İsmail Ankaravî Dede Minhacü'l Fukara
Sırrı hazretleri şöyle dedi:
"Peygamberimiz(sav)'i rüyamda gördüm ve kendisine şöyle sordum. 'Ya Resulallah[sav] tasavvuf nedir?" Cevaben şöyle buyurdu: 'Dâ'vâyı terketmek; mânâyı ketmetmektir.
Erbâb-ı tasavvufa vacip olan dâvayı terketmek, mânâyı da ketmetmektir. "Sudûrü'l-ahrâr, kubûrü'l-esrâr" fehvasınca bütün büyüklerimiz, ehli olmayanlardan ve ağyardan (cahillerden) esrâr-ı Hakk'ı saklamışlar, setretmişlerdir. Ve sanki ondan habersizmişcesine tecâhül etmişlerdir. İşte bunlar ağyardı beşeriyyettin hazzını aşamayanlardır. Erbab-ı tasavvuf ise beşer üstü manevi nazlara sahip olanlardır.
Hem öyle zevk ki, bu mertebede olan kimse, Hakk'tan başkasını görmez. Onda alâyim-i nefsânî ve meâlim-i insanî olmaz. İşte hakikatte tasavvuf: İnsanın herşeyiyle, hem zahiren, hem de bâtınen Allah'la olan bağlantısını kurmasıdır. Bir âşık, zahirî ve bâtınî olarak ru'yet-i halkı iskât eylese Hakk'ın sırrına lâyık olur. Ve nur-u ilahîde fena bulur.
Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine tasavvufun ne olduğunu sordular, o da cevaben: "Tasavvuf nefsin, Allah'ın Vahdetinde fena bulmasıdır." buyurdu. Sahib-i tasavvuf, bu fenaya erdikten sonra hakikî mutasavvıf olur. Ebu Muhammed el- Harirî şöyle buyurdu: "Tasavvuf, yaratılmış olan şeylerin alçaklığından kurtulup, Allah'ın övdüğü şeylerin dairesi içerisine girmektir." Herşeyin en iyisini Allah bilir.
|