Alıntı:
19. mes'ele: bediüzzaman (rh.a) bir yerde şöyle buyurmuş: "..acaba talebelerin “nasara, nasara, nasaru, nasarat” gibi sarf ve nahvin küçük meseleleri tekkelerdeki virdlere racih gelirse, Risale-i Nur’un “Amentü billahi ve melâiketihi ve kütübihi ve rusülihi ve bi’l-yevmi’lâhiri” deki hakaik-i kutsiyey-i imaniyeyi en kat’î ve vâzıh bir surette ders verip, en muannid zındıkları ve en mütemerrid feylosofları susturup ders verirken, onu bırakıp, yahut sekteye uğratıp, veyahut kanaat etmeyip, tarikat hevesiyle Risale-i Nur’dan izin almayarak kapanmış hangâhlara girmek, ne derece yanlış olduğunu ve bizim bu şefkat tokadına ne derece istihkak kesb ettiğimizi gösteriyor..” (Lem’alar, 639-640)..
ne acaip bir anlayışsızlık.. ve ne garip bir kıskançlık!.. anlaşılan o ki bu ibare medreseden tekkeye adam kaptırma tehlikesine (!).. binaen kaleme alınmış.. (yani) medreseden tekkeye varmak adeta yüz kızartıcı bir suç olarak telakki ediliyor.. bu
"ayak kayması" nın cezası da bir şefkat tokadına (celal yüzlü cemal muamelesine) istihkaktır diye noktalanmış.. fesubhanallah!..
halbuki medreseden tekkeye giden âdem cehalete yelken açmıyor: bilakis
el-İlim deryasında
"yüzme öğrenmeye" gidiyor.. zaten tekkelerin işleri medreselerin ilimlerinden ayrı değil ki.. bu rahatsızlık (şikayet) niye!.. tekkeler kendi başına müstakil bir kurum değildir: bağlı bulunduğu medrese ilimlerinin (tefsir hadis fıkıh..)
"zevk" (u idrak) edildiği mahallerdir.. Aziz Hüdai hz.nin (ks.) ne zoru vardı da kendisi bir Müderris (prof.) ve devletin resmi Kadılık mertebesinde iken Üftade (ks.) dergahına başkesti?.. (bunun gibi sayısız misaller var)..
tekke ile medrese aynı Ana dalın (şeriatın) branşlarıdır.. biri zahirini diğeri hakikatini derpîş eder.. mesela bugün Mevlana Mahmud efendi hz.ne (ks.) giden şu nasihatı almaktadır:
" oğlum hem ilim (ulum-i Şer'iyye) oku.. hem Tarikat-i aliyye vazifelerini yap.." konu bu kadar açık ve basit.. ama molla said efendi (rh.a) öyle anlaşılıyor ki tarikat ve tekkeyi bir nevi
ruhbaniyet gibi görüyor.. tarikat ve tekkenin zamana ve cemiyete uymadığını iddia etmesi bize bunu tefhim ettirmektedir..
arkadaş biz deriz ki: Risale kanaat edilecek
"İş" değildir.. zira teşnegâna hiç bir şey vaad etmiyor.. âb-ı hayat tarikat ve tekkelerdedir.. o sebeble büyük müfessir ve mutasavvıf ismail Hakkı bursevi hz. (ks.)
"Hangah Deryadır.." buyurmuş.. imdi, deryanın resmini çizip mahiyetini okumakla o deryaya dalmak, içinde yüzüp kulaç atmak bir değildir..
hz.Şems-i Tebrizi (ks.) konya'ya teşrif ettiği zamana değin Müderris Celaleddin efendi (Mevlana) adam boyu bir çerağın altında sabahın ilk ışıklarına kadar kitab ve risale okurdu.. ama hazret o devre için
"hamdım" diyor..dikkat!.. sonra noldu?.. hz.Şems-i ma'şuk geldi bütün kitapları risaleleri suya fırlattı.. ve ilk dönem Molla Celaleddin hz. ile 6 ay boyunca halvet buyurdular.. ve daha o ilk dönemin ardından Mevlana-i rumi hz. (ks.)
"yandım.. kül oldum.." demeye başladı.. tarikat ve tekkenin ihtilal açan tealluku ile bir zaman sonra fetih ve tahakkuk hasıl olunca
"maksad-ı aksa" ne idiğin ortaya çıkıvermişti.. ve artık o zata
"Mevlana Hudavendigar" diyeceklerdi..
arkadaş!. tekke ile medresenin mahreç mahalli birdir eğer tekkeyi medreseye idgam etmezseniz (hele tekkeyi tepmeye çalışırsanız) lahn-ı celi (ağır ve açık hata) işlersiniz.. ki bu revişle ilmel-yakin bile hayal olur nerde kaldı ki aynel-yakin "gerçek" olsun...
imam-ı Gazzali hz.nin (ks.) terceme-i hali tekke ile medresenin beraberliğine bir delil-i katiadır.. hazret Şam'da minare-i Beyza'da tam 11 yıl halvet buyurdu.. bu zaman zarfı içinde bir yandan Tarikat üzre ibadet ve mücahede eyledi diğer yandan ilim ve telif-i kütüb ile meşgul oldu.. buna rağmen:
"makamı tevhid-i Ef'alde idi.." dediler.. şu kamette bir zat bile Tarikat neme lazım?.. dememiştir iyi anla..
Allame Mevlana Molla Fenari hz. (Ra.) bile şeyh Hamiduddin-i Aksarayi hz.ne (ks.) [Somuncu Baba'ya] bir talebe olmaya can atmış da bu risalecilere ne oluyor ki kendilerini ehl-i Kemal'den müstağni addediyorlar.. biz aslında 'Asıl Kabahat'in mebdeine (üstada) işaret ederken bugünküleri
"Emîr'sizlikten" sakındırıyoruz.. (yani üstad etmiş siz etmeyin diyoruz..) zira işin mebdei (olan zat) haline mağlub olduğu yüzden ma'zurdur ama bugünküler mazur değil mes'uldür..
madem ki üstad said efendi bir Şeyh (Mürşid) değil ve risale-i nur da bir Tarikat (Yol) olma hassesine malik bulunmuyor.. o vakit kişi hiç kimsenin iznini (emrini istişaresini) almaya gerek görmeden (helallik diler eyvallah deyip çeker gider ve ) pekala bir Mürşid-i kamile intisab edebilir.. insan Mürşid-i kamil dururken onu bırakıp nakıs bir şeyhe varırsa cürm olur.. veya bir mürşidden diğerine geçecekse izin alır.. (emir ve istihareye tabi' olur)..
"ey ahali hangahlar zaten kapandı nereye gidiyorsunuz?.." siz güneş dururken "niye bu yerlere (lambalara) heves ediyorsunuz?.." diye sitem eden şikayetlenen rahatsız olan bu zatı Allahu Teala (iyi taraflarına hürmeten) ma'zur ve mağfur eylesin..amin...