Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Hac Kalbin Devamlı Secdesidir
MesajGönderilme zamanı: 31.12.08, 19:09 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Hac Kalbin Devamlı Secdesidir



Haccın hazinesi; hakiki benliğimize yeniden sahip olma, dünya hayatında kaybettiğimiz insanlığımızı yeniden elde etme, dünyanın kirleriyle kirlenmemiş, lekesiz, saf nefesimize yeniden sahip olma, hayat suyunu yeniden bulma, İlahi şuurun ihtişa.ına yeniden ulaşma, göğüslerimizin genişliğini yeniden bulma, insan olarak yaratılmış olmanın değerini, şerefini ve yüksekliğini yeniden elde etme ihtimali içerisinde yatar. İnsan kendi iç huzurunu elde ettiğinde, tüm insanlıkla huzur ve barış içerisinde olacaktır ve daha sonra tekrar tabiatla ve kainatla bütünleşecektir. Haccın kazancı, mükafatı, çabası, amacı 'tevhid'dir.

Hac insanın şah damarı işidir. Böylece, Hac, bir insanın varlığının sonuna gelmesini, hayatının sona ermesini, hayatının sonunu yaşamasını, kabirdeki haleti yaşamasını, Haşir gününü tecrübe etmesini ifade eder. Sona gelmek demek kalbe ulaşmak, hacıların vazifesinin özüne ulaşmak demektir. Ancak o zaman kalplerimizde cennet bahçelerini görebileceğiz. Bu demektir ki hakikatin peşine düşmeliyiz. Hakikate ulaşmak kolay değildir. Hakikat karşılıksız verilmez. Allah-u Teâlâ'ya sadece dudaklarımızla dua ederek sığınamayız. Kendimizi bütün alçak düşüncelerden sıyırıp tüm varlığımızla vermemiz gerekmektedir. Kalbimiz secdede, gözlerimiz yaşlı, dil acizlikten bağlanmış bir şekilde Cenab-ı Allahın Azameti ve Haşmeti önünde durmalıyız. İbrahim (a.s.)'ın ateşine, İsmail (a.s.)'ın bıçağına doğru yürümeliyiz, yani, ateşin sıcaklığını ve bıçağı boğazımızda hissedeceğimiz kadar yanaşmalıyız. Sona gidersek bıçak kesmez, ateş yakmaz; mükâfat olarak da zemzem ve gül bahçeleri verilir. Ebedi hayat ve yeniden doğmanın muhteşem memnuniyeti verilir.

Ölmeden önce ahireti nasıl görebiliriz? Hac vazifesini yerine getirerek! Her kim 'Ölmeden önce ölünüz' sırrını anlarsa, İsrafil (a.s.) ikinci kez sura üflemeden önce Haşir gününü görebilir. Manevi fakirliğin sırrını anlayıp kabul etmeden ve yaşamadan, hakiki haccı yerine getiremeyiz ve böylece de Haşir gününü göremeyiz.

Hac, kalbin devamlı secdesidir, ruhun daimi miracıdır, daimi eve dönmektir, Haşir Gününün devamlı yapılan provasıdır, 'mahşeri kalabalığın' yaşanması anla.ına gelir. Kur'an-ı Kerim'de bildirilmiştir ki: 'O gün kişi kardeşi, ana ve babasından... kaçar'. Hac, kendini hesaba çekilmeden önce hesaba çektiği, Huzur-u İlahiye götürülmeden önce kendisiyle yüzleştiği, ölmeden önce öldüğü, bir prova şeklinde yaşanırsa kişi nihai Günü hakikatiyle yaşar. Ve inşallah, kişi kendi nefsinden kaçmak zorunda kalmaz.

Bu dünya hayatında, her şeyi terk edip kaçmalıyız. Kur'an-ı Kerim'de buyrulur ki: 'Allaha kaçalım' 'Allaha koşalım'. Hac, dünyanın aldatmacalarından Allaha iltica etmenin, Ona koşmanın, Ona firar etmenin fiziksel olarak ifade ediliş şeklidir. Hacı, aslında günlük hayatın cazibe darlığından kaçar. Başka deyişle, Hacca gitmek, insanın kendisini dört duvar arasına indirgenmiş hayatından kurtarması ve ilahi ayetlerin hikmetini yaşamak için kendisini varlık çölüne atması ve Kur'an-ı Kerim'den çıkardığı dersleri manevi yolculuğunun bir parçası yapması anla.ına gelmektedir. Hac, Kur'an ayetlerini okumak değil, hakikatini yaşamaktır. Hac Kur'an-ı Kerimin kelimelerle ifade ettiği mesajı hareketlerle ifade etmek demektir. Hacılar ilahi mesajların kokusunu yakalayabilmek için hakikat-ı dinde eriyip kaybolmalıdırlar ve mana okyanusunun en derin tabakalarına geçebilmelidirler. Başka bir ifadeyle, hacılar Kuran-ı Kerimin ayetleri uğrunda kendilerini feda etmelidirler. Bu kurban edilecek şey bir hayvan değildir; feda edilmesi gereken, nefisperestlik, malayani meşguliyetler, kötü alışkanlıklar, şehevi arzulardır. Böylece, Kuranın ruhu kalbimizi fethedecektir ve ihram, fakr ve yokluk içerisinde ezilmiş olan hacıların bütün varlıklarını mahviyet ve hiçlik nuruyla aydınlatacaktır. Bu demektir ki İlahi mesajların hakikati ne zaman varlığımızın derinliklerine siner ve orada hayat bulursa, ancak o zaman Kur'an'a hizmet edebilir, Kur'anın bir hizmetkârı olabilir, Kur'anın manalarını anlayabilir ve Kur'an-ı Kerimin hakikatini yaşayabiliriz. O zaman hakikatte yeniden haşrediliriz, yeniden doğarız. Hakiki hacı şerefine nail oluruz.

Haccın hikmeti, din ilminin nur olduğudur. İslam, Allah-u Teâlâ'nın ilahi ayetlerinin kapsayıcı ve birleştirici hikmetini ders veren en yüce düşünce okuludur. Ne salt bilim, ne felsefe ne de kuru bilgidir. Hakiki ilim Allahın nuruyla beslenir, insanın en gizli derinliklerinden gelir, ruhun nurudur, kalbin gören gözüdür, ilahi ilhamın ışığıdır. Bu ilim, Allaha doğru giden yol olan 'sırat-ı mustakim' ilmidir, hidayet ilmidir. Bu, kalbi ve ruhu saflaştırmanın yoludur. Bu yol, fedakârlık yoludur. Bu, okuma yazma bilmeyen Resul-u Ekrem Efendimizin (s.a.v.) yoludur. Böyle bir ilme sahip kişi ilmiyle mütevazileşir. Bu nurlanma hacca giden bütün müminler için geçerlidir çünkü bir hacı Allah'a giden hakikat yolunda sefere çıkan bir savaşçı gibidir. Bu nur, Halik-i Azim tarafından hac ibadetinin yapılması esnasında verilir. Bu nur bütün görkemiyle Arafat meydanındaki beyaz hacı kitlesinden yansıyarak parıldar. Bu nur, imanın nurudur! Bu marifet nuruna hiçbir kitap, hiç bir araştırma veya hiçbir dersle ulaşılmaz, bu hikmete nefsimizle mücadele ederek, büyük cihad meydanlarında ulaşılır. Bu, yaşanmış ilimdir. Bu Haccın özü ve amacıdır. Tevhid nurunun dolması için, içimizdeki karanlık güçlerden kendimizi temizlemek anla.ına gelir. Kur'an-ı Kerimde buyrulur ki: 'Bizim için cihad edenlere gelince, kuşkusuz biz onlara yollarımızı gösteririz'. Beşeri özümüzü nurlandırmak ve nefislerimizi temizlemek için kalplerimizi istila etmiş ve orada yerleşmiş olan şeytani güçlerden, ilahlardan, putlardan, kibirden kendimizi arındırmamız gerekiyor.

Cihad, tevhid için Allah'a şirk koşulan unsurlarla savaşma demektir. Hukuku elde etmek için anarşi ile savaşmaktır. Adalet kazanmak için zülme karşı savaşmaktır. Özgürlüğü kazanmak için esarete karşı savaşmaktır. Tasavvufa ulaşmak için felsefe ile savaşmaktır. Terakkiye erişmek için zevklere karşı savaşmaktır. Medeniyete varmak için vahşilikle savaşmaktır. Gelişmeye ve değişmeye muvaffak olabilmek için dejenerasyona karşı savaşmaktır. Doğruluğu elde edebilmek için dalalete karşı savaşmaktır. Maneviyatçılığı kazanmak için maddiyatçılığa karşı savaşmaktır. Bütün bu kutsal çabalar, hacıların hak ile batıl, tevhid ile şirk arasındaki cihatlarından anlaşılmaktadır. Şirkin zıddı tevhiddir. Şirkin tersi duadır. Şirkin tersi hacdır. Allaha ortak koşmanın zıddı Allaha olan ihtiyaç ve bağlılığını itiraf etmektir.

Bu yüzden işimiz ve şifamız, tam ihtiyaç ve arzu içerisinde şirke düşmekten kendimizi korumak için âlemlerin Rabbine hiç durmadan dua etmektir. Hatem-ül enbiya Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ile hak din galip geldi, tevhid ve şirk arasındaki mücadele aşikar bir hale geldi ve muhteşem yol olan sırat-ı mustakim tesis edildi. Allahın bizleri hak yolunda mücadele etmeye çağırması haccın hazinesidir.

Hac tamamlandığında hacılar yeni doğmuş gibi olurlar ve hakikat içinde yeniden diriltilirler. Evlerine yeni doğmuş bir bebek gibi günahsız dönerler.

Allahın Kurbiyet diyarları batıni haccın yuvasıdır. Orada insan asıl vatanına döner. Orada insan mutlak rıza ve memnuniyet içerisindedir. Orası kalbin Kâbe'sidir. Sırlı özünün Kâbe'sini görmek ve kalpteki Kâbe'yi tavaf etmek bir müminin, bilerek ya da bilmeyerek, samimi bir arzusudur. Bu, bütün kulluk vazifelerimizin gizli özüdür. Bu deveran sonsuzdur, hiçbir zaman bitmez, sonu başlangıcıdır. Bu, haccın hikmetidir. Hac süresince yaşananlarda sevenler Sevilenle, arzu edenler arzu Edilenle, ibadet edenler İbadet Edilenle buluştuklarından dolayı, bu kutsal vazifenin gerçekleştirilmesi ile dâhili ve harici bütün hakikatler birleşmektedir. Mekke'de bulunan Allahın Evinde fiziki Kâbe, müminin kalpte bulunan Kâbe ile birleşir. Medine'de bulunan Mescid-i Nebevide fiziki cennet bahçesi kalpteki manevi cennet bahçesi ile buluşur. Ve böylece müminin kalbinin özü Kâbe ile karşı karşıya gelir ve Medine'de aşk- i Muhammedi ile atan kalp hayattaki sevgilisine kavuşur.

İhrama girmek ise haccın en başlangıcını ve özünü sembolize eder. İnsan dünyaya ait ne varsa hepsinden feragat etmeli, onları terk ve reddetmelidir. İki parça örtüden ibaret olan ihram hacının kimliğini sembolize eder. Bu, hiçlik ve kabir haletini sembolize eden, bütün dünyevi kimliklerden sıyrılmak anla.ına gelir. Hac, makam, sosyal statü farklılıklarını siler atar, hacı da ailesini, çocuklarını, arkadaşlarını, işini, vatanını, sahip olduğu mal ve mülkünü terk eder. Hacda verilen evrensel mesaj, bütün insanların Allahın önünde eşit olduğu, aynı değer ve öneme sahip olduklarıdır. Ayrıcalıkları olan ile olmayan, zengin ile fakir, padişahla dilenci, güçlü ile zayıf eşit duruma getirilirler.

İhram evliya elbisesidir. Allahın kudsi sıfatlarının nurudur.

İhramın dikişi, rengi, deseni, süsü yoktur, sade, beyaz ve basittir.

Hacılar zillet, fakirlik ve ihtiyaç içerisindedirler ve kendilerini sonsuz mahviyet ve samimi itaat içerisinde Rahmanın huzuruna sunarlar. İhram hacıların 'ölmeden önce ölünüz' hakikatini pratiğe döktükleri hiçlik elbisesini giymek anlamında, kişiliğinin tamamen içselleştirilmesi anla.ına gelir, yani, kişi fıtri olarak ölmeden önce hakiki ölümü yaşamak zorundadır. Hacıların dış görünüşü tamamen sadeleştirilmelidir; iç dünyasının güzelleştirilmesi için. Beden ölür ruh bütün haşmetiyle parıldar, mübarek sıfatların nurunun, ahlak mücavherinin sonsuz güzelliğinin yayılabilmesi için. Hacılardan beklenen hikmet fakr-ı mutlak ve çıplaklıkla, aczini, zaafını ve kusurlarını idrak ederek kendisini Allah-u Teâlâ'nın İlahi Huzuruna sunmaktır. İnsan aczini, fakrını ve çaresizliğini anlamadan, nasıl olur da görünmeyen ihtiyaç gözleri açılır? İnsan, memleketinden kovulmuş bir mülteci, bir muhacir halini hissetmeden, bu dünya hayatında kendisini terk edilmiş hissetmeden bir yetim, nasıl Vahid ve Ehad'i bulabilir, nasıl Cenab-ı Allahın Kudretini ve Azametini anlayabilir? İnsan varlık çölünde utanç duymadan, yüzü kızarmadan, çekinmeden, nasıl olur da hakiki insanlığı bulabilir?

Hz. İbrahim (a.s.) bize teslimiyetin bir muhabbet işi olduğunu göstermiştir. Kalıcı, batmayan, solmayan, Baki, Hayy, Kayyum olan bir Zata âşık oldu. İlmin ebedi nurlarına âşık oldu. İbrahim Peygamber (a.s.) yok olup giden şeylere kalbini bağlamadı. Yıldızlara baktı, aya baktı, gün doğar doğmaz hepsi kayboluyorlar ve bunun üzerine dedi ki: 'Ben batan şeyleri sevmem.' Böylece Peygamberlerin atası Hz. İbrahim (a.s.), arkasından gelenlere Âlemlerin Rabbi olan Allahın İradesine kayıtsız şartsız teslimiyeti gösterdi. Onun teslimiyeti sevgisinden, sevgisi de ilimden doğmuştur.

İslam dini en yüksek düşünce okuludur. Allahın İradesine teslimiyet en yüksek akıl biçimidir. Bu nedenledir ki kendisi tevhidin mimarı, tevhid-i İlahiye ilminin kurucusu olmuştur. O bize tevhidin hiç sonu gelmeyen kulluk olduğunu ve her nefeste O’na muhabbetini sunmak olduğunu göstermiştir. Allahın muhabbet dinini kurmuştur! Muhabbetten kaynaklanan teslimiyet öyle bir nurdur ki padişahları köle, zirvedekileri hizmetkâr, zengin eliti sıradan insanlar yapar. Hazreti Rumi şöyle açıklar: 'Muhabbet nedir diye sorarlarsa, de ki: iradenden vazgeçmektir. Eğer iradeni geride bırakmazsan, tamamen iradesiz kalacaksın. Daha ne kadar hiçbir şeyin ona sadık kalmadığı cansız bir sevgiliyi kucaklayacaksın? Baharda açanlar sonbaharda solar fakat Aşkın gül bahçesi her zaman tazedir.' İşte bu İbrahim (a.s.)'ın aradığı sonsuz bahardır! Hac, ilmin muhabbete dönüştüğü yer değil midir?

Mükâfat ve kazanç açısından değil, yaptığı hizmet açısından gelmiş geçmiş en büyük kadınlardan birisi de Hazreti Hacer'dir. Allah kadını en mükemmel surette yaratmıştır. Aciz ve zayıf hilkatlidirler, fakat en büyük çabayı, imanı, mücadeleyi ve savaşı gösterirler. Zayıftırlar, acizdirler fakat cesaret, sebat, irade gücü ve çalışkanlık sergilerler. Anlayışlı, zeki, dürüst, cesaretlidirler ve aynı zamanda şefkatli, merhametli, h..as, nazik, kibar ve sevgi doludurlar. Bu en değerli özelliklerin bir arada bulunması kadını en yüksek mertebeye çıkarır. Hadis-i şerifte denildiği gibi: 'Cennet anaların ayakları altındadır.' Bu makama savaş meydanlarında savaşarak değil, iman, ihlas ve muhabbet ile erişmişlerdir. Hazreti Hacer'in katkıları olmasaydı, Haccın vazifesi tamamlanamayacaktı. Bir anne, siyahi bir kadın, siyahi bir kadın köle olarak çölde yalnız başına bırakılmış. Şu hikmete bakın! Hayat ile ölüm arasında bırakılmış. İsmail (a.s.)'dan başka hiçbir şeysiz ve hiç kimsesiz, elleri boş, terk edilmiş, kendisinin ve bebeğinin hayatını devam ettirebilmek için suya muhtaç bir halde, çöldeki muhabbet savaşına tek başına atıldı. Kendisi bir 'hiçlik' fakat yüksek bir niyet ve iradenin, sarsılmaz sebatın, kararlılığın, gayretin, mücadelenin, sabrın sahibiydi. Bütün gücünü kullanarak, kararlı bir şekilde amacına ulaşmak için arayış içerisindeydi, başka bir ifadeyle, aşk ateşi içerisinde hayat suyu aramaktaydı. Elleri boştu ama kaderi bu ellerdeydi, hiçbir şeyi ve hiç kimsesi yoktu ama kalbinde iman ve muhabbet vardı. Oğlu İsmail ile birlikte çölde yalnız, susuz, zelil bir halde bırakılmıştı ama o sevgisini, şefkatini, aklını, imanını, itaatini ve muhabbetini kullandı. Onun bu büyük mücadelesi, hacda 'Sa'y' olarak temsil edilmektedir. Onun kararlı mücadelesinin mükafatı da mübarek 'Zem Zem' suyudur. Bu, bizim kahraman Hacerimiz! Bundan dolayı biz de onun rolünü üstlenmeliyiz, İbrahim ve İsmail a.s.'ın rolünü oynamalıyız. Onların savaştığı yerde savaşmalı, ibadet ettiği yerde ibadet etmeli, dua ettikleri yerde dua etmeliyiz. Hacdan dönerken hacılar yanlarında Hz. Hacerin zemzem suyunu, İbrahim'in güven ve hürriyetini, İsmail'in teslimiyet güzelliğini alırlar. Bizler birer mimar olmalıyız ve Kabe'nin temelini atmalı, kalbin putlarını yıkmalı ve haram bölgemizi inşa etmeliyiz, çağımızı haram zamanı yapmalı ve zamanımızın kahramanı olmalıyız ve dünyayı bir kabristana çevirip tevhid evini kurmalıyız.

Hepimiz, tekliğin ve birliğin temsilcileri olan Hz. Âdem'in torunları, Habilin çocuklarıyız. Tevhid dinine inananlar tek bir aile, tek bir topluluk, tek bir vücutturlar. Eğer tevhid dinine inanıyorsak, Allaha hac gitmek borcumuz vardır. Onun yolunda hakikat için cihadını etme borcumuz vardır. Hakikat yolunda canlarını feda eden şehitlerin ayaklarının izlerini takip etme borcumuz vardır. Gündüz ve gecelerce can dayanılmaz, acımasız işkencelere maruz kalıp ve 'Ehad, Ehad' hiç vazgeçmeyen Hz. Bilal'e arkadaş olma borcumuz vardır. Bizler tevhid dininin taşıyıcılarıyız, Allaha ölümden korkmama borcumuz var, kulluğun gerekliliklerini yerine getirerek Hak yolunda yürüme borcumuz vardır. Takva, ihlâs, doğruluk sıfatlarını kazanma borcumuz var. Habilin akan kanından ötürü, onun bize gösterdiği sevgiye dostluğumuzu karşılık verme borcumuz var. İslam dini için canlarını feda etmiş bütün şehitler muhteşem nurani misalleriyle zihinlerimizin karanlığını aydınlatırlar. Bizim görmemiz, uyanmamız, anlamamız ve Kur'an-ı Hâkimin hikmetinden hidayet nuru almamız için hayatlarını vermişlerdir.
Rabia Christine Brodbeck


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye