Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: "Eliph Shafak’a acıyorum..."
MesajGönderilme zamanı: 23.10.09, 08:54 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.02.09, 15:55
Mesajlar: 29
PİYASAYI DÜŞÜNEN SANAT YA DA SANATI DÜŞÜNEN PİYASA

OSMAN ÇAKMAKÇI

osmancak@gmail.com

20 Ekim 2009
1. Mesele dergisinin bu ayki sayısındaŞükrü Argın’ın Elif Shafak üzerine yazdığı müthiş bir yazı var. Herkes mutlaka okumalı bu yazıyı, zira Argın müthiş çözümlemelerle, sağlam referanslar vererek Elif Shafak’ın son romanı çok-satar “Aşk”ın ipliğini pazara çıkarıyor. Birçoğumuzun söylemek istediklerini hiç çekinmeden, belli ki öfkelenmiş de olmasının verdiği coşkuyla birbiri ardına sıralıyor. Elif Shafak’ın romanının ta en başından belli bir kitleyi hedefleyerek piyasanın (okurların) beklentileri doğrultusunda yazıldığını, bunu yaparken de yaşadığımız kasvetli çağın sıkıştırdığı ve “sahte” ihtiyaçlarla donattığı okurları piyasa yazarlığının trükleriyle aldattığını belirliyor. Edebi bir roman olmaktan ziyade “pop roman” olduğunu çok güzel ortaya koyduğu kitabın tarihin önemli şahsiyetlerini ve tasavvuf gibi önemli bir düşünceyi manipüle ettiğini açıklıyor. Diyor ki: “Edebiyat, endüstriyle olsa olsa çekinceli bir ilişki içindedir ve de kendisini ‘salt eğlence’den daha fazla bir şey olarak görme eğilimindedir. Oysa ‘pop roman’ın bu türden rezervasyonları yoktur pek.

POP ROMANI ANLAMAK

Bir kere ‘pop roman’, kendini kelimenin tam anlamıyla ‘kültür endüstrisi’nin faaliyet alanı içinde konumlandırmıştır.” Hakikat’le bir ilişki kurması, onunla hesaplaşması beklenen edebiyat anlayışının nasıl bir kenara atıldığını, onu yerine nasıl hakikat ilişkisinin kurmaca anlaşmasıyla gönre (tür) yazarlığının uydurmalarına indirgendiğini açıkça ve net biçimde ortaya koyuyor.

Argın’ın belirttiğine göre Ken Gelder, “Pop -roman ya da yazarın kendi terimleriyle ‘popüler kurgu’yu, onun ‘karşıt’ı olarak gördüğü ‘Edebiyat’tan ayrıt etmek için birbiriyle yakından ilişkili üç terimin kilit öneme sahip olduğunu” söyler: endüstri (industry), eğlence/gösteri (entertainment) ve tür (genre). Elif Shafak’ın pop-romanı da bu üçlü çerçeveyi sonuna kadar kullanarak okurların manevi dünyalarını türlü manipülasyonlara kullanıyor, sömürüyor. Tekrar ediyorum: Bu yazıyı herkes mutlaka okumalı. Özellikle de Shafak’ın “Aramızda mahrem bir ilişki var” dediği okurları okumalı. Bakalım aldatılmışlık ve kullanılmışlık duygularına kapılacaklar mı?

2. Dünyanın globalleşmesi ve bunun yanında yaşadığımız durumun postmodern bir durum denilerek ideolojik olarak haklı çıkarılması çabalarından sanat da nasibini aldı. Yok efendim, sanat bütün diğer nesneler gibi bulunduğu yüksek yerden alaşağı edilerek diğer nesnelerle, varlıklarla, uğraşlarla aynı düzeye getirilmeliymiş. Bunun sonucunda ‘sanat eseri’ demek bile faşizan ve sanatı yücelten bir şeymiş, onun yerine ‘iş’ denmeliymiş. Böylece sanatın emekle bağlantısı da vurgulanıyormuş.
Halbuki unutulan şu: her varlık kendine içkin, kendi doğasından kaynaklanan belli bazı niteliklere sahiptir. Bu nitelikler ona içkindir. (Gerçi içkin gibi laflar da aşağılanarak zalim modernizmle eşleştiriliyor. Modernizm özne merkezli, ütopyaları hedefleyen, dünyayı değiştirmeye yeltenen faşizan bir düşünce olarak suçlandı postmodernistler tarafından. Sanat, global kapitalizmin düşüncesi olan postmodernizm tarafından ehlileştirilmek, salt bir eğlence aracına ve bir tür oyuna dönüştürülmek isteniyor. Birçok kişi bu oyuna geldi. Ama gerçek sanatçılar asla bu tuzağa düşmeyeceklerdir.

3. Bütün bunları neden söyledim? Şunun için: Sanat herhangi bir etkinliğe indirgenerek, onun tarih boyunca üstlenmiş olduğu toplumu eleştirme yetisi elinden alınmaya çalışılıyor. Örneğin, Elif Shafak’a dönersek, Shafak bir yazıcıdır (writer), ama asla bir yazar (author) değildir. O belli bir konuyu yazdığı türün kuralları çerçevesinde kurgulayarak insanların eğlenmesine aracı olacak metinler (kitaplar diyemiyorum) yazıyor. Piyasayla uyum içinde. Hoşnutsuzluk duymuyor.

4. Yazarlığı yazıcılığa indirgemeye çalışanlardan iğreniyorum. Yazarlığı sahip olduğu kutsallık halesinden sıyırarak onu salt kapitalist bir üretim biçimine dönüştürmeye yeltenenlerden iğreniyorum. Yeni kapitalizmin ruhunun somutlandığı yerlerden biri olan bienallerden ve orada sergilenen işlerden iğreniyorum. Sanatın müdahale etme yetisini elinden almaya çalışanlardan iğreniyorum. Piyasayı ve okurları gözeterek piyasaya ve okurlara yaltaklanan yazarlardan iğreniyorum.

Elif Shafak’a acıyorum.


En son munazara tarafından 24.03.10, 22:55 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Elif Shafak’a acıyorum..."
MesajGönderilme zamanı: 24.03.10, 22:54 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.02.09, 15:55
Mesajlar: 29
Elif Şafak'ı bitiren yazı

Elif Şafak'ın kitaplarına para vermedim. O kitabı almak için verilen paralara da yüreğim yanar. Diğer kitaplarını şimdilik bir tarafa bırakarak bu meşhur daha doğrusu meşhur edilen (!)kitabın da ki sosyo-psikolojik zehiri paylaşmak istiyorum.

http://www.habervaktim.com/haber/97336/ ... _yazi.html

***

Satırlara başlarken öncelikle Elif Şafak'ın aşk romanından aldığım hicapsız cümleler için şimdiden özür dilerim. Lakin bizi buna mecbur değil mahkûm ettiler. Biz sözü söyleyelim. İncinen dostlarımız dahi olsa. Ola ki ya bizler dostları uyandırırız. Ya dostlar bizleri.

“AŞK ile aldatmak ve Elif Şafak”

Elif Şafak'ın Aşk isimli romanını okurken Yavuz Bülent BAKİLER' in “Kılık Kıyafetin sarmadı beni” dizelerini düşündüm. “Bizden renk bizden ses olmadığını” vurguluyordu şiir. Güzel Türkçemizde kılık, kılk, kılınç'ın anlamı ahlak, huy, tavır, iş, amel olarak ifade ediliyordu. Divanü Lügati't Türk, Kutadgu Bilig, yazılı ve şifahi kültür eserlerimiz Milletimize bu ifadeyi asırlarca hatırlattı. Halkımız “kılık kıyafetine yani ahlakına ve şemaline dikkat etmeyi” öğütledi evlatlarına.

Fakat “Elif Şafak”ın 100.000 pembe, 200.000 gri ve daha kaç siyah baskısının yapılacağını bilemediğimiz “AŞK” isimli romanında bu değerlerin hiç önemi yoktu. Elif Şafak'ın kitaplarına para vermedim. Velev ki bir arkadaşım veya yakınım yanlışlıkla aldıysa onlardan ödünç alır okur geri veririm. O kitabı almak için verilen paralara da yüreğim yanar. Diğer kitaplarını şimdilik bir tarafa bırakarak bu meşhur daha doğrusu meşhur edilen (!)kitabın da ki sosyo-psikolojik zehiri paylaşmak istiyorum.

“Şafak” kitabında hastanın tedavi edildiği ameliyatının yapıldığı ve son anda hastaneden taburcu edilirken hastaya virüslü bir enjektörü batıran gizli bir eldir. Diyeceksiniz ki bu hükme nasıl varıyorsun?

Eğer roman dikkatli ve hitamına kadar okunursa maksadın Tasavvuf aşkını insana tanıtmak, ilgi uyandırmak ve sevdirmek olmadığını anlayabilirsiniz. Tabii ki Tasavvuf hareketi İslam düşüncesinde mümtaz bir yere sahiptir. Milyonlarca insan O yolun açtığı gönül gözleri ile İslam'la müşerref olmuşlardır.

“Şafak” ise ne anlatır aşk romanında? İnternetten kopyala yapıştır yöntemi ile bunun gibi nice kitaplar yazılabilirdi.

Kitap günümüzde ve 1200lü yıllarda geçen iki olay üzerine kurgulanmış.

1200lü yıllardaki olayı “aziz” ismindeki günümüz tasavvuf araştırmacısı diyebileceğimiz bir gezgin tarafından yazılır. Olay Mevlana ve Şems'in arasındaki İlahi Aşk'ı, dostluğu anlatır. Bunlar konunun ilgilileri tarafından da bilinir.

Günümüz de geçen bölümü ise “ella” isimli Amerikalı evli bir bayanın ailesi ile olan ilişkisi ve “aziz” isimli yazara karşı hissettiği duygular ve aşktır.

Romanda “aziz” geçmişine tövbe etmiş “Mevlana ve Şems”i araştırmış yazıya geçirmiş örnek bir model olarak gösterilir. Fakat “şafak” bu örnek şahsiyete Boston'da “ella” ile bir otel odasında buluştuğunda nasıl bir rol verir. ella'da ki karmaşık duygular ve bunalımlar ailesine ihanet etmek isteyen bir insanı yansıtır.

Özellikle sayfa 369 da “aziz”'in şu tavırları onlarca anlatılan tasavvuf örneklerini kurallarını ise yer ile yeksan etmektedir.

(...)

Şimdi okuyucuya soruyorum? Bu kitap da ne anlatıldığı iddia ediliyor. Tasavvuf hayatının iki zirvesi Mevlana ve Şems'i bize dolaylı olarak tanıtan “ aziz” isimli günümüz aşk ve irfan ehli insanların olabileceği. Peki bu insanın ella ile arasında geçen sahneyi “şafak”ın kurgusu olduğunu düşünürsek okuyucuda oluşan olumlu düşünce şöyle bir sonuca bağlanmaz mı?

(...)

Demek “şafak”ın anladığı ve bu topluma öğretmek istediği tasavvuf bu imiş. Bunun reklamını yapan takva iddiasında olup istikametlerinin ne olduğu bilinmeyen gazetelere ve yazarlara ise ne söyleyebilirim? Onlar yüce Allah'ın ve Güzeller Güzeli Resulu'nun Cemaline Şems'i Tebrizi'nin Mevlana'nın cemaline nasıl bakacaklar.?

“Allah indinde Din İslam'dır” ayetine karşı romanın bitiş sayfasındaki “hilal ay, altı köşeli yıldız, haç, yin yang vd.” maksad-ı şafak'ı ne güzel anlatıyor. Vahdet-i Vucut ne elif şafakların enjekte etmeye çalıştığı gibidir ne de simgeleri bir araya getirerek zihinleri bulandırmak istendiği gibidir. Mevlana “Muhammed Mustafa'nın ayağını tozuyum” "Kur'an'ın bendesiyim" derken her halde “dinler arası diyalogcuların” söylediğini söylemiyordu.

Mevlana ne demişti:

“Bu canım var oldukça ben Kur'an'a tutsağım
Muhammed Mustafa'nın yolundaki toprağım
Benden başkaca bir söz nakledenler olursa
Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım”

Şemsi Tanımak isteyen ise O'nun Makalat'ını (Konuşmalar)okur ve İslam'ın Güneş'ini orada görür.
Yoksa kitapda anlatıldığı gibi Şems ne fal bakar ne de evlilik gecesi kitapda kendisine atfedilen sözleri söyler.

(...)

Şems-i Tebrizi Makalat isimli eserinde “Benim hiç kimseden dünya ile ilgili bir isteğim yoktur. Bende Hazreti Peygamberin armağan kabul etmesi adetine uygun davranışta bulunmak arzusu vardır.” (Şems-i Tebrizi Konuşmalar.Hürriyet yayınları cilt.1.1974.sf.194) demektedir.

Bilgisayarın tuşlarına parmaklarımı vururken Aziz Türk Milleti üzerine daha ne kadar oyunlar oynanacak ve milletimize bunu fark ettirmemek için gözler nasıl boyanacak diye düşünüyorum. Boyamak için Aşk'ın tertemiz rengini bile kirletmekten utanmayacaklar.

Türk ve Dünya edebiyatından muhteşem kalemleri tanıtmaya hiç kimse bu kadar hevesli olmamıştı.

Üç-dört yıl evvel “ Ferrarisini Satan Bilge” “Ferrarisini geri alan Bilge” kitapları ile halkımız altı ayda ruhi olgunluk maceraları ile aldatılıyordu. Önceleri Kitaplar yok sattı. Sonra gazeteler hediye etmeye başladılar. Halbuki Yunus Emre'nin sembolikde olsa “kırk yıl” odun taşıması “hakikat cevherinin” Tabduk gibi Tabduk'suz, Yunus gibi Yunus'suz bulunamayacağını tembihliyordu.

Şimdi ise elif şafak ve eselerini sunmak için bir birleri ile yarışanları kendi söyleşileri ile baş başa bırakıyorum. Belki de bunları bir çoğumuz okumuş da olabiliriz. Gazeteler internet siteleri birbiri ile yarış ederek kitabı tanıtıyorlar tavsiye ediyorlar. Bulunduğum ildeki kitapçılar kitabı yok satıyor. Dini hassasiyetleri olan kitabevi mensuplarına bile yukarda bahsi geçen sayfaları okutunca sonuç değişmiyor. Sadece istek fazla PARA KAZANIYORUZ diyerek geçiştiriyorlar. Peki sahteler hakikilerden daha fazla talep ediliyorsa hakikiler niçin ön plana çıkarılmıyor diye sorunca yine sukut un tokatı geliyordu. Saf Gönüllü Temiz Yürekli Türk Milletinin güvendiği gazeteler“elif şafak”'a ve benzerlerine sutunlarını açıyorlar. Milli Haysiyetimiz, Milli Şuurumuz ruhumuzun derinliklerinden sökülüp atılmaya çalışırken sessizliklerini koruyorlar.

Yıllarca ve halen Aziz Türk Milletinin dini hassasiyetlerine hitap eden Zaman gazetesinden iki örnek vermek istiyorum.

“Roman içinde roman, aşk içinde aşk”

Ali Pektaş 04 Mart 2009,

“Yazar Elif Şafak da yarın okurlarla buluşacak son romanı 'Aşk'ta, kalemini bu kavramın farklı katmanlarında gezdiriyor. Aşk, bir roman gibi görünse de aslında roman içinde bir başka romanı da sunuyor okuyucusuna. Şafak, günümüzle geçmiş arasında bir köprü kurarak, bugünün insanının sorunlarını ve sorularını roman kahramanlarının hayatlarıyla ve Şems'in '40 Altın Kuralı'yla cevaplıyor:

Bu romanda okura yüreğimi açtım. Tasavvuf benim sırrımdı, o sırrı aşikar ettim. Şems ve Mevlana hakkında bir kitap yazayım arzusuyla kaleme almadım bu kitabı. Ben "aşk"ı anlatmak istedim. Buydu çıkış noktam. Hem dünyevî hem manevî boyutlarıyla aşkı yazdım. Zıt gibi görünen karakterleri yan yana getirerek evrensel bir öz yakalamayı arzuladım. 2008 senesinde Boston'da yaşayan üç çocuk annesi mutsuz bir Yahudi Amerikalı kadın için Mevlana ne ifade ediyor, bu sorunun cevabını kovaladım.”

***

İkinci söyleşi:

“Elif Şafak: Aşk, bu dünyayı aşan bir duygudur”
Sevinç Özarslan 07 Mart 2009,

“İnternette herkes Aşk romanınızın çıktığını birbirine haber veriyor. Beklenen şarkı gibi, beklenen bir roman mıydı?

İlla bir aşk romanı değil ama muhakkak bir roman beklentileri vardı. Çok e-mail alıyordum. Yolda görünce çevirip soruyorlardı. Çünkü Siyah Süt, tam bir roman değildi. Otobiyografik eserdi. Bence Türkiye'de çok iyi bir roman okuru var. Bunların büyük bir bölümü de kadın. Aralarında aşk üzerine yazmamı isteyenler oluyordu. Ama aşkı sadece kadın-erkek ilişkisi olarak düşünmeyin. İlahi aşkın da içinde olduğu bir roman beklentisi vardı.

Ella gibi kadınlar çok fazla Avrupa'da ve Amerika'da değil mi?

Evet, Ella gibi kadınlar çok fazla. Türkiye'de de çok fazla. Isparta'da ya da Rize'de yaşayan bir ev kadınına Ella gibi karakter ne ifade ediyor? Ella ilk bakışta Amerika'da Boston'da yaşayan Yahudi bir kadın. Zengin bir hayatı var. Ama bir sıkışmışlık, eksiklik hissi içinde. Bu hissi belki Burdur'daki, İstanbul'daki, İzmir'deki kadın da biliyor. Zahirideki ayrımları kaldırdığınızda altta kalan hikayeler benzer ve evrensel. Birbirimizle bu noktalarda empati kurabiliriz. Mutsuz bir evliliğin içine hapsolmuş ama oradan çıkmak için veya kendini dönüştürmek için çaba göstermeyen, hayatı akışına bırakan çok insan var.

Cesaretleri yok belki de, Ella cesaretli bir kadın.

Evet cesaretli bir kadın ama savaşçı bir kadın değil. Hatta bütün hayatı boyunca mütevazı ve munis bir yaşam sürmüş, sessiz biri. Öyle bir kadının dönüşümü beni çok heyecanlandırıyor. Bir de bütün hayatını planlar, programlar yaparak geçiren bir kadın. Böyle birçok insan tanıdım. Çantalarına ajandalar, özel notlar koyan, üç ay sonrasını inceden inceye planlamış. Böyle bir kadının "yarın" saplantısından vazgeçmesi ve şimdi, şu an aşkı yaşamayı tercih etmesi oldukça radikal bir dönüşüm. Bu kitabın en önemli bölümüydü benim için. Çünkü Aziz ona yarın vaad eden bir adam değil. Aslında kimse kimseye yarını vaad edemez bu dünyada. Ama öyle zannediyoruz ve öyle yaşıyoruz.”

***

“şafak”, “ella” gibi anneler Türkiye'de de çok diyor. Söyleşiyi'yi yapan gazeteci hayır yok diyemiyor. Nedir “iffet” nedir “haya” ? Vatan gibi bayrak gibi hürriyet gibi Mukaddesler mukaddesidir bunlar. Bu Kavramları, bu değerleri Türk Milletinin bildiği gibi ne eski Yunan'ın filozofları ne Yeni Batı'nın sosyologları bilebilir. Şafak'ın annelerimize sunduğu “aziz” modellerine Isparta'da, Rize'de, Burdur'da, İstanbul'da, İzmir'deki annelerimiz itibar etmez. Sarı Denizden Ak Denize kadar hiçbir Türk Anası itibar etmez. Haremine el değdirmez. Evladını ak sütü ile emzirdiği memesine değil el değdirmek “aziz” modelini kilimine, halısına bastırmaz.

Şafak'tan önce toplum olarak öncelikle tasavvuf klasiklerini okumalıyız. Muhyiddin ibn Arabi “İlahi Aşk” isimli klasiğinde “kadın” mürşidlerinden bahsederken nasıl bir edep sergiliyordu. Aşk şerefli bir makamdır varoluşun aslıdır derken tepeden tırnağa zahirden batına evvelden ahire aşk'la doluyordu. Mevlanaları, Şemsleri Yunusları, Niyazi Mısri'leri Rabiaları ve daha nice Allah dostunu destanlaştırmış romanlaştırmış nice yazarlar yazarlarımız mevcut.

“Samiha Ayverdi” “Nezihe Araz” “Emine Işınsu” ve “Annemarie Schimmel” gibi kaleminin ve birikiminin hakkını veren fikir ve edebiyat insanları bunlardan birkaç bayan kalemlerimiz. Bu gönül insanları Tasavvufi şahsiyetleri kaleme aldılar. Hiç birini “şafak”kadar gazeteler, yazarlar tavsiye etmedi, takdir etmedi. Kiminin intisaplı olduğu tasavvuf yolunu eleştirdiler kiminin katılmadıkları veya eleştirdikleri satırlarına takıldılar kaldılar. Samiha Ayverdi'nin eserlerinden bazıları yetmişli yıllarda Kültür Bakanlığınca basıldığında “Akşemseddin'den” “Mevlana” dan hiçbir şey anlamadıklarını sözleri ile isbat eden sözde aydınlar politikacılar çıkmıştı. Samiha hanım Allah Aşığı, Türk aşığı, Türkçe aşığı idi.Tabii Samiha Hanımın “Türkiye'nin Ermeni Meselesi” ve “Misyonerlik karşısında Türkiye” isimli dev gibi eserleri de vardı.

Elif Şafak'ın ise “Baba ve P…” isimli romanı vardı. Türk milletine hakaret dolu satırlarını bir gecede sabaha kadar okurken yüreğim ve ciğerlerim yırtılacak sanmıştım. şafak'ın “Baba ve P…”romanındaki ithamların bu kadarını dürüst hak sahibi ermeni bir insan yapmazdı. Okuyan düşünen bir ermeni, komitacıların hayalleri ve haçlıların aldatması ile Türk Milleti'ne en zor günlerinde neler çektirildiğini bilirdi. Şafak, Türk Milletinin vicdanında halen beraat etmedi, edemiyecek.

Tekrar konumuza dönersek yakınlarda Hakk'a yürüyen Nezihe Araz'ın “Dertli Dolap” eserini gençlik yıllarımda kaç arkadaşıma tavsiye ettiğimi unuttum. “Aşk Peygamberi Mevlana'nın hayatı” isimli eseri de Türk klasiği olmayı hak etmişti. Nezihe Araz'ın parapsikolojik, spirtualist eserleri tartışmaya açıksa da tasavvufi eserleri takdire şayandır.

Allah uzun ömürler versin Emine Işınsu'nun Tasavvufi romanlarını kaç insan okudu. Kaç insana hediye ettik, tavsiye ettik. Annemarie Schimmel, Mevlana ve Muhammed ikbal uzmanı idi. İkbal ile ilgili eserleri ve Mevlana'nın hayatını anlatan “Ben Rüzgarım Sen Ateş” eseri Türk okurunun dikkatinden uzak kaldı. O'nun daha ziyade sayıların gizemi ve benzeri popüler olabilecek eserleri tanındı, tanıtıldı.

(...)

Dr. Hayati Bice'nin “Global Planlarda Tasavvuf” (http://www.haber10.com/makale/16375) isimli makalesini okuyunca ifadelerimin stratejik açılımını da bulacağınızı düşünüyorum.

Çoğu kez olduğu gibi sahteler meydanları doldurmuş durumda. Onların isminin elif olması şafak olması bizleri aldatmasın. Unutmayalım Kainatlarda, Alemlerde ve insanda daima hakikatle sahtelerin mücadelesi vardır.

Özü (müsemması) Elif olanları şafak olanları bulmamız duasıyla.

Tanrı Türk Milletinin Yar ve Yardımcısı olsun. O'nu Hz.Muhammed Mustafa yüzü suyu hürmetine, Peygamberler hürmetine, Ashab-ı Güzin hürmetine, Ehl-i Beyt hürmetine ,alimler hürmetine, şehidler hürmetine, masumlar hürmetine, veliler hürmetine Kainatlara hediye olacak kıvama kavuştursun. Sözlerimi medeniyetimizin geleneği olan şu cümle ile bitirmek istiyorum: “Her şeyin doğrusunu Hz. Allah (CC) bilir.”

Yanılgılarımdan O'na sığınırım.

Sevgi, selam, dostlukla

Dr. Hilmi Özden


***



Orhan Pamuk'un dişi versiyonu

Selami Güdener

Habervaktim.com


Selami Güdener, aylık olarak çıkan Anadolu Gençlik Dergisi'nin Aralık ayı sayısında Yazar Elif Şafak'ın kitabı ‘Aşk'a

çok ilginç bir eleştiride bulundu. İşte Güdener'in o yazısı…

***

"Elif Şafak'ın Aşk'ına bir eleştiri denemesi

Selami Güdener


Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban!

Elif Şafak Aşk'ı yazdı; yüz binlerce sattı; kem gözlere şiş, hala da peynir ekmek gibi gidiyor.

Pembe kapaklısının müşterisi ayrı, gri kapaklısının ayrı… Meğer insanlarımız aşka nasıl da susamış…

Dilimize pelesenk oldu aşk. İlişkisinin aşk olmadığını/olmayabileceğini düşünen yok neredeyse.

Çiftler birbirine ‘aşkım' diye hitap etmiyorsa, dillerdeki bu eksiklik, gönüllerdeki eksikliğe delil kabul ediliyor.
Ağızlarda sakız ettik aşkı. O kadar ki, bu gözler şahit, köpeğine bile aşkım diyenler var.

Piyasa malı haline gelmiş bir aşk, pek matah bir şey olmasa gerek. Leyla ile Mecnun'un aşkına öykünülür, Mevlana ile Şems-i Tebrizî'nin aşkına gıpta edilir de, köpeğine ‘aşkımmm' diyen birinin aşkına öykünülmez herhalde.

Doğrusu, bu kadar çok konuşulmasına rağmen, insanların aşkı bildikleri şüpheli. Olur olmaz, bayağı kadın erkek ilişkilerini aşk sanmak, ne kadar aşk cahili olduğumuzun ispatı değil mi? Sıradan insanların aşkı bilmemesinde şaşılacak ve garipsenecek bir durum yok; Elif Şafak acaba aşkı biliyor mu?

“Yahu kadın aşkın kitabını yazmış, senin sorduğun soruya bak, laf mı bu!”

Dücane Cündioğlu yırtınadursun “Aşkın kuralı mı olurmuş!” diye, hanımefendi üşenmemiş, tam 40 kural koymuş ortaya… İnşallah, mezarında kemikleri sızlamıyordur Tebriz güneşinin. Yazarımızın hiç vicdanı sızlamamış bunları yazarken. Hiç düşünmemiş, “aşkın kuralı olmaz derlerdi, bunlar da neyin nesi” diye…
Belli ki, Mihriban türküsü de hiç kulağına çalınmamış: “Yar deyince kalem elden düşüyor / Lambada titreyen alev üşüyor / Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban”

Aşkın koşulu yoktur ki kuralı olsun. Aşk karşılıksızdır. Aşk hasbiliği gerektirir; hesapsız olmayı. Hesap ve çıkar olmayınca, kural da olmaz. Akıl kural vaz eder, gönülse ferman dinlemez!

Elif Şafak'ın Aşk kitabı için yapılabilecek en temel eleştiri budur. Yazarımız kurallar koymakla, aşkı aklıyla yazdığını ispatlamaktadır. Kays çöllere düştüğüne, aklını yitirdiğine yansın!

Aşkın kitabını yazmak kabilse, bu akılla değil, ancak gönülle yazılabilir. Elif Şafak'ın Aşk'ının gönülle bir rabıtası olmadığı apaçıktır. Gönülden çıkmayınca, sûfîlik özentisi de aşka bir anlam ve değer katmaya yetmemiştir.
Aşk kitabının gönülle bir ilişkisi olmadığı tespiti, işin özüne dair temel bir eleştiridir. Bu nedenle kitapla ilgili bir yargıya varmamız için yeterlidir. Ancak yazara ve eserine dair eleştiriler bununla sınırla kalmış olsaydı, en fazla söylenecek şey şu olurdu: Kifayetsiz!

Fakat daha vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuzu belirtmek gerekir. Maalesef yazarımız hem kifayetsizdir, hem de muhteris!

Ben Elif Şafak'ta, Orhan Pamuk'un dişi versiyonunu görüyorum. Yazar, Nobel'e giden yolu bilmektedir; Baba ve Piç'ten sonra Aşk, yazarımızın, bu yola koyulduğunun belgesi niteliğindedir.

Yazarın niyeti, aşk üzerine iyi niyetli bir deneme değildir. Yazar, Mevlana ve Şems-i Tebrizî gibi Doğu'nun en büyük hazinelerini, Batılılara yağmalatmak istemektedir. Dücane Cündioğlu, “Altın bulmak ümidiyle erenlerin türbesine kazma vurulmaz” diye endişelerini dile getirirken yerden göğe kadar haklı değil midir?

Yazar, Batı'da Mesnevi'nin İncil'den sonra en çok okunan kitap olduğunu gayet iyi biliyor. Mevlana ile Şems-i Tebrizî'nin kendi alemlerindeki ‘aşk ilişkisi'nin Batı tarafından sapkın yorumlara konu edildiğini de…

Hakk'la tanışmayanların bu aşkı anlamaları mümkün değildir elbet. Batılıların bunu anlamamaları gayet normal. Ancak bu toprakların sesi olması gereken yazarın, Batılıların penceresinden aşkı yazması doğrusu çok daha manidardır.

Biz aşkı yazan bir yazarın gözlerinin aşktan kör olmasını beklerdik, ne ki Elif Şafak'ın Nobel saplantısı gözlerini kör etmiş görünmektedir. Her hamlesi buna dönüktür, Baba ve Piç romanında, Ermeni tezlerini dillendirmiş ve bir Türk yazarın vicdanında Türkleri mahkûm etmiştir. Bu çıkışının Batı'da dikkat çekeceğinden emindir yazar, nitekim bu kanaatinde yanılmadığı görülmüştür. Orhan Pamuk da bu yollardan geçmiştir, Elif hanım Orhan Pamuk'un kılavuzluğundan gayet maharetle yararlanmayı bilmektedir.

Aşk romanında yerleşik ve yerli değerlerin içlerinin boşaltılması, değersizleştirilmesi ve Batı anlayışına uygun yeniden modife edilmesi çabaları sürmektedir. Her ne kadar Mevlana demekteyse de, Şems-i Tebrizi'den söz etmekteyse de, İslam'a dair inciler döktürmekteyse de, yazarın bütün bunları Batılı değerlerle yeniden ürettiği bellidir.

Roman kahramanımız Aziz bile, Mevlana'yı en iyi Batılıların anladığı iddiasının tezahürüdür. Çöl gülü tiplemesi, Mevlana ve aşk konulu bir çalışmada ne kadar yerli yerindedir, oturmuştur! Cündioğlu, “Hiristiyan okuyucuların ihtiyacı dikkate alınarak üretilmiş Maria Magdalena taklidi” derken yerinde bir tespitte bulunmaktadır.

Bunları, yazarın roman tekniği içinde kullandığı / kullanmak zorunda hissettiği dolgu malzemeleri olarak saymak mümkün denilebilir, ancak Batılı değerlere uygun ‘üretilmiş İslam' tezlerini misyon edinmesinin affedilir yanı olabilir mi?

Romanda bilinçli olarak geleneksel İslam'a ve şeriata dair yer alan bütün figürler, kötü ve demode olarak kurgulanmıştır. Çöl gülü hadi tövbekardır, iyi gösterilmeyi hak etmektedir, peki masadan başını kaldırmayan Sarhoş Süleyman bile sevimli gösterilirken, Cengaver Baybars'ın iki yüzlü, Şeyh Yasin'in Şeriat'tan başka bir şey bilmez bir tutucu olarak gösterilmesi ve yargısız infaza tabi tutulması tesadüf olabilir mi? Şems-i Tebrizî'nin hoşgörü iklimi Çöl gülünü, Sarhoş Süleyman'ı kuşatıyor, fakat yıldızı Şeyh Yasin'le, Baybars'la bir türlü barışmıyor? Öyle bir portre çizilmiş ki, Şems'in yolu camiye uğramıyor hiç, cami cemaati ile ne konuşacağı, ne paylaşacağı bir şey var… Haşa zındığın teki… Yazarımız Mevlana'yı bile meyhaneye yolluyor da, Şems'e, Mevlana'yı görmek için bile olsa camiden içeri adım attırmıyor. Şems, şarabı içmekte sakınca görmüyor; Mevlana'nın kırmızı şarabın tadıyla tanışmasına ise ramak kalıyor…

Bütün bunlar, Elif hanımın Batı algısına uygun piyasa malı üretimleri… Şeriat bağnazlıktır. Mevlana her ne kadar önceleri bağnazların başı ise de, Şems'le halvet olduktan sonra, İslam'ın batınî yorumuyla tanışınca, sanki şeriatın kalıplarından, bağnazlıklarından kendini kurtarmıştır. Şems-i Tebrizî'nin ‘Meryem putunu' hoş görmesi de bu anlayışın uzantısı bir zırvalıktan başka anlama gelmemektedir.

Sanki ‘aşk'la tanışanlara Kur'an-ı ve Kur'an İslamını kendi kafalarına göre yorumlama hakkı bahşedilmektedir. Yok böyle bir şey. Sanki Peygamberleri bile bağlayan İslamın kuralları, batınî dervişler için sınırlayıcı değildir. Onlar ruh esrikliği içinde ne şeriat dinlemektedirler, ne din diyanet! Hal böyle olunca Şems-i Tebrizî'nin Şeyh Yasin'le takışmasından daha doğal ne olabilir!

Elif Şafak'ın romanını iyi niyetli bir deneme kabul etsek bile, İslam algısında bir problem olduğunda şüphe yoktur. Kaldı ki, bu nakıse ve çarpıklık, bilgisizlikten değil, bilinçli tercihten kaynaklanmaktadır. Batı dünyasının anlayışına ve algısına uygun hazlar devşirilmek istenmektedir.

Bu yaklaşım tarzı, Elif Şafak'ın aşk algısını da problemli hale getirmiştir. Buna rağmen Ella'nın Aziz'e görmeden aşık olmasını, Şafak'ın hanesine yazılacak bir artı olarak değerlendirmek mümkün olabilir.

Öyle ya, insanlar, aşkın bin türlü hali olduğuna; hesaba kitaba sığmadığına inanırlar ama yine de görmeden aşka asla ihtimal vermezler. Böyle bir şey muhaldir onlara göre. (Oysa aşkın gözü kör değil midir, nasıl görülebilir ki!)

Bense aşkta imkansızın imkansız olduğuna inanırım. Onlar görmeden aşka şaştıkça, ben de onların bu hallerine şaşarım.

Sözde Allah'ı severler! Sormak lazım, Allah'ı görmüşler midir hiç! Ya Peygamber aşklarına ne demeli!
Dünya gözü beğenilerimiz içindir. Göz görür, ama gönül sever… Gönül gözünün görmesi ve sevmesidir esas olan. Aşk, gönül iklimine cemre düşmesi gibidir; ıpılık hisler yayılır önce, toprağın uyanması gibi uyanır bütün duygular. Hazların bütün çeşitlerinden, ıstırapların bütün nüanslarına kadar her bir duygu tomurcuğa durur. Bazen Nisan yağmuru olur, ipil ipil yağar yüreğe. Bazen yanardağ olur, lav püskürtür…

Aşk halden hale sokar insanı. Kah hamuş (suskun) dersiniz kendinize Mevlana gibi, kah her bir sözcük inci tanesi gibi şiir olur dökülür dudaklarınızdan.

Aşk ne görülebilir, ne öngörülebilir… Gönle düşer, uzak yakın demeden. Ne aradaki dağları dinler, ne yılları… Kırk yılda bir görülen depremle sarsılırsınız, sıtma nöbetine yakalanmış gibi.

Aklınız itiraz eder mütemadiyen. Ama gönül ferman dinlemez! Sonra akıl da kalmaz başta; Mecnun olur düşersiniz çöllere. Mevlana'nın Şems'le hemhal olduktan sonra, dünya ile bağlantısını kesmesi, çoluğunu çocuğunu, evini barkını unutması, hikaye ya da rivayet değildir.

Dünya gözüyle görseniz ne olur, görmeseniz ne olur! Ses olur önce, siz elbise gibi bir beden giydirirsiniz. Dudaklarını hayal edersiniz mesela. Sonra gözlerini ve gözlerindeki pırıltıyı… Sesinin tınısı ve gözlerindeki ışıltı güneş olur; bir yandan içinizi ısıtırken, bir yandan da kardan adama çevirir sizi.

Tanrı kendi ruhundan üfürür; bu aşktır. Tanrı'nın aradığı Mecnun yürek sizdeyse, Leyla'yı bulmak da, Mevla'yı bulmak da mesele değildir artık.

Mecnun Leyla'yı görse ne olur, sanki tanıyacak mı?

Bana öyle gelmektedir ki, Elif Şafak, Mevlana ile Şems-i Tebrizî aşkından, Ella-Aziz aşkı çıkarmakla, sanki sarayın atlas perdelerinden paspas yapmıştır.

Elif Şafak'ın metalaştırdığı aşk, belki yüz binlerce satarak milyon dolarlar etti, ama aşıkların gözünde beş para etmedi.

Son söz yerine: Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban!"

Selami Güdener


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye