Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: 024 - NUR SURESİ
MesajGönderilme zamanı: 03.01.09, 16:18 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
024 - NUR SURESİ


Sûrenin tamamı Medine-i Münevvere'de nazil olmuştur, yani içinde hiç Mekkî âyet bulunmamaktadır. Ebu Hayyân bu hususta icmâ olduğunu kaydeder.

Ancak Kurtubî'den, 58. âyeti olan "Ey iman edenler, ellerinizin altında olan köle ve cariyeler ve sizden henüz erginlik çağına gelmemiş olanlar sabah namazından önce, öğle sıcağında soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından son­ra yanınıza girmek istediklerinde üç defa izin istesinler..." âyetinin Mekke'de nazil olduğu rivayet edilmiştir.[1]



3. "Zina eden erkek, ancak zina eden veya putperest bir kadınla evlenebilir."



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Müfessirler dediler ki:

"Muhacirler Medine'ye geldiklerinde fakir durumdaydı­lar, hiçbir mallan yoktu. Medine'de metres hayatı yaşayan azgın kadınlar vardı. Kendilerini kiralıyorlardı. O vakit onlar Medine'nin en rahat yaşayan kişileriydiler. Muhacir fakirlerinden bir grup onların kazançlarına rağbet ettiler ve dediler ki:

"Allah Teala bizi onlara muhtaç kılmayacağı vakte kadar onlarla evlensek de onlarla birlikte yaşasak." Rasulullah (s.a.v.)'tan bu konuda izin istediler. Bu sebepten dolayı bu âyet indi. Mü'minler'i bu durumdan korumak için zina eden kadınla evlenme işi, bu âyetle haram kılındı.[2]

2- İkrime de dedi ki:

"Bu âyet, Mekke'de ve Medine'den aleni olarak azgınlık ya­pan kadınlar hakkında indi. Onların adedi çoktu. Onlardan dokuz tane sahibelik yapan kadının baytar bayrakları vardı ki, zina eden kadınlar onlarla tanınırlardı. Bunlar Mahzûmî Kabilesi'nden Saib b. Ebî Saib'in cariyesi olan Ümm-i Mehzul, Safvan b, Ümeyye'nin ca­riyesi olan Ümm-i Uleyd, As b. Vail'in cariyesi olan Hanne-i Kıbdiyye, Malik b. Amile b. Sibak'ın cariyesi olan Müzne, Süheyl b. Amr'ın cariyesi olan Celale, Amr b. Osman el-Mahzumî'nin cariyesi olan Ümm-i Süveyd, Zem'a b. Esved'in cariyesi olan Şerife, Hişam b. Rabia'nın cariyesi olan Furse ve Hilal b. Enes'in cariyesi olan Furtena idi.

Cahiliyye Dönemi'nde bu kadınların evlerine el-Mevahir diye isim verilirdi ki onların yanına Ehl-i Kıble'den zina eden, putperestlerden de müşrikten başkaları girmez ve yanlarına varmazdı. Derken müslümanlardan bir grup[3] onlardan menfaat elde etmek için, onlarla evlenmeyi istemişlerdi. İşte Allah Teala bu yüzden bu âyeti indirdi ve Mü'minler'i bundan nehyedip, onlarla evlenmeyi kendilerine haram kıldı.[4]

3- Ebû Salih Mansur b. Abdu'l-Vehhab el-Bezzar, Ebû Amr b. Hamdan'dan, o Ahmed b. Hasan b. Abdu'l-Cebbar'dan, o İbrahim b. Arare'den, o Mu'temir'den, o ba­basından, o Hadramî'den, o Kasım b. Muhammed'den, o da Abdullah b. Amr'dan bize şu rivayette bulunmuştur:

"Ümm-i Mehzul isminde zina eden bir kadın vardı. Kendisiyle birleşen kişiye nafakasını temin etmeyi şart koşardı. Müslümanlardan bir adam da bu kadınla birleşmek istemiş ve bu durumu Peygamber (s.a.v.)'e bildirmişti. Bunun üze­rine bu âyet nazil oldu.[5]

5- Amr ibn Şuayb'in babasından, onun da dedesinden rivayetinde o şöyle anlatıyor:

Mersed ibn Ebî Mersed Kennâz el-Ganevî adında birisi vardı. Mek­ke'deki esirleri (kurtarıp veya kaçırıp) Medine'ye götürürdü. Mekke'de onun dostu olan Anâk adında bir fahişe vardı. Bir keresinde Mersed bir esire, onu Medine'ye götürmeyi va'detmişti. Hadisenin bundan sonrasını Mersed kendisi şöyle anlatmış:

Ay aydınlığı bir gecede Mekke'ye geldim. Bir duvarın gölgesine saklan­dım. Anâk da oradan geçiyormuş, benim gölgemi görmüş, yaklaşınca da tanı­mış.

"Sen Mersed misin?" diye sordu, ben:

"Evet, ben Mersed." dedim.

"Mer­haba, hoş geldin, gel bu gece bizim yanımızda kal." dedi. Ben:

"Ey Anâk, Allah zinayı haram kıldı." dedim. Birden:

"Ey çadır ahalisi bu adam esirlerinizi Medi­ne'ye kaçırıyor." diye bağırmaya başladı. Ben kaçtım, sekiz kişi peşime düştü­ler. Dağa yöneldim ve bir mağara bulup saklandım. Ta başucuma kadar geldiler. Hattâ birisi başıma işedi de başım sırılsıklam oldu. Ama Allah onları kör etti de beni göremediler, dönüp gittiler. Ben de o kurtarıp Medine'ye götürme sözü verdiğim esire vardım, onu yüklenip Medine'nin yolunu tuttum. Ağır bir adam­dı. Mekke dışında İzhir (bir rivayette Erâk) denilen mevkide sırtımdan indirip bağlarını çözdüm, bazan taşıdım, bazan yürüyebildi, nihayet Medine'ye geldik. Ben Rasûl-i Ekrem (sa)'in yanına varıp:

"Ey Allah'ın elçisi, Anâk'ı nikâhlıyayım, onunla evleneyim mi?" diye sordum. Hz. Peygamber (sa) susup cevap vermediler de sonunda

“Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikahlamaz. Zina eden kadını da zine eden veya müşrik olan bir erkekten başkası nikahlamaz." âyeti indi ve Allah'ın Rasûlü (sa):

"Ey Mersed, zina eden erkek ancak bir zinakâr kadını veya müşrik bir kadını nikâh­lar, zinakâr bir kadınla da ancak zinakâr veya müşrik bir erkek nikahlayıp onun­la evlenir." buyurdular.[6]

6- Hadisin Ebu Davud ve Neseî'deki rivayetinde Hz. Peygamber (sa)'in Mersed'e âyet-i kerimeyi oku­duktan sonra:

"Onu nikahlama, onunla evlenme." buyurduğu da belirtilmektedir.[7]

7- Suyûtî, Anâk ile evlenmek isteyen kişinin Mezîd adında birisi olduğunu, bunun, Enbâr'dan Mekke'ye mal getirdiğini ve Anâk ile evlenmek üzere Hz. Peygamber (sa)'den izin istediğini, Efendimiz (sa)'in

"Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan kadından başkasını nikahlamaz. Zina eden kadını da zina eden veya müşrik olan bir erkekten başkası nikahlamaz..." âyet-i kerimesi nazil oluncaya kadar kendisine olumlu ya da olumsuz bir cevap vermediğini, bu âyet-i kerimenin nüzulü ile de kendisine:

"Ey Mezîd, onunla evlenme." buyurduğunu kaydederken bu anlamdaki hadisin Ebu Davud, Tirmizî, Neseî ve Hâkim tara­fından tahric edilmiş olduğunu da belirtmektedir.[8]

8- İbn Abbâs'tan bu hadisenin Bakara, 221 âyetinin nüzul sebebi olduğu da rivayet edilmiştir. Buna göre Mersed'in Anâk'la evliliğine kadının fahişe olması değil müşrik olması engeldir.[9]

9- Saîd İbni Mensur’dan Mücâhid (r.a.) şöyle dedi:

“Allahü Teâlâ zinayı haram kılınca, zinâkâr olan kadınlar güzel yüzlü idiler. İnsanlar, kadınlarımızı boşayalım onlarla evlenelim.” dediler. Âyet indirildi.”[10]

10- Bu ayetin zahiri iffetli kadının zina eden erkeğe, zina eden kadının da if­fetli erkeğe haram olmasıdır. [11]



4. İffetli, hür kadınlara iftira atan, sonra da dört şâhid getiremiyenlere sek­sen değnek vurun ve ebediyyen onların şâhidliğini kabul etmeyin. İşte onlar fâsıkların ta kendileridir.



Bu âyet-i kerime, Buhârî'nin Sahîh'inde işaret edildiği üzere Uveymir'in karısı hakkında nazil olmuştur.

Ancak Saîd ibn Cübeyr'den, ifk hadisesi üzerine nazil olduğu da rivayet edilmiştir.[12]



6. Eşlerine zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmıyanların şahidliği; kendisinin sâdıklardan olduğuna dair dört kere Allah'ı şahid tutmasıdır.

7. Beşincisi ise "Eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olması"dır.

8. "Kocasının yalancılardan olduğuna " dair dört kere Allah 'ı şahid tutması kadından azabı (zina haddini) savar.

9. Beşincisi ise "Kocası sâdıklardan ise kendisinin Allah'ın gazabına uğ­raması"dır.

10. Ya üzerlerinizde Allah'ın lûtfu ve rahmeti olmasaydı (haliniz nice olur­du?). Gerçekten Allah Tevvâb'dır, Hakim'dir.



Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Bu âyet-i kerimelere, mülâ'ane ya da li'ân âyetleri denilir ki eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka bu zinaya şahidlik edecek başka şahid bulamryan karı koca için bir çıkış yolu olarak li'ân usûlünü getiren âyet-i kerimelerdir. Bunların nüzul sebebi muteber hadis mecmualarında, siyer kitablarında ve hemen bütün tefsirlerde yer almaktadır. Ancak bazı rivayetlerde ensar'dan birisi hakkında, bazı rivayetlerde Uveymir hakkında, diğer bazıların­da da Hilâl ibn Ümeyye hakkında anlatılmaktadır. Şöyle ki:[13]

2- Muhammed b. Abdirrahman b. Muhammed el-Fakih, Muhammed b. Muhammed b. Sinan el-Mukırrî'den, o Ahmed b. Ali b. Müsenna'dan, o Ebû Hayseme'den, o Cerir'den, o A'meş'ten, o İbrahim'den, o da Alkame'den Abdullah b. Mesud'un şöyle dediğini bize haber verdi:

"Biz Cuma gecesi mescidde bulunuyorduk. Derken Ensar'dan bir kişi içeri girip dedi ki:

"Şayet bir adam karısıyla birlikte bir kişiyi bulsa, bu durumda eğer konuşmuş olsa, siz ona değenek vurursunuz, öldürürse siz de onu öldürür müsünüz? Susarsa kendi kendini yemiş olur. Vallahi bu durumu Rasulullah (s.a.v.)'a soracağım. Ertesi gün olunca Rasulullah (s.a.v.) geldi. Aynı kişi Rasulullah (s.a.v.)'a sual edip dedi ki:

"Adamın biri ka­rısıyla birlikte bir kişiyi yakalasa da laf söylerse, ona dayak vurursunuz. Öldürürse siz de onu öldürür müsünüz? Susmuş olsa, pür gazap mı susar?" Rasulullah (s.a.v.):

"Allah'ım bir yol göster" buyurarak dua etmeye başladı. Derken biraz önce geçen liân[14] âyeti indi. Böylece ilgili şahıs, insanlar arasından ortaya çıkıp, böyle bir belaya dûçâr oldu da karısıyla birlikte Rasulullah'a gelerek karşılıklı olarak lanetleştiler. Adam doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin etti. Beşincisinde ise yalancılardan olduğu takdirde "Allah'ın laneti üzerime olsun" diye liânda bulundu. Bu sefer liânda bulunmak üzere kadın Rasulullah (s.a.v.)'in huzuruna çıktı. Rasulullah (s.a.v.) "sus" buyurdu. Kadın da liânda bulundu. Arkasını dönüp giderken, Rasulullah (s.a.v.):

"Belki de bu kadın kıvırcık saçlı, siyah bir çocuk dünyaya getirir" bu­yurdu. Gerçekten kadın kıvırcık saçlı, siyah bir çocuk doğurdu.[15]

3- Sehl ibn Sa'd'den rivayete göre Uveymir bir gün Aclân oğullarının efen­disi Asım ibn Adiyy'e gelmiş ve demiş ki:

"Karısıyla birlikte yabancı bir erkeği bulan kişi hakkında ne dersiniz? Onu öldürsün de (kısasla) onu öldürür müsü­nüz, yoksa ne yapsın? Bunu Allah'ın Rasûlü (sa)'ne benim için sorar mısın?" Bunun üzerine Hz. Peygamber (sa)'e gelen Asım:

"Ey Allah'ın elçisi..." diye söze başlayıp soruyu sormuş, ancak Hz. Peygamber (sa) bu sorudan hoşlanmayıp cevap vermemiş. Dönüp geldiğinde Uveymir sorusunun cevabını almak umuduyla Asım'ın yanına gelmiş. Asım:

"Allah'ın Rasûlü (sa) bu sorudan hoş­lanmadığı gibi kınadı da." demiş. Uveymir:

"Vallahi bundan vazgeçmiyeceğim ve gidip Rasûlullah (sa)'a soracağım." deyip Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, bjr kişi, karısının yanında yabancı bir erkek bulsa onu öl­dürsün ve siz de (kısasla) onu öldürür müsünüz, yoksa ne yapsın?" diye sormuş. Rasûl-i Ekrem:

"Allah, sen ve karın hakkında Kur'ân indirdi." buyurup ikisine Allah'ın, Kitab'ında tarif ettiği şekilde mülâ'anede bulunmalarını emretmiş ve onlar da liânlaşmışlar. Liândan sonra Uveymir:

"Ey Allah'ın elçisi, bundan sonra ben bu karıyı tutsam (nikâhım altında ve evimde yanımda) tutsam ona zulmetmiş olurum." deyip karısını boşamış ve o ikisinden sonra liân yapan eşler hakkında bu bir yol olmuştur. Allah'ın Rasûlü (sa):

"Bakın (kadının ne doğura­cağını gözetleyin), eğer siyah, göz bebekleri koyu siyah, kalçaları ve baldırları iri bir çocuk doğurursa bilin ki Uveymir doğru söylemiştir. Şayet kırmızımsı, kızılca bir böceğe benzer bir çocuk doğurursa bilin ki Uveymir karısı hakkında yalan söylemiş, ona iftira etmiştir." buyurdular. Kadın, Rasûlullah (sa)'ın Uveymir'in doğru söylemiş olduğunu tasdik edici olarak bildirdiği niteliklerde bir çocuk doğurdu. Bu çocuk daha sonraları (Araplarda âdet olduğu üzere baba­sına nisbetle değil), annesine nisbetle çağrılırdı.[16]

4- Ayrıntı­larda küçük farklarla hadisi Müslim de Sehl ibn Sa'd es-Sâ'idî'den rivayetle tahric etmiştir.[17]

5- İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette Uveymir'in karısının adı Havle bint Kays olarak verilmektedir.[18]

6- Kelbî rivayetiyle yine İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette bu musibetin Asım ibn Adiyy'in başına geldiği ve karısı ile Şerik ibn Sehmâ'ı zina halinde gördüğü[19] nakledilmişse de doğrusu ve sahih olanı yukarda verdiğimiz veçhile musibetin Asım'in değil, amcasının oğlu olan Uveymir'in başına gelmiş olmasıdır.[20]

7- İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor:

Hilâl ibn Ümeyye, Hz. Pey­gamber (sa)'in huzurunda karısının Şerik ibn Sehmâ' ile zina ettiği iddiasında bulunmuştu. Rasûlullah (sa):

"Ya delil getirirsin ya da zina iftirası cezasını sır­tında bulursun (ya bu iddiana dört şahid getirirsin, ya da sana zina iftirası ceza­sını uygularım.)" buyurdular. Hilâl:

"Ey Allah'ın elçisi, bizden birisi karısının üzerinde yabancı bir erkek bulacak, sonra da onları o halde bırakıp delil (şahid) aramıya mı gidecek?!" dediyse de Hz. Peygamber (sa):

"Ya delil getirirsin, ya da zina iftirası cezasını sırtında bil." buyurdular. Hilâl:

"Seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki ben doğru söylüyorum ve Allah, benim sırtımı zina iftirası cezasından kurtaracak bir şey mutlaka indirecektir." dedi ve hemen aka­binde Cibril geldi ve Hz. Peygamber (sa)'e

"Beşincisi ise "Kocası sâdıklardan ise kendisinin Allah'ın gazabına uğraması"dır."a kadar olmak üzere "Eşlerine zina isnad edip de kendilerinden başka şahidleri olmıyanların şahidliği; kendisi­nin sâdıklardan olduğuna dair dört kere Allah'ı şahid tutmasıdır...." âyet-i keri­melerini indirdi. Rasûlullah (sa)'tan vahy inme hali kalkınca HilâPin karısına haber gönderip çağırttı. Hilâl de geldi ve

"Karısının zina ettiğine" dair şehadette bulundu. Rasûlullah (sa):

"Allah biliyor ki ikinizden birisi yalan söylüyor; iki­nizden tevbe eden yok mu?" buyuruyordu. Sonra kadın kalktı ve

"zina etmedi­ğine ve kocasının yalancılardan olduğuna" dair şehadette bulundu. Beşinci şehadete gelmişti ki onu durdurdular ve:

"Dikkat et, bu beşinci şehadet Allah'ın gazabını sana vacip kılıcıdır." dediler. İbn Abbâs der ki:

"Kadın şöyle bir keke­ledi, döndü; biz, şehadetinden dönecek, vazgeçecek zannettik ama o:

"Bundan sonraki günlerde elbette kavmimi rüsvay etmiyeceğim." dedi ve beşinci şehadeti de yaptı.

Rasûlullah (sa):

"Bakın, bu kadını gözetleyin; eğer gözleri sürmeli, kalçala­rı dolgun ve baldırları iri bir çocuk doğurursa bu çocuk Şerîk ibn Sehmâ'dandır." buyurdu ve kadın Hz. Peygamber (sa)'in bu tarifine uygun bir çocuk doğurdu da Efendimiz (sa):

"Şayet Allah'ın kitabından geçenler (liân ile ilgili âyetlerin hükmü) olmasaydı benim için ve o kadın için başka bir durum olurdu (onu recmedardim.)" buyurdular.[21]

8- Hafız Ebu Ya'lâ'nın Enes ibn Mâlik'ten rivayeti biraz daha ayrıntılı olmak­la birlikte bu ayrıntılarda bazı farkları ihtiva etmektedir. Bu rivayette Hz. Pey­gamber (sa), Hilâl'in karısının doğuracağı çocuğu gözetlemelerini emredip:

"Eğer kıvırcık saçlı, ince baldırlı bir çocuk doğurursa bu çocuk Şerîk ibn Sehmâ'dan; beyaz, organları uzun ve tam, gözleri bozuk bir çocuk doğurursa bu çocuk Hilâl ibn Ümeyye'nindir." buyurduğu ve kadının, kıvırcık saçlı, ince bal­dırlı bir çocuk doğurduğu belirtilmektedir.[22]

9- Ebû Osman Said b. Muhammed el-Müezzin, Muhammed b. Ahmed b. Ali el-Hiyeri'den, o Hasan b. Süfyan'dan, o Ebû Bekr b. Ebî Şeybe'den, o Yezid b. Harun'dan, o Abbad b. Mansur'dan, o İkrime'den, o da İbn Abbas'tan bize şu rivayette bulundu:

"İffetli kadınlara iftira edip de sonra dört şahid getiremeyenler var ya onlara seksen değnek vurun..." âyeti nazil olunca, Ensar'ın büyüğü olan Sa'd b. Ubade:

"Bu âyet bu şekilde mi indi ey Allah'ın Rasulü" dedi. Rasulullah (s.a.v.) da:

"Ey Ensar topluluğu, büyüğünüzün dediğine kulak veriyor musunuz?" buyurdu. Ensar da dedi ki:

"Ey Allah'ın Rasulü, şüphesiz o çok kıskanç biridir. Vallahi şimdiye kadar bekar olmayan hiçbir kadınla evlenmemiştir ve şimdiye kadar hiçbir kadın da boşamamıştır ki, herhangi bir kişi onun şiddetli kıskançlığından korkarak o kadınla evlenmeye cesaret edebilsin. Bunun üzerine Sa'd şöyle dedi:

"Ey Allah'ın Rasulü, vallahi ben çok iyi biliyorum ki, boşanan kadını bir başkasının nikahlaması haktır ve bu Allah katındandır. Fakat şuna taaccub ettim ki eğer ben adamın birinin bacakları arasına aldığı alçak bir kadın görürsem, dört şahid getirinceye kadar, o kişiyi o halde tutmam mümkün değildir. Vallahi o kişi ha­cetini giderinceye kadar ben o şahitleri getiremem." Az bir müddet sonra yatsı vakti Hilal b. Umeyye yerinden geldi ve müteakiben ailesinin yanında bir adam buldu. Gözüyle gördü, kulağıyla işitti de onu hiç tahrik etmedi. Derken sabah oldu. Sabahleyin Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek dedi ki:

"Ey Allah'ın Rasulü, ben yatsı vakti ailemin yanına geldiğimde yanında bir kişiyi buldum, gözümle gördüm, kulağımla işittim." Rasulullah (s.a.v.) onun getirdiği bu haberden hoşlanmayıp, kendisine sert bir şekilde çıkıştı. Bunun üzerine Sa'd b. Ubade:

"Rasulullah (s.a.v.) şimdi Hilal b. Umeyye'ye dayak attırır ve müslümanlar arasında şahitliğini geçersiz kılar" dedi. Hilal:

"Vallahi ben Allah'ın benim için o kadından yana bir çıkış yolu kılacağını ummaktayım" dedi ve devamen:

"Ey Allah'ın Rasulü, şüphesiz ki ben sana getirdiğim haberden ötürü şiddetli bir tavır takındığını görmekteyim. Halbuki Allah biliyor ki, ben gerçekten doğru söylüyorum" dedi. Allah'a yemin olsun ki kendisine vahiy indiğinde Rasulullah (s.a.v.) onun öldürülmesini murad eder. Kendisine vahiy indiğinde insanlar O'nu kendi haline bıraktılar. Nihayet vahiy halinden ayrılınca Nur: 24/6-9 âyetleri nazil oldu: "

Rasulullah (s.a.v.)'tan bu hal ayrılınca buyurdu ki:

"Müjde ey Hilal. Muhakkak ki Allah senin için bir çıkış kapısı kıldı." Hilal da:

"Zaten ben bunu Rabbim'den bekliyordum" dedi."[23]

Ravi hadisin geri kalan kısmını da zikretmiştir.[24]

10- Rasûlullah (sa):

"Kadına haber gönderin, gelsin." buyurdular ve kadın gel­di. Allah'ın Rasûlü (sa) her ikisine de âyetleri okuyup onları uyardı, âhiret aza­bının dünya azabından (zina edenlere dünyada verilecek cezadan) daha şiddetli olduğunu haber verdi. Hilâl:

"Ey Allah'ın elçisi, Allah'a yemin ederim, ona kar­şı, onun hakkında doğru söyledim." dedi. Kadın da:

"Yalan söyledi." dedi. Rasûlullah (sa):

"Aralarında liân yapınız." buyurdular. Hilâl'e:

"Kalk, karının zina ettiğine dair şehadet et." denildi. Karısının zina ettiğine ve kendisinin doğ­ru sözlülerden olduğuna dair Allah'ı şahid tutarak dört kere şehadette bulundu. Beşinciye geldiğinde ona:

"Ey Hilâl, Allah'tan kork; dünya azabı (zina iftirası sebebiyle sana dünyada verilecek ceza) âhiret azabından daha hafiftir. Bu beşin­ci şehadetle, eğer şehadetinde yalancı isen âhiret azabını kendine vacip kılıyor­sun." denildi.

"Allah'a yemin ederim ki Allah, bu sebeple bana dünyada zina iftirası cezası vermediği gibi bana âhirette azâb etmiyecek." deyip beşincisinde de: "Eğer yalancılardan ise Allah'ın lanetinin kendi üzerine olması"nı isteyerek şehadet etti. Sonra kadına:

"Onun (kocanın) yalancılardan olduğuna dair dört defa Al­lah'ı şahid tutarak şehadet et." denildi. Beşincisine geldiğinde kadına:

"Al­lah'tan kork; muhakkak dünya azabı (zina sebebiyle dünyada verilecek cezanın acısı) âhiret azabından daha hafiftir. Bu beşinci şehadetle azabı kendine vacip kılmış oluyorsun." denildi de kadın şöyle bir durakladı, sonra:

"Allah'a yemin ederim ki kavmimi rüsvay ttmiyeceğim." dedi ve

"Eğer kocam doğru sözlüler­den ise Allah'ın gazabı üzerime olsun" diye beşinci kere şehadette bulundu.

Bu (liândan sonra) Allah'ın Rasûlü (sa), karı-kocanın arasını ayırdı (nikâh­larını feshetti) ve kadından doğacak çocuğun babasının adıyla çağrılmamasına, doğacak çocuğa zina isnad edilmemesine, kadına veya çocuğuna zina isnad eden olursa ona hadd-i kazf uygulanmasına hükmetti. Ayrıca kocası istemediği ve araları talâk ile ayrılmamış olduğu için de kadının mesken, barındırılma ve ge­çiminin koca üzerine olmamasına hükmedip buyurdu ki:

"Eğer kadın kumral, uylukları etsiz ve ince bıldırlı bir çocuk doğurursa bu Hilâl'indir. Eğer esmer, kıvırcık saçlı, iri yapılı, baldırları büyük ve kalçaları etli bir çocuk doğurursa bu, zina isnadında bulunulan adamındır." Kadın, esmer, kıvırcık saçlı, iri yapılı, baldırları büyük ve kalçaları etli bir çocuk doğurdu. Allah'ın Rasûlü (sa):

"Şayet (o liân'da yapılan) yeminler olmasaydı benimle o kadın hakkında başka bir du­rum olurdu." buyurdular.

İkrime der ki: (Kadının doğurmuş olduğu) çocuk daha sonra Mısır üzerine emîr oldu. Annesinin ismiyle çağrılır, babasına nisbetle çağrılmazdı.[25]

11- Bu hadis, Ebu Davud tarafından da muhtasar olarak İbn Abbâs'tan rivayetle tahric olunmuştur.[26]

12- Bu âyet-i kerimenin Hilâl ibn Ümeyye veya Uveymir hakkında nazil oldu­ğuna dair haberleri verdikten sonra Suyûtî der ki: İmamlar bu âyet-i kerimenin Hilâl ibn Ümeyye hakkında mı yoksa Uveymir hakkında mı nazil olduğu konu­sunda hemfikir değillerdir. Kimisi Hilâl hakkında nazil olduğuna dair rivayetleri tercih ederken kimisi de Uveymir hakkında nazil olduğunu ifade eden rivayeti tercih etmişlerdir. Meselâ Taberî âyet-i kerimenin, karısına Şerîk ibn Sehmâ ile zina isnadında bulunan Uveymir hakkında nazil olduğuna dair rivayeti tercih etmektedir.[27] İki rivayet arasını cem sadedinde olmak üzere bu duruma ilk düşenin Hilâl olduğu, Uveymir'in de başına aynı fitnenin âyet-i ke­rime nazil olmadan hemen önce geldiği ve dolayısıyla âyet-i kerimenin her iki­sinin durumu hakkında nazil olduğunu söyleyenler de vardır. Nevevî bu görüşe meyletmiş Hatîb de ona tabi olmuştur. İbn Hacer de benzer görüşte olup şöyle der:

Muhtemeldir ki âyet-i kerime Hilâl ibn Ümeyye'nin başına gelen olay üze­rine inmiş. Daha sonra aynı felâket Uveymir'in de başına gelmiş ve âyet-i keri­menin nüzulünden veya Hilâl'in başına gelenden haberi olmıyan Uveymir Hz. Peygamber (sa)'e gelerek durumu hakkında ondan fetva istemiş; Allah'ın Rasûlü (sa) de kendisine daha önce Hilâl hakkında inen âyet-i kerimeyi oku­muştur. Kurtubî ise âyet-i kerimenin biri Hilâl olayında, diğeri de Uveymir ola­yı hakkında iki kere indirilmiş olabileceği ihtimali üzerinde durur. İbn Hacer de âyet-i kerimenin birden çok sebep üzerine nazil olmasını da caiz görmektedir.[28]

13- Kurtubî diyor ki: Meşhur olan rivayet Hilâl'in olayının daha önce olduğu ve bu olayın ayetin nüzul sebebi olduğu şeklindedir. Bir başka görüşe göre, Uveymir b. Eşkar'ın olayı daha önce meydana gelmişti. Bu sahih, meşhur bir hadis olup hadis imamları bunu rivayet etmişlerdi. Süheyli de: "Bu sahihtir." demiştir. Kelbî diyor ki: Daha açık olan husus Uveymir el-Aclâni ile hanımı arasında lian yaptığı şeklindeki rivayetlerin çokluğu sebebiyle, hanımının ya­nında Şerik'i gören Uveymir el-Aclanî idi.

Önemli olan bütün rivayetlerin şu üç noktada birleşmesidir:

Birincisi: Lian ayetleri namuslu kadınlara iftira etmek hakkındaki ayet­ten bir müddet sonra ve o ayetten ayrı olarak nazil olmuştur.

İkincisi: Müminler lian ayetlerinin inmesinden önce "Namuslu kadınlara zina ithamında bulunanlar..." ayetinden hem hanımı hem de yabancı kadınları söz konusu ettiğini anlıyorlardı.

Üçüncüsü: Bu ayet kocaya bir hafifletme olmak üzere nazil olmuştur. [29]

14- Bu arada Suyûtî, el-Bezzâr'ın Huzeyfe'den rivayetle tahric ettiği bütün bunlardan farklı ve garip bir rivayete daha yer verir. Bu haberde Huzeyfe şöyle anlatıyor:

Allah'ın Rasûlü (sa) bir gün Hz. Ebu Bekr'e:

"Ümmü Rûmân'la bir­likte bir adam görsen ne yapardın?" diye sormuş, Ebu Bekr:

"Elbette ona bir kötülük yapardım." diye cevap vermiş. Bu sefer Hz. Peygamber (sa), Hz. Ömer'e dönüp:

"Ya sen ey Ömer?" diye ona sormuş. Hz. Ömer:

"Allah en âciz olana lanet etsin, elbette o habistir." diye cevaplamış da bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[30]

15- Bütün bu rivayetlerden sonra Liân'a esas olan bu âyet-i kerimelerin nüzul vakti olarak Kurtubî, Hicretin dokuzuncu senesi Şaban ayında Hz. Peygamber (sa)'in Tebük'ten dönüşünden sonrasını göstermektedir.[31]



11. O uydurma haberi (iftirayı) getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şer sanmayın. Tam tersine o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah vardır. Onlardan günahın büyüğünü işleyen o adam yok mu; işte onadır azâb-ı azîm.

12. Onu işittiğiniz vakit mü'min erkeklerle mü'min kadınların kendiliklerinden hüsn-ü zanda bulunup "Bu, apaçık bir iftiradır. " demeleri gerekmez miydi?

13. Buna karşı dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki onlar şahidler getiremediler o halde onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir.

14. Dünya ve âhirette Allah'ın lûtfu ve rahmeti üzerinize olmasaydı, içine daldığınız o sözlerden dolayı herhalde size çok büyük bir azâb dokunurdu

15. Onu dilinize dolamıştınız ve bilmediğiniz şeyleri ağzınıza alıyordunuz. Onu önemsiz sanıyordunuz ama o, Allah katında çok büyüktür.

16. Onu duyduğunuz zaman "Bunu söylememiz bize yakışmaz. Hâşâ bu bü­yük bir iftiradır. " demeniz gerekmez miydi ?

17. Eğer mü'minler idiyseniz buna benzer bir şeye bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt veriyor.

18. Ve Allah size âyetlerini açıkça bildiriyor. Allah Alîm'dir, Hakîm'dır.

19. O mü'minler arasında kötülüğün ve hayâsızlığın yayılmasını arzu edenler var ya; işte onlara, dünyada ve âhirette çok elem verici bir azâb var. Ve Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.

20. Ya Allah'ın, üzerinizdeki lûtfu ve rahmeti olmasaydı haliniz nice olurdu? Ve Allah, gerçekten Rauf'tur, Rahîm'dir.

21. Ey o iman etmiş olanlar, şeytanın adımlarına tabi olmayın. Kim, şeytanın adımlarına tabi olursa (bilsin ki) şeytan, hayâsızlığı, ahlâksızlığı ve münkeri emreder. Şayet Allah'ın, üzerinizdeki lûtfu ve rahmeti olmasaydı hiçbiriniz ebediyyen temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır ve Allah Semî'dir, Alîm'dır.

22. Sizden faziletli ve varlıklı olanlar yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, geçiversinler. Allah 'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah Ğafûr'dur, Rahim'dir.

23. İffetli, evli ve bir şeyden habersiz mii'min kadınlara (zina) iftirası atanlar var ya; işte onlar dünyada da, âhirette de lanetlenmişlerdir. Ve onlar için çok büyük bir azâb vardır.

24. O gün, kendi dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları şeylere şahidlik edeceklerdir.

25. O gün Allah onlara hak olan cezalarını verecektir. Hiç şüphesiz onlar da Allah'ın apaçık hakkın ta kendisi olduğunu bileceklerdir.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: 024 - NUR SURESİ
MesajGönderilme zamanı: 03.01.09, 16:21 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
26. Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler de kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar. Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar, ve onlar için mağfiret, bir de cömertçe verilmiş bir rızık vardır.

Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Bu Nûr Sûresinden 16 âyetin (11-26. âyetler) nüzulüne sebep olan İfk Hadisesi en geniş şekliyle bizzat Hz. Aişe'den rivayetle İbn Hişâm'ın Sîre'sinde hicretin altıncı senesi olayları cümlesinden olarak ve Mustalik Oğulları gazvesi sırasında meydana gelen olaylar arasında anlatılmaktadır. Hz. Aişe şöyle anlatıyor:

Allah'ın Rasûlü (sa) bir sefere çıkmak istediğinde kendisiyle birlikte çıkacak hanımını tesbit etmek üzere hanımları arasında kur'a çekerdi. O, Mustalik oğulları gazvesine çıkacağında hanımları arasında çekilen kur'a bana çıktı ve Rasûl-i Ekrem bu sefere beni götürdü.

O zamanda kadınlar az yemek yerler, et tutmazlar (fazla şişmanlamazlar) ve ağır olmazlardı. Yola çıkmak üzere devem hazırlanınca ben de hevdece girer otururum, sonra birileri gelir hevdeci altından tutar kaldırır, devenin sırtına yükler, iplerini bağlarlar, sonra da devenin başından çekerek beni yola çıkarırlardı.

Allah'ın Rasûlü (sa) bu seferini bitirip dönerken Medine yakınlarında bir yerde konakladık ve gecenin bir kısmını orada geçirdik. Gecenin bir vaktinde yola çıkma emri verildi ve insanlar yola koyuldular. Bu arada ben bir ihtiyacım için hevdecimden çıkmış, devenin yanından ayrılmıştım. Boynumda cez'-i zafâr taşından bir kolye (gerdanlık) vardı. İşimi bitirdiğimde ben bilmezden (haberim olmadan) meğer o gerdanlık çözülmüş ve boynumdan düşmüş. Binitimin yanına gelince boynumu yokladım; baktım ki gerdanlığım yok. O sırada insanlar yola çıkmaya başladılar. Ben ise ihtiyacımı giderdiğim yere gittim ve orada düşmüş olan gerdanlığımı buldum. Benim yokluğumda benim hevdecimi deveme yük­leyen ve devemi sürüp götüren insanlar gelmişler; devemi yola hazırlamışlar, daha önceden yaptığım gibi beni hevdecin içinde zannederek hevdeci almışlar, deveye yüklemişler, benim hevdecde olup olmadığım hususunda hiç şüpheye düşmemişler, devenin başından tutup yola çıkmışlar.

Ben, gerdanlığımı bulup da konaklama yerine geldiğimde bir de baktım in cin top atıyor, orada kimse kalmamış, herkes gitmiş. Cilbâbıma sarındım ve oracıkta kıvrılıp yattım. Biliyordum ki beni arayıp bulamadıklarında mutlaka bu­raya bana dönülecek.

Allah'a yemin olsun, ben orada kıvrılıp yatmış haldeyken birden bana Safvân ibn el-Muattal es-Sulemî uğradı. Bir ihtiyacı sebebiyle ordudan arkada kalmış, insanlarla beraber o konaklama yerinde gecelememiş. Benim karaltımı görmüş, gelmiş, başucumda durmuş. Safvân daha önce beni, kadınların örtünme emri gelmezden önce gördüğü için şimdi de görünce tanımış. "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn, bu Rasûlullah (sa)'ın hanımı!" demiş, ben elbisemde sarılı bir haldeyim, o bana:

"Allah sana merhamet etsin, seni böyle ordudan arkada bırakan nedir?" diye sordu, ben cevap vermedim, onunla konuşmadım. Sonra deveyi bana yaklaştırdı, bana:

"Bin." dedi, kendisi de geride durdu. Ben deveye bindim, devenin yularını aldı ve orduya yetişmek üzere hızla yola koyuldu. Sabaha kadar biz orduya yetişemedik, insanlar da sabaha kadar benim yokluğumun farkına varmamışlar. Sabah olunca yeniden konaklamışlar ve işte o sırada benim devemi güderek yürüten benim yokluğumun farkına varmış; bunun üzerine tfk ehli benim hakkımda söylediklerini söylemişler, ordu dalgalanmış. Allah'a yemin ederim benim bunların hiçbirinden haberim yok.

Sonra Medine'ye geldik ve çok geçmeden ben şiddetli bir hastalığa yaka­landım. O ana kadar bana bu hadise hakkında söylenenlerden hiçbir şey ulaş­madı ama Rasûlullah (sa)'a ve ana-babama ulaşmış. Onlar da ne az, ne çok bana bunlardan hiçbir şey söylemediler. Şu kadar var ki o zamana kadar Rasûlullah (sa)'tan görmekte olduğum bana karşı bazı yumuşak muameleyi pek görmez olmuştum. Daha önce ben hastalanınca bana acır ve yumuşak davranırdı. Bu hastalığımda ise bunu görmedim ve bunu ona yakıştıramadım. Sadece yanıma girdiğinde hastalığımda bana bakan annem Ümmü Rûmân olur, bana: "Nasıl­sın?" der, başka bir şey söylemez, başka bir şey konuşmazdı.

Rasûlullah (sa)'ın bana olan bu soğukluğunu görünce kırıldım ve:

"Ey Al­lah'ın Rasûlü, bana izin versen de anneme gitsem, annem orada benim hastalı­ğımla ilgilense, bakımımı yapsa." dedim,

"Benim için sakıncası yok." buyurdu. Yine olanların hiçbirinden haberim yok halde annemin evine geçtim. Nihayet 20 küsur gün sonra bu hastalığım geçti. Biz araplar, acemler gibi evlerimizde helalar yapmaz, abdest bozmak üzere şehir dışına açık araziye çıkardık. Abdest bozma ihtiyaçlarını görmek üzere kadınlar her gece Medine dışına çıkarlardı. Bir gece abdest bozma ihtiyacım için dışarı çıktığımda yanımda Ebu Ruhm ibnu'l:Muttalib kızı Ümmü Mıstah da vardı ki bu Ümmü Mıstah'ın annesi de Ebu Bekr es-Sıddîk'in teyzesi, Sahr ibn Amir'in kızıydı. Benimle birlikte yü­rürken ayağı üzerindeki örtüye dolaşıp tökezledi ve

"Kahrolası Mıstah!" dedi. Mıstah, oğlunun lakabı olup asıl adı Avf idi. Ben:

"Allah'a yemin olsun ki Bedr'de bulunmuş muhacirlerden bir adam hakkında kötü söyledin." dedim.

"Ey Ebu Bekr'in kızı, haber sana ulaşmadı mı?" dedi. Ben:

"Ne haberi, hangi haber?" diye sordum. Bunun üzerine İfk ehlinin söylemiş olduklarını bana haber verdi. Ben:

"Öyle mi oldu?" dedim,

"Evet, Allah'a yemin ederim, böylece ol­du." dedi. Ben kendimde ihtiyacımı giderecek gücü göremiyerek geri döndüm. Allah'a yemin ederim o kadar ağlamaya devam ettim ki ağlama ciğerlerimi parçalıyacak sandım. Anneme:

"Allah seni bağışlasın, insanlar bu konuştukları­nı konuştular da sen bana bunlardan hiçbirini anlatmıyorsun!" dedim. O:

"Kız­cağızım, kendini bu kadar hırpalama, durumunu daha da ağırlaştırma. Allah'a yemin olsun, senin gibi güzel bir kadın olur, onun kumaları olursa elbette gerek kumaları ve gerekse insanlar onun hakkında sözü çoğaltırlar." dedi.

Bu arada Rasûlullah (sa) bir gün kalkmış, Allah'a hamdü senadan sonra in­sanlara hitaben:

"Ey insanlar bir takım insanlar ailem hakkında beni üzüyor ve onlar hakkında gerçek olmıyan şeyler söylüyorlar. Ben, ailemden hayırdan baş­ka bir şey bilmiyorum. Bu sözleri öyle bir adam hakkında söylüyorlar ki vallahi onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Benim evlerimden hangi bir eve girmişse ancak benimle birlikte girmiştir." buyurmuş; benim bundan da haberim yoktu.

Bu konuda günahın büyüğü Hazrec'den bir takım adamlar içinde Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl’de idi. Onlarla birlikte Mıstah ve Cahş kızı Hamne de varmış. Hamne'nin konuşma sebebine gelince; onun kız kardeşi Cahş kızı Zeyneb Rasûlullah (sa)'ın hanımlarından olup Efendimiz'in hanımlarından mertebe itibariyle bana eşit olan ondan başkası yoktu. Zeyneb'e gelince Allah onun dinini korumuş ve benim hakkımda hayırdan başka bir şey söylememiş. Hamne ise Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl’den çıkan o sözleri almış; kızkardeşi lehine benim aleyhime olsun diye yaymış ve böylece mutsuzlardan olmuş.

Hz. Peygamber (sa)'in yukardaki sözleri üzerine Üseyd ibn Hudayr:

"Ey Allah'ın elçisi, bu sözleri söyleyenler eğer Evs'den iseler biz senin yerine onların hakkından geliriz. Ama eğer Hazrec'den iseler onlar hakkında ne emredersen emret. Vallahi bu sözleri söyleyenler boyunları vurulmayı haketmişlerdir." demiş. Bunun üzerine daha önceden salih bir insan olarak bilinen (görülen) Sa'd ibn Ubâde kalkmış:

"Allah'a yemin olsun, yalan söyledin, (Hazrec'den iseler) boyunlarını vurmayız. Allah'a yemin olsun sen bu sözünü, bu sözleri söyleyenlerin Hazrec'den olduklarını bilerek söyledin. Eğer buseydin ki senin kavminden (yani Evs'ten)dirler elbette böyle söylemezdin." demiş. Üseyd:

"Allah'a yemin olsun sen yalan söyledin. Fakat sen bir münafıksın ve münafıkları koruyorsun." demiş. İnsanlar birbirleri üzerine yürümüş ve az daha bu iki kabile arasında iş kötüye varıyormuş. Rasûlullah (sa) minberden inmiş ve benim yanıma girmiş.

Yine bu arada Allah'ın Rasûlü (sa) Ali ibn Ebî Tâlib ve Üsâme ibn Zeyd'i çağırıp onlarla istişare etmiş. Üsâme beni hayırla yadedip övmüş ve:

"Ey Al­lah'ın elçisi, ehlindir ve onlardan hayırdan başka bir şey bilmiyoruz. Bu söyle­nenler yalan ve bâtıldır." demiş. Ali ise:

"Ey Allah'ın elçisi, kadın çok (senin için eş olacak kadın mı yok). Sen, onun yerine başka bir kadın alabilirsin. Cari­yesine sorarsan sana doğrusunu haber verecektir." demiş. Rasûlullah (sa), olayı sormak üzere Berîre'yi çağırdığında Ali ibn Tâlib ona kalkmış ve şiddetli bir şekilde dövmüş, sonra da:

"Allah'ın Rasûlü'ne doğruyu söyle." demiş. Berîre:

"Allah'a yemin ederim ki onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Aişe'yi ayıpladığım bir tek huyu var ki o da şudur: Ben hamur yoğurur ve onu muhafaza etmesini isterdim. Hamuru beklerken uyuyakalır da bir kedi gelir o hamuru yer, onun hiç haberi olmazdı." demiş.

Hz. Aişe anlatmaya şöyle devam eder:

Sonra Allah'ın Rasûlü (sa) yanıma girdi. Yanımda anam, babam ve ensardan bir kadın vardı. Ben ağlıyordum. ensardan olan o kadın da ağlıyordu. Allah'ın Rasûlü oturdu, Allah'a hamdü sena ettikten sonra:

"Ey Aişe, insanların sözlerinden sana ulaşmış olanlar oldu (insanlar senin hakkında konuşmakta oldukları sözleri konuştular). Allah'tan kork; eğer insanların söylediklerinden bir günahı işlemişsen Allah'a tevbe et. Muhakkak ki Allah, kullarından tevbeyi kabul eder." buyurdu.

Allah'a yemin ederim ki O, bana bunları söyleyince gözlerimdeki yaş kesildi ve ondan bir şey hissetmez oldum; babamın ve anamın Rasûlullah'a cevap vermelerini bekledim, ama onlar konuşmadılar. Vallahi ben kendimi hakir görüyor, kendimi, hakkında mescidde okunan ve kendisiyle namaz kılınan Kur'ân (âyetleri) inecek kadar önemli görmüyordum. Fakat umuyordum ki Allah, Rasûlü'ne rüyasında benim hakkımda söylenenlerin yalan olduğunu, benim suçsuz olduğumu gösterir veya ona bir haber verir. Ama hakkımda Kur'ân inmesi; işte ben kendimi bundan hakir görüyordum. Babamın ve anamın konuşmadıklarını görünce onlara:

"Allah'ın Rasûlü'ne cevap vermiyecek misiniz?" dedim, onlar:

"Vallahi ona ne cevap vereceğimizi bilmiyoruz." dediler. Ben:

"Vallahi, Ebu Bekr ailesinin şu başına gelenler başka hiçbir ailenin başına gelmemiştir." dedim ve onların benim hakkımda konuşmamaları üzerine yeniden gözümden yaşlar akmaya başladı, ağladım, sonra:

"Vallahi, benim hakkımda söylenenlerden Allah'a asla tevbe etmiyeceğim. Vallahi, ben biliyorum ki insanların söylediklerini ikrar edecek olsam, Allah'a yemin ederim ki Allah benim ondan uzak ve berî olduğumu, suçsuz olduğumu bilmektedir, ben, olmayan bir şey söylemiş olacağım. Ama söylediklerini inkâr edecek olsam siz bu sözümde beni doğrulamıyacaksınız. Sonra Yakub'un adını hatırlamıya çalıştım, hatırlıyamadım da

"Fakat Yûsufun babasının söylediği gibi söyleyeceğim: Bana bir sabr-ı cemîl gerektir. Sizin nitelemekte olduklarınıza karşı bana yardımcı olacak Allah'tır." dedim.

Allah'a yemin ederim, Rasûlullah oturduğu yerden ayrılmamıştı ki onu, Allah'tan vahy gelirken kaplıyan hal kapladı, elbisesine büründü, başının altına deriden bir yastık konuldu. Onun bu halini görünce vallahi ne korktum, ne aldırdım, anladım ki ben suçsuzum ve Allah bana asla zulmedecek değildir. Babama ve anama gelince, Rasûlullah'tan vahy inme hali kalktığında, insanların söylediklerinin gerçek olduğu Allah'tan da gelecek korkusuyla o anda öleceklerini sandım.

Sonra Rasûlullah'tan vahy inme hali kalkıp açıldı ve oturdu. Soğuk bir gün olmasına rağmen inci daneleri gibi terler akıyordu. Alnından akan terleri silme­ye başladı ve şöyle buyurdu:

"Müjdeler olsun ey Aişe, Allah, suçsuzluğunu in­dirdi." Ben:

"Allah'a hamdolsun." dedim.

Sonra Rasûlullah (sa) insanlara çıktı, onlara hitabetti, onlara bu konuda Kur'ân'dan inenleri okudu. Sonra benim hakkımdaki iddiaları açık olarak konu­şan Mıstah ibn Üsâse, Hassan ibn Sabit ve Hamne bint Cahş'a hadd-i kazf uy­gulanmasını emretti ve onlara hadd-i kazf uygulandı.

Aişe der ki: İfk ehli (bana o iftirayı atanlar hakkında Allah Tealâ şunları indirdi:

"O uydurma haberi (iftirayı) getirenler içinizden bir zümredir. Onu sizin için bir şer sanmayın. Tam tersine o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah vardır. Onlardan günahın büyüğünü işleyen o adam yok mu; İşte Onadır azâb-ı azîm..."[32]

2- Hadise Buhârî tarafından da önemine uygun olarak detaylı bir şekilde "Urve ibnu'z-Zubeyr, Saîd ibnu'l-Museyyeb, Alkame ibn Vakkâs ve Ubeydullah ibn Abdullah ibn Utbe'den, bunların hepsi birden Aişe'den" şeklinde bir isnadla verilmektedir. Ayrıntılarda bir takım farklar ihtiva ettiği ve bu ayrıntılardan hareketle belki de fakîhler çok farklı bir takım hükümlere ulaşabileceği için hadisenin Buhârî'de anlatılan şeklini de buraya almayı uygun görüyoruz:

Hz. Aişe anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) bir sefere çıkacağında hanımları arasında kur'a çeker, kur'a hangisine çıkarsa Rasûlullah (sa) ile sefere o hanımı çıkardı. Çıktığı bir gazvede (Mustalık oğulları gazvesidir) yine hanımları arasında kur'a çekmiş ve kur'ada benim ismim çokmıştı. Bu sefer, hicab (örtünme) âyeti indikten sonra idi ve Allah'ın Rasûlü (sa) ile bu sefere ben çıktım. Ben, yolculuk sırasında hevdecimde taşınıyor ve konaklama yerlerinde hevdecin içinde indiriliyor, hevdec içinde konaklıyordum. Sefer bu şekilde devam etti, Rasûlullah bu seferini bitirip dönerken dönüş yolunda Medine'ye yaklaşmıştık. Bir gece konaklama yerinden hareket haberi verildi. Hareket haberi verildiği sırada ben kalktım, abdest bozmak üzere yürüdüm, orduyu geçtim, ihtiyacımı giderip binitimin yanına geldiğimde şöyle bir göğsümü yokladım ki cez'-i zıfâr taşından gerdanlığım kopmuş, düşmüş. (Herhalde abdest bozmaktan gelirken yolda düşmüş olmalı diye) döndüm ve gerdanlığımı aradım. Bu arama beni orada hapsetti. Bu arada beni hevdecim içinde deveye yükleten grup gelmiş, beni, içinde zannederek hevdeci yüklenmiş ve üzerinde yolculuk yaptığım devenin üzerine yerleştirmişler. O zamanda kadınlar hafif olurlar, çok etli butlu olmazlar, az yemek yerlerdi. Dolayısıyla hevdeci yüklenip devenin üzerine kaldırıp yerleştirenler hevdecin hafif olmasını garip karşılamamışlar. Ben de zaten yaşı küçük bir kız idim. Hevdeci deveye yükledikten sonra kaldırmışlar ve yürütüp gitmişler.

Ordu yolda epeyce ilerledikten sonra ben gerdanlığımı bulmuş olarak or­dugâha döndüğümde ortalıkta kimse yoktu, in cin top oynuyordu. Yerimi değiş­tirmedim (başka bir yere gitmedim, yola çıkmadım, o konak yerindeki yerimde kaldım); nasıl olsa yokluğumun farkına varır ve bana geri dönerler diye düşündüm (zannettim). Bulunduğum yerde otururken gözlerim bana galebe çalmış ve uyumuşum.

Safvân ibnu'l-Muattal es-Sulemî ez-Zekvânî ordunun artçısı imiş. Sabahleyin benim bulunduğum yere gelince uyuyan bir insanın karaltısını görmüş, görünce de beni tanımış. Çünkü örtünme âyeti gelmezden önce beni görmüş imiş. Onun "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn" demesiyle uyandım. Beni tanıdığında hemen cilbâbımla yüzümü örttüm. Allah'a yemin olsun ki bir kelime konuşmadık ve onun innâ lillâh... sözünden başka ondan bir kelime olsun işitmedim. Eğildi, devesini ıhtırdı ve onun ön ayağına bastı, ben de kalkıp onun devesine bindim. Benim üzerinde olduğum deveyi güderek yola çıktı ve nihayet öğle sıralarında konaklamış olan orduya yetiştik.

Aişe anlatmaya şöyle devam eder: İşte bu hadise üzerine (bana iftira atmak suretiyle) helak olanlar helak oldular. İftiranın büyüğünü atan da Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl olmuş.

Urve der ki: Bana haber verildiğine göre bu iftira sözü onun yanında konu­şulup yayılmış, o da bunu ikrarla dinler ve başkalarına ulaştırırmış.

Yine Urve der ki: İfk (iftira) ehlinden başka insanlar içinde sadece Hassan ibn Sabit, Mistah ibn Üsâse ve Hamne bint Cahş'ın isimleri verilmişti. Ama Allah Tealâ'nın âyet-i kerimede açıkça belirttiği üzere onlar bir grup, bir zümre idiler ve onlar içinde bu iftiranın büyüğünü yapanın da Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl olduğu söylenir.

Aişe der ki: Medine'ye geldik ve ben oraya geldiğimizde bir ay hastalan­dım. Bu sırada insanlar ifk ehlinin ürettiği sözlere dalmışlar ve ben bunlardan hiçbirini hissetmemişim. Yalnız beni kuşkulandıran bir şey vardı ki o hastalığım sırasında, daha önceki hastalıklarımda Rasûlullah'tan görmüş olduğum lûtfu ve yumuşaklığı O'ndan görmüyordum. Sadece yanıma giriyor; selâm veriyor, "Na­sılsınız?" diye soruyor, sonra da tekrar çıkıp gidiyordu. Evet bu beni biraz şüp­helendiriyordu ama bir kötülük sezmiyordum.

Nihayet nekahet döneminde bir gün dışarı çıkmıştım. Mistah'ın annesi ile birlikte Menâsı' tarafına çıkmıştık. Abdest bozmaya o tarafa ve geceden geceye çıkardık. Bu, evlerimizin yakınlarında tuvaletler edinmemizden önceydi. Biz arapların ilk durumları açık arazide abdest bozmaktı. Evlerimizin yakınında tuvalet edinmek bize eziyet verir, kokusundan rahatsız olurduk.

Ben ve Mistah'ın annesi birlikte çıktık. O, Ebu Ruhm ibnu'l-Muttalib'in kızıydı. Annesi de Sahr ibn Amir'in kızı olup Hz. Ebu Bekr'in teyzesi oluyordu. Oğlu da Mistah ibn Üsâse ibn Abbâd ibnu'l-Muttalib idi.

Abdest bozma işimizi bitirmiş evime yönelmişken Mistah'ın annesinin ayağı örtüsüne takılarak tökezledi ve:

"Kahrolası Mistah!" dedi. Ben:

"Ne kötü söyledin, Bedr'de bulunmuş birisine mi sövüyorsun?" dedim.

"Kızcağızım, onun ne dediğini işitmedin mi?" dedi. Ben:

"Ne demiş?" diye sordum; ifk ehlinin söylemiş olduklarını bana haber verdi. Bunu duyunca hastalığım bir kat daha arttı.

Evime döndüğümde Allah'ın Rasûlü (sa) yanıma girdi, bana selâm verdi,

"Nasılsınız?" dedi. Ben:

"Ana-babama gitmeme izin verir misin?" dedim. Haber hakkında kesin bilgiyi o ikisinden almak istiyordum. Rasûlullah onlara gitmeme izin verdi, gittim ve anama:

"Anacığım, insanlar benim hakkımda neler konuşuyorlar?" diye sordum.

"Kızcağızım, mes'eleyi kendi kendine büyütme. Hangi güzel kadın kendisini seven bir kocanın yanında olsa, onun da kumaları bulunsa onun hakkında çok söz söylememeleri hemen hemen hiç olmaz." dedi. Ben:

"Sübhanallah, bunu insanlar da mı konuşuyor?" deyip o gece sabaha kadar ağladım, gözüme bir an bile uyku girmedi, ağlıyarak sabahladım.

Vahyin gelmesi gecikince Rasûlullah Ali ibn Ebî Tâlib ve Üsâme ibn Zeyd'i çağırıp onlara sormuş ve ailesinden (yani benden) ayrılma konusunu kendileriyle istişare etmiş. Üsâme, ancak ailesinin (yani benim) suçsuzluğunu ve Rasûlullah'ın ailesi hakkındaki hayır duyguları bildiğine işaretle

"Senin ehlin, ailendir ve biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz." demiş. Ali ise:

"Ey Allah'ın elçisi, Allah, senin üzerine bu işi (evlenme ve boşanmayı) daraltmamıştır, onun (Aişe'nin) dışında pek çok kadın var. Eğer cariyesine soracak olursan sana doğru haberi verir." demiş. Rasûlullah (sa), Berîre'yi çağırmış ve ona:

"Ey Berîre, (Aişe'den) seni şüphelendirecek herhangi bir şey gördün mü?" diye sormuş. Berîre O'na:

"Seni hak ile gönderene yemin ederim, onda, onu ayıplıyacağım hiç bir şey (durum) görmedim. Şu kadar var ki o, yaşı küçük bir kızdır; (beklemesi ve muhafaza etmesi için yanına konan) ailesinin hamuru yanında uyuyakalır da evcil hayvanlardan birisi gelir hamuru yer (haberi bile olmaz)." diye cevap vermiş.

Aynı gün Hz. Peygamber (sa) kalkmış, minberde Abdullah ibn Übeyy'in mazeretini kaldırmak (yaptığı bu iftiradan dolayı ona bir karşılık verirse kendi­sinin mazur görülmesini) istemiş ve şöyle buyurmuş:

"Ey müslümanlar toplulu­ğu, kim beni ailem hakkında eziyeti bana ulaşmış olan şu adama yaptığının kar­şılığını verirsem mazur görür? Şu adama karşı bana kim yardımcı olur? Allah'a yemin olsun ki ben, ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Onunla birlikte bir adamı zikrediyorlar ki onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyo­rum. Ailemin yanına da ancak benimle birlikte girerdi."

Abdü'l-Eşhel oğulları kardeşi Sa'd ibn Muâz kalkmış ve:

"Ben, ey Allah'ın elçisi, ben, seni o adamdan kurtarırım. Eğer o kişi Evs'den ise boynunu vuru­rum. Yo eğer kardeşlerimiz Hazrec'den ise sen emredersin, emrini yerine getiri­riz." demiş. Hazrec'den birisi kalkmış ki o, Hassân'ın annesi, onun amcası kızı imiş. O, Hazrec'in efendisi olan Sa'd ibn Ubâde imiş. Daha önceleri salih bir insan iken bu sefer kabile hamiyyeti onu Sa'd ibn Muâz'a şöyle demeye itmiş:

"Al­lah'a yemin ederim ki yalan söyledin; onu öldürmeyeceksin, zaten öldüremezsin de. Senin kabilenin insanlarından olsaydı öldürülmesini de istemezdin."

Bunun üzerine Sa'd ibn Muâz'm amcası oğlu olan Üseyd ibn Hudayr kalkmış ve Sa'd ibn Ubâde'ye:

"Yalan söyledin; Allah'a yemin ederim ki biz onu (Rasûlullah'a eziyyeti ulaşan o adamı) öldürürüz. Sen de bir münafıksın ve münafıkları koruyorsun." demiş. İki kabile de, Evs ve Hazrec kalkışmışlar ve Allah'ın Rasûlü (sa) minberde dikilirken dövüşmeye, vuruşmaya yeltenmişler. Allah'ın Rasûlü (sa) onları teskin etmeye başlamış ve susmuşlar, Rasûl-i Ekrem de susmuş.

Aişe der ki: O gün bütün gün ağladım, gözüm yaşı kesilmedi ve gözüme uyku girmedi. O kadar ağladım ki ağlamaktan ciğerlerim parçalanacak sandım.

Anam babam yanımda oturur ve ben ağlarken ensardan bir kadın yanımıza girmek için izin istedi, girmesine izin verdim, oturup o da benimle birlikte ağ­lamaya başladı. Biz bu halde iken (İkindi namazını kıldıktan sonra)[33] Rasûlullah (sa) yanımrza girdi, selâm verdi, sonra oturdu. Bu söylenenler söylendiğinden beri yanımda oturmamış, bir ay geçmesi­ne rağmen benim durumum hakkında ona bir vahy de gelmemişti.

Rasûlullah (sa) oturduğu zaman şehadet getirdi, (Allah'a hamdü senada bu­lundu )[34] sonra şöyle buyurdu:

"Ey Aişe, senin hakkında bana şöyle şöyle (bir söz) ulaştı. Eğer suçsuz isen mutlaka Allah seni tebrie ede­cek suçsuzluğunu bildirecektir. Ama şayet bir günah işlemişsen Allah'a tevbe istiğfarda bulun. Muhakkak ki kul günahını itirafla tevbe ettiği zaman Allah onun tevbesini kabul buyurur." (Ben kapının yanında oturmakta olan ensarî ka­dına işaretle:

"Bunları zikrederken şu kadından utanmıyor musun?" dedim.[35]

Rasûlullah (sa) sözünü bitirdiğinde gözyaşım kesildi, artık ondan bir damla bile hissetmiyordum. Babama:

"Rasûlullah'a benim yerime sen cevap ver." de­dim. Babam:

"Vallahi, Allah'ın elçisine ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Ben bu sefer anneme:

"Rasûlullah'ın söylediğine cevap ver." dedim. Annem de:

"Vallahi Allah'ın elçisine ne diyeceğimi bilmiyorum." dedi. Ben:

"Ben, yaşı küçük bir kızım, Kur'ân'dan çok fazla şey de okumadım. Ama ben, vallahi çok iyi bildim ki siz bu sözü işittiniz ve bu söz nefislerinizde yerleşti, onu doğru saydınız. Şimdi ben size: Ben muhakkak bu suçtan berîyim, suçsuzum, desem beni tasdik etmiyeceksiniz. Allah'ın, benim beri olduğumu bildiği bir şeyi itiraf etsem bunda beni tasdik edeceksiniz. Allah'a yemin olsun benim ve sizin için misal olarak "Bana bir sabr-ı cemîl gerektir ve Allah, sizin nitelemekte olduklarınıza karşı bana yardımcı olacak olandır." dediği zamandaki Yûsuf’un babasından başkasını bulamıyorum." dedim ve dönüp yatağıma yattım.

Allah biliyor ki o zaman da ben suçsuzdum ve Allah mutlaka benim suçsuz­luğumu ortaya koyacaktı. Fakat, Allah'a yemin ederim ki Allah'ın, benim hak­kımda, benim bu durumum hakkında Kur'ân'da okunan bir vahy indireceğini de beklemiyordum. Kendi nefsimi Allah'ın, benim hakkımda böyle vahyle konuşmıyacağı kadar hakir ve küçük görüyordum. Belki Allah rüyasında Rasûlullah'a benim suçsuzluğumu gösterir diye düşünüyordum.

Allah'a yemin ederim, Rasûlullah yerinden kalkmadı, ailemizden kimse de dışarı çıkmadı, o anda Allah'ın Rasûlü'nü vahy inerkenki hal alıverdi. Kendisi­ne inen sözün (vahyin) ağırlığından soğuk bir günde olmasına rağmen Rasûlullah'tan inci daneleri gibi terler dökülmeye başladı.

Bu hal Allah'ın Rasûlü'nden açılırken o gülümsüyordu. Konuştuğu ilk ke­lime

"Ey Aişe, Allah seni tebrie etti, suçsuzluğunu bildirdi." demek oldu. An­nem:

"Kalk Rasûlullah'a (teşekkür et)." dedi. Ben:

"Hayır, vallahi ona kalkıp teşekkür edecek değilim. Ne ona, ne de size hamdederim. Ben, ancak benim suçsuzluğumu indiren Allah'a hamdederim. Siz, bu iftirayı işittiniz ve fakat onu inkâr etmediniz de değiştirmediniz de." dedim. İşte Allah Tealâ o anda: "O uy­durma haberi (iftirayı) getirenler içinizden bir zümredir..." âyetinden başlamak üzere on âyet-i kerime indirdi.

Allah Tealâ, benim suçsuzluğuma dair bu âyet-i kerimeleri indirince, Ebu Bekr es-Sıddîk, daha önce akrabalığı ve fakirliği sebebiyle kendisine infakta bulunduğu Mistah ibn Üsâse hakkında:

"Allah'a yemin ederim ki, Aişe hakkın­da bu söylediklerinden sonra artık bir daha Mistah'a hiçbir şekilde hiçbir şeyle infakta bulunmıyacağım." dedi. İşte bunun üzerine de Allah Tealâ:

"Ve Allah Ğafûr'dur, Rahîm'dir;"e kadar olmak üzere: "Sizden faziletli ve varlıklı olanlar; yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etme­sinler..." âyet-i kerimesini indirdi de Ebu Bekr es-Sıddîk:

"Evet, Allah'a yemin ederim ki Allah'ın bizi bağışlamasını ister ve severim." deyip daha önceden Mistah'a vermekte olduğu infaka yeniden döndü ve

"Vallahi, bu infakta bulun­mayı ebediyyen bırakmıyacağım." dedi.

Aişe der ki: Rasûİullah (sa), benim durumumu Zeyneb bint Cahş'a da sor­muş ve:

"Onun hakında ne biliyorsun, ya da ondan (şüpheleneceğin) bir şey gördün mü?'- demiş, o:

"Ey Allah'ın elçisi, gözümü ve kulağımı (cehennem ate­şinden) korurum. Vallahi onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum." diye cevap vermiş. Rasûlullah'ın eşlerinden o ancak beni müdafaa ile yüceltmiş. Allah onu takvası ile korumuş. Kızkardeşi Hamne ise (bu konuda) onunla mü­cadele etmeye başlamış ki o da (bana iftira atan ve bundan dolayı) helak olanlar içinde helak olup gitmişti.[36]

Bu hadis küçük farklarla diğer hadis mecmualarında da geniş olarak yer almaktadır.[37]

3- Bize Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed el-Mukri, ona Muhammed b. Ahmed b. Alı el-Mukri, ona Ebû Ya'la, ona Ebu'r-Rabi' ez-Zehranî, ona Fuleyh b. Süleyman el-Medeni haber verdi. O Zühri'den, o Urve b. ez-Zübeyr'den, o Said b. el-Müseyyeb'den, o Alkame b. Vakkas'tan, o Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe'den, o da hakkında iftiracıların dediklerini deyip Allah Teala'nın da kendisine o iftiralardan temize çıkarıldığında Nebi-(s.a.v.)'nin zevcesi Aişe (r.a.)'den -Zührî dedi ki:

"Bu muhaddislerin hepsi Aişe hadisin­den bir bölümünü rivayet etmiştir. O muhaddislerin bir kısmı Aişe hadisini diğerlerinden daha iyi hıfz edip, daha sağlam hikâye etmiştir ve onların her birinden bana rivayet ettiği hadisi belledim. Rivayet ettikleri hadisin bazısı bazısına uygun düşmektedir- Bütün bu raviler Nebi (s.a.v.)'nin zevcesi olan Aişe (r.a.)'nin şöyle dediğini zikretmişlerdir;

"Rasulullah (s.a.v.), bir sefer, murad ettiğinde hanımları arasında kura çekerdi. Onlardan hangisinin kurası çıkarsa, kendisiyle beraber sefere götürürdü. Yine bir sefere çıkmak üzereyken, aramızda kura çekti ve kura bana tesadüf etti. Ben de Rasulullah (s.a.v.) ile birlikte yola çıktım. Bu olay, tesettür âyeti nazil olduktan sonra vuku bulmuş­tur. Ben hevdecimin içerisinde taşınıyordum. Bu yolculukta Rasulullah (s.a.v.) varaca­ğımız yere kondu. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) bu seferini tamamlayıp, yola çıktığımda ve Medine'ye yaklaştığımızda, yolculuğa bir gece ara verdi. Yola çıkmayı duyurunca, ben durdum ve yürüdüm. Öyle ki asker geçip gitti, İhtiyacımı gördüğümde, bineğime yö­neldim. Elimi göğsüme dokundurdum. Bir de ne göreyim. Yemen boncuklarından dizili olan gerdanlığım kopmuştu. Derhal gerdanlığımı aradım. Onu aramam beni yolculuktan alıkoydu ve benimle yolculuk yapan kafile yönelip gitmişti. Hevdecimi, yüklenip inmiş olduğum deveme bağlamışlar ve benim içinde olduğumu sanmışlar. Zira kadınlar o vakit çok hafif idiler. Etli değillerdi. Onlann yemek olarak yedikleri sadece bir kahvaltıdan iba­retti. Topluluk kaldırıp deveye yüklendiklerinde hevdecin ağırlığını fark edememişlerdi. Ben genç yaşta bir kız çocuğu idim. Deveyi sevk edip gitmişler. Ben, ordunun gitme­sinden sonra gerdanlığımı buldum ve onlann konakladığı yere geldim. Fakat orada ne bir çağıran ne de bir cevap veren vardı. Bulunmuş olduğum yerde teyemmüm aldım. Zannetmiştim ki topluluk beni arayıp yanıma dönecekler.

Bulunduğum yerde otururken gözlerim ağırlaştı ve uyudum. Saffan b. Muattal es-Sülemî ez-Zehranî ordunun arkasından gelip, geriye kalanları topluyordu. Karanlıkta yürümüş ve benim bulunduğum yere gelmişti. Uyuyan bir insan karaltısı görmüştü. Yanıma geldi. Beni görünce tanıdı, Zira o, beni yüzümü örtmemden önce tanırdı. Beni tanıdığında, “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciun” demesine uyandım ve derhal çarşafımla yüzümü kapattım. Vallahi ne o bana bir kelime konuştu, ne de ben ondan "İnnâ lillahi" demesinden başka bir kelime duydum. Nihayet devesini çöktürüp, ayağına basıp beni bindirdi. Böylece bindiğim deveyi yederek Nahr-i Zahira mevkiinde ikâmet etmek üzere konduktan sonra orduya geldik. Benim hakkımda (dedikodu yapmak suretiyle) helak olan oldu. Onlann içinden günahının en büyüğünü yüklenen Abdullah b. Ubeyy b. Selûl oldu. Nihayet Medine'ye geldik ve Medine'ye ayak bastığımda bir ay kadar hasta­landım. İnsanlar iftiracıların sözüne akın ediyorlardı, halbuki ben bunlardan hiçbir şey anlamıyordum. Rasulullah'tan şikayetçi oldu­ğum zamanlarda gördüğüm iltifatı görememem rahatsızlığımı artırıyordu. O, sadece içeri girip selam veriyor, sonra da:

"Hastanız nasıl?" diyordu. İşte bu beni çok üzüyordu. Dönüp dolaşan şerri de fark edemiyordum. Nihayet iyileştikten sonra dışarı çıktım. Ümmü Mistah da benimle beraber çıktı. Beraber Menası denilen abdest mahalline git­tik, Orası da halkın gördüğü bir yerdi. Bundan dolayı geceden geceye def-i hacete gi­derdik. Bu, evlerimizin yakınında tuvalet edinmemizden önceydi. Temizlik hususunda bizim işimiz Arablar'ın ilk adeti gibiydi. Biz, evlerimizin yanında tuvalet edinmekten hoş­lanmazdık. Ben ve Ümmü Mistah beraberce gittik. -O Ebî Ruhm b. Abdu'l-Muttalib b. Abdi Menaf’in kızıdır. Anası da Ebû Bekr es-Sıddık (r.a.)'ın halası olan Sahr b. Amir'in kı­zıdır. Oğlu da Mistah b. Esase b. Abbad b. Muttalib'dir.-

Ben ve Ebû Ruhmen'in kızı işimizi bitirdikten sonra evime döndük. Ümm-ü Mistah bu arada çarşafına takılıp:

"Kahrolası Mistah" dedi. Bunun üzerine ben kendi­sine:

"Ne fena söyledin. Bedir Harbi'nde hazır bulunmuş birisine sövüyor musun?" dedim. O da:

"A tazecik. Onun dediğini duymadın mı?" dedi.

"Ben ne dedim ki?" dedim. Bunun üzerine Ümmü Mistah bana iftiracıların sözünü haber verdi. Bu yüzden hastalı­ğım iyice arttı. Evime döndüm. Rasulullah (s.a.v.)"ın bana selam vermesinin ardından:

"Hastamız nasıl?" dediğinde ben:

"Ebeveynimin yanına gitmeye izin ver" dedim. Zira ben bu haberi ebeveynim tarafından yakînen öğrenmek istiyordum, Rasulullah (s.a.v.) da bana müsaade etti. Ben de ebeveynime gidip:

"Ey anneciğim bu insanlar neler konu­şuyor?" dedim. Annem;

"Kızım kendini çok üzme. Vallahi bir adamın yanında, bir kadın bulunsun da, o kadının kumaları onun başına kakmasın. Bu pek nadirdir." Ben de:

"Subhanallah. Sen ne diyorsun, böyle olur mu? Ve bu haber Rasulullah (s.a.v.)'a ulaştı mı?" dedim. Annem de:

"Evet" dedi, Bu yüzden o gece sabaha kadar ağladım. Öyle ki gözümde yaş kalmadı. Uyku sebebiyle de sürme çekemiyordum. Sonra ağlayarak sa­bahladım.

Rasulullah (s.a.v.) vahiy gecikince Ali b. Ebî Talib ve Üsame b. Zeyd'i çağırdı. Ailesinden ayrılması konusunu onlarla görüştü. Üsame b. Zeyd'e gelince o Rasulullah (s.a.v.)'a Aişe (r.a.)'nin suçsuz olduğuna dair malumatını arz etti. Ve Ehl-i Beyt'e dair kalbindeki sevgisini izhar etti ve dedi ki:

"Ey Allah'ın Rasulü, onlar senin ehlindir. Biz hayırdan başka hiçbir şey bilmiyoruz." Ali b. Ebî Talib ise şöyle dedi:

"Allah Teala sana hiç sıkıntı vermemiştir. Aişe'den başka kadınlar çoktur. Şayet cariyeye sorarsan sana doğruyu söyler." Rasulullah (s.a.v.) da Berire (yani cariye) yi çağırıp:

"Ey Berire, Aişe'den yana sana şüphe veren herhangi birşey gördün mü?" diye sordu. Berire de şöyle dedi;

"Seni hak peygamber gönderene yemin ederim ki şimdiye kadar o Aişe'ye yakıştıra­madığım hiçbir şey görmemişimdir. Şu var ki o küçük yaşta bir kızcağızken uykuya dalar, evin hamurundan gafil olurdu da besili koyun gelip o hamuru yerdi." Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) kalkıp minbere çıktı ve Abdullah b. Ubeyy b. Selûl'un suçlamasını ha­tırlatıp şöyle buyurdu:

"Ey müslüman topluluk, Ailem hakkında eziyeti gelip beni bulan bir kimseden, kim benim intikamımı alır? Vallahi ben ailem hakkında hayırdan başka hiçbir şey bilmemişimdir. Ve bir kişiyi dillerine dolamışlar ki, onun hakkında da hayırdan başka hiçbir şey bilmemişimdir. Ve o kişi benim ailemin yanına bensiz asla girmemiştir."

Bunun üzerine Sa'd b. Muaz el-Ensarî ayağa kalkıp dedi ki:

"Ey Allah'ın Rasulü, ben seni ondan kurtarırım. O kişi Evs'ten olsa bile yine boynunu vururum. Eğer kardeşlerimiz olan Hazrec'den ise, bize emredersin biz de senin emrini derhal yerine getiri­riz." Bunun üzerine Hazrec'in büyüğü olan Sa'd b. Ubade -ki bu salih bir insandı. Lakin kavmiyetçiliği tutmuştu.- ayağa kalkıp Sa'd b. Muaz'a şöyle dedi;

"Sen yalan söyledin. Allah'a yemin olsun ki, ne onu öldürebilirsin, ne de onun öldürülmesine muktedir olabilirsin." Sa'd b. Muaz'ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr kalkıp Sa'd b, Ubade'ye şunları söyledi:

"Allah'a yemin olsun ki sen yalan söyledin. Elbette biz onu geberteceğiz. Şüphesiz ki sen münafıklar namına mücadele eden bir münafıksın." Bunun üzerine Evs ve Hazrec Kabileleri yerlerinden fırlayıp birbirlerine yürüdüler. Hatta savaşmaya bile ni­yetlendiler. Bu esnada Rasulullah (s.a.v.) da minber üzerindeydi. Onları durmadan yatış­tırıyordu. Nihayet sükût ettiler. Rasulullah (s.a.v.) da sükût buyurdu.

Hz. Aişe konuya devamla diyordu ki:

"Ben, o gün göz yaşım kurumaksızın ve hiç uyumaksızın gün boyunca ağladım, Ebeveynim ağlamamın ciğerimi parçalayacağını zannediyorlardı, Onlar benim yanımda bulunuyorlar ben ise ağlıyordum. Ensar'dan bir kadın yanıma girmek için izin istedi. Kendisine izin verildi. Gelip benimle beraber ağla­maya başladı. Biz, bu haldeyken Rasulullah (s.a.v.) yanımıza girdi ve oturdu. İftiralar ya­pıldığı günden beri hiç oturmamıştı. Kendisine benim bu işim hakkında hiçbir şey vahyolunmaksızın bir ay bekledi. Derken Rasulullah (s.a.v.) oturduğu esnada kelime-i şehadet getirip buyurdu ki:

"Şimdi sana gelince, ey Aişe senden yana bana şöyle şöyle haberler ulaştı. Eğer sen suçsuz biriysen, Allah seni yakında temize çıkaracaktır. Şayet bir günaha yaklaştıysan Allah'tan mağfiret dile ve O'na tevbe et. Zira kul, günahını itiraf edip tevbe edince, Allah onun tevbesini kabul eder." Rasulullah (s.a.v.) sözünü bitirince be­nim göz yaşım kurudu. Öyle ki hiçbir damla hissetmedim. Babama dedim ki:

"Benim ta­rafımdan bu söyledikleri hakkında Rasulullah (s.a.v.)'a cevap ver." O da:

"Vallahi Rasulullah (s.a.v.)'a ne diyeceğimi bilemiyorum" dedi. Bu sefer anneme:

"Rasulullah (s.a.v.)'a sen cevap ver" dedim. Annem de;

"Rasulullah’a (s.a.v.) ne diyeceğimi ben de bilemiyorum" dedi. Bunun üzerine ben Kur'an'dan fazla birşey okuyamayan bir kız ol­duğum halde dedim ki:

"Vallahi sizin bu haberi duyduğunuzu biliyorum ve bu, sizin gö­nüllerinizde yerleşti. Siz de bunu doğruladınız. ben, size suçsuzum desem de, -kî Allah benim suçsuz olduğumu biliyor- siz bu hususta beni tasdik etmeyeceksiniz. Size birşey yaptığımı itiraf etsem -ki Allah biliyor ki ben o işten uzağım- o vakit elbette beni tasdik edeceksiniz. Vallahi benim ve sizin için Yusuf’un babasının demiş olduğu: "Artık tek çarem, güzelce sabretmektir. Bu dediğinize dayanmak için ancak Allah'tan yardım istenir." (Yusuf: 12/18) sözünden başka hiçbir örnek bulamıyorum." Sonra dönüp yatağıma uzandım. Vallahi o vakit ben, kendimin suçsuz olduğumu çok iyi biliyordum ve Allah'ın da benim suçsuzluğumu açıklayacağını da biliyordum. Fakat vallahi ben hakkımda okunup duracak olan bir vahiy indirileceğini zannetmemiştim. Zira benim durumum, bana göre Allah Teala'nın benim hakkımda okunacak olan bir âyet indirme­sine layık değildi. Fakat ben Rasulullah (s.a.v.)'ın kendisiyle Allah Teala'nın beni temize çıkaracağı bir rüya göreceğimi umuyordum. Vallahi Rasulullah (s.a.v.) ne kendi evine gitmek istedi, ne de Ehl-i Beyt'ten kimse dışarı çıktı.

Nihayet Allah Teala Peygamberi (s.a.v.)'ne vahiy indirdi de vahiy esnasında ya­kalandığı şiddet, tekrar kendisini yakaladı. Öyle ki, kendisine indirilen vahiy sözünün ağırlığından dolayı kış günü alnından boncuk boncuk ter damlıyordu. Derken Rasulullah (s.a.v.)'ın bu hali geçip, kendine geldiğinde, kendisi gülüyordu. Ve konuştuğu ilk söz şu oldu:

"Müjde ey Aişe. Allah'a yemin olsun ki, Allah seni gerçekten temize çıkardı." Bunun üzerine annem bana:

"Rasulullah (s.a.v.)'a ayağa kalk" dedi. Ben de dedim ki;

"Vallahi O'na ne ayağa kalkarım, ne de beni temize çıkaran noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah Teala'dan başkasına hamd ederim." İşte Allah Teala benim hakkımda Nur: 24/11 âyetinden itibaren on âyet indirdi.

Allah Teala benim beraatim hakkında bu âyetleri indirince, daha önce akrabalığı ve fakirliği nedeniyle kendisine infakta bulunduğum Mistah hakkında Ebû Bekr şöyle dedi:

"Aişe'ye dediği sözden sonra vallahi ona ebediyyen infakta bulunmayacağım." Bunun üzerine Allah Teala şu âyeti indirdi:

"İçinizde lütuf ve servet sahibi olan­lar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sîzi bağışlmasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır."

Bunun üzerine Ebû Bekr:

"Vallahi ben Allah'ın beni mağfiret etmesini elbette severim" dedi ve tekrar Mistah'a daha önce vermiş olduğu nafakayı yeniden vermeye başladı.

"O nafakayı da ondan bir daha geri çevirmeyeceğim" dedi.

Bu hadisi Buhari ve Müslim Ebu'r-Rabi' ez-Zehranî'den rivayet etmişlerdir. [38]

4- Ebû Abdirrahman b. Ubeyy Hamid el-Adl, Ebû Bekr b. Zekeriyya'dan, o Muhammed b. Abdirrahman ed-Değulî'den, o Ebû Bekr b. Ubeyy Hayseme'den, o Heysem b. Harice'den, o Abdullah b. Abdirrahman b. Yezid b. Cabir'den, o Ata el-Horasanî'den, o Zühri'den, o Urve'den bize şu rivayette bulundu:

"Aişe Urve'ye ifk hadisesini rivayet edip, o hadis hakkında şöyle demiştir:

"Ebû Eyyub el-Ensarî'ye karısı haber verip:

"Ey Eba Eyyub insanların konuştuklarını işitmedin mi?" dediği zaman Ebû Eyyub:

"Ne konuşuyorlar ki?" diye sordu. Bunun üzerine kansı ona iftiracıların sözünü haber verdi. Ebû Eyyub da:

"Bu hususta bize konuşmak düşmez. Allah'ım seni tesbih ederim. Bu büyük bir bühtandır." dedi. Bunun üzerine "Bunu söylememiz bize yakışmaz. Hâşâ bu büyük bir iftiradır." demeniz gerekmez miydi?" âyet-i kerimesi indirildi."[39]

5- Ebû Said Abdurrahman b. Hamdan, Ebû Bekr Ahmed b. Cafer b. Malik'ten, o Abdullah b. Ahmed b. Hanbel'den, o babasından, o Abdurrezzak'tan, o Ma'mer'den, o Abdullah b. Osman b. Haysem'den, o İbn. Ebî Müleyke'den, o Aişe'nin âzâdlısı olan Zekvan'dan bize rivayet ettiğine göre Aişe (r.a.) ölüm esnasında iken ve yanında da kardeşinin oğlu Abdullah b. Abdirrahman bulunduğu bir sırada Zekvan, huzuruna girmek üzere İbn Abbas için izin istemişti de:

"Bu kişi senin yanına girmeye izin isteyen İbn Abbas'tır ve o, senin en hayırlı oğullarındandır" demişti. Bunun üzerine Aişe:

"İbn Abbas'ı tezkiye etmeyi (temize çıkarmayı) bana bırak" dedi. Abdullah b. Abdirrahman da Aişe'ye şöyle dedi:

"Şüphesiz ki o İbn Abbas Aziz ve Celil olan Allah'ın Kitabı'nı iyi okuyan, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ın dini hususunda tam bir kavrayışı olan birisidir. Haydi ona izin ver de, sana selam verip, seninle vedalaşsin." Aişe de:

"İstersen ona izin ver" dedi. O da ona izin verdi ve müteakiben İbn Abbas içeri girip selam verdi. Sonra oturdu ve şöyle dedi:

"Ey Mü'minler'in annesi müjde, vallahi seninle sana eziyyet veren ve sana sıkıntı veren herşeyin senden zail olup da Muhammed (s.a.v.)'le, O'nun sevgili Ashabı'na kavuşman arasında, ruhun cesedinden aynlacağı vakit kadar bir engel vardır. Sen, Rasulullah (s.a.v.)'ın en sevgili zevcesiydin. Rasulullah (s.a.v.) da ancak temiz olanı severdi. Allah Teala senin beraatini yedi kat göklerin üzerinden indirmiştir. Öyle ki senin beraatini ifade eden o âyetlerin gece gündüz içinde okunmadığı hiçbir mescid yeryüzünde yoktur. Ebva denilen yerde geceleyin senin gerdanlığın düştü de, o gerdan­lığı aramak için o yerde Rasulullah (s.a.v.)'la beraber insanlar alıkonmuşlardı. Nihayet su­suz olarak sabahlamışlardı da Allah Teala: "Tertemiz bir toprakla teyemmüm ediniz." âyetini indirmişti. Böylece senin yüzünden bütün insanlar için, bu hususta bir ruhsat verilmiş oldu. Vallahi sen mübarek bir kadınsın."

Aişe (r.a.) de ona şöyle karşılık verdi:

"Bunları bana bırak Ey İbn Abbas. Vallahi, unutulmuşların unutulmuşu bir kimse olmak isterim."[40]



22. Sizden faziletli ve varlıklı olanlar yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, geçiversinler. Allah 'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah Ğafûr'dur, Rahim'dir.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Hz. Aişe'den nakledildiğine göre o ve ona bu iftirayı atanlar hakkında yukardaki âyet-i kerimeler (11-21. âyetler) nazil olunca Hz. Ebu Bekr, o zamana kadar akrabalığı ve ihtiyacı (fakirliği) sebebiyle kendi­sine infakta bulunduğu, teyzesinin oğlu ve aynı zamanda onun himayesinde bir yetim olan Mistah hakkında:

"Vallahi Aişe hakkında bu söylediklerinden ve ailemize bu çektirdiklerinden sonra Mistah'a, bir daha hiçbir şeyle infakta bulunmıyacağım, ona faydalı olacak hiçbir şey yapmıyacağım." dedi de bunun üzerine Allah Tealâ:

"Sizden faziletli ve varlıklı olanlar; yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte kusur etmesinler, affetsinler, geçiversinler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Ve Allah Ğafûr'dur, Rahim'dir." âyetini indirdi.[41]

2- Ebu Bekir Sıddîk, (r.a.) dedi ki:

“Vallahi ben, Allah'ın beni mağfiret etmesini severim.” dedi ve Mıstah'a daha önce infak ettiği infaka döndü.

Bu hadisin benzerini Taberânî îbnu Abbas ve İbnu Ömer'den, Bezzâr Ebu Hureyre’den, İbnu Merduyeh Ebul-Yüsr’den rivayet etmiştir.[42]

3- Ebubekir Sıddîk, (r.a.) fakirliği ve akrabalığı dolayısıyle Mıstah b. Üsâse'ye yardım ederdi. İfk olayı meydana gelip Mıstah da bu olay hakkında ileri geri konuşunca, Ebubekir (r.a.) ona yardım etmemeye ve asla hiçbir şekilde ona yarar sağlamamaya yemin etti. Bunun üzerine Yüce Allah, “İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler, yemin etmesinler." âyetini indirdi. Bunu duyan Ebubekir (r.a.):

"Vallahi ben, Allah'ın beni bağışlamasını isterim," dedi ve daha önce Mıstah'a yapmakta olduğu yardımı tekrar devam ettirdi.

"Vallahi, bu yardımı bir daha ondan asla kesmeyeceğim." diye yemin etti.[43]



23. İffetli, evli ve bir şeyden habersiz mii'min kadınlara (zina) iftirası atanlar var ya; işte onlar dünyada da, âhirette de lanetlenmişlerdir. Ve onlar için çok büyük bir azâb vardır.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Bu âyet-i kerimenin kim hakkında nazil olduğu müfessirler arasında ihtilaflıdır. Kimisi İfk hadisesi ile ilgili âyetler içinde kabul ederek Hz. Aişe hakkındadır derken meselâ Ebu Hamza es-Simâlî de:

"Mekke-i Mükerreme'de müslüman olup da Medine-i Münevvere'ye hicret etmek üzere çıkan bazı kadınların arkasından Mekke müşrikleri:

"Bu, olsa olsa fahişelik yapmak üzere Mekke'den çıkıp gitti." yollu sözler sarfetmişlerdi. İşte bunun üzerine o muhacir kadınlar hakkında nazil oldu." demiştir.[44]

2- Taberânî Hasîf ten rivayetle o şöyle dedi :

“Ben Saîd îbni Cübeyr'e:

“Zina mı şiddetli, kazif mi?” dedim.. Saîd İbni Cübeyr (r. a.)

“Zina şiddetli.” dedi. Ben:

“Allahü Teâlâ, “İffetli, evli ve bir şeyden habersiz mii'min kadınlara (zina) iftirası atanlar var ya; işte onlar dünyada da, âhirette de lanetlenmişlerdir. Ve onlar için çok büyük bir azâb vardır”. buyuruyor, dedim. Saîd İbni Cübeyr (r.a.):

“Bu âyet özellikle Âişe'nin (r.a.) durumu hakkında indirildi.” dedi.

Bunun isnadında Yahya Hamânî var, o zayıftır. [45]

3- Taberânî, Dahhâk İbni Müzâhim'den rivayetle o şöyle dedi:

“Nur: 24/23 âyeti, hassaten Nebî Aleyhisselâm'ın kadınları hakkında indi.”[46]

4- İbnu Ebî Hatim Saîd İbni Cübeyr tarikından İbnu Abbas'tan (r.a.) rivayetle o şöyle dedi:

“Nur: 24/23 âyeti, özellikle Âişe (r.a.) hakkında indi.”[47]

5- İbnu Cerîr Âişe'den (r.a.) rivayetle o şöyle dedi:

“Bana yapılan iftiraya maruz kaldım. Ben habersizdim. Sonradan haberim oldu. Rasûlullah benim yanımda idi, kendisine vahîy geldi... Sonra, oturduğu yerden doğruldu yüzünü mesih etti ve:

“Ey Aişe, seni müjdelerim.” buyurdu. Ben:

“Allah'a hamd ederim sana değil.” dedim. Aleyhisselâm, Nur: 24/24-26 âyetlerini okudu.”[48]



26. Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler de kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar. Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar, ve onlar için mağfiret, bir de cömertçe verilmiş bir rızık vardır.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Taberânî, ricali güvenilir olan senetle, Abdurrahman İbni Zeyd İbni Eslem’den rivayetle o şöyle dedi:

“Nur: 24/26 ayeti Âişe (r.a.) hakkında indirildi. Münafık (Abdullah b. Übeyy ve yandaşları) ona iftira atınca Allahü Teâlâ onu bundan uzak kıldı.”[49]

2- Taberânî zayıflık olan iki senetle İbnu Abbas'tan (r.a.) rivayetle o şöyle dedi:

“Nur: 24/26 âyeti Nebî Aleyhisselâm'ın zevcesine iftira atanlar hakkında indi.”[50]

3- Taberânî Hakem İbni Utbe'den rivayetle o şöyle dedi:

“Ne zaman ki insanlar Âişe'nin durumu hakkında iftiraya daldılar, Rasûlullah Âişe'ye elçi gönderdi ve:

“Ey Âişe, insanlar ne söylüyorlar?” buyurdu. Aişe (r.a.):

“Semadan özrüm ininceye kadar hiçbir şeyle özür dilemem.” dedi. Allahü Teâlâ, sûrei Nur'dan on beş âyetini indirdi, sonra Aleyhisselâm, Nur: 24/26 âyetine ulaşıncaya kadar okudu.”

Mürsel ve isnadı sahihtir. [51]



27. "Ey inananlar! Evlerinizden başka evlere, izin almadan, sesle­nip sahiplerine selam vermeden girmeyiniz. Eğer düşünürseniz bu sizin için daha iyidir.

28. Eğer evde kimseyi bulamazsanız, yine de size izin verilme­dikçe içeriye girmeyiniz. Size "Dönün" denirse dönün. Bu, sizi daha çok temize çıkarır. Allah yaptıklarınızı bilir.

29. İçinde malınız bulunan boş evlere girmenizde bir sorumluluk yoktur. Allah, açığa vurduğunuzu da, gizlediğinizi de bilir."



Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- İstîzân âyeti olarak bilinen "Ey iman edenler, evlerinizden başka evlere, sahipleriyle alışkanlık kurup selâm vermeden girmeyin." âyetinin nüzul sebebi olarak Ansar'dan bir kadın gösterilir. Şöyle ki:[52]

Ahmed b. Muhammed b. İbrahim es-Sa'lebî, Hüseyn b. Muhammed b. Abdillah ed-Dineverî'den, o Abdullah b. Yusuf b. Ahmed b. Malik'ten, o Hüseyn b. Sahteveyh'ten, o Ömer b. Sevr ve İbrahim b. Ebî Süfyan'dan, bu ikisi de Muhammed b. Yusuf el-Firyabî'den, o Kays'tan, o Eş'as b. Suvar'dan, o da Adiyy b. Sabit'ten bize şu riva­yette bulundu:

"Ensar'dan bir kadın gelip şöyle demişti:

"Ey Allah'ın Rasulü, ben evimde bazen hiçbir kimsenin beni görmesini istemediğim bir halde bulunurum. Hatta babam ve ço­cuğum dahi olsa bundan hoşlanmam. Halbuki ben bu halde iken bazen babam ve ailemden herhangi bir kimse izin almaksızın yanıma girer ve çıkarlar. Şimdi ben ne ya­payım?" Bunun üzerine bu âyet nazil oldu."[53]

2- Bu âyet-i kerimenin inmesi üzerine Hz. Ebu Bekr:

"Ey Allah'ın elçisi, Şam yolunda, içinde sakinleri olmıyan evler ve hanlar var. Onlar hakkında ne buyurursun?" diye sordu da Allah Tealâ:

"İçinde menfaatiniz bulunan ve oturulmıyan boş evlere girmenizde bir vebal yoktur..." âyet-i kerimesini indirdi.[54]

3- İbnu Ebî Hatim Mukâtil İbni Hayyân'dan rivayetle o şöyle dedi:

"İsti’zan âyeti nazil olunca Ebû Bekr es-Sıddık şöyle demişti:

"Ey Allah'ın Rasülü, Mekke, Medine ve Şam arasında dolaşan ticâret erbabı ne yapsın. Onların yol üzerinde bilinen evleri vardır. Onlar nasıl izin alsın ve selâm versinler. Çünkü o evlerde sakin olanlar yoktur." Bunun üzerine Allah Teala şu âyeti indirdi:

"İçinde malınız bulunan boş evlere girmenizde bir sorumluluk yoktur. Allah, açığa vurduğunuzu da, gizlediğinizi de bilir." Nur: 24/29"[55]



31. Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Kendiliğinden görüneni müstesna olmak üzere üstlerini açmasınlar Başörtülerini yakalarının üstüne salsınlar... Gizledikleri zinetlerinin bilinmesi için de ayaklarını vurmasınlar. Ey mü'minler! hepiniz Allah'a tevbe edin ki felaha eresiniz.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

l. İbnu Ebî Hatim’den Mukatil ibn Hayyân anlatıyor:

Bize ulaştığına göre -En doğrusunu Allah bilir- Câbir ibn Abdullah şöyle nakletmiş:

Esma bint Mürşide, Harise oğulları içindeki yerinde (bir rivayette hurmalığında) iken kadınlar onun yanına izâr (üst elbise) giymemiş, ayaklarındaki halhaller, göğüsleri ve saç örgüleri görünür halde girmeye başlamışlar. Esma:

"Bu ne kadar çirkin!" demiş ve bu olayın akabinde Allah Tealâ:

"Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar..." âyet-i kerimesini indirmiş.[56]

Aynı hadise yine Mukatil ibn Hayyân tarafından bu sûrenin 58. âyetinin nüzul sebebi olarak da rivayet edilmektedir ki biraz sonra gelecektir.[57]

2. Mu'temir'in babasından rivayetine göre el-Hadramî şöyle anlatmış:

Bir kadın gümüşten iki halhal edinmiş, altına da bir sıra boncuk takmıştı. Sokakta bir topluluğa rastladı da ayağını yere vurdu ve bileğine taktığı halhal o boncukların üzerine düşerek ses çıkardı. İşte bu hadise üzerine Allah Tealâ bu "Gizledikleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını vurmasınlar..." âyet-i kerimesini indirdi.[58]

3- Ali (r.a.)'nın şöyle dediği rivayet olunur:

Rasulullah (s.a.v.) za­manında bir adam, Medine yollarından bir yolda yürüdü. Bir kadınla göz gö­ze gelip birbirlerine baktılar. Şeytan onlara, her biri diğerine, onu beğendiği için baktı, şeklinde vesvese verdi. Adam, kadına baka baka bir duvara doğru yürürken aniden duvara çarptı ve burnu yarıldı. Bunun üzerine dedi ki:

"Vallahi, Rasulullah (s.a.v.)'a gidip durumu anlatıncaya kadar bu kanı yıkamayacağım." Rasûlullah'a (s.a.v.) gidip olayı anlattı. Rasulullah (s.a.v.):

"Bu, senin günahının cezasıdır." buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah:

"Mü'minlere söyle, gözlerini kapasınlar" âyetini indirdi.[59]



33. "... Kölelerinizden hür olmak için bedel vermek isteyenlerin, onlarda bir iyilik görürseniz, bedel vermelerini kabul edin. Onlara Allah'ın size verdiği maldan verin.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Bu âyet, ismine Subeyh denilen, Huveyt b. Abdu'l-Uzza'nın bir kölesi hakkında inmiştir. Bu köle mevlasından mükâtebe istedi. Efendisi de kabul etmedi. Bunun üze­rine bu âyet indi. [60] Huveytib onu yüz dinar karşılığı salıvermeyi kabul etti, Huveytib bu pa­ranın yirmi dinarını bağışladı. O da geriye kalanını ödedi. Bu zat, Huneyn Günü'nde öldü­rüldü.[61]

2- İbnu Seken Marifetü’s-Sahabe isimli kitabında Abdullah İbni Sabîh’in babasından rivayetle o şöyle dedi:

“Ben Huvaytıb İbni Abdül Uzza'nın kölesi idim. Ondan kitabet istedim, o kitabetten kaçındı. Allahü Teâlâ, Nur: 24/33 âyetini indirdi.” [62]



33. "... cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları buna zorlarsa bilsin ki Allah hiç şüphesiz onu değil zorlanan kadınları bağışlar ve mer­hamet eder."



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Bize Ahmed b. Hasan el-Kâdî, ona Hacib b. Ahmed et-Tûsî, ona Muhammed b. Hamdan, ona Ebû Muaviye, ona A'meş, ona Ebû Süfyan, ona da Cabir haber vererek şöyle dedi:

"Abdullah İbn Ubeyy kendi cariyesine şöyle dedi:

"Git zina yap benim için para kazan." Bunun üzerine Allah Teala Nur: 24/33 âyetini indirdi."[63]

Bu hadisi Müslim Ebû Küreyb'den, o da Ebû Muaviye'den rivayet etti.[64]

2- Bize Hasan b. Muhammed el-Farisî, ona Muhammed b. Abdillah b. Hamdan, ona Ahmed b. Hasan el-Hafiz, ona Muhammed b. Yahya, ona İsmail b. Ebî Uveys, ona Malik, ona İbn Şihab, ona da Ömer b. Sabit haber vererek şöyle dedi:

"Bu âyet Muâze hakkında indi. Muâze, Abdullah b. Ubeyy b. Selûl'un cariyesi idi."

Şu isnadla da bu haber gelmiştir: Muhammed b. Yahya'dan, o Ayyaş b. el-Velid'den, o Abdu'l-A'la'dan, o Muhammed b. İshak'tan, o Zührî'den, o da Ömer b. Sabit'ten rivayet ederek şöyle dedi:

"Muaze, Abdullah b. Ubeyy b. Selûl'un cariyesi idi. Allah Teala da bu âyeti indirdi.[65]

3- Bize Said b. Muhammed el-Müezzin, ona Ebû Ali el-Fakih, ona Ebu'l-Kasım el-Bağavî, ona Davud b. Amr, ona Mansur b. Ebî’1-Esved, ona A'meş, ona Ebû Nadra, ona da Cabir haber vererek şöyle dedi:

"Abdullah İbn Ubeyy'in, Müseyke isminde bir cari­yesi vardı. O, cariyeyi fuhşa zorluyordu. Bu yüzden Allah Teala bu âyeti indirdi.[66]

4- Müfessirler şöyle dediler:

"Bu âyet, Muaze ve Müseyke hakkında indi. Bunların ikisi de Abdullah İbn Ubeyy'in cariyesi idiler. Her ikisini de zinadan ellerine geçecek meblağı onlardan almak için zina yapmaya zorluyordu, Cahiliyye Devri'nde kölelerini üc­retle kiralıyorlardı. İslâm gelince Muaze ve Müseyke dedi ki:

"Bu, içinde bulunduğumuz durum iki yoldan biridir. Eğer bunda bir hayır varsa bu işi çok yaptık. Eğer bir şer varsa onu terkedeceğimiz zaman geldi demektir." İşte Allah Teala bu âyeti bundan dolayı in­dirdi."[67]

5- Mukatil şöyle dedi:

"Bu âyet, Abdullah b. Ubeyy'in altı cariyesi hakkında indi. İbn Ubeyy onları zinaya zorluyor ve ücretlerini almak istiyordu. Onların isimleri şöyleydi: Muaze, Müseyke, Umeyme, Amre, Arva, Kuteyle. Onlardan bir tanesi birgün bir dinar, diğeri ise bir hırka getirdi. Ubeyy onlara dedi ki:

"Dönünüz ve zina yapınız." Bunun üze­rine onlar dediler ki:

"Vallahi zina yapmayız. Şüphesiz Allah bize İslam'ı getirdi. Zinayı ha­ram kıldı." Rasulullah (s.a.v.)'a gittiler ve onu şikâyette bulundular. Allah Teala da bu âyeti indirdi."[68]

6- Bize Hakim Ebû Amr, Muhammed b. Abdu'1-Aziz haber verdi. Onlara Ahmed b. el-Fadl el-Haddadî, ona Muhammed b. Yahya, ona İshak b. İbrahim, ona Abdurrezzak, ona Ma'mer, ona da Zührî şöyle haber verdi:

"Kureyş'ten bir adam Bedir'de esir düşmüştü. Bu adam Abdullah b. Ubeyy'in esiri idi, Abdullah'ın cariyesi vardı. İsmi de Muaze idi. İbn Ubeyy istiyordu ki Kureyşî olan Muaze ile zina etsin. Muaze de müslüman olduğu için bu işten kaçınıyordu. Abdullah b. Ubeyy, onu bu işe zorluyor ve onun Kureşî olan kişiden hamile kalmasını isteyerek onu dövüyordu. İstiyordu ki Muaze, Kureyşî'den hamile kalsın. Çocuğun fidyesini de Kureyşî'den alsın. Bundan dolayı Allah Teala şöyle buyurdu: "... iffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın..." Nur: 24/33. Bu âyet "Ğafur’dur, Rahim’dir" kısmına kadar indi. Yani şöyle demek isteniyor: Kendisine zorlandıkları şeyden dolayı Allah onlan mağfiret eder."[69]

7- Cabir’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Abdullah İbni Übey'in, Müseyke ve Ümeyme adında iki cariyesi vardı. Abdullah Îbni Übey, onları zinâ etmeye zorlardı. Cariyeler bu durumu nebî Aleyhisselâm'a şikâyet ettiler. Allahü Teâlâ, Nur: 24/33 âyetini indirdi.[70]

8- Hâkim’in Ebu Zübeyr tarikından Câbir'den (r.a.) rivayet ettiğine göre şöyle demiştir

“Müseyke, Ensardan bâzılarına gelip:

“Benim efendim beni zinaya zorluyor.” dedi. Allahü Teâlâ, Nur: 24/33 âyetini indirdi. [71]

9- Taberânî vs Bezzâr sahih senetle Îbnu Abbas'tan (r.a.) rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir:

“Abdullah İbni Übey'in cariyesi vardı. O câriye câhiliyet döneminde zina ederdi. Zina haram kılınınca, câriye:

“Vallahi ben, ebediyen zina etmem.” dedi. Nur: 24/33 âyeti indirildi.[72]

10- Bezzâr, zayıf bir senetle, Enes'ten bunun benzerini anlattı ve cariyeyi Muâze ismi ile isimledi.. [73]

11- Saîd Îbni Mensur, Şaban'dan o, Amr İbni Dinar'dan, o, İkrime'den anlattı. Ikrime dedi ki:

“Abdullah İbni Übey’in Müseyke ve Muâze isiminde iki kardeş cariyesi vardı.. Abdulalh İbni Übey onları zina etmeye zorlardı. Onlardan biri dedi ki:

“Eğer bu iş hayır ise, onu çokça yapacağım, eğer değilse onu bırakmam en uygun olandır.” Allahü Teâlâ, Nur: 24/33 âyetini indirdi.”[74]

12- İkrime'den rivayette o şöyle anlatıyor:

Abdullah ibn Übeyy'in bir cariyesi vardı. Efendisinin emriyle zina edip ücret olarak verilen bir bürdeyi efendisine getirdi. İbn Übeyy ona:

"Git, tekrar zina et." dedi. Cariye:

"Vallahi yapmryacağım; eğer bu bir hayır ise onu çok yaptım, yok eğer kötü ise artık onu bırakmamın zamanı geldi." dedi ve işte onun hakkında bu âyet-i kerime nazil oldu.[75]

13- Mukatil ibn Hayyân der ki:

Bize ulaştığına göre bu âyet-i kerime, sahip oldukları iki cariyeyi fuhşa zorlayan iki kişi hakkında nazil olmuştur. Bunlardan bir ensariye ait olanını adı Müseyke, Abdullah ibn Übeyy'e ait olanının adı da Ümeyme Ümmü Müseyke idi. Yine birer cariye olan Muâze ve Ürvâ da aynı durumda idiler. Bunlardan Müseyke ve Ümmü Müseyke Hz. Peygamber (sa)'e gelerek bu durumu Efendimiz'e anlattılar da bunun üzerine bu hususta Allah Tealâ: "Şayet iffetli olmak isterlerse cariyelerinizi, dünya hayatının geçimliğini kazanacaksınız diye, fuhşa zorlamayın..." âyet-i kerimesini indirdi.[76]

14- Ebu Salih'in İbn Abbâs'tan rivayet ettiği bir haberde ise Hz. Peygamber (sa)'e gelerek kendisine ait olmıyan bir cariyenin zinasına izin isteyenin bizzat Abdullah ibn Übeyy olduğu kaydedilmektedir. Buna göre bir gün Abdullah ibn Übeyy, yanında adı Muâze olan çok güzel bir cariye ile Hz. Peygamber (sa)'in huzuruna gelmiş ve:

"Ey Allah'ın elçisi, şu cariye filân kimsenin yetimlerine ait bir cariyedir. Ona zina etmesini ve böylece o yetimlerin onun ücretinden istifade etmelerini emredelim mi?" diye sormuş. Hz. Peygamber (sa):

"Hayır." buyurmuşlar. Abdullah ibn Übeyy ısrarla tekrar sorunca işte bu âyet-i kerime nazil olmuş.[77]

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: 024 - NUR SURESİ
MesajGönderilme zamanı: 03.01.09, 16:21 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
37. Öyle erler ki ne ticaret, ne ahş-veriş onları Allah'ı zikretmekten alıkoymaz. Onlar, gönüllerin ve gözlerin (korkudan) döneceği bir günden korkarlar



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Abdulah ibn Ömer'den rivayete göre o, bir gün çarşıda iken ezan okunmuş, çarşıdaki dükkân sahipleri hemen dükkânlarını kapatıp Mescid-i nebevîye gitmişler. İbn Ömer der ki: İşte onlar (ezan okunur okunmaz dükkânlarını kapatıp Mescid-i Nebevî'ye giren işyeri sahipleri) hakkında "Öyle erler ki ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten alıkoymaz..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[78]

2- Hz. Peygamber (sa)'in asr-ı saadetinde iki müslüman varmış. Bunlardan birisi tüccar, diğeri de satmak üzere kılıç yapan kılıç ustası bir demirci imiş. Tüccar olanı ezanı duyduğunda terazi elinde ise hemen atar, yerde ise kaldırmayıp o halde bırakır ve hemen Mescid-i Nebevî'ye gidermiş. Demirci olanı ise çekiç örsün üzerindeyse olduğu gibi bırakır, yok örsün üzerindeki kılıca vurmak üzere kaldırmışsa arkasına atar ve hemen Mescid-i Nebevî'ye gidermiş. İşte bu ikisine ve bunlara benzeyenlere bir övgü olmak üzere Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiş[79]

3- Bu âyet-i kerimenin ashab-ı Suffe hakkında nazil olduğu da söylenmiştir.[80]

39. O küfretmiş olan kâfirlere gelince; onların amelleri engin çöllerdeki serap gibidir. Susayan kimse onu su sanır. Fakat yanına vardığında hiçbir şey bulamaz da Allah'ı kendi yanında bulur ve O da hesabını tastamam görür. Allah Serîu'l-hisâb'dır.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Bu âyet-i kerimenin, Câhiliye devrinde bir zahid gibi yaşıyan, palas elbiseler giyip hak dini arıyan, Hz. Muhammed peygamber olarak İslâm ile gönderilince kâfir olan Utbe ibn Rabîa ibn Ümeyye hakkında nazil olduğu söylenir.[81]

2- Mukatil rivayetinde bu kişinin adı Şeybe ibn Rabîa ibn Abdi Şems olarak verilmektedir.[82]



47. "Allah 'a ve Rasûlü'ne inandık, itaat ettik." derler, sonra da arkasından bir takımı yüz çevirir. Bunlar mü'minler değillerdir.

48. Aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Rasûlü'ne çağrıldıkları zaman bir takımı hemen yüz çevirir.

49. Eğer hak, kendilerinden tarafa ise boyunlarını bükerek gelirler.

50. Kalblerinde bir hastalık mı var bunların? Yoksa şüphe mi ettiler? Veya Allah'ın ve Rasûlü'nün kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, onlar zâlimlerin ta kendileridir.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1 Bazı müfessirler olayı biraz daha özelleştirip derler ki bu âyet-i kerime ile bunu takip eden âyet münafık Bişr ile bir yahudi hakkında nazil olmuştur. İkisi arasında bir arazi üzerinde ihtilâf çıkmıştı. Yahudi, Bişr'i, aralarında hüküm vermesi için Rasûlullah (sa)'a çekerken münafık, Yahudiyi Ka'b ibnu'l-Eşref e gitmeleri için çekiyor, bir yandan da:

"Muhammed bize haksızlık eder, zulmeder." diyordu. Sonunda Yahudinin ısrarı ile Hz. Peygamber (sa)'e gelip davalarını anlattılar; Allah'ın Rasûlü (sa) de Yahudi lehine hükmetti. Ancak münafık, Hz. Peygamber (sa)'in hükmüne razı olmayıp:

"Gel bir de Ömer'e davamızı anlatalım, ondan hüküm vermesini isteyelim." dedi. Yahudi buna da razı oldu ve gidip davalarını Hz. Ömer'e anlattılar. Yahudi bu arada Hz. Ömer'e:

"Hz. Peygamber, benim lehime hükmetti de bu adam O'nun hükmüne razı olmadı." dedi. Hz. Ömer, o münafığa:

"Öyle mi oldu?" diye sordu, onun:

"Evet." cevabı üzerine:

"Beni burda biraz bekleyin, hemen geliyorum." deyip evine girdi, kılıcını kuşanmış olarak çıktı ve münafığın oracıkta boynunu vurup öldürdü ve:

"Rasûlullah (sa)'ın hükmüne razı olmayan hakkında benim hükmüm budur." dedi de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirdi.

Hz. Ömer'in bu davranışı üzerine Cibril:

"Ömer, Hak ile bâtılın arasını ayırdı." demiş, bunun üzerine Hz. Ömer'e: "el-Fârûk" lâkabı verilmiştir.[83] Ki bu kıssa daha önce (Nisa Sûresinin 60. âyetinin nüzul sebebinde) de geçmişti.[84]

Bu kıssa Nisa: 4/60 âyeti izah edilirken geçmişti. [85]

2- İbn Ebî Hatim'in, el-Hasen'in mürselleri meyanında tahric ettiği bir haberde o şöyle anlatır:

Bir adam, başka bir adamla arasında bir ihtilâf çıkıp da halli için Hz. Peygamber (sa)'e gitmeye çağrıldığında eğer haklı ise ve Hz. Peygamber (sa)'in kendi lehine hükmedeceğini kesin olarak bilirse bunu kabul ederdi, Ama bilirse ki kendisi haksızdır ve karşısındakinin hakkını yemek isterse böyle bir durumda ihtilâfın halli için Hz. Peygamber (sa)'e gitmeye çağrılırsa O'na gitmekten yüz çevirir ve

"Hayır, O'na değil filâna gidelim." derdi. İşte bunun üzerine (veya böyleleri hakkında) Allah Tealâ bu âyet-i kerimeleri indirdi."[86]

3- Dahhâk der ki: Muğîra ibn Vâil hakkında nazil olmuştur. Onunla Hz. Ali ibn Ebî Tâlib'in müşterek bir arazileri vardı. Bu araziyi müşterek halden çıkarmak ve paylaşmak istediler. Yapılan taksimde Hz. Ali'ye, suyun ancak zorlukla ulaştırılabileceği kısmı düştü. Muğîra, Hz. Ali'ye:

"Arazinin sana düşen kısmını bana sat." dedi, Hz. Ali de kabul edip bu arazisini Muğîra'ya sattı ve Hz. Ali parasını, Muğîra da arazisini teslim aldı. Daha sonra Muğîra'ya:

"Çorak, susuz bir yer satın aldın, oraya su çıkmaz." dediler. O da satıştan vazgeçmek üzere Hz. Ali'ye geldi ve:

"Arazini al. Ben onu senden, eğer hoşnut olursam şartıyla almıştım. Şimdi ise gördüm ki su oraya çıkmıyor, onu sevmedim, hoşnut olmadım." dedi. Hz. Ali:

"Hayır öyle değil, satın aldın, razı oldun ve teslim aldın. Durumunu da zaten biliyordun." diyerek satıştan caymayı reddetti ve davayı Hz. Peygamber (sa)'e götürmek istedi. Muğîra ise:

"Muhammed'e gidecek ve onun hükmünü kabul edecek değilim. Çünkü o bana buğzeder ve ben, onun bana haksızlık etmesinden korkarım." dedi ve işte bunun üzerine bu âyet-i kerimeler nazil oldu.[87]



53. Var güçleriyle Allah'a yemin ettiler ki eğer kendilerine emredersen mutlaka (savaşa) çıkacaklardır. De ki: "Yemin etmeyin. Bu, makûl bir itaattir. Muhakkak ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.



Allah Tealâ münafıkların Hz. Peygamber (sa)'in hükmünden hoşlanmadıklarını beyan buyurunca münafıklar Hz. Peygamber (sa)'e gelip:

"Allah'a yemin olsun ki yurtlarımızdan, kadınlarımızdan ve mallarımızdan çıkmamızı; bunları bırakıp cihada çıkmamızı) emretmiş olsaydın bunları bırakır ve cihada çıkar, cihad ederdik." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[88]

55. "Allah, içinizden inanıp yararlı iş işleyenlere, onlardan önce­kileri halef kıldığı gibi, onları da yeryüzüne halef kılacağına, onlar için beğendiği dini temelli yerleştireceğine, korkularını güvene çevireceğine dair söz vermiştir. Çünkü onlar Bana kulluk eder, hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra inkar eden kimseler, işte onlar artık yoldan çıkmış olanlardır."



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Rabi' b. Enes, Ebu'l-Aliye'den bu âyet hakkında şu rivayette bulundu:

"Rasulullah (s.a.v.)'a vahiy geldikten sonra on yıl daha Mekke'de durdu, O ve Ashabı korkuyorlardı. Gizli ve aşikâr olarak Allah'a ibadet ediyorlardı. Sonra Medine'ye hicretle emrolundu. Onlar Medine'de de korkuyorlardı. Silahla sabahlıyor, silahla akşamlıyorlardı. Ashabı'ndan bir kişi Rasulullah (s.a.v.)'a dedi ki:

"Ey Allah'ın Rasulü, kendisinde emni­yette olduğumuz ve silahı bıraktığımız birgün bize hiç gelmeyecek mi?" Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Sabredin. Sizden bir kimse büyük bir toplulukta bağdaş kurup oturacağı ve kendisine en ufak bir tehdidin bile gelmeyeceği az bir zaman daha bekle­yeceksiniz." Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti sonuna kadar indirdi. Ve Allah Nebi'sini Arap Yanmadası'nda muzaffer kıldı. Silahları bıraktılar ve emniyet içinde oldular. Sonra Allah, Nebi'sinin ruhunu aldı ve onlar böylece Ebû Bekr, Ömer ve Osman'ın (r. anhüm) hilafetleri zamanında emniyet içinde oldular. Tâ ki içine düştükleri şey vuku buluncaya kadar. Allah da onlara korkuyu mussalat etti. Onlar kendilerini değiştirdiler, Allah da on­ları değiştirdi.[89]

2- Bize İsmail b. Hasan b. Muhammed b. Hüseyn en-Nakib, ona dedesi, ona Abdullah b. Muhammed b. Hasan en-Nasrabazî, ona Ahmed b. Said ed-Darimi, ona Ali b. Hüseyn b. Vakid, ona babası, ona Rabi' b. Enes, ona Ebu'I-Aliye, ona da Ubeyy b. Ka'b haber vererek şöyle dedi:

"Nebi (s.a.v.) ve Ashabı Medine'ye geldiler. Ensar da onları bağırlarına bastılar. -Halbuki daha önce Arap, onları tek bir yaydan atmış, irtibatlarını kesmişlerdi. Akşam ve sabah silahlı oluyorlardı- Bunun üzerine şöyle dediler;

"Bizim an­cak Allah'tan korktuğumuz emin ve mutmain olarak gecelediğimiz bir hayat görebilceğimizi tahmin edebiliyor muyuz?" Bundan dolayıdır ki Allah Teala bu âyeti indirdi.[90]

Bu hadisi Hakim, Sahihi'nde, Muhammed b. Salih b. Hani'den, o Ebû Said b. Şazan'dan, o da Darimî'den rivayet etmiştir.[91]

3- İbn Ebî Hâtim'den el-Berâ ibn Azib dedi ki:

"Bu âyet-i kerime, bizler şiddetli bir korku içindeyken nazil oldu."[92]

4- Mukatil der ki: Hudeybiye'de Mekke müşrikleri Hz. Peygamber ve ashabını umre yapmaya bırakmayıp Mekke'ye girmelerini engellediklerinde müslümanlar:

"Keşke Allah Tealâ bize Mekke'nin fethini bahşeylese." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[93] Ancak İbnu'l-Cevzî bu kavli kuvvetli görmeyerek birincisini tercih ettiğini gösteren bir ibare ile zikretmiştir.[94]



58. "Ey inananlar! Ellerinizin altında olan köle ve cariyeler ve sizden henüz ergenliğe ermemiş olanlar, sabah namazından önce, öğle sıcağında soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra yanınıza girecek­lerinde üç defa izin istesinler. Bunlar, sizin açık bulunabileceğiniz üç va­kittir. Bu vakitlerin dışında birbirinizin yanına girip çıkmakta size de, onlara da bir sorumluluk yoktur. Allah size âyetlerini böylece açıklar. Allah bilendir, Hakim'dir."



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- İbn Abbas şöyle dedi:

"İsmi Müdlec b. Amr olan bir çocuğu, Rasulullah (s.a.v.) Ömer b. Hattab (r.a.)'ı çağırmak için gönderdi. Vakit öğle idi. Çocuk Ömer'in yanına girdi. Ömer, kendisinin görülmesini hoşlanmadığı bir halde idi. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi;

"Ey Allah'ın Rasulü, isterdim ki izin isteme hususunda Allah bize emirde ve nehiyde bulunsaydı." Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi.[95]

2- Mukatil ibn Hayyân anlatıyor:

Ensar'dan bir adam, karısı Esma bint Mürşide (veya Esma bint Ebî Mersed) ile birlikte yemek yapmış ve Rasûl-i Ekrem'e getirmişlerdi. (Rasûlullah'a yemek geldiğini duyan) insanlar gelip girmek için izin istemeksizin yanlarına girmeye başlamışlar. Bundan hoşlanmıyan Esma:

"Ey Allah'ın elçisi, bu, (izinsiz olarak girmek) ne kadar çirkin! İkisi (karı-koca) bir elbise içinde ve köleleri izin istemeden (ya da girmelerine izin verilmeden) yanımıza giriyor." dedi de bu konuda (izin istemeden girmeme konusunda) Allah Tealâ:

"Ey iman edenler, ellerinizin altında bulunan köle ve cariyeler ve sizden henüz erginlik çağına girmemiş olanlar sabah namazından önce, öğle sıcağında soyunduğunuz zaman ve yatsı namazınzdan sonra yanınıza girecekleri vakit üç defa izin istesinler...." âyet-i kerimesini indirdi.[96]

3- Mukatil şöyle demiştir: Bu âyet Esma bint-i Mersed hakkında inmiştir. Onun büyük bir kölesi vardı. Bir ara Esma'nın hoşlanmadığı bir vakitte yanına girdi. Esma da Rasulullah (s.a.v.)'a geldi ve şöyle dedi:

"Hizmetçilerimiz ve kölelerimiz yanımıza girip çıkıyorlar." Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi.[97]

4- İbni Ebî Hatim, Süddî'den naklediyor:

Rasulullah'ın (s.a.) ashabından bazı kimseler bu saatlerde hanımlarıyla buluşmayı arzuluyor, sonra guslediyor, son­ra da namaza çıkıyorlardı. Bunun üzerine Allah Tealâ köle ve hizmetçilere bu saatlerde izin verilmeden evlere girmemelerini emretti: "Ey iman edenler! Sa­hip olduğunuz köle ve cariyeler... yanınıza girmek için izin istesinler." [98]

5- Nüzul sebebi olarak beyan ettiğimiz az önce geçen Esma'nın kıssası sahih olsaydı "Ey iman edenler" hitabı tağlib yoluyla erkek ve kadınlara hitap olur­du. Zira nüzul sebebinin hükme dahil olması kesindir. Usulde tercih edilen gö­rüş de budur. [99]



59. Çocuklarınız erginlik çağına vardığında kendilerinden öncekilerin izin istediği gibi onlar da izin istesinler. Allah size âyetlerini böyle açıklar ve Allah Alîm'dir, Hakîm'dir.



İbn Ebî Hatim'in Saîd ibnu'l-Müseyyeb'den rivayetinde o:

"Kişi, annesinin yanma girmek için izin ister. Zira "Çocuklarınız erginlik çağına vardığında kendilerinden öncekilerin izin istediği gibi onlar da izin istesinler..." âyet-i kerimesi bunun hakkında nazil oldu." demiştir.[100]



61- "Â'ma ile beraber yemek yiyene günah yoktur..."



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- "Ey iman edenler, birbirinizin malını bâtıl yollarla yemeyin. Meğer ki sizden, karşılıklı bir rızadan bir ticaret ola..." (Nisa, 4/29) âyeti nazil olunca insanlar birbirlerinin evinde yemek yemekte zorlanır, sıkılır oldular, bu konuda sıkıntıya düştüler de bu âyet-i kerime nazil oldu.[101]

2- İbn Abbâs'tan gelen bir rivayet konuyu biraz daha açmakta, o şöyle anlatıyor:

"Ey iman edenler, birbirinizin malını bâtıl yollarla yemeyin. Meğer ki sizden, karşılıklı bir rızadan bir ticaret ola..." (Nisa, 4/29) âyeti nazil olunca müslümanlar:

"Allah Tealâ bize, mallarımızı aramızda batıl yollarla yemeyi yasakladı. Yemek, bizim en üstün, en iyi mallarımızdandır. Demek ki bizden birisinin, bir başkasının yanında yemek yemesi helâl değildir." deyip birbirlerinin yanında (evinde) yemek yemekten kendilerini alakoydular, birbirlerinin evinde yemek yemeyi terkettiler de bundan sonra Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[102]

3- İbn Abbas şöyle demiştir:

"Allah Teala “Ey iman edenler mallarınızı aranızda batıl ile yemeyin.” âyetini indirince, yatalakların, kölelerin ve topalla­rın kazançlarından yemek müslümanlara ağır geldi ve dediler ki:

"Yemek malların en efdalıdır. Halbuki Allah Teala bâtıl yere yemek yemekten men etti. Çünkü kör, temiz yiyecek mahallini göremez, topal olan yiyecek hususunda meşakkate tahammül edemez, hasta da yemeği dolusu dolusuna alamaz." Bundan dolayı Allah Teala bu âyeti indirdi.[103]

4- Said b. Cübeyr ve Dahhak şöyle dedi:

"İki topal ve iki â'ma sıhhatli kimselerle yemek yemekten uzak duruyorlardı. Çünkü insanlar onlan temiz görmüyorlar ve onlarla beraber yemeği çirkin görüyorlardı. Medineliler ne â'mayı ne topalı, ne de kotürümü, onları pis gördüklerinden dolayı yemeklerine katmıyorlardı. Allah Teala da bu sebepten dolayı bu âyeti indirdi.[104]

5- Mücâhid'den rivayette o şöyle anlatıyor:

Ashab içinde sakat kimseler vardı. -İbn Amr hadisinde sakat olanlar kör ve topal olanlar; Haris hadisinde ise kör, topal, ihtiyaçlı olanlar şeklinde daha açık ifade edilmiştir.- Ashabdan bazıları bunları yemek için evlerine götürürler. Kendi evlerinde yemek bulunmazsa tutar onları babalarının veya âyette sayılan akrabalarının evlerine götürürlerdi. Yanlarındaki o sakat kimseler ise başkalarının evlerine götürülmekten hoşlanmaz; "Bizi kendi evlerine değil de başkalarının evlerine götürüyorlar." derlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[105]

6- Mücahid şöyle dedi:

"Allah Teala'nın bu âyette isimlerini saydığı hastalar ile müzmin hastalara evlerde yemek yemeleri hususunda ruhsat için bu âyet indi. Rasulullah (s.a.v.)'ın Ashabı'ndan bir grup, kendi evlerinde yiyecek birşey bulamadıklan zaman bu hastaları babalarının veya annelerinin evlerine götürür karınlarını doyururlardı. Hastalar ise, bu yemekten rahatsız oluyorlardı. Çünkü onlar kendilerinin malik olmadığı yemeği onlara yediriyorlardı ve şöyle diyorlardı:

"Bunlar bizi, başkalarının evine götürü­yorlar." Bu yüzden Allah Teala bu âyeti indirdi."[106]

7- Ayetin nüzul sebebi ne olursa olsun ayet yemek yeyenin mal sahibinin açık yahut zımnî izni sebebiyle rızası olduğunu bilmesi şartıyla adıgeçen kim­selerin evlerinde yemek yemeyi mubah kılmaktadır. İnsanlar aralarında genel­likle akrabaları, müvekkilleri ve arkadaşlarının evlerinde serbestçe yemek yemeleri sebebiyle bu çeşit evler özellikle zikredilmiştir.[107]

8- Hasan b. Muhammed el-Farisî, Muhammed b. Abdillah b. el-Fadl et-Tacir'den, o Ahmed b. Muhammed b. Hasan el-Hafız'dan, o Muhammed b. Yahya'dan, o İsmail b. Ebî Üveys'ten, o Şihab'dan, o da Said b. el-Müseyyeb'den bize haber vererek şöyle dedi:

"Bu âyet bir grup insan hakkında inmiştir ki, onlar Rasulullah (s.a.v.) ile beraber bir yere gittiklerinde evlerinin anahtarlarını âma, topal kötürümlere ve akrabalara bırakı­yorlardı. Ve onlara evlerinde bulunan şeylerden ihtiyaç duydukları şeyleri yemelerini em­rediyorlardı. Onlar da yemek üzere onların evlerinde kalıyorlardı ve şöyle diyorlardı:

"Korkarız ki onlar içlerinden bunu hoş görmeyecekler." Bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi.[108]

9- Bu ayet her ne kadar söz konusu edilen özür sahiplerinin evlerinin anah­tarlarını aldıkları kimselerin evlerinden yemek yemek hususunda sakınmaları hakkında nazil olsa da bütün insanlar için umumî bir hüküm zikretmektedir. Onların evlerinden birşeyler alıp yemenin günah olmamasının manası, onların evlerinden birşeyler yemek ile akrabaları, anahtarları veren müvekkilleri ve arkadaşlarının evlerinden yemenin eşit tutulmasıdır.[109]

10- İbnu Cerîr’in Zührî'den rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir:

“Nur: 24/61âyetinden soruldu. Topal ve hastanın durumu nedir ki, burada zikredildi?” denildi. Zührî dedi ki:

“Bana Ubeydullah İbni Abdullah haber verdi. O:

“Müslümanlar gazaya gittiklerinde, arkadaşlarını halef eder, onlara kapılarının anahtarlarını verip:

“Evlerimizde olandan yemenizi size halal kıldık.” derlerdi. Arkadaşları, bundan utanır ve:

“Onlar bulunmadığı müddetçe evlerine girmeyiz” derlerdi. Allahü Teâlâ onlara ruhsat olmak üzere bu âyeti indirdi.”[110]

11- Kays ibn Müslim'den, o da Miksem'den rivayet ediliyor ki o şöyle diyor:

Bazı kimseler kör ve sakat olanlarla yemek yemekten sıkılır, onlarla birlikte yemek yemek istemezlerdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[111]

12- Zehrâvî, İbn Abbâs'tan bunun aksini rivayetle "Kör, topal ve sakat olanlar, sağlam kişiler kendileriyle yemekten hoşlanmaz, kendilerini pis bulur veya kendi durumlarından rahatsız olur diye sağlam kişilerle birlikte yemek yemek istemezlerdi. İşte bunun üzerine "Kör için bir sorumluluk yoktur. Topal için de bir sorumluluk yoktur. Hastaya da bir sorumluluk yoktur..." âyet-i kerimesi nazil oldu." demiştir.[112]

13- Dahhâk'tan rivayetle tahric olunan bir haber olayı biraz daha detaylandırır. Bu haberde o şöyle anlatıyor:

Hz. Peygamber, peygamber olarak gönderilmezden önce kör, hasta ve topalla birlikte yemek yemezlerdi. Çünkü kör, yemeğin hoş olan taraflarını göremez, hasta olan kişi, sağlam olanlarınki gibi yemeğin hakkını veremez, sakat olan kimse de yanında bulunan sağlam kimseler gibi yemek yiyemezdi. İşte onların (Medine halkı okn ensar'ın) kör, hasta ve sakatlarla birlikte yemek yemelerine bir ruhsat olmak üzere bu âyet-i kerime nazil oldu.[113]

14- İbn Abbâs'tan rivayete göre zengin birisi akraba veya arkadaşlarından bir fakirin evine gidip de bu fakir yakını onu yemeye buyur edince "Zengin olana yoksulun malından yemek yaraşmaz. Zaten yiyeceğiniz az, bir de biz yemeye oturup iyice azaltmıyalım" anlamında olmak üzere: "Yok, ben sizinle yemek yemekte sıkılıyorum. Çünkü ben zenginim, siz ise fakirsiniz." dermiş, âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuş.[114]

15- İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayette konu biraz daha müşahhas hale getiriliyor. O şöyle anlatıyor: Ayet-i kerime Haris ibn Amr hakkında nazil oldu. O, Hz. Peygamber (sa)'le birlikte bir gazveye giderken ailesinin ve evinin işlerini yapmak üzere Mâlik ibn Zeyd'i vekil bırakmıştı. Dönüşünde arkadaşı Mâlik'i çok zayıflamış görüp sebebini sordu. O da: "İznin olmadan evinden yemek bana günah geldi." dedi.[115]

16- Bu mealde el-Bezzâr'ın sahih bir senedle Hz. Aişe'den rivayetle tahric ettiği bir haberde Hz. Aişe şöyle anlatıyor: Müslümanlar Hz. Peygamber (sa)'le birlikte gazvelere çıkmaya rağbet ederler; sefere çıkarken de sakatlıkları sebebiyle sefere katılamıyanlara evlerinin anahtarlarını verir ve onlara:

"Benim evimden ne istiyorsan yiyebilirsin." diye izin verirlerdi. Medine'de kalan ve kendilerine anahtar verilen o sakat kimseler de:

"Bunlar aslında bize yeme iznini gönül hoşluğu ile vermediler. Binaenaleyh onların evlerinden yememiz bize helâl değil." derlerdi. İşte bunun üzerine Allah Tealâ onlara bir ruhsat olmak üzere bu âyet-i kerimeyi indirdi.[116]

17- Hasan-ı Basrî diyor ki: Bu ayet Allah'ın kendisinden cihadı kaldırdığı âmâ İbni Ümmi Mektum hakkında nazil olmuştur. [117]

18- Ebu Hayyan da şöyle diyor: Bu ayet âmâ, topal ve hasta kimsenin cihad­dan geri kalması hususundaki mahzuru kaldırmaktadır. Ayrıca muhatapların Allah'ın zikrettiği bu kimselerin evlerinden birşeyler yemeleri hususundaki mahzuru da kaldırmaktadır. Fetva verme ve beyan etme makamında bunların bir arada cem'edilmesi, makbul olup garip karşılanmaz. Bu durumda bu ayetin öncesi ile irtibat yönü şudur: Cenab-ı Hak izin istemenin hükmünü zikrettik­ten sonra özürlülerin cihada katılmamalarının Peygamberimiz'den (s.a.) izin almaya bağlı olmadığını beyan etmiştir. [118]



61. "... Beraber veya ayrı ayrı yemenizde bir günah yoktur..."



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Katade ve Dahhak şöyle dedi:

"Bu âyet kendilerine Benû Leys b. Amr denilen Kinane'den küçük bir kabile hakkında inmiştir. Bunlar, bir kişinin tek başına yemek ye­mesini yasak sayıyorlardı. Bazen sofra dolu olup herşey yerli yerinde olduğu halde bir şahıs sofra önünde sabahtan akşama kadar oturur, tek başına yemeyi haram saydığından dolayı yemez, akşam olunca da kimse yoksa, kimseyi bulamazsa o zaman tek başına yerdi. Bu yüzden Allah Teala bu âyeti indirdi."[119]

2- İkrime dedi ki:

"Bu âyet, Ensar'dan bir topluluk hakkında inmiştir. Onlar, bir misafir kendileriyle bulunmadıkça yemek yemezlerdi. Allah onlara, nasıl isterlerse, ister toplu halde ister halka halinde, isterse ayrı ayrı yesinler diye, onlara ruhsat verdi.[120]

3- Atâ el-Horasânî ve Abdurrahman ibn Zeyd ibn Eslem de Feth Süresindeki "Köre vebal yoktur, topala da vebal yoktur, hastaya da vebal yoktur..." (âyet: 17) âyet-i kerimesi gibi bu âyet-i kerimenin Cihâd hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.[121]

4- Taberî, bütün bu rivayetleri sıraladıktan sonra bunlar arasından herhangi birinin tercihine götürecek bir karine veya açıklığa sahip olmadıklarını ve hepsinin de ayrı ayrı bu âyet-i kerimenin nüzulüne sebep olmalarının caiz olduğunu; başka bir bakış açısından âyet-i kerimenin hükmünün bütün bunları içine aldığını ve müslümanların gerek yalnız başlarına, gerekse âyet-i kerimede sayılan yakınların evlerinde topluca yemek yemelerine bu âyet-i kerime ile ruhsat verilmiş olduğunu belirtir[122] ki âyet-i kerime bunlardan hangisi üzerine inmiş olursa olsun sebebin hususiliği, hükmün umumiliğine engel değildir.[123]

5- Bu ifade öncesiyle irtibat halindedir. Belirtilen kimselerin evinde yemek yemenin mubah olduğu söylendikten sonra yemek yeme şeklinde de bir sakınca bulunmadığı ifade edilmek istenmiştir. O halde bu evlerin sahipleriyle olsun veya olmasın bu evlerde yemek yemede mahzur yoktur. Bir başka görüşe göre: Bu cümle önceki hükme benzer ayrı bir hüküm beyan etmek için müs­takil bir cümledir. Buna göre yalnız başına yemek yemek caiz olduğu gibi misafirle birlikte yemek yemek de emirdir. [124]



62. Mü'minler, ancak Allah'a ve Rasûlü'ne iman edenler ve O'nunla birlikte bir işe karar vermek üzere toplandıklarında O'ndan izin isteyip alıncaya kadar ayrılıp gitmeyenlerdir. Gerçekten senden izin isteyenler; işte onlar Allah'a ve Rasûlü'ne iman edenlerdir. O halde onlar, bazı işleri için senden izin istedikleri zaman sen de onlardan dilediğine izin ver ve kendileri için Allah'dan mağfiret dile. Hiç şüphesiz Allah Ğafûr'dur, Rahim'dır.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

l. İbn İshak'ın ve Delâil'inde Beyhakî'nin Urve'den, Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den ve başkalarından rivayetle tahric ettikleri bir haberde onlar şöyle anlatıyor:

Hendek Gazvesi senesi Ebu Süfyân komutasındaki Kureyş'in gelip sel yataklarından Rûme kuyusu başına; Gatafân'ın gelip Uhud'un yanında Na'mâ'ya konduğunda Hz. Peygamber (sa)'e bu haber gelince Medine'nin etrafına hendek kazdırmıştı. Hendek kazma işinde bizzat kendisi çalışırken mü'minler de onunla birlikte çalışmaktaydılar. Bazı münafıklar ise işi ağırdan alıyor; evlerine misafir geldiği bahanesiyle Hz. Peygamber (sa)'den habersiz ve izinsiz olarak gizlice sıvışıyorlardı. Müslümanlardan herhangi birinin başına bir musibet veya hoşlanmadığı bir şey gelirse, gelip Hz. Peygamber (sa)'e söylüyor, O'ndan izin istiyor ve O'nun izin vermesiyle gidiyor; işlerini düzeltip tekrar hendek kazmadaki işinin başına dönüyordu. İşte Hz. Peygamber (sa)'den izin isteyerek işinden geçici olarak ayrılan o mü'minler hakkında Allah Tealâ: "Allah herşeye hakkıyla Alîm'dir."e kadar olmak üzere (yani Sûrenin sonuna kadar) "Mü'minler, ancak Allah'a ve Rasûlü'ne iman edenler ve O'nunla birlikte bir işe karar vermek üzere toplandıklarında O'ndan izin isteyip alıncaya kadar ayrılıp gitmeyenlerdir..." âyet-i kerimelerini indirdi.[125]

Buna göre bu âyet-i kerime, Hendek Gazvesi senesi hendek kazılma sırasında nazil olmuştur.[126]

2. Katâde'den rivayete göre Tebük Gazvesi hakkında nazil olan âyetlerden birisi olan "Allah seni affetsin, hak sana besbelli olup yalancıları bilmeden önce neden onlara izin verdin?" (Tevbe, 9/43) âyet-i kerimesinde, Tebük gazvesine katılmamak için mazeret bildirerek izin isteyenlere izin verdiği için Hz. Peygamber azarlanırken daha sonra bunda kendisine bir ruhsat olmak üzere Allah Tealâ: "O halde bazı işleri için senden izin istedikleri zaman sen de onlardan dilediğine izin ver ve kendileri için Allah'dan mağfiret dile..." âyet-i kerimesini indirdi.[127]

3- Yine bu Tebük Gazvesi esnasında meydana gelen olaylar cümlesinden olarak Hz. Ömer'in ailesine dönmek için[128] izin istemesi üzerine Hz. Peygamber (sa)'in ona izin verip sonra da münafıklara duyurmak maksadıyla yüksek sesle ona:

"Git, vallahi sen münafık değilsin." demesi; bunu duyan bazı münafıkların da:

"Bu nasıl iş; arkadaşları izin istediğinde onlara izin veriyor, biz izin istediğimizde ise izin vermiyor. Vallahi biz onun adaletli davranmadığını görüyoruz." demeleri üzerine bu âyet-i kerimenin nazil olduğu Dahhâk ve Mukatil'den rivayet edilmiştir.[129]

4- Kelbî diyor ki: Peygamberimiz (s.a.) hutbesinde münafıklara ta'rizde bulunuyor ve onları ayıplıyordu. Münafıklar sağlarına-sollanna bakıyorlar, on­ları hiç kimse görmediği bir zamanda mescidden çıkıyorlar, namaz kılmıyorlar­dı. Eğer biri onları görürse sebat ediyor, korkarak namaz kılıyorlardı. Bunun üzerine ayet nazil oldu.[130]

5- Bu ayetin inmesinden sonra mümin kimse Rasulullah'tan (s.a.) izin almadıkça ihtiyacı için -mescitten dışarı- çıkmıyordu. Münafıklar ise izinsiz çıkıyorlardı. [131]



63. O Rasûl'ün çağırmasını, kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi saymayın.Allah, içinizden bir diğerini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak bilir. O 'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belâ gelmesinden veya elîm bir azâb gelmesinden sakınsınlar.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

l. Ebu Nuaym'ın Delâil'de Dahhâk kanalıyla İbn Abbâs'tan rivayetinde o şöyle demiştir:

Hz. Peygamber (sa)'e hitabederken

"Ey Muhammed, Ey Ebu'l-Kasım!" derlerdi. Bunun üzerine Allah Tealâ:

"O Rasûl'ün çağırmasını, kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi saymayın..." âyet-i kerimesini indirdi.[132]

2. "Allah, içinizden bir diğerini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak bilir...." âyet-i kerimesinin nüzul sebebinde Kelbî der ki: Allah'ın Rasûlü (sa) hutbesinde münafıklara ta'rîzde bulunur ve onları kınardı. Münafıklar da sağlarına, sollarına bakarlar; kendilerini kimsenin görmediğine kani olurlarsa usulcacık yerlerinden kalkar ve sıvışırlardı. Şayet kendilerini bir gören olduğunu farkederlerse çıkmaktan vazgeçip mecburen istemeye istemeye namaz kılarlardı. İşte bu durum üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[133]

3- Ebu Davud'un mürselleri meyanında Mukatil'den rivayetle tahricinde o şöyle anlatıyor:

Mescid-i Nebevîde Hz. Peygamber hutbe okurken burnu kanayan veya abdesti bozulan bir sahabî çıkmak için Hz. Peygamber (sa)'den izin almadan dışarı çıkmazdı. İşaret parmağıyla Efendimiz'den çıkmak için izin ister ve izin verilirse çıkardı. Hutbe dinlemek veya mescidde oturmak kendisine ağır gelen herhangi bir münafık da böyle mazereti sebebiyle çıkmakta olan bir sahabînin arkasına gizlenerek usulca sıvışırdı. İşte böyle bir hadise üzerine Allah Tealâ "Allah, içinizden bir diğerini siper ederek sıvışıp gidenleri muhakkak bilir...." âyet-i kerimesini indirdi.[134]

[1] Alûsî, age. XVIII,74. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/628.

[2] Suyııti; ed-Dürr: 5/19. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 263.

[3] İbn Ebî Salih rivayetinde ashab-ı suffadan bazıları, bak: Kurtubî, age. XII,113.

[4] Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 263. Vahidî, age. s. 221; Râzî, age. XXIII,150. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/629.

[5] Nesai; Tefsir: 379, İbn Cerir: 18/56, Hakim; Müstedrek: 2/193, Ahmed; Müsned: 2/159, 225, Heysemi; Mecmau'z-Zevaid: 7/73, 74, Beyhaki; Sünen-i Kübra: 7/153. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 263. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/462. Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/208. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/629-630. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/373.

[6] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 24/1, hadis no: 3177. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/628-629. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/373.

[7] Ebu Davud, Nikâh, 4, hadis no: 2051; Neseî, Nikâh, 12, hadis no: 3226. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/629

[8] Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl, 11,19-20. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/629; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/462.

[9] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/629

[10] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/462.

[11] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/373.

[12] Alûsî, age. XVIII,88. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/630.

[13] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/630-631.

[14] Karşılıklı olarak karıkocanın lanetleşmesi.

[15] Müslim; el-Liân: 10 (1495), Ebu Davud; Talak: 2253, İbn Mace; Talak: 2068, Ibn Cerır: 18/66 Ahmed; Müsned: 1/421-422, 448. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 264-265. Revâiu'l-beyân, II, 80; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/208. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/631..

[16] Buhârî,Tefsîru'l-Kur’ân,24/1. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/631-632. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/466-467. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/400.

[17] Müslim, Liân, 1. Benzer ve muhtasar bir rivayet için ayrıca bak: İbn Mâce, Talâk, 27, hadis no: 2066; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, V,334. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/632.

[18] Râzî, age. XXIII,164. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/632.

[19] Râzî, age. XXIII,165. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/632.

[20] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/632.

[21] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 24/3; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 24/3, hadis no: 3179; İbn Mâce, Talâk, 27, hadis no: 2067. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/632-633. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/465-466. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/399.

[22] İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'âni’l-Azîm, VI,11.

[23] Senedi hasen derecesindedir. Ebu Davud: 2256, Heysemi; Mecmau'z-Zevaid: 7/74, Ahmed Müsned: 1/238, Beyhaki; Sünen: 7/394.

[24] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,238-239. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 264-265. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/633-634. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/399-400.

[25] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 1,238-239; İbn Kesîr, age. VIJ3-14. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/634-635.

[26] Ebu Davud, Talâk, 27 (Liân), hadis no: 2256. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/635.

[27] Kurtubî, age. XII,123. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/635.

[28] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,24. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/635. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/467. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/400.

[29] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/400-401.

[30] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, II,24. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/635. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/467.

[31] Bak: Kurtubî, age. xıı,i23. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/635.

[32] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Beyrut 1391/1971,111,309-316. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/638-642.

[33] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 24/11.

[34] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 24/11

[35] Buhârî, Tefsîru'l-Kur'ân, 24/11

[36] Buhârî, Meğâzî, 34; Tefsîru'l-Kur'ân, 24/6, 11.

[37] Meselâ bak: Müslim, Tevbe, 56-58; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 24/4. hadis no: 3180; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, VI,59-61, 194-197. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/642-646. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/416-420.

[38] Buhari; eş-Şehadet: 2637, Cihad: 2879, Meğazi: 4025, Tefsir: 4690, Eyman ve'n-Nüzûr: 6662, İ'tisam: 7369, Tevhid: 7545. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 265-269. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/471-474.

[39] Senedi zayıftır. İbn Cerir: 18/77. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 269. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/646.

[40] Hakim; Müstedrek: 4/8-9, İbn Cerir: Tefsir: 5/69, Ahmed; Müsned: 1/220, 637. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 270.

[41] İbn Hişâm, es-Sîretu'n-Nebeviyye, Beyrut 1391/1971, 111,316; Râzî, age. XX1II,186. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/646-647.

[42] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/474-475.

[43] Kurtubî, XII, 207; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/221

[44] İbnu'l-Cevzî, age. VI,25. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/647.

[45] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/475-476.

[46] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/476.

[47] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/476.

[48] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/476.

[49] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/477.

[50] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/477.

[51] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/477-478.

[52] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/648.

[53] İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 271. İbni Cerir; Firyâbî; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/478-479. Vahidî, age. s. 228-229; Taberî, age. XVIII,87-88. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/648. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/439.

[54] Senedi zayıftır. Suyuti; ed-Dürr: 5/38. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 271. Vahidî, age. s. 229. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/648. Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,34. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/648-649.

[55] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/479. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/439.

[56] İbn Kesîr, age. VI,46; Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,34. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/650. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/480. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/449.

[57] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/650.

[58] İbn Cerir et-Taberî, age. XVIII,97. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/650. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/480. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/450.

[59] Suyûtî, ed-Durru'1-mensûr, V, 40; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 4/221-222. İbn Merduyeh, Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/449.

[60] İbnul-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III,8. ed-Dürr: 5/45. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 271. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/651. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/651. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/464.

[61] ed-Dürr: 5/45. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 271. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/651.

[62] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/482.

[63] Müslim; K. Tefsir: (26, 27, 29, 30) 2320, İbn Çerin 18/103, Suyuti; ed-Diirr: 5/46.

[64] İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 271-272. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/651. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/482.

[65] Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 272.

[66] İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 272. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/464.

[67] ed-Dürr: 5/45. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 272.

[68] Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 272. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/651. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/464.

[69] İbn Cerir: 18/103, ed-Dürr: 5/47. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 272-273. Vahidî, age. s. 230; Taberî, age. XVIII, 103. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/651-652.

[70] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/482-483.

[71] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/483.

[72] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/483.

[73] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/483.

[74] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/483.

[75] Taberî, age. XVIII, 103. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/651.

[76] İbn Kesîr, age. VI.59. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/652.

[77] Râzî, age. XXIII,220. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/652.

[78] İbn Kesîr, age. VI,74. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/652.

[79] Kurtubî, age. XII,184. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/652.

[80] Alûsî, age. XVIII, 178. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/652-653.

[81] Râzî, age. XXIV,8. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/653. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/486.

[82] Kurtubî, age. XII,186. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/653.

[83] Vahidî, age. s. 231; Alûsî, age. XVIII, 194. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/654.

Bu hüküm hak ve adalettir. Zira münafıklar gerçekte Peygamberimiz'in (s.a.) hükümle­rine karşı çıkmayı mubah sayan, onun hükmüyle alay eden, onun adaleti ve peygamber­liği hususunda anarşi ve kargaşa çıkartan imansız kimselerdir. Bütün bu hususiyetlerde normal kâfirden ayrılırlar. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/499.

[84] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/654.

[85] İsnadı yoktur. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 273.

[86] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, II,37. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/654. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/484.

[87] Râzî, age. XXIV,20. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/654-655.

[88] Kurtubî, age. XII, 195. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/655.

[89] Mürsel hadistir. ed-Dürr: 5/55. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 273-274. Vahidî, age. s. 231; Taberî, age. XVIII,122; İbn Kesîr, Tefsîru'1-Kur'âni'l-Azîm, VI.85-86. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/655-656.

[90] Hakim; Müstedrek: 2/401, Heysemi; Mecmau'z-Zevaid: 7/83, Suyuti; ed-Dürr: 5/55. Taberani, Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/510.

[91] İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 274. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/656. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/485. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/656.

[92] İbn Kesîr, age. VI.86; Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,38. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/485. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/656.

[93] İbnu'l-Cevzî, age. VI,58. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/656.

[94] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/656.

[95] Senedi yoktur; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 274; Âlûsî, XVIII, 209; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:4/248. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/657. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/518

[96] İbn Kesîr, age. VI,90. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/657.

[97] Suyuti; ed-Dürr: 5/55; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 274. Vahidî, age. s. 232. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/657. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/518.

[98] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/518-519.

[99] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/519.

[100] Alûsî, age. XVIII, 216. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/658.

[101] es-Suyûtî, ed-Durri-Mensûr, 11,494. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/659.

[102] Taberî, age. XVIII,128. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/659. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/528.

[103] İbn Cerir: 18/128, ed-Dürr: 5/58. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 275. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/488.

[104] Mürsel hadistir. İbn Cerir: 18/128. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 275. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/488. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/528.

[105] Taberî, age. XVIII, 129. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/659.

[106] İbn Cerir: 18/129, Suyuti; ed-Dürr: 5/58. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 275. Abdurrezzak; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/488.

[107] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/528.

[108] Mürsel hadistir. ed-Dürr; 5/58. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 275. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/527.

[109] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/527.

[110] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/489.

[111] Taberî, age. XVIII, 129. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/658.

[112] Alûsî, age. XVIII,217. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/658.

[113] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 11,39. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/659.

[114] Mecma'u't-Tefâsîr, Matbaa-i Amire 1319 neşrinden ofset Çağrı Yayınevi, İstanbul 1404/1984, IV,420. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/659.

[115] Mecma'u't-Tefâsîr, IV,419-420; Hasan Basri Çantay, Kur'ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, İstanbul, 1394/1974,11,641, 64 numaralı di not. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/659. Salebi Tefsir; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/488-489.

[116] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, II,39-40. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/660. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/489.

[117] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/527.

[118] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/527.

[119] Mürsel hadistir. ed-Dürr; 5/58. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 276. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/660. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/528.

[120] Mürsel hadistir. ed-Dürr: 5/58. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 276. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/660. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/528.

[121] İbn Kesîr, age. VI,92. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/660.

[122] Taberî, age. XVIII,131. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/660.

[123] Alûsî, age. XVIII,221. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/660.

[124] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/528.

[125] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, II,41-42. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/661 İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/490-491. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/536.

[126] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/661

[127] Taberi, age. X,100. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/661

[128] Bir rivayette umre yapmak için, bak: Kurtubî, age. XII,211; Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/661

[129] Râzî, age. XXIV,39. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/661-662.

[130] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/536.

[131] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/536.

[132] Suyûtî, Lübâbu’n-Nukûl, 11,42; Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/663; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/491-492. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 9/537.

[133] Râzî, age. XXIV,39. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/663.

[134] Alûsî, age. XVII,226. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/663.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye