Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 13 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Hatemü’l-Evliya
MesajGönderilme zamanı: 18.12.10, 20:57 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 06.07.10, 17:50
Mesajlar: 280
Kardeşler,
Bizler Hatmü’l-Evliya'yı tanıyor muyuz veya tanıyorsak ne kadara tanıyoruz ? Yoksa, böyle bir ismi ve bilgiyi yeni mi işitiyoruz ve buraya asılan bilgiler haricinde hiçbir bilgimiz yok mu ? İşte bu sorulara bir nebze cevap olmak üzere Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakultesi Tasavvuf Dali Bölümü Öğretim Üyelerinden Prof.Dr. Mustafa KARA'ya ait bir makaleyi istifadelerinize sunuyoruz.
Rabbimiz müstefid kıla.


HÂKİM TİRMİZÎ VE HATMÜ’L- EVLİYÂ

Hâkim Tirmizî diye meşhur olan sûfînin esas adı Ebu Abdullah Muhammed b. Ali’dir. Hakîm ifadesi onun; fikir, hikmet ve felsefe tarafına işaret ederken, ikinci kelime doğduğu şehri göstermektedir. Afganistan’ın kuzeyinde, bugünkü Özbekistan topraklarında yer alan Tirmiz şehri de İslâm Medeniyeti’nin mayalandığı mekânlardan biridir. Hâkim Tirmizî, Hadis ve Fıkıh başta olmak üzere birçok konuda eser vermiş ancak daha çok tasavvufî eser ve yorumlarla tanınmıştır. İrili–ufaklı yüze yakın esere imza atan Tirmizî, Budüvvü Şe’n isimli otobiyografik eserinde de kendi tasavvufî tecrübesini anlatmıştır. Ebu Turab Nahşebî, Ahmed b. Hadraveyh, Yahya b. Muaz Razî gibi dönemin meşhur mutasavvıflarından istifade eden Muhammed b. Ali’nin seyr u sülûk anlayışında, gönül terbiyesinde öne çıkan yedi makam
şöyle sıralanmaktadır: Tevbe, zühd, nefse muhalefet, mahabbet, hevadan kurtulmak, haşyet, kurbet. Bazı fikirlerinden dolayı tepki alan ve sürgüne gönderilen Tirmizî, Hac yolculuğu münasebetiyle Nişâbur, Bağdat, Şam, Mekke ve Medine’de
bulunduğu zamanlarda âlim ve ariflerle fikir alış-verişinde bulunmuş, farklı coğrafyaların farklı yorumlarıyla tanışmıştır. Onun en önemli eseri Hatmü’l-Evliya adını taşımaktadır. Hatemü’l- Enbiya olduğu gibi hatemü’l-evliya (velilerin sonuncusu) var mıdır sorusuna cevap arayan bu yadigâr, konu ile ilgili kaleme alınan ilk eser olma özelliğini taşımaktadır.
Nübüvvet-velâyet meselelerini tartışan ve yirmi dokuz bölümden meydana gelen eserin en dikkat çekici yönü ise dördüncü bölümde sorulan yüz elli yedi sorudur. Asırlar sonra Muhyiddin İbn Arabî bu sorulara cevap vermek için
müstakil bir eser kaleme almıştır: el-Cevab’ul-Mustakim. Ayrıca meşhur eseri Futuhat’ul-Mekkiye isimli eserinde de konu üzerine eğilmiştir. Hucvirî’nin, Keşf’ul-Mahcub’ta zikrettiğine göre tasavvuf kültüründe Hakimiyye yolunun piri olan Tirmizî o gün bu gün tasavvuf yolunda yürüyenleri etkilemiş olan dervişlerden biridir.
320/ 932 tarihinde memleketinde vefat etmiştir. Türbesi mevcuttur. Kendisiyle ilgili doğuda-batıda birçok araştırma yapılmıştır.
İslam Dünyası’nda özellikle İbn Arabî ve Tirmizî üzerine araştırmalarıyla tanınan Osman Yahya, Hatmü’l-Evliya’yı, Budüvvü şe’n ve el-Cevab’ul-Mustakim ile birlikte neşretmiştir (Beyrut 1965). Batıda Hakîm Tirmizî ve eserleri hakkında araştırma yapan en önemli isim ise Bernd Radtke’dir. Son olarak Uludağ Üniversitesi İlâhiyat fakültesinde Salih Çift tarafından; hayatı, eserleri ve fikirleri üzerinde bir doktora tezi hazırlanmıştır (2003).
Çift ayrıca Hatmu’l-Evliya’yı Türkçeye çevirmiştir. Şimdi bu çalışmanın üçüncü bölümünde yer alan meşhur soruları aktaralım.
İşte on bir asırdan beri cevapları aranan sorular:


RÛHÂNÎ SORULAR


1- Sıdkla ilgili bütün gayretlerini ortaya koyduktan sonra evliyânın nâil oldukları makamların niteliklerini ve sayısını söyler misin?
2- Kurbet ehlinin makamları nerededir?
3- O toplulukları geçenler nerededirler? Bunu ne ile başardılar?
4- Onların varacakları yer neresidir?
5- Hadîs ve sohbet ehlinin (ehlü’l-hadîsve’l-mecâlis) makamları nerededir?
6- Onlar kaç kişidirler?
7-Rab’lerinden, bunu hangi şeye karşılık olarak hak kazandılar?
8-Onların (Rab’leriyle) karşılıklı konuşmaları ve hadîsleri ne demektir?
9- Onlar bu sohbetlerine ne ile başlarlar?
10-Sohbetlerini ne ile sona erdirirler?
11- Onlara ne ile cevap verilir?
12- Onların seyrleri (ilerleyişleri) nasıl olur?
13-Hz. Muhammed (s.a.v.) “hâtemu’n-nübüvvet”e hak kazandığı gibi, “hâtemu’l-evliyâ” olmayı hak edecek olan kimdir?
14- O kişi hangi özelliğinden dolayı buna hak kazanacaktır?
15- “Hâtem”in sebebi ve manası nedir? 16- Mülkü’l-mülk’e varıncaya kadar kaç tane mülk meclisi vardır?
17- Nebîlerin makamına göre rasullerin makamı nerededir?
18- Velîlerin makamlarına göre nebîlerin makamları nerededir?
19- Her bir rasûlün Rabb’inden aldığı lütuf nedir?
20-Allah, isimlerinden hangi birini ona ihsan etmiştir?
21- Allah’ın isimlerinden evliyânın payına düşen nedir?
22- İlk yaratma (ilm-i bed, başlangıç) ilmi nedir?
23- “Allah vardı ve O’nunla birlikte hiçbir şey yoktu.” (cümlesinin anlamı) nedir?
24-İsimlerin başlangıcı nedir?
25- Vahyin başlangıcı nedir?
26- Rûhun başlangıcı nedir?
27- Sekînenin başlangıcı nedir?
28- Adl nedir?
29-Bazı nebîlerin diğer nebîlere, bazı evliyânın da diğer bazı evliyâya üstün olması ne demektir?
30- “Allah mahlukâtı karanlıklar içinde yarattı.” cümlesinin anlamı nedir?
31- Onların, oradaki durumları nedir?
32- İlahi takdîrin özelliği nasıldır?
33- Allah’ın,rasûlünden ve daha aşağıdaki kimselerden gizlediği kader ilminin sebebi nedir?
34- Bu ilim hangi sebeple gizli tutulmuştur?
35-Onlara, kader sırrı ne zaman açıklanır?
36- Bu sır onlara nerede ifşâ edilir?
37- Bu sır, onlardan kime açıklanır?
38- Rabb’imizin taat ve masiyet hususundaki izni nedir?
39- Allah’ın, bütün mahlukâtına ondan akıl taksim ettiği en büyük akıl (el-aklü’l-ekber) nedir?
40- Âdem (a.s.)’in sıfatı nedir?
41- Onun seçilmesinin nedeni nedir?
42- Onun fıtratı nedir?
43- Fıtrat ne demektir?
44- Allah ona neden beşer ismini vermiştir?
45- Hangi sebepten dolayı Allah onun meleklerin önüne geçirdi ve onlardan Âdem (a.s.)’e secde etmelerini istedi?
46- Allah’ın Âdem (a.s.)’e bağışladığı ahlâkın sayısı kaçtır?
47- Ahlâk hazinelerinin miktarı nedir?
48- Hz. Peygamber’in “Allah’ın 117 ahlâkı vardır.” cümlesinde ifade ettikleri ahlaklar nelerdir?
49- Bunlardan kaçı rasullerde mevcuttur?
50- Hz. Muhammed (s.a.v.)’de bunlardan kaç tanesi vardır?
51- İhsan hazineleri nerededir?
52- Nefslerin sa’y hazineleri nerededir?
53- Bu, enbiyâya nereden verilir?
54-Evliyâdan olan muhaddeslerin hazineleri nerededir?
55- Hadîs nedir?
56- Vahiy nedir?
57- Enbiyâ ile muhaddesler arasındaki fark nedir?
58- Muhaddeslerin enbiyâya göre makamları nerededir?
59- Diğer evliyâ nerededirler?
60- Havzu’l-vukûf ne demektir?
61- Bir anlık bir sürede bu iş nasıl gerçekleşir?
62- Kıyametin göz açıp kapayacak derecede yakın oluşu ne demektir?
63- Allah Teâlâ’nın, mahşer gününde orada toplananlara sözü ne olacaktır?
64-O, muvahhidlere ne söyleyecektir?
65- Rasullere ne söyleyecektir?
66-Kıyamet gününde onlar Arasat’ta nereye sığınacaklardır?
67- Ziyaret gününde, nebî ve velîlerin mertebeleri nasıl olur?
68- Allah Teâlâ’ya nazar hususunda enbiyânın payına düşen nedir?
69- O’na nazar hususunda muhaddeslerin payına düşen nedir?
70- Sâir evliyânın bu hususta payına düşen nedir?
71- Halkın payına düşen nedir?
72- “Onlardan her biri kendi payına düşeni alır, cennet ehli ise Allah’a bakmaktan dolayı yaşadıkları mutluluktan kendi hisselerini unuturlar.” cümlesinin anlamı nedir?
73- Makâm-ı mahmûd nedir?
74- O (Muhammed) oraya ne ile ulaştı?
75- Hz. Muhammed (s.a.v.)’in payına düşen ile diğer enbiyânın hisseleri arasında ne fark vardır?
76- Livâü’l-hamd nedir?
77- O, Rabb’ini ne ile övmüştür ki livâü’l-hamde hak kazanmıştır?
78- O, ubûdiyetle Rabb’ine ne arz eder?
79- Onu ne ile hatmeder (mühürler) ki Rabb’i ona kerem anahtarlarını verir?
80- Kerem anahtarları nedir?
81-Rabb’imizin ihsanları kimlere dağıtılır?
82- Nübüvvet kaç bölümdür?
83- Nübüvvet nedir?
84- Sıddîkiyyet kaç cüzdür?
85- Sıddîkiyyet ne demektir?
86- Ubûdiyyet kaç bölüm üzere bina edilmiştir?
87- Hakk, muvahhidlerden neyi ister?
88- Hak nedir?
89- Onun başlangıcı nedir?
90- Onun halk içindeki fiili nedir?
91- O, neye vekil kılınmıştır?
92- Bunun semeresi nedir?
93- Muhakk nedir?
94-Muhakkın makamı nerededir?
95- Evliyânın sekînesi nedir?
96- “ez-Zâhir ve’l-Bâtın ve’l-Evvel ve’l-Âhir” sözünden müminin payına düşen nedir?
97- “O’nun vechinden başka her şey helâk olucudur.” sözünden müminin hissesine düşen nedir?
98- Allah’ın özellikle vechi zikretmesinin sebebi nedir?
99- Hamdin başlangıcı nedir?
100- “Âmin”sözünün anlamı nedir?
101- Secde nedir?
102- Onun başlangıcı nedir?
103- “İzzet izârımdır.” sözünün anlamı nedir?
104-“Azamet ridâmdır.” ne anlama gelir?
105- İzâr nedir?
106- Ridâ nedir?
107- Kibriyâ nedir?
108- “Tâcü’l-mülk” ne demektir?
109-Vakâr nedir?
110- Heybet meclislerinin özellikleri nelerdir?
111- Mülkü’l-a’lâ’nın özelliği nedir?
112- Mülkü’z-ziyâ’nın vasfı nedir?
113- Mülkü’l-kader’in özelliği nedir?
114- Kuds ne demektir?
115- Vech’in parlak oluşu ne demektir?
116- Mahabbet şarabı nedir?
117- Mahabbet kadehi nedir?
118- O nereden gelir?
119- Seni, O’nun mahabbetini dahi unutturacak derecede sarhoş eden mahabbet şarabı nedir?
120- Kabza nedir?
121- Kabzayı hak edenler ve kabzedilenler kimlerdir?
122- Allah onları kabzettiğinde onlara ne yapar?
123- Allah günde kaç defa evliyâya nazar eder?
124- Allah onların neyine bakar?
125- Allah enbiyânın neyine nazar eder?
126-Allah, seçtiklerine günde kaç defa yönelir?
127- Halk, asfiyâ,enbiyâ ve seçkinlerle birliktelik ne demektir, bunlar arasında ne gibi farklılıklar vardır?
128- “Allah’ın zikri en yücedir.”cümlesinin anlamı nedir?
129- “Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim.” sözü ne manaya gelmektedir?
130- İsmin manası nedir?
131- Bütün esmânın sebebi olan en büyük isim (ra’sü’l-esmâ) nedir?
132- Allah’ın seçkin kıldıkları dışında, halkın anlamını kavrayamayacağı isim hangisidir?
133- Allah’ın rasullerinden olduğu halde Süleyman (a.s.)’dan gizli tutulan bu ismi Süleyman (a.s.)’ın arkadaşı nasıl elde etmiştir?
134- Bunun sebebi nedir?
135- O, bu isme mana yönüyle mi yoksa harfleri cihetinden mi muttali olmuştur?
136- Kapıları halka gizli tutulan bu ismin kapısı nerededir?
137- Onun kisvesi nedir?
138- Onun harfleri nelerdir?
139-Hurûf-u mukataa, Allah’ın her bir isminin anahtarıdır. Bu isimler nerededir. 28 tane olan bu harfler nerededir?
140- Elif, nasıl harflerin başlangıcı olmuştur?
141- Elifin lâm ile birlikte en sonda tekrardan zikredilmesi nasıl olmuştur?
142- Hangihesaba binaen harflerin sayısı 28 olmuştur?
143- “Allah Âdem’i Kendi sûreti üzere yarattı.” sözünün manası nedir?
144- “Enbiyâdan 12 tanesi benim ümmetimden olmayı arzu ederler” cümlesi ne anlama gelmektedir?
145- Hz. Mûsâ ’nın: “Rabbim! Beni Muhammed (a.s.)’in ümmetinden kıl.” sözünün tevili nedir?
146- “Allah’ın, nebî olmayan öyle kulları vardır ki, nebiler, sahip oldukları makam ve Allah’a olan yakınlıklarından dolayı onlara gıpta ederler.” sözünün yorumu nasıldır?
147- “Bismillâh” sözünün tevili nedir?
148- “Ey nebî! Sana selâm olsun.” sözünün yorumu nedir?
149- “Selâm, bize ve Allah’ın bütün sâlih kullarına olsun.” sözünün tevili nedir?
150- “Ehl-i beytim ümmetim için emândır.” sözünün açıklaması nasıldır?
151- “Âl-i Muhammed” ne ifade etmektedir?
152- “el-Kâim bi’l-hüccet” ne demektir?
153- O, Allah’ın hüccetini ikame etmek için insanlara nereden konuşur? Allah Teâlâ onlara ubûdiyeti hüccet kılmıştır. Kâim için de kelam hazinelerine giden bir yol kılmıştır.
154- Hüccet hazineleri nerededir? İlm-i tedbir ve kelam hazinelerine göre hüccet hazineleri nerededir?
155- İlm-i bed hazinelerinden olan Allah ilminin hazineleri nerededir?
156- “Ümmü’l-Kitâb”ın tevili nedir? Allah onu, Hz. Muhammed ve ümmeti için diğer ümmetlerden saklamıştır.
157- Peygamberimize âit olan ve onun da diğer enbiyâya müjdelediği “mağfiret”in anlamı nedir?


Prof.Dr.Mustafa KARA
2006 - Şubat
http://www.yenidunyadergisi.com/inde...33&id2=5&syf=0


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatmü’l-Evliya'yı tanıyor muyuz ?
MesajGönderilme zamanı: 18.12.10, 20:59 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 06.07.10, 17:50
Mesajlar: 280
Kardeşler,
Bu Hâtemü’l-Evliyâ konusu çok gizemli ve önemli bir konu olup, herkesin malûmu değildir. Şeyhu'l-Ekber Muhyiddin-i Arabî dahi bu işin sırrına ermek için bir hayli güçlük çekmiştir. Hatta önceleri kendisinin Hâtemü’l-Evliyâ olduğunu zannetmişse de, daha sonra müşahade ettiği gizli ikaz ve uyarılarla bu zatın ahir zamanda Türklerin arasında zuhur edecek ve ehl-i Rasulullah'tan olacağı kendisine yakinen bildirilmiştir. İşte gerek Hakimet-Tirmiz ve gerekse Muhiddin-i Arabî Hz.lerinin bu konuda kitaplarındaki açıklamalardan bir bölümü aşğıya çıkarmış bulunuyoruz.


Hakîm et-Tirmizî Hazretleri Hâtemü’l-Evliyâ’ Olan Zâtın,“Halkın Fesada Düştüğü” Bir Devirde “Türk’e Gönderileceğini” Haber Vermişti!..
Yaklaşık on bir asır önce kaleme aldığı “Hatmü’l-evliyâ’” adlı eserinde, kırkların tümünün zuhûrundan sonra “Hâtemü’l-evliyâ’” olan zâtın kâim olacağını haber veren Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri (v. 932), yaşadığı mânevî tecellîleri anlattığı “Büdüvv-ü Şe‘n” adlı risâlesinde belirttiğine göre, kırkların zuhûrundan sonra kâim olacak olan bu zâtın, halkın fesada düştüğü bir zamanda Türk’e gönderileceğini keşfetmişti.
Hazret sanki âhir zamanın fitne, sıkıntı ve buhranla dolu karanlık günlerinde yaşayan insanların, isyanları nedeniyle belâya maruz kaldıkları bir âna nazar edercesine, mânâ âleminde; “halkın hepsini susmuş, korkudan dehşete düşmüş” ve “kimileri kimini tanımaz ve korkudan garipleşmiş” bir hâlde müşâhade etmiş; kendisine Allah tarafından “emrolunmuş bir kimse”nin, “hiç kimse farkına varmadan” böyle bir ortamda “yardımcılarıyla birlikte” yeryüzüne geldiği haber verilmişti. Bu kişi diğer velîler üzerinde söz ve tasarruf sahibi bir zât olmalıydı ki, tanımadığı bir kimse kendisine; “Şu acâipliği görüyor musun? Emrolunan kişi kendileriyle konuşmak için tüm dünya ehlinden kırk kişiyi istemiş!” diyerek, onun “hepsi dünya ehlinden olan bu kırklar”ı mânevî bir toplantıya çağırdığını bildirmişti. Toplantı emri yalnız kırklar’a gelmiş, ancak bu zâtı, yanındaki bazı velîlerle birlikte Hazret de merâk edip görmeyi istemişti. Öyle ki; “Emrolunan kişiyi ben hangi şeyle tanıyacak ve (onunla) ne zaman tanışacağım?” diyerek, bu arzusunu açıkça da dile getirmekteydi. Bunun üzerine Hazret’e: “Kırkların henüz tamamı mevcud değilken; emrolunan kişinin bunların üzerine, Türk’e geleceği haber” verildi. Nitekim Hazret, bu haberi aldıktan kısa bir süre sonra; halkı içinde bulundukları çalkantı ve karışıklıktan kurtaran bir de ordu bulunduğunu müşâhade ederek; “Halkın, mâ‘iyyeti Türk olan bir orduya mürâcaat ettiklerini gördüm, Türk onlara yoldaşlık ediyordu.” diyor ve ardından “Kendilerini korkuttuğunu görmüş olduğum şeyden onlar sayesinde tesellî buluyorlardı.” buyurarak, halkın içine düştükleri fesaddan bu ordu sayesinde kurtulduklarına işaret ediyordu. Çünkü bu zât “Türk’e geleceği” sırada, henüz “kırklar tamamına ermeden bu halk fesâda düşmüş”tü. Hazret nihayet kırklarla birlikte bu toplantıya katılacağını haber aldı ve kendisini tutamayıp ağlamaya başladı. O an kendisine: “Niye ağlıyorsun? Biz onunla konuşup sırlaşacağız ya!” diyen bir kimseye; “Ben başka bir yere konulacağım diye ağlamıyorum. Kalbimin merhametinden ötürü ağlıyorum. Bana insan topluluklarının içine konulacak olan kırklar daha bu devirde seyrettirildi ya, işte bunun için ağlıyorum!” demiş ve yine kendisine heyecanla: “Emrolunan kişiyi gördün mü? Emrolunan kişiyi gördün mü?” diyen başka bir kişiye ise: “Hayır! Lâkin kubbe kapısının sonuna kadar vardım, iki ayağımla sıçrayarak emrolunan kişinin kapısını çaldım. Emrolunan kişiyi bu kubbeden elini çıkarır gibi gördüm.” cevabını vermişti. Bunları söylerken, birdenbire “emrolunan kişi”nin “kırklar”a işâret ederek; “Bu kırkları şu hazîreye götürün, onları burada ‘ayakta tutma’ya hapsedin!” emrini verdiğini işitti. Hazret, o kişiyi görme lütfuna eriştiği bu andan sözederken; “O bu dünya ehlinden daha farklı ve seçkindi. Ben emrolunan kişinin küçük ordusuyla ve Türk’le yürüyordum, bana hiç kimse zarar veremiyordu. O ben de dâhil olmak üzere, büyüklerin hepsini bu toplantıda biraraya topladı.” diyordu. Bundan sonra o zât, Hazret’e; “Mescide çık, sana kendimle ilgili sırlar vereceğim!” dedi ve ardından kendisine: “Sen onların tümünün zuhûruyla kâim olacak kimseyi görüyorsun!” şeklinde bir hitap geldi. (Hakîm et-Tirmizî, “Risâle’-i Büdüvv-i Şe‘n”, İsmâil Sâ’ib, nr. 1571, vr. 215b-216a-217a)
Nitekim o, ileride kaleme alacağı “Hatmü’l-evliyâ’” kitabı’nda, müşâhade ettiği bu “kırk kişi”den ve “onların tümünün zuhûru”ndan sonra “Türk’e geleceği”ni gördüğü bu esrârengiz kimseden; “Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- in vefâtından sonra, ümmetinden kırk kişi onun yerine kâ’im olur. Yeryüzü onlarla ayakta durur. Onlardan biri ölünce yerine bir başkası geçer. Bunların sayıları tükenip, dünyanın zevâl vakti gelince Allah bir velî gönderir. Bu velîyi seçmiş, kendine yaklaştırmıştır. Evliyâya verdiğini buna vermiş, ona bir de ‘Hâtemu’l-velâye’ tahsis etmiştir.” diye sözedecekti. (Hakîm et-Tirmizî, “Hatmü’l-Evliyâ”, s. 247, nşr. Ömer Öngüt. Bas.: Hakikat Yay. İstanbul, 2003)
Şeyhü’l-Ekber -kuddise sırruh-Hazretleri’nin Müşâhâdesine Göre;
Hâtemü’l-Evliyâ’ Arapça Değil, Başka Bir Milletin Dilini Konuşuyordu!..
Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri “Fütûhâtü’l-Mekkiyye” adlı eserinde Hâtemü’l-evliyâ’ olan zâtın “Arab’ın en şerefli soyuna mensup olacağını” haber verdiği halde (c. 3, s. 87-88), Resulullah Aleyhisselâm’ın huzurunda Arapça değil, başka bir milletin diliyle konuştuğuna dikkati çekerek; “Hatm onun (Resûlullah’ın) huzurunda diz çökmüştü ve ona bir kadının sözünü haber veriyordu, Ali -radiyallahu anh- de Hatm’in konuştuğu dili tercüme ediyordu.” demiştir. (“Fütûhâtü’l-Mekkiyye”, c. 1, s. 114. bas.: Beyrut, 1994)
Çünkü o Araplar’ın değil, Türkler’in arasına gönderilmiştir.
Şeyhü’l-Ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri "Fütûhâtü’l-Mekkiyye"nin 73. Bâb’ ında, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in hem cismânî hem de rûhânî Ehl-i beyt’ine mensup olan zâta işâret ederek şöyle buyurmuştur:
"Hatm, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in yalnız hissî sülâlesinden değil; onun -sallallahu aleyhi ve sellem- hem soy, hem de ahlâk sülâlesinden olacaktır." (Fütûhâtü’l-Mekkiyye; c.3, s.89, bas.: Beyrut, 1994)
Muhyiddin-i İbnü’l Arabî -kuddise sırruh- Hazretleri buyururlar ki:
“El-Hatm... Ki o tektir. O, âlemde bir (kişi) dir. Allah, velâyeti onunla hatm eylemiş, mühürlemiştir. Evliyâ arasında ondan büyüğü yoktur.” (Fütûhat-ı Mekkiyye)
“O öyle bir kaynaktan alır ki, Peygamber Aleyhisselâm’a vahiy getiren melek de aynı kaynaktan alır. Eğer işaret ettiğim bu nükteyi anlayabildiysen senin için faydalı bir bilgi hasıl olmuştur.” (Fusûs’ül-Hikem)
“O, zâhirde tâbi olduğu hükmü, bâtında Allah’tan alır.” (Fusûs’ül-Hikem)
“Bu ilim, ilm-i billâh’ın âlâsıdır. Bu ilim, ancak peygamberlerin ve velilerin sonuncusuna verilmiştir.” (Fusûs’ül-Hikem)
“Allah-u Teâlâ bu hâtem-i velâyeti ne bize, ne bizden evvelkilere nasib etmeyip, bu makâmı bizden saklamıştır.” (Fusûs’ül-Hikem)
Şeyhü'l-Ekber -kuddise sırruh- Hazretleri "Ankâ-i Muğrib" Kitabı’nda, Hâtemü'l-evliyâ
Hakkında Neler Söylemişti?
Şeyhü'l-ekber -kuddise sırruh- Hazretleri'nin, husûsiyetle Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın makâmını, alâmetlerini ve ayırt edici husûsiyetlerini tespit etmek için yazdığı "Ankâ-i Muğrib fî Ma'rifeti Hatmü'l-evliyâ" adlı kitabındaki ifâdesine göre;
• Hatemü'l-evliyâ, batı tarafından zuhûr edecektir. Bu, "Cüz’î Muhammedî imamlığın Hâtem’i" olan bu zâtın apaçık bir alâmetidir. (s.15)
• O’nun "Hâtemü'l-evliyâ"lığının tasdik edici alâmeti, Sıddîk-ı Ekber -radiyallâhu anh-in halîfelerinden biri olarak gönderilmesi ve onun zikrini tâlim ve telkin etmesidir. (s.48)
• O uzuna çok yakın orta boylu, pembe tenli bir kimsedir. Görünümü, pırıl pırıl parıldayan bir ay gibidir. (s.75)
• En şerefli Arap soyuna ve nesline mensuptur; fakat görünüş itibâriyle daha çok Acem'leri anımsatır. (s.75)
• Önünde neşredilmiş, açılmış bir bayrak vardır. (s.16)
• Fesad ateşinin sönmesi, ümmetin başı ile sonunun birleşmesi gibi kâziyeler onun zuhûru ile meydana gelir. (s.16, 18, 74)
• O’nun ilmi râsih, nasîbi yüce, Nûr’u apaçıktır; o, sırrı ve nasihati dile getirilir bir kimsedir. (s.73)
• Tıpkı resul ve nebîlerin diliyle söylediği gibi, Allah kullarına Hakk'ı onun diliyle söyler. (s.73)
• Allah-u Teâlâ bütün muhteşemliğine rağmen onu halkın nazarından gizler. (s.16)
• Belâların ve hâinliklerin ortalığı sardığı fitne zamânında, ihvânı ile birlikte Hakk’a bağlılığı gözetir ve bu hususta onlara öncülük eder. (s.22)
• O, hiç bilmezken 'Hatemiyyet' mertebesiyle kemâl bulur. (s.71)
• O'nun Hatemiyyet'i "Nûrun alâ Nûr"; yâni "Nûr üstüne Nûr"dur. (s.15-16)

Şeyhü’l-ekber Muhyiddîn-i İbnü’l-Arâbî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın makam ve mertebesini, Allah katındaki ulviyyetini ve Evliyâullah Hazerâtı arasındaki yüce mevkiini beyân etmek için “Ankâ’-i Mugrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-Evliyâ’ ve Şemsü’l-Mağrib” isminde bir eser yazdığı malûmunuzdur.
Bu eserinin bir noktasında buyurur ki:
Bil ki Hatm, velâyet bayrağının taşıyıcısı ve makâmın ve gâyenin nihâyeti olur. Nitekim o, hiç bilmezken ‘Hatm’ oldu ve cesedlenmiş bir rûhâniyyet ve müteaddit bir ferdâniyyet içinde, dilemeksizin ve tasarruf etmeksizin iş onda vâroldu.” (“Ankâ’-i Mugrib fî Ma’rifeti Hatmü’l-Evliyâ’ ve Şemsü’l-Mağrib”, Şehid Ali Paşa, nr.: 1287, vr. 51b)
“Tıpkı resûl ve nebîlerin diliyle söylediği gibi; Allah, kullarına Hakk’ı onun diliyle söyler.” (s. 73)
"Bu onun sülâlesinden ve neslindendir. 'Hatm' onun yalnız hissî sülâlesinden değil, onun -sallallahu aleyhi ve sellem- hem soy, hem de ahlâk sülâlesinden olacaktır." ("Fütûhâtü'l-Mekkiyye" c. 3, s. 89)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatmü’l-Evliya'yı tanıyor muyuz ?
MesajGönderilme zamanı: 19.12.10, 09:31 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 06.07.10, 17:50
Mesajlar: 280
“BAYRAKLILAR ASHÂBI”

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri “Şifâu’l-Alîl” isimli kitabında, Allah yoluna dâvet edenleri üç kısma ayırarak; bunların ilk ikisinin peygamberler ve veliler olduğunu belirtmiş; üçüncü sınıfın ise peygamberlerle veliler arasındaki tabakayı oluşturan, ferdâniyyet mertebesine çıkartılan ve mahşerde kendisine velîlerin saflarının öncülüğü verilecek olan “Bayraklılar ashâbı” olduğunu ifâde etmiştir.
O, bu sınıfı temsil eden velî ile Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın vasıflarını birleştirerek, bu ifşaatı ile Resulullah Aleyhisselâm’ın Mehdi’den önce çıkacağını haber verdiği, Hadis-i şerif’te işâret edilen ve “Bayraklılar”ın öncüsü olacağı bildirilen “Ayağı sakat zât”ın aynı şahıs olduğunu açıkça ortaya koymuştur:
“Peygamberlerin yolu velîlerin yolundan başkadır. Peygamberler O’nun dilemesiyle himâye edilmeye ehildir; velîler ise O’na yönelmeleriyle O’nun hidâyetine ermeye ehildir.
Nitekim O, indirdiği Âyet-i kerime’de bunu beyan ederek şöyle buyurmuştur:
‘Allah dilediği kulunu kendine seçer, kendisine yönelen kimseye de hidâyet eder.’ (Şûrâ: 13)
O seçtiği kimsenin kalbini kendine doğru çeker, sonra da onun kalbini, kendisine çekeceği bir yol üzere kendisine doğru seyrettirir. O’na yönelen ise, kendisine O’na yönelme yolunu açarak hidâyetine erdirdiği bir kimsedir. Peygamberlerin yolu tahsis edilme yolu, velîlerin yolu ise; tâ ki O’na vâsıl oluncaya kadar, kalpleri tathir ve ahlâkı tasfiye ile, sıdk ve bağlılık üzere kullarına şeriat kıldığı lütuf yoludur. Peygamberlere onları nefisleri yoluyla değil, çekilmeleri yoluyla sirâyet ettirir. İşte peygamberlerle velîler arasındaki fark budur.
Sonra bir de O’nun, velilerden sırf kendi hizmetinde bulunmaları için kendilerini seçip temizlediği, Allah-u Teâlâ’ya dâvet eden, yarın mahşerde velilerin saflarının öncülüğü ile kendisini senâya da ehil kılacağı bir ‘Bayraklılar ashâbı’ vardır ki; onlar peygamberlerin yolu üzere kendilerini seçtiği ‘Hassü’l-Has’; yâni ‘Seçkinlerin de seçkini’ dir. O kalplerini onların yolu üzere kendisine çekip de seyrettirdiği için, cezbe ile onları kendisine seyrettirir, sonra da onları nefsen bu yol üzerinde yürütür.
Onlar peygamberler ve veliler arasında, kendilerinden başkalarını ikâme ederler. Onlar, neredeyse peygamberlerin yakınına kadar ulaşmışlık üzeredir; diğer veliler de onun idrak ve anlayışı üzerindedir. Onların uykusu da, uyanıklığı da çok büyüktür. Onlar bu lütuf yoluyla seyrettikleri için peygamberlerin yolunu da görürler. İşte onlar, kalplerini kendi vahdâniyyet’inin içinde boğduğu ve kendilerini eşyâya karşı ferdleştirdiği ‘münferidler’ in arasındadır.
Ayrıca onlar, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- in rivâyet ettiği muhaddes’lerdendir....
İşte bu, O’nun kendi dilemesinin bir karşılığı olarak kendilerini seçtiği; kendileri için bu kerâmeti bâriz kıldığı, peygamberlerle veliler arasındaki tabakadır. Onlar O’nun kabzasında (himâyesi içinde)dir; O’nunla işitir, O’nunla görür, O’nunla düşünürler, hâllerinde de O’nunla tasarruf ederler. O da onları kendi hâllerini görmekten, nefislerini hatıra getirecek şeylerden ve hevânın gölgesinden alıkoyarak hareket ettirir. İşte Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in tâbileri de onlardır.
Nitekim şöyle buyurulmuştur:
‘De ki: İşte benim yolum budur, basîret üzere Allah’a dâvet ediyorum.’ (Yusuf: 108)
Yâni bana gösterilerek O’na dâvet ediyorum.
Devamla şöyle buyuruldu:
‘Ben de, bana tâbi olanlar da!’ (Yusuf: 108)
O’na tâbi olandan başkası Allah’a dâvet etmiş sayılmaz.
Ve buyuruldu ki:
‘Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.’ (Yusuf: 108)
Rabb’i şirkten tenzih, O’nu yüce tutmak ve zikrettiğimiz şeye göre; hâllerini görmekten, nefsi hatıra getirmekten ve hevânın gölgesinden uzaklaşmaktır. İşte onlar Âyet’ten konuşmaları, O’nun tedbirini keşifleri, O’nun ferdâniyyet’ini zikretmeleri ve nefislerinin şımarıklıklarına ve âfetlerine, dünyâ hayâtının ayıbına, aldatmacasına ve gurûruna karşı; kendileri hakkında gerek amellerinde, gerek yükselişlerinde, gerekse derecelerinde kalplerinin sıdkını talep edip, Allah-u Teâlâ’nın verdiği nimetleri zikredip, kendisine gelen ilâhî vergiler karşısında nefsi tasfiye husûsunda devamlılık göstermelerine nisbetle, hikmet ve güzel öğütle basîrete ve Allah’a dâvete de ehildirler, başkalarını da O’nun yoluna dâvet ederler. Onlar O’nun tahsisine ehildirler.
İlk sınıf O’nun dininin kumandanları ve emînleridir. Zayıf imâna mübtelâ olanları O’nun ilmine dâvet ederler ve aynı zamanda yarattıkları üzerine Allah’ın bir hüccetidirler. İkinci sınıf da O’nun dâvetçileri, hakîmleri ve idârecileridir, O’nun nimetini telkin ederler. Üçüncü sınıf ise târife sığmaz.” (“Kitâbu Şifâu’l-Alîl”; Veliyyüddin, no: 770, 5a-6a yaprağı)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatmü’l-Evliya'yı tanıyor muyuz ?
MesajGönderilme zamanı: 19.12.10, 15:04 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
O yazılardaki üslubunu biraz sert bulmakla beraber, Allah selamet versin, Ebubekir Sifil hocanın, bir gruptan zuhur eden "Hatemu'l Evliyalık" davası hakkında çıkmış tedkikata dayalı bir dizi yazısı vardır. Milli Gazete’de yayınlanmıştır. Nitekim yazı dizisi sonunda Sifil hoca üslubunun biraz sert kaçmış olabileceğini ifade ile mazeret bildirmiştir. Şöyle bir soru ile o yazıları kaleme almış idi:

Soru:

… mensupları Mehdi As.’dan önce Hatemü’l Evliya (Velilerin Mührü, Sonu) ismiyle bir zatın zuhur edeceğini, bu zatın Evliyaullahın sonuncusu olacağını; Efendimiz aleyhisselatu vesselam nasıl Nebiliği mühürleyip bitirdiyse bu zatın da veliliği bitirip mühürleyeceğini iddia ediyorlar. Bu hususta Hakim et-Tirmizi ve Muhyiddin İbnu Arabi’nin eselerini referans gösteriyorlar. Söylediklerinin bir kısmı şöyle:

“Hazret-i Mehdi’nin faziletini herkes biliyor, fakat Hatem-i Veli’yi kimse bilmez. İnsan hafsalası almaz, ilmi de yetmez. Yalnız bu hususta gerek Hadis-i Şerif’lerle, gerek geçmişte yaşamış Evliyaullahtan bazı zevat-ı kiram’ın beyanlarını arz etmekle Müslümanları tenvir etmiş ve hakikati duyurmuş olacağız. Çünkü ahir zamanda geleceği haber verilen Hatem-i veli ve Bayraklılar Ashabı hakkında bazı Hadis-i Şerif’ler ve şu ana göre kırk kadar Evliyaullahın ifşaatları elimizde mevcuttur.

Bayraklılar Ashabı” ve Başlarındaki Zatın Vasıfları:

Naim bin Hammad’ın Ka’b -radiyallahu anh-den rivayet ettiği bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

Mehdi’nin çıkış alametlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde Kabilesi’nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklıların çıkmasıdır.” (Suyuti, Kitabu’l-Arfi’l-Verdi fi Ahbari’l-Mehdi; Carullah, no: 1494, s. 99. Bl. 7, Hadis no: 13)

1. Batıda doğması: Doğum yerim Yugoslavya’nın Yenipazar şehridir.

2. Kinde Kabilesi’nden olması: Dedemiz, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin neslinden olan Şeyh … Efendi -kuddise sırruh- Hazretleri, Medine-i Münevvere’nin şeyhi idi. Bir sebeble geçici olarak …’nın … şehrine geldiğinde orada vefat etmiş, daha sonra torunları Medine-i Münevvere’ye değil de Türkiye’ye gelmişlerdir. … yılından beri Türkiye’de bulunmaktayız.

Muhyiddin İbn’ül-Arabi -kuddise sırruh- Hazretleri “Fütuhatü’l-Mekkiyye”nin 18. Bab’ında yer alan bir ifşaatında, bu Hatem-i Velayet’in Araplar arasından seçilecek en şerefli bir kimse ile gerçekleşeceğini haber vermektedir. Buyururlar ki: “Velayet-i Muhammedi’nin Hatem’i bu Arap soyundan bir kişidedir ki o bu milletin en asillerinden bir zattır.” (s. 214)

3. Ayağının sakat olması: Gerçekten de Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin buyurduğu şekilde sağ ayağım sakattır.

4. Bayraklıların başına geçmesi: İkinci bin yılın fazileti Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin bu Hadis-i şerif’i ile tarif ettiği Bayraklıların çıkması ile başlıyor. Bayraklıların başına geçmesinden murad; Allah Teala bu fakiri ilk olarak iman kurtarma cihadına koymuştur…”



Soru budur.

Sifil Hoca, bu soru üzerine yazılarını kaleme almıştır. Şimdi o cevaplarından (yazılardan) konuyla asıl ilgili olanlarını özetleyelim de sayfa sayfa bütün yazıları verip uzun etmiş olmayalım. Yazı dizisinin ilk yayınlandığı gün Milli Gazete - 10 Temmuz 2006’dır. Ebubekir Sifil hoca:


1- Ayet ve Hadislerin hangi vesileyle zuhur ettiğine bizzat şahitlik etmiş olan Sahabe efendilerimiz dışında, birilerinin, “Şu Ayette/veya Hadiste anlatılan kişi benim” demesi güzel ve doğru değildir. Mesela Veysel Karani Hz., Efendimiz aleyhisselatu vesselam tarafından ayan-beyan haber verildiği halde kendisini sürekli gizlemeye çalışmıştır. Bazı hadislerde geçen “Farslılardan bir kişi” ibaresini İmam Ebu Hanife üstüne alınmamış, İmam eş-Şafii de Hadis-i Şerifte “Kureyş alimi” diye övülen kişinin kendisi olduğunu asla ileri sürmemişti. Örnekleri çoğaltmak mümkün...

2- “Mehdi’nin çıkış alametlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde Kabilesi’nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklıların çıkmasıdır.” Sözü Peygamber Efendimizin ağzından bir söz olmadığı gibi, Sahabe’den birine ait de değildir. Yahudi iken Hz. Ebu Bekr veya Hz. Ömer (r.anhuma) döneminde Müslüman olmuş tabiinden Ka’b el-Ahbar’ın sözüdür.

Bu rivayeti zikreden Nu’aym b. Hammad (Kitabu’l-Fiten, 205), ve ondan naklen aktaran es-Suyuti (el-Arfu’l-Verdi, “el-Havi” içinde, II, 144) bu sözü Efendimiz (s.a.v)’e dayandırmamışlar; açıkça sadece Ka’b el-Ahbar’a izafe etmişlerdir. Ka’b el-Ahbar Tabiun’dan sayılır

3- Bu rivayeti nakleden Ebu Nu’aym hicri 229 yılında vefat etmiştir. Ka’b el-Ahbar ise Hz. Osman (r.a)’ın hilafetinin sonlarına doğru (yani hicri 35 yılından önce) vefat etmiştir. Dolayısıyla Nu’aym b. Hammad ile Ka’b el-Ahbar arasında 194 yıl bulunmaktadır. Söz konusu rivayetin senedinde ise Nu’aym b. Hammad ile Ka’b arasında sadece iki ravi yer alıyor. Adı geçen eserinde Nu’aym b. Hammad’ın Ka’b’dan başka rivayetleri de vardır ve ikisi arasındaki ravi zinciri en az üç halkadan oluşmaktadır. Dolayısıyla burada Ka’b’a kadar olan senedin kesintisiz olması için arada en az 1 ravi daha bulunmalıdır. Yani senedde (teknik tabiriyle) “inkıta” (kesinti) vardır.

Kısaca: Ka’b’ın diye nakledilen söz, ona kadar kesintisiz bir rivayet zinciriyle ulaşmamaktadır. Dolayısıyla Hadis-i Şerif olmayan bir sözün Ka’b el-Ahbar’a ait olduğu dahi şüphelidir ve bu söz herhangi bir dava için kesin delil olmaz.

4- Farz edelim ki söz gerçekten Ka’b el-Ahbar’a ait olsun ya da Hadis-i Şerif olsun:

Rivayette Kindeli bir adamın, bayrak taşıyan bir gruba liderlik edeceği ve bunun Mehdi As.’ın zuhurunun alameti olacağı söyleniyor. Rivayetin önü de, sonu da bundan ibarettir. Şimdi;

İlkin, zat-ı muhteremin dedesinin Kinde kabilesinden olduğunu nereden bileceğiz? Ortada sadece kendi beyanı vardır. Hüccet gerekir. Aksi halde ayağı topal olan ve bu işlere az-buçuk merakı bulunan herkes, “Benim dedem de Kinde kabilesindendir” ve Hatmu’l Evliya benim diyerek ortaya atılabilir.

“Hatem-i evliya” yani “ahir son zamanda gelecek velilerin sonuncusu” olduğunu iddia eden Zat-ı muhteremin yaşı seksen civarındadır ve kendisi için emr-i hak vaki olduğunda artık bu Ümmet içinden hiçbir Veli çıkmayacak mıdır yani!

Ve nihayet bu zatın “Hatemu’l evliya” (Velilerin sonu) olacağına dair rivayette hiçbir kayıt yoktur. Esasen “Velilik” mertebesinin herhangi bir Zat ile son bulmasının –nass bulunması dışında– ne aklen, ne de naklen tatmin edici bir izahı yoktur. Bu din yaşanmaya devam ettikçe elbette Veliler de mevcut olmaya devam edecektir…

5- “Mehdi’nin çıkış alametlerinden bir tanesi de batıdan, başlarında Kinde Kabilesi’nden ayağı sakat bir adamın bulunduğu Bayraklıların çıkmasıdır.” Peki, bu söz hatem-i evliyaya (Velilerin sonuncusuna) nasıl delalet ediyor? Neresinde Hatemu’l Evliyaya işaret var?

Peki, bu rivayette geçen “topal adam” ve “bayraklıların” çıkışları “hayır” mıdır, “şer” midir? Batı tarafından gelip nereye gidecekler ve ne yapacaklar? Bunlar ve benzeri soruların “meskutun anh” (söylenmeden) geçildiği bir sözün “hatem-i evliya”yı gösterdiği iddia edebilmek bu kadar kolay olmamalı.

Öte yandan bizzat kendilerinin de muhtelif yerlerde Hakim ve İbn Mace’den aktardıkları rivayetler –ki Hadis musannefatının ilgili bölümlerinde daha fazlası görülebilir– Mehdi As.'dan hemen önce zuhur edecek olan “siyah bayraklılardan” da söz edilmektedir.

Ka’b el-Ahbar’ın batıdan çıkacağını söylediği nakledilen rivayette geçen “bayraklılar”, doğu tarafından çıkacak olan “siyah bayraklılar” ile aynı zümre olmayabilir. Muhtemeldir. Bununla beraber, “siyah bayraklılardan” bahseden rivayetlerin muhtevasına bakıldığında asıl olarak bunların Mehdi (a.s)’ın zuhurunun öncüleri olduğu görülüyor.

Dolayısıyla “topal adam”ın liderliğinde batıdan çıkacak olan ve bayraklarının rengi belirtilmemiş bulunan kimselerin “kötü adamlar” olması da kuvvetle muhtemeldir. Nitekim aynı söz, Ebu Amr ed-Dani’nin es-Sünenu’l-Varide fi’l-Fiten’inde (IV, 913-4) –yine Ka’b’dan olmak üzere– şöyle naklediliyor: “Mehdi’nin çıkışının alameti, batı tarafından gelecek olan, başlarında Kinde’den topal bir adamın bulunduğu bayrak(lı)lardır. Batılılar Mısır’a galip geldiğinde, o gün Şamlılar için yerin altı üstünden daha hayırlıdır.” Efendimiz (s.a.v)’den nakledilen, “Şamlılar helak olduğunda ümmetimde hayır yoktur” (Nu’aym b. Hammad, Kitabu’l-Fiten, 136) rivayeti ile birlikte düşünüldüğünde Batı’dan gelecek olanların “kötü adamlar” olabileceği ihtimali artmaktadır.

6- Ka’b el-Ahbar hakkında İbn Hacer ve el-Kevseri’nin tesbitlerini de kısaca aktarmak gerekir:

İbn Hacer: İmam el-Buhari’den naklen: Hz. Mu’aviye (r.a) Kureyşli bir topluluktan söz ederken Ka’b’ı da zikretmiş ve şöyle demiştir: “Her ne kadar Ehl-i Kitap’tan rivayette bulunan şu muhaddislerin en doğru sözlüsü idiyse de, kendisini yalanla imtihan ederdik.” (Tehzibu’t-Tehzib, VIII, 394.)

İbn Kesir: Hz. Mu’aviye (r.a)’ın İmam el-Buhari tarafından nakledilen sözü üzerine: “Bunun anlamı şudur: Ka’b’dan, lügat anlamıyla ve kasdi olmaksızın yalan sadır olurdu. Çünkü o, haklarında hüsn-ü zan beslediği (İsraili) kitaplardan nakiller yapardı. Oysa bu kitaplarda uydurma ve düzmece şeyler vardı…” (Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, III, 416.) demiştir.

El-Kevseri: “Ka’b el-Ahbar ve İsrailiyat” başlıklı makalesinde Ka’b’ın durumuyla ilgili bir hayli nakil yaptıktan sonra şöyle der: “Bu kısa malumattan ortaya çıkan odur ki kendisinden İbn Ömer, İbn Abbas ve Ebu Hureyre’nin bazı rivayetleri bulunmakla birlikte Hz. Ömer, Hz. Huzeyfe, Hz. Ebu Zerr, Hz. İbn Abbas, Hz. Avf b. Malik ve Hz. Mu’aviye (Allah hepsinden razı olsun) Ka’b’a tam anlamıyla güveniyor değillerdi…” (Makalat, 39.) Ka’b hakkında başka önemli tesbitler için Makalat’a bakılmalıdır.

ez-Zehebi de Ka’b için: “Hz. Ömer (r.a) döneminde Yemen’den Medine’ye geldi. Hz. Peygamber (s.a.v)’in Ashabının meclislerinde bulundu. Onlara İsraili kitaplardan nakiller yapardı…” (Siyeru A’lami’n-Nübela, III, 489)

Görülüyor ki Ka’b el-Ahbar, “Yeryüzünde tek karış toprak yoktur ki Allah Teala orada kıyamete kadar cereyan edecek hadiseleri Musa (a.s)’a indirdiği Tevrat’ta zikretmiş olmasın” (İbn Abdilberr, el-İsti’ab, III, 1287; İbn Hacer, el-İsabe, V, 465) diyen İsrailiyat (Yahudi kaynakları) nakilcilerinden birisidir.

Kısaca, Ka’b el-Ahbar, Hz. Peygamber (s.a.v) adına yalan uydurmama anlamında şahsında güvenilir bir tabiindir. Fakat öyle inandığı için doğru söz ile uydurma ve bozuk sözü birbirinden tefrik etmeden (ayırmadan) Yahudi kaynaklarından aktarmalar yapması onu “bağlayıcı dini kaynak” hüviyetinden uzaklaştırmıştır. Bu ifade, bir tabiini “küçük görmek” değildir. Ka’b el-Ahbar’ın “Efendimiz (s.a.v)’e nisbet etmeksizin” kendinden verdiği bir haberi “nass” (kesin bir kural, mutlak bir haber) seviyesine çıkarmak, usulen de asla doğru değildir.

7- Mürsel hadis, esas mahreç (kaynak) olan Sahabi zikredilmeden Sahabi veya Tabii ravinin, Efendimiz (s.a.v)’den bizzat işitmediği halde işitmiş gibi naklettiği hadistir. Dikkat edilmesi gereken husus, “irsal” yapan (aktaran) söz konusu ravinin, “Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu” tarzında bir ifade kullanmış, rivayeti O’na izafe etmiş olmasıdır.

Tabiun kuşağına mensup birisinin (mesela Ka’b’ın), Hz. Peygamber (s.a.v)’e isnad ve izafe etmediği, dolayısıyla “kendisine ait” olarak görülmesi gereken bir sözüne “mürsel hadis” dendiğini söyleyen bir tek kaynak yoktur. Malum sözün “mürsel hadis” olarak nitelendirilebilmesi için, Ka’b el-Ahbar tarafından Hz. Peygamber (s.a.v)’e izafe edilmiş olması gerekirdi. O söz Ka’b el-Ahbar’ın kendi sözü olarak nakledilmiştir ve bu haliyle “mürsel hadis” değil, “maktu hadis”tir.

Alimlerin de –yine usül kitaplarında yer aldığı gibi– mürsel hadisin makbuliyeti konusunda öngördükleri bir şart vardır: İrsal yapan ravinin, sadece sika (güvenilir) ravilerden rivayet alan birisi olması. İşte bu şart Ka’b el-Ahbar’da mevcut değildir. Zira onun ayırım yapmadan Yahudi kaynaklardan naklettiği ortadadır.

Nüzhetu’n-Nazar ve şerhlerinde de görülebileceği gibi, hem sika (güvenilir) kimselerden hem de sika olmayanlardan irsal yapan ravinin rivayetinin kabul edilmeyeceği konusunda Hanefiler ve Malikiler ittifak halindedir. (Mürsel hadis konusunda geniş bilgi edinmek isteyenler için el-Alai’nin Cami’u’t-Tahsil’i bulunmaz bir kaynaktır.)

Tekraren belirtmek lazım, bu söylenenler Ka’b el-Ahbar’ın “mürsel” rivayetleri için geçerlidir. “Bayraklılar ve topal adam” rivayeti ise “mürsel” değil, “maktu”dur; yani Ka’b’ın kendi sözü olup Resulullah Efendimize izafe edilmemiştir. Hem Nu'aym b. Hammâd'ın Kitâbu'l-Fiten'inde, hem Ebû Amr ed-Dânî'nin es-Sünenu'l-Vâride fi'l-Fiten'inde, hem de daha sonraki kaynaklarda mezkûr sözün Ka'b tarafından Hz. Peygamber (s.a.v)'e nisbet edildiğini söyleyen yoktur. Ka'b el-Ahbâr, bizzat bu sözünü Resulullah Efendimiz'e ait bir söz olarak göstermediği halde o söze ısrarla Hadis-i Şerif demek Ka'b'a da bir iftira, ondan nakleden ulemaya da bir iftiradır.

İmam-ı Suyuti -rahmetullahi aleyh- Hazretleri gibi büyük bir muhaddisin el-Arfu’l-Verdi isimli risalesine, 'Bu, Mehdi konusunda varit olmuş hadis ve eserleri (asar) topladığım bir cüzdür' sözleriyle başladığını, dolayısıyla bu risalede yer alan rivayetlerin tamamının bizzat Hz. Resulullahın sözü olmadığını bizzat müellifinin söylediğini de kaçırmamamız lazım.

Burada geçen “asar” tabirinin merfu hadisler dışındaki rivayetleri anlattığı, bilhassa Sahabi sözü (mevkuf hadis) ve Tabii sözü (maktu hadis) hakkında kullanıldığı da malumdur.

Mesela, İbn Hacer el-Heytemî, el-Kavlu'l-Muhtasar'da, Mehdi ve zuhur alametleriyle ilgili merfu hadisleri birinci, Sahabe sözlerini ikinci ve Tabiun ve Tebe-i Tabiîn sözlerini de üçüncü babda zikretmiştir. Ka'b'ın sözü de bu üçüncü babda yer almıştır.

İkdu'd-Dürer sahibi Yusuf b. Yahya'nın da orada "Kinde'li topal adam" rivayetinin Hz. Peygamber (s.a.v)'e ait bir "merfu hadis" olduğu söylediği doğru değildir. Söz konusu rivayete, Mehdi öncesi vuku bulacak hadiseler meyanında tabii ki Ka'b'ın sözü olarak değinilmiştir, o kadar.

8- Sahabe veya Tabiun'dan birisinin, içtihada açık olmayan bir meselede söylediği söz Usul kitaplarında ve Hadis şerhlerinde "hükmen merfu" olarak nitelendirilir. Efendimiz (s.a.v)'e açıkça izafe edilmediği halde bu söze "merfu" hükmü verilmesi, Efendimiz (s.a.v)'den başkasından alınmış olabileceğini gösteren bir delil veya karine bulunmaması durumuyla sınırlıdır.

Bunun merfu hadis hükmünde olmasının sebebi şudur: İçtihada açık olmayan bir meselede söz söyleyen kişiye o konuda birisinin bilgi vermiş olması gerekir. Sahabî ise ya Hz. Peygamber (s.a.v)'den, ya da bazı kadim kitaplardan bilgi almıştır. Söz konusu sahabî, bu kitaplardan bilgi alan birisi değilse, naklettiği bilgiyi Hz. Peygamber (s.a.v)'den aldığı taayyun eder… (el-Fer'u'l-Esîs, Yusuf Ağa Kitaplığı, Konya, no: 626, 49a-b) Bu kaideyi Tabiun kuşağına uygulayacak olursak şunu söylemek durumundayız: Tabiun'dan birisinin, içtihada açık olmayan bir konuda söylediği bir sözün Efendimiz (s.a.v)'e ait olarak kabul edilebilmesi için, o kişinin, Sahabe veya güvenilir Tabiun dışında bir kaynaktan bilgi alan birisi olmaması gerekir. Hükmen merfu olarak dahi Ka’b’ın sözüne ihtiyatla yaklaşmak gerekir.

Ka'b el-Ahbâr'dan bir tek senedle gelen ve şahid veya mütabii de olmayan "bayraklılar ve topal adam" rivayetinin "mütevatir haber" olduğunu söylemek de doğru değildir. Hatemu’l Evliya iddiasının taraflarınca zikredilen müelliflerin hiç birisi Ka'b el-Ahbâr'ın bu sözünün mütevatir olduğunu da söylememişlerdir. Sadece Ikdu'd-Dürer sahibi Yusuf b. Yahya, Mehdi As. öncesinde vuku bulacak fitne, olay ve delaletleri anlatan haberlerin mütevatir olduğunu söylemiştir ki bundan, Ka'b el-Ahbâr'a ait sözün tevatürünün söylendiği anlamı çıkmaz. Bu ifade, tek bir sözü değil, Mehdi As. öncesi birtakım büyük fitneler, olaylar ve karışıklıklar çıkacağını anlatan rivayetlerin tevatürünü kasdetmektedir.

Bütün bunlar, Ka'b el-Ahbâr'ın senedi arızalı bir sözünü öne çıkarıp sonra da hiç alakası olmadığı halde o sözden Hatemu'l-Evliyalık kotarıldığı hakikatini değiştirmeyen usül tartışmalarıdır. (Tekrar bakınız, yukarıda madde 4) Çünkü, Ka’bın sözünde Hatemu'l-Evliya ile ilgili en küçük bir ima dahi yoktur. Esasen Hatemu'l-Evliya meselesi el-Hakîmu't-Tirmizî'den önce dile getirilmiş bir husus değildir. Konu hakkında eser verenler arasında Ka'b el-Ahbâr'ın sözünün Hatemu'l-Evliya'yı anlattığını, Hatemu'l-Evliya'nın Kinde kabilesine mensup topal birisi olacağını söyleyen kimse de yoktur.

Bu söz Hatemu'l-Evliya'yı anlatsaydı ve onun tayininde belirleyici olsaydı, başta İbn Arabî olmak üzere kendisinin veya başkasının Hatemu'l-Evliya olduğunu söyleyenler bunu mutlak surette dikkate alırdı.

Keza Hatemu'l-Evliya'nın özelliklerini zikredenler arasında, onun ayağının topal olacağını söyleyen birisinin bulunduğu da meçhulümüzdür.

9- Mehdi As. öncesi vuku bulacak olaylara el-Berzencî'nin kurgulaması ile bakılacak olursa Şam'dan çıkacak olan Süfyanî ile, aynı dönemde Batı'dan "topal adam" (A'rac), Arap Yarımadası'ndan "kızıl" (Asheb) ve Mısır'dan "alacalı" (Ebka') çıkacak, aralarında şiddetli savaşlar olacaktır. (Bkz. el-İşâ'a, 92.) Bu anlatıma göre Kindeli topal adam, tıpkı diğerleri ("kızıl" ve "alacalı") gibi, savaşan bir grubun liderinden başka bir şey değildir.

Yine Ka'b'a göre bu topal adam batı tarafından gelecek ve Mısır'ı ele geçirecektir. Yani –ille de itibar edilecekse– Ka'b'ın sözü, batı tarafından gelip Mısır'ı istila edecek muharip bir topluluğu anlatmakta ve başlarında da Kindeli topal bir adam bulunacağını belirtmektedir.





Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatmü’l-Evliya'yı tanıyor muyuz ?
MesajGönderilme zamanı: 19.12.10, 18:12 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 06.07.10, 17:50
Mesajlar: 280
Bir müddet sırra kadem bastın, bakıyorum şimdi yeniden arz-ı endam göstermişsin ! Bir defa o Ebubekir Sifil denilen Hocana selâm söyle, bilmediği ve aklının ermediği konularda görüş beyan etmesin ! Çünkü, müslümanlara bilmediği ve anlamadığı konular hakkında görüş beyan etmek yasaklanmıştır. (Bana inanmıyorsanız bakınız, İsra Sûresi 36. Ayet ) İkincisi, Kabu'l Ahbar adlı Tabiinin en önde gelnelerinden biri için oryantalistler , modernistler ve mezhepsizler gibi "İsrailiyatçı" demek ancak, E.Sifil gibi bir sefile yakışabilirdi, o da kendisine yakışanı yapmıştır. Bu kadar vebâl de bir kişinin çukura yuvarlanması için de yeter de artar bile !. Hadi şimdi kendine bir başka hoca bul da gel karşıma !

Not:
E. Sifil Hocan şayet böyle bir uyduruk yazı yazmasaydı demek ki sen o zaman bir cevap veremyecektin Ruhani !..Bir müddet önce Lübnanlı bir müftü tarafından MÜCEDDİD (!) ilân edilen kendi hocan, bu konuda neden bir şey söyleyemiyor acaba ? Bence sen bir de ona sor ! Hem millet bir bilgisi olup-olmadığını öğrenir, hem de sen, E.Sifil yalnızlığından kurtulmuş olursun... Bekiyoruz.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatmü’l-Evliya'yı tanıyor muyuz ?
MesajGönderilme zamanı: 20.12.10, 10:53 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 06.07.10, 17:50
Mesajlar: 280
Hatetmu'l Evilyâyı tanıtmaya devam ediyoruz.


Ebû Abdullah Muhammed bin Ali el-Hakîm et-Tirmizî -Kuddise Sırruh-

"Hatmü’l-evliyâ" kitabı’nı neşrederek, bin küsür sene önce, beşeriyet âlemini ilk kez velilerin sonuncusu olan zâtın varlığından ve mânevî kemâlâtından haberdar eden; velîlerin "Hakîm"i, Şeyh Ebû Abdullah Muhammed bin Ali et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin, bu zâtla ve üzerinde taşıyacağı mânevî lütuflarla ilgili olarak önceki eserlerinde ortaya koyduğu; günümüze kadar hiç üzerinde durulmamış olan beyan ve ifşaatlarını nakletmeye devâm ediyoruz.

Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri "Nevâdirü’l-Usûl" kitabı’nda Allah-u Teâlâ’nın vahdâniyyet’inde ferdleşen bu zâtın mânevî cihetini kâmil ve mükemmel üslûbu ile beyân ederken; "Yürüyün! Müferridler yarışı kazandılar!" Hadis-i şerif’ini bu husûsa delil olarak göstermiş ve O’nun zikrine bütün benliği ile daldığı bu Hadis-i şerif’te açıkça beyân edilen bu velînin, aklının nûrunun Vech-i kerîm’in nûru karşısında yokolup gideceğini haber vermiştir:

"Bütün benliği ile dalan o kimsedir ki, aklını yitirip kontrolünü kaybeder. Konuşurken kendinden geçmiş gibi, konuşmasında ne dediğini bilmez. Vâhid’in vahdâniyyet’i husûsunda, kalbi eşsiz ve benzersiz olup "Ferd"leşir. Celâl ve Cemâl’den O’nun vahdâniyyet’ine ulaşması mümkünleşir. Bir hudud ve güç yetirebileceği malûm şeylerle sana kâim kılınan aklın (o anki) durumu nedeniyle, Vech-i Kerîm’in nûru onun aklının nûrunu söndürünce; O’nun zikrinde sanki kendini kaybetmiş gibi, kontrolünü yitirmiş gibi olur. Aklı söndüğü zaman, artık onun ameli de yokolur. İşte Allah-u Teâlâ’nın zikrine bütün benliğiyle dalan odur." ("Nevâdirü’l-Usûl fî Ma’rifeti Ehâdisü’r-Resûl", c.1, s.613-614. bas.: Beyrut, 1988)



Hazret, "Kitâbu’r-Riyâze" isimli eserinde; Allah-u Teâlâ’nın bu kulunu nasıl bir himâye ile koruduğunu, ondaki şehvânî hareketleri nasıl yokettiğini ve onda zuhur eden bu aklın "Ulü’l-elbab" dan başka bir şey olmadığını çok açık bir biçimde beyân ederek şöyle buyurmuştur:

"Allah ile düşündüğünü, Allah ile konuştuğunu, Allah ile işittiğini, Allah ile baktığını ve Allah ile yürüdüğünü tasavvur dahî edemediğimiz bir kulun; dünyâ diyârındaki meşgûliyeti, eserleri ve hareketleri acabâ nasıl olur!

O’nunla konuşan dedi ki: Bu nasıl olur?

Buyurdu ki: Allah’ın kendisinde gizlendiği bu kul; O’nun idâre ettiği, koruduğu, gözettiği ve kendi adına hareket ettirdiği bir velîdir. Nitekim O, onun içindeki şehvetleri öldürüp, onu bizzat kendi ortaya koyduğu şeylerin içinde bulundurur. Onu kendi Nûr’u ile açıp, zorlukları kendisine kolaylaştırır. Onda Ulü’l-elbâb’ı meydana getirerek; sebepler, ilâhî himmet ve idrak husûsunda da kendisine istimdat eder. O da konuşurken hikmetle konuşup, tefekkürle açıklar. Bakarken ibretle bakar. Yürürken heybetle yürür. Tutarken kuvvetle tutar. O onun kalbini lüzumsuz düşüncelerden meneder, ilâhî tedbir ile ilgili işlerde de ondan selbeder. İşte bunların hepsi, hakikatıyla Kitap’ta ve haberde mevcuttur." ("Kitâbu’r-Riyâze ve Edebü’n-Nefs", Es’ad Efendi, no.: 1312, 10b-11a yaprağı.)



Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri O’nunla tuttuğunu, O’nunla yürüdüğünü, O’nunla düşündüğünü, O’nunla baktığını ve bu nedenle de önderlik husûsunda ebedî kılındığını "Hatmü’l-evliyâ" başta olmak üzere pek çok kitabında haber verdiği bu velînin, bu lütufla öne geçirilmesinin mâhiyetini ve O’na eriştirilmesinin sebeplerini, Re’y’de bulunan talebelerinden birine yazdığı cevapta şöyle izâh etmektedir:

"Allah seni muvaffak kılsın! Eşyâda O’nunla olmak; dünyâda da, âhirette de yakınlık menzillerine O’nunla ulaşmak... İşte bu nedenle O, ona her devirde ve her hâl üzre sana öncü olmayı vâcip kılar. Şu kadar var ki o, dünyâda O’nun kabzasındadır; O’nunla kalkar, O’nunla oturur, O’nunla mukâbele eder, O’nunla tedbirde bulunur, O’nunla daralır, O’nunla genişler; O’nunla işitir ve görür, O’nunla bilir ve düşünür.

Ahiret’tekine gelince; sana O’nun Resul’ünün hediyesini, müjdesini ve armağanı ile berâberliği verir.

Zirâ onunla ilgili olarak şöyle buyurulmuştur:

‘Ölen kimse Allah’a yaklaştırılanlardan ise; ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm cenneti vardır.’ (Vâkıa: 88-89)

İşte bu kula onun da öncülüğünü buldurur. Kendisini vasfettiğimiz ve kendisine izâfe ettiğimiz şeye hazırlar. Bahsettiğimiz şeye göre de, gelecek her şeyi kendinde hazır bulur." ("Cevâbu Kitâbu mine’r-Re’y", s.184. bas.: Beyrut, 1992.)



Hâtemü’l-evliyâ olan zâtın dünyâda O’nun himâye ve tasarrufu, âhirette de O’nun emniyeti içinde bulunacağını beyân eden Hazret’in yukarıdaki sözlerini; "Nevâdirü’l-Usûl" isimli eserinde mağfiretin derecelerini ve "Heybet" ve "Üns" mertebesi ile "Ferdâniyyet" mertebesi arasındaki farkı beyân ederken, daha açık ifâdelerle ortaya koyduğu görülür.

O’nun bu mertebede, önceki iki mertebeyi de üzerinde toplayacağını beyân eden Hazret, onun kalbindeki şeyi dünyâda iken târif etmenin mümkün olmadığını; Allah’ın "Emîn" i ve "Muhaddes" i olan bu zâtın tüm bu lütuflara rağmen O’ndan son derece korkup çekindiğini ve bu vasıflarıyla onun dünyâda da, âhirette de ilâhî bir delil olacağını ifşâ ederek şöyle buyurmuştur:

"Bil ki, mâğfiret için birtakım dereceler vardır. Resul -sallallahu aleyhi ve sellem-in gerek önceki, gerekse sonraki günahları mağfiret edilmiştir. Ondan sonra onun, bundan hâlî olmayan ameli de iyi amellerle mağfirete uğramıştır."

"Dünyâda iken O’nunla Üns’ten bol hisse alan her kişiyi, buradaki bir örtü kendi günahlarından perdeler. O’nun Allah-u Teâlâ ile ünsiyeti iyice artar. Kalbi O’nun katındaki Cemâl mülkü’nde bulununca, O’nun cemâlinden destek görmesinden ötürü Allah-u Teâlâ ile ünsiyet eder. Onda artık üns ağır basar ve yarın arzulandığı günde de onun Üns’ü ile karşılanır. Kalbi O’nun katındaki Celâl mülkünde bulunan kimseye gelince, onda ise Heybet gâlip gelir ve yarın da O’nun emniyeti ile karşılanır.

Kalbi O’nun katındaki, O’nun melikliğinin Mülk’ünde bulunan kimsenin ise, Cemâl ve Celâl mülkünü aşıp, O’nun vahdâniyyet’ine kadar ulaşması, O’nun ferdâniyyet’inin içinde O’nunla ferdleşmesi dahî mümkünleşir. İşte onlar o gün hafif olarak gelirler.

Onlar işte bu halvet sâyesinde, O’nun katındaki sıfatların ilmi bitip tükenerek, kalpleri Mülk’ün Melîk’inde bulunan; kalplerindeki şey dünyâ gücü ile târif edilemeyen, O’nun yeryüzündeki emînleridir. Onlar yarın da bir dâvetçi tarafından karşılanırlar.

İşte o, O’na kulluk husûsunda Heybet sâhibidir. Zirâ O ona kendi işlerinden olan her işte, büyük bir korku ve dehşetli bir tehlike üzerinde tutarak, âdetâ canını çıkartır gibi farklı bir şekilde muâmele eder. O, aynı zamanda O’na kulluk ve amel etme husûsunda da Üns sâhibidir. Ne var ki, onu kendisine atfetmeye meylettiği vakit, bunu kendisinden gizler. O’nu kendisine yükselterek kendisine muhabbet eder. O, O’nun emniyeti hakkında şaşkınlık sâhibidir. O’nun ilâhî kabzasının içinde bulunduğu için, âdeta itminan bulmuş gibidir. O, O’nu kendi adına kullanır, kendi adına kullanmasıyla da ilâhî işler üzerinde şerefini arttırır.

O dünyâda da bir delildir, âhirette de bir delildir.

O, O’nun genişletmesiyle genişe çıkan bir Emîn’dir. Aynı zamanda o Muhaddes’tir. O Heybet sâhibi ve Üns sâhibi olan ilk iki sınıftan çok daha ulu ve yücedir. Zirâ Üns sâhibi Melik’le ünsiyet ederek genişe çıkar, bu ise bizzat Melik’le genişe çıkar. Melik’le genişe çıkanla, Melik’in Üns’ü ile genişe çıkan elbette ki birbirinden daha farklıdır." ("Nevâdirü’l-Usûl fî Ma’rifeti Ehâdîsü’r-Resûl", c.1, s.656-657)



Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri’nin "Nevâdirü’l-Usûl"deki başka bir ifâdesine göre, o Allah’ın azâmeti karşısında korkup ürperen ve bu korkuyla âdeta kupkuru kesilen, kanı kuruyup çekilen bir kul olduğu için; Rabb’i ile ferdleştiği bu mertebeden uzak kalınca, O’nun haşyet ve heybeti ile, bu mertebeye tekrar dönmek için ağlayıp gözyaşı döker.

Zirâ o her hususta olduğu gibi bu hususta da "Ferd"leşmiş, kimseye nasip olmayan ilâhî bir lütfa erişmiştir:

"Sâbıkların ağlaması haşyet ehlinin, iştiyak duyanların ve hüzünlülerin ağlamasıdır. Onlar Allah-u Teâlâ ile olan ilgilerine göre ağlarlar. O onun Celâl’ine nazar edince ağlar, Cemâl’ine nazar edince güler.

Bu menzilin ötesine geçen kişi bundan çok daha şereflidir. O kalbindeki bu derin okyanusların daha da derinine inebilmek için ağlar. İşte buna sâhip olan kimsenin kalbi O’nun vahdâniyyet’i husûsunda "Ferd"leşmiştir. Onun aşağısında kaldığı zaman, tekrar yükselebilmek için, onu telâfi edinceye kadar onun için ağlar. Kendi asıl mertebesine dönebildiği zaman da, O’nun korkusu nedeniyle âdetâ kanı kuruyup çekilir. Onu yükselten Heybet kendini gösterip, birdenbire kupkuru kesilir. Yükselmesi durunca da tekrar ağlar. Onun durması da, O’nun kulunu kendinden uzak tutmasıdır. İşte bu (uzaklık) onu hem yükseltir, hem de ağlatır." ("Nevâdirü’l-Usûl fî Ma’rifeti Ehâdîsü’r-Resûl", c.2, s.12.)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatmü’l-Evliya'yı tanıyor muyuz ?
MesajGönderilme zamanı: 20.12.10, 12:14 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 07.12.10, 00:24
Mesajlar: 424
Hakîm Tirmizî kaçıncı yüzyılda yazmıştır Hatemü'l Evliya kitabını?


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatmü’l-Evliya'yı tanıyor muyuz ?
MesajGönderilme zamanı: 20.12.10, 13:57 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 06.07.10, 17:50
Mesajlar: 280
hayatiata yazdı:
Hakîm Tirmizî kaçıncı yüzyılda yazmıştır Hatemü'l Evliya kitabını?





Syn. hayatiata,
Böyle bir soruyu hangi maksadfla sorduğunu bilmiyorum. Ama, yine de merakını gidermek için gerekli bilgileri asıyorum. Ancak, bundan sonraki sorularının nedenini de belirtmeni istiyorum.


Tasavvuf kitaplarında “Velilerin Hakîm’i” diye anılan Ebu Abdullah Muhammed bin Ali el-Hakîm et-Tirmizî -kuddise sırruh- Hazretleri, milâdî dokuzuncu asrın başlarında Buhâra’nın güneyinde, Ceyhun nehri kıyısındaki Tirmiz kasabasında dünyaya gelmiş ve Ebû Turab en-Nahşebî, Ahmed bin Hadraveyh, Yahyâ bin Muâz er-Râzî gibi, tasavvufun müstesnâ simâlarının sohbetlerinde yetişmiştir.
“Tezkîretü’l-evliyâ”da kaydedildiğine göre, hikmetteki gâyeye ulaşan ve yaşadığı devirde sözlerini anlayacak tek bir kimse dahi bulunmayan Hazret, özellikle “Hâtemü’l-evliyâ” hakkındaki sözleri nedeniyle, çoğu zaman zâhirî ulemânın hücum ve iftirâlarına uğramıştır.
“İlmü’l-evliyâ’”, “Hatmü’l-evliyâ’”, “Nevâdirü’l-Usûl”, “Kitâbu’r-Riyâze ve Edebü’n-Nefs”, “Kitâbu Akl ve’l-Hevâ” ve “İlelü’ş-Şerî’a” gibi kıymetli eserlerin müellifi olan Hazret, 932 (H.318) yılında Tirmiz’de vefât etmiştir.
“Hatmü’l-evliyâ’” kitabında, eşine rastlanmamış bir ilham ve marifetle; o zamana kadar hiç kimsenin işaret etmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve varlığından hiç kimsenin haberdar olmadığı çok büyük bir zâtın, dünyanın zevâl vakti gelince zuhur edeceğini müjdelemiş; Muhammed Aleyhisselâm peygamberlerin Hâtem’i olduğu gibi, onun da velilerin Hâtem’i olacağını haber vermiştir.



Yukarıdaki bilgilerden anlaşılacağı üzere Hakimet-Tirmizi (k.s.) Hz.leri 10. yüzyılın ilk yarısında yaşamış ve eserlerini de bu hayat sürecinde kaleme almıştır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemü’l-Evliya
MesajGönderilme zamanı: 20.12.10, 15:20 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 01.04.10, 00:05
Mesajlar: 220
Yakuti kardeşim;

Hak Teala (c.c) seni cennetinde yakutlardan,zümrütlerden köşkler sahibi kılsın.

Şunu iyi bil ki fakir de senin zevkinin sahibiyim.Ama yıllar bana her şeyi her yerde söylememem gerektiğini öğretti.

Tasavvuf ehlinin de mertebeleri vardır ve sen gerçekten güzel yazılarınla onlardan çoğunu bunu bir hamlede yutmalarını bekliyorsun.

Azizim bu imkansız.

Tebriklerden ziyade reddiyeler,anlamamazlıklar,hatta hakaretlerle karşılaşırsın.

Şu açtığın Hatmü'l-Evliya meselesi de bunlardan:

Fakir Tirmizi Hz.lerinin suallerini de ve bu sualleri tamm manasıyla cevap vereni de biliyor ve O nun Hatemü'l-Evliya olduğunu kabul ediyorum.Ama herkes bilmek ve kabul etmek zorunda değil.

Lütfen kardeş eğer üzülmek istemiyorsan ehassülhavass mevzuları burada açma.

Ben seni,şevkini ve vecdini çok iyi anlıyorum ama gel gör ki durum böyle.

Bırak bu ilimleri insanlar bulmasın ama bu ilimler insanları bulsun.

Umarım seni bu uyraımda incitmemişimdir.

Allaha emanet ol.

_________________
Ne Dervişlikte, ne Şeyhlikte, ne İmamlıkta iş yok... İş, Allah'ın rızasını kazanabilmekte!.. İş, Allah'ın rızasını kazanabilmekte!.. İş, Allah'a kul olabilmekte!..(MZK)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Hatemü’l-Evliya
MesajGönderilme zamanı: 20.12.10, 16:10 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 06.07.10, 17:50
Mesajlar: 280
Kardeş Gümüşhanevî,

Güzel temenni ve uyarıların için sana teşekürlerimi sunuyorum. Yazdığın hususlarda san ayerden-göğe kadar hak veriyorum. Ve bunları bizde az-çok hissediyoruz.Ama işte, hani bir söz var ya ; "Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil! " diye...Ortalığı kargalar ve saksağanlar işgal etti! Zümrüd-ü Ankalar ve bülbüller yasta!..
Ama, uyarına uyacağım... Aşağı-yukarı 10 sayfa daha vardı bu konunun devamı onları asmayacağım. İlgilenen olursa özelden gönderirim. Tekrardan teşekkür ediyorum.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 13 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye