Ramazan ve teravih
D.Mehmet Doğan
Vakit 2010-08-12
Hafızamdaki ilk Ramazan intibaı teravihle ilgilidir. Kalecik’te, Mayıs ortalarından itibaren herkes bahçelere göçer. Biz de şehre en yakın bahçe semti olan Şehirönü’ndeyiz. Akşam bizim evin alt katında erkekler namaz kılıyor. (Bahçe evlerine “gümele” denir, basit dört duvardan ibaret bir- iki oda ve bazı cepheleri açıktır). Komşu bahçelerin erkek sakinleri toplanmışlar ve burayı mescid yapmışlar; dayım veya babam namaz kıldırıyor. Bu bir teravih namazı, o yüzden uzun sürüyor ve biz çocuklar da her yerde olduğu gibi, namaz kılanları çeşitli maskaralıklarla men etmeye çalışıyoruz!
Hayli küçük (en fazla 3-4 yaşında) olduğumuzdan, müsamaha ile karşılanıyoruz. Benim dedelerim ben doğmadan yıllarca önce ölmüş, o cemaate devam eden beyaz sakallı birine dede diyorum!
Ramazan 33 yılda bir devrediyor. Yine yaz aylarında Ramazan’ı idrak ediyoruz. Çocukluğumuzun Ramazanı’nın üzerinden bir değil, iki 33 sene geçmesi lâzım, çünkü arada bir yaz Ramazanı daha idrak etmişiz. Hatırladığım ilk Ramazan belki de Haziran’a filan rastlıyor. O yüzden, iki otuzüç henüz tamamlanmadı.
İkinci yaz Ramazanı sırasında 1980’in ilk yıllarında, Muhsin Mete ile TRT’ye “Kaybolan şehirler” diye bir belgesel dizi çekmek için araştırma gezisine çıkmışız. Urfa’da Atilla Maraş ve İbrahim Halil Çelik’le buluşuyoruz. Atilla Ziraî Donatım Bölge Müdür Muavini, Çelik her halde Halk Eğitim Müdürü... Urfa’daki iftarda Çelik’in yumurtalı çiğköftesi hatırımızda kalmış. Oradan Nusaybin’e geçiyor ve Kaymakam Atilla Koç’un misafiri oluyoruz. Daha sonra Mardin’e, Hasankeyf’e gidiyoruz. Daha baraj tehdidi altında olmayan Hasankeyf’i dolaşıyor ve hayli ter döküyoruz. Ve nihayet Batman üzerinden Diyarbakır’a geçiyoruz. Türkiye’nin en sıcak bölgesinde bir hafta Ramazan!
Diyarbakır’da unutulmaz bir sahurumuz var! Bütün seyahat boyunca seferilikten yararlanıp oruç tutmamak varken, sebepsiz veya başka sebeplerle oruç tutmayanlarla karıştırılmamak için oruçta ısrar ediyoruz. Diyarbakır Öğretmenevi’nde kalıyoruz. Niyetimiz gece kalkıp, bir yerlerde sahuru halletmek. Fakat sahur vakti kalkınca bakıyoruz ki, binanın bütün kapıları kilitli. Bina da maşallah kale gibi, her tarafı demirli! Sorumlu vatandaş kapıları kilitlemiş, evine gitmiş! Bize su içip ertesi gün oruca devam etmekten başka yol kalmıyor!
Oruç meşakkatli bir ibadet. Fakat Türkiye’de en fazla katılım olan ibadetlerden biri. Hiç namaz kılmayanlar bile oruç tutuyor. Teravih başlı başına bir “fenomen” bu namaz oruçla bağlantılı olarak düşünülüyor ama, ilmihallerimizde yazıldığına göre, orucun değil, vaktin sünnetidir. Peygamber efendimiz, en muteber ilmihallerimizden Nimeti’l-İslâm’da yazıldığına göre, “Yüce Allah size ramazan orucunu farz kıldı, ben de teravih namazını sünnet kıldım” buyurmuş.
Ulemeya bakarsanız, teravih nafile bir namaz. Sünnet olduğundan şüphe yok, fakat milletin birçok farzı ihmal edip, bu meşakkatli sünneti ifa etmesi ilgi çekici. Teravih namazları neredeyse haftada bir kılınan cuma namazları kadar cemaat topluyor. Bir farkı, teravihe hanımların da davam etmesi. Teravihin 20 rekat ve cemaatle kılınmasının Hz. Ömer’in uygulaması olduğu biliniyor.
Bizim dini hayatın seçiciliği, teravihi çok rağbet edilen namazlar arasına sokmuş. Cemaatle kılınması ayrı bir güzellik. Millet böylece ramazan akşamında camide cem oluyor. Bazı radikallerimiz de buna sevineceğine dedikodu üretiyor.
İftardan sonra teravihin sağladığı rahatlık inkâr edilebilir mi?
|