sufiforum.com
http://sufiforum.com/

008 - ENFÂL SÛRESİ (001-075. Âyetler -İndirilişi-)
http://sufiforum.com/viewtopic.php?f=76&t=293
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Yazar:  arsiv [ 02.01.09, 17:07 ]
Mesaj Başlığı:  008 - ENFÂL SÛRESİ (001-075. Âyetler -İndirilişi-)

008 - ENFÂL SÛRESİ (001-075. Âyetler -İndirilişi-)

Enfâl Sûresi Medine'de hicretin ikinci senesi nazil olmuştur. Büyük bir kısmı Bedr Gazvesi hakkında ve Bedr Gazvesi esnasında nazil olduğu için Bedr Sûresi de denilir. Bedr Gazvesinin detaylı ve genel bir tahlilini ihtiva ettiği gibi büyük bir ihtimalle bir kerede toptan vahyedildiği bile düşünülebilir. Ancak bu savaşın sonucu olarak ortaya çıkan bazı problemlerle ilgili bazı âyetlerinin daha sonraki bir zamanda ve ayrı bölümler halinde indirilmiş olması da mümkündür. Bu arada İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette o: "Hani küfredenler seni tutup bağlamak, yahut öldürmek, yahut çıkarmak için düzen kuruyorlardı..." âyetinden başlıyarak yedi âyeti (âyet, 30-36) dışında medenîdir." demiştir.[1]

Ancak konusunun Mekke'de geçen bir hadiseye işaret etmesi bu âyetlerin Mekke'de, Mekke döneminde inmiş olmasını gerektirmeyip o dönemde Allah'ın Rasûlü'ne olan bu nimeti daha sonraki dönemlerde kendisine hatırlatılmak üzere Medine döneminde inmiş olmaları da gayet mümkündür ve inşaallah bu âyetlerin nüzul sebebinde ayrıca işaret edilecektir.

Bu arada 64. âyetinin de Mekke'de nazil olduğunu söyleyenler de vardır ve Bezzâr'ın İbn Abbâs'tan rivayet ettiği "Bu âyet-i kerime Hz. Ömer müslüman olduğunda nazil olmuştu." sözü de bu görüşü desteklemektedir.[2]



l. Sana Enfâl'i sorarlar. De ki: Enfâl Allah'ın ve Rasûlü'nündür. Şu halde eğer mü'minler iseniz Allah'tan takva üzere olun, aranızı ıslah edin, Allah'a ve Rasûlü 'ne itaat edin.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak iki hadise zikredilir: Sa'd ibn Ebî Vakkâs'ın, Bedr ganimetleri taksim edilmeden Hz. Peygamber (sa)'e gelip öldürdüğü birisinden aldığı kılıcın ganimet olarak kendisine verilmesini istemesi ve ganimetlerin taksiminde ashab arasında anlaşmazlık ve tartışmalar çıkması. Şimdi bu husustaki rivayetleri verelim:

l. Sa'd ibn Ebî Vakkas, kendisi olayı şöyle anlatıyor: Bedr günü kardeşim Umeyr öldürülmüştü. Bu arada Saîd ibnu'1-As da öldürüldü ve "Zu'1-Ketîfe'' adındaki kılıcını ben aldım ve Hz. Peygamber (sa)'e getirdim (ve bu kılıcı bana vermesini istedim). Hz. Peygamber (sa): "Git ve onu ganimetlerin içine geri koy." Buyurdular. Döndüm; ama Allah biliyor ki içimde gerek kardeşjmin öldürülmesinden ve gerekse elde ettiğim ganimetin elimden alınmasından dolayı bir hoşnutsuzluk vardı. Çok az ilerlemiştim ki Enfâl Sûresi nazil oldu ve beni geri çağıran Allah'ın Rasûlü (sa): "Git, kılıcını al." buyurdular (Vahidî, age s 160) Hadise Sa'd ibn Ebî Vakkas'm ağzından İmam Ahmed'in Müsned'inde şu şekilde anlatılıyor: Bedr günü kardeşim Umeyr öldürülmüş, ben de Saîd ibnu'l-As'ı öldürmüş ve kılıcını almıştım. Kılıcının adı Zu'1-Ketîfe olarak meşhurdu. Kılıcı Rasûlullah (sa)'a götürdüm. O: "Git ve onu ganimetlerin içine at." buyurdu. Yanından ayrıldım ancak içimde kardeşimin öldürülmesi ve öldürmüş olduğum Saîd ibnu'l-As'dan almış olduğum kılıcın elimden alınmış olmasından ötürü ancak Allah'ın bildiği duygular vardı. Oradan çok az uzaklaşmıştım ki Enfâl Sûresi nazil oldu ve Allah'ın Rasûlü (sa): "Git, kılıcını al." Buyurdular.[3]

Yine İmam Ahmed'in Müsned'inde hadise Sa'd ibn Mâlik hakkında ve ayrıntılarda bir takım farklılıklarla yer almakta olup o şöyle anlatıyor: "Ey Allah'ın elçisi, Allah, müşriklerden beni şifaya kavuşturdu. (Allah, müşriklerden öcümü almayı bana nasib etti.) Şu kılıcı bana ver." dedim. "Bu kılıç ne senin, ne de benim, koy onu." buyurdular. Kılıcı aldığım yere koydum, döndüm ama kendi kendime: "Belki de bu kılıç bugün, savaşta benim gibi yararlık göstermeyen birine verilecek." diye düşündüm. Bir de baktım arkamdan birisi beni çağırıyor. "Benim hakkımda bir vahiy mi indirildi?" dedim. Allah'ın Rasûlü (sa): "Benden kılıcı istediğinde ne bana, ne sana aitti. Ama Rabbım onu bana verdi. İşte ben de sana veriyorum, o kılıcı al, senindir." buyurdu ve "Sana Enfâl'i sorarlar. De ki: Enfâl Allah'ın ve Rasûlü'nündür. Şu halde eğer mü'minler iseniz Allah'tan takva üzere olun, aranızı ıslah edin..." âyet-i kerimesi nazil oldu.[4]

Ancak Sa'd ibn Ebî Vakkâs ve Sa'd ibn Mâlik aynı kişi olup Sa'd'ın babası Ebu Vakkâs'ın adı Mâlik ibn Vuheyb'dir. Aşere-i Mübeşşere'den olan Sa'd 55/675 yılında muhacirlerin sonuncusu olarak Medine-i Münevvere yakınlarında bir köyde vefat etmiş ve getirilip Medine'de defnedilmiştir (Geniş

bilgi için bak: İbnu'1-Esîr. Usdu'1-Ğâbe, 11,366-369).

Daha önce (Mâide Sûresi 91 âyetinin nüzul sebebinde) de geçtiği üzere bu âyet-i kerime yanında diğer bazı âyet-i kerimelerin de (Mâide, 5/91, Lokman, 31/15; ve En'âm, 6/52) Sa'd ibn Ebî Vakkâs hakkında nazil olduğuna dair Müslim'in Ebu Bekr ibn Ebî Şey be ve Zuheyr ibn Harb kanalıyla bizzat Sa'd ibn Ebî Vakkâs'ın oğlu Mus'ab'tan rivayet ettiği haber şöyledir: Onun hakkında Kur'ân'dan âyetler nazil olmuştur. Sa'd'ın annesi "Sa'd dininden dönünceye kadar konuşmamaya, yememeye, içmemeye" yemin etmiş ve: "Allah'ın sana ana babanı vasıyyet ettiğini iddia ediyorsun değil mi? O halde ben annenim ve sana bunu emrediyorum." demiş. Üç gün yemeden içmeden durmuş ve sonunda dayanamayıp bayılmış. Kadına bir şey yedirmek istediklerinde ağzını zorla açar, bir sopa ile açık tutar ve öyle yemeği ağzına akıtırlarmiş. Nitekim bayıldığında da kadının Umara adındaki oğlu gelmiş, annesine zorla su içirmiş; ayılan kadın Sa'd'e beddua etmeye başlamış da Allah Tealâ "Biz insana ana babasına güzel*likle davranmasını tavsiye ettik. Ama şayet seni Bana ortak koşmaya zorlıyacak olurlarsa onlara itaat etme..." (Lokman, 31/15) âyet-i kerimesini indirmiş.

Sa'd kendisi anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) büyük bir ganimet ele geçirdi. Baktım ganimetler içinde bir kılıç var, hoşuma gitti ve aldım, Rasûİullah (sa)'a getirdim: "Ey Allah'ın elçisi, bu kılıcı bana ver. Savaşta halimi; neler yaptığımı biliyorsun" dedim. "Onu aldığın yere geri koy." buyurdular. Efendimizin yanından ayrıldım, ganimetlerin bulunduğu yere gittim, kılıcı ganimetlerin toplandığı yere atmak istedim ama nefsim beni ayıpladı ve kılıcı atmadan geri döndüm, Hz. Peygamber (sa)'e tekrar geldim ve: "Ey Allah'ın elçisi onu bana ver." dedim. Sesini biraz daha yükselterek: "Onu aldığın yere koy." buyurdular. Bunun üzerine Allah Tealâ: "Sana ganimetleri soruyorlar..." (Enfâl, 8/1) âyet-i kerimesini indirdi.

Bir keresinde hastalanmıştım, Rasûİullah (sa)'a haber gönderdim de beni ziyarete geldi, "Bırak malımı istediğim gibi, istediğim yerlere taksim edeyim." dedim. Kabul etmedi. Ben: "Yarısını taksim edeyim." dedim, yine kabul etmedi, ben: "O halde üçte birini taksim edeyim." dedim, susup takrir buyurdular. Daha sonra üçte biri dilediği yerlere taksim etmek caiz kılındı.

Ansar ve muhacirlerden bir grubun yanma gitmiştim. Bana: "Gel sana yemek yedirelim, içki ikram edelim." dediler. Bu, içki haram kılınmazdan önceydi. Onlarla birlikte bir bahçeye vardık. Baktım kızartılmış bir deve kellesi ve bir tulum içki var. Onlarla birlikte yedim, içtim. Bir ara aralarında ansar ve muhacirler anıldı, ben: "Muhacirler, ansardan daha hayırlıdır." dedim. Bir adam kalktı, devenin çene kemiklerinden birini aldı ve onunla bana vurdu, burnumu yaraladı (bir rivayette burnuma vurdu ve yardı). Rasûİullah (sa)'a geldim ve olanları haber verdim ve Allah Tealâ benim hakkımda içkinin haramlığını bildiren "Ey iman edenler, içki, kumar, tapınmaya mahsus dikiti taşlar ve fal okları şeytanın işinden birer murdardırlar..." âyet-i kerimesini indirdi.[5]

Sa'd ibn Ebî Vakkâs hakkında nazil olan âyetlerin zikredildiği Ebu Davud et-Tayâlisî rivayetini ayrıntılarında bazı farklar olduğu için onu da zikretmekte fayda mülâhaza ediyoruz: Ebu Davud et-Tayâlisî'nin, kendi isnadıyla Mus'ab ibn Sa'd'den rivayetinde o şöyle demiştir: Babam hakkında dört âyet nazil ol*muş. O (bana) şöyle dedi: Bedr günü bir kılıç ele geçirdim, Hz. Peygamber (sa)'e getirdim ve: "Ey Allah'ın elçisi bunu bana ganimet olarak ver." dedim. "Onu aldığın yere geri koy." buyurdu. Tekrar sordum: İhtiyacı olmiyan biri gibi mi bırakayım (ona ihtiyacım var)", "Onu aldığın yere geri koy." buyurdular ve "Sana enfâli sorarlar, de ki: Enfâl Allah'ın ve Rasûlü'nündür..." âyeti nazil oldu.

Annem Ümmü Sa'd: "Allah, ana-babaya itaati emretmiyor mu? Madem öyle sen girmiş olduğun Muhammed'in dinini inkâr edip eski dinine dönmedikçe yemek yemiyeceğim, bir şey içmeyeceğim (tâ ki öleyim de sana anasının katili desinler.)" dedi. Yemekten içmekten imtina etti. Sonunda ağzını (zorla) sopayla açmaya (ve ağzına bir şeyler akıtmaya) başladılar da "Biz insana anasına ve babasına güzellik (ve iyilik yapmasını) tavsiye ettik. Eğer o ikisi (annen ve baban), hakkında bilgin olmıyan bir şeyi bana ortak koşman için uğraşırlarsa kendilerine (bana şirk koşma hususunda) itaat etme." (el-Ankebût, 29/8) âyeti nazil oldu.

Sa'd hasta iken Allah'ın Rasûlü onu ziyarete gelmişti. O, malının tamamını vasıyyet etmek istiyor, Allah'ın Rasûlü (sa) de eksiltiyordu, tâ ki üçte bire ininceye kadar. (Daha sonra) İnsanlar mallarının üçte birini vasıyyet ederlerdi.[6]

2. İbn Abbâs ve Ubâde ibnu's-Sâmit'ten gelen rivayetlerde ise Bedr Gazvesinde, ganimetlerin paylaşımı konusunda sahabe arasında fikir ayrılığı ve bir takım tartışmalar olduğu ve bu âyet-i kerimenin bunun üzerine indiği anlatılmaktadır. Şöyle ki:

İbn İshâk anlatıyor: Bedr Gazvesi sona erince Allah Tealâ Kur'ân'dan Enfâl Sûresinin tamamını o konuda indirdi. Enfâl Sûresinden bu meyanda indirdiklerinden birisi ganimetlerin bölüştürülmesindeki ihtilâfları hakkında olmuştur. Ubâde ibn Sâmit der ki: "Sana enfâli sorarlar..." âyeti Bedr günü ganimetler hakkında ihtilâf ettiğimizde bizim hakkımızda, biz bedr ehli hakkında indi. Ganimetler konusunda ahlâkımız bozulduğunda Allah onları bizim elimizden çekip aldı da Rasûlü (sa)'ne verdi. O da aramızda eşit olarak taksim etti. Bunda Allah'ın takvası, Allah'a itaat, Rasûlü (sa)'ne itaaf ve mÜSİÜmanlann arasım düzeltme vardi.[7]

Ebu Ca'fer en-Nehhâs'ın en-Nâsih ve'1-Mensûh'unda Saîd ibn Cubeyr'den rivayetle naklettiği şu olay, Ubâde ibnu's-Sâmit'in bu rivayetindeki "Ganimetler konusunda ihtilâf edip ahlâkımız bozulduğunda..." sözüne canlı bir şahit gibidir: Bedr günü Sa'd ibn Ebî Vakkâs ve ansardan birisi ganimet toplamıya çıkmışlardı. Yerde atılmış durumda bir kılıç gördüler ve ikisi birden onu almaya hamle ettiler. Sa'd: "O benimdir, onu ben alacağım." dedi. Ansardan olan kişi de: "Hayır, o benim ve Allah'ın Rasûlü (sa)'ne gidip onun hükmünü alıncaya kadar bu kılıcı sana teslim etmiyeceğim, senin olmasına razı olmıyacağım." dedi. Geldiler ve Rasûl-i Ekrem (sa)'e sordular da Allah'ın Rasûlü (sa): "Ey Sa'd, bu kılıç ne senindir, ne ansârînindir. Fakat o, benimdir." buyurdu da işte bunun üzerine "Sana ganimetleri sorarlar..." âyet-i kerimesi indi.[8]

Bu rivayete göre yukarda, Sa'd'ın bir müşriği öldürerek ondan aldığı belirtilen kılıç herhalde bu rivayetteki kılıçtan farklı değildir. Belki Sa'd, o müşriği fiilen öldürmüş ama herhalde o zaman kılıcını almayı düşünmemiş, daha sonra gidip almak istediğinde de onu almak üzere olan bir sahabi ile karşı karşıya gelmiş, hangisinin alacağı konusunda anlaşamayıp aralarında niza çıkması üzerine de Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve onun hükmüne müracaat etmiş olmalıdırlar. Değilse diğer rivayetlerde de belirtildiği üzere Hz. Peygamber (sa)'in: "Kim birisini öldürürse onun üzerinden alacakları onundur." va'dine dahil olarak o kılıç Sa'd'ın olur; Hz. Peygamber: "Götür onu aldığın yere koy; o ne senindir, ne de ansarînindir." buyurmazdı.

İbn Abbâs'tan rivayetle İkrime anlatıyor: Bedr Gazvesi günü Hz. Peygamber (sa): "Kim şöyle şöyle yaparsa ona ş"u şu var." Buyurarak müslümanlan savaşa teşvik etmişti. Gençler savaşmaya giderken ihtiyarlar da sancakların altında oturdular. Zafere ulaşılıp ganimetler toplanınca gençler (Hz. Peygamber (sa) tarafından va'dedilen) ganimetlerini istediler. İhtiyarlar da: "Kendinizi bizlerden ganimete daha lâyık görmeyin. Bizler bayrakların altında idik ve siz şayet bozguna uğramış olsaydınız biz bayrakların altında sizler için bir sed, sizin sığınağınız olacaktık." dediler ve bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[9]

Bu İbn Abbâs rivayeti Ebu Davud'un Sünen'inde biraz daha ayrıntılı olarak şöyle anlatılıyor: Bedr Gazvesi günü Rasûlullah (sa): "Kim şöyle şöyle yaparsa ona şöyle şöyle ganimet var. (Ya da: Kim bir düşmanı öldürürse ona şu şu var, kim bir düşmanı esir ederse ona şu şu var.)" buyurmuştu. Gençler ileri atılırken ihtiyarlar sancaklara yapışıp onların yanından ayrılmadılar. Neticede Allah zaferi nasib edince ihtiyarlar gençlere: "Bizler sizin sığınağınız idik; bozulmuş, bozguna uğramış olsaydınız gelip bize sığınacaktınız. Bizi burada ganimetsiz bırakıp ganimetleri alıp gitmeyin." dediler. Gençler ise bunu kabul etmeyip: "Allah'ın Rasûlü bu ganimetleri bize kıldı." dediler de "Rabbın seni evinden hak üzere çıkardığı gibi..."ye kadar olmak üzere "Sana enfâli sorarlar. Binaenaleyh de ki: Enfâl Allah'ın ve Rasûlü'nündür..." âyetlerini indirdi.[10]

Ubâde ibnu's-Sâmit de şöyle anlatıyor: Bedr Gazvesi günü düşman bozulunca bir grup müslüman onların peşine düşerken bir grup Hz. Peygamber (sa)'i çevrelemiş, bir grup da ganimet toplamaya girişmişti. Allah Tealâ düşmanları müslümanlardan savınca onların peşine düşmüş olanlar döndüler ve: "Düşmanı bozguna uğratan, onları sizden savan ve güzel bir şekilde takip eden biziz; o halde bunun karşılığında ganimet bizimdir." dediler. Rasûlullah (sa)'ı gelebilecek tehlikelerden korumak üzere çevrelemiş olanlar da: "Ganimete siz bizden daha lâyık değilsiniz. Düşman ansızın baskın verip de Allah'ın Rasûlü (sa)'ne zarar veremesin diye Rasûlullah (sa)'ı çevrelemiştik." dediler. Ganimet toplıyanlar da: "O ganimetleri biz elde ettik, o halde bizimdir." dediler de bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi ve Rasûlullah (sa) ganimeti eşit olarak bölüştürdü.[11]

Bu Ubâde ibnu's-Sâmit rivayeti ayrıntılarda bir takım farklarla İmam Ahmed'in Müsned'inde şöyle anlatılıyor: Allah'ın Rasûlü (sa) ile birlikte Bedr Gazvesine çıktık. Onunla birlikte Bedr'de bulundum. İki ordu karşılaştı ve Allah Tealâ düşmanı bozguna uğrattı. Bir grup düşmanın peşine düşüp onları bozguna uğratır öldürürken diğer bir grup düşman ordugâhına girip ganimetleri toplamıya girişti. Üçüncü bir grup da Allah'ın Rasûlü (sa)'nü çevreleyip düşmanın ansızın ona saldırmasına ve bir zarar vermesine engel oldular. Gece olup da insanlar birbirlerine geri dönüp toplanınca ganimet toplıyanlar: "Ganimetleri biz topladık. Onun üzerinde hak sahibi olan biziz. Onda başka kimsenin hakkı yok." dediler. Düşmanın peşine düşenler: "Ganimetlerde siz, bizden daha çok hak sahibi değilsiniz; düşmanı o topladığınız ganimetlerden uzaklaştıran onları bozguna uğratan biziz biz." dediler. Hz. Peygamber (sa)'in etrafında çevrelenip de onu düşmanın ansızın bastırmasından koruyanlar da: "Ganimette sizler bizden daha çok hak sahibi değilsiniz. Bizler Allah'ın Rasûlü (sa)'nü çevreledik; çünkü düşmanın ansızın bir baskın vererek O'na bir zarar eriştirmesinden korkuyorduk." dediler. İşte bunun üzerine "Sana Enfâl'i sorarlar. De ki: Enfâl Allah'ın ve Rasûlü'nündür. Şu halde eğer mü'minler iseniz Allah'tan takva üzere olun, aranızı ıslah edin..." âyet-i kerimesi nazil oldu da Rasûlullah (sa) ganimetleri müslümanlar arasında eşit olarak paylaştırdı.[12]

Aslında Sa'd ibn Ebî Vakkas'ın başından geçen ve onun anlattığı olayla Ubâde ibnu's-Sâmit'in anlattığı olay farklı zamanlarda, farklı konularda meydana gelmiş değildir. Bedr Gazvesi sonunda ganimetlerin taksimi ile ilgili olup Sa'd'in olayı gibi diğer ashab hakkında da benzerleri meydana gelmiş, bu konudaki nizaları kesmek, çekişmeleri önlemek üzere bu âyet-i kerime inmiş olmalıdır. Dolayısıyla bu rivayetler arasında bir ihtilâf söz konusu olmaz.



5. Nitekim Rabbın seni evinden hak uğruna çıkarmıştı da mü 'minlerden bir zümre bundan hoşlanmamışlar di.

6. Hak apaçık belli olduktan sonra bile sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi seninle mücadele ediyorlardı.

7. Hani Allah, iki taifeden birini size va'dediyordu. Siz ise kuvveti bulunmayan (kervan)ın sizin olmasını arzu ediyordunuz. Allah da istiyordu ki sözleriyle hakkı gerçekleştirsin ve kâfirlerin kökünü kessin

8. Tâ ki mücrimler hoşlanmasalar da hakkı gerçekleştirsin ve bâtılı bâtıl kılsın.

İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle anlatıyor: Bedr günü Allah'ın Rasûlü (sa) düşmanla karşılaşma konusunda ashabı ile istişare edip de Sa'd ibn Ubâde söylediklerini söyledikten sonra Hz. Peygamber (sa) kuvvetli olan Kureyş ordusu üzerine gitmeyi tercih edip insanlara bunu emrettiğinde bazı mü'minler bundan hoşlanmadılar da bunun üzerine Allah Tealâ "Nitekim Rabbın seni evinden hak uğruna çıkarmıştı da mü'minlerden bir zümre bundan hoşlanmamalardı..." âyetlerini indirdi.[13]

Yine İbn Abbâs'tan "Hani Allah, iki taifeden birini size va'dediyordu. Siz ise kuvveti bulunmayan (kervan)ın sizin olmasını arzu ediyordunuz." âyet-i kerimesi hakkında rivayette o şöyle anlatıyor: Rasûlullah (sa) Medine-i Münevvere'ye (hicretinde oraya) Rebîu'l-evvel ayında girmişti. Daha sonra Kürz ibn Câbir el-Fihrî Medine-i Münevvere bahçelerini yağmalamaya gelmiş; bunu haber alan Hz. Peygamber (sa) mü'minleri toplayıp hemen peşine düşmüşse de Kürz daha çabuk davranıp kaçmış, Hz. Peygamber (sa) de Medine-i Münevvere'ye dönmüştü. İşte bu Kürz hadisesinden sonra Hz. Peygamber (sa) Medine-i Münevvere'de bir sene kalmıştı ki Kureyş'in bir kervanı ile Ebu Süfyân Mekke'ye geliyordu. Kervan Medine yakınlarına ulaşınca Cibrîl Hz. Peygamber (sa)'e inip ona "Hani Allah, iki taifeden birini size va'dediyordu. Siz ise kuvveti bulunmayan (kervan)ın sizin olmasını arzu ediyordunuz...." âyetlerini vahyetti.[14]

Hafız Ebu Bekr ibn Merdûye'nin Tefsir'inde Ebu Eyyûb el-Ansârî'den ri*vayetinde de o şöyle anlatıyor: Biz Medine'de iken Allah'ın Rasûlü (sa): "Bana. Ebu Süfyan'ın kervanınının gelmekte olduğu haber verildi. Ne dersiniz ona kar*şı çıkalım mı? Umulur ki Allah onu bize ganimet olarak verir." buyurdu. Biz: "Evet ey Allah'ın Rasûlü" dedik. Rasûlullah (sa) çıktı, biz de onunla birlikte çıktık. Bir veya iki gün yürüdükten sonra: "Kavim (yani Kureyş) ile savaşma konusunda ne dersiniz? Çünkü onlar sizin kervanlarına karşı çıkışınızdan ha*berdar oldular." diye sordu. Biz: "Allah'a yemin ederiz ki bizim onlarla savaşa*cak gücümüz' yok. Çünkü biz kervan için çıkmıştık." dedik. Sonra tekrar sordu:

"Kavimle savaşmaya ne dersiniz?" Biz aynı cevabı verdik. Mikdâd ibn Amr ise: "O halde ey Allah'ın elçisi, biz sana İsrail oğullarının Musa'ya "Sen ve Rabbın gidin ve savaşın; biz burada oturucularız." dedikleri gibi demiyeceğiz." dedi. Biz ansar: "Keşke çok malımız olacağına Mikdad'm söylediği gibi konuşsay-dık!" diye temennide bulunduk ve işte bu hadise üzerine Allah Tealâ: "Nitekim Rabbın seni evinden hak uğruna çıkarmıştı da mü'minlerden bir zümre bundan hoşlanmamışlardı." âyet-i kerimesini indirdi.[15]



9. Hatırlayın o zamanı ki siz, Rabbınızdan imdad istiyordunuz da "Birbiri ardına bin melekle size imdad ederim. " diyerek duanıza icabet etmişti.

İbn Abbâs ve Hz. Ömer rivayet ediyorlar; Hz. Ömer şöyle anlatıyor: Bedr Gazvesi günü Rasûlullah (sa) müşriklere baktı; onlar bin kişiydiler, ashabı ise üçyüz on küsur kişiden ibaretti. Allah'ın peygamberi kıbleye döndü, ellerini göğe uzattı ve Rabbına seslenmeye, dua etmeye başladı: "Ey Allahım, bana olan va'dini yerine getir, ey Allahım, bana va'dettiğini ver. Ey Allahım, bu küçücük müslüman topluluğu helak olursa yeryüzünde sana ibadet eden kalmıyacak (sa*na yeryüzünde bir daha ibadet edilmiyecek.)" Ellerini göğe uzatmış, kıbleye dönmüş halde o kadar dua etti ki ridâsı omuzlarından düştü. O sırada Ebu Bekr yanına geldi, ridâsmı aldı, omuzlarına koydu, onu arkasından kucakladı ve: "Ey Allah'ın peygamberi! Anam babam sana feda olsun! Rabbına münâcâtın, ya*karman artık yeter; hiç şüphen olmasın, O sana va'dini mutlaka yerine getire*cektir." dedi ve bunun üzerine Allah Tealâ: "Hatırlayın o zamanı ki siz, Rabbınızdan imdad istiyordunuz da "Birbiri ardına bin melekle size imdad ede*rim." diyerek duanıza icabet etmişti." âyet-i kerimesini indirdi. Tirmizî bu hadi*sin hasen, Sahih, ğarîb Olduğunu da kaydetmiştir.[16] Taberî'nin Ebu Sâlih'ten rivayetle tahricinde ise Hz. Peygamber (sa)'e "Ey Allah'ın peygamberi! Rabbına münâcâtın, yakarman artık yeter; hiç şüphen olmasın, O sana va'dini mutlaka yerine getirecektir." diyen Hz. Ebu Bekr değil, Hz. Ömer'dir.[17]



15. Ey iman edenler, toplu halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman sakın on*lara arkanızı dönmeyin

16. Tekrar savaşmak için bir tarafa çekilme veya başka bir topluluğa katıl*ma dışında her kim o gün (düşmana) arkasını dönerse Muhakkak ki o, Allah katından bir gazaba uğramıştır. Onun yurdu cehennemdir ve o, ne kötü bir va*rış yeridir.

İbn Ebî Hatim'in kendi senediyle Nâfı'den rivayetine göre o, İbn Ömer'e sormuş, şöyle anlatıyor: dedim ki: "Biz, düşmanla savaşta sebat etmeyen bir topluluğuz ve bilmiyoruz "fie=topluluk" nedir: İmamımız yani devlet başkanı*mız mı, yoksa ordumuz mu?" İbn Ömer şöyle cevap vermiş: "fie, yani katılaca*ğınız topluluk Rasûlullah (sa)'tır." Ben: "AmaAllah Tealâ: "Ey iman edenler, toplu halde kâfirlerle karşılaştığınız zaman..." buyuruyor." dedim; "Bu âyet-i kerime ancak Bedr (Gazvesi) günü hakkında nazil oldu; ne öncesi, ne de sonrası hakkında değil." dedi.[18]

Ebu Saîd'den rivayette o şoyîe diyor: "Tekrar savaşmak için bir tarafa çe*kilme veya başka bir topluluğa katılma dışında her kim o gün (düşmana) arkası*nı dönerse..." âyeti kerimesi Bedr günü hakkında nazil olmuştur.[19]



17. Siz öldürmediniz onları, fakat Allah öldürmüştür onlan.Attığın zaman da sen atmadın, ve fakat Allah attı. Bu, mü 'minleri katından güzel bir imtihanla denemek içindi. Muhakkak ki Allah Semî'dir, Alîm'dir.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde muhtelif rivayetler vardır. Rivayetler-deki ihtilâf hem nüzul zamanı, hem de kim hakkında nazil olduğundadır. Şöyle ki:

l. Saîd ibnu'l-Museyyeb'den, onun da babasından rivayetinde o öyle anlatmış: Bedr gazvesi günü Ubeyy ibn Halef Hz. Peygamber (sa)'i arıyordu.

Bir grup mü'min onu karşıladı ve Rasûlullah (sa)'a ulaşmasını engellemek istediler. Allah'ın Rasûlü (sa): "Bırakın gelsin." buyurdular. Abduddâr oğullarından birisi olan Mus'ab ibn Umeyr onu karşıladı ve öldürüldü. Tam o sırada Rasûlullah (sa) da Ubeyy'in, zırhı arasından bir anda boynunu görüverip harbesini fırlattı. Ubeyy'e çarpan harbenin darbesiyle Ubeyy atından düştü Harbenin carotıaı verden kan bile cıkmamts. sadece bir kabureası kırılmıştı Atından düşen Ubeyy bir öküz gibi böğürüyordu. Yanına gelen arkadaşları ona: "Ayıp ayıp küçük bir sıyrıktan bu kadar feryat ediyorsun!" dediler. Rasûlullah (sa)'ın daha Önce "Bilâkis ben Übeyy'i öldüreceğim." dediğini zikredip "Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki bana isabet eden darbe Zu'l-Mecâz halkına isabet etmiş olsaydı hepsi birden ölürlerdi." dedi ve Mekke'ye ulaşamadan yolda Şerif denilen mevkide öldü, canı cehenneme gitti. İşte bunun üzerine Allah Tealâ "Sen attığında onu sen atmış değilsin. Fakat muhakkak onu Allah atmıştır..." âyet-i kerimesini indirdi.[20]

Nitekim İbn Şihâb ez~Zuhrî'den rivayete göre de Ubeyy ibn Halefin bu şekilde öldürülmesi Bedr'de değil Uhud'da olmuştur. Olayın öncesi ise şöyledir: Mekke'de bir gün Ubeyy ibn Halef elinde büyük bir kemikle Hz. Peygamber (sa)'e gelmiş ve: "Allah, bunu mu canlandıracak?!" demiş. Bir yandan da elindeki kemiği ufalıyormuş. Allah'ın Rasûlü (sa): "Elbette Allah ona can verecek, diriltecek. Sonra seni öldürecek ve cehenneme koyacak." buyurmuş. Uhud günü olduğunda ise Ubeyy: "Allah'a yemin ederim, gördüğümde Muhammed'i öldüreceğim." demiş, bunu duyan Hz. Peygamber (sa) de: "Tam tersine, ben onu öldüreceğim." buyurmuşlar.[21]

Ancak Kurtubî, âyet-i kerimenin Bedr Gazvesi akabinde nazil olduğunu göz Önünde bulundurarak bu rivayetin zayıf olduğunu söylemiştir.[22]

2. Abdulaziz ibn Cubeyr'den rivayete göre ise Hz. Peygamber (sa) Hayber Gazvesi günü bir yay istemiş, uzun bir yay getirmişler. "Bana başka bir yay getirin." Buyurmuş, sert bir yay getirmişler. Efendimiz o yayla kaleye doğru bir ok atmış, ok da gitmiş kalenin içinde ve yatağında yatmakta olan Ki nane ibn Ebi'l-Hukayk'a isabet edip onu öldürmüş. İşte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kertmeyi indirmiştir.[23] Suyûtî bu rivayetin mürsel, isnadının ise ceyyid olduğunu kaydeder.[24]

3. Müfessirlerin çoğunluğu ise bu âyet-i kerimenin Hz. Peygamber (sa)'in, Bedr Gazvesi günü eline bir avuç kum alıp müşriklere doğru atması ve "Yüzler çirkinleşsin!" buyurması ve orada bulunan bütün müşriklerin gözlerine bu kumun dolması üzerine inmiştir. Nitekim o vak'ada bulunan Hakîm ibn Hizam öyle anlatıyor: "Bedr günü gökten yere doğru gelen bir ses işittik. Sanki bir tasa çarpan kum sesiydi. Meğer Allah'ın Rasûiü o kumu atmış ve biz bozguna uğradık. İşte Allah Tealâ'nın "Sen attığında onu sen atmış değilsin. Fakat muhakkak onu Allah atmıştır..." kavli budur.[25]

Muhammed ibn Kays ve Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayete göre ise Bedr günü iki ordu birbirine yaklaştığında Rasûlullah (sa) yerden bir avuç toprak alıp "Yüzler çirkİnleşsin!" buyurup müşriklerin yüzlerine doğru atmış. Bu bir avuç toprak bütün müşrik ordusunun gözlerine dolmuş ve Rasûlullah (sa)'ın ashabı da üzerlerine yürüyüp onların kimini Öldürmeye, kimini esir et*meye başlamışlar. Müşriklerin bozguna uğramaları işte Hz. Peygamber (sa)'in bu bir avuç toprağı atmasıyla vukubulmuş olup bunun üzerine Allah Tealâ: "Siz öldürmediniz onları, fakat Allah öldürmüştür onları. Attığın zaman da sen at*madın, ve fakat Allah attı. Bu, mü'minleri katından güzel bir imtihanla dene*mek içindi. Muhakkak ki Allah Semî'dir, Alîm'dir." âyet-i kerimesini indirmiş*tir.[26]

Alûsî, bu hadisede Hz. Peygamber (sa)'in, "Kureyş ordusu bir kum tepesi*nin ardından bütün haşmeti ile çıktığında, kendisine gelen Cibril'in söylemesi üzerine Hz. Ali'ye: "Bana vadinin kumlarından bir avuç ver." deyip onun ver*diği kumu müşriklerin yüzlerine doğru atmış..." olduğu ayrıntılarına da yer vermektedir.[27]

4. Bu âyet-i kerimenin, Bedr Gazvesi dönüşü ashabın, bu gazvede yaptıkla*rını anlatıp: "Ben filân filânı öldürdüm, ben şöyle şöyle yaptım." gibi konuşma*larla birbirlerine karşı övünmeye başlamaları üzerine nazil olduğu da söylenmiştir.[28]



19. Eğer fetih istiyor idiyseniz işte size fetih gelmiştir. Eğer vazgeçerseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Yok tekrar dönerseniz Biz de döneriz. Topluluğu*nuz çok da olsa hiçbir şeye yaramaz. Çünkü Allah mü 'minlerle beraberdir.

Abdullah ibn Sa'lebe der ki: Allah'tan, düşmanına karşı fetih isteyen Ebu Cehl idi. Bedr gazvesi günü iki ordu karşılaştığında: "Ey Allahım, bu iki ordudan hangisi daha çok günahkâr, daha çok akrabalarından kesilmiş ve bilmediğimiz bir şey getirmişse bugün ona karşı olana fetih ver.'Memişti. Bunun üzerine "Ve muhakkak Allah mü'minlerle beraberdir."e kadar olmak üzere bu âyet-i kerimeyi indirdi. Bu haberi Sahih'inde Hâkim rivayet etmiş ve "Buharı" ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir, fakat tahric etmemişlerdir." demiştir.[29]

Suddî ve Kelbî de müşriklerin, Bedr'e doğru yola çıkarlarken Ka'be'nin perdelerine yapışıp Allah'tan yardım ve zafer istediklerini, "Ey Allahımız, iki ordudan daha aziz, daha güçlü olanına, iki gruptan daha hidayet üzere olanına. iki gruptan daha kerim olanına, iki kabileden daha hayırlı olanına ve iki dinden daha üstün olanına yardım et." diye yakardıklarını bunun üzerine Allah Tealâ'nın bu âyet-i kerimeyi indirmiş olduğunu söylemektedirler.[30]



21. Hem dinlemedikleri halde "Dinledik. " diyenler gibi olmayın. ll.Allah katında canlıların en kötüsü, akletmeyen sağır ve dilsizlerdir.

Muhammed ibn İshak bu âyet-i kerimelerin münafıklar hakkında nazil ol*duğunu söylerken, Kureyş'in Abdüddâr kolundan bir grup müşrik hakkında na*zil olduğu da söylenmiştir.[31] Nitekim Buhârî'nin kendi senediy*le İbn Abbâs'tan rivayetinde de bu âyet-i kerimenin Abdüddâr oğullarından bir grup hakkında nazil olduğu kaydedilmektedir.[32] İbn Abbâs'tan Kurayza ve Nadîr oğulları yahudileri hakkında nazil olduğu rivayeti yanında münafıklar hakkında indiği[33] de söy*lenmiştir.[34]



25. Bir de bir fitneden sakının ki içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz. Hem bilin ki Allah, azabı çok şiddetli olandır.

Hasen'den rivayete göre Hz. Ali, Osman, Talha ve Zubeyr hakkında nazil olmuştur.[35]

Hasen, bunu bizzat Zubeyr ibnu'l-Avvâm'dan da rivayet etmiştir. Buna gö*re Zubeyr şöyle demiş: "Bir de bir fitneden sakının ki içinizden sadece zulme*denlere erişmekle kalmaz." âyet-i kerimesi nazil oldu ve biz bu âyetin ehli ol*duğumuzu, bununla bizim kastedildiğimizi zannetmemiştik. Başka bir kanaldan gelen rivayette de Zubeyr şöyle demiş: "Ben bu âyet-i kerimeyi bir zaman oku*dum. Onun ehli olacağımızı (onunla bizim kastedildiğimizi) sanmıyordum. Ama bir de baktık ki onunla kastedilenler bizler imişiz."[36]

Suddî ise bu âyet-i kerimenin özellikle Bedr ehli hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[37]



26. Hatırlayın ki bir zamanlar siz yeryüzünde azlıktınız, zayıf sayılırdınız. İnsanların sizi tutup kapmalarından korkuyordunuz. Belki şükredersiniz diye size ev bark verdi, yardımıyla destekledi ve temiz, hoş şeylerden sizi rızıklandırdı.

Kelbî veya Katâde'den veya her ikisinden de rivayete göre bu âyet-i keri*me Bedr günü hakkında inmiştir. O gün mü'minler, insanların (müşriklerin) kendilerini kapıvermelerinden korkuyorlardı da Allah onları barındırdı ve yar*dımıyla onları destekledi.[38]

İbn Abbâs'tan rivayette ise özellikle muhacirler hakkında nazil olduğu kaydedilmektedirler ki onlar, Bedr'de değil de Mekke-i Mükerreme'de azlık ve zayıf oldukları için insanlar yani müşrikler tarafından tutulup kapılıverilmelerinden korkmaktaydılar.[39]



27. Ey iman edenler, Allah'a ve Rasûlü'ne ihanet etmeyin. Değilse bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olursunuz.

Bu âyet-i kerimenin nüzul sebebinde iki rivayet vardır:

1. Bunlardan birincisine göre ansardan Ebu Lübâbe ibn Abdulmünzir hak*kında nazil olmutur. Şöyle ki:

Rasûlullah (sa), Kurayza oğulları kalesini 21 gece kuşatmış. Bunalan Kurayzalılar Hz. Peygamber (sa)'den "Daha önce Hz. Peygamber (sa) ile an*laşmalı olan Nadîr oğulları yahudileri ile aynı şartlarla anlaşıp Şam topraklarındaki Ezruât ve Eriha'daki kardeşlerinin yanına gitmelerine izin verilmesini" istemişler. Rasûlullah (sa) da "Sa'd ibn Muâz'ın hükmüne razı oluncaya kadar onlara bu hakkı vermiyeceğini" bildirmiş. Kabul etmemişler ve "Bize Ebu Lübâbe'yi gönder." demişler. Ebu Lübâbe onlara karşı dostça davranırmış. Çünkü ailesi, malı ve çocukları onların yanında imiş. Allah'ın Rasûlü (sa) Ebu Lübâbe'yi onlara göndermiş. Ona gelmişler ve: "Ey Ebu Lübâbe, ne dersin, Sa'd ibn Muâz'ın vereceği hükme razı olalım mı?" diye sormuşlar, o da boğazına işaret ederek onun vereceği hükmün onların öldürülmeleri olacağını ima ile "Razı olmayın." Demiş.[40]

Ebu Lübâbe bizzat kendisi: Vallahi ayaklarım oradan ayrılmadan Allah'a ve Rasûlü'ne ihanet ettiğimi anladım." demiştir. İşte onun hakkında bu âyet-i kerime nazil olunca Ebu Lübâbe Mescid-i Nebeviye giderek kendisini bir mescidin direklerinden birine bağlamış ve: "Allah'a yemin olsun ki ölünceye veya Allah tevbemi kabul edinceye kadar hiçbir yiyecek ve içecek tatmıyacağım." demiş. Yedi gün (bir rivayette de dokuz gün) ne bir şey yemiş, ne bir şey içmiş ve sonunda bayılmış. Sonra Allah Tealâ tevbesini kabul buyurmuş da müjdelemeye gelmişler ve: "Ey Ebu Lübâbe, tevben kabul edildi."

demişler ve onu, kendisini bağladığı direkten çözmek istemişler. "Hayır, Allah'a yemin ederim ki bizzat Allah'ın Rasûlü gelip beni çözmedikçe kendimi bu direkten çözmeyeceğim." demiş; Allah'ın Rasûlü (sa) gelip onu kendisini bağladığı direkten çözmüş. Ebu Lübâbe: "Tevbemin tamamlanması ancak bu günahı işlediğim kavmimim topraklarını terketmem ve malımdan Allah ve Rasûlü yolunda sadaka olarak vermek suretiyle olduğu gibi kurtulmamla olacak." demiş de Efendimiz (sa): "Ey Ebu Lübâbe, malının üçte birini tasadduk etmen Sana yeter." buyurmuş[41] Ebu Lübâbe'nin kendisini mescidin direklerinden birine bağlamasını sebebinin Tebük Gazvesinden geri kalması ve bu sefere katılmamaktan pişmanlık duyması olduğu, Ebu Lübâbe ve beraberindeki 7 arkadaşının bu davranışları üzerine Tevbe, 9/102 âyetinin nazil olduğu da söylenmiştir[42] ki inşaallah o âyet-i kerimenin nüzul sebebinde gelecektir..

2. Cabir ibn Abdullah'tan rivayete göre ise Ebu Süfyan Mekkelilerin kerva*nı ile yola çıkınca Cibril gelip "Ebu Süfyân falan falan yerde." diye haber ver*miş. Hz. Peygamber (sa) de ashabına: "Ebu Süfyan falan falan yerde, ona karşı çıkın ve bu çıkışınızı gizleyin." buyurmuş. Ancak münafıklardan birisi Ebu Süfyan'a mektup yazarak: "Muhammed sizin üzerinize geliyor, ona karşı tedbi*rinizi alın." demiş ve işte bunun üzerine Allah Tealâ "Ey iman edenler, Allah'a ve Rasûlü'ne ihanet etmeyin. Değilse bile bile kendi emanetlerinize hıyanet et*miş olursunuz." âyet-i kerimesini indirmiş.[43] Suyûtî bu rivayetin çok ğarîb olduğunu söyledikten sonra gerek isnadının, gerekse akışının şüpheli olduğunu da kaydeder.[44]



30. Hani küfredenler seni tutup bağlamak, yahut öldürmek, veya seni (yur*dundan) çıkarmak için düzen kuruyorlardı. Onlar düzen kurarlarken Allah da düzenlerine mukabele ediyordu. Allah, düzen kuranlara karşılık verenlerin en hayırhsıdır.

Ubeyd ibn Umeyr ibnu'l-Muttalib ibn Ebî Vedâ'a'dan rivayete göre Ebu Tâlib, Rasûlullah (sa)'a: "Kavmin senin hakkında ne düzenler kuruyor biliyor musun?" demiş de Allah'ın Rasûlü (sa): "Evet, bana büyü yapmak, beni öldür*mek ve beni yurdumdan çıkarmak istiyorlar." demiş. Ebu Talib: "Bunu sana kim haber verdi?" sorusuna da "Rabbım haber verdi." diye cevap verince Ebu Talib: "Senin o Rabbın ne güzel Rab imiş, ona hayır tavsiye et." demiş. Efen*dimiz (sa): "Ben mi O'na hayır tavsiye edeceğim, hayır, tam tersine O bana ha*yır tavsiye eder." buyurmuş ve bunun üzerine "Hani küfredenler seni tutup bağ*lamak, yahut öldürmek, veya seni (yurdundan) çıkarmak için düzen kuruyorlar*dı..." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[45]

İbn Kesîr bu rivayette Ebu Talib'in zikredilmesi ve âyet-i kerimenin sanki hicretten önce nazil olduğu zehabının verilmesinin garib, hattâ münker olduğu*nu söyler. Zira Enfâl Sûresi bütünüyle medenîdir, Medine'de nazil olmuştur. İçinde mekkî âyet veya âyetler yoktur. Öte yandan Ebu Tâlib, Dâru'n-Nedve'de Hz. Peygamber (sa)'in öldürülmesi kararı alınması ve Hz. Peygamber (sa)'e hicret izni verilmesinden üç sene önce vefat etmiş olup bu hadise ile ilişkilendirilmesi mümkün de değildir. Evet, Hz. Peygamber (sa)'e, Mekke müş*riklerinin onun hakkında ne düzenler kurdukları haber verilmiştir, ama bunu haber veren sahih rivayetlere göre Cibril'dir ve bu haberle birlikte hicret iznini de getirmiştir.[46] Bu âyet-i kerime ise daha sonra Medine-i Münevvere'de, Hz. Peygamber (sa)'e Allah Tealâ'mn ona. geçmiş nimetlerini hatırlatma sadedinde indirilmiştir.[47]



31. Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman "İşittik, istersek biz de bunun bir benzerini söyleriz. Bunlar, olsa olsa eskilerin masallarıdır. " demişlerdi.

İbn Cureyc'den rivayette o şöyle anlatıyor: Abdüddâr oğullarından en-Nadr ibnu'l-Hâris tüccar olarak İran'a gider gelirmiş. Bu yolculuklarının birinde İncil okuyan, rükû ve secde eden bir grup keşişe rastlamış. Mekke'ye geldiğinde bir de bakmış ki Muhammed'e vahiy gelmiş; o da rükû ve secde ediyor. İran yolcu*luğu sırasında rastladığı keşişlerden duyduklarını kastederek: "İşittik, istersek biz de bunun bir benzerini söyleriz." demiş ve bunun üzerine "Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman "İşittik, istersek biz de bunun bir benzerini söyleriz..." âyet-i kerimesi nazil olmuş.[48]

Bu rivayet, âyet-i kerimenin Mekke-i Mükerreme'de nazil olduğu zehabını vermektedir. Halbuki âyet-i kerime medenîdir. Dolayısıyla Saîd ibn Cubeyr'den bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak gelen rivayet, vakıaya daha uygun görünmektedir. Şöyle ki:

Saîd ibn Cubeyr anlatıyor: Allah'ın Rasûlü (sa), Bedr Gazvesinde esir edilmiş olan Ukbe ibn Ebî Muayt'ın, Tuayme ibn Adiyy'in ve en-Nadr ibnu'l-Hâris'in öldürülmelerini emretmişti. Bunlardan Nadr, ashabdan el-Mikdâd'm esiri imiş. Esirinin öldürülmesi emrini duyunca el-Mikdâd gelmiş ve: "Ey Allah'ın elçisi, esirim. (Esirimi neden öldürüyorsunuz?)" demiş. Hz. Peygamber (sa): "Ama o Allah'ın kitabı (ve Rasûlü) hakkında şöyle şöyle konuşuyordu." buyurmuş. Mikdâd tekrar: "Ey Allah'ın elçisi, esirim." deyince Efendimiz: "Ey Allahım, lûtfundan, Mikdâd'ı bu esirden müstağnî kılacağını ona ver." diye dua etmiş ve Mikdâd: "tşte istediğim bu idi." demiş ve bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuş.[49]



32. Hani demişlerdi ki: "Ey Allahımız, eğer bu gerçekten Senin katından ise üzerimize gökten taş yağdır, yahut elim bir azâb getir.

33. Halbuki sen içlerindeyken Allah onlara azâb edecek değildir. Onlar istiğfar edip dururlarken de onlara azâb edici değildir.

34. Allah onlara neden azâb etmesin ki, onlar kendilerini ona ehil olmadıkları halde (insanları) Mescid-i Haram'dan alakoyup duranlardır. Hem O'nun dostu değillerdir. O'nun dostları ancak müttakîlerdir. Ama onların çoğu bilmezler.

Bu âyetlerin nüzul sebebine dair elimizde üç rivayet var:

l. Enes ibn Mâlik anlatıyor: Ebu Cehl ibn Hişâm: "Ey Allahım, eğer bu (Muhammed ve getirdiği) senin katından gelen bir hak, gerçek ise gökten başımıza taş yağdır veya bizim başımıza elîm bir azâb getir." demişti. Bunun üzerine: "Sen içlerindeyken Allah onlara azâb edecek değildir. Onlar istiğfar edip dururlarken de onlara azâb edici değildir. Allah onlara neden azâb etmesin ki..." âyetleri nazil oldu.[50] Haberi Buhârî de Ahmed ibnu'n-Nadr kanalıyla Enes ibn Mâlik'ten rivayet etmiştir.[51]

2. Saîd ibn Cubeyr'den rivayete göre ise en-Nadr ibnu'l-Hâris hakkında nazil olmuştur. "Muhammed'in söylediği hak ise gökten üzerimize taş yağdır." diyen odur.[52]

Atâ'dan gelen bir rivayette de bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi olarak Abduddâr oğullarından en-Nadr ibn Kelde adındaki birisi gösterilmekte ve Kur'ân'dan, on küsur âyet-i kerimenin onun hakkında indiği de ilâve edilmek*tedir.[53] Bu son rivayette en-Nadr ibn Kelde olarak gösterilen kişi ile bir önceki rivayette adı geçen en-Nadr ibnu'l-Hâris aynı kişi olup kaynaklar*da en-Nadr ibnu'l-Hâris veya en-Nadr ibn Kelde ibnu'l-Hâris olarak geçmekte*dir.

3. Yezîd ibn Rûmân ve Muhammed ibn Kays'den rivayete göre Kureyşliler kendi aralarında: "Allah, bizim aramızdan Muhammed'e mi ikramda bulun*muş?! Ey Allahımız, bu, senin katından bir hak ise başımıza gökten taş yağdır." demişler, akşam olunca da bu sözlerinden pişman olarak: "Ey Allahımız, bizi bağışla." diye dua etmişler ve işte bunun üzerine "Ama onların çoğu bilmez-ler."e kadar olmak üzere "Onlar istiğfar edip dururlarken de onlara azâb edici değildir..." âyetlerini indirmiş.[54]

Ayet-i kerimenin nüzul sebebinin Ebu Cehl'in bu sözü olduğuna dair haber Buhârî ve Müslim'ce rivayet edildiğine göre elbette daha sahihtir. Ama âyet-i kerime çoğul sîğasıyla geldiğine göre herhalde bu sözü söyleyen sadece Ebu Cehl veya en-Nadr değildir. Belki son rivayette de belirtildiği üzere başkaları da bunu söylemişlerdir. Belki de değişik zamanlarda içlerinde Ebu Cehl ve en-Nadr ibnu'l-Hâris'in de bulunduğu değişik kimseler böyle söylemişler (Meselâ Uhud günü Amr ibnu'l-As'ın da benzer sözler sarfettiği rivayet edilmektedir[55] ve hepsinin akabinde bu âyet-i kerime nazil olmuş olmalıdır.

4. İbn Ebzâ'dan gelen bir rivayette "Halbuki sen içlerindeyken Allah onlara azâb edecek değildir. Onlar istiğfar edip dururlarken de onlara azâb edici değil*dir. Allah onlara neden azâb etmesin ki, onlar kendilerini ona ehil olmadıkları halde (insanları) Mescid-i Harâm'dan alakoyup duranlardır..." âyetlerinin inme*si üç ayrı zamanda vukubulmuştur. Şöyle ki:

Hz. Peygamber Mekke-i Mükerreme'de iken "Halbuki sen içlerindeyken Allah onlara azâb edecek değildir." kısmı nazil olmuş; Efendimiz (sa)'in Medi-ne-i Münevvere'ye hicretini müteakip "Onlar istiğfar edip dururlarken de onlara azâb edici değildir." kısmı inmiş. Efendimiz (sa)'in hicretinden sonra çeşitli sebeplerle Mekke'de kalan zayıf müslümanlarm da Mekke'den ayrılmalarından sonradır ki "Allah onlara neden azâb etmesin ki, onlar kendilerini ona ehil ol*madıkları halde (insanları) Mescid-i Harâm'dan alakoyup duranlardır..." kısmı da nazil olmuştur.[56]



35. Onların Beyt'in yanındaki duaları sadece ıslık çalmak veya el çırpmak*tan başka bir şey değildir. Öyleyse küfretmekte olduğunuzdan dolayı tadın ba*kalım azabı!

Abdullah ibn Ömer'den rivayete göre cahiliye halkı Beytullah'ı tavaf eder*ken alkış tutuyor, ıslık çalıyor ve yanaklarını yere koyuyorlardı. İşte müşriklerin tavaftaki bu davranışları üzerine bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[57] Saîd ibn Cubeyr'den gelen bir rivayette ise onların tavaf sırasındaki bu davranışları Hz. Peygamber ve mü'minlerin Mescid-i Haram'daki ibadetlerini engellemek, sabote etmek gayesine yöneliktir ve onların, Hz. Peygamber (sa)'in Mescid-i Haram'daki ibadetini engellemeleri sebebiyle bu âyet-i kerime nazil olmuştur.[58] Mukatil, müşriklerin bu engellemelerini şöyle tarif eder: Hz. Peygamber (sa), Mescid-i Harâm'da namaza durduğunda Abduddâr oğullarından iki kişi hemen kalkıp sağma geçer ve ıslık çalmaya; diğer iki kişi de kalkıp soluna geçer ve alkış tutmaya başlarlardı ki Allah Tealâ bunları Bedr günü mü'minlerin elleriyle öldürmüştür.[59]



36. Doğrusu o kâfirler mallarını, Allah'in yolundan alıkoymak (çevirmek) için harcarlar. Daha da harcıyacaklar, sonra da içleri yanacak, sonra da mağlub olacaklardır. İşte o küfretmiş olanlar cehenneme sürülüp toplanacak*lardır.

Mukatil ve Kelbî der ki: Bedr Gazvesi günü müşrik ordusunun iaşesini sağhyanlar hakkında nazil oldu. Bunlar on iki kişi olup hepsi de Kureyş'ten idiler ve her biri bir gün 10 deve kesmekteymişler. Bunlar: Ebu Cehl ibn Hişâm, Rabîa'nın iki oğlu Utbe ve Şeybe, Haccâc'ın iki oğlu Nebîh ve Munebbih, Ebu'l-Bahterî ibn Hişâm (ya da: Ebu'l-Bahterî Saîd ibn Fîrûz et-Tâî), en-Nadr ibnu'l-Hâris, Hakîm ibn Hızâm, Ubeyy ibn Halef, Zem'a ibnu'l-Esved, el-Hâris ibn Amir ibn Nevfel ve el-Abbâs ibn Abdulmuttalib'dirler.[60] Buna göre âyet-i kerime Bedr Gazvesinde nazil olmuştur.

Bu arada âyet-i kerimenin Uhud Gazvesinde veya bu gazve hakkında nazil olduğuna dair rivayetler de vardır. Bu cümleden olarak Saîd ibn Cubeyr ve İbn Ebzâ, Uhud gazvesinde Hz. Peygamber ile savaşmak üzere Kinâne oğullarından iki bin paralı asker tutan Ebu Süfyân hakkında nazil olduğunu söylemektedirler.[61]

El-Hakem ibn Utbe de yine Ebu Süfyân'ın Uhud savaşı için 40 Ukıyye (herhalde altın olmalı) harcadığını ve âyet-i kerimenin bunun üzerine nazil ol*duğunu söylemiştir. Saîd ibn Cubeyr ve Mücâhid de özellikle Ebu Süfyân hak*kında indiğini söylerken Saîd ibn Cubeyr onun, Hz. Peygamber (sa)'le savaş*mak üzere 2000 savaşçı kiralamasının bu âyetin inmesine sebep olduğunu da kaydetmiştir.[62]

Muhammed ibn İshak'ta Zuhrî, Muhammed ibn Yahya ibn Hıbbân, Asım ibn Umeyr ibn Katâde ve el-Husayn ibn Abdurrahman'dan biraz daha farklı bir rivayet yer alıyor: Kureyş ordusu Bedr Gazvesinde yenilip Mekke'ye döndü. Ebu Süfyân da kervanını kurtarıp Mekke'ye dönmüştü. Bedr'de babaları, kar*deşleri, oğulları öldürülmüş olanlarla birlikte Abdullah ibn (Ebî) Rabîa, İkrime ibn Ebî Cehl ve Safvân ibn (Ebî) Ümeyye, Ebu Süfyan'a ve onun kervanında ticaret malı olanlara geldiler ve: "Muhammed sizi zarara uğrattı ve en hayırlıla*rınızı öldürdü. Kurtarmak için savaştığımız bu malla bize yardım edin. Umulur ki ondan öcümüzü alırız." dediler, onlar da buna muvafakat ettiler ve işte bunun üzerine Allah Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirdi.[63] Bu, İbn Abbâs'tan da rivayet olunmuştur.[64]



38. O küfretmiş olanlara söyle: Vazgeçerlerse geçmiş kendilerine bağışla*nacaktır. Tekrar başlarlarsa elbette evvelkilerin sünneti geçmiştir.

İbn Abbâs'tan rivayetle Ebu Salih bu âyet-i kerimenin de özellikle Ebu Süfyân ve arkadaşları hakkında nazil olduğunu söylemiştir.[65]



41. Eğer Allah 'a ve hakkı bâtıldan ayıran günde, o iki topluluğun karşılaş*tığı günde kulumuza indirdiğimize iman etmişseniz bilin ki ele geçirdiğiniz ga*nimetin beşte biri Allah'ın, Rasûlü'nün, akrabaların, yetimlerin, yoksulların ve yolcularındır. Allah, herşeye gücü yetendir.

Bu âyet-i kerime, bu surenin ilk âyeti olan "Sana ganimetleri soruyorlar..." âyetinden sonra nazil olmuştur. İbn Abdi'1-Berr, bu konuda icmâ olduğunu söy*ler.[66]

Kelbî'den rivayette o, bu âyet-i kerimenin Bedr'de nazil olduğunu söylemiştir.[67]

İbn Kesîr der ki: Sûrenin ilk âyeti Bedr Gazvesinden, bu âyet ise Nadîr o-ğulları gazvesinden sonra nazil olmuştur. Siyer ve Meğâzî âlimleri arasında Na*dîr oğulları gazvesinin Bedr Gazvesinden sonra olduğu konusunda ise hiçbir ihtilâf yoktur. [68]

Vâkıdî ise bu âyetin Kaynukâ' oğulları gazvesinde -ki Bedr'den bir ay üç gün sonradır- nazil olduğunu söylemiştir. Buna göre âyet-i kerime hicretin 20. ayı başında Şevval ayının ortasında inmiştir.[69]



47. Hem yurtlarından böbürlenerek ve insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yapmakta olduklarını çepeçevre kuşatandır.

Urve'den rivayette o şöyle anlatıyor: Kureyşliler, Bedr'de Hz. Peygamber (sa)'le karşılaşmadan önce Ebu Süfyan ve yanındaki kervandan onlara bir ha*berci gelmiş ve şu haberi getirmişti: "Biz, Muhammed tehlikesini atlattık, onla*rın bölgesinden bir tehlikeyle karşılaşmaksızın geçtik, siz de geri dönün." Ebu Süfyân'm, kervan üzerindeki tahlikenin geçtiğini bildirmek üzere Kureyşe gön- derdiği haberci Kureyş ordusu Cuhfe'de iken onlara yetişmiş ve selâmet haberi*ni vermişti. Geri dönmediler ve: "Vallahi geri dönmeyiz, tâ ki Bedr'e varacağız, orada üç gece kalacağız, bizim ne kadar güçlü olduğumuzu, gerektiğinde nasıl kuvvet toplıyabileceğimİzi araplar görecek ve bizimle savaşmaya cesaret edemiyecekler." dediler. İşte Allah Tealâ'nın "Hem yurtlarından böbürlenerek ve insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan alıkoyanlar gibi olma*yın..." buyurdukları bunlardır.[70]

Muhammed ibn Ka'b el-Kurazî'den rivayete göre ise Kureyşliler, Bedr sa*vaşı için Mekke'den yola çıkarlarken yanlarına çalgıcı köleleri ve onların çala*cakları defleri alarak çıkmışlar ve işte bunun üzerine Allah Tealâ "Hem yurtla*rından böbürlenerek ve insanlara gösteriş yaparak çıkan ve Allah yolundan alı*koyanlar gibi olmayın..." âyet-i kerimesini indirmiştir.[71]



48. 0 zaman şeytan onların yaptıklarını kendilerine süslemiş ve şöyle demişti: "Bugün insanlardan size galebe çalacak hiç kimse yoktur. Ben de sizin komşunuzum. " Ne zaman ki iki ordu karşılan, "Ben kesinlikle sizden beriyim. Ben, sizin göremiyeceğinizi görüyorum. Ben Allah 'tan korkarım. Hiç şüphesiz Allah ukubeti şiddetli olandır. " dedi, iki topuğu üzerine dönüp kaçtı.

İbn İshak der ki: Bedr günü topukları üzere geri dönüp giderken İblis'i Umeyr ibn Vehb veya el-Hâris ibn Hişâm görmüş de: "Ey Sürâka nereye?" diye sormuş Allah'ın düşmanı bu soruyu duyunca yere yapışmış ve hızla gözden kaybolmuş. İşte bunun hakkında Allah Tealâ: "O zaman şeytan onların yaptıklarını kendilerine süslemiş ve şöyle demişti: "Bugün insanlardan size galebe çalacak hiç kimse yoktur. Ben de sizin komşunuzum..." âyet-i kerimesini indirmiş. Kureyş Bedr'e doğru giderken İblîs onların gözlerine hemen her menzilde Sürâka suretinde görünür ve onlar da onu Sürâka zannederek hiç garipsemezlermiş. Ne zaman Bedr'de iki ordu karşı karşıya gelmiş; gerisin geri dönüp: "Ben kesinlikle sizden beriyim. Ben, sizin göremiyeceğinizi görüyorum. Ben Allah'tan korkarım. Hiç şüphesiz Allah ukubeti şiddetli olandır." Demiş.[72]

Bu olay tbn Abbâs tarafından da şöyle anlatılıyor: Bedr günü İblîs, yanında şeytanlardan oluşan ordusu ve bayraklarıyla Müdlic oğullarından bir adam, Sürâka ibn Mâlik ibn Cu'şum suretinde gelmiş ve müşriklere: "Bugün insanlar*dan size galebe çalacak hiç kimse yoktur. Ben de sizin komşunuzum." demiş. İki ordu karşılıklı saf tuttuğunda Allah'ın Rasûlü (sa) bir avuç toprak alıp müş*riklerin yüzlerine doğru atmış ve müşrikler arkalarını dönerek bozguna uğramış*lar. İşte o sırada Cibrîl de İblîs'e doğru gelmeye başlayınca bir müşriğin elini tutmuş haldeki İblis hemen elini o müşrikten kurtararak ordusuyla birlikte kaç*maya başlamışlar. Elini elinden kurtardığı müşrik: "Ey Süraka nereye gidiyor*sun? Hani sen bizim komşumuz olduğunu iddia ediyordun!" diye seslenmiş de İblîs "Ben kesinlikle sizden beriyim. Ben, sizin göremiyeceğinizi görüyorum.

Ben Allah'tan korkarım. Hiç şüphesiz Allah ukubeti şiddetli olandır." demiş ki o an, melekleri gördüğü andır.[73]

Bu Sürâka ibn Mâlik suretinde İblîs'in Kureyşlilere ilk göründüğünde he*nüz Mekke'den yola çıkmamışlar. Hattâ çıkıp çıkmamakta tereddüt îçindeymişler. Zira yola çıkacakları zaman Kinâne oğulları ile aralarındaki kin ve düşman*lık akıllarına gelmiş ve biz Muhammed'e karşı çıktığımızda onlar da savunma*sız bıraktığımız Mekke'ye saldırırlar mı acaba diye çıkmakta ayak sürümek-teymişler. İşte o sırada Kinâne'nin ileri gelenlerinden birisi olan Sürâka suretin*de Kureyşlilere görünen İblîs: "Bugün insanlardan size galip gelecek kimse yoktur. Ben de sizin Kinâne oğullarından komşunuzum. Sizi korurum, size ge*lebilecek tehlikeleri de savarım. Hiç korkmayın Kinâne oğullarından size hiçbir zarar gelmiyecektir." diyerek içlerine su serpmiş ve Bedr'e doğru yola çıkmış*lar. İki ordu karşılaştığında ise yine Sürâka suretinde el-Hâris ibn Hişam'ın elinden tutmuş haldeyken gökten meleklerin indiğini görür görmez hemen onun elini bırakıp göğsünden itmiş ve kaçmaya başlamış. Kureyş, Bedr'de yenilip Mekke'ye döndükten sonra: "İnsanlar (Kureyş), Sürâka'nın kaçması üzerine bozguna uğradı." demişler ve bu söz Kinâne oğulları içinde Sürâka'ya ulaşınca: "Vallahi siz bozguna uğrayıp Mekke'ye dönünceye kadar, sizin Bedr'e gidişi*nizden benim haberim bile yoktu." demiş ve ancak müslüman olduktan sonra gözlerine Sürâka olarak görünenin İblîs olduğunu anlamışlar.[74]



49. Hani münafıklar ve kalblerinde bir hastalık olanlar "Bunları dinleri aldatmış" diyorlardı. Halbuki kim Allah'a tevekkül ederse muhakkak ki Allah Azizdir, Hakim'dır.

"Hani münafıklar ve kalblerinde bir hastalık olanlar "Bunları dinleri aldat*mış" diyorlardı..." âyet-i kerimesi hakkında Amir'den rivayette o şöyle diyor: Mekke halkından bazı kimseler müslüman olduklarını söylemişler (İslâm keli*mesini telaffuz etmişler)di. Bunlar Bedr Gazvesinde müşriklerle birlikte Mek*ke'den çıkmışlardı. Müslümanlarla karşılaştıklarında onların azlığını görünce "Bunları dinleri aıdatmış" demişlerdi.[75]

Yine bu âyet-i kerime hakkında Mücâhid de şöyle diyor: "Bunları dinleri aldatmış" diyenler Kureyş'ten bir gruptur. Kay s ibnu'l-Velîd ibnu'l-Muğîra, Ebu Kays ibnu'l-Fâkih ibnu'l-Muğîra, el-Hâris ibn Zem'a ibnu'i-Esved ibnu'l-Muttalib, Ali İbn Ümeyye ibn Halef ve el-Asî ibn Münebbih ibnu'l-Haccâc, Bedr savaşı için Mekke'den hareket eden müşrik ordusuyla birlikte çıktılar. Müslüman olmuş görünmekle birlikte aslında şüphe içindeydiler (bu yeni dine girip girmemekte ve bu dinin ileri gidip gitmiyeceği konusunda) kuşkulu idiler ve onları hicret etmeyip Mekke'de tutan da aslında bu kuşkuları idi. İşte bunlar iki ordu karşılaştığında müslümanların azlığını görünce "Bunları dinleri aldat*mış" demişler[76] ve bu âyet de bunun hakkında nazil olmuştur.v[77]



50. Bir görseydin sen, hani melekler o küfretmiş olanların canlarını alırken yüzlerine ve arkalarına vuruyorlar ve: "Tadın yakıcı azabı, " diyorlardı.

Müfessirler bu âyet-i kerimenin de özellikle yukarda, Bedr'de mü'minler ordusunun azlığını görerek: "Bunları dinleri aldatmış." diyen, böylece kuşkulan perçinlenip müşrikler tarafında kalan ve bu gazvede mü'minler tarafından öldürülenler hakkında nazil olduğunu kaydetmektedirler.[78]

Yazar:  arsiv [ 02.01.09, 17:08 ]
Mesaj Başlığı:  Re: 008 - ENFÂL SÛRESİ (001-075. Âyetler -İndirilişi-)

008 - ENFÂL SÛRESİ (055-075. Âyetler -İndirilişi-)

55. Allah katında, yeryüzünde yürüyen canlıların en şerlisi hiç kuşkusuz küfretmiş olanlardır. Artık onlar iman etmezler.

56. Onlardan kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra her defasında ahidlerini bozanlar, ki onlar sakınmazlar da;

57. İşte onları savaşta ele geçirirsen onlarla arkalarında ahdi bozacak kimseleri de ürküt. Umulur ki onlar ibret alırlar.

Birçok müfessir bu âyet-i kerimelerin Kurayza oğullan yahudileri hakkında indiğini söylemişlerdir. Hz. Peygamber (sa)'le antlaşma yaptıktan sonra O'na düşmanlık yapmış; müşriklere silâh yardımında bulunmuşlar, sonra da: "Sizinle antlaşmak olduğumuzu unutmuştuk." demişler ve antlaşma yenilenmiş, bu sefer Hendek savaşı günü müslümanlara yine düşmanlık yapmışlar ve düşmanlıkları çerçevesinde reisleri Ka'b, Mekke'ye giderek müşriklerle antlaşma yapmıştı.[79]

Ebu'ş-Şeyh'in Saîd ibn Cubeyr'den rivayetinde o şöyle demiştir: İçlerinde İbnu't-Tâbût'un da bulunduğu altı yahudi hakkında nazil olmuştur.[80]

Her İki rivayette de kendileriyle antlaşma yapılan ve antlaşmaya rağmen müslümanlara düşmanlık edenler yahudiler olmakla iki rivayet arasında ihtilâf yoktur.[81]

58. Eğer bir kavmin hıyanet etmesinden korkarsan sen de onlara karşı aynı şekilde davran. Muhakkak ki Allah, hainleri sevmez.

Mücâhid'den rivayete göre bu âyet-i kerime Kurayza oğullan hakkında inmiştir.[82] Ebu'ş-Şeyh'in İbn Şihâb'dan rivayetinde Hz. Peygamber (sa)'in, Hendek muharebesinden dönüşünde Cibril gelmiş ve: "Ben, düşmanın peşinde iken sen silâhını mı bıraktın? (Silâhlan ve) çık; Allah sana Kurayza o-ğulları ile savaşman için izin verdi." demiş ve işte onlar hakkında bu âyet-i ke*rime indirilmiş.[83]

Yine Mücâhid, 61 ve 62. âyetlerin de yine Kurayza oğullan hakkında nazil olduğunu söylemişse de İbn Kesîr, bu âyet-i kerimelerin, Bedr Gazvesi hakkın*daki âyetlerle aynı siyaka sahip olduğu düşüncesiyle bu kavli şüpheli görmüştür.[84]

63. Ve onların kalblerini birleştirmiştir. Eğer yeryüzmfâc huhman herşeyi sarfetsen yine de onların kalblerini birleştiremezdin, fakat Allah birleştirdi on*ların arasını. Muhakkak ki Allah Azız'dir, Hakîm'dir.

Abdullah ibn Mes'ûd'dan rivayette o: Eğer yeryüzünde bulunan herşeyi sarfetsen yine de onların kalblerini birleştiremezdin." âyet-i kerimesi, birbirini sevenler hakkında nazil oldu." Demiştir.[85]

64. Ey O Peygamber, Allah, sana ve sana tâbi olan mü'minlere yeter.

İbn Abbâs'tan rivayette o şöyle demiştir: Rasûlullah (sa)'a 33'ü erkek, 6'sı kadın olmak üzere 39 kişi iman etmişti. Sonra Ömer de müslüman oldu ve sayıları 40'a ulaştı. Bunun üzerine Cibrîl geldi ve "Ey o peygamber, sana Allah ve sana tabi olan mü'minler yeter..." âyet-i kerimesini indirdi.[86] Kuşeyrî'nin kaydettiğine göre âyet, Mekke'de inmiş olmakla birlikte Hz. Peygamber (sa)'in emriyle Medenî olan bir sûrenin içine yazılmıştır.[87] Bu (âyet-i kerimenin Hz. Ömer'in İslâmı üzerine nazil olduğu), Saîd ibnu'l-Museyyeb ve Saîd ibn Cubeyr'den de rivayet edilmiştir.

Ancak âyet-i kerime ve içinde bulunduğu sure medenî, Hz. Ömer'in müslüman olması ise Mekke'de olduğuna göre âyet-i kerimenin Hz. Ömer'in İslâm'a girmesi üzerine inmiş olması doğrusu çok şüphelidir.[88] Bu İbn Abbâs rivayetine metni itibariyle de itiraz edilmiştir: Bu rivayette Hz. Ömer'in, İslâm'a girenlerin kırkıncısı olduğu ifade edilmektedir. Zaten avam arasında yaygın olan söylenti de budur. Ancak bu, tarihî vakıalara mutabık değildir. Bir kerre Hz. Ömer'in İslâm'ı kabulü, Habeşistan'a hicretten sonradır. İbn İshak, Habeşistan'a hicret eden müslümanların sayısının, yanlarında götürdükleri küçük çocuklar ve Habeşistan'da doğanlar hariç olmak üzere 83 kişi olduğunu söylemektedir. Mekke'de kalanlar bir yana sırf Habeşistan'a hicret edenler 83 kişiyse Hz. Ömer nasıl 40'ıncı müslüman olur? Nitekim Kelbî de âyet-i kerimenin çölde Bedr Gazvesinde, savaştan önce nazil olduğunu söylemiştir.[89] Ayetin zahiri Muhacirler ve Ansara şamil görünmekteyse de Zuhrî'den rivayete göre Ansar hakkında nazil olmuştur.[90]

65. Ey o peygamber, müzminleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi bulunursa onlar iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar anlamıyan bir toplulukturlar.

66. Simdi Allah sizden hafifletti. Bildi ki sizde muhakkak bir zayıflık vardır. O halde içinizden sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiyi yenerler. Eğer sizden bin kişi olursa Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.

İbn İshak der ki: Abdullah ibn Ebî Necîh kanalıyla Abdullah ibn Abbâs'tan rivayette o şöyle diyor: "Ey o peygamber, mü'minleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi bulunursa onlar iki yüz kişiye galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa kâfirlerden binini yener." âyet-i kerimesi nazil olunca bu müslümanlara ağır geldi ve yirmi kişinin iki yüz kiiiyle, yüz kiiinin bin kişiyle savaşması emrini gözlerinde büyüttüler. Allah Tealâ da onların bu yükünü hafifletti, başka bir âyetle bunu neshetti ve şöyle buyurdu: "Şimdi Allah sizden hafifletti. Bildi ki sizde muhakkak bir zayıflık vardır. O halde içinizden sabırlı yüz kişi olursa iki yüz kişiyi yenerler. Eğer sizden bin kişi olursa Allah'ın izniyle iki bin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir." İbn Abbâs der ki: Düşmanlarının yarısı kadar olduklarında düşmandan kaçmaları onlara yaraşmaz ama yansından az oldukları zaman onlarla savaşmaları vacip olmaz, onlardan uzaklaşmaları ve onlarla savaşı terketmeleri caiz olur.[91] İbn Abbâs'tan gelen bir rivayette birinci âyet-i kerime ile bir zaman, ikinci âyet-i kerime nazil oluncaya kadar müslümanların amel ettikleri ayrıntısına da yer verilmektedir.[92]

67. Yeryüzünde küfrün belini kırıncaya kadar hiçbir peygambere esirleri

olması yaraşmaz. Siz, geçici dünya malını istiyorsunuz, Allah ise âhireti(n sizin olmasını) istiyor. Ve Allah Aziz dir, Hakim 'dir.

68. Eğer Allah 'in geçmiş bir yazısı olmasaydı aldığınız (fidye ya da gani*met) de size herhalde büyük bir azâb dokunurdu.

69. Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş, temiz olarak yeyin...

Hz. Ömer'den rivayette o şöyle anlatıyor: Bedr günü Hz. Peygamber (sa) esirlerden fidye aldı da bunun üzerine Allah Tealâ: "size herhalde büyük bir azâb dokunurdu."ya kadar olmak üzere "Yeryüzünde küfrün belini kınncaya kadar hiçbir peygambere esirleri olması yaraşmaz..." âyetlerini indirdi. Daha sonra Alah Tealâ onlara ganimetleri helâl kıldı.[93]

İbn Ömer der ki: Rasûlullah (sa), Bedr esirlerini ne yapacakları hususunda Hz. Ebu Bekr ile istişare etti. O: "Onlar senin kavmin, aşiretin, ailendir, serbest bırak." dedi. Sonra Hz. Ömer ile istişare etti. O da: "Onları öldür." dedi. Rasûlullah (sa) da onları fidye karşılığı serbest bıraktı ve bunun üzerine "Ganimet olarak aldıklarınızdan helâl ve hoş olarak yeyin"e kadar olmak üzere "Bİr peygambere esirleri olmak yaraşmaz..." âyetleri nazil oldu da Hz. Ömer, Efendimize varıp: "Neredeyse sana muhalefetimiz yüzünden ağır bir imtihana tabi tutulayazdık." Dedi.[94]

İbn Ömer'den gelen bu rivayet, Abdullah ibn Mes'ûd tarafından daha geniş olarak rivayet edilmiştir. O şöyle anlatıyor: Bedr günü esirler getirildiğinde Rasûlullah (sa) ashabı ile istişare edip "Bu esirleri ne yapmamızı uygun görür*sünüz?" diye sordu. Hz. Ebu Bekr: "Ey Allah'ın elçisi, onlar senin kavmin, se*nin aslındır. Onları hayatta bırak ve onlar hakkında teennî ile davran. Kimbilir belki Allah onlara tevbe nasib eder." diye görüş bildirirken Hz. Ömer: "Onlar seni yalanladılar, seni memleketinden çıkardılar. Yürü boyunlarını vur." dedi. Abdullah ibn Revâha ise: "Ey Allah'ın elçisi, bak hangi vadide daha çok odun varsa onları o vadiye topla sonra vadinin ağaçlarını ateşe ver." diyerek Hz. Ömer'in görüşüne destek verdi. (Esirler arasında bulunan amcası Abbâs: "Akra*balarınla ilişkini koparacak mısın?" dedi. Allah'ın Rasûlü (sa) hiç cevap vermeden hane-i saadetlerine girdiler.

Yazar:  arsiv [ 03.01.09, 17:40 ]
Mesaj Başlığı:  Re: 008 - ENFÂL SÛRESİ (001-075. Âyetler -İndirilişi-)

70. "Elinizde bulunan esirlere, "Allah kalblerinizde bir iyilik bu­lursa, size sizden almanın daha hayırlısını verir, sizi bağışlar, Allah bağış­layandır, merhamet edendir" de."



1- Kelbî'nin rivayetine göre bu âyet, Abbas b. Abdulmuttalib, Akil b. Ebî Talib ve Nevfel b. Haris hakkında gelmiştir. Abbas, Bedir Günü esir düşmüştü. Kendi taraftarı olan insanlara yedirmek için kendisiyle beraber Bedir'e yirmi okiyye (yaklaşık 2,56kg.) altın getirmişti, Bedr'e iştirak edenlerin yedirilmesini üstlenen on kişiden birisiydi. Yedirme sırası ona gelmeden esir düştü. Dolayısıyla beraberinde bulunan para Rasulullah (s.a.v.) tarafından alındı. Abbas diyor ki:

"Benden fidye olarak aldığı yirmi ukiyye altını tekrar bana vermesi için Rasulullah (s.a.v.) ile konuştum. Fakat Ali (r.a,) buna yanaşmadı ve:

"Ama bu para bizim aleyhimize olarak müşriklere yardım etmek üzere getirdiğin şeydir. O halde veremeyiz" dedi. Sonra biraderimin oğlu Akil b. Ebî Talib'in fidyesini yirmi ukiyye (yaklaşık 2,56kg.) gümüş olarak bana yükledi. Ben de kendisine:

"Vallahi sen, hayatta kaldığım müddet Kureyş'e vesair insanlara el açıp dile­neceğim bir duruma terk ettin beni" dedim. Rasulullah (s.a.v.):

"Peki, Bedir'e çıkmadan önce karın Ümmü'l-Fadl'a vermiş olduğun altınlar nerede? Hani sen karına:

"Eğer bu se­ferimde başıma bir hal gelirse bu altınlar senin, Abdullah'ın, Fadl'ın ve Kusem'in olsun" demiştin?" buyurdu. Ben de:

"Bunu sen nereden biliyorsun?" dedim. Buyurdu ki:

"Onu bana Allah haber verdi." Dedim ki:

"Şehadet ederim ki gerçekten sen doğrusun. Gerçekten ben altınları ona teslim ederken Allah'tan başka hiçbir kimse buna muttali olamamıştı. Öyleyse ben, şahitlik ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Sen de gerçekten Allah'ın Rasulü'sün." Abbas diyor ki:

"Böylece Allah -âyette de buyurduğu gibi- benden alınandan daha hayırlısını bana verdi. Bana yirmi ukiyye altın yerine, her birisi çok miktarda mal kazanan yirmi köle nasib etti. Fakat ben Rabbim'den mağfiret beklerim.[60]

2- İbnu Abbas'tan (r.a.) Evsat’ta Taberânî rivayet etti. İbnu Abbas (r.a.):

-Abbas:

-Vallahi ayet, Müslüman olduğumu Rasûlullah'a haber verdiğim, ve yanımda bulunan yirmi evkıyenin hesabını bana sormasını istediğim zaman, benim hakkımda indi. Rasûlullah, bana onlara mukabil yirmi köle verdi. Onların hepsi Allah'ın mağfiretini ümit ettiğim şeyle beraber, onun elinde olan benim malımla ticaret yaparlardı, dedi. [61]



73- Kâfir bulunanlar da yekdiğerinin [birbirlerinin] velîleridir! Böyle yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesad olur!



Ebu Mâlik’ten Süddî, ondan İbnu Cerîr ve Ebu Şeyh anlattı. Ebu Mâlik:

-Biri:

-Biz müşrik yakınlarımızı vâris kılarız, dedi. Enfal: 8/73 âyeti indirildi, dedi. [62]



75- O kimseler ki sonradan iman ettiler ve hicret edip sizinle beraber mücâhede yaptılar; bunlar da sizdendir! Bir de erham sahipleri [akrabalar] Allah'ın Kitabı'nda birbirine daha yakındır! Şüphe yok ki Allah her şeyi bilir!



İbnu Zübeyr'den İbnu Cerîr anlattı: İbnu Zübeyr:

-Kişi, sen beni vâris et, ben seni vâris edeyim diye antlaşma yapardı, Enfal: 8/75 âyeti indi, dedi.

Hişâm İbni Urve (r.a.)'nin babasından, Hişam İbni Urve (r.a.): tarikından İbnu Sa'd anlattı. Hişâm'ın babası:

-Rasûlullah, Zübeyr îbni Avvâm ile Ka'b îbni Mâlik'i kardeş yaptı. Zübeyr:

-Ben Uhud harbinde Ka'b'a yara isabet ettiğinde gördüm.ve:

-Eğer ölürse, dünyadan ve ehlinden kesilir, ben ona vâris olurum, dedim. Enfal: 8/75 âyeti indi. Bundan sonra mîras erham ve akrabalara oldu ve kardeşlikteki mîrasçılık kesildi, dedi. [63]









--------------------------------------------------------------------------------

[1] Senedi sahihtir. Ahmed; Müsned: 1/180, İbn Ebi Şeybe: 12/370, Said b. Mansıır: 2689.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 189.

[2] Musannif senedsiz olarak zikretmiş. Ebu Davud; Cihad: 2737, 2738, 2739, Hakim; Müstedrek: 2/326, İbn Cerir: 9/116, Beyhaki; Sünen: ed-Dürr: 3/159; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 189; Rııhu'l - Meani, 9/162; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/401.

[3] Hakim: Müstedrek: 2/326.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 189-190.

[4] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/310-311.

[5] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/311.

[6] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/311.

[7] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/311.

[8] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/313.

[9] Hakim; Müstedrek: 2/327, Suyuti; Lübab: s. 127.

[10] Mürsel hadistir. Suyuti; Lübab: s. 127. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 190.

[11] Taberani; Mu'cem-i Kebir: 3/203, Heysemi; Mecma': 6/84. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 191.

[12] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/315.

[13] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/315-316; Taberi, 13/445; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/401.

[14] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/316.

[15] Nesai; Tefsir: 221, Hakim; Müstedrek: 2/328, İbn Cerir: 9/138, Ahmed; Müsned: 5/431.

[16] İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 191.

[17] Mürsel hadistir. Kelbi zayıftır.

[18] Mürsel hadistir; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 191.

[19] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/317.

[20] Mürsel hadistir. İbn Cerir: 9/146, ed-Dürr: 3/178; İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 192; Âlûsî, Rûhu'l-meânî, 9/19; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/413.

[21] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/318.

[22] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/318.

[23] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/318.

[24] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/320-322.

[25] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/322.

[26] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/322.

[27] İbn Cerir: 9/152.

[28] Buhari; Tefsir: 4648, 4649, Müslim: 37/2796 s. 2154, Suyuti; ed-Durr: 3/180.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 193

[29] İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 193.

[30] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/324.

[31] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/324.

[32] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/324-325.

[33] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/325.

[34] Zayıf hadistir. İbn Cerir: 9/157, ed-Dürr: 3/183.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 193.

[35] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/325-326.

[36] Mürsel hadistir.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 193.

[37] İbn Cerir: 9/159, ed-Dürr: 3/184.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 194.

[38] ed-Dürr: 3/184.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 194.

[39] İbn Cerir: 9/160.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 194.

[40] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/327.

[41] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/327.

[42] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/328.

[43] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/329.

[44] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/330.

[45] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/331.

[46] Senedi zayıftır.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 194.

[47] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/332.

[48] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/332.

[49] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/332.

[50] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/332.

[51] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/332-333.

[52] Bu hadis Ömer b. Hattab (r.a.)ın: "Üç hususta Rabbime muvafakat etlim..." sözüyle uygunluk arzetnıektedir. Bu hadisi Ahmed Müsnedi'nde tahric etmiştir: 1/24.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 195.

[53] Musannif bu hadisi senedsiz zikretmektedir. Oysa Hakim, bu hadisi senedli olarak Müstedrek'te tahric etmiştir: 2/329, Suyuti: ed-Dürr: 3/202.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 195.

[54] Tirmizi; Cihad: 1714, Tefsir: 3084, Ahmed; Müsned: 1/383, Hakim: 3/21, Taberani; Mu'cem-i Kebir: 10/177, Heysemi; Mecma': 6/87.

İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 195-196.

[55] Müslim; Cihad ve Siyer: 58/1758 s. 1383, Ebu Davud; Cihad: 2690, Tirmizi; Tefsir: 3081.

[56] İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 196; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/438.

[57] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/334.

[58] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/334.

[59] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/334-335.

[60] Kelbi zayıftır. İmam Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed el-Vahidi, Esbâb-ı Nüzul, İhtar Yayıncılık: 197; Kurtubi 8/42; Ahmed b. Hanb el-Müsned, 1/353; Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/438-439.

[61] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/335-336.

[62] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/336.

[63] İmam Celaleddin es-Suyuti, Lubabu’n-Nukul Fi Esbabi’n-Nuzul, Fatih Yayınevi: 1/337.

1. sayfa (Toplam 1 sayfa) Tüm zamanlar UTC + 2 saat
Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group
http://www.phpbb.com/