanmadı. Sonra kafirin kuvvetini görünce, silahlarını tamamlamak üzere geri döndü. Bu sırada müslümanlardan başka birisi erken davranarak kafiri öldürdü. Bu iki müslüman, kafirin yanında bulundurduğu ve öldürene kalan malı üzerinde anlaşamadılar. Dava Hz. Ömer (r.a.)’a soruldu. Buyurdu: “Seleb ilk çıkanındı fakat o kendi ikinciye verdi.”

Minah-160:
Bu tarikatı aliyeye kamil bir mürşidin eliyle intisab etmenin büyük faydalarına işaret ederek Gavs (k.s.) buyurdu: “Meşayihler, kendilerine intisab edenlerin kalb gözünü dünya muhabbetinden soğuturlar. Bu dünya muhabbetini terk etmek, dünyayı terk manasında değildir. Yani mal kazanma, miskin ol demek değildir. Ahiret muhabbetini, dünya muhabbetine Allah (c.c) sevgisini, dünya sevgisine tercihtir.

Bir evi bir de bağı olan bir adam ikisini de sever. Fakat evin tamiri bağın geliri ile olduğu halde evi daha çok sever. Ahiret muhabbetini dünya muhabbetine tercihde aynen örnekteki gibi gayeyi araca tercihtir. Bu intisabtan hidayet olanın nasibidir. İhtiyatlı davranmaya, bir çok menhiyattan korunmaya sebeb olan ne güzel bir nasibtir.”

Gavs (k.s.) bu nasibin, bazı semerelerini işaretle şöyle buyurdu: “Gerçekten kabir azabı dünya muhabbeti, ahiret muhabbetinden fazla olan içindir. Bu iki muhabbeti müsavi olan veya ahiret muhabbeti, dünya muhabbetinden fazla olan kişiye kabirde azab yoktur.

Bazı meşayihler müridlerini tamamıyla dünyayı terk etmeye ulaştırırlar ki bu ariflerin nasibidir. Ariflerin dünyayı terk etmesi meşrebleri icabı farklıdır.

Bazıları yalnız dünya muhabbetini terk edip, esbaba tevessülü bırakmaz. Bazıları hem dünya muhabbetini hem de esbaba tevessülü bırakır. (Veysel Karani (k.s.) v.b.)

Sahabe-i Kiramın (r.a.) dünyayı terk edişleri bir değildir.” dedikten sonra bununla ilgili vak’alar hikaye etti.

Yüzaltmışıncı minhada geçen iki sahabi (r.a.)’nin seleb üzerinde anlaşmaması, kıssasıyla sahabi (r.a.) vak’alarına son verdi.
Gavs (k.s.) anlatılan kıssaların sonunda: “Ashab (r.a.)’ın dünyayı terk etmemeleri, bizim terk etmememiz gibi değildir. Belki onların dünyaya zahiren olan meyilleri, onlara uyulması için, şer’i hükümlerin anlaşılması ve iman bakımından zayıf olan kişilere kolaylık olması içindir. Yani hükümlerin onlardan sonra bilinmesi içindi, nefisleri için değildi.” buyurdu.

Şeyhi Seyyid Taha (k.s.) ashab (r.a.),’ın dünyaya zahiri meylini sorduğunda bu meylin, hükümlerin anlaşılması için olduğu cevabını verdiğini de zikretti.
Gavs (k.s.) Hz. adeti, genellikle yüksek meclislerinde kıssalar zikredip, sonunda sahabi (r.a.)’den insanın aklına zahiren ashab (r.a.)’ın büyüklüğüne ters düşdüğünü getiren kıssalar anlatmak şeklindeydi. Sonra o kıssaları öyle güzel bir şekil üzerine izah ederdi ki, orada hazır bulunanlar hayrette kalırdı. 0 güzel şekillerin çoğuna onun kelamından başka yerde rastlamadım.

Minah-161:
Şeyhini tanıyan kişinin nazarında, şeyhin bütün halleri keramet olur.

Minah-162:
Meclislerde fasıklara sırt çevirmek caizdir. Lakin kimi görsen Hızır (a.s.) zannet ona sırt çevirme.

Minah-163:
Seyrü sülukun zor bir iş olduğunu belirten Gavs (k.s.), bu tarikatın nisbetinin azametli olduğunu söylerdi. Bununla ilgili olarak şöyle buyurdular: “Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.) daha çocukken küçük velilik makamıyla şereflenmişti. Yaşı ilerleyip bu büyük nisbet eline geçince, önce elinde bulunanı bu nisbete nazaran hiçe sayıp, nisbetin kemalinin tahsile müsait olan gençlik vaktinde bu nisbetle vakıf olmadığına teessüf ederek şu beyti söylerdi:
“Eşeği var semeri yok bir adam var
0 semeri buluncaya kadar eşeğini kurt kapar.”

Minah-164:
Bir gün yüce mecliste berzah-ı ekber yani Hakikat-ı Muhammediyeyi (fena-firresul makamı) geçmeden vusulün imkanından bahsedildi.
Bir fakir: “Bazı büyük veliler bunun mümkün olduğun söylemiştir. Hatta bazılarına göre Rabiatül Adeviyye (k.s.) bu şekilde vasıl olmuştur” dedi.
Bunun üzerine Gavs (k.s.) şöyle buyurdu: “Hz. Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.) gibi küçüklüğünde velayet-i suğra ile müşerref olanlar, bu kabildendir. Çünki onlar çocukken mükellef değildiler.”

Ben (Halid-i Öleki) Gays (k.s.) Hz. bu sözleri ile hakikat-ı Muhammediye (a.s.) berzahını geçmeden vusülün mümkün olduğunu mu belirtti. Yoksa bunlarda Mevlana (k.s.) gibi şeriat berzahını geçmeden vusülün mümkün olup ama Hakikat-ı Muhammediye (a.s.) berzahını geçmeden mümkün olmadığını tafsil mi etti anlamadım. Kalbim ikinci manaya meyillidir.

Minah-165:
Gavs (k.s.) salike himmetin yüksekliğiyle emredip salike zahir olan, ne olursa olsun orda durmaktan men ederdi. Çünki bu durumlar terakkiye kabiliyetli olanların yükselmesine manidir der, zahir olana meyilden nehyederdi.
Zahir olana meylin afetini tenbihleyerek: Böyle şeylere meyil etmek, tarikatın kuru üzüm ve cevizi ile iktifa etmek gibidir.

Salikin hedef, Allah ( c.c.)’a vasıl olmaktır. Hedefi vusul olan bir salik bu yolda, bir eğlence hükmünde olan bazı hal ve kerametle oyalanıp, yolunda kalmamalıdır. Maksuduna, bir an önce erişmek için çalışmalıdır. Kabiliyetli kişiler maksuduna erişmemişse sırf bu hallere olan meylinden dolayı geri kalmıştır. İnsan bu yolda bulduğu ile iktifa etmemeli, maksadın Allah (c.c.)’a vasıl olmak olduğunu unutmamalıdır.

Bir fakir Gavs (k.s.) Hz.’ne sordu: “Tarikat saliki yükseklere göz dikip oralara çıkmak istemekle birlikte, nefsini gayet kusurlu görüp, hiç bir şeye layık olmadığını ve tarikatta verilen azı çok kabul etmekle emr olunduğuna göre; bunlardan birincisi diğer ikisiyle beraber bulunur mu?”

Gavs (k.s.) cevaben: “Evet, altı ve üstü istemenin, her ikiside kabiliyet işi değildir. Bu Allah (c.c.)’ın fazlından olduğu için eşittir. Hatta çoğunlukla alt tabaka ile yetinmeyerek buna kabiliyeti olduğunu kabul etmek demektir. Ki bu büyük bir yanlışlıktır” buyurduktan sonra; “Talebten maksad, fayda vermeyen arzular değil, belki taleble beraber sebeplere yapışmaktır. En büyük sebep bir insan-ı kamil aramak, bulunca ona bağlanıp hizmetine
girmek, ta ki onun yanında istifade edeceği bir şey kalmayıncaya kadar. Bundan sonra onun yanından ayrılıp daha kamilini aramalıdır.” dedi.
Gavs (k.s.), bu konuda meşhur olan Şah-ı Nakşibendi (k.s.) kendi şeyhi yanında istifade edeceği bir şey kalmayınca Halil Ata (k.s.) ile Kusem Şeyh (k.s.)’e gitmesini ve Faslı Muhammed Şirin (k.s.)’ın şeyhini bırakıp daha kamilini bulmak için, batıya seferi kıssasını zikretti.

Sonra buyurdu: “Kamil bir salik dua ve tazarru ile ziyadeye ulaşır. Salike yakışan bazen gücünün üstünde olan veya hakkını ifa edemeyeceği muayyen bir mertebeyi yahutta bir şahsın makamını istememektir. Belki Cenab-ı Hakk (c.c)’ın Habibine (a.s.)

“Benim ilmimi arttır de”28 ayetiyle öğrettiği gibi mutlak olarak artmasını istemenin lazım olduğuna işaret etmiştir.”

Bu konuda Davud (a.s.)’ın Ulu’l-Azim peygamberlerin mertebesini istemesi üzerine, imtihan edilmesi kıssasını zikretti.

Gavs (k.s.) kendi nefsinden haber vererek dedi: “Bir gün Veysel Karani (k.s.)’nin kabrini ziyarete gitmiştim. 0 zaman Cenab-ı Hak’tan onun nisbeti gibi nisbet istedim. Sonra beni ölüme götürecek bir şeye mübtela oldum (tutuldum).

Taleb edilen mertebelerin nihayeti olmadığı gibi talebinde nihayeti yoktur. Elde bulunandan alınan lezzetin, elde bulunmayana iştiyakın beraberce olması mümkündür. Ancak dünya hayatında bu ikisi kamil bir şekilde bir araya gelmez. Ölümden sonra terakkiyat devam eder.”

Veysel Karani (k.s.)’nin kabrinden nisbet istemesi kıssasını bitirdekten sonra Gavs (k.s.) buyurdu: “Peygamberler (a.s.) hakikatin bizim ulaşamadığımız bir telezzüz ve iştiyakla, kabirlerinde lezzet duyup zevklenirler.”

Minah-166:
Meşayihin sözleri üzerinde konuşan kişilerin edebinin nasıl olacağını Gavs (k.s.) şöyle dile getirdiler: “Meşayihin sözleri üzerinde konuşan kişinin edebi, o sözden anladığı mananın üzerinde ısrarla durmayıp başka manaların anlaşılamıyacağını iddia etmeden, kendi anladığının anlaşılabilecek manalardan bir ihtimal olduğunu ifade etmelidir.

Kardeşim Mevlana Resul (k.s.) zamanının faziletlilerinden ve bu taifenin meşrebinden büyük bir pay sahibi olduğu halde, Mevlana Cami (k.s.)’nin divanındaki bir gazel üzerine haşiye yazmıştı. Yazdığı haşiyede gazelin Kerbela vakıasına işaret ettiğini belirmişti. Sonra yazdığı haşiyeyi iptal etti. İstiğfar edip (bundan sonra ehlullahın sözleri üzerine konuşmayacağım) dedi.

Sonra Gavs (k.s.); velilerin rumuzlarını açıklayan kişilerin, fetva verenler gibi ihtiyatlı olması gerektiğini, hele tarikat liderlerinin rumuzlarını açıklayanların daha ihtiyatlı olmalarını söyledi. Gavs (k.s.), Mevlana Resul (k.s.)’ün fetva vermedeki ihtiyatını dile getirip: “0 kadar ihtiyatlı idi ki öğrencisi dahi olsa kendisinden başka fetva verecek bir kişi bulunduğu müddetçe konuşmazdı. Kendisine ait olaylarda öğrencilerine fetva sorardı.” dedi.

Velilerin sözleri üzerinde hiç konuşulmaz fikirin izale için Gavs (k.s.) şeyhi. Seyyid Taha (k.s.)’nın: “Tuhfe kitabının sahibi kalb ehlinden idi. Tuhfe sahibinin Tuhfe kitabındaki makaleleri nüktelerden anlamayan ulemanın Tuhfe kitabı hakkında konuşmaya izinli olduğunu fakat ondaki nüktelerin tamamını anlamadıklarını ima etti.

Sanıyorum bu fakirin (Halid-i Öleki) bazı meşayihin hal tercümelerinde bazı işaretlerini yanlış anladığımı tenbih etti. Cenab-ı Hak (c.c.) bize faidesinden dolayı Gavs (k.s.)’ı mükafatlandırsın. Benden sadır olan kusurdan Allah (c.c.)’a istiğfar ederek bundan sonra, onların sözlerini açıklarken israr etmemeye niyet ettim. Allah (c.c.)’dan yardım istiyor, bundan sonra yazacaklarımda, bilmeyerek veya unutarak yapacağım yanlışlıktan muhafaza buyurmasını diliyorum.

Minah-167:
Nakşi tarikatında seyr etmenin zor olduğunu, menzil olan hakiki matlubun uzak olduğuna, salikin şeyhe muhtaç olduğuna, gerçekten yaklaştıran ve kolaylaştıranın şeyh olduğuna işaretle Gavs (k.s.): “Harabeler, uzaklıklar bu alemin arkasında emir alemindedir. Şeyh gerçekte, oradan bu alem üzerine göz açıp kapamak kadar kısa bir zamanda feyiz yağdırır.” buyurdu.

Minah-168:
Hizmet ve ubudiyetle meşgul olarak, sır evi olan kalbi masivadan temizlemenin lüzumuna, gerçek vusulün talibin matluba gitmesiyle değil, ancak bir ihsan olan, matlubun, talibe tenezzülen gelmesiyle olduğunu, itikad şeklinde geçen adaba riayetten sonra, dil ile istemenin vusule bir faydası olduğunu işaret için buyurdu ki:
“Benimle yakın alakası olan bazı kişiler Şeyhimize (k.s.)’e bir değirmen yapmaya uğraşıyorlardı. Ben de içlerindeydim. Ben şeyhimin yüce kulağıda işitsin diye, birisine şu beyti söyledim.

Gözümüzün manzarasının eyvanı senin eşiğindir.
Kerem et, aşağı göster ki ev senin evindir.
Ben bu beyti okuduktan sonra Şeyh (k.s.) Hz. bize geldi.[29]

Minah-169:
Gavs (r.a.) Hz. bir gün temiz hava almak için binekle kabirleri ziyarete gitti.
Bir fakir de Sultan Veled (k.s.)’nin Şam’dan Konya’ya kadar Şems’i Tebrizi (k.s.)’nin atının üzengisini tutup yaya olarak gittiğini düşündü. Şeyhle gelmeyip bir süre gecikti. Zannediyorum onun kalbine “keşke benim içinde bir binek olsaydı” diye geldi. Sonra Gavs (k.s.) Hz.’ni takib için yola koyuldu. Yolculuğun sonunda bir menzile varıp ikamet koyuldu. 0 belde de yüce meclis teşekkül etti.



[27 Fena makamında olanın huzuru insanın nefesinin huzuru gibidir. Nasıl ki, insan nefesden gafil olsa dahi nefes durmayıp devam etmektedir. Fena makamında olan da huzurdan gafil olsa dahi huzuru devam etmektedir.

Gavs (k.s.) Hz. buyurdu: "Meşayihin siyerlerini okuyup mütala etmekten gaye, onları öğrenmek olmayıp bir seferde olsa orda belirtilenlerle amel etmektir.

Mevlana Cami (k.s.) bir sefer Kabe-i Muazzama'nın sofasınıi mübarek sakalıyla süpürmüştür. Divanındaki şiiriyle de buna işaret etmiştir.
"Ak saçlarımı, senin eşiğine süpürge ettim."

Mevlana Hacı Hakkari (k.s.) zamanın fazıllarından Seyyid Taha (k.s.)'nin halifesi olduğu halde bir gün beyaz sakalı ile şeyhinin sofasını süpürmüştür."

Minah-170:
Arifler bağının, çeşmesinin başı münkirlerdir. Meşayihin mükirler vasıtasıyla gördüğü menfaat müridlerden gördüğünden fazladır.

Minah-171:
Münkirler ne güzeldir. Çünki inkar .edilen kişi nefsini onlarin gözüyle görürde nefsi gözünden düşer.

Minah-172:
Gavs (k.s.) şeyhi Seyyid Taha (k.s.)'nin şeyhi Mevlana Halid (k.s.)'den şöyle buyurduğunu nakletti: "Seyyid Abdullah (k.s.)[30] ne güzel bir şeyhtir. Münkiri olmaması dışında hiç bir kusuru yoktur.

Minah-173:
Gavs (k.s.) Hz. bazen kendisinden, bazende şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’dan naklederdi: “Her münkirin inkarından dönmesi mümkündür. Yalnız hasedinden dolayı inkar edenler hariç. Bunun üzerine bir fakir sordu:
“Hased meşayihin gidermeye çalıştıkları, diğer manevi hastalıklar gibi bir hastalık değil midir?” Cevaben buyurdu:
“Evet, öyledir. Ama hased şeyhlerin tedavi etmesinde şart olan teslimiyete engeldir.”

Minah-174:
Gavs (k.s.)’a “falan şahıs sizi inkar etmiyor. Ama bazı müridleri inkar ediyor.” denildi. Buyurdu:
“Dalin münkiri, kökünde münkiridir.”

Minah-175:
Gizli inkarın bir çeşidine işaret için şöyle buyurdu:
“Şeyhimizin müezzini münkir idi. Müezzin: “Şeyh tarikatta tembelleşti.” sözünü söylemesi münkirliğini açığa çıkardı.”

[28 Taha 114. ayet]
[29 Bu minah'dan gaye; gerçek vusulün salikin adaba riayeti ile birlikte, mürşidin makamının yüceliğine bakmadan salike ihsan etmesi ve iltifat göstermesi ile olacağına işaret etmektir. Mürşidin tenezzülen gösterdiği bu iltifatıda salik dili ile istemelidir.]
[30 Burada adi geçen Seyyid Abdullah (k.s.) Seyyid Taha (k.s.)'nın amcası ve Mevlana Halidi Bağdadi (k.s.)'nin halifesidir. Hatmede adı okunan budur. Seyyid Abdullah (k.s.)'dan silsile türemediginden Seyyid Taha (k.s.) onu silsileye dahil etmiştir.]

***

Minah-176:
Zahiri ulemanın bu taifeyi inkari, onlardan faydalanmayı giderir. Onları kedere mübtela eder. Zelillik ve fakirliğine sebep olur. Allah (c.c.)’in dilediği zamana kadar, onların nesline de bu hal sirayet eder.Buna örnek olarak naklettiler ki; çeşitli zahiri ilimlerde asrının otoritesi olarak kabul edilen bir kişi o günün tutulan çeşitli ilim dalları ile ilgili bir çok kitap yazmıştı. Adam, Şeyh Mevlana Halid (k.s.) hazretlerinin inkarcıları arasındaydı. Bu yüzden kitaplarından faydalanılmadı, daha doğrusu onları inceleyen bile çıkmadı. Ayrıca yöresinin en güzel yüzlü kimselerinden biri olduğu halde ömrünün sonlarına doğru yüzünde bir cilt hastalığı belirdi. Üstelik bu hastalık kendisinden sonra çocuklarına da geçti.

Yine akrabalarımızdan bir adam vardı. Adam o günün büyüklerinden biri olan Şeyh İsmail Tillavi (k.s.) münkiri idi. Bu yüzden ne kendisinin ve ne de şu ana kadar soyundan gelenlerin başından bela ve musibet eksik olmadı. Oysa günümüzdeki soyu üçüncü veya dördüncü göbeğe ulaşmıştır.

Minah-177:
Cizre’de bulunuyordum. Rüyamda Şirvan’ın o zamanki meşhur alimlerinden birisini gördüm. 0 alim Şeyh Memduh-u Tillovi (k.s.)’nin münkiri idi. Rüyamda o şahsın gözlerinin gittiğini gördüm. Kısa bir zaman sonrada onun ölüm haberi geldi.

Minah-178:
Sebebi açık olmayan bazı vakıalar suret itibari ile şeriata ters görülebilir. Bu gibi vakialàrı inkar etmeninde gerçek inkarlardan sayıldığına işaret eden Gavs (k.s.) Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nın zamanında vuku bulan bir hadiseyi dile getirdi:
“Seyyid Taha (k.s.) Ruslarla savaş zamanında kalabalık bir gönüllü topluluğuyla cepheye gitmek için yola çekti. Van yakınlarına geldiği zaman kendisine keşfen savaşın neticesinin barış anlaşmasıyla biteceği bildirildi. Bu manevi halden sonra Seyyid Taha (k.s.) geri döndü. Savaşın neticesi keşfettiği gibi bitti. Ama onun dönme emrine bir kısım insanlar karşı çıkıp münkiri oldular.

Minah-179:
“Ehlullahın münkirleri, gerçek veli olanlarla olmayanları birbirinden ayırır. Münkirler vasıtasıyla kemalatları kuvveden fiile çıkarak, sadıkları belli olur.” diyen Gavs (k.s.) şu kıssayı naklettiler: “Cüneyd-i Bağdadi (k.s.) devrinde münkirler bir grup veliyi Halifeye şikayet ettiler. Şikayet sonunda bu veliler, idama mahkum oldu. Bunların cezalarının infazı sırasında bu sadıkların her biri arkadaşlarını kendi nefislerine tercih ederek, kendi boynunu önce vurulması için cellata uzattı.
Eğer ki münkirlerin, inkar ve şikayeti olmasaydi, o kemalat (arkadaşim kendi nefsine tercih) zahir olmazdı.

Minah-180:
Münkirin zahir kemalatına itibar yoktur. Ehlullahın hizmetinde büyüklük taslayan münkirler sebebiyle geciktiklerini bildiren zayıf müridlerin özürü makbul sayılmaz.

Büyüklük taslayan mütekebbirlerin meth etmesi ve büyütmesine o zaylfların men edenlerin korkutmasından ve aldatmasından dolayı evinde oturup, ziyarete gelmeyenlerin iştiyakı kendilerine hiç bir fayda vermez. Belki onlar bu hareketiyle Allah (c.c.)’ın
“imandan yüz çeviren, (malından) pek az verip onu da kesen.”[31] ayetiyle vasfettiği kişi gibidir. Halka şefkat için münkirlerin başının gıybetinin cevazına ima vardır.

Beytullah-ı Ekber diye vasıflandırılan meşayihi ziyaret edenlerde hacılar gibi üç kısımdır. Bunlardan birincisi, meşayihi Allah için ziyaret edenler. Bunlar fena makamına varıncaya kadar hiç bir yerde durmazlar.

İkincisi; teberrüken, bereketlenmek ve zahiren bir şey almak için gidendir. Bunların nefsi tamamen gitmese dahi, onlarda meşayihden fayda görürler.

Üçüncüsü; meşayihleri imtihan için, bir keramet görmek, dünyevi maksatlarına (şan, şöhret) nail olmak için giderler, mahrum dönerler. İlkin gizledikleri kusur ve ayıblar ortaya çıkar.

Bütün bunların anlatılmasına sebeb şudur:
Bir fakir; Bitlis alimlerine, fırsatı ganimet bilerek, yüce kapıya gelmekte acele etmelerini bildiren, onların yüce kapı hakkında şüphe ve itirazlarını gideren bir mektupla birlikte elçi gönderir. Elçi dönüşte şunları anlatır: “Mektup Bitlis alimlerinin pek çoğuna tesir etti. Gelmek için hazırlandılar. Durum bu halde iken münkirlerin en şiddetlisi olup, Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi (k.s)’nin kitaplarını mütala edip anlamamış bulunan, yoldan sapma ve itikad bozukluğu ile bilinen hacdan yeni dönmüş olan belde müftüsüne Gavs (k.s)’a gitmek için müracaat ettiklerinde, büyük münkir olan müftünün işaretiyle gelmekten vazgeçtiler.

Bundan bir kaç gün sonra Gavs (k.s.) yüksek meclisde buyurdu ki: “Velid bin Muğire’nin Kur’an-ı Azimi dinleyip O’nun tesiriyle islama döneceği zaman Ebu Cehil’e sordu. Ebu Cehil ona sen Kureyş’in reyhanısın deyip bir takim vesveseler vererek onu aldatır. Dolayısıyla Velid Bin Muğire Ebu Cehil yüzünden ebedi sadetten mahrum kaldı.” Bu kıssadan sonra şu ayeti okudu:
“Çok yemin eden değersize itaat etme.”[32]

Gavs (k.s.) sohbete devamla buyurdu:, “İbrahim (a.s.) hac için insanları çağırmakla emr olununca, ilk defa onun, sonra Cenab-ı Hakk’ın, sonra şeytanın çağırdığı rivayet olunur. Bu üç sesten birisi kendisine ulaşan muhakkak hacca gider. İbrahim (a.s.)’ın çağrısını işiterek hacca giden, tavafını yapar, faydasını görür evine döner. Allah (c.c.)’ın nidasıyla giden dönmez. Orada vefat eder. Şeytanın nidası ile hacca giden kötü hal ve akıbetle döner.

İtimat ettiğim bir kişiden şöyle işittim. Hac kalbin zamirini, ortaya çıkaran ve gizli halleri ifşa eden, mihenk taşıdır.”
Sonra arkadaşlarından bazısı Gavs (k.s.)”ı haddini tecavüz edenin helaki için tahrik ettiler.

Münkirlerin olmasının faydasın bildiren Gavs (k.s.) sohbetinin sonunda buyurdu: “Her bir Muhammed için bir Ebu Cehil gerekir.” Bu sözle sohbet sona erdi. Müridler evlerine dağılırken o beldenin alimlerinin bir kaçından özür mektubu geldi. Bu mektupta alimler; sadata karşı ihlaslarının bozulmadığını inkardan kaçındıklarını belirtiyorlar. Yüksek kapının acizleri arasına girmelerine sadece adı geçen müftünün mani olduğunu yazıyorlardı.
Müridler yakinen anladılarki Gavs (k.s.)’ın bu minhadaki konuşması gelen özür mektubunun doğru olmadığını beyan içindi. Bu sözlerde diğer kudsi kelimeleri gibi feraset nurundan kaynaklanıyordu.

Yemin ederim ki bütün kelam öyle idi. Makamının karşısında, denizden bir damla, topraktan bir zerre mesabesindeki böyle ferasetleriyle, bu topladığımız minhalardan onu tanıtmaktan biz şiddetle kaçındık.

Minah-181:
Velayet makamı üzerinde tahakkuk eden, ne yaparsa yapsın inkar edilmemesi gerekir. Gerçekte onlardan münker şekilde sadır olan, marufa döneceği, fakat imtihan dünyasında umumun imtihanı için bazen (iyiliğe) dönüşün gizli olduğunu işaret etti.

Gavs (k.s.) gizli olan (münkerin marufa) dönüşünün külli şekillerden bir kısmının başka şekillere (yönelecek halde), tereddütlü olan zihinleri yaklaştırrnak ve hatta hiç bir sebep olmadan mutlak tasdiki taleb etmek için tenbih etti. Bu şekilleri açıklarken, öyle hayret verici bir şekilde açıkladı ki, zannederim ondan evvel hiç kimse, böyle toplu olarak açıklamamamıştır.
Gavs (k.s.); ucuba (ameline güvenme) sebep olan, huzuru kaçıran ,çeşit çeşit kötülükleri celbeden, şöhret afetinin def’i için o münkerin sadır olmasının o şekillerden olduğunu ima etti. Bu şekilleri açıklarken zikretti ki; “evliyanin bir kısmı “Kalenderiye” diye adlandırılırlar. Bunlar sakal, bıyık ve kaşlarını kendilerini gizlemek için keserler.

Hatta velilerden birisi bir toplum içinde üzerine sıçratacak şekilde ağaca bevl etmiştir. Sekr halinde bulunmak da o şekillerdendir.
Nasıl ki, içkiden olan sarhoşluk bazı hükümleri değiştirir[33] de. manevi sarhoşluğun değiştirmemesi imkansızdır.

İbrahim-i Meczub ile Aliy-i Şirazi (k.s.) kıssaları meşhurdur. Aliy-i Şirazi (k.s.) iki dilenciden ekmek kırıklarıyla dolu iki dağarcık gaspedip, içlerindekini yediği hususu vardır. Veliler bir münkeri yaparken, (ruhani) misal alemine bakıp şehadet (dünya) alemine karşı gözleri kapalı olması bu şekillerdendir.

Onlar insanları, bulunduğu andaki çirkin ve fazla bulunan kötü sıfatın sureti üzerinde görürler. Bazen orada (misal aleminde), kadın şekilleri üzerinde görürler ve hayvanlardan diğer bir şeklin nev’inde görürler. 0 suretlerin icabına göre onlara muamele ederler.

Veliye bir kadın vardı, halk arasında yüzü ve başı açık gezerdi. Kamil bir insan görünce hemen örtünüp “bu erkektir” derdi.

Hallac-ı Mansur’un oğlu Hüseyin ve kızını ilgilendiren kıssa meşhurdur: Hallac’ın kızının yüzünün yarısını örtüp yarısını açmasının sebebi sorulduğu zaman derdi ki: “Ben yarım erkek görüyorum o da benim kardeşimdir.”
0 şekillerden birisi de, şerrin en büyüğünü, şerrin en hafifiyle def’etmektir.
Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Şibli (k.s.)’nin oğlu, vefat edince o da sakalını traş etti. Sebebi ondan sorulunca, dedi ki; Cenab-ı Hak kime hayır dua etsem geri çevirmeyeceğine bana söz vermiştir. Halk benim taziyeme gelir diye korktum. Eğer hepsine dua etsem hakkında şakilik (mutlak olarak) yazılmış olan üzerinde kadere karşı çıkacaktım, yok eğer aralarında ayırım yapsaydım veya hepsini duasız bıraksaydım, onların kalbi kırılacaktı, veya benim aleyhimde konuşmak ve benzeri fesatlara sebep olacaktı.

Bu da o şekillerdendir; o münkerin üzerine bağlı olan büyük bir maslahatın celbi için yaptıkları şeyleri anlatmak için Gavs (k.s.) şu kıssayı nakletti; “bir şeyhe ramazanda misafir geldi. Şeyh, sonradan onun kendisine uyacağı umuduyla, ona uyarak orucunu açıp, onunla yemek yedi. Müridler bundan nefret ederek dışarı çıktılar. Yemekten sonra şeyh, belindeki tesbihi keserek “yemek yemekte benim sana muvafakat ettiğim gibi, sen de belindeki papaz kuşağını (Zünnar) kesmekle bana uy” dedi. Misafir itiraf ederek müslüman oldu. Sonra şeyh müridlere dedi ki; “eğer ben ona refakat etmeseydim, o da bana uymazdı.

Bu kıssadan sonra Gavs (k.s.) buyurdu ki; “İrfan sahibinden şer gelmez. Evlîyalar, günahtan masum olmadıkları halde, günahlar onlara zarar vermekten mahfuzdurlar, şayet günah işlemiş olsalar da onunla doğruluktan sapıklığa meyl etmezler.”

Minah-182:
Sanırım ki, Gavs (k.s.), şeyhin bildiği yolların en açığını müride gösterilmesi gerektiğine işaret ederek, ölümden sonra terakkinin vaki olduğunu ima yolunda şöyle buyurdu: “Eğer Şeyh Abdülhalik Gucdevani (k.s.) Şah-ı Nakşibend (k.s.) Hazretlerinin kendi ruhaniyetinden almış olduğuna, bu nakşi tarikatında sağ iken vakıf olsaydı, hayatında ifşa edip, müridleri onunla terbiye ederdi.

Minah-183:
Bir tarikatın kamil halifeleri, ancak, o tarikatı arttırmakla emrolundukları zaman, tamamlayıcı ilaveler yapabilirler. Bu ilaveler hususunda, halifelerin yedi sefere kadar istihare etmeleri lazımdır.

Minah-184:
Sanırım, Gavs (k.s.) sonraki meşayihin arasında maruf olan teveccühün tarikatta bid’at olduğu, eski meşayih zamanında olmadığı, yolunda halkın kalbindeki şüpheyi gidermek için işaret etti.
Bununla, önceki şeyhler zamanında bilinen teveccühün hakikatini değiştirmeyecek şekilde tasarrufun zarar vermediğini, adların değişmesine itibar olmadığım remzederek Gavs (k.s.) buyurdu ki; “Teveccüh eskiler arasında maruf olan iltifat nazarının bir çeşididir. Daha önceki şeyhler bu nazarı teker teker karşılarına alarak yaparlardı. Bunun için bir cemaat toplamazlardı. Bu gün yapılan teveccühü umumi bir nazar olarak kabul etmek gerekir.”
Bu mübarek sözlerden sonra, sanırım Gavs (k.s.), şimdiki teveccüh şeklinin ortaya çıkmasının teveccühün hakikatını değiştirmeyeceğini belirtti. Bu şekilde teveccüh yapmanın kendine emrolunduğuna işaret ederek. “Bu şekilde teveccüh yaptırmam için kuvvetli bir şekilde emrolundum” sözüyle Sadat-ı Kiramın buna, çok ihtimam gösterdiğini ifade ettiler. Teveccüh üzerine sohbetlerine devam ederek buyudular ki; “Teveccüh müridin zulmetinin, şeyhin akıttığı nur sebebiyle boşaltılmasıdır. Çoğu zaman mürid kendisinde vuku bulan hali hissetmez. Avam hakkında teveccüh sohbetten daha faydalıdır, onların hayatın teveccühle def edilir. Hatta bizim meşrebimize uyan havvas içinde teveccüh daha iyidir. Eskiden Maruf olan havvas içinde teveccüh daha iyidir. Eskiden maruf olan nazar hakkında sadatın söyledikleri teveccüh içinde aynıdır. İkiside birdir.

Minah-185:
Şah-ı Nakşibend (k.s.):
“Masivaya bağlanmak bu yolun yolcuları için büyük bir hicabdır.” buyurmuştur. Allah (c.c.)’den başkasına kalbi bağlamak salihi Hakka ulaşmaktan alıkoyan büyük bir perdedir. Gavs (k.s.) lafzını okumayıp kelimesini kelimesine izafe ederdi ki o zaman manası şöyle olur:
Bu yolun yolcusundan başkasına kalbi bağlamak büyük hicab olur. Gavs (k.s.) bu beyitte irşad makamına işaret olduğunu, mürşidin ise salikin terbiye ve talimiyle meşgul olması gerektiğinden dolay, mürşidin salike bağlılığının hicab olmadığım buyururdu.

Minah-186:
Abdullah Dehlevi (k.s) bazi müridleri medh-ü sena ile karşılardı. Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.) onun yanına her girişinde “Nur kubbesi geldi.” diye taltif ederdi.

Şeyhim Seyyid Taha (k.s.) müridleri böyle karşılamaz, bilakis dilediği kişiyi, gıyabında yüce haliyle anlatırdı.
Gavs (k.s.)’de açık övgüde şeyhine tabi idi. Fakat bazılarını da işaretle medhederdi.

Minah-187:
Gavs (k.s.) çoğu zaman yüce meclislerinde, kendi devirlerinde yaşayan, veyahut önceden yaşamış olan ve velayetleri hakkında ihtilaf edilmiş veya kapalı kalmış kişilerin kemalat ve faziletlerini müridanına anlatırlardı.
Biz (Halid-i Öleki (k.s.)) zannediyoruz ki; Gavs (k.s.) bu haliyle, halka hem şetkatini gösteriyor, hem de velilikleri ihtilaf mevzuu veya kapalı kalsa da, böyle zatların aleyhinde konuşmaktan men ediyordu. Hatta müridlerinden birinin Şeyh Memduh-u Tillovi (k.s.) hakkında ihlası zayıf idi. Gavs (k.s.) bu müridinin de hazır olduğu bir mecliste, şeyhin kemalatından ve velayetinden kıssalar zikretti. Bu kıssaları müridin ihlası şeyh hakkında tam oluncaya kadar devam etti.

Minah-188:
Hayırlı bir işte dahi olsa, müridin, şeyhine muhalefet etmekten kaçınmasının lazım oludgunu belirten Gavs (k.s.), şeyhi Seyyid Taha (k.s)’nin “Ben şeyhim olan Mevlana Halid’e (k.s.) hiçbir şeyde muhalefet etmedim, yalnız müridler yanında olduğu müddetçe devamlı yemek vermekle şeyhime muhalafet ettim. Çünkü şeyhim, üç günlük misafir müddetince yemek verirdi (Şeyhin adeti olduğundan dolay). Ben bu muhalefetten gerçekten korkuyorum.”.dediğini naklederdi.

Minah-189:
Sanırım ki Gavs (k.s.), müride, şeyhinin emirinin bir seferlik veya bir müddetlik olduğuna kanaat etmeyip, mümkün olduğu müddetçe emrin devamlılığına yorumlamasina işaret ederek buyurdu ki; “İki şeyden başka 5eyhii-nin emrine muhalefet etmedim. Bunlardan birisi; şalvar giymemi emretmesine rağmen, buna devam etmedim.

Minah-190:
Müridin, şeyhine islami hüküm ve günlük işlerinde ne kadar mütabaatı fazla ise o kadar fazla tesir gördüğünü dile getirmek için, Gavs (k.s.), Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’den naklederek: “Bu tarikatin te’siri hanefilerde daha çabuktur” der ve “Bu tarikatin meşayihi şeyhim Mevlana Halid (k.s.)’e gelene kadar Hanefi mezhebinde idiler” diye delil gösterirdi.

Minah-191:
Son devir meşayihinin tarikat hakkında eskiler gibi konuşmadıklarmı belirten Gavs (k.s.) bunun sebebini şöyle açıklardı. Her san’atın kurucusu ve ondan sonrakiler, ancak (sanat hakkında) eksik tamamlanıncaya kadar konuşurlar, tamam olunca da artık fikir beyan etmeğe lüzüm görmezlerdi. Sanatın tamam oluşu onun eksiğinin olmayıp, sağlamlığına delil olduğunu belirterek, buyurdu ki:
-”Sadatlar hepsini konuştu, tarikattan konuşacak hiçbir eksik bırakmadılar.”

Minah-192:
Her amelin hususi bir eseri vardır. Amel, eser vasıtasıyla simada zahir olur. Ariflerin kamilleri insanların simasından amellerini tanır.
Cemaat arasında olsa dahi, şeyh müride bir şey sorduğunda, riyadan korkmayıp, doğru söylemesi vaciptir. Yalan konuşulduğu zaman, şeyh, müride “sen yalan söylüyorsun” diyebilir.

Gavs (k.s.)’ın huzurunda yukarıda anlatılan hususları taşıyan bir olay meydana geldi. Meşru bir sebepden dolayı, birkaç sene ziyarete gelemeyen bir müride sordu: “Sen burada bulunmadığın müddetçe rabıtan nasıldı?” Mürid cevaben: “Ben rabıta yapmıyordum” dedi. Gavs (k.s.) “yalan söylüyorsun, çünki gerçekte senin siman rabıta simasıdır? buyurdu.

Minah-193:
Allah (c.c.) şeyhe (müride tasarruf etmesi için) bazı kemalat verir. Böylece mürid, şeyhin terakkisine sebep olur.
Yakub-u Çerhi (k.s.) menkıbelerinde, “Şah-ı Nakşibend’in (k.s.) müridi Ubeydullah-ı Ahrar (k.s.) şeyhi” denmesinin sebebi odur. Eğer Yakub-u Çerhi’nin (k.s.), Hace Ubeydullah’a (k.s) Şeyhliği, bazı kemalatını artırmasaydı, menkıbede Hace’nin zikrine sebeb kalmazdı.
Bir fakir sordu: “Müride tasarruf etmesi için verilen bu kemalat geçici ve ödünç bir şey mi, yoksa şeyhin mülkümü olur? Cevaben buyurdu: “Şeyhe mülk olur.”

Minah-194:
Seyyid Taha (k.s.)’nin bir müridi ona, beşeri (mecazi) aşkından şikayet etti, bunun üzerine şeyhim ona şunu tevsiye etti: “Şeyhini hayalen göğsünde bil. Bu şekilde rabıta mecazi aşkı siler.”

Minah-195:
Salik bazen, yalnız beşeri aşk ile Allah’a (c.c.) ulaşır. Aşk-ı mecazi kendisine müptela olan kişi tutulduğu aşkın etkisiyle, yanarak, dünya muhabbetini terk eder. Artık, dünya muhabbeti, bir daha ona dönmez.

Minah-196:
Gavs (k.s.) bir gün bazı büyüklerden naklederek “gerçekte mecaz, hakikatın köprüsüdür” buyurdu. Bir fakir “köprünün iktiza ettiği gibi onda durmayıp, üzerinden geçmekle emrettiler” dedi.
Gavs (k.s.); “evet, lakin onlar, kendilerinden istifade edilmesinde müsavi değildirler” diye söyledi.
Halid-i Öleki (k.s.) diyor ki, “bu minhayı ben hakkıyla anlamadım.”

Minah-197:
Seyyid Kasım-i Tebrizi (k.s) bu silsilenin şeyhlerinden değildir, ama Hace Ahrar (k.s.) ve ,ondan sonraki nakşi silsilesine sevapta ortaktır.

Minah-198:
Seyyid Taha (k.s.)’nın halifelerinden birisi, müridlere “zikrinizi rabıtaya tesilim ediniz” derdi. Ama Gavs (k.s.) mümkünse rabıta ile zikri beraber yapınız” derdi, yani vird anında devamlı rabıtalı olunuz.[34]

Minah-199:
İrşad izni verilmeyen, istiğrak halinde yaşayan sofilerin bir çoğu, dönmüş ve irşad izni verilmiş sofilerden daha kamildir.

Minah-200:
Hilafet vermenin üç mertebesi vardır. Birincisi, en yüksek dereceli kabul edilen işaretle verilen hilafettir. İkincisi sözle verilen hilafet, bu orta olanıdır. Üçüncüsü yazıyla verilen hilafettir. Bu halifelik vermenin en alt dercesidir.

[31 Necm suresi, 34. ayet]
[32 Kalem suresi, 10. ayet]
[33 İçki olduğunu bilmeden, veya başkası tarafindan zorlanarak, içki içip sarhoş olan kişi Şafii ve hanefi mezheplerine göre mükellef değildir. Bak. Mugnul-muhtac 3/279 Beyrut baskisi 1352 Hicri ibn-i Abidin Durrül Muhtar 2/423 Mısır baskısı 1323 Hicri]

***

Minah-201:
Manevi boğazı geniş olan kişinin boğazında hem füyuzat almak için, hemde müridlere vermek için delik vardır. Füyuzat onun boğazını tıkayamaz, yani gelen feyizden dolayı manevi sarhoşluğa düşmez. Boğazı dar olan az bir feyizle tıkanır, sekir’e düşer, başkalarına da veremez.

Minah-202:
Gavs (k.s.) hz. leri işaret ettiki, hiç bir amel cezbenin dercesine ulaşmaz. Allah’a yaklaşma ve kemalat kazanma bakımından hiç bir amel cezbenin yerini tutamaz. Açık naslar ve bazı evliyanın keşfi, gibi deliller bu gerçeği ifade eder.

Bazı amel sahiblerinin derece olarak cezbe ehline yaklaşmaları, derece bakımından onlarla yarışmaları o kimselerin amellerindeki cezbeden dolayıdır. Sözlerinin devamında Gavs (k.s.), şehid olan bir gazi hakkında şöyle buyurdu: “Ben, misal aleminde onun kamil bir veli gibi şan sahibi olduğunu gördüm. Şeyhim Seyyid Taha (k.s.) buyurdu ki: “Büyük bir velinin yanına avamdan bir şehid defnedildi, ben gördüm ki o şehid, o veliden aşağı değildi.”

Gavs (k.s.) buyurdu: “Savaşta şehid olunsada, olunmasada, savaşta cezbe vardır, savaş cezbeyi gerektirir.

Minah-203:
Gavs (k.s.)’dan mecazi aşkın nakşi taifesinde nadiren olmasının hikmeti soruldu:
-”Bu nakşi taifesini, başlangıçta kaplayan cezbe, masivayı terk ettirip onları Allah’dan başka bir şeyle ilgilendirmez.” buyurdu.

Minah-204:
Gavs (k.s.), bir gün yüce mecliste şunları söyledi: “Başlangıçta, nafile ibadetlerle meşguliyet, cezbeye engel olur ve müridin hızını keser.”

Minah-205:
Gavs (k.s.), buyurdu ki: “Nakıs olsun kamil olsun her şeyh, müridin kabiliyet tarlasına bir tohum eker. Daha önce nakıs bir tohum ekilmişse, kamil olan onu kurutmayınca, üzerine başka bir tohum ekmez.

Minah-206:
Ömrün harcandığı yerin en değerlisi, kamillerin sohbeti olduğunu, bu sohbetlerde sarfedilmeyen hayatın hiç yaşanmamış gibi olduğunu beyan eden Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Sohbette, şeyhim Muhyiddin-üs Sahrani (k.s.)’den işittim ki:
-”Nefesleri tutmak ömrü uzatır. Ömür, nefeslerle zabt ve tayin edilir.”

Ben bu sözü, sohbet şeyhimden işittikten sonra, nefesimi tutardım. Muhyiddin-üs Sahrani (k.s) dedi ki: “Ömürden gaye ancak sohbettir. Nefesi tutmak ise sohbetin kemalini meneder.”

Gavs (k.s.) bir fakire sordu; muteber olan öncekilerin Muhyuddin-üs Sahrani (k.s.)’in sözü gibi bir söz söylediğine vakıf oldun mu? Fakir cevaben dedi: “Evet ben Ruhü’l Beyan tefsirinde bazı muhakkiklerde bu söz gibisini gördüm, yalnız ben buna itimad etmeyerek, belki ömürlerin nefeslerle kayıtıi olduğu gibi, aynen saatle, günlerle ve zamanın diğer cüzleriyle de kayıtlı oluduğuna itikad ederdim. Gerçi yalnız nefesleriyle kayıtlı olması, ömrün artıp eksilmesi hakkındaki meşhur müşkülü halletmek için bu yoldan gidilmiştir.
Sanırım Gavs (k.s.) adı geçen şeyhi gibi, birinci söze meylederek dedi ki: “Ölüm halindeki kişinin hızlı nefes alıp vermesi bunu takviye ediyor.”

Minah-207:
Gerçekte arkadaşlık, arkadaşlık yapanın o renge razı olmasa da, kaçsa da, yine arkadaşlık yapanın rengine boyar. Bu rengin arkadaşlık yapanın kendisinde veya ona tabi olanlarda, istemeseler bile meydana geleceğini işaret eden Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Bu yüce taifenin bazı yeni girenlerinde görülen zikr-i minşari (testere zikri adı verilen bu zikir, testerenin ağaç keserken çıkardığı ses gibi boğazda ses çıkarır) onlara Şah-ı Nakşibend’in (k.s.) bu zikri yapan Türk meşayihiyle olan arkadaşlığından gelmiştir.

Minah-208:
Yüksek mecliste zikr-i minşari’nin, şeyhin talimi veya müridin ihtiyarıyla mı, yoksa cezbe ve bir zaruretle mi olduğu mevzu edildi. Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Türk meşayihi, onu telkin ve isteyerek yapardı. Hatta onların tarikatında bu vardı.”

Nakşi tarikatında, bazı yeni başlayanlar, içten bir zorlama ve zarurutle yapıyorlar. Şeyh onlara, bunu mecburen yapmaları için tasarrufta bulunmada serbesttir.

Minah-209:
Mübtedinin sayhası (narası), gafletten huzura kavuştuğu zaman neşet eder. Eğer gatlet veya huzur devam ederse bu ses çıkmaz orta derecedekilerin sayhası gelen feyzin, göğüslerine sığmamasından dolayı olur. Gavs (k.s.), bazı kişilerin sayhalarının bazen şeyhinin tasarrufatından olduğunu işaret ederek buyurdu ki: “Bazı meşayihin müridlerinde büyük naralar olurdu. Mübtedinin sayhası ve huzuruna en güzel örnek, yaş bir odunu ateşe atınca, ondan ses çıkar, odun kuruyunca ses kesilir.”

Minah-210:
Gülme, ağlama ve nara gibi hallerin sahipleri, meczub olmadıkları halde, meczub diye adlandırılmaları, ancak gafletten huzura geçtikleri zaman, cezbenin bir çeşidi onlarda bulunduğu içindir.

Minah-211:
Bir gün yüksek mecliste bazı büyüklerin, sahib-ü zaman’ın izni olmadan yapılan tarikat amellerine itibar olmadığı” sözünün imam-i Rabbani’den sorulduğu, onun da itibar olmadığı tasdik ettiği ancak bu itibari, itibar-i kamil ile kaydettiği, sahibü’z zamanı tanımayan veya ondan uzak olanın halinin nasıl olacağı bahsi geçti.

Gavs (k.s.) dedi ki: Sahib-ü zamanı tanımayan aynen uzakta olan gibi mazur sayılır. Fena makamında olan müridin, kendi şeyhinin taatle itibar-i kemali, Sahib-ü zaman olsun olmasın kafi gelir.

Minah-212:
Sohbet masiva ile bağı keser. Hoca Azizan (k.s), sanatı olan dokumacılığı “ayrılmak ve bitişmek” diye tefsir ederdi.
Gavs (k.s.), bazı büyüklerin (Gelin bir saat mü’min olalım) sözündeki, mü’min olalım kelimesinin, müsebbiben, (imanın) sebep (sohbet), yerinde kullanılması olarak, sohbet ile tefsir ederdi, yani iman edelimden murad, sohbet edelim demektir.

Minah-213:
Melekler sohbet meclisine gelirler. Bundan dolayı şeyhe “Pir-i Mugan” denilir. Çünkü muğan, yani kafirler, rüya ve keşif yorumunda melekler demektir.

Gavs (k.s.)’den meleklerin meşayih sohbetine katılmaktan maksatlarının ne olduğu, kalbin huzurullahta bulunmasını sağlamak olsa, onlar zaten bu hal üzeredir, terakki için olsa, onlar belirli bir makamdan ileri gitmezler diye soruldu. Gavs (k.s.) buyurdu ki:
-”Melekler lezzet almak için katılırlar”

Minah-214:
Gavs (k.s.), bazı sohbet şeyhlerinin hallerinden naklederek dedi ki: “Şu açık zikir yapanlar zikrin manasından ve makamından gafildirler.”
Bu sözle Gavs (k.s.)’ın kasdı, zamanımızda, zikri alet edinip, çok yüksek ses ve gürültü ile zikir yapan zakirlerdi.

Gavs (k.s.), makam sözünü tefsir ederek şöyle buyurdu: “Zikr-i cehri’nin delili, Azizan’ın (k.s.) da açıkladığı gibi meşhur olan şu hadis-i şeriftir.
“Kimin son sözü La ilahe illallah olursa cennete girer.”[35]

Mürid, nefeslerinin her birini son nefesi sayıp ona göre hareket etmelidir. Zikr-i cehrinin gerekçesi, zikir yapanın her nefeseni son nefesi sayarak, o hal üzere bulunmasıdır, (bunu ağızla söylemesi değil).

Minah-215:
Gavs (k.s.) buyurdu: “Faziletli bir zat daha az faziletli olan birinin sohbetiyle fayda görür. Sohbet bereketten hali değildir. bazen faziletlinin yanında bulunmayan, daha az faziletlinin, yanında bulunur. Ulul Azim bir peygamber olan Musa (a.s.) ile, peygamberliği ihtilafli olan Hızır (a.s.) kıssaları ve Şeyhü’l-İslam Ahmedü’l-Cami ile Ebu Fahir-i Kürdi (k.s.) arasındaki arkadaşlığı zikretti.

Minah-216:
İrade şeyhini, delil bulmaya gücü yetenin taklid ile şeyh edinmesinin caiz olmadığı, zira şeyh gerçekte müridin kıblesi olduğu, içtihada gücü yetenin kıbleyi taklidi caiz olmadığını işaret için Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Ulema, şeyh edinmekte avam gibi değildir. Bilkakis, ihtiyatlı davranıp onlara bir delil ile zahir oluncaya kadar şeyh aramaları gerekir” deyip, şu kıssayı naklettiler: “Şah-ı Nakşibend (k.s.)’ın Molla Yakub-u Çerhi’den (k.s.) kendisini niçin şeyhliğe kabul ettiğini sordu; o da, halkın, seni kabul ettiği için cevabını verdi. Şah (k.s) bu delilinin şeytani bir delil olabileceğini söyleyerek, çürüttü. Bunun üzerine Yakub-u Çerhi (k.s.) meşhur olan şu hadisi şeritle cevabını verdi;

“Allah (c.c.) bir kulu sevdimi onun sevgisini meleklerin kalblerine atar. Bir kula da buğz etti mi, onun buğz ve nefretini meleklerin kalblerine atar. Sonra o sevgi veya buğzu insanların kalblerine de koyar.” hadisiyle cevap verdi. [36] Sonra Şah-ı Nakşibend (k.s) bundan daha açık bir delil istedi, ve onun kendisine “Azizan’a mürid ol” diye emredilen rüyayı hatırlatır. Bu rüyada kastedilen Azizan’ın kendisi olduğunu söyler. Bu kıssada birçok faydalar vardır. Geniş bilgi Lem’a adlı kitabımızda verilecektir. (Bu kıssa için Reşahat’a bakınız).

Bu konuda dört alimin kıssası meşhurdur; bu alimler şeyh aramak için seyahate çıktılar, uzun bir seyahatten sonra, tanımadıkları, deve otlatan Zenci Ata’ya (k.s.) rastladılar (Bu kıssa Reşahat’da mufassalan mevcuttur) Bu alimlerden üç tanesi Zenci Ata’yı (k.s.) tanıyıp ona tabi oldular. Ama Seyyid Ata arkadaşlarını takliden (arkadaşları ona bağlandığı için) bağlandı. Belirli bir zaman ondan menfaat görmedi.

Gavs (k.s.) buyudular ki: “Delil getirmenin aslı, salikin sohbetten evvel ve sonraki hallerini karşılaştırmasıdır. Eğer sohbette maksad, kalbin, toplanıp, havatırının def edilmesi veya azalmasını kazanırsa, onun aradığı şeyhtir. Eğer bunlardan hiç biri olmazsa, onu terk etsin, yoksa meşayihin ervahı ona helallık vermez. Hz. Azizan’ın (k.s) şu dörtlüğü meşhurdur:

Kiminle oturdunsa senin gönlün cem olmadı
Su ile çamurunun zahmeti senden gitmedi
Eğer onun sohbetinden teberri etmezsen
Kesinlikle azizanın ruhu sana helal etmez.
Gavs (k.s.), son mısradaki azizan kelimesini Hz. Azizan (k.s.) ile değil “Meşayih” diye tefsir ederdi.

Minah-217:
Ebubekir-i Vasıti (k.s), Nişabur’a geldiği zaman Ebu Osman-ı Hayri’nin (k.s) cemaatine sordu:
-”Sahibiniz size ne emrediyor.” Cevaben:
-’kusurumuzu görmek ve nefsimizi her halükarda itham etmekle emrediyor” Bu cevaba Ebubekir-i Vasti (k.s.) dedi ki:
-”Sizi, sade mecusilik ile emrediyor, çünkü bu görmek sade tevhide zıt olan iki şeyi görmektir” Yüce mecliste bu sözlerin üzerine Gavs (k.s.)’a bir fakir sordu:
-”Sizin meyliniz hangisidir.” Gavs (k.s.) buyurdu:
-”Yolmuz kusuru görmektir”. Nefahat’te geçen Hz. Şah (k.s.) kıssası buna iyi bir delildir. Hz. Şah, buyurmuştur ki, kendi nefsinize töhmet eyleyiniz. Vasıtı’nin sözü vahdet-i vücuda meyillidir. Müridin kalbine hiçbir şey getirmediği bazı vakitlere hamledilmesi de mümkündür.

Minah-218:
Gavs (k.s.) bu sohbetle buyuruyor ki: “Kul ile Allah arasında on iki perde vardır. Bu perdelerin altısı nurani, altısı zulmanidir. Bu perdelerin hepsi kalkıp yok olmadan vüsul mümkün değildir. Bu perdelerin kalkması için kamil bir şeyhin bulmak lazımdır. Kamil olarak dönen bir şeyhin himmet ve terbiyesi olmadan bunlar kalkmaz. Nakıs nisbet sahibi bir şeyh de bu perdeleri kaldıramaz, yalniz başka şeylerle yaldızlar, mürid zanneder ki, o perdeler kalktı, hakikatte kalkmamıştır.

Minah-219:
Seyyid Taha (k.s.) müridlerine, Reşahat kitabında Hace-i Ahrar’dan (k.s.) nakledilen yüz yirmi reşhanın okunup mütala edilmesini çok tavsiye eder ve derdi ki: “Nakşi tarikatı Reşahat’da olanlardır” Gavs (k.s.) aynı eseri tavsiyede, şeyhine uyardı.

Minah-220:
“Zahiri ilmin saliki geciktirmesi gibi keşif ilmide geciktirir. Saliki meşgul eder.” diyen Gavs (k.s.); “salik şeyhinin izni olmadan, gölgeler ve asıllar arasindaki farkı bazen bilir, bazen bilmez” dedi. “Farkı keşfetmeyen kişi selamete daha yakındır. Keşiflerin hepsi, fitne ve imtihandır. Onlara meyleden salik, onlarla kalır, terakki edemez, Şeyhim Seyyid Taha (k.s.)’ın yanında, bazı mevzuları benden soran bir keşif sahibi vardı. Bu zat daha nakşilerden sayılmıyordu.

Minah-221:
Gavs (k.s.) münkiri, iddiacıya (kendisinde olmayan bir makamın varlığını iddia eden) tercih ederdi ve “münkirin dönmesi muhtemeldir, ama müddei’nin dönmesi mümkün değildir” derdi, “iddia her menfaate mani bir perdedir.” buyururdu.

Minah-222:
Arifle, nefsin sıfatları kökten yok olmaz, yine bir takım unsurlar kalır, ama bunlar artık arife karşı gelemez. Nefsin sıfatları izi görünmeyecek şekilde zayıflar ve çöker.

Sıfatların esaret ve kaydı altında bulunan bazı kişiler, arifle arkadaşlık yapsa, onların bazı hali arife akseder. Arif bu sıfatları kendisine vehmeder, yalnız, bu akseden sıfatın arife karşı gelmeye gücü yetmez.

Minah-223:
Gavs (k.s.) buyurdu: “Ancak kötü arkadaşlarla arkadaşlık fayda verir”. Bu sözlerin akabinde kötü arkadaş sözünü; nefsini kötülükle müşahade edip, gayet kusurlu gören olarak tefsir eder ve buyururdu ki: “Nefsi kusursuz görmekten daha büyük bir günah olmadığından dolayı, ancak onların arkadaşlığı fayda verir”.

Minah-224:
Gavs (k.s.)’den soruldu: “Huzur-u daimi ile, nefsi ayıplı görmek ve nefs muhasebesi yapmak birlikte mümkün olur mu?” Cevaben dediler:
“Evet, birlikte mümkün olur, huzuru kazandıktan sonra hiçbir şey ona engel olamaz.”

Minah-225:
imam-ı Rabbani (k.s)’in, “müstağrak Allah.’ı (c.c.) Peygamber (a.s.)’den fazla sever. Dönen ise Peygamber (a.s.)’ı Allah (c.c.)’ın muhabbetinden fazla sever” sözü Gavs (k.s.)’den soruldu, cevaben:
“Evet, onun sözü öyledir. Allah (c.c.) muhabbetinin galebe çalması, döneni memur olduğu tasarruftan alıkoyan Peygamber (a.s.)’ın muhabbeti ile tasarruftan alıkoymaz.

[34 Elimizde bulunan adab kitaplarında zikirden evvel ve zikirden sonra rabıta yapıldığı belirtilmekte. Ancak vird anında rabıta ile meşgul olma yoktur. Gavs (k.s)'ın mümkünse onları birleştirin buyurması, ikisini beraberce yapmanın genele mahsus olmadığını ancak ikisini beraber yapmaya gücü olana mahsus olduğuna işaret etmesi, Gavs (k.s.)'ın özel bir meşrebi olabilir. Allahüalem.]
[35 Feyzü'i Kadir sh. 206, No : 8961]
[36 Ramuz-el Ehadis 295]

http://daruledep.blogspot.com/2010/02/m ... ni-ks.html


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Seyyid Sıbgatullah Arvasi: Atiyyeler ( Minah )
MesajGönderilme zamanı: 15.12.10, 13:50 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 07.01.09, 17:30
Mesajlar: 99
Minah-226:
Kamillerle beraber olup, onların hiçbirisinden müridlik nispeti olmadan gezmek menfaat verir mi? Diye Gavs (k.s.)’den soruldu. Cevaben:
“Pek o kadar menfaat vermez.” buyurdu.

Minah-227:
Talib, irşada ehil bir zat bulduğunda onun eline mürid olarak teslim olmayı geciktirmesi lazımdır. Ancak talib, o kamilin yolunun haricinde başka bir tarikat istiyorsa ve istediği tarikat, başka tarikatlardan istifadeyi men edecek şekilde gözüne hoş geliyorsa, talib teslim olmayıp, vazgeçebilir. Gavs (k.s.) bu sözlerinden sonra şu kıssayı naklettiler: “Hoca Ahrar (k.s.), Yakub-u Çerhi (k.s.) ile buluşmadan evvel, Seyyid Kasım-i Tebrizi, Bahaüddin-i Ömer, Zeynüddin-i Havafi (k.s.) gibi kaç kamil zata mürid olma firsatı eline geçti, ama o müridliğini tehir etti, çünki o, yol olarak nakşi tarikatını beğenip, seçmişti.”

Minah-228:
Şevkin harareti, vuslatta tamamen söner. Muhabbet ise öyle değildir. Şeyhinden uzakta iken, mürid muhabbetine daha iyi vakıftır.” diyerek huzurunda muhabbetinin eksikliği yüzünden mahzun olanı, bu işaretle teselli ederdi. Gavs (k.s.) bu sözlerine ilaveten dediler ki:
“Ehl-i muhabbetin büyüklerinden biri muhabbetin hararetiyle yanarak vefat etti, ama, o, vuslatta erenlerden değildi.”

Bu vuslata ermemeği vuslatın mertebelerinin çeşitli olması ile yorumlayan Gavs (k.s.) şöyle buyurdu: “Ölen kişi vuslata ermiştir yalnız vuslat mertebesinin nihayeti yoktur.”

Bir fakire, büyüklerden birine ait olan şu sözü Gavs (k.s.) sordu:
“Eger dilersen beni kavuştur, dilersen kavuşturma.” Bu sözü söyleyen erenlerden olduğu halde terdid’den maksat nedir? Fakir cevaben:
“İçinde bulunduğu visal ile daha yüksekteki visalin arasında tercihtir.” dedi. Gavs (k.s.): “Evet, o öyledir.” buyurdu.

Minah-229:
İmam-ı Rabbani (k.s) halifelerine, kendilerine gelenlerin samimiyetini kontrol edip, karşılıklı olarak birkaç kere istihare yapmadan tarikat vermeyi men etmiştir. Halbuki bu zamanda durum böyle değildir. Her gelene tarikat verilmektedir. Bu ise tarikat vermeğe izinli olan bazı halifelerin, tarikatın aslındanmış gibi ihdas ettikleri ve onlardan sonra gelenlerin onlara tabi olduklarından dolayıdır. Böyle yapılması İmam-ı Rabbani’nin (k.s.) yaptığına hilaf değil midir? diye sordular. Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Adı geçen men ve kontrolün sebebi, müridin özündeki samimiyetin açıklanması içindir, zira şeyhi kabul ve tarikata girdikten sonraki dönüş, ilk emirdeki girmemekten daha kötüdür. İmam-ı Rabbani (k.s.), kendisi ise böyle yapmıyordu.”

Sanırım suali soran “men ve kontrolü” hilafeti zaruri olan için anladı ve dedi ki: “Şu asırdaki zaruri halifeler de, istihare ve kontrolle memur mudurlar?” Gavs (k.s.): “Hayır” dedi ve devam etti: “Benim şeyhim ilk emirde, müridle birlikte üç sefere kadar istihare yapmamı emretti, sonra bu emri kaldırdı.”
Sanırım Gavs (k.s.), mercu’a[37] dönmesini sağlayan, ilk emirde verilen irşad izni, onun bütün zamanına şamildir ve ona yönelen fertleri içine alır. Bununla yeniden izin istemeye ihtiyacı kalmaz. Belki bir hikmet için tazeler. 0 dönenden izin alan halifeler ise, öyle değildir. Dönen için, onların izninde takyid (kayıtlama) ve itlaktan görüp, beğendiği şekil üzerine tasarruf eder. Hatta onlardan dönen ve tekmil makamına erene de böyledir. Gerçekte şeyh hayattaysa, halifesi ne kadar yükselirse yükselsin, emrinde müstakil olmayı men eder. Ancak nadiren böyle olmayabilir diye işaret etti.
Gerçi bu konu, lem’a'nın konusu idi, fakat minhanın kapalılığı, bunun acele olmasına sebebiyet verdi.

Minah-230:
Vaaz ve kıssaları mecliste zikretmek şeyhlik olmayıp, belki ona ters düştüğünü söyleyen, Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Zamanın halifelerinin, meclisleri vaaz ve hikayeler ile süslemeleri şeyhliğin sermayesi olan, batıni kuvvet ve nisbetin ellerinde olmamasıdandır. Bunların yaptığı, silsile meşayihinde görülmemiştir. Tarikatın reisi Şah-ı Nakşibend (k.s.) buyurur ki: “Bizim tarikatımız ancak sohbettir.”[38]

Minah-231:
Tam ihlas, şeyhin söz, fiil ve hali, açık hükümlere muhalif olsa veya olmasa dahi, şeyhin muradına uygun olarak hareket etmektir. İnkar veya bir mevzuun manasını sorma dahi, kalbine girmeden tasdik etmelidir. Gavs (k.s.) buyurdu:
“Şeyhimiz Seyyid Taha (k.s.) bir gün alimlere ruh hakkında konuştu. Alimlerden birisi de bu sözü inkar şeklinde dedi ki:
-”Şeyh, ruh hakkında konuşuyor, Allah-u Teala (c.c.)’da:
“(Ey habibim de ki; ruh benim Rabbimin emrindedir)”[39] buyurur. Bunun üzerine şeyh dedi:
-”Oradaki ruh, hayvanı ruhtur, biz ise ruh-u insani hakkında konuşuyoruz.”
Gavs (k.s.) bu durum hakkında buyurdu: “Şeyh meclisten ayrıldığı zaman, ilmi kavi, muhlis bir sofi ayeti kerimeyi okuyana dedi ki; eğer sen konuşmasaydın, benim kalbime şeyhin konuşması hakkında bir şey gelmezdi”.
Sanırım ki Gavs (k.s.), şeyhinin cevabının, ayete edeben ve soranın anlaması için arada beyan ederek bu nakilden sonra dedi ki: “Ruh-u insani de emirden değil midir?”

Minah-232:
Sanırım, ihlasın en güzeli kendini zorlayarak değil, rıza ve zevkle olan teslimiyet, olduğuna işareten Gavs (k.s.) dedi: “Şeyhimizin etba’ından iki alim konuşuyordu, birisi diğerine dedi, eğer şeyh sana namaz kılmamanı emretse ne yaparsın? öbürü dedi; emre kerhen uyarım, soruyu soran alim dedi; ben gönüllü ve kalb hoşluluğu ile uyarım.

Minah-233:
Gavs (k.s.) zamanında yaşayıp, sohbetinde bulunduğu bir şeyhin müridlerine, hayatta olmayan şeyhinin rabıtasını telkin etmesini garip görerek buyurdu ki: “Berzah aleminde bulunanın rabıtası, şehadet aleminde olana nasıl fayda verir?” Ben, o şeyhin emrini tutarak, bir müddet şeyhin emrettiği, hayatta olmayan, onun şeyhini rabıtasına devam ettim. Bana ancak “sis içindeki uzak bir hayal” şeklinde zahir oldu. Başka şekilde zahir olmazdı.

Minah-234:
Gavs (k.s.); rabıtası menfaat veren şeyh, her zaman uyanık olan şeyhtir, buyururdu.

Minah-235:
Gavs (k.s.) bir fakire dedi ki: “Halden hale geçmeni, şeyhin senin kalbinden gafil olmasından veya seni ihmal etmesinden sanma, bu ancak kalbin televvünündendir”.

Minah-236:
Mürid, zamanın kamillerinden bulduğu kişiyle sohbet eder, yalnız sohbet esnasında kendi şeyhinin rabıtasından gafil olmamalıdır. Sohbetten ettiği istifadeyi de, ancak kendi rabıtasından bilmelidir.

Gavs (k.s.), bu mübarek kelamlarına ilaveten dediler ki, mürid kendi şeyhinden daha kamil olan biri ile de sohbet eder. Halid-i Öleki (k.s.) diyor ki; bu kelamlarında rabıtanın şart olup olmaması hususunda sükut etti.
Gavs (k.s.)’a bir fakir sordu: “Hem bir şeyhe mürid olup ona intisab edeceksin, hem de başka birinin kendi şeyhinden daha kamil olduğuna inanacaksın, bu nasıl olur?”

Gavs (k.s.) dedi: “Bir kişi mürid olduktan sonra, Cenab-ı Hak (c.c.) onda, başka birinin kendi şeyhinden daha kamil olduğunun idrakini yaratır.”[40]

Minah-237:
Sanırım Gavs (k.s.), şeyhinden başka kamil ve ekmelin sohbeti, ancak müride muhabbeti bütün kalbiyle şeyhine gitmeyip, ondan başkasına meyledebilecek bir yer kalmışsa menfaat verdiği, yok eğer muhabbeti şeyhine gidip ondan hiç bir şey kalmamışsa istifade için sohbet olmayıp, ancak tanımak ve berekellenmek için olduğunu işaret edip, şöyle buyururdu: “Bir sefer şeyhimi ziyarete giderken Van’a uğradım. Ben Van’a vardığım zaman, bizzat şeyhimin kemal ile vasfettiği Mevlana Halid-i Bağdadi (k.s.)’ın halifelerinden birisinin oraya geldiğini öğrendim. Ben onu ziyarete gitmedim. şeyhimi ziyarete vardığım zaman durumu ona anlattım. Bana dedi; niçin onun yanına gitmedim?… Ben, senden başka kimseye gitmem, dedim. Şeyhim bana dedi; gitseydin de nasıl olduğunu tanısaydın.”

Minah-238:
Sanırım Gavs (k.s.), aşağı derecedeki makamda bulunmak ve onun haliyle hallenmek, aceleye geçip üst makama çıkmaktan daha hayırlı olduğunu işaret için buyurdu; misal aleminde bu taifeden iki kişinin halini gördüm, meyveli ağaç şeklinde idiler. Bunlardan meyvesi olgunlaşmamışı uzun, meyvesi olgunlaşmış olanı kısa olarak gördüm. Ben bu durumları şeyhime arz ettim. şeyhim: “Olgunlaşmış ıisa, olgunlaşmamış uzundan hayırlıdır.” dedi.

Minah-239:
Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Ümmi bir veli’nin nisbeti, alim bir veli’den daha safidir. Gerçi alim veli, ümmiden maka’mca daha yüksektir. Ama, ilmi nakışlar, nisbeti bulandırdığından dolayı, ümmi, alimden daha safi olur.”

Minah-240:
Gavs (k.s.), müride, nisbeti az fakat safi olan bir zatın, nisbeti çok fakat bulanık olan zattan daha menfaatli olduğuna işaret kasdıyla bir sohbet şeyhini, bir başka sohbet şeyhine, menfaat görmek yönünden tercih ederdi.

Minah-241:
Gavs (k.s.) buyurdu: “Nefy-i isbata devam edip, onu çoğaltmak, sohbetin nas’a tesir ve menfaatini çoğaltır.”

Minah-242:
Tecelliyatın, kendini fakir görüp, kusurunu müşahede etmekte varid oluşu, huzurundakinden daha çoktur diyen Gavs (k.s.), bir sadat’tan şöyle nakletti: “Ben eksikliğimi ancak tecellyatın inmesiyle farkettim”.
Bu söz gayet güzel ve dakik olan ahval ile aldanmanın damarını kökten kesen bir kelamdır.

Minah-243:
Gavs (k.s.), şeyhi olan Seyyid Taha’nın (k.s.) “müridin şeyhinden rabıta ve vakıa ile aldığı, sifahen ondan aldığından daha kuvvetlidir.”dediğini söyledi.
Bir fakir dedi ki: “Terakkiyatın şeyhten veya şeytandan olduğu nasıl bilinir?”
Gavs (k.s.) dedi: “Onu şeri’at ile ölçer, eğer süluka müteallik ise, onu da tarikatın rükünleri ile tartar, bazen de öğrendiğini üç sefer tekrar eder. Ayrıca nisbetin geliş şekli ile de bilinir. Eğer nisbet dört taraftan geliyorsa bilir ki, haktır.”[41] Gerçekten bu son durumda şeytanın tasallutu söz konusu değildir.

Tekrar soruldu; uykuda iken gelen nisbet, müride kalir mi? Gavs (k.s.) cevaben buyurdu: “Rüyalara itibar yoktur”.
Minah-244:
Gavs (k.s.)’den “Mürid şeyhinden başka, rabıtası menfaat veren kişinin rabitasini yapar mi?” diye soruldu. Cevaben buyurdular: “Hayir”.
Halid-i Öleki (k.s.) diyor: Başka bir mecliste Gavs (k.s.)’ın kendi şeyhinden “rabitasi menfat veren kişi gördüğümüz zaman onun rabitasini yapınız” diye naklettiğini duydum. 0 zaman ben (Halid-i Öleki (k.s.)) dedim; rabitasi menfaat veren kim olursa olsun mu yoksa şeyhin baglilarindan biri mi olsun? Cevaben dedi:
“şeyhM etbaından olsun.”
Bu ihtilaf vaktin ihtilafi üzerine hamledilir veya birincinin onun tercihi, ikincinin ise şeyhinden nakledildiğine hamledilir. Birincinin mtitlakligi, ikincinin kayitli olmasina çevrilir. Kalbim bu sonuncuya daha meyyaldir.

Minah-245:
Meşayihin, kemal ve tekmil makamına ulaşmayan bazi kişilere halifelik verilmesine sebeb olan şekilleri Gavs (k.s.) şöyle açikladi: “Bazi saliklerin kemal ve tekmile vasıl olmasi, yaradılış hasebiyle.kendisine halifelik verilmesine ve ondan nisbet alacaklara sohbet etmesine baglidir. Böyle kişiler müşkillerinden dolayi şeyhe müracaat eder. Bu müşkilatları bazen rabıtayla hallolur.”

Sanırım Gavs (k.s.), ikinci bir veche işaret ederek, buyurdu: “Vakit, onun tekmiline dar geldiği zaman, şeyh ona hilafet verir ve onu kemale erdirecek kişinin sohbetini tavsiye eder.” Bu durumu açıklamak için Gavs (k.s.); Şah-ı Nakşibend’in (k.s.) ömrünün sonunda, Yakub-u Çerhi’ye (k.s.) hilafet verip, Alaüddin-i Attar’ın (k.s.) sohbetini tavsiye etmesini zikretti.

Minah-246:
Sanırım Gavs (k.s.), rabıtası menfaat veren kişinin rabıtasını bazı yönlerden, rabıtayı, virde tercih etme hususuna işaret maksadıyla buyurdu: “Bazen vird şeyhinin (vird ile irşad eden) müridi virdine devam ettiği halde terakki edemiyor, yükselmeyip, geri dönüyor ama rabıta şeyhinin müridi, ihlas devam ettiği müddetçe gerilemiyor.”

Minah-247:
Sanırım ki, şeyhlerin tasarruftaki sürurundan, müridlere tesir ve onların terakkiyatında, mekan’ın önemi olduğu ve önemin ancak ehlullahın tasarrufu ile şereflenip, değer kazandığını işaret ederek, Gavs (k.s.) dedi ki: “Geçmiş zamanda Bitlis şehrinde yücelerden ve salihlerden bir cemaat tasarruf ettiği için, bu beldede müridlerin terakkiyatı daha çabuk olurdu” buyurdular ve şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nın, o beldede bulunan “Berasar” köyünü; tasarruf eden bir veli bulunduğundan dolayı “Nehir” köyü üzerine tercih ettiğini, çünkü birincide (Berasar köyünde) nisbet çok zuhur eder” dediğini naklettiler.

Minah-248:
Gavs (k.s.), kendinde eksiklik görerek, kusuru müşahede etmeyi, huzurun devamına tercih ederdi.

Minah-249:
Sanırım, sohbet meclisinde münkirin bulunmasını, cemaatten bazılarının sohbetten faide görmesini engellediğini işaret eden Gavs (k.s.), münkir ve sağır birisini kastederek “Eğer filan olmasaydı, bu sohbet falana tesir ederdi” buyurdu.

Minah-250:
Bir gün Gavs (k.s.) dedi ki: “Ben uzun zaman bize gelip giden bir kadını, vefatından birkaç sene sonra azap içerisinde gördüm, yani misal aleminde onun hali bize gösterildi ve açıklandı: “0 kadın ihlaslı değildi”, gelip gitmesi de başka sebepler içindi. Ayrıca bir erkeğin de azap içerisinde olduğunu gördüm. Bu zatın muhlis bir oğlu vardı, ama kendisi ne muhlis, ne münkür idi. Bu fakir (Halid-i öleki), meşayihle birlikte olup da ihlas ile inkar arasında kalmanın zarar ve helak edici olduğunu anlayınca muzdarıp oldum. Halbuki bunun hilafını ve evliyanın bu hususta Peygamberler (a.s.) gibi olmadığına itikad ediyordum. Üç saat kadar ızdırab çektikten sonra Gavs (k.s.) beni çağırıp dedi: “Kontrol ettim, bizimle bulunup da azap gören adam, kötü ahlak sahibi imiş” Bu cevaptan sonra ızdırabım hafifledi. Gavs (k.s.) geçen sözüne bitişik olarak buyurdu: “Sığırla dövülen harman tanelerine necasetle hükmedilip zarureten afv mı olunur (Şafii mezhebine göre böyledir), yoksa hiç mi necasetle hükmedilmez?”, sonra dedi; bunun necaset olması hususunda, bana necaset hakkında söz boştur, denildi.
Bu sözle bir ihtimal dahi olsa ne demek istediğini anlayamadım. ne diledi, ne işaret etti. Allah (c.c.) bilir.

[37 Mercu diye adlandırılan, fenadan bekaya dönene, dönmesiyle birlikte irşad izni verilmişse ki buna işaretle hilafet denilir. Yani işaret ve izin yalnız kendi şeyhinde değil bütün silsilenin ittifakı ve işareti ile irşad izninin verilmesidir. Tabi ki bunların başı Hz. Peygamber Efendimiz (as.)'dır. Hatta Cenab-ı Hakk (c.c.)'dır. Bu türden genel bir izine sahip olan halife, yaşadığı müddetce, istediği şekilde mürid kabul eder. İmam-ı Rabbani (k.s.)'nın hilafeti bu kabilden olduğundan kendisi mürit aldığında istihare yapmazdı. İşaretle halifelik alan kimse şeyhinden irşad için izin almaya ihtiyacı yoktur. Yine de bir hikmet için bezeti mürşüdünden iznini tazeler. Seyr-i sülukunu bitirip, sadatlardan izin almayıp, mürşidinden izin alan halife şeyhinin emrine bağlıdır. Şeyhi isterse ona genel izin verir. Her istediğine tevbe verebilsin diyebilir. Veyahutda istihare yap, müridin halini araştırdıktan sonra tevbe ver, diye emredebilir. Bu tip halifeler şeyhinin emrettiği şeklin dışına çıkamaz. Velev ki bu tip halife fenadan bekaya dönsede, en yüksek makama erse de şeyhinden aldığı talimat dışına çıkamaz. Allahülalem.]
[38 Buradaki sohbetten maksat arkadaşlık ve beraber bulunmaktır.]
[39 İsra suresi, 81. ayet]
[40 Mürid tarikata ilk girdiğinde zannederki kendi şeyhinden daha büyük birisi yoktur. Ancak arada müridlik bağı kurulduktan sonra Allah (c.c.) ona bildirirki başka bir şeyh onun şeyhinden ekmelidir. Müridin müridlik bağı kurulduğu için ve şeyhinden de istifade ettiği için o ekmele gitmesi gerekmez. Zaten teslimiyetin şartı da hidayetin ancak kendi mürşidinin yanında olduğuna inanmaktır. Mürşidinden daha büyük olmadığına inanmak teslimiyetin şartı değildir. Allahülalem.]
[41 Bu minhada Gavs (k.s.) vakı'adaki hallerin şeyhten veya şeytandan olduğunun ayrılması için ölçü vermektedir. Vakı'adaki hal fıkhi hükümle ilgili ise şeriat ile ölçülür. Eğer süluke müteallik ise tarikat ile tartılır. Bunlarla anlaşılamıyorsa gelen halin üç sefer tekrar etmesi veya ihatalı olarak meydana gelmesi ile şeyhten olduğu bilinir.]

***

Minah-251:
Gavs (k.s.)’a, bir gün yeni mürid olan birini kast denk: “0 kişi dün bir münkir ile beraber idi” dediler. Gavs (k.s.) acele ile çıkarak, yüce mecliste o müride dedi: “Ya müridliği ya da münkirlerle beraber olmayı seç! … Bu söz üzerine yeni mürid olan kişi, “onlar benim eski dostlarımdır, ben onları altı senedir görmedim” diyerek özür diledi. Bunun üzerine Gavs (k.s.); “Münkir, kardeş de olsa terk edilmelidir” dedi. Sonra, münkirlerle beraber olmanın zararlarını geçen minhalarda zikredildiği gibi bol bol anlattı.

Ayrıca vuku bulan bir hadiseyi de naklettiler. Bu, sohbet şeyhi olan Halid-i Cizrevi (k.s.)’ın başından geçmişti: Şeyhlerin şeyhi Halid-i Bağdadi (k.s.) efendimizin Cizre’ye gelen bir halifesinden tarikat aldım. İlk teveccühünün bereketiyle keşfü’l kulüb oldum. Yanından ayrıldıktan sonra medreseye gittim. Münkir talebelerle sohbet ettim. Baktım ki, bu münkirlerle sohbetten sonra üzerimde bulunan hal gitti.

Gavs (k.s.), cehaletinden dolayı inkar eden ile, hasedliğinden dolayı inkar eden arasında fark olduğunu söyleyip, “birinci ile bulunmak zarar hususunda, ikinci gibi değildir” dedi. (Yani, hasedinden dolayı inkar edenin zararı daha çoktur.)

Minah-252:
Anladığım kadarıyla Gavs (k.s.), bir mezhebin fıkhında mukallid olanın (o mezhebi uygulayan) uzun zamandan beri, naslardan hüküm çıkartmak gücü bulunmadığından, taklid ettiği kişinin mezhebiyle amel edip, naslardan (kitab, sünnet, icma, kiyas) hüküm çıkararak, onun mezhebinden ayrılmaması lazım olduğu gibi, bir tarikatte olanın da adapta,. “tarikatın piri veya kendilerine tabi olunan halifelerin izleri bulundukça” onlara tabi olması, naslardan ve geçmiş meşayihin eserlerinden adap aramamak gerektiğini söyledi.

Bir şahıs yüksek mecliste onun ayağını öpmek istedi, Gavs (k.s.) men ettiği halde o bırakmadı. Gavs (k.s.), bir sofiye dedi: “Neden onu men etmiyorsun?” Sofi: “Neden men edeyim?” dedi. Gavs (k.s.): “Bid’at olduğu için” buyurdu. Sofi: “Hazreti Peygamber (a.s.)’in bir kişi elini öpmek için müsaade istediği, izin verdiği, ayağını öpmek için müsaade istediği, ona da izin verdiği, secde etmek için de müsaade isteyince peygamberin buna izin vermediği” hadisini söyledi. Gavs (k.s.) Hz. leri; gerek kendi şeyhi Seyid Taha’nın ve gerekse bu tarikatın önceki halifelerinden hiç birinin ayak öptürmediklerini, böyle hareket edenleri men ettiklerini nakletti.

Minah-253:
Bir gün yüksek mecliste zahiri alimlerden kuvvetli bir münkirin bahsi geçti, onun kötü itikadı ve halkın onu dininde itham ettiği anlatıldı.
Gavs (k.s.), bir sofiye: “Hazreti Şah’ın (Şah-ı Nakşibend (k.s.) “tarikatımızdan yüz çeviren, dininde helak olma tehlikesindedir” sözünü işitmedin mi?” buyurdu.

Minah-254:
Gavs (k.s.) buyurdu: “İrşad şeyhlerine, şerefli yerlerin fethi zordur”. Sonra sofilerden birine bunun hikmetini sordu, sofi dedi: “Bilmem ama bu minhaya Mekke’nin fethinin zorluğu uygundur”. Gavs (k.s.) suküt edip, konuşmadı.
Gavs (k.s.) bir gün yine: “Şehir ahalisi kendisini gaflet istila ettiğinden dolayı, köy ahalisinden daha geç te’sir alırlar” buyurdu.

Minah-255:
Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Avam olan mürid intisab ettiğinde bu intisabın ve şeyhlerin nefesinin kadrini, gördüğü faydayı, ancak ahirette anlar.”
Devrimizin bir ehl-i keşfi kabristana uğradı, gördü ki bir kısım insanlar azab içinde, birkaç kişi de nimet içinde. Nimet içinde bulunanların amellerinin ne olduğunu müridlerine sordurdu… Cevaben zamanlarındaki bir şeyhi kastederek: “Biz şeyh Nasır’ın müridi idik” demekten başka bir şey söylemediler.

Minah-256:
Gavs (k.s.) buyurdu: “Salik bazen Allah (c.c.) tarafından irşada izinli olur. Ama şeyhi ona izinli olduğunu işaret etmez. Gavs (k.s.)’ın bu sözlerine karşılık sofiler sordu:
“0 zaman salikin durumu ne olur?” Gavs (k.s.) dedi:
“Halk ondan menfaat görür, sohbeti tesir eder.” dedi. Fakat böyle bir salikin irşad görevi üstlenip, mürid edinip edinemeyeceği konusunda bir şey söylemedi.

Gavs (k.s.) buyurdu: “Cahil müridde de aynen alim salik gibi fena ve beka makamı gerçekleşir. Bu haller gerçekleştiği zaman onun da, batınından menfaat görülür ve sohbeti tesir eder.”

Minah-257:
Münkirlerin gıybeti üç çeşittir diyen Gavs (k.s.) bunun iki çeşidinin burada zikredilmesi hoş değildir deyip, üçüncüyü şöyle izah etti; “münkirlerden, kardeşlerini korumak için onların gıybeti caizdir.” Nakşibendi Şeyhleri; her zaman sahabilerin (r.a.) kafirleri hiciv ile yermiş olmalarını, münkirlerin gıybetinin cevazına (izin verildiğine) delil getirirlerdi. Halid-i Öleki (k.s.): Zannediyorum iki gurup münkirin zikrini o makama münasib görmedi. Bu minha tefsir ister, biz onu lem’aya bıraktık.

Minah-258:
Sanırım Gavs (k.s.) istişraf-ı hükmi’nin (hükmen, yani hal edasıyla bir şeyin verilmesini beklemenin), istişraf-ı hakiki gibi yardımın (aç kalarak yapılan dilencilik) kabul edilmesinin cevazını men ettiğini işaret için buyurdu ki: “İrşad ile çıktığım bir seyahatimde dünya büyüklerinin bir kaçına misafir oldum, bazı eşya ve bir miktar para yardım teklif ettiler ben kabul etmedim”. Bir sofi sebebini sordu. Zannediyorum sofinin öyle sorması şartlar mevcut olmasından dolayı idi. Bu dünya büyükleri kendilerine misafir olunduğunda şeyhlere ve aimlere bir şeyler vermeyi adet haline getirmişlerdi. Fukaranın yanına gidip veya yanlarına gidilmeden bir şey vermezlerdi. Sonra Gavs (k.s.) yardım veren bir kavme misafir olmanın, yardım için olmasa dahi istişraf-ı hükmi sayıldığını haber veren bir kıssa anlattı.

Minah-259:
Gavs (k.s.) buyurdu: “Bazı kimselerin hediyesini red ettim onların ihlası arttı. Başka birinin hediyesini red ettim, onun ihlası eksildi, rütbesi düştü.” Sebebi sorulduğunda Gavs (k.s.) cevaben dedi: “Birinciler dünyaya bağlıydılar, onların vermesi tekellüften (yani kendilerini mecbur hissettiklerinden) idi. Kişiye sevgilisi iade edilince muhabbeti artar. İkinci taife ise cibilli (yaradılıştan olan) cömertliğinden idi. Er kişiye nefret ettiği şey iade edilince, ondan tiksinir.

Bunun üzerine bu fakir, şeyhin, onun hediyesini kabul ederek ihlasını korumaya riayet etmeyişinin sebebini sordu. Sanırım Gavs (k.s.), şeyh başkasına bağlı olsa dahi, ancak bir fesada sebeb olmamak Şartıyla müridin maslahatına riayet ettiğine işaret için:
-”Eğer hediyeni kabul etseydim. Senin komşun olanın hediyeleri kabul edilmeyecek kimselerin hediyelerini reddettiğimde kalbleri kırılacaktı.”

Minah-260:
Bir gün yüksek mecliste Hoca-i Ahrar’ın (k.s.) kimden ne olursa olsun, hediye olarak hiç bir şey kabul etmemesinin bahsi geçti. Gavs (k.s.) buyurdu:
Hace Ahrar (k.s.)’dan daha büyük şeyhler hediye kabul etmiştir. Kabul edilebilir hediyeyi reddetmekle umulan fayda; hiç bir zaman hediye vermek isteyeni geri çevirmekle meydana gelen kalb kırıklığının zararına denk gelemez. Çoğu sefer Gavs (k.s.), bu konuda hediyenin az bir miktarla sınırlandırılmasını bildiren sözler söylerdi. Yani “hediye almakta fesat varsa da, şartlar tamam olunca kabul edilir” derdi.

Çok seferinde kabulu mümkün olan hediyenin reddinde, adı geçen kalbi kırmaktan ziyade, dediğinde diretme ve inat vardır. Sonra sanırım Gavs (k.s.) Hoca Ahrar (k.s.) ve benzerlerinin kabul etmeyiş sebeplerini işaret için buyurdu ki: “0, bazen makam bazen de meşrebden olur.”

Minah-261:
Gavs (k.s.) bir fakirden, başlangıcından salihliği ile meşhur olan zaruri halifelerinden birinin düşüş sebebini sordu. Fakir alim cevaben dedi: “Bazı zalimlerin hediyesini kabul etti, vakıf mallarına el uzattı. Bunları yapmakla beraber sahibü’z zaman ile muareze etti (sahibü’z zaman Gavs (k.s.) dır). Bir tek bu husus rütbenin inmesi için kafidir. Ayrıca o fakir alim, Hoca-i Ahrar (k.s.) ile karşı gelen kimselerin adlarının kaybolup, izlerinin silindiğini belirtti.”

Sanırım Gavs (k.s.) bahsedilenlerin hepsi rütbe düşmesine ve neticesine bağlı olduğu, gerçekte sebebin, silsile meşayihinin tasarrufatının kesilmesini gerektiren, tarikata bid’at sokmak olduğunu ve böylece nefsiyle başbaşa kaldığım işaret maksadıyla buyurdu: “0 zat, kadiri tarikatinin şeyhine, kendisini sevdirmek için zikr-i cehri yapıyordu. Halbuki şeyhim Seyyid Taha (k.s.):
“İki tarikatta birden amel ederek, maksuda ermek imkansızdır. Yalnız sülûktan sonra başka bir tarikata girmek isterse, yolun başlangıç noktasına dönerek yolculuğa başlamalıdır.” dedi.

Minah-262:
Gavs (k.s.) buyurdu: “Abdülhalik

Gücdevani (k.s.)’nin:
“Aklın nefesinde olsun” (yani aklini nefesinde topla, nefesin her giriş çıkışında, kalbini gafletten koru. Böylece kalbin her zaman huzurda olsun) sözündeki huzur, rabıta ve huzuru içine alan ve sonunda huzura dönen diğer amellere şamildir.”

Minah-263:
Gavs (k.s.) maksadını açıkca anlatmadığı bir emir buyurduğunda, muhatabınında söylediği sözün zahirinden anladığı kadarıyla yorumlayıp, yanlış harekete etmesinden endişe ederse o sözünü düzeltirdi.
Şöyle ki, oğlunun askere alınmasından korkan bir kişi ona gelip himmet istedi. Gavs (k.s.): “Oğlunu kadere bırak” buyurdu. 0 adam bazı emirlere bir şey versem oğlumun kurtulacağına şeyh kani midir?” dedi. Gavs (k.s.): “0 işi bir dene” buyurdu. Bunun üzerine adam çıkıp gitti. Bundan sonra Gavs (k.s.) bir fakire: “Benim ona söylediğim şeriata aykırı değil miydi?” dedi. Fakir alim; “Şeyh bir şey vermeyi açıkça emretmedi.” dedi. Ama Gavs (k.s.) bununla mutmain olmayıp, o adamın arkasından şu haberi gönderdi: “Kimseye birşey verme, oğlunu Allah (c.c.)’in hükmüne bırak”. Gavs (k.s.)’ın yüzünde o sözün korku izi bir müddet görüldü.

Minah-264:
Bir gün yüksek mecliste, Bitlis şehrinin emir ve hanlarının bahsi geçti. Mecliste bulunanlardan birisi onların salih amellerinden ve takvalarından bir bölümünü zikretti. Gavs (k.s.) buyurdu:
“Onların salih olmalarına, daha o yörenin, kabile reislerinin emirlikleri alınmadan, onların emirlikleri ellerinden alınması, delil olarak kafidir.”

Minah-265:
Sadık bir arkadaş Gavs (k.s.)’dan nakletti: “Kim saçının erken ağarmasını isterse, çobanlık (şeyhlik) yapsın.”

Minah-266:
Sofilerden birisi rivayet ederki: “Bazı kişiler Gavs (k.s.)’dan, helaka müstehak olan bazı kişiler için himmet etmesini istediler.” Gavs (k.s.): “Himmet iki yüzü keskin bir kılıçtır, her iki tarafıylada keser” buyurdu ve rast gele himmet istemekten men için, “himmet yere saçılan elma kurusu mudur?” buyurdu.

Minah-267:
Sofilerden birisi Gavs (k.s.)’a bir kadının aşkından çektiğini şikayet etti ve kadını da söyledi. Gavs (k.s.), kadını çağırtıp onunla evlenmesini söyledi, kadın emre uyup evleneceğini, yalnız bazı işleri için mühlet istedi. Sanırım Gavs (k.s.) kadının özrünün bahane olduğunu ferasetle anladı.
Sofi diyor: “Gavs (k.s.) bana, birkaç gün iki meme arasında, göğsümün üzerinde vird çekerken, tesbihli elin orada durmasını, ayrıca şeyhimi de göğsümün üzerinde oturuyor şekilde rabıta etmemi söyledi. Ben onbeş güne yakın bu emri tutunca, o kadına alaka benden gitti. Ben yüksek meclise vardığım zaman, Gavs (k.s.) gülümsedi ve “onun minnetine ihtiyacımız yoktur” manasında bir söz söyledi.”

Minah-268:
Sofilerden birisi diyor ki; Çocuklarından biri Gavs (k.s.) hz.lerinden rezil olmayı hak eden birisinin himmetiyle cezalandırılmasını istedi. Gavs (k.s.) onu ayıplayarak: “Oğlum, himmet iki yüzlü bir kılıçtır, iki yüzü de keser” buyurdu, ayrıca aynı manada “himmet elma kurusu değil ki saçılsın” buyurdu.

Minah-269:
Gavs (k.s.) bir gün teveccüh halkasindan çikti ve sofilerden birisine dedi: “Git falan sofiye söyle oğlunu evlendirsin, yoksa oğlu bundan sonra teveccüh halkasına katılmasın”. Sonra Gavs (k.s.) dedi: “0 çocuk bekar idi, onun zulmetinden dolayı teveccühü tamamlayamayacak duruma yaklaştım.”

Minah-270:
Gavs (k.s.)’ın sofilerinden birisi nakletti, Üstadım bir gün beni, arkadaşımla beraber Şeyhi Seyyid Taha’ya (k.s.) bir posta hizmeti için gönderdi. Seyyid Taha (k.s.) yanına vardıktan birkaç gün sonra cevabı alıp dönmekte acele ettim. 0 zaman Seyyid Taha (k.s.) latife yollu dedi: “Sana ne oluyor halife ile birlikte geldiğinde bir sene bile aciz olmuyorsun da, yalnız geldiğin zaman birkaç günde aciz oluyorsun”. Sonra arkadaşıma mizah yoluyla dedi ki: “Halifeye söyle ona izin verdim, bu sofiye birkaç tane vursun.” Gavs (k.s.)’a varınca arkadaşım kıssayı anlattı. Gavs (k.s.):
-”Şeyhimin emrini yerine getireyim” deyip bana mübarek eliyle birkaç defa vurdu.

Minah-271:
Sanırım arifi tanımanın zorluğuna işaret için Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Bana, (ilham yoluyla) seni taşıyan kişi devrinin ekmelidir denildi.”

Minah-272:
Gavs (k.s.)’ın oğlu Molla Bahaüddin tarikat talimi için bazı yörelere gitmişti. Bir kaç gün sonra gittiği yerlerden büyük kalabalıklar vuku buldu, insanların akın akın onun ziyaretine geldiği haberi ulaştı. Gavs (k.s.) bir müridine dedi ki: “Halk Bahaüddin’e yönelmiş!”, mürid sevinerek Allah’a (c.c.) hamd etti ve dedi ki: “Üstadımın himmetinden ümidimiz bu ikbalin arttırılmasıdır”. Gavs (k.s.) dedi: “Lakin ben bununla mahzun oluyorum”.

Minah-273:
Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Şeyhim Seyyid Taha (k.s.)’ın cemaatinden bir gurup, onun camiinde oturup murakebe ediyorlardı. Hepsi yüzlerini kıbleye, sırtlarını şeyhin evine dönmüşlerdi. Birisi yüzünü eve çevirerek, “yüzünüzü meyhaneye, nisbetin bulunduğu yere çevirin” dedi. Bu sözü ben güzel buldum.

Minah-274:
Gavs (k.s)’ın hizmetinde bulunan sofilerden birisi anlattı: “Gavs (k.s.), ben ve bazı arkadaşlar ile birlikte Seyyid Taha’nın (k.s.) ziyaretinde bulunuyorduk. Birkaç gün kaldıktan sonra arkadaşlar evlerini özledi, Seyyid Taha (k.s.) arkadaşlarına izin verdi, Gavs (k.s.)’i bekletti. Ben Seyyid Taha (k.s.)’e dedim: “Keşke siz halifeye de izin verseydiniz, evini bekleyecek, işini yapacak kimsesi yok.” Seyyid Taha (k.s.) buyurdu ki: “Benimle halifenin evi var mıdır?” Allah-u Teala önce evimi, sonra da evini yıksın.” Gavs (k.s.) o zaman oradaydı. Ben sonradan bu konuşma sebebiyle beni azarlayacağından korktum. Biz yüksek meclisten kalkınca, Gavs (k.s.) kuşağımdan tutarak dedi ki: “Fülano! yüksek meclislerde cahil bulunması bazen güzel olur. Allah’a (c.c.) yemin ederim ki şimdiye kadar bende bir parça dünyaya bağlılık vardı. Seyyid Taha’nın (k.s) “evimi ve evini yıksın” sözü ile bu bağlılık gitti.”
Minhadaki bazı hususları vasıtasız işittim (Halid-i Öleki) fakat Gavs (k.s.)’dan işittiğim ile raviden işittiğimi birlikte zikrettim.

Minah-275:
Müridlerden birisi nakletti: “Gavs (k.s.) bir sofiye hitab ederek: “Fülano! müridler seher vaktinde çobanlık yapıyorlar mı?” Gavs (k.s.) bu sözü ile gece namazının ehemmiyetini ve ona kalkmayı istiyordu.

***

Minah-276:
Bitlis’te yanında bulunduğumuz zaman halk arasında aşırı derecede münkir bir alimin, Gavs (k.s.)’a, cünup bir kişiyi imtihan ve tecrübe gayesiyle gönderdiği söyleniyordu. Birkaç gün sonra, yüksek mecliste bunun bahsi geçti. Gavs (k.s.) buyurdu ki: “Bu ne biçim tecrübedir? Tecrübe eden bilmiyor mi ki nakşibendilerin kerametleri ve münakaşaları diğer işleri gibi gizlidir. Gavs (k.s.) bununla o münakaşaya vakıf olduğunu münakaşa edene cevap verdiğini, lakin bu cevaba münakaşa edenin vakıf olmadığına işaret etti.”

Minah-277:
Bir hizmetçi diyor ki: “Gavs (k.s.) bana adınıda söyleyerek bir kadınla evlenmemi uygun bulduğunu söyledi. Ben dedim ki Gavs (k.s.) onun hakkında “onu sevmem, o uğursuzdur” dememiş miydi?”

Gavs (k.s.): “0 zaman öyle demiştim. Şimdi de böyle diyorum” buyurdu.
Ben bu emir üzerine o kadınla evlendim, bereketini gördüm.

Minah-278:
Sofilerden birisi şu hadiseyi anlattı: “Kalbime bir havatır gelip, üç gün beni rahatsız etti. Gavs (k.s.) bu zaman müddetince havatırdan hiç bahsetmedi. Ben üç giinlük müddetten sonra Gavs (k.s.) bana dönerek: “Bir havatırın def’ine gücü yetmiyen mürid, müridliğe kabul değildir.” buyurdu. Bu sözden sonra sanki havatır hiç olmamış gibi oldum. Sofi anlatmaya devam ederek: “Gavs (k.s.) sofilerden birine dedi sen falan alimi nasıl tanıyorsun. 0 bana hiç gaflet gelmez diyor. Sofi cevaben:
-”Mümkündür, Allah (c.c.) ‘ın fazlına nihayet yoktur. Bana dedi:
-”Sen ne diyorsun.” Ben dedim:
-”Kanaatimce o alim gafleti tanımıyor. Gavs (k.s.): -”Öyledir”‘ buyurdu.

Minah-279:
Gavs (k.s.); Nuriye tarikatının halifelerinden Bitlis’li Hacı Musa Efendi’yi ziyaret ettiğini, onunla bahçesinde yabani otları ayıklayıp, ağaç köklerini bellerken karşılaştığımı, onun kendisini gördüğünde şunları söylediğin buyurdu:
“Mahcub olmadan ve pişman olup utanmadan; bazı gaflet rahmettir.”
Deniliyor ki bu zat hakkında Gavs (k.s.): “Eğer ki ben Seyyid Taha (k.s.)’yı görmeseydim. Ona mürid olurdum.”buyururdu.

Minah-280:
Gavs (k.s.) yukardaki minhada adı geçen şeyhe “şeyhinin kim olduğunu” sorduğunu, onun da: “Benim şeyhim meczub ve şeyh Çıblak-ül Ahlaki adıyla meşhur olan zattır. Bu zatın zahiri gerçi harabe, yani şeriatın zahiri güzellikleri ile müzeyyen değildi. Yalnız gerçekte onun mamur bir batını vardı.” dediğini nakletti.

Minah-281:
Gavs (k.s.) : “Hacı Musa Efendi bana kendi tarikatımı sordu. Ben:
-”Nakşibendiyim.” dedim. 0 zaman Hacı Musa Efendi (k.s.) dedi:
Nakşibendü, Nakşibendü, Nakşibend (nakşibendü: Allah (c.c.)’ın adına kalbini bağlayan kişi) Dertli, dertli, dertli…
Gavs (k.s.): “Zannediyorum Hacı Musa Efendi, benim önümde tarikatta üç imtihan ve üç patika (akabe) yol olduğuna işaret etti. Ve iş dediği gibi çıktı. Büyüklerin sözü böyledir” buyurdu..

Minah-282:
Gavs (k.s.) zannediyorum, zulüm yapmanın hiç iyi bir şey olmadığına ve yerlerin meşayihin feyzi ile tesir gördügüne işaret için buyurdu ki:
“Şeyhimiz büyük halifelerinden olan ve Köse Halife adı tanınan Molla Taha (k.s.) yemin ederdi ki; Nehir köyü, emirin kalesi ve yahudi mahallesi hariç, taşı toprağı her şeyi ile nur olmuştur.’

Minah-283:
Gavs (k.s.) şeyhinin ziyareti sırasında bir gün, şeyhin amcası Seyyid Abdullah (k.s.)’ın türbesine gittiğini söyledi. 0 sırada Şeyhi Seyyid Taha (k.s.) teveccüh için gelmiş. Gavs (k.s.)’ı bulamayınca, aramış. Gavs (k.s.)yanına geldiğinde azarlayarak buyurmuş:
“Sen buraya kabirler için mi geldin?”

Minah-284:
Gavs (k.s.) diyor: “Şeyhimiz Seyyid Taha (k.s.)’nın vefatından sonra kardeşi Şeyh Salih onun postuna oturdu. Sohbetleri esnasında şu beyti okudu:
Diri kedi ölü aslandan yeğdir.
Gavs (k.s.):
“Ben bazı vakıada Seyyid Taha (k.s.)’yi gördüm. dedi ki Salih beni ölü bilir. Halbuki ben ölmemişim.”[42]

Minah-285:
Gavs (k.s.) ashabından birine, çalgıları dinlemeyi şiddetle nehyedince bu kişi, şehvetini hoş gösterip, ümide delalet eden ayet ve hadislerle, büyük günahları basitleştiren zahir alimlerden birisinin:
“Çalgı aletlerini dinlemekte ne zarar varki dinleyen dinledikten sonra

“la ilahe illallah deyip günahından kurtulur.”
dediğini mecliste naklettiler.

Ravi diyor: Gavs (k.s.) çok hiddetlendi. Dedi ki: “Onun gözü kör ola. Bu kelimeyi tayyibeyi söylediği zaman ferş’ten (anasırı erbaa) arşa (letaifler) kadar yanan kişinin, günahı gider.”[43]

Minah-286:
Bir sofi dedi: Bir gün Gavs (k.s.) ashabından usanarak yüksek meclise çikmadı. Buyurdu:
“Sohbet adabını bilmediklerinden, sohbetten zarar görüyorlar. Çünkü bunlar kendi aralarında sohbet yapmıyorlarki adabı öğrensinler. Gerçekte kendi aralarındaki sohbet, huzurdaki sohbetin adabını öğretir.”

Minah-287:
Gavs (k.s.) dedi: “Nakşi tarikatı diğer tarikatlardaki riyazetten gelen yük ve ağırlıktan bir kısıtlama getirmeyebilir. Ama şeriatın kabul etmediği fiiller ve bidatlardan sakınmak yönünden diğer müridandan daha dikkatli olmalıdır.”
Ravi diyor: “Ben ; mürid şeriata aykırı olanları ne ile tanımalı ki kendini korusun” dedim.

Gavs (k.s.) cevaben dediki:
“Alim ilmi ile, cahil ise; fakir (Halid-i Öleki (k.s)) ravinin kalb ile mi, yoksa nefsin acıması ile mi dediğini unuttum.”

Minah-288:
Gavs (k.s.) bir gün bana (Halid-i (Teki (k.s.)):
-”Rabıta sana bir şey öğretir mi?” diye sordu. -”Evet” dedim.

Bana: “Onu yaz” buyurdu.
Emre uymanın hakkindan gelememekten korktuğumdan, o emir bana ağır geldi. Kalbe gelene muttali (anlama) olmak, adetindeki gibi bunu hissetti. “Emir değildir.” buyurdu.

Minah-289:
Gavs (k.s.) Üveys-il Karani (r.a.)’yi Ziyaretlerinin biri sırasında bu yolda halifelik iddia eden bir kişi ile karşılaşıp, ona Üveys (r.a)’ın türbesine kadar refakat ve yüksek üzengisine mülazametle işaret etti. 0 halife müddeisi emre uymadı. Sonra o müddei kendi arkadaşlarından bazısına yemin ederek: “Ben şimdi uçtum, türbeyi ziyaret ettim ve döndüm. şeyh buna vakıf olmadı.” dedi.

Sanırım ki arkadaşlarına, uçarak sefere gücü yettiği için işarete uymadığını ima etti.
Bu davayı Gavs (k.s.) işitti. Bana (Halid-i Öleki (k.s.)): “Bazıları böyle diyormuş. Eğer bu doğru ise, şeytandandır. Yalan ise, o dava çadırdakilere (yörüklere) dervişlerin şeyhliği gibidir.” dedi.

Minah-290:
Gavs (k.s.) buyurdu: “Ben Muhiddinüs Sahra (k.s.)’nın yanında iken, Mahammed-ül Gavs Meşhedi (k.s.) adıyla meşhur olan türbeyi ziyaret ederdim.

Bir gün onu ziyaret ederken, bana orada bir hal varid oldu. Ben türbeden dönerken Muhiyyiddin-üs Sahra (k.s.) bana: “Nereye gitmiştin.” dedi. “Türbeye” dedim. Bana dedi ki: “Artık bu günden sonra benden menfaat göremezsin.”

Minah-291:
Gavs (k.s.) işin başında Halid-i Cizrevi (k.s.)’ye gidip geldiğini zikrederek dedi ki: “Ehl-i beytimizin geçmişini ve şimdiki durumunu tanıyan bir kişi bana:
-”Ne garip bir hadise alem menfaat görmek için evinize geliyor. Sen başka kapılara gidiyorsun, dedi. Adama:
-”Kişinin kabi boş ise eziyet görmesi gerekir.” dedim.

Minah-292:
Yüksek eşik ile fakirin (Halid-i Öleki (k.s.)) evi arasında ortalama bir günlük mesafe vardı. Ziyarete gittiğim seferlerin birinde yolda beş gün geçirdim. Gizli hazineye ulaşıp, yüksek meclise oturduğum zaman Gavs (k.s.) sitem ederek:
-”Evden çıkalı kaç gün oldu? Niye geciktin?” diye sordu. Ben:
“Beş gün oldu.” deyince benden yüz çevirdi.

Minah-293:
Sanırım Gavs (k.s.) müridin şeyhine ait olanların hepsini, başkalarına ait olanlara tercih etmesi gerektiğini işaret etti.
Minhanın içinde Gavs (k.s.)’ın gavslık makamında
bulunduğuna işaret vardır. Şöyleki, Şirvan ahalisinden bazıları bana (Halid-i Öleki (k.s.)) Hizan ağalarından bazılarının meralarının hududuna tecavüz etmelerinden korktuklarını şikayet ettiler.
Hemşehrim olan Şirvanlıları korumak için dedim ki: “Gavs (k.s.)’ın maiyetinde bulunanlardan başkasının tecavüzüne izin vermem. Yüksek meclis teşekkül ettiği zaman Gavs (k.s.) bana dönüp şu beyti okudu:
Nuşirevanı ayıplama zira
Yedi memleket yüzünün benidir.

Sonra Gavs (k.s.): “Kanaatince o zaman umumun kutbu Şiraz’da idi.” buyurdu.

Minah-294:
Ashabının biri anlatıyor: Gavs (k.s.) ile Üveys-el Karani’yi ziyaret ettik. İlk gün türbenin karşısında hatme-i hacegân yaptık. İkinci günü hatme zamanı gelince Gavs (k.s.): “0 yalnızlık evliyasıdır. Böyle şeylerden hoşlanmaz.” deyip hatmeyi men etti. Ve dedi ki:
-”Veysel Karani’yi ziyaret eden kimse yönelip yardım istemekle yetinsin.”

Minah-295:
Etbalardan birisi diyor: “Gavs (k.s.) ile bir türbeyi ziyaret ettim. Gavs (k.s.) türbede bir saat murakabede kaldıktan sonra, sofaya çıktığında, üzerinde sinir ve hiddet vardı. Sonra orada Cehri zikir yapan türbe bekçisine dönerek dedi ki: “Sen bilmiyormusun burada yatan Nakşibendidir. Cehri zikir yapılmasını kabul etmez.”

Minah-296:
Müridlerinden biri: “Büyük birisinin türbesi olarak bilinen bir yeri Gavs (k.s.) ile beraber ziyarete gittik. Gavs (k.s.) türbeyi ziyaret edip dışarı çıkınca bir sofi içeri girip murakabeye oturdu. Kalktığı zaman, kendisine gelen tatli bir haletten dolayı, merkad sahibini övdü. Bu övgü ile oranın türbe olduğunu söylemek istiyordu. Gavs (k.s.) buyurdu:
_”Burası türbe değil belki o evliyanın makamıdır. Mukaddes yerleri ziyaret eden evliyadan pek azı, oralarının makam mı yoksa türbe mi olduğunu ayırd edebilir.”

Minah-297:
Gavs (k.s.) buyurdu: “Ben gerçekte beş letaifin hepsinde de fena makamına ulaştım. Hepsinde fani olan evliya az bulunur.”

Minah-298:
Müridan cemaatından birisi anlatıyor: “Bitlis’e Gavs (k.s.) ile beraber gitmiştik, yoldan geçerken Hizan emirine rast geldik. Gavs (k.s.) biraz ayrıldığı zaman emir bir kese gümüş akçe getirdi.
Gavs (k.s)’a vermek istedi. Ama üstad kabul etmedi.
Ravi. diyor: “Biz bir arkadaşımla beraber o keseyi Gavs (k.s.) için harcarız diye gizli olarak aldık. Sonra biz evliyalar kalbe muttalidir düşüncesiyle, korku içinde yola devam ettik. Kafileye yetiştiğimiz zaman gördük ki, müridler, bir su başında oturup, Gavs (k.s.)’ın etrafında halka olmuşlardı. Bizi görür görmez, şiddetli bi şekilde sinirlenerek: “Siz emirin ihsanını mı kabul ediyorsunuz?” diye ağır sözler söyledi. Biz bu durumdan çok korktuk.
Arkadaşım yakın hizmitçilerinden birisiydi. Üstad bu yardımı tekrar geri çevirmemiz için bize israr etti. Diğer müridler hakkımızda ne kadar şefaatçi olduysa da fayda vermedi.

Müteakiben benim kalbimden şöyle geçti: Emir benim malımdan bu yardımın yüz katından fazlasını yedi. Öyleyse ben bunu şeyh için değil kendim için aldım.

Ravi diyor: Hiddeti geçip sükut ettikten sonra artık yardımı tekrar verin demedi.

Fakir (Halid-i Öleki (k.s.) diyor ki: “Ancak hiddetinin durması ve sükut etmesi, Allah (c.c.) bilir vakıayı zafer[44] meselesine hamletmesinden idi. Gavs (k.s.)’ın yüksek ahlaki seciyeleri öyle idi ki; münker görülen bir şeyi, doğru bir şekle hamletme imkanm bulunca böyle susarlardı.

Minah-299:
Müridandan biri anlattı. Gavs (k.s.) buyurdu: “Tarikata ilk girdiğimde, eve şüpheli yiyecek girdiğinde tanırdım. Sonra öyle oldum ki önüme konulunca tanır oldum. Daha sonra ağzıma aldığım zaman tanır oldum.
Ravi diyor ki: “Gavs (k.s.) bundan sonra artık önüne gelen yemeği çoğu sefer yakınlarından sorardı.”

Minah-300:
Gavs (k.s.) Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’dan şu hadiseyi nakletti:

Zahiri manası, misvak ile kılınan iki rekat namaz misvaksız kılınan yetmiş rekattan daha hayırlıdır.[45] Ancak okurken kefi üstün okuyarak, muhatabı kastedip siva kelimesini istisna için kabul ederdi. Sonra Gavs (k.s.) bu fakire (Halid-i Öleki (k.s.)) derdi ki: “Hadisin lafzı bu işarete ihtimal verir mi’?” Bilmediğimi söyleyince Gavs (k.s.): “Fakat şeyhimiz Seyyid Taha (k.s.) böyle okurdu.”

Ben (Halid-i Öleki (k.s.) diyorum ki; sorduğu zaman işaretin sebebini bilmiyordum. Sonra bazı vakitlerde kalbe geldi ki işaretteki hitab Allah (c.c.)’a dır. Ve gerçek vecihde budur. Gerçekte siva’nin (Allah (c.c.)’dan başka herşey) mütealası ile ki o (siva) namaz kılandır. 0 niyazda bulunan, münacaat eden ve kaçıp yakalanarak esir düşen kişinin durması gibi, emir sahibi yaradanın önünde durmuş. Bundan başka namaz kılanlara arız olan ve görüşlerin ihtilafı ile birbirinden ayrılan halleri mütela ediyor. Mütela edilen “siva” alemdir. Şöyle ki: Onlar Rab sahibi ibadet eden ve yardım dileyenlerdir. Onlardan o nimete erende gazaba müstehak olup o zillete düşende vardır. Daha başka, namazın söz ve öz ile işaret ettiği halleri düşünerek kılınan iki rekat namaz, Allah (c.c.)’a sivası düşünceyi gaib ettirecek sade huzur (huzur-u mahz) ile kılınan yetmiş rekattan daha hayırlıdır. Çünki birincide namazın hakikatini yerine getirmek vardır. İkincisi böyle değil. Gavs (k.s.)’ın vefatından sonra bu işareti müridandan birisi ile müzakere ettim. Yukarda kalbime gelene uygun olarak karar verdi.

Böyle karar vermesinide Gavs (k.s.)’dan rivayet ettiği: “Namazda tarikat ehli olarak huzur kolaydır. Ancak şer’an huzur duymak zordur.” sözüyle takviye etti. Onun muvafakatından dolayı Allah (c.c.)’a hamd ettim.

Yalnız kalbime gelen şekle ve takrire kalbim mutmain olmadı. Bir müddet sonra kalbe “İşaratteki hitab musalliyedir.” gelene kadar tereddütlüydüm.
Bunun açıklaması şudur: Namazda bulunulmadığı halde iki rekat kadar huzurda bulunmak, huzurda bulunulmadığı halde kılınan yetmiş rekat namazdan daha hayırlıdır. Kalbim bununla aydınlandı ve sükunet buldu.
Gerçi birinci şekil daha incedir. İnşe Allah’ul-Aziz lema’da ikinci şeklin tercih edilip, birinci şeklin lafız ve mana bakımından uzak olduğunu belirtiriz.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Seyyid Sıbgatullah Arvasi: Atiyyeler ( Minah )
MesajGönderilme zamanı: 22.12.10, 10:53 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 07.01.09, 17:30
Mesajlar: 99
Minah-301:
Bir seferinde yüksek eşikte dört ay kaldıktan sonra, eve dönmek için izin istedim.
Gavs (k.s.): “Yarın bir beldeye gideceğim, sabret beraber gidelim.” dedi.

Gavs (k.s.)’ın söylediği belde benim yolumun aynısıydı. Takriben bir mil uzakta idi.
Ertesi gün sabahtan yağmur başladı. Son kuşluk vaktine kadar devam etti.

Kalbime geldi: "Keşke yağmur dinse giderdik." Sonra bu havatır bana unutturuldu.
“Onlar unutsalar da Allah (c.c.) muhafaza eder” buyruğu gibi. Gavs (k.s.) az sonra tenezzülen aşağıya indi.

Ve bu fakirin hücresinde bir saate yakın oturup marifet ilmi üzerine sohbet ederken, bir ara konuştuğu sözlerle hiç alakası olmayan şu kelimeleri söyledi: “Şimdi benim altı yaşındaki küçük kızım diyor, keşke yağmur devam etse de babam gitmese.”
Ben (Halid-i Öleki) yüksek huzurlarından ayrılana kadar bu sözdeki işareti anlamadım. Sonra kalbime geldi. Gavs (k.s.) bu söz ile o kötü havatırdan dolayı beni uyarıyordu. Çünkü yağmurun durmasını temenni etmem dolaylı olarak da olsa sevgiliden ayrılığı istemek manasına geliyordu. Halbuki gerçek aşık olan rüyalarında bile sevgiliden ayrı kalmayı istemez. Bu duygu yüzünden beni: “Sendeki himmet sütten yeni kesilen bir kız çocuğu derecesine ulaşmamıştır.” diyerek azarlıyordu. Ve beni: “Sendeki himmet, sütten yeni kesilen bir kız çocuğu derecesine, ulaşmamıştır.” diye azarlıyordu.

Durumumu idrak edince, Allah (c.c.)’tan başka hiç kimsenin bilmediği bir şekilde mahcub oldum.

Gavs (k.s.) öyle bir halet-i ruhiyeye sahipti ki kalbine havatır gelenin mahcub olmasi söz konusu olduğunda, onu açıkladığı zaman, anlayışını kapatmak ve çıktıktan sonra anlamasını sağlamak şeklindeydi.
Eğer mahcub olmayacaksa daha mecliste iken bildirirdi.

Ona kalblere tasarruf gücü veren, en hikmetli bir yol ve en çok rağbet gören bir şekilde kalblere terbiyeci kılan Allah (c.c.) Hz. ne yücedir.

Yemin ederim ki Gavs (k.s.) mukkallib idi. Yani kalblerdeki kötü fiilleri iyiye değiştirme vasfina haiz idi.

İnsan ile kalbinin arasına girebilen saf bir cila (bu sıfatın parlak bir şekilde tezahür ettiği)[46] idi.

Hülasa-i kelam; Gavs (k.s.) kamil ve parlak bir ayna idi. Şüuna talen (en yüksek makama) kadar yükselten bir merdiven idi. Böyle kelimeleri leina’ya tehir etmeli idi. Ama şevkim galip geldiği için burada zikr ettim.

Minah-302:
Gavs (k.s.) bir gün şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nın halifelerinden olan, Mevlana Hacı Hakkari (k.s)i methederek: “Yola çıktığı zaman, atını beraberinde götürür, hiç binmezdi.” buyurdu.
Sonra onun binmemesine delil gösterir gibi: “0 gerçekten abdaldı.” (Yedilerdendi) dedi.
Ben; (Halid-i Öleki) onun çocuğunun olduğunu, bazı kitaplarda abdalların çocuğu olmadığını gördüğümü söyledim.
Gavs (k.s.): "0 söz asılsızdır." buyurdu.

Minah-303:
Gavs (k.s.) Şeyhi Seyyid Taha (k.s.)’nın halifelerinden Mevlana Süleyman Beradesti (k.s.)’yi çok fazla överdi. Ve derdi ki: “Ondan tarikatın yayılmaması, halkın menfaat görmemesi, devamlı vahdet-i vücud makamında terakki ettiği içinmidir? Yoksa memleketi şeyhin memleketine yakın olduğundanmıdır, bilemiyorum?”

Minah-304:
Gavs (k.s.) buyurdu ki Şeyhim Seyyid Taha (k.s.)’dan soruldu. Nehir köyünde mürid olarak kim vardır? Cevaben:
“Kambur Molla Muhammed adıyla anılan kişidir.”
Seyyid Taha (k.s.)’nın bu sözüne karşılık: “0 zatın huyu çok serttir.” dediler.
Seyyid Taha (k.s.) dedi: “Olsun” ve Mevlana Ahmed-i Cizrevi’ye ait olan şu beyti okudu:

Çeşit çeşit tarikat ehli
Seyirleriyle makamat gibidirler.
Bazen celal, bazen cemal
Başları (mey) kâsesinin içindeydi.

Minah-305:
Sofilerden birisi nakletti. Gavs (k.s.) buyurdu: “Nafile amelleri bir şeyhden izin almadan kimse yapmasın. Eğer şeyh bulamazsa yapsın ve istifade etsin.”

Minah-306:
Gavs (k.s.) buyurdu: “Şeyhimizin hülefasından birisi, şeyhimize dedi:"Keşke şeyh hacca gitseydi." Şeyhimizin vücut kuvveti olmadığından yerine hac yapması için bir halifesini vekil tayin etmişti. Fakat diğer halifeler o halifenin sözünü hoş görmeyip, makbul telakki etmediler.

Minah-307:
Sanırım Gavs (k.s.) işaret etti: Akıllı kişi ona açılan hallerde, makamlarda firsatı ganimet bilip, onun gereğini yerine getirmekte acele etmelidir.Hususen yeni bir bilgi olursa, yazıya geçmeğe değer ise, faidesi umumi olursa, gizlenmesi gereken hususlardan olmazsa, ondan gelen yararın tamamlanması için, onu tesbit etmekte acele davranmak lazımdır ki elden çıkmasın. Kaydında gevşeklik gösterilmesin ki kaybolmasın.

Çok zaman olur ki, onun gelmesi, o vaktin hususiyetlerinden, o mekanın kokularından veya sohbet ettiği kişinin aksettirdiğinden vb.dır. O kişi ondan ayrılınca o hal bir daha ele geçmeyebilir. Onu tekrar hatırlarım diye aldanmasın veyahut dileyince kalbime gelir diye nefsine güvenmesin. Bu yazılanların sebebi budur.

Hamd ve şükür Allah (c.c.)’a, salat ile selam Peygamberimiz Muhammed Mustafa (a.s.)’ya, aline, ashabına olsun.

[42] Evliyaullahın ölümle nisbetinin kesilmemesine işarettir.
[43] Gavs (k.s.)'ın muradı; yerden arşa kadar mülk ve melekut aleminde habersiz olan ancak Cenab-ı Hakk'ın muhabbeti ile yanan kişinin lailaheillallah kelime-i tayyibesini söylediğinde günahının zail olacağını, yoksa dili ile kelime-i tayyibeyi söylerken kalbinden binbir türlü havatır bulunan kişinin günahının afv olunmayacağını belirtmektir.
[44] Zafer; Safii mezhebinde, malının ister cinsi, ister başka cins mal olsun, malının miktarınca yani değerince eline ne geçerse almanın caiz olmasıdır. Hanefi mezhebinde ancak malının cinsinden alması caiz denmesi asıl mezheb isede bugünkü fetva Şafii gibidir. İbn-ül Abidin Kitab-üs Sirkat 3/200 Beyrut baskısı.
[45] Feyz-ül Kadir 4/36-4446
[46] Enfal suresi, 24. ayet

http://daruledep.blogspot.com/2010/02/m ... ni-ks.html


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 7 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 4 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye