Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: "Esbâbu'n-Nüzûl"
MesajGönderilme zamanı: 03.01.09, 18:02 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
ESBAB-I NÜZUL


Sunuş


Allah’a şükürler olsun bu gün, müslümanlar arasında seviyeli, ümit verici gelişmeler olmaktadır. Fırtınalar durulmakta, ifrat ve tef­rit kutuplarından yükselen sesler yerini, itidal olgunluğuna bırakmaktadır. Bunun çok sevindirici, sevindirici olduğu kadar da ümitverici olduğuna inanıyoruz...

Bu gelişmelerden en büyük pay, 'Dini Allah’a 'Tahsisetme' Allah 'ın olan dini, asli kaynaklarından öğrenme, onu muhtevasıyla kavramaya yönelik, çabalarınındır şüphesiz.

Asli kaynaklara dönüş, asli kaynaklarımız olan, Kur'an ve Sünnet 'in nasıl anlaşılması, nasıl kavranması gerektiği meselesini de gündeme getirmektedir. Bu konu önemlidir. Önemlidir çünki; her müslüman Kur'an ve Sünnet'ten beslendiğini söylemekle birlikte, hayatı, olayları farklı yorumlamakta, farklı tavıralışlar gosterebilmektedir. Bunun sebebi nedir? üzerinde durulmalı, çareler aranmalıdır.

Îslam bir bütündür, Bütünüyle kavranmak ve tatbik. edilmek zorundadır. Bütünüyle ve espirisiyle kavranamadığı takdirde, müslümanın zihninde değerler sıralaması yanlış oluşmakta, Bu da çoğu kez, asıl olanın teferruat, teferruatın da asıl kabul edilmesine yol açmaktadır.

Sizlere sunduğumuz bu eserle, Kur’an’ın daha iyi anlaşılıp kavranması açısından bir boşluğu doldurabileceğimizi ümit ettik.

Gayret bizden, muvaffakiyet Allah'tandır.[1]



Giriş


İnsan fıtratının tasvib ettiği inanç sistemini emrederken, kulu Rabbine ulaştıran ibadet şeklini teşvik ederken, din ve dünya işlerini ahenkli bir şekilde düzenleyen ve böylece insanı hem ahirette hem de bu dünyada mutlu kılan, bir düzene yöneltirken veya insanları birbirlerine kardeşlik ve muhabbet bağları ile bağlayan ve bu suretle onları şeref ve azametin zirvesine yükselten ahlâk kaidelerine yönlendirirken olduğu gibi, Kur'ân-ı Kerim'in her ayeti, daima bir hikmete mebnî olarak inmiştir.

Kur'ân-ı Kerim'de bazı olayların hemen akabinde, nazil olmuş olan âyetler vardır. Bu olayların vuku bulması âyetlerin inmesini gerekli kılmıştır. İşte âyetlerin inmesine yolaçan bu olaylara tefsir ilminde "Esbâbu'n-Nüzûl" adı verilir.

Nüzul sebebi; Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında vuku bulan Allah hükmünü açıklayıcı bir veya daha çok ayetin inmesine sebep olan bir olaydan, yahut da, hazır bulunanlardan biri tara­fından Hz. Peygamber (s.a.v.)'e yöneltilen bir sorudan ibarettir ki, işte bu soruya cevap teşkil etmek üzere bir ya da daha çok âyet nazil olmuştur.

Kur'ân-ı Kerim'de her âyetin, nüzulünü gerekli kılan bir sebeb mevcut değildir. Nüzul sebebi olan âyetler olduğu gibi olmayanlar da vardır. İşte bu sebebledir ki, âlimler, Kur'ân-ı Kerim'i bu yönden iki kısma ayırmışlardır. Birincisi, doğrudan herhangi bir sebeble bağlı olmaksızın nazil olan âyetler ki, ayetlerin büyük bir kısmı böyledir. İkinci ise, belli bir sebebe bağlı olarak nazil olan âyetlerdir.

Olay, ancak Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinde vuku bulmuşsa âyetler için bir nüzul sebebi olarak kabul edilir. Önceki pey­gamberler zamanında meydana gelen ve bize Allah tarafından Kur'ân-ı Kerim'de anlatılan, eski ümmetlerin peygamberlerini yalanlamaları ve bu yüzden ilahi azaba duçar olmaları ile ilgili olaylara gelince, bu olaylar ayetlerin nüzûlu için bir sebeb kabul edilmezler. Aynı şekilde, Kıyamet gününe ait durumlar ve o gün insanların karşılaşacakları nimet ve azab gibi Allah'ın bize Kur’an-ı Kerim'de haber verdiği istikbâle dair olaylar da nüzul sebeblerinden sayılmazlar.

Nüzul sebeblerini bilmek için takib edilecek yegâne yol, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in sözlerini işitmiş, ayetlerin inişine şahit olmuş ve dolayısıyla onlann hangi şartlarda ve niçin indiğini bilmiş olan sahabeden yapılacak sahih nakilden ibarettir,

İmam el-Vahidi bu konuya işaret ederek şöyle der:

"Kur'ân ayetlerinin nüzul sebebleri hakkında söz söylemek, ancak, Kur'ân'ın inişine şahit olan, sebeblere vakıf bulunan ve bu sebebleri bilmek için gayret gösterip araştırmada bulunan kimse­lerden rivayet etmek ve duymak suretiyle caiz olur."

Din, bu ilimde, bilmeden konuşupta hataya düşen kimseyi cehennem ateşiyle tehdid etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Kim bilmeden Kur'an hakkında yalan söylerse, cehennemdeki yerini hazırlasın"[2] İmam ez-Zerkeşî ise bu konuda şunları söyler:

"Nüzul Sebebi sahabenin bilebileceği bir şeydir. Çünkü onlar, ayetlerin inmesine yolaçan durum ve olayları kuşatan karinelere (sebeblere) vakıf bulunmaktadırlar." [3]

Kur'an-ı Kerim, beşerî ve toplumsal çözümler, itikadi manzumeler önererek gelmiş olan, zamanın gerektiği hükümleri ve çıkış yollarını gösteren, insanlığın ebedî el kitabıdır. Hiçbir inanç ve akide ayırımı, toplumsal tabakalaşma olgusu ve fizikî herhangi bir farklılık gözetmeksizin "her durumdaki insan"a yönelik bir çağrıdır. Zamansal bakımdan son vahiy ve gerçekler bütününün ifadelendirilmiş olması yanında, lafızlarının kapsadığı mutlak değerler bakımından da bütün zamanları hedeflemektedir.. Sadece bir söz değil, tam ve gerçek bir söz; Rabbani ve ilâhî bir kelâm olarak, geçmişten (nüzul çağı) bugüne ve geleceğe akıp gitmektedir.

Kur'an-insan ilişkisinden söz edildiğinde ise, tarihin, onun olgu ve tezahürlerinin dışına çıkılamayacağı bedihîdir. Zamansızlık kesitinden insan içine inmekle zaten, Kur'an zamansal ve mekânsal bir boyut kazanmıştır. Bir anlamda, Hasan Hanefî'nin dediği gibi; "gerçekleşmekte ve vakıaya dönüşmekte olan bir vahiy, Ona kendi özünde taşıdığı bu toplumun yapısına dönüşmek, onun eti-kemiği ve iliği olmak, perspektifinin dışında, imânı herhangi bir fonksiyon taşımayan başkabir açıdan yaklaşmak, işte bu nedenle an­lamsız olacaktır... Kur'an'ın bizden beklediği "okuma" yani anlama süreci de, bu doğrul­tuda olmalıdır."

Sebeb-i Nüzul, Ulumu'l-Kur'an içinde, yukarıda zikrettiğim temel amaçları ger­çekleştirme yolunda, en diri ve daima güncelleşebilen bir inceleme alanıdır. Öyle ki, kendisini insanlık hadiseleri ve anlayışları önüne serivermiş olan lafzı, vakıaya ve dini özüne uygun anlamada; bir bakıma, Kur'an'ın fonksiyonelleşip uygulanan ve benimsenen bir değere dönüşmesinde, geleneksel Kur'an ilimleri yanında, Tarih Felsefesi ile Hermeneutic disiplinlerinin de kendisinden vazgeçemeyeceği bir konudur. Nitekim son zamanlarda kimi çalışmalar[4] bu noktayı vurgulamaktadır. O halde sebeb-i nüzul külliyatına ait olan her eser, sırf tarihi bir değer değil, aynı zamanda Kur'anî dinamizmi kendine taşıyan, daimî bir kıymet olarak ele alınmalıdır.[5]

Şeyh, İmam Ebu'l-Hasan Ali b. Ahmed el-Vahidî en-Neysaburî -Allah ona rah­met eylesin- dedi ki; "Hamd, kerem sahibi çok çok hibe eden, düşman grupları hezi­mete uğratan, her türlü esbab ve rızık kapılarını ardına kadar açan, bulutlan oluşturan, iri taneli yağmurları yağdıran, yüksek dağları dikip sabitleştiren, sebepleri çeşitli olan hadiseler hakkında kitap indiren Allah'a mahsustur.

O Kitab'ı parça parça, vakit be vakit indirdi. Hükümler ve ilimler halinde emanet etti. Gücü kudreti üstün olan Allah buyurdu ki; "Biz Onu bir Kur'an olmak üzere (âyet âyet) ayırdık ki, insanlara karşı dura dura ağır ağır, tane tane okuyasın. Biz Onu tedricen indirdik." (İsra, 17/106)

Şeyh Ebû Bekr Ahmed b. Muhammed el-Isfahanî, Abdullah b. Muhammed b. Hayyan'dan, o da Ebû Yahya er-Razi'den, o da Sehl b. Osman el-Askerî'den, o da Yezid b. , Zerî'den, o da Ebû Reca'dan şöyle dediğini bize haber verdi: "Hasan'ın, Allah Teala'nın; (İsra, 17/106) âyeti hakkında şunları söylediğini işittim: "Bize anlatıldığına göre, Kur'an'dan ilk inen âyetlerle son inen âyet arasındaki müddet on sekiz sene sürmüştür. Peygamber'e hicret etmeden önce Mekke'de sekiz, Medine'de on sene nazil olundu.

Ahmed, Abdullah'tan, o da Ebû Yahya er-Razi'den, o da Sehl'den, o da Yahya b. Bükeyr'den, o Hüşeym'den, o Davud'dan, o da Şa'bi'den şöyle dediğini bize haber verdi: "Allah, kitabını fırka fırka ayırıp indirmiştir. Böylece onun başlangıcı ile sonu arası yirmi veya yirmi küsur sene olmuştur."

Allah, büyük bir Kur'an, hikmetli bir öğüt, insanlığın kurtuluşu için uzatılmış bir ip, yaratanla yaratılan arasında bir sözleşme, umûmî bir gölge, dosdoğru bir yol olarak onu indirmiştir. O'nda üstün gelen mucizeler, apaçık ibretler, doğru ve mantıkî deliller vardır. Allah O'nunla bâtıl ehlinin hüccetlerini hükümsüz bırakmış, O'nunla hilekarların hilesini geri çevirmiş ve O'nunla müslümanlığı ve dini kuvvetlendirmiştir. Böylece Rasulullah'ın ışıklı yolu genişledi, kandilinin ışığı karanlığı deldi, bereketi her yeri kapladı. Hikmeti peygamberliğin sonuna ulaştı, O küfür engellerini yarıp açıkça yol gösterendir. Ümmet için hidâyetçidir. Kapalılığı açan, hikmetle konuşandır, rahmetle gönderilmiştir. Hakkın bayraklarını yüceltmiş, doğruluk nişanelerini ihya etmiş, yalanın beynini parçalayıp, izlerini silmiş, şirki kahredip, alametini yıkmıştır. Dini yayıp yerleştirinceye kadar apaçık hüccetleriyle müşriklerin asılsız iddialarına meydan okumağa devam etmiş ve küfür yobazlarının şüphelerini boşa çıkarmıştır. Allah O'na ve O'nun hidâyete erdirip temizlediği, sohbetiyle mümtaz kıldığı âl ve ashabına sonu gelmeyen bir rahmet ve esenliğe erdirsin.

Asıl konumuza gelelim. Şüphesiz Kur'an ilimleri çok ve o ilimlerin nevileri bir hayli kabarıktır sözü o ilimleri ifadeye yetse bile yine de söz noksan kalır. Allah'a hamd ol­sun. Benim elime bu ilimlerin ekserisini içine alan birçok mecmualar geçti. O mecmu­alarda, Kur'an ilimlerine vâkıf olmak isteyen kimseler için yeteri derecede malumat vardır. Onları mütalaa eden kişiler, tasnif edilen diğer kitapların malumatından müstağni olurlar. Zira bu ilimler, gerçekleşme cihetinden diğerlerinin büyük bir çoğunluğunun malumatını hâvidir. Düşünüp inceden inceye muhasebe yapan kimsenin ilmi borcunu geniş geniş tam ödemektedir.

Şu var ki bugün Kur'an ilimlerinden yüz çevirenler, o ilimler hakkında yalancı du­ruma düşmüşlerdir. O'nu kınayacak güçleri de yoktur. Binaenaleyh bu durum, içerisinde inzal buyurulan âyet-i kerimelerin indirilme sebeplerini açıklamaya ve bu ilimleri öğren­meye başlayanlara düzgün bir ifadeyle nakletmeye bizi sevketti. Zira üzerinde düşünül­mesi gereken ve dikkatin üzerinde yoğunlaştırılması lazım gelen en önemli şey budur. Çünkü bir âyetin iniş sebebini bilmeden ve âyetin bahsettiği konuya vukûfıyyet kesbetmeden o âyetin maksadını ve tefsirini bilmek mümkün değildir.

Kur'an'ın peyderpey indirilmesine şahid olan, iniş sebeplerine vâkıf olan, nüzul sebeplerinin ilmini araştıran ve onu taleb etmede çok uğraşan kimselerden rivayet edip işitme olmaksızın, Kitab'ın iniş sebepleri hakkında söz söylemek doğru olmaz. Bu ilim sahasında sürç-i lisan sahibi olan cahil kişiye Cehennem ateşini va'detme hususunda, şer'i nass gerçekten vâriddir:

Ebû İbrahim İsmail b. İbrahim el-Vâiz, Ebu'l-Hüseyn Muhammed b. Ahmed b. Hamid el-Attar'dan, o Ahmed b. el-Hasan b. Abdu'l-Cebbar'dan, o Leys b. Hammad'dan, o Ebû Avane'den, o Abdu'l-A'la'dan, o Said b. Cübeyr'den, o İbn Abbas'tan rivâyeten bize şöyle dediğini haber verdi: "Rasulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bildiğiniz müstesna, benden hadis rivayet etmekten sakının. Her kim bana kasıtlı olarak yalan isnad ederse, Cehennem'deki yerine hazırlansın. Kim de bilmeksizin Kur'an'a yalan isnad ederse Cehennem'deki yerine hazırlansın." [6]

Daha önce geçen Selef alimleri -Allah onlara rahmet eylesin-herhangi bir âyetin iniş sebebi hakkında söz söylemekten sakınmak için en uzak sınırda dururlardı.

Bize Ebû Nasr Ahmed b. Ubeydullah el-Muhalledi, Ebû Amr b. Nüceyd, Ebû Müslim, Abdurrahman b. Hammad, İbn Avn, Muhammed İbn Sirin'den şöyle dediğini bize haber verdi:

"Ubeyde'ye Kur'an'dan bir âyeti sordum da o dedi ki: "Allah'tan kork, doğruyu söyle. Kur'an'ın, hakkında nazil olunduğu hususu bilenler gittiler."

Bu gün ise herkes birşey icad ediyor, iftira ve yalan uyduruyor. Yularını cehaletin eline bırakmış, âyetlerin sebeb-i nüzulü yüzünden cahil için gelen tehdit hususunda dü­şünmemektedir. Bu işin talipleri ve şu Kur'an'ın inişi hususunda konuşanlar ona ulaşıp doğruyu söylesinler, aldatmacadan ve yalandan müstağni olsunlar ve işitmeden, talepten sonra onu peyderpey belleyip muhafaza etme hususunda ciddi bir şekilde cehd etsinler diye iniş sebeplerini bir.araya toplayan bu kitabı yazmaya beni sevkeden işte bu durum­dur.

İlk yapılması gereken şey, vahyin başlangıcı, Kur'an'ın Rasulullah (s.a.v.)'a ilkin nasıl nazil olduğu, Cebrail'in kendisine Kur'an'ı nasıl hıfzettirdiği ve işte bu durumları açıklığa kavuşturma ve bu hususlarda kısa bir üslûpla söz söyleme hususunda konuş­maktır.

Sonra da kendisi için söylenen sebebin, rivayet olunan menkul haberin rivayet edildiği herbir âyetin sebeb-i nüzulü hakkında detaylı olarak söz söylemeye yöneleceğiz.

Allah Teala doğruya muvaffak kılan ve bizleri, küfrün çukurundan alıp düzlüğe çıkarandır. [7]

Nüzul sebeplerini bilmenin bir çok faydası vardır. Nüzul sebeplerini bilmenin faydası yoktur diyen, hata eder.. Çünkü nüzul sebebi, tarih mecrasında cereyan eder..

Mânâya vâkıf olmak veya müşkilâtı izâle etmek, onun faydalarındandır.

Vahidî[8] “Kıssası üzerine vâkıf olmadan ve nüzul sebebini açıklamadan, âyetin tefsirini bilmek, mümkün değildir”, dedi.

İbnu Dakîk îyd[9] “Sebebi nüzulün açıklanması, Kuran'ın mânâsını anlamakta, kuvvetli bir yoldur”, dedi.

Ben, "El-İtkân fî Ulûmi'l Kur'an" isimli kitabımın dokuzuncu nev'inde, bunun misâllerini anlattım. Orada sebebi nüzul için, bu kitabın ihtiva etmediği bahis ve tahkiklerden, başka faydaları da anlattım.

Vahidî: “Kitabın nüzulünün sebepleri hakkında söz söylemek, ancak tenzîle şahit olan, sebepler üzerine vâkıf olan ve onun ilminden bahsedenden duymak ve rivayet etmekle helal olur”, dedi.

Muhammed İbni Sîrîn[10]:

-Ben Abîd'e[11] Kur'an’dan bir âyetten sordum. O bana:

-Allah'tan kork ve sedâd (doğru) ol, Kurân’ın indirildiği şeyi bilenler gittiler, dedi.

Bir başkası:

- Sahabe için nüzul sebeplerini bilmek, olayların sergilendiği karinelerle hasıl olur. Çok defa onların bâzısı, kesin olarak söylememiş, zannediyorum şu âyet, şunun hakkında indirildi, demiştir. Nitekim Allahü Teâlâ'nm, “Hayır, Rabbine andolsun ki…” Nisa: 4/65 kavli hakkında Zübeyr öyle söyledi.

Hâkim[12] Ulûmu'l-Hadîs isimli kitabında:

-Kur'an’dan bir âyetin tenzil ve vahyine şahit olan sahâbî, âyet şunun hakkında indirildi diye haber verdiği zaman o, müsnettir. İbnu Salâh ve başkası bu yol üzerinde yürüdü. Buna Müslim'in Câbir'den (r.a.), Yahudiler:

-Kim kadının ön tarafına arkadan gelirse, çocuk şaşı olur, derlerdi, Allahü Teâlâ, “Kadınlarınız sizin tarlanızdır.” âyetini indirdi, dedi diye, anlattığını misal olarak getirdiler.

Zerkeşî[13], Burhan isimli kitabında:

-Sahabe ve Tabiînin âdetinden bilindi ki, onlardan biri: Bu âyet şunun hakkında indirildi, dediği zaman o sahâbî bununla, o âyetin bu hükmü tazammun ettiğini (içine aldığını) murat eder. Yoksa, bu onun indirilmesinde sebep oldu mânâsını murat etmez. Bu, âyetle hüküm üzerine istidlal cinsinden olup, vâki olanı nakletmek cinsinden değildir.

Ben:

-Ayetin nüzulünü yazan kimse, âyetin indirilişinin vâkî olduğu günlerde olan şeyi yazar. Bunun sebebi, Fil sûresinin sebebi nüzulü hakkında, surenin indiriliş sebebi, Habeşe'nin gelişi kıssasıdır gibi, Vâhidî’nin nüzul sebebi olarak zikrettiği şeyi çıkartmaktır.

Habeşe'nin gelişinin yazılması, nüzul sebeplerinden olan bir şey değildir. Belki, Nuh, Ad, Semûd kavminin ve beytin binası ve buna benzer şeylerin kıssasının zikredilmesi gibi, geçmişte olan vakıadan haber vermek bâbındandır,.. Yine Allahü Teâîâ'nın, “Allah İbrahim’i halil edindi” kavlinin sebebi nüzûîü hakkında, Allahü Teâlâ'nın onu, Halil seçmesini sebep olarak zikretti. Bu da, bilenlere gizli olmadığı gibi, Kur'an’ın nüzul sebeplerinden değildir, derim.

Tenbihât (Bazı Hatırlatmalar):

1- Bizim, sahâbîden Müsned kabilinden saydığımız, Tabiînden vâkî olduğu zaman o, yine Merfudur, ancak Mürseldir. Senedi sahih ve Mücâhid, İkrime, Saîd İbni Cübeyr gibi sahabeden alan tefsîr imamlarından ise, kabul edilir. Veya diğer bir mürsel ve bunun benzerinden yardım istenir.

2- Müfessirler, âyetlerin nüzul sebebi için, çoğu zaman müteaddit sebepler zikrederler. Bunda îtimat yolu, senin vâkî ibareye bakmandır. Eğer onlardan biri, şunun hakkında indirildi, sözü ile nüzul sebebini tâbir eder, diğeri, şunun hakkında indirildi, diye başka bir nüzul sebebinin zikri ile tâbir ederse, birincisi nüzul sebebi için zikredilen değil, kendisi ile âyetin tefsîri murat edilendir.

Benim, İtkân isimli kitabımda açıkladığım gibi, lafız her iki tâbîri de içine alıyorsa, iki râvînin sözleri arasında bir zıtlık yoktur. Bu takdirde bunun benzerinin hakkı, nüzul sebepleri için tasnif edilen kitaplarda değil, Kur'an ahkâmı olarak tasnif edilen kitaplarda zikredilmesidir.

Biri, şunun hakkında indirildi, sözü ile tâbir eder. Diğeri, birincinin açıkladığı sebebin gayrı bir sebep açıklarsa, ikinciye itimat olunur.. Nitekim İbnu Ömer, Allahü Teâlâ'nın, “Kadınlarınız sizin tarlanızdır.” kavli hakkında âyet, kadınların arkalarından vatı edilmelerine ruhsat olmak üzere indirildi, dedi. Câbir ise, onun söylediği sebebin gayrı bir sebebi söyledi. Câbir'in hadîsine îtimat edildi.

Biri bir sebep söyler, diğeri onun söylediğinin gayrı bir sebep söylerse, ayet bazen sebeplerden sonra indirilir. Lian ayetinde olduğu gibi. Bazen, iki defa indirilir ruh ayetinde, Nahl suresinin son ayetlerinde ve “Nebiye ve iman edenlere yakışmaz” kavlinde olduğu gibi. Burada tercihte itimat edilecek şey, isnada bakmak ve sebeplerden birini rivayet edenin, kıssa anında hazır olması veya İbnu Abbas ve İbnu Mesut gibi, tefsîr âlimlerinden olmasıdır. Çoğu zaman iki kıssanın birinde uzaklık vardır, Zümer sûresinde geleceği gibi, râvî onu vehmeder ve"indirildi" diye söyler.

3- Şu anda bu bapta en meşhur kitap, Vahidî'nin kitabıdır. Benim bu kitabım, Vahidî'nin kitabında olmayan bazı hususiyetlerinden dolayı ondan farklıdır..

a. Kısa olması.

b. Çok şey toplaması. Vahidî'nin zikrettikleri üzerine ziyâde edilen çok şeyi benim kitabım ihtiva eder. Ben bunları ayırmak için “Kef” harfi ile remz ettim.

c. Her hadîs'in, muteber kitaplardan onu tahriç edene (kitabında zikreden) dayandırılması. Mesela, Kütübü sitte, Müstedrek, Sahîhi İbni Hıbbân, Süneni Beyhakî ve Dare Kutnî, Mesânidü Ahmed, Bezzâr ve Ebu Yâlâ, Meâcimi Taberânî, Tefsir-i İbnu Cerîr, İbnu Ebî Hatim, İbnu Mürdevîh, Ebu Şeyh, İbnu Hıbbân, Firyâbî, Abdürrezzâk, İbnu Münzir ve başkaları gibi.

Vahidî, bâzen hadîsi isnadı ile -Tatvil ederek - (uzatarak) zikreder, orada hadîsin çıkartıcısı (kitabında zikredeni) bilinmez. Şüphesiz hadîsin mezkûr kitaplardan birine dayandırılması, meşhur olduğu, itimat edildiği ve nefisler kendisine aktığı için, Vâhidî'den tahriç (çıkarma) edilmesinden evlâdır. Bazen hadîsi maktu olarak zikreder. Onun isnadı var mı, yok mu?, bilinmez.

d. Sahih olanın olmayandan, makbul olanın, merdûd (ret olunmuş) olandan ayrılması.

e. Müteaddit rivayetlerin bir araya getirilmesi.

f. Nüzul sebeplerinden olmayanın seçilmesi.

Bu Mukadimenin sonudur. Buradan itibaren Mâbud-u Melik olan Allah'ın yardımı ile maksûdumuza başlarız. [14]



Esbab-ı Nüzul’ün Önemi ve Nüzul Sebeblerînî Bilmenin Yararları

Yüce Allah Kitabını, tüm insanlığı hidayete ulaştırmak, kıyamete kadar onun maddi-manevi bütün ihtiyaçlarını gidermek için sevgili peygamberi Hz. Muhammed'e 23 senelik bir müddet içinde parça parça indirmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.) de kendisine inen âyet-i kerimeleri ashabına açıklamış, nasıl amel etmeleri gerektiğini onlara göstermiştir. Bilindiği gibi âyet-i kerimeler, çok defa, meydana gelen bir olaya çözüm getirmek, sorulan bir soruya cevap vermek üzere nazil olmuştur. Bu gibi âyetlerin, nüzul sebebleri bilinmeden iyice anlaşılamayacağı, aksi­ne tamamen yanlış bir şekilde anlaşılacağı aşikardır. İşte bu sebepledir ki, alimler daha başlangıçtan itibaren Esbâbu'n-Nüzul'e dair sahabeden gelen haberlerin toplanmasına büyük özen göstermişler, nüzul sebeplerini bilmeden âyetlerin anlaşılamayacağı hususunda icmâ etmişlerdir. [15]

Nüzul sebeblerini bilmenin birçok yararı vardır. îmâm Bedreddin ez-Zerkeşî, "el-Burhân"ında, İmâm Celaleddin es-Suyûti ise "el-İtkân"ında bu yararları zikretmişlerdir. Biz burada en önemli olanlannı aşağıdaki şekilde zikretmekle yetineceğiz:

1- Hükmün vazoluşuna neden olan hikmeti bilmek. Şüphesiz ki, hikmeti bilmek mümini, Allah'u Teâlâ'nın ahkâmını tenfiz etmeye (yerine getirmeye) ve O'nun emrettiği şeylerle amel etmeye teşvik eder; çünkü O, söz konusu hükümlerin yerine getirilmesi, emirlerle amel edilmesi sonucunda ortaya çıkacak yararları ve meziyetleri apaçık görmekte hiçbir güçlük çekmez. İşte o zaman Allah'a olan imânı kuvvetlenir ve O'na daha yakinen inanır. Diğer tarafta hikmeti bilmek, inanmayanları da Allah'u Teâlâ'nın ahkâmına inanmaya teşvik eder; çünkü o da, bu ah­kâmın boş yere va'zedilmeyip, insanlığın yararlarını gerçekleş­tirmek ve onun mevkiini yükseltmek üzere çalışmak için va'zedildiğini kolayca görür.

2- Âyetlerin ifade etmek istedikleri manalara vâkıf olmak ve bu husustaki vâki olabilecek güçlükleri gidermek hususunda sebebi nüzulden yardım istemek (yararlanmak). Çünkü, Kur'ân-ı Kerim'de Öyle âyetler vardır ki, onlardan neler kastedildiği, ancak nüzul sebepleri bilindiği takdirde anlaşılabilir. Öyle ki, şayet bu sebebler bilinmemiş olsaydı, âyetleri anlama hususunda hataya düşülmüş olunurdu.

İmam el-Vahidi bu konuda şöyle der: "Kıssalarına ve nüzul sebebine vâkıf olmadıkça, âyetlerin tefsirini bilmek mümkün değildir."

İbn Teymiye de bu konudaki görüşünü şöyle ifade.eder: "Nüzul sebebini bilmek, âyetin anlaşılmasına yardım eder; çünkü, sebebin bilinmesi musebbebin yâni (sebebin ortaya çıkardığı sonucun) bilinmesine neden olur.

İbn Dakîk el-İd ise şöyle der: "Âyetin nüzul sebebini açıklamak, Kur'ân-ı Kerim'in ihtiva ettiği manaların anlaşılması hususunda en güvenilir yoldur".

Şimdi nüzul sebeblerini bilmenin yararlarına dair Kur'ân-ı Kerim'den örnekler sunalım.

Bakara Sûresi'nin 115. âyetinde Allah'u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Doğu da Batı da Allah'ındır. O halde, ne tarafa yönelirseniz yönelin, Allah oradadır. Şüphesiz Allah, (her yeri) kaplayan ve (herşeyi) bilendir."

Bu âyetin zahir manası, insanın, dönmeyi dilediği herhangi bir yönde (istediği tarafa yönelerek...) namaz kılabileceğine, dolayı­sıyla ister seferi, isterse mukim olsun, Kabe'ye doğru dönme­sinin gerekli olmadığını ifade etmektedir. Ancak, âyetin seferde iken nafile namaz kılan ve kıbleyi bilmediği için içtihadına göre namaz kılan kimse hakkında nazil olduğu bilinince, âyetin zahir manasının kastedilmediği, fakat kastolunanın, seferde iken nafile namaz kılan veya kıbleyi bilmediği için içtihadına göre namazı eda eden kimseye gösterilen kolaylık olduğu anlaşılır. Ez-Zerkeşi "el-Burhan" adlı eserinde bu ayetle ilgili olarak şunları söyler: "Sadece âyetin lafzından anlaşılan manayla yetinmiş olsaydık, ister seferde, isterse hazarda olsun, namaz kılan kimsenin, namazda kıbleye dönmesinin gerekli olmaması icap ederdi. Oysa böyle bir durum icma'a aykırıdır. Görüldüğü gibi, sebebi bilinmedikçe âyetten kasdolunan mana anlaşılmamaktadır. Bu âyet, Hz. Peygamber Meke'den Medine'ye giderken, devesinin üzerinde, devesinin onu yönelttiği yöne doğru namaz kıldığı bir sırada nazil olmuştur. Böylece âyetten neyin kasdedilmiş olduğu anlaşılmış olmaktadır.

Bakara sûresinin 158. âyetinde ise Allah Teâlâ şöyle buyur­maktadır: "Safa ve Merve, Allah'ın alâmetlerindendir. O halde kim Beyt'i (Kabe'yi) hacceder, ya da umre yaparsa, bu iki yeri tavaf etmesinde bir sakınca yoktur. Kim içinden gelerek bir iyilik yaparsa (bilmiş olsun ki) Allah iyiliğe iyilikle mukabele eder ve (iyiliği hak edeni) bilendir." Âyetin zahirî manası, Safa ile Merve arasında sa'y yapmanın farz olmamasını gerektirmektedir. Ancak âyetin nüzul sebebi şu olaydır: Sahabe, câhiliyye adetlerinden olduğu gerekçesiyle, Safa ve Merve arasında sa'y yapmaktan endişe duyuyor ve dolayısıyla bundan kaçınıyordu. Söz konusu âyet nazil olarak onların bu endişesini bertaraf etti. Bu ise, sa'y yapmanın farz olduğunu ortadan kaldırmaz.

Âl-i İmrân sûresinin 188. ayetinde ise, şöyle buyurulmaktadır: "Yaptıklarından hoşlanan ve yapmadıkları ile de övülmek iste­yenler yok mu! Sakın ama sakın onların azaptan kurtulacaklarını sanma! Çünkü elem verici azap onlar içindir." Mervân b. el-Hakem söz konusu âyetin manasını anlamakta güçlük çekerek şöyle dedi: "Şayet yaptıklarından hoşlanan ve yapmadıkları ile de övülmek isteyen her insan azap görecekse, o zaman bu, hiç birimiz azaptan kurtulamayacağız demektir." İşte Mervan’ın âyetin gerçek manasını anlamakta karşılaştığı bu müşkil, Abdullah b. Abbâs (r.a.)'ın ona âyetin sebebi nüzulünü açıklamasına kadar sürmüştür. Âyet, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Ehli kitapa bir şey sorması, onların ise hakikati gizleyip ona başka bir şey söylemeleri, hal böyle iken, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e kendilerini san­ki, ona doğru cevap vermiş gibi göstermeleri ve bu da yetmiyormuş gibi, bir de bunun için övülmek istemeleri yani Allah elçisinden kendilerini övmesini istemeleri üzerine nazil olmuştur. Âyeti gerektiği şekilde anlayınca, Mervân'ın kalbi itminan bulmuş ve âyetteki tehdidin mü'minler için değil, fakat, ehli kitab için olduğunu söylemiştir.[16]

Yine, Yüce Allah, Talâk süresinin 4. ayetinde şöyle buyur­maktadır: "Kadınlarınız içinde hayızdan kesilenler ve henüz âdet görmemiş olanların iddetleri hususunda şüpheye düştü iseniz biliniz ki, onların iddetleri üç aydır." Bazı imamlar, âyetten geçen "İn ertebtum" ibaresindeki şarttan neyin kasdedildiğini anlamakta güçlük çekmişlerdir. Öyle ki, zahiriye mezhebi, hayızdan kesilen kadının bu konuda şüpheye düşmediği takdirde, iddet bekleme­yeceği görüşüne kail olmuştur. Ancak âyetin nüzul sebebi şarttan neyin kasdedildiğini açıklayarak, bu konuda gerçeği ortaya çıkarmaktadır. Ayetin nüzul sebebi şudur: Kadınların iddetleri ile ilgili "Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç aybaşı hali beklerler"[17], "İçinizden ölenlerin bırakmış olduğu eşler kendi kendilerine dört. ay on gün beklerler"[18] âyetleri nazil olduğu zaman, sahabe, "Kadınların iddetlerinden sadece zikredilmeyenler kaldı ki, onlar da yaşlı kadınlar ile küçük kız çocukların iddetleridir. Bunun üzerine "Kadınlarınız içinde hayızdan kesilenler ile..." âyet-i nazil oldu.[19]

Böylece açıkça görülmektedir ki; âyet onların iddetleri ile ilgili hükmü bilmeyen ve dolayısıyla, onların da iddet beklemelerinin gerekli olup olmadığı veya iddetlerinin Bakara sûresinde zikredilen kadınların iddetleri gibi olup olmadığı hususunda şüpheye, düşen kimseye hitaptan ibarettir. O halde, "İn ertebtum" ibaresinin manası, "onlarla ilgili hükmü anlamakta müşkilât çekiyorsanız ve iddetlerini nasıl bekleyeceklerini bilmiyorsanız, onlarla ilgili hüküm budur" demektir.

3- "Hasr" şüphesini ortadan kaldırmaktır. İmam eş-Şâfıî "De ki, bana vahyolunanda, yiyen bir kimsenin yiyecekleri içinde, leş, akıtılmış kan, domuz eti (ki o pistir) veya günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvan dışında, yenmesinin haram olduğuna dair bir şey bulamıyorum."[20] âyet-i ile ilgili olarak şunları söyler. "Kafirler, Allah'ın helal kıldiklannı haram, haram kıldıklarını ise helal kıldıkları ve böylece ters düşüp O'na muhalefet ettikleri zaman, söz konusu, âyet, onların gayelerine karşı çıkmak üzere nazil olmuştur. Sanki Allah onlara şöyle de­miştir: "Sizin haram kıldıklarınızdan başka helâl, helal kıldıklarınızdan başka da haram yoktur." Bu durum aynen şuna benzemektedir. Biri sana, "Bugün tatlı yeme" derken sen de ona, "Bugün tatlıdan başka bir şey yemeyeceğim" dersen, burada amaç sadece karşı çıkmaktır, oysa, hakikati inkâr veya red etmek diye birşey asla söz konusu değildir. Buna göre Allah sanki: "Sizlerin helal kılmış olduğunuz, leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başka haram yoktur" şeklinde buyurmuştur ve böylece bunların dışındakilerin helâl olduğunu kasdetmemiş olmaktadır. Çünkü amaç haram kılmayı tesbit etmektir. Yoksa helâl olanları belirlemek değildir. İmam el-Harameyn bu konuda şöyle der: Bu son derece güzel bir görüştür.

Şayet İmam eş-Şâfîî çıkıp da daha önceden bu görüşü (ifade etmiş) ortaya koymamış olsaydı. İmam Mâlik'in, haramların âyette zikrolununlarla hasredilmesine (sınırlanmasına) karşı çıkmasına cevap vermezdik. Buna göre, âyetteki hasr, Allah (c.c.) tarafından kasdedilmemiş olup, şeklî bir hasr'dan başka bir şey değildir. Bundan maksat ise, Allah ve Resulünün kâfirlere muhalefet etmeleri ve amaçlanna zıt bir şekilde onlarla muamelede bulunmalarıdır.

4- Hakkında âyet inen kimsenin adının bilinmesi ve böylece başkası ile kanştınlmaması için âyette müphem olanın belirtilmesidir. Çünkü başkası ile karıştırılacak olursa, suçsuz olan itham olunabilir. Suçlu ise af edilebilir. Mesela, Mervân b. el-Hakem "Ana ve babasına "öf, bıktım sizden! Benden evvel bu kadar nesiller gelîp geçtiği (ve hiç biri dirilmediği halde) beni (diriltip kabirden) çıkarılmakla mı korkutuyorsunuz?" diyen kimse... "[21] âyetinin Abdurrahman b. Ebû Bekir hakkında nazil olduğunu söylemişti. Bunun üzerine mü'minlerin annesi Hz. Aişe (r.a.) ona karşı çıkmış ve kendisine âyetin nüzul sebebini açıkla­yarak şöyle demiştir; "Allah'a yemin ederim ki, O, (Abdurrahman b. Ebî Bekr) değildir. Şayet bu âyetin kimin hakkında indiğini söylemek isteseydim, söylerdim. Allah'a yemin ederim ki, Ebû Bekir'in ailesi hakkında benim suçsuz olduğumu gösteren âyetler dışında hiçbir âyet nazil olmamıştır."

5- Kur'ân'ın ezberlenmesinin ve anlaşılmasının kolaylaştırıl­ması ve böylece âyeti dinleyen herkesin zihninde vahyin yer etme­sidir. Bütün bunlar nüzul sebebi bilinince daha kolay olur. Çünkü, sebeblerin neticelere, hükümlerin olaylara ve olayların da şahıslara, zamanlara ve mekanlara bağlanması... İşte bütün bun­lar, eşyanın zihinde yer etmesi, oraya nakşedilmesi ve gerek­tiğinde kolayca hatırlanması için bir sebeptirler. Bu çağrışım kanununun bir sonucudur.

6- Ayetlerin nüzul sebeplerine vâkıf olmak, onların ulaşmak istedikleri gayeyi anlamaya, ihtiva ettikleri sim ve amaçlan kavra­maya yardımcı olur. Bu âyetler hakkında düşünmek ve tedeb-bürde bulunmak, onlara göre amel etmek bakımından en etkili yoldur. Çünkü yüce Allah Sa'd süresinin 29. âyetinde, âyetlerin üzerinde düşünmemizi emretmektedir. "(Bu) mübarek bir kitaptır. Onu sana indirdik ki, ayetlerini düşünsünler ve aklı selim sahipleri öğüt alsınlar."

Şunu bilmek gerekir ki, sahâbi, Kur'ân'dan bir âyet hakkında bir şey söylediği zaman, onun bu sözü, bâzan âyetin nüzul sebebini açıklayıcı, bâzan da âyetin manasını tefsir ve şerh edici mahiyette olur.

Eğer, "Ayetin ya da ayetlerin nüzul sebebi şudur" derse, bu ibare, nüzul sebebinin zikredilmesi hususunda bir nass teşkil eder. Eğer, Falan hâdise vukubulduğu ya da Hz. Peygamber (s.a.v.)'e falan konuda soru yöneltildi de falan falan (şu şu) âyetler nazil oldu" derse, bu ibare de nüzul sebebinin açıklanması hususunda bir nass hükmündedir. Çünkü, âyet ya da âyetlerin, olayın veya sualin vuku bulması üzerine nazil olduğunu zikretmektedir. Bunun anlamı şudur: Nüzul sebebi, söz konusu olay ya da sualdir.

Daha önceki ibare gibi bu ibare de, nüzul sebebinin belirlenmesi bakımından açık iki sığa (kalıp) hükmündedir. Çünkü başka türlü anlaşılmalan mümkün değildir.

Eğer sahâbi "Bu âyetlerden maksat şudur veya bu âyet şunu delalet etmektedir veya bu âyetten şu anlaşılıyor" gibi ya da buna benzer ibareler kullanılıyorsa, ya da âyetin müfredatı ile ilgili şerhler yapıyorsa (bil ki) bütün bunlar, âyetin tefsiri ve medlulünün beyanı sadedinde açıklamalardır.

Eğer "Bu âyet falan şey hakkında nazil oldu" derse, bu ibare, kendisiyle aynı zamanda hem nüzul sebebinin hem de âyetin manasının kasdedümesine müsait bir ibaredir.

"Bu âyet falan kimse, müminlerden, kafirlerden, ya da kitab ehlinden bir topluluk veya falan hâdise hakkında nazil oldu" derse, bu sözden kasdolunan âyetin nüzul sebebidir.

"Falan şeye teşvik ya da falan şeye irşad için indi" derse, bundan kasdolunan âyetin tefsîridir.... "falan şey hakkında nazil oldu" şeklinde ibaresinin tefsir kitablannda sık sık yer alması üzerine, İmam ez-Zerkeşi "el-Burhân" adlı eserinde şunları söyler; "Sahabe ve tabiin'in âdetinde bilindiği üzere, onlardan biri "bu âyet falan şey hakkında nazil oldu" derse, bununla, o, bu âyetin şu hükmü ihtiva ettiğini kasdeder, yoksa bunun âyetin nüzul sebebi olduğunu kasdetmez.

"Bu âyet falan şey hakkında nazil oldu" şeklindeki sahabe sözü, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e ulaşan merfu hadis hükmündedir. Eğer kendisine ulaşan sened sahîh olur ve Mücâhid, İkrime ve Said b. Cübeyr gibi, sahabeden nakilde bu­lunan tefsir imamlarından olursa, daha önce zikrettiğimiz tüm hususlarda tâbiin de tıpkı sahabe gibidir. Nüzul sebepleri içinde sadece senedi sahîh, sübûtu kesin olanların, âyetlerin ruhuna ve hedefine uygun düşenleri, siyak ve sıbakıyla uyum halinde bulu­nanları, İslâm akidesinin esaslarından hiç biri ile çatışmayanları, şeriatın naslanndan hiç biriyle çelişki halinde bulunmayanları, İslâm alimlerinin üzerinde icmaya vardıkları ve ümmetin nza göstererek ve kabul ederek naklettikleri kaidelerden hiç biriyle çelişkiye düşmeyenleri zikretmekle iktifa edeceğim.

Senedi ve metni zayıf olan, âyetlerin genel anlamı ile ruhuna uygun düşmeyen, siyak ve sibakı ile uyum halinde bulunmayan, dinin esaslarından biri ile çelişen, İslâm'ın naslanndan biri ile çatışan, veya İslâm alimlerinin üzerinde icmaya vardıkları kaide­lerle çelişkiye düşen haberlere gelince, onlara hiç bir şekilde değer vermeyeceğiz ve onları çalışmamıza almayacağız.

Ayetin ya da Sûrenin nüzûlu için bir çok sebep mevcut ise, senet bakımından en sıhhatli, rivayet târiki bakımından en kuvvetli olanını ve âyetin ya da sûrenin manasına en uygun düşenini zikretmeyi tercih edeceğiz. Tercih bakımından sebebler eşit seviyede iseler, bu takdirde, içlerinden en faydalı olanları ve en çok meziyet ihtiva edenleri zikredeceğiz. Yalnız Allah'tan yardım dileriz. Çünkü tevfik Allah'tandır. [22]

Kur’an’dan İlk İnen Âyet Hakkında Rivayetler

Bize Ebû İshak Ahmed b. İbrahim el-Mukri', Abdullah b. Hamid el-İsfehanî, Ahmed b. Muhammed b. el-Hasan el-Hafız, Muhammed b. Yahya, Abdurrezzak Ma'mer'den, o İbn Şihab ez-Zühıi'den, o Urve'den, o da Aişe (r.a.)'nin kendisine şöyle dediğini bize haber verdi: "Rasulullah (s.a.v.)'a gelen ilk vahiy, uykuda sadık rüya ile ol­muştur. O hiçbir rüya görmezdi ki, sabahın aydınlığı gibi olmasın. Sonra yalnızlık kendi­sine sevdirildi. İçinde, tahannus -ki o, gece yapılan sayılı ibadetlerdir- yapmak üzere Hira Dağı'na giderdi. Ve O bunun için azık hazırlardı. Sonra Hatice'ye dönerdi. Yine aynı şe­kilde azık hazırlardı. Nihayet O Hira Mağarası'nda iken, hak olan vahiy O'na geldi. Melek O'na gelince:

"Oku" dedi. Rasulullah (s.a.v.) dedi ki:

"Ben de O'na: "Ben okuma bil­mem" dedim. Melek bunun üzerine beni tuttu ve takatim kesiîinceye kadar sikıverdi. Sonra beni salıverip, tekrar

"oku" dedi. Ben de:

"Ben okuyamam" dedim. Tekrar beni tuttu ve ikinci kez takatim kesiîinceye kadar beni sıktı. Sonra beni bırakarak:

"oku" dedi. Ben de yine

"okuyamam" dedim. O yine beni tuttu. Üçüncü kez takatim kesilinceye ka­dar sıktı ve salıverdi. Sonra şöyle dedi: "Yaratan Rabbi’nin adıyla oku." O, "Allah insana bilmediğini öğretti"ye kadar devam etti. Rasulullah'ı titreme alarak bu âyetlerle geri döndü ve nihayet Hatice'nin yanına geldi, şöyle dedi: "Beni örtün." Onlar da kendisini örttüler. Korku kendisinden gidince dedi ki:

"Ya Hatice, bana ne oluyor?" ve olanları Hatice'ye anlattı, "kendi kendimden korktum" dedi. Hatice de kendisine dedi ki:

"Hayır kendini ferah tut, vallahi Allah seni asla rusvay etmeyecektir. Zira sen akrabayı gözetir, sözü doğru söyler, meşakkati yüklenir, misafiri ağırlar, hak yo­lunda nevbet nevbet gelen musibetlere karşı insanlara yardım edersin"[23]

Bu hadisi Buhari, Yahya b. Bükeyr'den, Müslim de Muhammed b. Rafı'den, onlann her ikisi de Abdurrezzak'tan rivayet etmişlerdir.

Eş-Şerif İsmail b. el-Hasan b. Muhammed b. el-Hüseyn et-Taberî, o dedesin­den, o Ebû Hamid Ahmed b. el-Hasan el-Hafiz'dan, o Abdurrahman b. Bişr'den, o Süfyan b. Uyeyne'den, o Muhammed b. İshak'tan, o Zührî'den, o Urve'den, o da Aieş (r.a.)'den şöyle dediğini bize haber verdi: "Kur'an'dan ilk inen "Yaratan Rabbi’nin adıyla oku." âyet-i kerimesidir."[24]

Bunu el-Hakim Ebû Abdillah Sahih'inde, Ebû Bekr es-Sıbğî'den, o Bişr b. Musa'dan, o el-Humeydî'den, o da Süfyan'dan rivayet etmiştir.

Ahmed b. Muhammed b. İbrahim b. el-Mukırrî, Ebu'l-Hüseyn Ali b. Muhammed b. el-Cürcanî'den, Nasr b. Muhammed el-Hafiz'dan, o da Muhammed b. Muhalled'den, o Muhammed b. İshak'tan, o Yakup ed-Devrekî'den, o Ahmed b. Nasr b. Ziyad'dan, o Ali b. el-Hüseyn b. Vâkıt'tan, o babasından, o Yezid en-Nehaî'den, o da İkrime ve Hasan'dan şöyle dediklerini bize haber verdi: "Kur'an 'dan ilk nazil olan "Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahim"dir. İşte Mekke'de Kur'an'dan ilk nazil olan budur. İlk nazil olan sûre de "Yaratan Rabbi’nin adıyla oku." (Alak Suresi) dir."[25]

Hasan b. Muhammed el-Farisî, Muhammed b. Abdillah b. Fadl el-Tacir'den, o Ahmed b. Muhammed b. Hasan el-Hafiz'dan, o Muhammed b. Yahya'dan, o Ebû Salih'ten, o Leys'ten, o Akîl'den, o İbn Şihab'dan, o da Muhammed b. Abbad b. Cafer el-Mahzûmî'den, alimlerin birisinin şöyle dediğini işittiğini bize haber verdi: "Allah'ın, Rasulü'ne ilk indirdiği Alak Sûresi'nin ilk beş âyetidir. Dediler ki: "Hira’da bulunduğu günde Rasulullah (s.a.v.)'a ilk nazil olunanlar işte bunlardır, Bundan sonra Allah'ın diledeği kadar diğerleri nazil olundu."[26]

İlk nazil olan sûrenin el-Müddessir Sûresi olduğuna dair rivayet olunan hadis şu­dur:

Bu hadisi, Ebû İshak es-Sealibî, Abdullah b. Hamid, Muhammed b. Yakub, Ahmed b. İsa b. Zeyd et-Tinnisî, Amr b. Ebî Seleme, Evzaî'den, o da Yahya b. Ebî Kesir'den şöyle dediğini bize haber verdi: "Ebû Selem b. Abdirrahman'a önce Kur'an'ın hangi kısmının indirildiğini sordum. O da:

"Ey örtüsüne bürünen" (Müddessir Suresi) dedi. Ben de:

"Peki ya "Yaratan Rabbi’nin adıyla oku." (Alak Suresi) ne oluyor dedim. O dedi ki:

"Ben de Cabir b. Abdillah el-Ensarî’ye Kur'an'dan hangi kısmın önce indirildiğini sordum. O da:

"Müddessir" dedi. Dedim ki:

"Yaratan Rabbi’nin adıyla oku." (Alak Suresi) değil mi?" Cabir de dedi ki:

"Rasulullah (s.a.v.)'in bize anlattığını ben de size anlatayım: Rasuiuliah (s.a.v.) buyurdu ki:

"Ben Hira'da bir ay kaldım. Kalma müddetimi bitirince aşağı indim ve vadinin içinde ağır ağır yürüdüm. Derken (Ya Muhammed) diye ünlendim. Önüme, ardıma, sağıma, soluma baktım. Sonra da göğe doğru baktım. Bir de ne göreyim, Cebrail havada Arş'ın üzerinde. Beni bir titreme aldı. Derhal Hatice'ye geldim, onlara emrettim de, beni örttüler. Sonra da üzerime su döktüler. Bunun üzerine Allah bana: "Ey sarılıp bürünen, kalk da halkı uyar" âyetlerini indirdi."[27]

Bu hadisi Müslim, Züheyr b. Harb'den, o Velid b, Müslim'den, o da Evzaî'den ri­vayet emiştir.

Bu hadis, bizim ilk zikrettiğimiz habere muhalif değildir. Şöyle ki: Cabir, Hz. Peygamber'den bu son iki kıssayı işitmiş, evvelkisini işitmemiştir. Böylece ilk inen âyet­lerin Müddessir Sûresi olduğu kanaatına varmıştır. Halbuki böyle değil. Fakat bu el-Müddessir, İkra’ Sûresi'nden sonra O'na ilk indirilen sûredir. Buna şu hadisi şerif delalet eder:

Ebû Abdirrahman b. Hamid, Muhammed b. Abdillah b. Muhammed b. Zekeriyya, Muhammed b. Abdirrahman ed-Değûlî, Muhammed b. Yahya Abdurrezzak, Ma'mer, Zührî'den, o Ebû Seleme'den, o da Cabir'den bize şu haberi ulaştırdı: "Rasulullah (s.a.v.)'tan -vahyin kesilmesinden bahsederken- işittim. O buyurdu ki:

"Ben yürürken, gök tarafından bir ses işittim, Başımı kaldırdım. Bir de gördüm ki, Hira'da bana gelen melek gökle yer arasında bir kürsü üzerinde oturuyor, Bu yüzden korktum. Sanki ödüm koptu. Derhal döndüm ve eve gelip: "Beni örtün, beni örtün" dedim. Onlar da beni örttüler de nihayet Allah Teala Müddessir Sûresini indirdi.[28]

Bu hadisi Buhari Abdullah b. Muhammed'den, Müslim ise Muhammed b. Rafı'den rivayet etmişlerdir. Her ikisi de Abdurrezzak'tan almışlardır.

Böylece bu hadisle şu fark ortaya çıktı ki, vahy İkra' Sûresi'nin indirilmesinden sonra kesildi. Sonra Müddessir nazil oldu. Bizim söylediğimizi izah eden Peygamber (s.a.v.)’in Hira'da iken gelen meleğin Arş üzerinde oturduğuna dair haberi, İkra' Sûresi'nin inmesinden sonra olduğuna delalet etmektedir.

Bize Ebû İshak Ahmed b. Muhammed el-Mukirrî, Ebu'l-Hüseyn Ali b. Muhammed el-Mukırrî, Ebu'ş-Şeyh, Ahmed b. Süleyman b. Eyyub, Muhammed b. Ali b. el-Hasan b. Şakik, Ali b. Hüseyn b. Vâkıt babasından, o da Ali b. Hüseyn'in şöyle söyler­ken işittiğini bize haber verdi: "Rasulullah (s.a.v.)'a Mekke'de ilk inen sûre İkra'dır. Yine Rasulullah (s.a.v.)'a Mekke'de son inen sûre ise Mu'minun Süresidir. Son inen sûrenin Ankebût Sûresi olduğu da söylenir.

Medine'de ilk inen sûre Mutaffifîn, son inen sûre ise Berâe Sûresi'dir. Rasulullah (s.a.v.)'ın Mekke'de ilk ilan ettiği sûre Necm Sûresi'dir. Cehennem ehline en çetin gelen âyet "Haydi tadın bakayım. Zira size azaptan başka hiçbir şey artırmayız." âyeti kerimesidir.

Kur'an'da Allah'ı birleyen Ehl-i Tevhid için en fazla ümit verici âyet "Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimseden bağışlar." âyetidir.

Rasulullah (s.a.v.)'a en son inen âyet... "Allah'a döndürü­leceğiniz bir günden sakınınız" âyetidir. Hz. Peygamber bu âyetten sonra dokuz gece yaşamıştır.[29]

Kur’an’dan En Son Nazil Olan Ayet Hakkındaki Rivayetler

Bize Ebû İbrahim İsmail b. İbrahim el-Vaiz, Muhammed b. İbrahim b. Muhammed b. Yahya, Ebû Amr b. Matar, Ebû Halife el-Fadl b. Hubâb el-Cumâhî, Ebu'l-Velid'den, o Şu'be'den, o da Ebû İshak'tan şöyle dediğini haber verdi: "Bera b. Azib'den işittim: "Son inen âyet "Senden fetva sorarlar. De kî Allah çocuğu ve babası olmayan kimse hakkında size fetva veriyor." Son inen sûre de Berâe'dir.[30]

Bu hadisi Tefsir bahsinde Buhari, Süleyman b. Harb'den o da Şu'be'den rivayet etmiştir. Başka bir yerde de Ebû Velid'den rivayet vardır. Yine bu hadisi Müslim Bündâr'dan, o Ğunder'den, o da Şu'be'den rivayet etmiştir.

Ebû Bekr et-Temimî, Ebû Muhammed el-Hayyanî'den, o Ebû Yahya er-Razî'den, o Sehl b. Osman'dan, o Abdullah b. Mübarek'ten, o Cüveybir'den, o Dahhak'tan, o da İbn Abbas'tan şöyle dediğini bize haber verdi: "Son inen âyet Vettegu yevmen: Öyle bir günden korkun ki âyetidir."[31]

Ebû Bekr, Ebû Muhammed'den, o Ebû Yahya'dan, o Sehl b. Osman'dan, o Yahya b. Ebî Zaid'den, o Malik b. Miğvel'den, o da Atiyye el-Avfî'den şunu dediğini bize haber verdi: "Son inen âyet Vettegu yevmen: Öyle bir günden korkun ki âyetidir."[32]

Muhammed b. Abdirrahman en-Nahvî, Muhammed b. Ahmed b. Sinan el-Mukırrî'den, o Ahmed b. Ali el-Mevsılî'den, o Ahmed b. el-Ahmes'ten, o Muhammed b. Fudayl'dan, o Kelbî'den, o Ebû Salih'ten, o da İbn Abbas'tan... "Vettegu yevmen: Öyle bir günden korkun ki" âyeti hakkında şöyle dediğini bize haber verdi: "Bu ve Nisa Sûresi'nin son âyetinin, en son nazil olan Kur'an âyetleri olduklarını zikrettiler."[33]

İsmail b. İbrahim es-Sûfî, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed b. Yakup'tan, o Hasan b. Abdillah Abdi'den, o Müslim b. İbrahim'den, o Şu'be'den, o Ali b. Zeyd'den, o Yusuf b. Mihran'dan, o İbn Abbas'tan, o da Ubeyy b. Ka'b'dan şöyle dediğini bize haber verdi; "Rasulullah'a inen en son âyet "Legad câekum rasulun min enfusikum azizun" âyetidir.[34]

Bu hadisi, Hakim Ebû Abdillah sahih’inde Esam'dan, o Bekkar b. Kuteybe'den, o Ebû Amir el-Akdî'den, o da Şu'be'den rivayet etmiştir.

Ebû Amr Muhammed b. Abdu'l-Aziz'den, Muhammed b. el-Hüseyn el-Haddâdî'den, o Muhammed b, Yezid'den, o İshak b. İbrahim'den, o Veki'den. o Şu'be'den, o Ali b. Yezid'den, o Yusuf b. Mahek'ten, o da Ubeyy b. Ka'b'dan müşarun ileyhin şöyle dediğini bize haber verdi: "Allah'ın en son indirdiği (Kur'an'dan) "Legad câekum rasulun min enfusikum azizun" kısmıdır. Kur'an'ın indirildiği ilk gün ise Pazartesi Günü'dür.[35]

Ebû İshak es-Sealibî, Muhammed b. Abdillah b. Zekeriyya eş-Şeybanî'den, o Muhammed b. Abdirrahman ed-Değûlî'den, o İbn Ebî Hayseme'den, o Musa b. İsmail'den, o Mehdi b. Meymun'dan, o Gaylan b. Cerir'den, o Abdullah b Ma'bed ez-Zımani’den, o Ebû Katade'den, bir adamın Rasulullah (s.a.v.)'a Pazartesi gününün orucundan bana haber ver dediğini, Rasulullah (s.a.v.)'ın da: "Bana Kur'an o gün indirildi" buyurduğunu bize haber verdi. Kur'an'ın, içerisinde indirildiği ilk ay Ramazan Ayı'dır. Allah Teala bunu zikrederek buyurdu ki: "Kendisinde Kur'an'ın indirildiği ay Ramazan Ayı'dır."[36]

Abdurrahman b. Hamdan en-Nasruvî'den, o Ebû Muhammed Abdullah b. İbrahim b. Masiî'den, o Ebû Müslim İbrahim b. Abdillah'tan, o Abdullah b. Reca b. Heysem Gudanî'den, o İmran'dan, o Katade'den, o Ebû Meiih'ten, o Vaile'den, Nebî (s.a,v.)'nin şöyle buyurduğunu bize haber verdi: "İbrahim'in sahifeleri Ramazan'ın ilk ge­cesinde, Tevrat Ramazan'ın altıncı gününde, İncil Ramazan'ın on üçünde, Zebur Ramazan'ın on sekizinde ve Kur'an da Ramazan'ın yirmi dördünde indirilmiştir."[37]

Besmele Ayeti Ve İnişini Beyan Eden Rivayetler

Ahmed b. Muhammed b. İbrahim el-Mukırrî, Ebu'l-Hüseyn Ali b. Muhammed el-Cürcanî’den, o Ebû Bekr Muhammed b. Abdirrahman el-Cevheri'den, o Muhammed b. Yalıya b. Mende'den, o Ebû Küreyb'den, o Osman b. Said'den, o Bişr b. Umare'den, o Ebû Ravh'dan, o Dahhak'tan, o da İbn Abbas'tan müşarun ileyhin şöyle dediğini bize ha­ber verdi: "Cebrail (a.s.)'in Peygamber (s.a.v.)'e ilk indirdiği: "Ey Muhammed Allah'a sı­ğın, sonra da "Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahim" de" buyurmasıdır."[38]

Ebû Abdillah b, Ebî İshak, İsmail b. Ahmed el-Hallâlî'den, o Ebû Muhammed Abdullah b. Zeyd el-Becelî'den, o Ebû Küreyb'den, o Süfyan b. Uyeyne'den, o Amr b, Dinar'dan, o Said b. Cübeyr'den, o da İbn Abbas'tan müşarun ileyhin şöyle dediğini bize haber verdi: "Rasulullah (s.a.v.) "Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahim" kendisine indirilinceye kadar sûrenin sona erdiğini bilmiyordu."[39]

Abdu'î-Kahir b. Tahir el-Bağdadî, Muhammed b, Cafer b. Matar'dan, o İbrahim b. Ali ez-Zühelî'den, o Yahya b. Yahya'dan, o Amr b. el-Haccac el-Abdî'den, o Abdullah b. Ebî Hüseyn'den, o da Abdullah b. Mes'ud'dan, İbn Mes'ud'un şöyle dediğini bize haber verdi: "Bizler, "Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahim" nazil oluncaya kadar iki sûrenin ara­sını birbirinden ayırmayı bilemezdik."[40]

Said b. Muhammed b. Ahmed b. Cafer, dedesinden, o Ebû Amr Ahmed b. Muhammed el-Haraşi'den, o Muhammed b. Yahya'dan, o Muhammed b. İsa b. Ebû Füdeyk'ten, o Abdullah b. Nafı'den, o babasından* o da Abdullah İbn Ömer'den şöyle dediğini bize haber verdi. "Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahim" her sûrenin evvelinde nazil oldu."[41]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Abdulfettah El- Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 3. (Yayınevinin Sunuş bölümünden ihtisar edilmiştir.)

[2] Hadis-i Şerifi Ahmed b. Hanbel ve Tirmizi rivayet etmiştir.

[3] Abdulfettah El- Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 11-12.

[4] Mesela, bkz. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Kur'an'ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzulün Rolü, sh. 315 vd.

[5] İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 7-8. (Prof. Dr. Sadık Kılıç’ın Takdim’inden ihtisar edilmiştir.)

[6] Bu hadisin isnadı zayıftır. Seneddeki Abdu'1-A'la b. Amir es-Sa'lebi zayıftır. Bunu İbn Hıbban cerh edilenler sınıfı içerisinde zikr etmiştir. Hadisi Ahmed Müsned'inde 1/293-323, Taberani Mu'cem-i Kebiri'nde 12. 35/rakam: 12393, Tirmizi de Sünen'inde 2951. Hepsi Ebû Avane yoluyla tahric etmiştir. Tirmizi: "Sahihtir" demiş. Heysemi de onu Mecmeu'z-Zevaid'de zikretmiş: 1/147 ve: "Onun se­nedinde Abdu'1-A'la vardır, Çoğu kimseler onu zayıf addederler demiştir.

[7] İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 9-11.

[8] Ali İbni Ahmed İbni Muhammed, Ebu Hasan vâhidîdir. Müfessir, edep alimidir. Zehebî onu te'vîl âlimi olarak vasıflamıştır. Doğum ve ölüm yeri, Nisabûr'dur. Besît, Vesît ve Veciz isimli tefsir hakkında eserleri vardır.

[9] İbnu Dakîk Îyd: Muhammed İbni Veheb İbni Mutî, Ebu'l-Feth, Tekiyuddîn el-Kuşeyrî. Babası ve dedesi gibi İbnu Dakîk olarak şöhret bulmuştur. Kadı, usul âlimlerinin büyüklerinden, müctehid. Yenba' da doğdu, Şam ve İskenderiye'de sonra Kahire'de okudu. 695’de kadılığa getirildi, ölünceye kadar Kahire'de vazifesi devam etti. Îhkâmü'l-Ahkâm Şerhu Umdetü'l-Ahkam, İlmâm bi ehâdîsi'l-Ahkâm, Tuhfetü'l-lebîb Fî şerhı't-Takrîb gibi tasnifleri ve Usulü Dîn hakkında eseri vardır.

[10] Muhammed İbni Sîrîn el-Basrî. Basra'da din ilminde, zamanının imamı, tabiî, katiplerin eşrafından. Doğumu ve ölümü Basra'dadır. Kulağında sağırlık olduğu halde doğdu. Fakîh oldu, hadis rivayet etti Vera ve Tâbîr'i rüya ile şöhret buldu. Rüya Tabir'i isimli kitap kendisine nisbet edilir.

[11] Abîde İbni Amr (veya Kays) es Selmânî el-Murâdî. Tabiî, Mekke'nin fethi günlerinde Yemen'de Müslüman oldu. Nebî Aleyhisselâm'ı göremedi. Kavminin ârîfi idi, Ömer zamanında Medine'ye hicret etti. Fakih ve hadis râvîsi.

[12] Muhammed İbni Abdullah İbni Hamdeveyh İbni Naîm el-Dabî. Tahmânî Nisâbûrî. Hâkim diye meşhur, Hadis hafızlarının büyüklerinden ve musannıflarındandır. Doğumu ve ölümü Nisabûr'dadır. Sahih hadisi bilmekte ve doğru olmayanından ayırmakta insanların en iyi bileni idi. Çok kitaplar tasnif etti. İbnu Asâkir: İnsanların elinde olduğunu duyduğumuz bin beşyüzden fazla eseri vardır, der. Tarih-i Nisabur, Müstedrek Ale’s-sahihayn, Îklîl, El-Medhal Fî Usul el-Hadîs, Terâcîmü'ş-Şüyûh ve’s-Sahîh Fi'l Hadîs, Fezailü'ş-Şâfî, Mariftü Usulü'l-Hadis ve Ulumuhu bazı kitaplarıdır.

[13] Muhammed İbni Bahadır İbni Abdullah'il-Zerkeşî. Ebu Abdullah, Bedruddîn. Şâfi fıkıh ve usulü âlimi. Aslen Türk, doğum ve ölüm yeri, Mısır. Muhtelif fenlerde bir çok kitaplar tasnif etti 794 senesinde vefat etti.

[14] İmam Celaleddin es-Suyuti, Esbab-ı Nüzul, Lübabı’n-Nukul, Fatih Yayınevi: 1/ 9-12.

[15] Abdulfettah El- Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 9. (Mütercim Prof. Dr. Salih Akdemir’in Takdim’inden ihtisar edilmiştir.)

[16] Buhari K. et-Tefsir Al-i Imran, 16; Müslim Sahih K. el-Münafıkın B. 8.

[17] Bakara, 228.

[18] Bakara, 234.

[19] Bu haberi Hakim Ubey b. Kaab'tan rivayet etmiştir.

[20] En'am, 145.

[21] Ahkaf, 17.

[22] Abdulfettah El- Kâdi, Esbab-ı Nüzul, Fecr Yayınevi: 13-21.

[23] Buhari; K. Tefsir: 4956, Müslim; K. İman: 253/160, s. 142, Hakim; Müstedrek: 3/183.

[24] Sahih hadistir. Hakim; Müstedrek: 2/529. Beyhaki; Delaiiu'n-Nübüvve: 2/155, ed-Dürr: 6/368.

[25] Mürsel hadistir.

[26] Bu eser iki nolu hadisle aynı görüşü paylaşıyor.

[27] Hadis sahihtir. Buhari; Bedu'1-Vahy: 4, Bcdu'l-Halk: 3238, K. Tefsin 4922-4926 ve 4954, K. Edep : 6214, Müslim; K. İman: 257/161, Tirmizi; Tefsir: 3325.

[28] Bir önceki hadis-i şerife bakınız.

[29] Mürsel hadistir.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 12-14.

[30] Sahih hadistir. Buhari; K. Tefsir: 4609-4654.

[31] Senedi çok zayıftır. Nesai; Tefsir: 77, Beyhaki; Delail: 7/137.

[32] Atıyye el-Avfi rivayeti zayıf olan bir kimsedir.

[33] İsnadı cidden zayıftır.

[34] Hasen hadistir. Hakim; Müstedrek: 2/338, Heysemi; Mecmeu'z-Zevaid: 1/106, 269, 314, Beyhaki; Delail: 7/139.

[35] İsnadı munkatı'dır.

[36] Müslim; K. Savm; 198/1162 s. 820.

[37] Ahmed; Müsned: 4/107, İbn Cerir: 2/84, Beyhakİ; Sünen: 9/188.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 15-16

[38] İsnadı zayıftır el-Mizan. 1/231.

[39] Ebu Davud. es-Salah 788. Hakim. Müstedrek: 1/231.

[40] Senedinde mechul bir kişi vardır.

[41] Senedi zayıftır. Abdullah b. Nafi zayıf bir kımsedir. Takrib: 1/456.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 17.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye