Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: 016-NAHL SÛRESİ
MesajGönderilme zamanı: 03.01.09, 16:06 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
016-NAHL SÛRESİ


İbn Merdûye'nin İbn Abbâs ve İbnu'z-Zubeyr'den rivayetle tahricine göre Sûre Mekke'de nazil olmuştur.[1]

Hasen, İkrime, Atâ ve Câbir kavlinde sûrenin tamamı Mekke'de nazil olmuştur.[2]

Nehhâs'ın İbn Abbâs'tan rivayetinde ise son üç âyeti (126-128) dışında sûrenin Mekke'de; bu üç âyet-i kerimenin ise Hz. Peygamber (sa)'in Uhud'dan dönüşünde Mekke ile Medine arasında nazil olduğu belirtilmektedir, ve Uhud'da müslümanların şehidlerine (özellikle de Hz. Hamza'ya) müşrikler tarafından işkence yapılması üzerine Hz. Peygamber (sa)'in veya müslümanların söyledikleri hakkında nazil olmuştur.[3]

Yine İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette "Allah'ın ahdini az bir bahaya satıp değişmeyin... ve onlara mükâfatlarını yaptıklarının daha güzeliyle ödeyeceğiz" (âyet: 95-97) âyetleri dışında sûre Mekkîdir.[4]

İbnu's-Sâib' der ki: Beş âyeti dışında Sûre mekkîdir. Bunlar da 41, 110, 126-128 âyetleridir.

Mukâtil ise mekkî olmaktan istisna edilen âyetlerini 41, 106, 110, 112 ve 126-128 olmak üzere yedi olarak verir.[5]

Ümeyye el-Ezdî'nin Câbir ibn Zeyd'den rivayetine göre de başından 40 âyeti Mekke'de, kalanı da Medine'de nazil olmuştur.[6]

Nüzul sırası itibariyle Kehf Sûresi'nden sonra nazil olmuştur.[7]

Âyetlerinin adedi, yüz yirmi sekizdir. [8]



1. "Allah'ın buyruğu gelecektir; acele gelmesini istemeyin, Allah, ortak koştukları şeylerden münezzehtir, yücedir."



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Daha önce (Hûd Sûresinin 8. âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere İbnu'l-Munzir ve İbn Ebî Hâtim'in Katâde'den rivayetlerinde o şöyle demiştir:

"İnsanlara, hesaba çekilmeleri vakti yaklaştı..." (Enbiyâ, 21/1) âyet-i kerimesi nazil olunca insanlar günahlardan çekinmeye başladılar. Bir Kısmı biraz çekindi, ama çok geçmeden daha önce yapmakta oldukları kötü amellere tekrar döndüler. Bunun üzerine Allah Tealâ:

"Allah'ın emri geldi, binaenaleyh onun acele gelmesini istemeyin..." (Nahl, 16/1) âyet-i kerimesini indirdi. Dalâlet ehlinden bazı kimseler:

"İşte Allah'ın emri bu, nihayet geldi." deyip kötü amelleri bıraktılar. Ama onlardan bir kısmı yine çok geçmeden kötü ameller işlemeye döndüler de bunun üzerine Allah Tealâ:

"Sayılı bir müddete kadar üzerlerinden azabı erteliyecek olsak mutlaka "Bunu alıkoyan da ne?" derler.." âyet-i kerimesini (Hûd, 11/8) indirdi.[9]

2- İbn Cureyc'den gelen rivayette "insanlar" yerine "bazı münafıklar" denilmiştir.[10]

3- İbn Abbas'ın rivayetine göre, "Kıyamet saati yaklaştı, ay da ikiye bö­lündü." (Kamer: 54/1.) âyetini Allah Teala indirince, kâfirlerin bazısı bazısına:

"Şu adam (Rasulullah) Kıyametin gerçekten yaklaştığını iddia ediyor. Olacak olan şeyi bekleyece­ğimiz âna kadar daha önce yapmış olduğunuz bazı şeylerden kaçının" demişlerdi. Ama bir süre geçip hiçbir şey olmayınca ve üzerlerine bir azâb filân da inmeyince:

"Birşey göremiyoruz" dediler. Bu söz üzerine Allah Teala:

"İnsanların hesaba çekilmeleri yaklaştı. Hal böyle iken onlar büyük bîr gafletteler, yüz çevirmekteler." (Enbiya 21/1.) âyetini indirdi. Bu yüzden çok korktu­lar ve Kıyamet'in yaklaşmasını beklediler. Günler uzayıp gidince:

"Ey Muhammed, bizi kendisiyle korkuttuğun şeylerden hiç birisini göremiyoruz" dediler. Bu sefer Allah Teala "Allah'ın buyruğu gelecektir; Allah, ortak koştukları şeylerden münez­zehtir, yücedir." kısmını inzal buyurdu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) sıçrayıp ayağa kalktı. İnsanlar da başlarını kaldırıp yukarıya baktılar. Bu sefer "acele gelmesini istemeyin" bölümü nazil oldu. Bunun üzerine halk sakinleşti. İşte bu âyet inince Rasulullah (s.a.v.) -parmağını göstererek: "Ben ve Kıyamet işte şunun gibi birbirimize yakın gönderildik. Kıyamet az kaldı ki beni geçecekti (benden önce gelecekti)" buyurdu.[11]

4- Başkaları da: "Bu âyette geçen "Emr" kılıçla azap etmektir. Bu izah "Ya Allah, eğer şu Muhammed, senin nezdinden gönderilmiş gerçek bir peygamber ise, gökten üzerimize taş yağdır..."diyerek azabı acele isteyen Nadr b. Haris'e cevaptır" demişlerdir.”[12]

5- İbni Merduyeh İbnu Abbas'tan (r.a.) rivayet ettiğine göre o şöyle dedi:

“Allah'ın emri geldi” Nahl: 16/1 âyeti inince, Rasûlullah'ın ashabı dehşete kapıldılar. Ta ki, “sakın onu acele istmeyin!” Nahl: 16/1 âyeti inince sükunete erdiler.[13]

6- îbnu Ebî Hatim, İbnu Cerîr ve Zevâidü’z-Zühd isimli kitabında Abdullah îbni İmam Ahmed, Ebu Bekir İbni Ebî Hafs'dan rivayet ettiğine göre o şöyle dedi:

“Allah'ın emri geldi” Nahl: 16/1 âyeti indirilince Ashab-ı Kiram ayağa kalktılar. “sakın onu acele istmeyin!” Nahl: 16/1 âyeti indirildi.”[14]

7- Müşrikler, Rasulullah (s.a.)'ın kendilerine yaptığı kıyametin kopacağı ya­hut Allah Tealâ'nın onları Bedir'de olduğu gibi helak edeceği şeklindeki tehdi­dine karşı alaylı bir tarzda ve bu tehdidi yalanlayarak bu azabın derhal gelme­sini istiyorlar ve: Eğer onun dediği doğru ise putlar bize şefaatçi olur ve bizi kurtarır, diyorlardı. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.[15]



4. "İnsanı nutfeden yaratmıştır. Öyleyken o nasıl da açıkça karşı koymaktadır!"



Bu âyet, çürümüş bir kemiği Rasulullah (s.a.v.)'a getirip:

"Ey Muhammed, Allah'ın şu kemiği kül haline geldikten sonra dirilteceğine ihtimal veriyor musun?" diye sorduğu zaman Ubeyy b. Halef el-Cumahî hakkında nazil olmuştur. Bu âyetin Yâ Sîn Sûresi'ndeki bir benzeri olan "Şüphesiz biz onu bir damlacık sudan yarattık. Bir de ne göresin o, apaçık bir düşman kesilmiş." âyeti o Yâ Sîn Sûresi'nin so­nuna kadar bu kıssa hakkında inmiştir.[16]



24. Onlara: "Rabbımz size ne indirdi?" denildiği zaman: "Geçmişlerin masalları." derler.



Bu sözü söyleyenin en-Nadr ibnu'l-Hâris olduğu ve âyet-i kerimenin onun hakkında nazil olduğu söylenir. Zaman zaman Hîre'ye gider, oradan "Kelîle ve Dimne" masalları satın alır gelir, bunları Kureyşlilere okur ve:

"Muhammed'in ashabına okudukları (bunun gibi) geçmişlerin masallarından ibaret." dermiş.[17]



28. Melekler, kendilerine zulmetmiş olanların canını alırken "Biz hiç bir kötülük yapmıyorduk." diyerek teslim olurlar. Hayır, Allah sizin neler yaptığınızı bilir.



İkrime'den rivayette o şöyle demiştir: Mekke'de müslüman olduğu halde hicret etmeyen bir takım insanlar vardı. Bedr günü bunlar istemeye istemeye müşriklerle birlikte savaşa çıktılar da içlerinden bazıları Bedr'de öldürüldü. İşte Allah Tealâ bunlar hakkında: "Melekler, kendilerine zulmetmiş olanların canını alırken..." âyet-i kerimesini indirdi.[18]



38. "Ölen kimseyi Allah'ın diriltmeyeceği üzerine bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler."



Rabi’ b. Enes, Ebû'l-Âliye'den rivayet ederek dedi ki:

"Müslümanlardan bir ki­şinin müşriklerden olan bir adamdan bir alacağı vardı. Bu yüzden borcunu ödemesi için ona geldi. Müslümanın konuştuğu söz:

"Öldükten sonra kendisine ümitvâr olduğum Zât'a yemin olsun" sözü idi. Bunun üzerine müşrik olan kişi dedi ki:

"Sen, öldükten sonra dirileceğini gerçekten iddia ediyorsun. Ben de Allah'a yemin ediyorum ki, Allah ölen kimseyi diriltmeyecektir." Derken Allah Teala bu âyeti indirdi."[19]



41. Zulme uğratıldıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri andolsun ki dünyada güzel bir yere yerleştireceğiz. Ahiret mükâfatı ise daha da büyüktür. Keşke biliyor olsalardı.

42. Onlar sabreden ve ancak Rablarına tevekkül edenlerdir.



Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

l- Bu âyet-i kerimelerin Mekke'de müşriklerin işkenceleri tahammül edilemez hale gelince Habeşistan'a göç edenler hakkında nazil olmuş olması muhtemeldir. Kendi kavimleri olan müşriklerin arasından çıkıp Rablerine ibadet imkânı bulabilmek için oraya göç etmişlerdi ki ileri gelenleri Osman ibn Affân, hanımı ve Rasûl-i Ekrem'in kızı Rukayye, Rasûlullah'ın amcası oğlu Ca'fer ibn Ebî Tâlib, Ebu Seleme ibn Abdu'1-Esed olup kadınlı erkekli seksen kişi kadar idiler.[20]

2- a- Nahl: 16/41-42 âyetleri, Mekke'de iken Rasulullah (s.a.v.)'ın Ashabı: Bilal, Suheyb, Habbab, Ammar ve Ebû Cendel b. Süheyl b. Amr gibiler hakkında inmiştir. Müşrikler bunları, Mekke'de yakalayıp, bunlara işkence çektirmiş, eziyet etmişlerdi. Bunun ardından Allah Teala bu zatları, Medine'ye yerleştirip yurt yuva sahibi yapmıştı.[21]

b- İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette Suheyb'in, kendisine işkence etmek isteyen müşriklere:

"Ben yaşlı bir insanım. Binaenaleyh sizinle beraber olmam size bir fayda sağlamaz, size karşı olmamla da size bir zarar veremem." diyerek kendini malıyla serbest bıraktırdığı ve hicret ettiği ayrıntısına da yer verilmiştir.[22]

c- Ancak Alûsî'nin tefsirinde bu İbn Abbâs rivayeti hakkında bir takım şüphelerin bulunduğu, muteber hadis mecmualarında rastlanmadığı; âyet-i kerimenin, mekkî olan bu surede medenî olduğu söylenen âyetlerden olmamakla Hz. Peygamber (sa)'in hicretinden sonra vukubulmuş bir hadise üzerine (meselâ Suheyb'in müşriklerin elinden malını vermek suretiyle kurtulup Medine-i Münevvere'ye hicreti) nüzulünün şüpheli olduğu değerlendirmelerinden sonra âyet-i kerimenin iki hicret (Habeş ve Medine'ye olan hicretler) arasında inmiş olduğu görüşü cumhurun görüşü olarak verilmektedir.[23]



43. Senden önce de ancak kendilerine vahyeder olduğumuz adamları (erkekleri) Biz peygamber olarak göndermişizdir. O halde bilmiyorsanız zikir ehline sorun.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Daha önce (Yûnus Sûresi'nin 2. âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette İbn Abbâs şöyle demiş:

Allah Tealâ, Muhammed (sa)'i Elçisi olarak gönderince araplar onu inkâr ettiler, ya da araplardan onu inkâr edenler:

"Allah, elçisi bir beşer olmaktan yüce ve münezzehtir. Bir meleği bize peygamber olarak gönderse ya." dediler. Bunun üzerine Allah Tealâ:

"İçlerinden bir adama "İnsanları inzâr et ve iman etmiş olanlara Rableri katında yüksek bir makam olduğunu müjdele" diye vahyetmiş olmamız insanların tuhafına mı gitti?..." (Yûnus, 11/2) âyet-i kerimesi ile bu

"Senden önce kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını Biz peygamber olarak göndermedik..." âyet-i kerimesini indirdi. Allah Tealâ böylece onlara hüccetlerini tekrar tekrar bildirince bu sefer başka bir bahaneye sarıldılar ve:

"Madem ki Allah'ın elçileri beşerden olacak. O halde Muhammed'den başkası bu risalete elbette daha lâyıktır. Bu Kur'ân, bu iki kasabada Muhammed'den daha şerefli, daha büyük bir adama indirilmeli değil miydi?" dediler. Bununla Mekke'den el-Velîd ibnu'l-Muğîra'yı, Tâif den de Mes'ûd ibn Amr es-Sekafî'yi kastediyorlardı. İşte bu sözleri üzerine de:

"Rablerinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar?..." (Zuhruf, 43/32) âyetini indirdi.[24]

2- Bu âyet, Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini inkâr edip: "Allah, peygambe­rinin bir insan olmasından münezzehtir. Bize bir melek gönderse ya" diyen Mekke müşrikleri hakkında inmiştir.[25]



51. Allah buyurdu ki: "İki ilâh edinmeyin. O, ancak bir tek ilâhtır. Yalnız Ben 'den korkun.

52. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Yoksa Allah'tan başkasına mı korunmaktasınız?!



Mukatil der ki: Müslümanlardan birisi namazında Allah'a ve Rahmân'a dua etmişti. Bunu işiten bir müşrik:

"Muhammed ve ashabı bir tek Rabba ibadet ettiklerini iddia etmiyorlar mıydı? Buna ne oluyor ki iki Rabba dua ediyor?!" dedi de bunun üzerine bu âyet-i kerimeler nazil oldu.[26]



57. Onlar, Allah'a kızlar isnad ederler. O'nun şânı yüce ve (her türlü kusurdan) münezzehtir. Onların hoşlandıkları da onlarındır.



Meleklerin Allah'ın kızları olduğu zannı ve iddiasıyla: "Kızları kızlara ilhak edin." diyen Kinâne ve Huzâa oğulları hakkında nazil olduğu söylenmiştir.[27]



71. Allah, rızık hususunda kiminizi kiminizden üstün kıldı. Üstün kılınanlar, buyrukları altında bulunanların rızıklarını vermezler. Halbuki bunda hepsi de eşittirler. Yoksa Allah'ın nimetini bile bile inkâr mı ediyorlar?



İbn Abbâs'tan rivayete göre bu âyet-i kerime de Hz. İsa'nın Allah olduğunu iddia eden Necran Hristiyanlarının bu iddiaları üzerine inen âyet-i kerimelerdendir.[28]



75. "Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile, kendisine verdiğimiz güzel nimetlerden gizlice ve açıkça sarfeden kimseyi misal gösterir: "Hiç bunlar eşit olur mu? Övülmeğe layık olan Allah'tır, fakat çoğu bilmezler.

76. Allah iki adamı misal veriyor: Biri hiçbir şeye gücü yetmeyen bir dilsiz ki efendisine yüktür, nereye gönderse bir hayır çıkmaz bu, doğru yolda olan, adaletle emreden kimse ile bir olabilir mi?"



Ayetlerin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Muhammed b. İbrahim b. Muhammed b. Yahya, Ebû Bekr el-Enbarî'den, o Cafer b. Muhammed b. Şakir'den, o Affan'dan, o Vüheyb'den, o Abdullah b. Osman b. Hüseyin'den, o İbrahim'den, o İkrime'den, o da İbn Abbas'tan bize şunu haber verdi:

"Şu "Allah, hiçbir şeye yetmeyen başkasının malı olmuş bir kö­leyi... misal verir..." âyeti, Hişam b. Amr hakkında inmiştir. Bu kişi malını gizli, aşikâr harcayan kimsedir. Efendisi de kendisini bu işten men eden Ebû'l -Cevza'dır. "Allah şu iki kişiyi de misal verir..." âyeti de, dilsiz, efendisine yük olan Üseyd b. Ebû'I-Îs ile adaleti emreden ve doğru bir yol üzerinde bulunan Osman b. Affan hakkında inmiş­tir."[29]

2- İbnu Cerîr İbnu Abbas'tan (r.a.) rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir:

"Şu "Allah, hiçbir şeye yetmeyen başkasının malı olmuş bir kö­leyi... misal verir..." Nahl: 16/75 ayeti Kureyş'ten biri ve onun kölesi hakkında indirildi. "Allah şu iki kişiyi de misal verir..." Nahl: 16/76 ayeti, Osman ibni Affan ve onun kölesi hakkında indirildi. O köle, Müslüman olmayı istemez ve sadaka vermekten, emru bilma'ruftan men ederdi. Âyet ikisi hakkında indirildi.”[30]

3- Mukâtil'den gelen rivayette ise bunun tam tersine bu Hişâm ibn Amr'in, hayrı son derece az bir kâfir olduğu ve Hz. Peygamber (sa)'e düşmanlığı ile meşhur olan müşriklerden olduğu belirtilmektedir.[31]

Doğrusunu Allah bilir.[32]

4- Vahidî, bu iki âyet-i kerimenin kimler hakkında nazil olduğu açıkça belli olmıyacak şekilde rivayeti karışık olarak verirken Suyûtî'nin rivayeti daha açıktır. [33]

5- Alusi, Bahr'den naklen Suyuti’nin rivayeti yanında Hz. Ebu Bekr ve Ebu Cehl hakkında nazil olduğuna dair rivayetin de isnadlarının sahih olmadığını kaydetmektedir.[34]



80. Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri kıldı ve size hayvan derilerinden; gerek göç gününüzde, gerek konduğunuz günde hafifçe taşıyacağınız evler, yünlerinden, yapağılarından, kıllarından bir zamana kadar giyimlik, döşemelik ve ticaret kumaşı verdi.

81. Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yapmış dağlarda sığınacağınız barınaklar var etmiş, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, savaşta koruyacak zırhlar kılmış, bunları size vermiştir. Müslüman olasınız diye size olan nimetini işte böylece tamamlar.

82. Eğer yüz çevirirlerse sana düşen ancak açıkça tebliğden ibarettir.

83. Allah 'in nimetini hem bilirler, hem de inkâr ederler. Zaten onların çoğu kâfirlerdir.



İbn Ebî Hâtim'in Mücâhid'den rivayetle tahricine göre bir bedevî Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve ondan (kendisine bir şeyler vermesini) istemiş. Allah'ın Rasûlü (sa) ona:

"Allah, evlerinizi sizin için bir sükun ve huzur yeri yaptı." (âyet: 80) âyet-i kerimesini okumuş. Bedevi:

"Evet." demiş. Sonra Allah'ın Rasûlü (sa) ona:

"Ve size hayvan derilerinden gerek göç gününüzde, gerekse konduğunuz günde hafifçe taşıyacağınız evler verdi." (âyet: 80) âyet-i kerimesini okumuş, bedevi yine:

"Evet." demiş. Sonra âyet-i kerimenin devamını okumuş, bedevi hep evet, diyormuş. Sonunda

"Müslüman olasınız diye size olan nimetini işte böylece tamamlamıştır." (âyet: 81) kısmına ulaşınca bedevi (kızarak) kalkıp arkasını dönmüş gitmiş ve işte bunun üzerine Allah Tealâ:

"Allah'ın nimetini hem bilirler, hem de inkâr ederler. Zaten onların çoğu kâfirlerdir." âyet-i kerimesini indirmiştir.[35]



90. "Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı em­reder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder. Tutasmız diye size öğüt verir."



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Ebû İshak Ahmed b. Muhammed b. İbrahim, Şuayb b. Muhammed b. Beyhakî'den, o Mekkî b. Abdan'dan, o Ebû'l-Ezher'den, o Ravh b. Ubade'den, o Abdu’l-Hamid b. Behram'dan, o Şehr b. Havşeb'den, o da Abdullah b. Abbas'tan bize şu riva­yette bulundu;

"Rasulullah (s.a.v.) Mekke'de, evinin avlusunda oturduğu bir sırada Osman b. Ma'zun kendisine uğradı. Osman Rasulullah (s.a.v.)'ın yüzüne tebessüm edip baktı. Rasulullah (s.a.v.) ona:

"Otursana" buyurdu. O da:

"Pekala" deyip Rasulullah (s.a.v.)'in karşısına oturdu. Osman Rasulullah (s.a.v.)'la konuşurken, Rasulullah (s.a.v.) gözünü göğe doğru kaldırıp bir müddet baktı. Sonra gözünü indirmeğe başladı. Nihayet sağ ta­rafına doğru yere indirdi. Sonra oturma arkadaşı olan Osman'dan yüz çevirip gözünü in­dirdiği yere döndü. Derken kendisine söylenileni anlamaya çalışıyormuş gibi başını sal­lamaya başladı. Sonra ilk yaptığı gibi tekrar gözünü göğe doğru kaldırdı. Gözüyle ancak kendisinin görebildiği zatı, gökte kayboluncaya kadar izledi. Sonra ilk oturuşunda olduğu gibi Osman'a döndü. Osman dedi ki:

"Ey Muhammed, seninle daha önceki oturmala­rımda ve sana gelmelerimde seni, sabahleyin yaptığın gibi yaptığını görmedim." Rasulullah (s.a.v.):

"Benim ne yaptığımı gördün ki?" buyurdu. Ben de dedim ki:

"Gözün göğe doğru çevrildi. Sonra sağ tarafına doğru indirdin. Gözünü indirdiğin tarafa dönüp beni kendi halime bıraktın. Sanki sana denilen bir şeyi anlamaya çalışıyormuş gibi başını sallamaya başladın." O:

"Sen bunu kavrayabildin demek" buyurdu. Osman:

"Evet" dedi. Rasulullah (s.a.v.):

"Sen otururken az önce Allah'ın elçisi Cibril (a.s.) bana geldi" bu­yurdu. Osman:

"Allah'ın elçisi mi?" diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):

"Evet" buyurdu, Osman:

"Peki O sana ne dedi?" diye sordu. Rasulullah (s.a.v.) da:

"Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara bakmayı emreder; hayasızlığı, fenalığı ve haddi aşmayı yasak eder, tutasınız diye size öğüt verir."âyetini söyledi" diye cevap verdi. Osman dedi ki:

"İşte bu, imanın kalbimde tam yerleştiği vakitte vaki olmuştu ve ben böylece Muhammed (s.a.v.)'i sevmiş oldum."[36]

2- Osman ibn Maz'ûn anlatmaya şöyle devam eder:

Hemen Ebu Talib'e gittim ve gördüklerimi haber verdim.

"Ey Kureyş topluluğu, kardeşimin oğluna tabi olun, doğru yola ulaşmış olursunuz. Söylediklerinde doğru olsun, yalancı olsun; o size ancak mekârim-i ahlâkı emrediyor." dedi. Allah'ın Rasûlü (sa), amcasından bu yumuşaklığı görünce imanı konusunda tamâa kapılarak:

"Ey amca, insanlara, bana uymalarını emrediyor da kendini bırakıyor musun?" deyip imana gelmesi için ısrar ettiyse de o, iman etmemekte diretti ve işte bunun üzerine de: "Elbette sen, sevdiğini hidayete ulaştıramazsın..." (Kasas, 28/56) âyet-i kerimesi nazil oldu.[37]



91. Ahidleştiğiniz zaman Allah'ın ahdini yerine getirin. Pekiştirdiğiniz yeminleri bozmayın. Çünkü Allah'ı üzerinize kefil yapmışsınızdır. Muhakkak ki Allah yapmakta olduklarınızı bilir.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Katâde ve Mücâhid bu âyet-i kerimenin câhiliye devrinde "iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamak" üzere yapılmış plan ahidleşmeler hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.[38]

2- İbn Zeyd'den gelen bir rivayet bunu biraz açar: Câhiliye devrinde bir kabile, bir başka kabile ile antlaşmış ve birbirlerine ahd vermişlerdi. Bu antlaşmalı kabilelerden birisine bir başka kabile geldi ve:

"Biz, onlardan daha çoğuz, daha güçlüyüz ve sizden düşmanlarının baskınını daha iyi savarız; binaenaleyh onlarla antlaşmanızı bozun, gelin bize dönün" dediler, onlar da eski antlaşmalı oldukları kabile ile antlaşmalarını bozarak bu yeni kabile ile anlaştılar. İşte âyet-i kerime ile kastedilenler bunlardır.[39]

3- İbni Cerir ve İbn Ebî Hatim'in Mezîde ibn Câbir'den rivayet ettiğine göre; Bu ayet Pey­gamberimiz (s.a.) in bey'atı hakkında nazil oldu. Müslüman olanlar İslâm üze­rine biat ediyordu. Bunun üzerine "...Allah adına verdiğiniz sözü yerine geti­rin. " ayeti nazil oldu. Yani her ne kadar müslümanlarm sayısı az, müşriklerin sayısı çok olsa bile, Muhammed (s.a.) ve Ashabının azlığı ve müşriklerin çoklu­ğu, sakın İslâm üzerine yaptığınız bey'ati bozmanıza sebep olmasın. [40]

4- İbni Cerir, Büreyde'den naklediyor: “Bu ayet Peygamberimiz (s.a.)'in bey'atı hakkında nazil oldu.”[41]

5- Taberî bu rivayetleri verdikten sonra der ki: Ayet-i kerimenin "müslümanların sayısının az, müşriklerin sayılarının ise çok olmasından korkarak Rasûlullah (sa) ile yaptıkları bey'ati bozmaktan nehyolunanlar hakkında inmiş olması da, anlaşmış oldukları kabilenin sayılarının az olması sebebiyle onlarla olan anlaşmalarını bozarak sayıları daha çok olan başka bir kabile ile anlaşmaya kalkışanlar hakkında inmiş olması da, bundan başka bir sebeple inmiş olması da caizdir. Bunlardan birisini diğerine tercih etmemizi sağlıyacak bilgiden mahrumuz. Ayet-i kerime bunlardan hangisi hakkında inmiş olursa olsun bu, hükmünün umumî olmasına engel değildir ve âyet-i kerime bunların hepsi hakkında geneldir.[42]



92- Ve bir ümmet, diğer bir ümmetten sayıca ve malca daha fazla olduğu için yeminlerinizi aranızda hile vesilesi edinerek, o ipliğini kat kat kuvvetle büktükten sonra sökmeye çalışan karı gibi olmayın! Her halde Allah sizi onunla imtihan eder ve elbette o ihtilâf etmekte olduğunuz şeyleri kıyamet günü size muhakkak beyan edecektir!



İbnu Ebî Hatim Ebu Bekir İbni Ebî Hafs'dan rivayet ettiğine göre o şöyle dedi:

“Saîde el-Esediyye mecnun bir kadındı. Kıl ve lif toplardı. Bunun üzerine: "İpliğini sağlam eğirip de sonra onu söküp bozan (şaşkın) ka­dın gibi olmayın." ayeti nazil oldu.” [43]



95. Allah'ın ahdini az bir pahaya satıp değişmeyin. Eğer bilirseniz Allah katında olan sizin için en hayırlı olandır.



Ebu Salih'in İbn Abbâs'tan rivayetine göre bir arazi hakkında Hz. Peygamber (sa)'e gelerek hasımlaşan iki kişi hakkında nazil olmuştur. Arazi sahibi ve davacı olarak İdân ibn Eşû' (veya İbn Esva', veya Rabîa ibn Abdan ya da Rabîa ibn Aydan) ve davalı olarak İmruu'1-Kays ibn Abis el-Kindî, Hz. Peygamber (sa)'e gelmişler. Bunlardan İmruu'1-Kays hemen yemin etmeye davranmış, ancak Hz. Peygamber onu duraklatmış ve bu hadise üzerine bu âyet-i kerime inmiş.[44]



97. Kadın olsun, erkek olsun her kim, rnü'min olarak salih amel işlerse ona hoş bir hayat yaşatacağız ve mükâfatlarını yapmakta olduklarından daha güzeli ile ödeyeceğiz.



Yine Ebu Salih'in İbn Abbâs'tan rivayetinde bu âyet-i kerimenin de biraz önceki âyet-i kerimede adı geçen ve bir arazi hakkında Hz. Peygamber (sa)'e gelerek hasımlaşan iki kişiden biri olan İmruu'1-Kays'in yemin etmekten vazgeçerek arazinin sahibi lehine davadan çekilmesi üzerine indiği rivayet edilmiştir.[45]



101. Biz, bir âyetin yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman, Allah ne indirdiğini gayet iyi bilirken onlar: "Sen sadece uyduruyorsun. " derler. Hayır, tam aksine onların çoğu bilmezler.

102. De ki: "Onu Rûhu'l-Kuds, mü'minlerin imanını pekiştirmek, müslümanlara bir hidayet ve müjde olmak üzere Rabbının katından hak ile indirmiştir.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Bu âyet "Muhammed Ashabı'yla eğleniyor. Bugün onlara birşey emrediyor, ya­rın ise onu onlardan yasaklıyor. Yahut onlara, kendilerine daha kolay olacak şeyi getiriyor. O Kur'an'ı kendi tarafından uyduran bir iftiracıdan başka birşey değil" diyen müşrikler hakkında inmiştir. İşte bu sebeple Allah Teala bu ve sonraki âyetleri indirdi.[46]

2- İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette de müşriklerin: "Vallahi Muhammed ashabıyla alay ediyor..." dedikleri ayrıntısına yer verilmektedir.[47]



103. "And olsun ki: "Ona elbette bir insan öğretiyor" dediklerini biliyoruz. Kast ettikleri kimsenin dili yabancıdır, Kur'an ise fasih Arabçadır."



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Ebû Nasr Ahmed b. İbrahim el-Müzekkî, Ebû Abdillah Muhammed b. Hamdan ez-Zahid'den, o Abdullah b. Muhammed b. Abdu'l-Aziz'den, o Ebû Hişam er-Rıfaî'den, o İbn Fudayl'dan, o Huseyn'den, o Abdullah b. Müslim el-Hadrami'den bize şu rivayette bulundu:

Abdullah b. Müslim dedi ki:

"Aynu't-Temr Ahalisi'nden, Yesar ve Cebr isimlerinde iki kölemiz vardı. Bunlar, kendi dilleriyle kendilerine ait bir kitap okurlardı. Rasulullah (s.a.v.) bu iki gence okumalarını emreder ve okuyuşlarını dinlerdi. İşte bu yüzden müş­rikler:

"O iki gençten talim görüyor (yani birşeyler öğreniyor)" diye iddia etmeye baş­ladılar. Derken Allah Teala bu âyeti indirip onlan yalana çıkardı."[48]

2- İbn Cerir’in zayıf bir senedle İbn Abbas’tan rivayetinde de o şöyle anlatır:

Rasulullah (s.a.v.), Mekke’de adı Bal’am olan bir köle tanırdı. Bu kölenin dili Arapça değil yabancıydı. Müşrikler Rasulullah’ı (s.a.v.) bu kölenin yanına girip çıkarken görmüşler ve: Ona (bu söylediklerini) olsa olsa Bal’am öğretiyor olmalı” demişlerdi. İşte onların bu sözleri üzerine bu ayet-i kerime nazil oldu.[49]

3- Razi bu kölenin künyesinin Ebu Meysere olduğunu kaydediyor.[50]

4- İbn Ebî Hatim'in Husayn kanalıyla Ubeydullah ibn Müslim[51]'den rivayetinde ise o şöyle anlatmış:

Benim, birisinin adı Yesâr, diğerininki de Cebr olan iki kölem vardı. Bunlar Sicilyalı (Hristiyan) idiler. (Kendi dinlerinin) kitabı (İncil)'i okurlar ve ilimlerini bilirler, Allah'ın Rasûlü (sa) de bazan onlara uğrar ve okumalarını dinlerdi. (Kureyşliler):

"Muhammed (bu söylediklerini) ancak o ikisinden öğreniyor." dediler de bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu.[52]

5- Beyhakî ve Adem ibn Ebî İyâs rivayetlerinde bu kölelerin kılıç ustası oldukları, Kureyş müşriklerinden bazılarının bu kölelerden birine:

"Muhammed'e (söylediklerini) sen öğretiyorsun." demeleri üzerine bu kölenin:

"Hayır, tam aksine o bana öğretiyor." dediği ayrıntısına da yer verilmektedir.[53]

6- Rivayete göre Rasulullah (s.a.v.) Merve'de Cebr adında hristiyan bir kölenin yanında oturuyordu. Cebr ise kitap okuyordu. Müşrikler dediler ki:

"Vallahi Muhammed'in getirdiğini ona Rum asıllı Cebr'den başkası öğretmiyor. " Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi: "Şüphesiz biz onların, "Ona bir beşer öğretiyor.." dediklerini biliyoruz.[54]

7- Muhammed ibn İshâk es-Sîre'sinde anlatıyor:

Bana ulaştığına göre Rasûlullah (sa), Merve'de Hadramî oğullarından birinin Cebr adındaki kölesi'nin dükkânında çokça otururdu. Buna dayanarak müşrikler:

"Vallahi Muhammed'e, getirdiklerinin çoğunu ancak Hadramî oğullarının kölesi olan bu Hristiyan Cebr öğretiyor." dediler de Allah Tealâ bunun üzerine

"Andolsun ki "Ona mutlaka bir insan (beşer) öğretiyor." dediklerini biliyoruz. Kastetikleri kişinin dili yabancıdır. Bu (Kur'ân) ise apaçık Arapçadır." âyet-i kerimesini indirdi. [55]

8- İkrime ve Katâde'den bu kölenin adının Ya'îş olduğu da rivayet edilmiştir.[56]

9- İkrime'nin İbn Abbâs'tan rivayetine göre de Muğîra oğullarrnın Ya'îş adında bir kölesi varmış ve bu köle Tevrat okurmuş. İşte müşrikler:

"Muhammed bundan öğreniyor." demişler de âyet-i kerime bunun üzerine nazil olmuş.

İkrime'den gelen başka bir rivayette de Ya'îş, Amir ibn Luay oğulları kölesi ve rum olarak gösterilmiştir.[57]

10- Bu hristiyan köle başka rivayetlerde "Utbe ibn Rabîa'nın kölesi Addâs, Huvaytıb ibn Abdu'l-Uzzâ'nın kölesi Abis ve İbnu'l-Hadramî'nin kölesi Yesâr Ebû Fükeyhe" olarak verilmiş ve bu son ikisinin müslüman oldukları da da kaydedilmiştir.[58]

11- Dahhâk ibn Müzâhim, bu âyet-i kerimede kastedilen kişinin (Hz. Peygamber'e öğrettiği iddia edilen kişinin) Selmân el-Fârisî olduğunu söylemişse de Selmân Medine-i Münevvere'de müslüman olduğu, âyet-i kerime de mekkî olduğu için bu görüş kabul görmemiştir.[59]



106. "Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah'ı inkar edip, gönlünü kafirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır; büyük azap da onlar içindir."



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

l. Daha önce (En'âm, 6/93 âyetinin nüzul sebebinde) geçtiği üzere Taberî'nin Suddî'den rivayetle tefsirinde zikrettiği bir haberde Abdullah ibn Sa'd ibn Ebî Serh'in "Allah Azîz'dir, Hakîm'dir." şeklinde gelen bir vahyi "Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir." şeklinde veya "Allah Semî'dir, Alîm'dir." şeklinde gelen bir vahyi değiştirerek "Allah Alîm'dir, Hakîm'dir." şeklinde yazdığı ve Hz. Peygamber (sa)'e sorduğunda da

"Evet ikisi eşittir, aralarında fark yoktur." cevabını aldığı; bunun üzerine kuşkuya kapılarak:

"Eğer Muhammed'e vahyolunuyorsa bana da vahyolundu; eğer ona bunları Allah indirmişse ben de Allah'ın indirdiği gibi indirdim." deyip irtidad ettiği ve müşriklere iltihak ettiği; orada İbnu'l-Hadramî'ye veya Abdüddâr oğullarına Ammâr ve Cubeyr'i jurnalleyerek müşrikler tarafından işkence edilmelerine sebep olduğu;

"Kalbi iman üzere mutmain olduğu halde küfre zorlananlar müstesna olmak üzere her kim de imanından sonra Allah'ı tanımaz, küfre sinesini açarsa Allah'ın gazabı onların başındadır. Onlar için en büyük azâb vardır." âyetinin işte bu İbn Ebî Serh ile onun tarafından jurnallenen Ammâr ve Cubeyr hakkında nazil olduğu anlatılmaktadır.[60]

2- İbn Abbas'ın rivayetine göre bu âyet, Ammar b. Yasir hakkında inmiştir. Müşrikler onu, babası Yasir'i annesi Sümeyye'yi, Saheyb'i, Bilâl'ı, Habbab'ı ve Salim'i yakalayıp kendilerine işkence yapmışlardı. Sümeyye'ye gelince, o, iki deveye bağlanıp önünden mızraklandı. Ona müşrikler tarafından:

"Sen erkekler için müslüman oldun" diye iftira olundu ve nihayet öldürüldü. Kocası Yasir de öldürüldü. Onlar İslam uğrunda öldürülen ilk şehitlerdir. Ammar'a gelince, o, müşriklerin istediklerini zorbalıkla sadece diliyle onlara söyledi. Bu yüzden Rasulullah'a, Ammar'ın inkâr ettiği haber verildi. O ise:

"Hayır, muhakkak ki Ammar tepeden tırnağa kadar iman doludur. İman onun etine kanına karışmıştır" buyurdu. Nihayet Ammar ağlar bir vaziyette Rasulullah (s.a.v.)'a geldi. Rasulullah (s.a.v.) onun göz yaşlarını siliyor ve şöyle buyuruyordu:

"Eğer onlar sana yine işkence yaparlarsa, demiş olduğun bu sözü tekrar de." Derken Allah Teala bu âyeti indirdi."[61]

2- Mücahid de şu haberi verdi:

"Bu âyet, Mekkeliler'den iman eden bir grup insan hakkında inmiştir. Medine'de bulunan müslümanlar bunlara;

"Hicret edin. Zira siz bize hicret etmedikçe biz çoğalıp kuvvetlenenmeyiz" diye mektup yazmışlardı. Bunlar da Medine'ye hicret etmek üzere yola çıktılar. Derken Kureyş yolda yetişip bunları cebren fitneye düşürdü. Onlar da müslüman olmayı kötü görerek inkar ettiler. İşte bu âyet onlar hakkında inmiştir,"[62]

3- İbnu Ebî Hatim İbnu Abbas'tan (r.a.) rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir:

“Nebi Aleyhisselâm, Medine'ye hicret etmeyi isteyince, müşrikler Bilal, Habbâb ve Ammâr İbni Yâsir'i yakaladılar. Ammâr onlara takıyye ile onların hoşuna gidecek bir kelime söyledi. Rasûlullah'a döndüğü zaman bunu anlattı. Aleyhisselâm:

“Bu kelimeyi söylerken kalbin nasıldı, söylediğin kelimeden dolayı rahat ve razı mıydı?” diye sordu. Ammâr:

“Hayır ya Rasûlallah.” dedi. Allahü Teâlâ, Nahl: 16/106 âyetini indirdi.[63]

4- Başka bir rivayette müşriklerin Ammâr'ı "Hz. Peygamber (sa)'e sövmeye ve kendi tanrılarını hayırla yâdetmeye zorladıkları, onun da yapılan işkenceye dayanamıyarak onların bu isteklerini yerine getirip kurtulduktan sonra Hz. Peygamber (sa)'e geldiği, Efendimiz'in:

"Arkanda ne bıraktın?" sorusuna:

"Şerri bıraktım, çok kötü şeyler oldu ey Allah'ın elçisi, sana sövdüm, onların tanrılarını hayırla andım." dediği, Efendimiz'in:

"Kalbini nasıl buluyorsun?" sorusuna

"İmanla dolu ve huzurludur." cevabı üzerine Efendimiz'in kendisine bu ruhsatı verdiği ayrıntılarına yer verilmiştir.[64]

5- İbn Sîrîn'den rivayete göre ise Ayyaş ibn Rabî'a hicret etmişken annesi, o dönünceye kadar bir gölgede durmıyacağına, doyuncaya kadar yemek yemiyeceğine yemin etmiş de bunu duyan Ayyaş, Mekke'ye geri dönmüş. Orada da müşrikler kendisine işkence yaparak dinini terketmeye zorlamışlar ve o da Ammâr gibi onların, söylemesini istediklerinden bazısını söylemiş ve işte bu âyet-i kerime onun hakkında nazil olmuş.[65]

6- Mukatil de der ki: "Kim, imanından sonra Allah'ı tanımaz, kâfir olur ve fakat sinesini küfre açarsa Allah'ın gazabı onların başınadır." âyet-i kerimesi Abdullah ibn Sa'd ibn Serh el-Kuraşî, Mikyes ibn Subâbe (veya Dubâbe), Abdullah ibn Enes ibn Hatal, Tu'me ibn Ubeyrık, Kays ibnu'l-Velîd ibnu'l-Muğîra ve Kays ibnu'l-Fâkih el-Mahzûrnî hakkında nazil olmuştur.[66]

7- İbn Cerir, İbn Merdüyeh ve Beyhakî Delâil kitabında rivayet ediyorlar ki:

"Müşrikler Ammar b. Yasir'e işkence ettiklerinde Peygamberimiz (s.a.)'e kötü söz söyleyip ilâhlarını iyi olarak zikretmedikçe bırakmadılar. Rasulullah (s.a.) gelince Ammar'a:

“Ardında ne bıraktın? Sana ne yaptılar?” dedi. Ammar:

“Bıraktığım şey çok kötü. Sana dil uzattım. Onların ilâhlarını iyilikle zik­rettim.” dedi. Efendimiz (s.a.):

“Kalbini nasıl buluyorsun?” diye sordu. Ammar:

“İmanla mutmain halde.” dedi. Efendimiz (s.a.):

“Eğer onlar tekrar eziyet ederlerse aynen söyle.” dedi. Bunun üzerine:

"Kal­bi imanla huzur bulduğu halde inkâra zorlanan kimse hariç" ayeti indi.

Rivayet edildiğine göre: Kureyşliler, Ammar ile babası Yasir ve annesi Sümeyye'yi dinden dönmeye zorladılar ama bunlar kabul etmediler. Sümeyye'yi iki deve arasında (sağ eli-ayağı bir deveye ve sol eli-ayağı bir deveye) bağ­ladılar. Sümeyye avret yerinden mızrakla vuruldu. Müşrikler Sümeyye'ye:

“Sen erkekler için (onlarla ilişki kurmak için) müslüman oldun.” dediler. Onu da Yasir'i de öldürdüler. Bu iki şehid İslâm'daki ilk şehidlerdi.

Ammar'a gelince onların kendisini zorladıkları şeyi diliyle söyledi. Pey­gamberimiz (s.a.)'e:

“Ya Rasulallah! Ammar kâfir oldu.” dediler. Rasulullah (s.a.):

“Hayır! Ammar hiç şüphesiz baştan ayağa imanla doludur. İman, eti ve kanıyla karışmıştır.” dedi.

Ammar ağlayarak Rasulullah (s.a.)'a geldi: Rasulullah (s.a.) Ammar'ın gözyaşlarını silerek:

“Onlar tekrar böyle davranırlarsa sen yine aynı sözü söyle.” buyurdu. [67]



110. "Rabbin, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah uğrunda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder."



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

1- Daha önce (Nisa Sûresi âyet: 97'nin nüzul sebebinde) geçtiği üzere İbn Cerîr, İbnu'l-Munzir, İbn Ebî Hatim ve Sünen'inde Beyhakî'nin İbn Abbâs'tan rivayetle tahriclerinde o şöyle anlatıyor:

Mekkelilerden bazıları müslüman olmuş ve fakat imanlarını gizlemişlerdi. Bedr günü müşrikler bunları da beraberlerinde çıkarmışlar ve müşrikler safında yer alan bu gizli müslümanlardan bazıları savaşta ölmüştü. Müslümanlar:

"Onlar da bizim arkadaşlarımızdılar. Müşrikler safında savaşmaya zorlandılar; binaenaleyh onlar için istiğfarda bulunun." demişlerdi. Bunun üzerine

"Kendilerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler derler ki:.." (Nisa, 4/97) âyet-i kerimesi nazil oldu. Medine'deki müslümanlar bu âyet-i kerimeyi, Mekke'de kalıp imanlarını gizleyen kimselere yazıp gönderdiler ki onların müşrikler arasında kalarak ölmeleri halinde özürleri kabul edilmiyecektir. Bunun üzerine kalan mü'minler Mekke'den Medine'ye gitmek üzere yola çıktılar. Onlann Mekke'den çıktığını duyan müşrikler onları takiple yakaladılar ve tekrar Mekke'ye götürdüler. Onlardan bazıları bu fitneye kapılıp imanlarından döndüler. Bunlar hakkında da "İnsanlardan öyleleri vardır ki "Allah'a iman ettik derler de Allah yolunda eziyete uğratıldıklarında insanların fitnesini Allah'ın azabı imiş gibi tanır..." (Ankebût, 29/10) âyet-i kerimesi nazil oldu. Medineli müslümanlar bu sefer bu âyet-i kerimeyi yazıp Mekke'de kalan gizli mü'minlere gönderdiler de o imanlarını gizleyenler iyice üzülüp bütün hayırlardan umutlarını kestiler. Bunun üzerine onların hakkında bu âyet: "Hem Rabbın, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerle birliktedir. Muhakkak ki Rabbın bundan sonra da Gafur'dur, Rahîm'dir." âyet-i kerimesi nazil oldu. Medineli müslümanlar bu âyet-i kerimeyi de yazarak Mekke'de imanlarını gizleyenlere gönderdiler ve dediler ki:

"Allah sizin için bir çıkış yolu gösterdi." Bu mektup üzerine kalan mü'minler Mekke'den, Medine'ye gitmek üzere yola çıktılar. Bu sefer de müşrikler çıkışlarını iştip peşlerine düştüler. Onlara yetiştiler, kaçıp kurtulabilenler kurtuldu, kaçamıyanlar da müşrikler tarafından öldürüldü.[68]

2- Katade dedi ki:

"Bize zikrolunduğuna göre Allah Teala bu âyetten önce "Mekkeliler'in hicret etmedikçe müslümanlıklarının kabul olunmayacağı" na dair âyeti indirince Medine'li müslümanlar bu âyet hakkında Mekke'li müslümanlara mektup yazdılar. Bu haber onlara varınca yola çıktılar. Derken müşrikler arkalanndan onlara yeti­şip geri çevirdiler. Bunun üzerine "Elif. Lam. Mîm. İnsanlar imtihan olunmaksızın "inandık" demeleriyle kendi hallerine bırakılacaklarını mı sandılar." (Ankebût: 29/1-2) âyeti indi. Bu sefer Medineliler, bu âyet hususunda Mekkelilere yazdılar. Bunun üzerine Mekkeliler, yola çıkacaklarına, şayet Mekkeli müşrikler, kendılerine yetiştikleri takdirde kurtuluncaya, yahut Allah'a kavuşuncaya kadar onlarla savaşacaklarına dair aralarında biat ettiler. Nihayet müşrikler onlara yetişti. Onlar da müşriklerle savaşıp kimi öldürüldü kimi de kurtuldu. İşte Allah Teala bu âyeti bu yüzden indirdi."[69]

3- İbn Sa'd'ın, Tabakât'ında Ömer ibnu'l-Hakem'den rivayet ettiği haber ise biraz daha farklı. Şöyle ki:

Ammâr ibn Yâsir'e o kadar işkence edildi ki artık ne söylediğini bilmez hale geldi. Suheyb'e o kadar işkence edildi ki ne söylediğini bilmez hale geldi. Ebu Fükeyhe'ye işkence edildi de ne söylediğini bilmez bir hale geldi. Bilâl, Amir ibn Füheyre ve başka müslümanlar da böyle. İşte "Hem Rabbın, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerle birliktedir..." âyet-i kerimesi bunlar hakkında nazil olmuştur.[70]

4- İbn Ebî Hatim'in Katâde'den rivayetinde bu işkenceye uğratılanlardan birisi olarak Ebu Cehl'in süt kardeşi veya ana bir kardeşi Ayyaş da zikredilmektedir.[71]

5- Hâzin tefsirinde bunlara ilâve olarak diğer bazı zayıf müslümanlar da zikrediliyor. Şöyle ki: Bu âyet-i kerime Ebu Cehl'in süt veya ana bir kardeşi olan Ayyaş ibn Rabîa, Ebu Cendel ibn Süheyl ibn Amr, (Halid ibnu'l-Velîd'in kardeşi) el-Velîd ibnu'l-Velîd ibnu'l-Muğîra, Seleme ibn Hişâm ve Abdullah ibn Esed es-Sekafî hakkında nazil olmuştur. Müşrikler bunları işkenceye tabi tutmuşlar; onlar da müşriklerin şerrinden kurtulabilmek için onların istedikleri şeyleri söylemişler, daha sonra hicret ederek Allah yolunda savaşmışlardır.[72]

6- Neseî'de İbn Abbâs'tan gelen bir rivayet çok daha farklı. Onda da, âyet-i kerimenin muhtevası ile uyumlu görünmemekle birlikte, bu âyet-i kerimenin Abdullah ibn Ebî Şerh hakkında nazil olduğu şöyle anlatılır:

İbn Abbâs'tan rivayette o "Kalbi iman üzere sabit ve bununla mutmain olduğu halde ikraha uğratılanlar dışında kim, imanından sonra Allah'ı tanımaz, fakat sinesini küfre açarsa Allah'ın gazabı onların basınadır. Onlaradır en büyük azâb." âyet-i kerimesi hakkında şöyle demiştir: Bu âyet-i kerime daha sonra nesholundu ve bundan istisna edilerek "Hem Rabbın, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret eden, sonra Allah yolunda savaşan ve sabredenlerle birliktedir. Muhakkak ki Rabbın bundan sonra da Gafur'dur, Rahîm'dir." buyruldu. O (bu âyet-i kerimede istisna edilen) Abdullah ibn Ebî Serh'tir. Hz. Peygamber (sa) için vahy yazardı (vahy kâtibi idi). Şeytan ayağını kaydırdı (da irtidad edip) müşriklere katıldı. Rasûlullah (sa), Mekke'nin fethi günü kanını heder etmişken Hz. Osman ibn Affân'ın himayesine girdi ve Hz. Peygamber (sa) de onun himayesini geçerli kabul buyurdu.[73]



125. Rabbınm yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde tartış. Muhakkak ki Rabbın, yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidâyete erdirilmiş olanları da en iyi bilendir.

126. Eğer ceza verecek olursanız ancak size reva görülen cezanın misillemesiyle ceza verin. Sabrederseniz elbette bu, sabredenler için en hayırlı olandır.

127. Sabret, senin sabrın ancak Allah içindir. Üzülme onlara. Kurdukları düzenden dolayı da endişe etme.



Ayetin nüzul sebebi ile ilgili rivayetler:

Bu âyet-i kerimelerin nüzul zamanı hakkında başlıca üç rivayet vardır: Mekke'de, Uhud Gazvesinde, Mekke'nin fethi günü nazil olmuştur. Şimdi bu rivayetleri verelim:[74]

1- a- Tirmizî'nin kendi isnadıyla Übeyy ibn Ka'b'den rivayetinde o şöyle anlatıyor: Uhud günü ensar'dan 64, Muhacirlerden de içlerinde Hamza'nın da bulunduğu 6 kişi şehid olmuş ve onlara müşrikler tarafından işkence edilmişti. Ensar (şehidlere işkence yapılmış olduğunu görünce):

"Bir gün biz de onlardan böylelerini öldürürsek elbette onlara daha fazlasını yapacağız." dediler. Mekke'nin fethi günü olduğunda Allah Tealâ: "Eğer ceza verecek olursanız ancak size reva görülen cezanın misillemesiyle ceza verin. Sabrederseniz elbette bu. sabredenler için en hayırlı olandır." âyet-i kerimesini indirdi de bir adam:

"Bugünden sonra artık Kureyş yok!" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sa):

"Kavim (Kureyş)ten elinizi çekin, dört kişi müstesna (onları Ka'be'nin örtüsüne sarılmış halde bulsanız bile öldürün)." buyurdular.[75]

b- Suyuti diyor ki: Bunun zahiri, âyetin nüzulünün fethe kadar tehir etmesidir. Bundan önceki hadis bu âyetin nüzulünün Uhud günü olduğuna işaret ediyor.

İbnu Hassar, bunların arasını şöyle cem etti:

“Ayet evvela Mekke'de, sonra ikinci olarak Uhud'da indirildi. Sonra üçüncü olarak fetih günü, Allahü Teâlâ'dan kullarına bir hatırlatma olarak indirildi.”[76]

c- Hadisin Müsned'deki rivayetinde âyet-i kerimenin, bilinmeyen bir adamın (Mekke'nin fethi günü):

"Bugünden sonra Kureyş yok!" demesinden sonra âyet-i kerimenin nazil olduğu, Uhud günü

"Elbette biz onlara daha fazlasını yapacağız." diyenlerin de sadece ensar olmayıp Hz. Peygamber (sa)'in ashabı olduğu kaydedilmiştir[77] ki makama uygun olan da budur. [78]

2- a- Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed el-Mansurî, Ali b. Ömer el-Hafız'dan, o Abdullah b. Muhammed b. Abdulaziz'den, o Hakem b. Musa'dan, o İsmail b. Ayyaş'tan, o Abdulmelik b. Ebî Ganiyye'den, o Hakem b. Uteybe'den, o Mücahid'den, o da İbn Abbas'tan şöyle dediğini bize haber verdi:

"Müşrikler Uhud Harbi'nde ölenleri bırakıp geri dönünce, Rasulullah (s.a.v.) dönüp Uhud şehitlerinin yanına geldi. Pek zoruna giden bir manzara gördü. Hamza'nın karnı yarılmış, burnu ve kulakları kesilmiş. Bu durum karşısında buyurdu ki:

"Eğer kadın­lar üzülmeseydi, benden sonra da bir âdet olarak kalmasaydı, Allah Teala amcam Hamza'yı yırtıcı canavarların ve kuşların karınlarından çıkanp diriltsin diye elbette onu bu halde defnetmeden bırakırdım. Onun yerine müşriklerden mutlaka yetmiş kişi öldüre­ceğim." Sonra bir parça kumaş istedi. O kumaşla Hamza'nın yüzünü örttü. Fakat şehidin ayakları açıkta kaldı. Bunun üzerine ayaklarına birazcık izhir otu koydu. Sonra önüne ge­çip üzerine on kere tekbir aldı. Sonra Hamza yerinde dururken diğer kişiler getirilmeye başlandı, Nihayet Rasulullah (s.a.v.) onların üstüne yetmiş kere namaz kıldı. Öldürülenler yetmiş kişi idiler. Bu şehitlerin defin işleri tamamlanınca mevzuyla alakalı bu âyet "Eğer ceza vermek isterseniz size yapılanın ayniyle mukabele edin. Sabrederseniz and olsun kî bu, sabredenler için daha iyidir. Sabret, senin sabrın ancak Allah'ın yardımıyladır; onlara üzülme, kurdukları düzenler­den de endişe etme." 127. âyetine kadar nazil oldu."[79]

b- İsmail b. İbrahim el-Vaiz, Ebû'l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. İsa el-Hafız'dan, o Abdullah b. Muhammed b. Abdu'l-Aziz'den, o Bişr b. Velid el-Kindî'den, o Salih el-Mürri'den, o Süleyman et-Teymî'den, o Ebû Osman en-Nehdî'den, o da Ebû Hureyre'den şöyle dediğini bize haber verdi:

"Peygamber (s.a.v.), Hamza (r.a.)'ya muttali olup, onu yere düşüp ölmüş bir vaziyette gördü. Rasulullah (s.a.v.) kalbini bundan, daha çok sızlatan birşey görmemişti.

"Vallahi sana bedel olarak onlardan yetmiş kişi öldüreceğim" buyurdu. Bunun üzerine "Eğer ceza vermek isterseniz size yapılanın ayniyle mukabele edin. Sabrederseniz and olsun ki bu, sabredenler için daha iyidir" âyeti nazil oldu."[80]

c- Taberânî'deki rivayette Hz. Peygamber (sa)'in, amcası Hz. Hamza'ya işkence edildiğini görünce o zamana kadar duymadığı bir acı duyarak:

"Allah'ın Rahmeti senin üzerine olsun; çok sıla-i rahimde bulunur, çok hayır işlerdin. Senden sonrakilerin sana hüznü olmasaydı vahşi hayvanların içlerinden toplanıp haşrolununcaya kadar seni bu halde bırakmak beni sevindirirdi." dediği, sonra da orada dururken yemin ederek:

"Vallahi senin yerine, sana karşılık onlardan yetmişine işkence edeceğim." buyurduğu ve henüz yerinden ayrılmadan sûrenin -onuna kadar olmak üzere "Eğer ceza verecek olursanız ancak size reva görülen cezanın misillemesiyle ceza verin. Sabrederseniz elbette bu, sabredenler için en hayırlı olandır." âyet-i kerimelerinin nazil olduğu; bunun üzerine Hz. Peygamber (sa)'in, yemininin keffâretini vererek o isteğini (müşriklere işkence edeceğine dair sözünü) yerine getirmekten kendini alakoyduğu kaydedilmektedir.[81]

d- Ebû Hassan el-Müzekkî, Ebû'l-Abbas Muhammed b. İshak'tan, o Yahya b. Abdu'l-Hamid el-Hammanî'den, o Kays'tan, o İbn Ebî Leyla'dan, o Hakem'den Mukassim'den, o da İbn Abbas'tan, Hamza'nın öldürülüp kendisine müsle yapıldığı (burnunun ve kulaklarının kesildiği) gün Rasulullah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu bize haber verdi:

"Eğer Kureyş'e karşı zafer kazanırsam ahdim olsun, onlardan yetmiş kişiye aynen böyle yapacağım." Bunun üzerine Aziz ve Yüce olan Allah bu âyeti indirdi. Ayet inince Rasulullah (s.a.v.):

"Bilakis sabredeceğiz ya Rab" buyurdu."[82]

e- Müfessirlerin rivayetinde, müslümanlar, Uhud Günü, karınları yarmak, tenasül organlarını kesmek ve fena bir halde kulak, burun kesmek gibi müslüman ölülerine yapmış oldukları muameleleri görünce bu manzara karşısında, şöyle demişlerdi:

"Eğer Allah, bizi onlara galip kılarsa, biz onların ölülerine daha fazlasını yapacağız. Onlara şimdiye kadar Arab'dan hiçbir kimsenin yapmadığı müsleyi yapacağız. Elbette yapacağız, el­bette yapacağız." Rasulullah (s.a.v.) amcası Hamza (r.a.)'nın baş ucunda durdu. Burnunu, kulaklarını, cinsel organını kesip, karnını yarmışlardı, Utbe'nin kızı Hind, Hamza (r.a.)'nın ciğerinden bir parça alıp çiğnemiş, sonra yemek için yutmuştu. Fakat ciğer onun kar­nında çok kalmayıp onu dışan atmıştı. Bu haber Rasulullah (s.a.v.)'a ulaştı da buyurdu ki:

"Eğer o ciğeri yeseydi (ve içinde kalsaydı), ebediyyen Hind Cehennem'e girmeyecekti. Hamza, cesedinden ateşe birşey sokmasından Allah'a daha değerli gelir."

Rasulullah (s.a.v.) Hamza'ya bakınca, o âna kadar kalbini ondan daha çok sızla­tan birşeye bakmamıştı. Şöyle buyurdu;

"Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Şüphesiz sen, benim bildiğim, akrabayı görüp gözeten, çok hayır işler yapan bir kimse idin. Eğer ardın­dan sana karşı hüzünlenme korkusu olmasaydı seni bu halde bırakmam ve böylece çeşit çeşit vahşilerin karınlarından çıkartılıp haşrolunman seni elbette sevindirirdi. Allah'a ye­min olsun ki Eğer Allah Teala beni onlara üstün kılarsa, senin yerine onlardan yetmiş ki­şiye aynı muameleyi yapacağım." Derken Allah Teala bu âyeti indirdi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

"O halde sabrederiz" buyurup, yapmak istediği misillemeden vaz­geçti ve yemininden ötürü de keffaret ödedi. Şeyh Ebû'l-Hasan:

"Bu makamda Hamza (r.a.)'nın öldürülmesi hadisesini zikretmemiz gerekiyor" demektedir." [83]

f- Amr b. Ebî Amr el-Müzekkî, Muhammed b. Mekkî'den, o Muhammed b. Yusuf’tan, o Muhammed b. İsmail'den, o el-Cufi'den, o Ebû Cafer Muhammed b. Abdillah'tan, o Huceyn b. Müsenna'dan, o Abdu'1-Aziz b. Abdillah b. Ebî Seleme'den, o Muhammed b. İbrahim b. Muhammed b. Yahya'dan, o babasından, o Muhammed b. es-Sakafî'den, o Said b. Yahya el-Emevî'den, o babasından, o Muhammed b. İshak'tan, o Abdullah b. Fadl b. Ayyaş b. Ebî Rabia'dan, o Süleyman b. Yesar'dan, o da Amr b. Ümeyye ed-Damrî'den bize şunu söyledi:

"Ben ve Ubeydullah b. Adiy b. Hıyar’la sefere çıkıp Hams'a uğradık. Oraya ayak bastığımızda, Ubeydullah b. Adiy bana:

"Var mısın, Vahşi'ye gidip, Hamza'yı nasıl öldürdüğünü ona soralım?" dedi. Ben de:

"İstiyorsan gidelim" dedim ve ona meseleyi sormak üzere yola çıktık. Bir adam bize dedi ki:

"Siz onu, evinin avlusunda bulacaksınız. O, alabildiğine sarhoş bir adamdır. Şayet onu ayık bulabilirseniz onu yalnız bir halde bulacaksınız ve istediğiniz şeylerin bir kısmını onun yanında bulabilirsiniz." Onun yanına vardığımızda kendisine selam verdik. Başını kaldırıp baktı.

"Hamza'yı nasıl öldürdüğünü bize anlatasın diye sana geldik" dedik. O da dedi ki:

"Ben, bu hadiseyi bana sorduğu vakit Rasulullah (s.a.v.)'a nasıl anlattıysam, size de öyle anlatacağım. Ben, Cübeyr b. Mut'im b. Adiy b. Nevfel'in kölesiydim. Cübeyr'in amcası olan Tuayme b. Adiy, Bedir Günü öldürülmüştü. Gün gelip, Kureyş, Uhud'a hareket edince Cübeyr b. Mut'im bana dedi ki:

"Şayet amcam Tuayme'ye karşılık, Muhammed'in amcası Hamza'yı öldürürsen, sen âzâdsın." Bunun üzerine savaşa çıktım. Ben Habeşî'ler gibi iyi mızrak atan bir Habeşî idim. Atışta hata ettiğim pek az olurdu. İnsanlarla karşılaşınca, Hamza'yı gözetlemeye çıktım. Nihayet onu ordunun ortasında, boz bir deve gibi heybetli gördüm. Karşısında hiçbir şeyin dayanamayacağı bir şekilde kılıcıyla insanları kırıp geçiriyordu. Allah'a yemin ederim ki ben onun için hazırlanıyor ve bana yaklaşması için bir kaya parçasını veya bir ağacı siper edinerek ondan saklanıyordum. O vakit Siba' b. Abdu'1-Uzza benden önce Hamza'nın karşısına çıktı. Hamza onu görünce:

"İşte buradayım ey bızırları[84] sünnet eden aşağılık kadının oğlu" diye haykırdı. Sonra da onu kılıçla vurdu. Vallahi o, avında hata et­medi. Ben kargımı elimde oynatıp dengeledim. Nihayet kargımı istediğim pozisyona getirince onu Hamza'ya fırlattım. Kargı, Hamza'nın kasığına yerleşti. Öyle ki yarıp arka­dan iki uyluğu arasından çıktı. O halde iken beni öldürmek için benim bulunduğum yere gelmeye çalıştı. Fakat âciz kalıp yenik düştü. Ben de onu kendi haline bıraktım. Nihayet vefat etti. Sonra yanına gidip kargımı aldım. Sonra halkın yanına döndüm ve askerin içinde oturdum. Benim bu işten başka bir hacetim yoktu. Sadece âzâd olmak için Hamza'yı öldürmüştüm. Mekke'ye gelince hürriyetime kavuştum. Böylece Mekke'de İslâm yayılıncaya kadar orada kaldım. Sonra Taif’e çıktım.

Taif’liler müslüman olmak için Rasulullah (s.a.v.)'a elçiler gönderdiler. Bana da:

"Muhammed elçileri incitmez" denildi. Ben de onlarla birlikte yola çıktım. Nihayet (s.a.v.)'ın huzuruna vardım. Beni görünce:

"Sen Vahşi’sin öyle mi?" buyurdu,

"evet" dedim.

"Hamza'yı sen öldürdün öyle mi?" buyurdu. Ben:

"Bu iş Siz'e ulaşan haber doğrultusunda oldu" dedim. Rasulullah (s.a.v.):

"Yüzünü bana göstermemeye gayret etsen olmaz mı?" buyurdu. Ben de derhal huzurundan çıktım. Nihayet Rasulullah (s a.v.) vefat edip, halk (yalancı peygamber) Müseylemetü'l-Kezzab'ın üzerine savaşa çıkınca dedim ki:

"Müseyleme'ye karşı elbette ben de çıkacağım. Belki onu öldürür de böylece Hamza'ya karşı işlediğim cürmü denkleştirmiş olurum" Sonra halkla beraber ben de çıktım ve Müseyleme"nin başına gelen iş oldu. Aynı kargıyla onu vurdum ve öl­dürdüm."[85]

3- Nehhâs ise âyet-i kerimenin Mekke'de nazil olduğunu ve nüzulünün Hz. Hamza'ya yapılan işkence ile bir ilgisinin olmadığını söyler.[86]

Bu âyet-i kerimelerin nüzul vaktini Mekke'de, Uhud'da, Mekke'nin fethi günü olmak üzere üç ayrı zamanda gösteren yukardaki rivayetlerin hepsi de sahih olmakla bazı âlimler (İbnu'l-Hassâr gibi) nüzulünün tekrarlandığını söylemekle rivayetlerin arasını cem'etmeye çalışmışlardır.[87]

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: 016-NAHL SÛRESİ
MesajGönderilme zamanı: 03.01.09, 16:07 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
[1] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, XIV,89. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/539.

[2] Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi'1-Kur'ân, X,44. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/539.

[3] Kurtubî, age. X,44. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/539.

[4] Alûsî, Rûhu'l-Maânî, XIV,89. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/539.

[5] İbnu'l-Cevzî, Zadu'l-Mesîr Fi İlmi't-Tefsîr, IV,425. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/539.

[6] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesîr Fi İlmi't-Tefsîr, IV.426; Alûsî, age. XIV,89-90. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/539.

[7] Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, XIX,217. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/539.

[8] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/396.

[9] Alûsî, age. XII,14.

[10] Taberî. Camiu’l-Beyân, XIV,52

[11] Senedi yoktur. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 230. Vahidî. Esbâbu'n-Nüzûl. s.195; İbnul-Cevzî. age. IV.426. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/540. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/398.

[12] Senedi yoktur. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 230. Vahidî, Esbâbu'n-Nuzûl. s.195. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/540.

[13] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/397. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/302.

[14] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/397. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/302-303.

[15] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/302.

[16] Senedi yoktur. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 230-231. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/307.

[17] Kurtubî, age. X,64. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/540-541.

[18] Taberî. age. XIV,68. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/541.

[19] Mürsel hadistir. İbn Cerir: 14/73, ed-Dürr: 4/18. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 231. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/398. Vahidî, age. s. 196. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/541. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/343-344.

[20] İbn Kesîr, Tefsîru"l-Kur'âni'l-Azîm, IV,491. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/542.

[21] Senedi yoktur. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 231; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/398-399. Vahidî, age. s. 196; İbnu'l-Cevzî. age. IV.448; Suyûtî, Lubâbu'n-Nukûl,1,222 Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/542.

[22] Alûsî, age. XIV,145. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/542.

[23] Alûsî, age. XIV,146. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/542.

[24] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 1,213-214.

Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/542-543.

[25] Musannif bu hadisi senedsiz zikretmiştir. İbn Cerir: 14/75, ed-Dürr: 4/118. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 231.

[26] İbnu'l-Cevzî, age. IV,455. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/543.

[27] Kurtubî, age. X,77. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/543.

[28] Kurtubî, age. X,93. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/544.

[29] Senedinde bulunan Vüheyb b. Halid, sika iken ölümünden önce durumunun değiştiği sabittir. ed-Dürr: 4/135.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 231-232. Vahidî, age. s. 196; Alûsî, age. XIV.197. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/544-545.

[30] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/399-400. Taberî, age. XIV,101; Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 1,223. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/545. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/393.

[31] Kurtubî, age.X,98. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/544.

[32] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/544.

[33] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/545.

[34] Alûsî, age. XIV,195. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/545.

[35] İbn Kesîr. age. IV.511: Suyûtî. Lübâbu'n-Nukûl,1.223. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/546. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/400-401. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/402.

[36] Senedi hasen derecesindedir. Ahmed; Müsned: 1/318, Suyuti; ed-Dürr: 4/128. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 232-233. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/546-547.

[37] Râzî. age. XX,100. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/547.

[38] Taberî, age. XIV,1 IO; Alûsî, age. XIV,220. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/547.

[39] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/547. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/401.

[40] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/418. Taberî, age. XIV,110; İbn Kesîr, age. IV,517. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/547.

[41] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/418.

[42] Taberî, age. XIV,110-111. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/547-548.

[43] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/418. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/402.

[44] İbnu'l-Cevzî, age. IV,487; Kurtubî, age. X,l 14. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/548.

[45] İbnu'l-Cevzî, age. IV.488. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/548.

[46] Senedi yoktur. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 233. Vahidî, age. s. 197. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/549. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/433.

[47] İbnu'l-Cevzî, age. IV,49ı. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/549.

[48] İbn Cerir: 14/120, Suyuti; Lübab: s. 163. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 233; Vahidî, age. s. 197. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/549.

[49] Suyuti, Lübabu’n-Nukul, 1,224. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/550. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/403.

[50] Razi, age,XX,117. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/550.

[51] el- Kuraşî veya el-Hadramî Bak: İbnu'l-Esîr, Usdu'l-Gâbe. III,531. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/549.

[52] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 1,224-225. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/549. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/433.

[53] Alûsî, age. XIV,233. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/549-550.

[54] Kurtubî, 10/177; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/342.

[55] İbn Kesir, age,IV,523. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/550.

[56] İbn Kesir, age,IV,523. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/550.

[57] İbnu'l-Cevzî, age. IV,492. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/550.

[58] Kurtubî, age. X,117. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/550.

[59] İbn Kesîr, age. IV,524. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/550.

[60] Tabeıî, age. VII,181. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/550-551.

[61] İbn Cerir: 14/122, ed-Dürr: 4/131; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 234; Kurtubî, 10/180; Vahidî, Esbabu'n-nüzül, 162; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/342.

[62] Mürsel hadistir; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 234. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/405. Vahidî, age. s. 198. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/552. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/441

[63] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/404-405. Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, I,225. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/551. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/441.

[64] Alûsî. age. XXV,237-238. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/551.

[65] İbnu’l-Cevzî, age. IV,495. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/552.

[66] İbnu'l-Cevzî, age. IV,495; Kurtubî, age. X,l 18. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/552.

[67] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/441.

[68] Taberî, age. V,148: İbnu'l-Cevzî, age. II.176-177, 1 numaralı dip not. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/552-553.

[69] Mürsel hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 234-235. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/553.

[70] Suyûtî, Lübâbu'n-Nukûl, 1,225-226. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/553. İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/405. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/553. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/442.

[71] Alûsî, age. XIV,240. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/553. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/442.

[72] Alâuddin Ali ibn Muhammed el-Hâzin Lübâbu't-Te'vîl fi Maâni't-Tenzîl, (Mecmûatu't-Tefâsîr içinde), İstanbul Matbaa-i Amire 1317, 111,646. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/553. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/442.

[73] Neseî, Tahrîmu'd-Dem. 15, hadis no: 4066. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/553-554.

[74] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/554.

[75] Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 16/2, hadis no: 3129; Taberânî el-Mu'cemu'1-Kebîr, Bağdad, 1399/1979,111,157, hadis no: 2937. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/554-555. Hâkim; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/406. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/467.

[76] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/406. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/468.

[77] Ahmed ibn Hanbel, Müsned, V,135. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/555.

[78] Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/555.

[79] Zayıf hadistir. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 235. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/555.

[80] Hakim; Müstedrek: 3/197, Heysemi; Mecma': 6/119, Suyuti; ed-Dürr: 4/135. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 235-236. Bezzâr, Beyhakî, Delâil’in-Nübüvve; İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/405; Ibnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesir, 4/504; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 3/351. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/555. Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 7/467.

[81] Taberânî. el-Mu'cemu'1-Kebîr, 111,156-157, hadis no: 2936. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/555-556.

[82] Senedinde üç tane sakatlık var:

l- "Munkatı' "dır. Yani raviler arasında kopukluk var. Tehzibu't-Tehzib: 2/373.

2- Hemmanî, hadis hırsızlığı ile damgalıdır. Takrîb: 2/352.

3- Kays b. Rabi' doğruluk meziyyeti yaşlanınca değişmiş.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 236. Vahidî, age. s. 199. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/556.

[83] Hakim; Müstedrek: 3/197, Heysemi; Mecma': 6/119, Suyuti; ed-Dürr: 4/135. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 236. Vahidî, age. s. 200. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/556.

[84] Bızır, Arapça bir kelime olup kadınların cinsel organında bulunan Klitoris bezi (dilcik) demektir. Arabistan’da kızların bu organı sünnet ettirilir. Sünnet edilen kadına aşağılık gözüyle bakılmasının adet olduğu Arab örfünde, annesi sünnetçi bir kadın olan Siba' b. Abdu'l-Uzza'ya Hz Hamza, harb esnasında bu yolla hakaret etmiş. (Mütercim.)

[85] Buhari; Meğazi: 4072, Ahmed; Müsned: 3/501. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 236-238. Taberânî, el-Mu'cemu'1-Kebîr, Bağdad 1399/1979, 111,160-162, hadis no: 2946; Vahidî, age. s. 200-201. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/556-557.

[86] Alûsî, age. XIV,257. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/557.

[87] Bak: Suyûtî, Lübâbun-Nukûl, 1.227. Bedreddin Çetiner, Esbab-ı Nüzul, Çağrı Yayınları: 2/557.

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye