Veliler Ve Kerametleri (Allah'ın Gerçek Mü'min Kullarına İkramlarından Örnekler.)
Bu bölümdeki dört ayet ve sekiz hadis-i şeriften, gerçek mü'minlere ne korku ne de üzüntü olmayacağını, Allah dilerse çok yüksek hurma ağacının tepesinden sallamakla hurmanın dökülebileceğini, Allah dilerse kuluna hiçbir emek sarfetmeden bazı rızıklar verebileceğini, yine Allah isterse üç yüz küsur sene bir mağarada birkaç insanın rahatsız olmadan yaşayabileceklerini, Allah isterse kullarına az bir yemeği bereketlendirip çoğaltabileceğini, Allah tarafından bazı kimselere bazı şeylerin ilham edilebileceğini, Hz. Ömer'in de bunlardan biri olduğunu, gerçek mü'minlerin dua ve beddualarını Allah'ın kabul edeceğini, Allah dilerse toprağın cesetlerden hiçbir şeye zarar veremeyeceğini, yine Allah gerçekten mü'min kullarına bir ışık vererek yollarını aydınlatabileceğini, hiçbir meyvenin bulunamayacağı bir anda Allah'ın gerçek mü'min kuluna her türlü meyveyi ikram edebileceğini öğreneceğiz. [1]
"Unutmayın ki, Allah'a dost ve yakın olanların korkmaları için bir sebep yoktur. Onlar acı ve üzüntü de çekmeyeceklerdir. Onlar iman edip sonra yollarını Allah ve kitabıyla bulmaya çalışanlardır. Onlar için hem bu dünya hayatında, hem de sonraki hayatta müjdeler var. Allah'ın va'dinde asla değişme yoktur. O verdiği sözü mutlaka yerine getirir. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk da budur." (Yunus: 10/62-64)
"Hurma ağacını kendine doğru silkele ki, üzerine olgun, taze hurmalar dökülsün ve sonra da ye iç, doğacak olan bu çocuktan dolayı da, gözün aydın olsun! Ve insanlardan birini görürsen, ona de ki: "Ben, o sınırsız rahmet sahibi için, bir süre konuşmaktan kaçınmaya söz verdim. Bu yüzden bu gün insanlardan hiçbir kimseyle konuşmayacağım." (Meryem: 19/25-26)
"...Zekeriyya ne zaman O'nu mabette ziyaret ettiyse, yanında yiyecekler görür ve sorardı: "Ey Meryem, bunlar sana nereden geliyor?" Meryem: "Bunlar Allah'tandır, Allah dilediğine hesapsız rızık bağışlar" diye cevap verdi." (Al-i İmran: 3/37)
"Madem onlardan ayrıldınız ve Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, sığının mağaraya da Rabbiniz, rahmetiyle bir genişlik versin ve işinizde de size kolaylık sebepleri hazırlasın. Ve yıllarca güneşin doğarken, onların mağarasını sağ taraftan yalayıp geçtiğini, batarken de onlara dokunmadan sol yandan geçip gittiğini ve onların mağaranın genişçe bir bölümünde bulunduklarını görürdün. İşte bu Allah'ın ayetlerinden (kerametlerinden) biriydi." (Kehf: 18/16-17)
Veli: Allah'ın dostu, sevgili kulu, iyi müslüman anlamına gelir.
Keramet: Allah'ın bu tür kullarına ikramıdır ki, başkalarına yapılmayan bu ikram böylesi kullar için yapılır ki Allah'ın bir ikramıdır. Allah'ın peygamberlere yaptığı bu ikramlara ise Mucize denir. [2]
1506. Ebû Muhammed Abdurrahman İbni Ebû Bekr es–Sıddîk radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Suffe ashâbı fakir kişilerdi. Bir keresinde Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: – "İki kişilik yemeği olan (suffe ashâbından) bir üçüncüsünü; dört kişilik yemeği olan da bir beşincisini ve hatta altıncısını yemeğe buyur edip götürsün!" Yahut buna benzer bir tavsiyede bulundu. Ebû Bekir, onlardan üç kişiyi evine getirdi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de on kişiyi alıp götürdü. Ebû Bekir, akşam yemeğini Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in evinde yedi. Yatsı namazı kılınıncaya kadar orada kaldı. Gecenin hayli ilerlemiş bir vaktinde evine döndü. Hanımı ona: – Seni misafirlerinin yanında bulunmaktan alıkoyan nedir? diye sordu. O da: – Vay! Sen onlara hâlâ yemek vermedin mi? diye çıkıştı. Hanımı: – Sen gelmedikçe yemek yemeyeceklerini söylediler, sofra kurduk, yemediler, dedi. (Hadisin râvîsi) Abdurrahman şöyle dedi: Ben ortalıktan kaybolup saklandım. Ebû Bekir bana: – Behey anlayışsız herif! diye bağırdı. Verdi veriştirdi. Sonra hiddetle: – İçinize sinmesin, yiyin. Vallahi ben bu yemekten yemiyeceğim, dedi. (Abdurrahman dedi ki), Allah'a yemin ederim ki, bizim her el uzattığımız lokmanın altından yemek daha artıyordu. Nihayet misafirler doydular. Yemek de ilk getirildiğinden daha fazla olarak ortada duruyordu. Ebû Bekir yemeğe baktı, olduğu gibi duruyordu. Hanımına hitâben: – Bu ne hal? Ey Benî Firâsın kızı! dedi. O da: – Gözümün nuruna yemin ederim ki, yemek şimdi öncekinden üç misli fazladır, dedi. Bunun üzerine Ebû Bekir o yemekten yedi ve ettiği yemini kastederek, "O, şeytandandı" dedi. O yemekten bir lokma aldıktan sonra, geri kalanı Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e gönderdi. Yemek orada sabaha kadar durdu. Bizim ile bir topluluk arasında bir sözleşme vardı. Sözleşmenin süresi bittiği için o topluluk Medine'ye gelmişlerdi. İçlerinden sözcü olarak on iki kişi ayırdık. Her biri ile beraber kaç kişinin bulunduğunu Allah bilir. İşte onların hepsi o yemekten yediler. Buhârî'nin bir rivâyetinde[3] şöyle denilmektedir: (Misâfirlerin, kendisi gelmedikçe yemek yemek istemediklerini öğrenince) Ebû Bekir, o yemekten yemeyeceğine dair yemin etti. Hanımı da o yemedikce yemeyeceğine yemin etti. Misafir veya misafirler de, zaten o yemedikçe sofraya oturmayacağına – veya oturmayacaklarına– yemin etmişlerdi. Bunun üzerine Ebû Bekir: – Başlangıçta yaptığım yemin şeytandandır, haydi buyurun yemeğe, dedi. Kendisi de misafirleri de yediler. Her el uzattıkları lokmanın altından yemek çoğalıyordu. Bunun üzerine Ebû Bekir, hanımına: – Ey Benî Firasın kızı, bu ne hal? dedi. O da: – Gözümün nûruna yemin ederim ki, yemek şimdi, ilk halinden daha fazladır, dedi. Oradakiler yediler, mevcut yemeği Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e gönderdiler. Abdurrahman, Hz. Peygamber'in bu yemekten yediğini haber verdi. Bir başka rivâyette[4] olay şöyle anlatılmaktadır: Ebû Bekir, oğlu Abdurrahman'a; – Ben Hz. Peygamber'in yanına gideceğim. Ben gelinceye kadar misafirlerin hizmetinde bulun, yemeklerini yedirmiş ol, diye tenbihde bulundu. Abdurrahman misafirlere yemek getirdi, "Buyurunuz, " dedi. Onlar: – Bu evin sahibi nerede? dediler. Abdurrahman: – Siz buyurun, yiyin, dedi. Onlar: – Evin sahibi gelinceye kadar biz yemiyeceğiz, dediler. Abdurrahman: – Yemeğinizi lutfen yiyiniz. Eğer babam geldiğinde siz yemek yememiş olursanız, bana darılır, kızar, diye ısrar ettiyse de misafirleri yemeye ikna edemedi. (Abdurrahman diyor ki) babam geldiğinde bana fenâ halde çıkışacağını bildiğim için o gelince hemen savuşup bir yere gizlendim. – Misafirlere ne yaptınız? diye sordu. Durumu haber verdiler. Bunun üzerine: – Abdurrahman! diye bana seslendi. Cevap vermedim. Sonra yine: – Abdurrahman! diye bağırdı. Ben yine ses vermedim. Bu defa: – Behey anlayışsız herif! Sesimi duyuyorsan, Allah aşkına gel, dedi. Ben de yanına gelip: – Benim kusurum yok, istersen misafirlere sor, dedim. Misafirler: – Abdurrahman doğru söylüyor, bize yemek getirdi ama biz yemedik, dediler. Bunun üzerine: – Demek beni beklediniz! Ben de bu gece bu yemeği yemiyeceğim işte! dedi. Onlar: – Allaha yemin ederiz ki sen yemezsen, biz de yemeyiz, dediler. Ebû Bekir: – Allah iyiliğinizi versin! Size ne oluyor ki, yemeğimizi kabul etmiyorsunuz? Haydi buyurun yemeğe! dedi. Yemek geldi, babam elini koydu, besmele çekti, "Kızgınlığımdan ötürü başta ettiğim yemin şeytandandır" deyip yemeği yedi, misafirler de yediler.[5]
1507. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Sizden önce yaşamış ümmetler içinde kendilerine ilham olunan kimseler vardı. Şayet ümmetim içinde de onlardan biri varsa, hiç şüphesiz o Ömer'dir."[6] * (Müslim, Fezailu's-Sahabe, 24)'de Hz. Ömer'in şu sözü geçer: "Rabbime üç konuda muvafık düştüm. Makamı İbrahim, örtünme meselesi ve Bedir esirlerine yapılacak muamele." Bu konulardaki ayetler Hz. Ömer'in görüşüne uygun inmesine rağmen, Hz. Ömer edebinden dolayı "Ben muvafık düştüm" demektedir. İhtimal ki kendisi için en önemli olanları bunlar olduğu içindir. İbni Hacer bu uygunluğun on beşine vakıf olduk demesi, Suyuti'nin ise bunu yirmi bire çıkarması, bunun çok olduğunu gösterir. Bu kıssaları sıralamak gerekirse, 1. Makamı İbrahimde tavaftan sonra iki rekat namaz kılmak, 2. Hicab yani örtünme meselesi Ahzab: 33/33 ayeti 3. Bedir esirleri hakkında yapılacak muamele (Enfal: 8/68) 4. Münafıkların liderinin cenaze namazını kılmaması gerektiği meselesinde (Tevbe: 9/84) 5. İçkinin haram kılınmasıyla alakalı (Maide: 5/90) ayeti 6. Mü'minun: 23/2-14. ayetlerinin sonu 7. Hz. Aişe'nin iftiradan uzak oluşuyla alakalı Nur: 24/16 ayeti 8. Nisa: 4/65 ayetinde 9. Bakara: 2/98 ayeti. Hz. Ömer'in görüşüne uygun düştü. Bu konuda hadis kitaplarının Menakıbu'l-Ensar ve Fedailu's-Sahabe bölümleriyle Tecrid terc. 2/346'ya bakılabilir. [7]
1508. Câbir İbni Semüre radıyallahu anhümâ dedi ki; Kûfeliler(in bir kısmı vâli) Sa'd İbni Ebû Vakkâs'ı (halife) Ömer İbnu'l–Hattâb radıyallahu anh'e şikâyet ettiler. Ömer de Sa'd'ı vâlilikten azledip Ammar İbni Yâsir'i Kufeye vâli tayin etti. Kûfeliler Sa'd hakkındaki şikâyetlerini, "Sa'd namaz kıldırmasını bile bilmiyor" demeye kadar vardırmışlardı. Ömer, adam gönderip Sa'd'ı Medineye getirtti ve: – Ey Ebû İshak! Bu adamlar senin namaz kıldırmayı bile bilmediğini iddia ediyorlar, dedi. Bunun üzerine Sa'd: – Allaha yemin ederim ki ben onlara Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in namazı gibi namaz kıldırdım; ondan hiçbir şeyi eksik bırakmadım. Yatsı namazını kıldırırken ilk iki rek'atte uzunca ayakta durur, son iki rek'ati de hafif tutarım, dedi. Ömer: – Senden bizim beklediğimiz de aslında budur, Ey Ebû İshak, dedi. Sonra, (durumu bir de yerinde araştırmak üzere) Sa'd ile birlikte bir veya birkaç adamı Kûfeye gönderdi. Görevli kişi Kûfelilerden Sa'd'ın durumunu soruşturdu, bütün mescidlere gidip cemaata Sa'd'ı sordu. Onlar da Sa'd hakkında hep övgü dolu sözler söylediler. En sonunda Absoğulları mescidine gitti (ve herkesi Sa'd hakkında bildiklerini Allah için söylemeye davet etti). Onlar arasından Ebû Sa'de Üsâme İbni Katâde kalktı ve şöyle dedi: – Mâdem ki bize Allah adını verdin, söyliyeyim: Sa'd, askerle birlikte harbe gitmez, mal taksiminde eşitliği gözetmez, adâletle hükmetmez, dedi. Bunun üzerine Sa'd şöyle dedi: – (Madem ki sen böyle dedin) Ben de senin hakkında vallahi üç dilek dileyeceğim: Allahım, senin bu kulun bu söylediklerinde yalancı ise, sen onun ömrünü uzat, fakirliğini artır ve kendisini fitnelere çarptır. Sonraları Üsâme'ye hali sorulduğunda: – Kocamış, fitneye uğramış zavallı bir ihtiyarım ben. Sa'd'ın bedduasına tutuldum, diye cevap verirdi. Hadisi, Câbir İbni Semüre'den rivayet eden râvi Abdülmelik İbni Umeyr şöyle der: Daha sonraki zamanlarda o kişiyi ben de gördüm. Yaşlılıktan dolayı kaşları gözlerinin üzerine düşmüş olduğu halde yollarda rast geldiği kız çocuklarına sataşır, onları çimdiklerdi.[8] * Allah dilerse sevdiği bir kulunun da dua veya bedduasını kabul eder ve o kuluna böylece de ikramda bulunur. [9]
1509. Urve İbni'z–Zübeyr'den rivayet edildiğine göre Ervâ Binti Evs, kendi arazisinden bir parçayı gasbettiği iddiasıyla Saîd İbni Zeyd İbni Amr İbni Nüfeyl İbni'l–Hakem radıyallahu anh'ı (Medine vâlisi) Mervân İbnü'l–Hakem'e şikâyet etti. Bu şikâyet üzerine Saîd: – Ben bu konuda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söylediklerini dinledikten sonra, onun hakkını üzerime geçirir miyim hiç! dedi. Mervân: – Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den ne duydun? diye sordu. O da: – Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in, "Kim haksız olarak bir karış yer alırsa, o yerin yedi katı o kişinin boynuna dolanır" buyurduğunu işittim, dedi. Bunun üzerine Mervân Saîd'e hitâben: – Artık senden, bundan başka delil istemiyorum, dedi. Dâva bu noktaya gelince Saîd: – Allahım! Eğer bu kadın yalancı ise, sen onun gözünü kör et, kendisini de o arazisinde öldür! diye beddua etti. Urve dedi ki, kadın ölmeden önce gözleri kör oldu ve bir gün o dâva konusu yerde gezinirken bir çukura düşüp öldü.[10] Müslim'in, Muhammed İbni Zeyd İbni Abdullah İbni Ömer'den bir rivayeti de aynı mânadadır. Râvi Muhammed, o kadının kör olduğunu, Saîd'in bedduasına uğradım diyerek duvarlara tutuna tutuna yürüdüğünü görmüş ve o kadının, dâva konusu arazisindeki bir kuyuya düştüğünü ve kabrinin o kuyu olduğunu haber vermiştir.[11] * Allah dilerse sevdiği bir kuluna ikram olmak üzere dua veya bedduasını kabul eder de o kuluna ikramda bulunmuş olur. [12]
1510. Câbir İbni Abdullah radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Uhud Harbi'nden önceki gece babam beni yanına çağırdı ve "Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in sahâbîlerinden ilk öldürelecek kişinin ben olacağımı sanıyorum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hariç, benim için geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin. Borçlarım var, onları öde. Kardeşlerine daima iyi davran" dedi. Sabahleyin babam ilk şehid düşen kişi oldu. Bir başka şehid ile birlikte onu bir kabre defnettim. Sonra onu bir başkasıyla aynı kabirde bırakmayı içime sindiremedim. Altı ay sonra onu kabirden çıkardım. Bir de ne göreyim; kulağı(nın bir kısmı) hariç, tüm vücûdu kendisini kabre koyduğum günkü gibiydi. Onu yalnız başına bir mezara defnettim.[13] * Allah dilerse sevdiği kuluna şehid olacağını bildirir, bu sahabi Abdullah ibni Amr ibni Haram'ın ilk kerameti, yani Allah tarafından verilen ilk ikramıdır. İkinci kerameti ise 6 ay geçmesine rağmen cesedinin çürümemesidir.[14]
1511. Enes radıyallahu anh şöyle dedi: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'in ashâbından iki kişi karanlık bir gecede Peygamber aleyhisselam'ın yanından çıktılar. Önlerinde meş'ale gibi iki ışık peydâ oldu. Birbirlerinden ayrılınca da evlerine varıncaya kadar herbirinin yolunu bir ışık aydınlattı.[15] * Bu ışık işi bu iki sahabe ile sınırlı değildir. Tüm kabilesinin İslam'a girmesine vesile olan Tufeyl ibni Amr ed-Devsî, peygamberimizin "Allahım ona bir alamet ver" duası neticesinde iki kaşı arasında meydana çıkan bir nur onun yolunu aydınlatmıştır. İnsanlar bunu bir hastalık kabul ederler, yüzümde olmasın isteği üzerine bu nur elindeki bastonuna geçmiş ve kendisi zünnur nurlu kimse diye anılır olmuştur. Yine aynı şekilde, Katade ibni'n-Numan, Ebu Ubeys el-Evsi, Hamza ibni Ömer el-Eslemi isimli sahabilerin de bu tür ışık kerametleri hadis kitaplarımızın Menakıbu'l-Ensar ve Fezailu's-Sahabe bölümlerinde aktarılır. [16]
1512. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başlarına Medineli Âsım İbni Sâbit'i komutan tayin ettiği on kişiden oluşan bir kâfileyi (irşad ve istihbârât için) görevlendirdi. Kâfile Usfân ile Mekke arasında bulunan Hüdât denilen yere ulaştı. Bunların hareketi (müşriklerce), Hüzeyl'in bir kolu olan ve Lihyân oğulları denilen kabileye haber verilmişti. Lihyân oğulları yüze yakın okçudan oluşan bir grupla onları takibe aldılar. Âsım ve arkadaşları izlendiklerini farkedince, kendilerini savunabilecekleri yüksekçe bir yere sığındılar ama düşman da onların çevresini sardı ve: – İnin aşağı, elinizdeki silahları bırakıp teslim olun. Söz veriyoruz hiç birinizi öldürmeyeceğiz! dediler. Bunun üzerine Âsım İbni Sâbit: – Arkadaşlar! Ben, bir kâfirin sözüne güvenerek aşağı inmem, dedi. Allahım, durumumuzu Peygamberine bildir, diye dua etti. Bunun üzerine düşmanlar, Âsım'ı (ve komutasındaki altı kişiyi) oka tutup şehit ettiler. İçlerinden üç kişi, Hubeyb, Zeyd İbni Desine ve bir kişi daha verilen söze güvenerek inip teslim oldular. Müşrikler bu üç kişiyi ellerine geçirince, yay tellerini çıkarıp onları kıskıvrak bağlamaya kalktılar. Durumu gören üçüncü kişi: –Bu bize yapılan ilk kalleşliktir. Vallahi size aslâ teslim olmayacağım. Şu şehitler bana güzel bir örnektir, diye direndi. Onu zorla sürükleyip götürmek istediler ise de şiddetle karşı koydu. Bunun üzerine onu da şehit ettiler. Hubeyb ve Zeyd İbni Desine'yi götürüp Bedir Gazvesi sonrasında Mekke'de sattılar. Hubeyb'i, Bedir Gazvesi'nde öldürdüğü Hâris İbni Âmir İbni Nevfel İbni Abdimenâf'ın oğulları satın aldı. Hubeyb, kendisini öldürmeye karar verdikleri güne kadar onların elinde esir olarak kaldı. Bu esâret günlerinde Hubeyb, etek traşı olmak için Hâris'in kızlarından birinden bir emânet ustura istedi, o da verdi. Bir ara kadının gafletinden yararlanan küçük çocuğu, Hubeyb’in yanına sokuldu. Hubeyb'in elinde ustura olduğu halde çocuğu dizine oturttuğunu görünce kadın, son derece telaşlandı. Durumu sezen Hubeyb: – Çocuğu öldüreceğimden mi endişeleniyorsun? Ben böyle bir şey yapmam! dedi. Kadın dedi ki: Allah'a andolsun ki ben hayatımda Hubeyb'den daha iyi bir esir görmedim. Vallahi ben onu, zincire bağlı olduğu ve Mekke'de hiç bir meyvenin bulunmadığı bir gün taze üzüm yerken gördüm. Bu, Allah'ın Hubeyb'e lutfettiği bir rızıktı. Hâris'in oğulları onu öldürmek için Harem bölgesinin dışına Hill denilen yere çıkardıkları zaman Hubeyb onlara: – Müsaade edin de iki rek'at namaz kılayım, dedi. Bıraktılar. Hubeyb iki rek'at namaz kıldı ve sonra “Allaha yemin ederim ki, ölümden korktuğumu zannetmeyeceğinizi bilsem, bu namazı daha fazla kılardım” dedi ve “Allahım! Bunların her birini tek tek mahvet, birer birer canlarını al, hiç birini sağ bırakma!” diye dua edip şu beyitleri okudu: Müslüman olarak öldükten sonra, Nasıl öldüğümü asla dert etmem. Bunların hepsi elbette Allah uğrunda; Dilerse O, pek kolaydır, parçalanmış vücûdumla rahmete ermem! Böylece Hubeyb, idam edilecek her müslümanın iki rekat namaz kılması âdetini başlatan kişi oldu. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, düşman tarafından kuşatıldıkları gün bu on kişilik müslüman kafilesinin başına gelenleri ashâbına anında bildirmişti. Âsım İbni Sâbit'in şehit edildiğini haber aldıkları zaman Kureyş'in bazı ileri gelenleri, (Bedir savaşında) kendilerinden birini öldürmüş olması sebebiyle onu tanımaya yarayacak bir parçasını getirmek üzere adamlar yolladılar. Bunun üzerine Allah, Âsım'ı korumak için bir arı sürüsü gönderdi. Bu arı bulutu Âsım'ın cesedini kapladı. Kureyşin adamları, onun nâşından hiç bir şey koparmaya imkân bulamadılar.[17]
1513. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Ömer radıyallahu anh, herhangi bir şey hakkında "Ben şöyle düşünüyorum" dedi mi, o şey gerçekten onun düşündüğü gibi neticelenirdi.[18] 1505 no'lu hadise ve açıklamasına bakınız.
* Kitabın müellifi Nevevi der ki: Bu kitabın değişik bölümlerinde velilerin kerameti = Allah'ın sevgili kullarına ikramı konusunda değişik hadisler bulunmaktadır. Mesela: a) Sihirbaz ve rahib arasında gidip gelen genç, (30. Hadis) b) Cüreyc hadisi (261. hadis) c) Kayanın kapattığı mağara kapısı (12. hadis) d) Buluttan falanın bahçesini sula hadisi (562. hadis) bunlardan bir kısmıdır. Bu örnekleri çoğaltmamız mümkündür. [19]
[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 429. [2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 429. [3] Edeb 87. [4] Buhârî, Edeb 88. [5] Buhârî, Mevâkît 41, Menâkıb 25, Edeb 87–88; Müslim, Eşribe 176, 177. [6] Buhârî, Fezâilü'l–ashâb 6; Enbiyâ 54; Müslim, Fezâilü's–sahâbe 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Menâkıb 17. 1511 no'lu hadise bkz. [7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 431. [8] Buhârî, Ezân 95; Müslim, Salât 158–159. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 128; Nesâî, İftitâh 74. [9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 432. [10] Buhârî, Bed'ül–halk 2, Mezâlim 13; Müslim, Müsâkât 139–142. Ayrıca bk. Tirmizî, Diyât 21. [11] Müslim, Müsâkât 138. [12] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 433. [13] Buhârî, Cenâiz 78. [14] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 433. [15] Buhârî, Salât 79; Menâkıbü'l–ensâr 13. [16] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 433. [17] Buhârî, Cihad 170, Meğâzî 10, 28. [18] Buhârî, Menâkıbü'l–ensâr 35. [19] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 435.
YASAKLAR Sakınılması Gereken Şeyler Bu bölümdeki üç ayet ve on yedi hadis-i şeriften müslümanların birbirlerini çekiştirmemeleri gerektiğini, bu işin ölü eti yemek gibi tiksindirici olduğunu, bilinmeyen bir konunun arkasına düşülmemesi gerektiğini, çünkü göz, kulak ve kalbin yaptıklarından sorumlu tutulacaklarını, insanın her söylediği sözün anında mutlaka gözetleyen ve kaydeden bir meleğin bulunduğunu ve kaydettiklerini, müslümanın mutlaka hayır söyleyip yahut susması gerektiğini, en değerli müslümanın başkalarının elinden ve dilinden emniyette olduğu kimse olduğunu, diliyle üreme organını korumaya söz verene Allah Rasulü'nün cennet sözü verdiğini, düşünmeksizin söylenen sözlerden dolayı kişinin cehenneme düşebileceğini, aynı şekilde Allah'ın hoşnud olduğu bir cümle söylemekle de ahiretteki derecenin artacağını, Rabbim Allah'tır diyerek dosdoğru olmanın gerektiğini, Allah'ı hatırlamaksızın geçireceğimiz hiçbir zaman olmadığını, kurtuluş reçetesinin aleyhte olacak şeylerden uzakta kalınmasını, günah ortamlarından uzak durulmasını, günahlarımız için pişmanlık gözyaşları dökülmesini, insanın bütün uzuvlarının dilden şikayetçi olduklarını, dil vasıtasıyla doğrulup yine onunla yamuklaşacaklarını, kişiyi cehennemden uzaklaştırıp cennete sokacak amelin şirke düşmeksizin Allah'a kul olunması, namaz, zekat ve oruçla haccın yerine getirilmesi olduğunu, gece yarısı kılınacak namazın günahları söndüreceğini, namazın ve cihadsız müslümanın müslümanlık olmayacağını, en tehlikeli uzvun dil olduğunu, onun korunması gerektiğini, gıybet edilmemesi gerektiğini, müslümanın müslümana kanı, canı ve namusunun haram olduğunu, insanları çekiştirme ve taklid yapmanın yasak olduğunu, gıybet yapanların kıyametteki cezalarının ne olduğunu öğreneceğiz. [1] "Ey iman edenler! Birbiriniz hakkında yersiz zanda bulunmaktan kaçının, çünkü bazı zan ve şüphe vardır ki, günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın ve birbirinizi arkadan çekiştirmeyin. Biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi? Hayır, siz ondan iğrenirsiniz. Öyleyse adam çekiştirmekten de öylece iğrenin ve yolunuzu Allah'ın kitabıyla bulmaya çalışın. Şüphesiz Allah tevbeleri kabul eden ve acıyandır." (Hucurat: 49/12) "Bilmediğin şeyin ardına düşme, çünkü kulak, göz ve kalp, hepsi sorumludur. Kıyamette sorguya çekilecektir." (İsra: 17/36) "İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, dediklerini zapteden bir melek hazır bulunmasın." (Kaf: 50/18) 1514. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Allah'a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun."[2] * Mü'min ve müslüman olduğunu söyleyen kimse daima insanlara faydalı olandır. Herşeyiyle faydalı olan müslüman diliyle de faydalı olmalıdır, faydalı olmayanlarsa veya zararı olanlarsa da susmalıdır. [3] 1515. Ebû Mûsâ radıyallahu anh şöyle dedi: – Ey Allah'ın Resûlü! Hangi müslüman en üstündür? diye sordum. – "Dilinden ve elinden müslümanların emniyette olduğu kimse" cevabını verdi.[4] * Gerçek müslümanın elinden, dilinden müslümanlar zarar görmezler. Müslümanın yaşantısı ve ahlakı böyledir ve böyle olmalıdır. [5] 1516. Sehl İbni Sa'd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iki budu arasındaki (üreme) organını koruma sözü verirse, ben de ona cennet sözü veririm."[6] * İnsan hayatını büyük ölçüde etkileyen iki organ olan dil ile tenasül uzvu, kendilerine has meşru sınırlar içinde tutulmalı ve kullanılmalıdır. Helal yolda ve sevap işleyecek tarzda kullanılmalarından dolayı cennete girebileceği müjdesi verilmiştir. Bu demektir ki müslümanı cennetten mahrum bırakan iki organ bunlardır. [7] 1517. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre o, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken dinlemiştir: "Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin, doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider."[8] * Bir önceki hadiste de belirtildiği üzere kişi dili vasıtasıyla haram mı helal mı, hayır mı şer mi, kötü mü iyi mi olduğunu bilmediği bir sözü söylemekle Cehennemin doğu-batı arasından daha uzak bir tarafına atılabilir, bu söylediğiyle şirke, küfre, münafıklığa, sapıklığa düşmüş olacağından dolayı, kişi söyleyeceklerini İslamın kitap-sünnet terazisinde tartarak bin düşünüp bir söylemek modeliyle söylemesi uygun olmaktadır. Müslüman her ağzına geleni söylememelidir. Dilini tuttuğu için zarar gören kimse çok azdır, fakat diline hakim olamayıp şirke, küfre, nifaka düşenlerin sayısını tesbite imkan yoktur. Söylenecek sözün Allah'ın rızasını mı yoksa gazabını mı kazandıracağına çok dikkat edilmelidir. [9] 1518. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî salallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kul, Allah'ın hoşnut olduğu bir sözü önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onun derecesini yüceltir. Yine bir kul Allah'ın gazabını gerektiren bir sözü hiç önemsemeksizin söyleyiverir de Allah onu bu sözü sebebiyle cehennemin dibine atar."[10] * Küfür, şirk, nifak ve her türlü sapıklığa götürecek sözleri söylemeleri yüzünden Allah ya bu dünyada veya ahirette mutlaka cezasını verir.[11] 1519. Ebû Abdurrahman Bilâl İbni'l–Hâris el–Müzenî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kul, Allah'ın hoşnut olduğu bir sözü söyler, fakat onunla Allah'ın rızâsını kazanacağı hiç aklına gelmez. Halbuki Allah, o söz sebebiyle, kendisine kavuştuğu kıyamet gününe kadar o kimseden hoşnut olur. Yine bir kul da Allah'ın gazabını gerektiren bir söz söyler fakat o sözün kendisini Allah'ın gazabına çarptıracağını düşünmez. Oysa Allah, o kimseye o kötü söz sebebiyle kendisine kavuşacağı kıyamet gününe kadar gazap eder."[12] * Allah'a ve Allah'ın dinine karşı gelmek suretiyle kişi cehennemin dibine düşeceği gibi çok basit gördüğü bir işinden dolayı Allah'ı razı edebilir. [13] 1520. Süfyân İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi: – Ey Allah'ın Resûlü! Bana kesinlikle yapmam gereken bir iş söyle dedim. Efendimiz: – "Rabbim Allah'tır de, sonra dosdoğru ol!" buyurdu. Ben: – Ey Allah'ın Resûlü! Hakkımda (zararını göreceğimden) en çok endişe ettiğin şey nedir? dedim. Efendimiz, o güzel dilini eliyle tuttu ve: – "İşte budur!" buyurdu.[14] * Bir kelime veya bir cümleyle kişi Allah'ı gazaplandırarak küfre, şirke düşmez. Allah'ı gazaplandırmış olabilir, bu işte sadece dil vasıtasıyla gerçekleşir. İnsanları yüzüstü cehenneme yuvarlayan tek ve küçük organ dildir. [15] 1521. İbn Ömer radıyallahu anhümâ "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" dedi: "Allah'ı anmaksızın çok konuşmayın. Allah'ın zikri dışında çok söz söylemek, kalbi katılaştırır. Katı kalpli olanların ise, Allah'dan en uzak kimseler olduğu kesindir."[16] * Allah ve dinini hatırlatan herşey faydalı ve kişiyi rahatlatır. Onun dışında söylenen diğer sözler kalbi katılaştırıp stres ve bunalımları artırır.[17] 1522. Ebû Hüreyre radıyallahu anh, "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu" demiştir: "Allah kimi, iki çenesi ve iki budu arasındakinin şerrinden korursa, o kişi cennete girer."[18] 1523. Ukbe İbni Âmir radıyallahu anh şöyle dedi: – Ey Allah'ın Resûlü! Kurtuluş (sebebi) nedir? dedim. – "Aleyhine olacak sözlerden dilini tut, evinde kalmayı yeğle, kendi günahın için pişmanlık duyarak göz yaşı dök!" buyurdu.[19] * Müslümanın 24 saatlik nefis muhasebesinde yapacağı işler tekrarlanıyor. [20] 1524. Ebû Said el–Hudrî radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "İnsan sabahlayınca, bütün organları dil'e baş vurur ve (âdeta ona) şöyle derler: Bizim haklarımızı korumakta Allah'dan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz, sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen eğrilir, yoldan çıkarsan biz de sana uyar, senin gibi oluruz."[21] * Günlük hayatın başlama saati olan sabahın erken saatlerinden başlıyarak tüm insanın uzuvlarının kendi aleyhlerine olacak bir söz söylememesi için başvurdukları dilin insan vücudu üzerindeki etkinliğinin temsîlî bir anlatımıdır bu hadis. Dil kalbin tercümanıdır, o sebeple 588 numaralı hadisle açıklanan gerçekle bu hadisin bir zıdlığı yoktur. Çünkü dilin dışarı vurdukları aslında kalpte oluşan karar, arzu ve meyillerden ibarettir. Kalp bedenin reisidir, tüm organları etkiler. Dil kalbin sözcüsüdür. (Müsned III, 198'de "Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz" hadisi bu gerçeği ortaya koymuş oluyor. Kişi sözünün esiridir. Ağızdan çıkan her söz diğer organları da bağlar. Dile hakim olup onu Allah ve Rasulü'nün istediği doğrultuda kullanmak dünya ve ahiret mutluluğu için vazgeçilmez şartlardandır. [22] 1525. Muâz İbni Cebel radıyallahu anh şöyle dedi: – Ya Resûlallah! Beni cennete girdirecek, cehennemden uzaklaştıracak bir iş (amel) söyle bana, dedim. – "Çok büyük bir şey istiyorsun. Ancak bu, Allah'ın kolay kıldığı kişi için pek kolaydır: Hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnızca Allah'a kulluk edersin. Namazı dosdoğru kılarsın. Zekâtı verirsin. Ramazan orucunu tutarsın. Gücün yeter, imkân bulabilirsen haccedersin" buyurdu. Sonra sözüne devamla: "Şimdi sana hayır kapılarını haber vereyim mi?: Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürmesi gibi günahın azâbını söndürür. Kişinin gece yarısı kıldığı namaz da günahı söndürür" buyurdu. Bundan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Korkuyla ve umutla Rablerine kulluk ettikleri için vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez" (Secde: 32/16, 17) âyetini okudu. Daha sonra Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu: – "Sana bütün işlerin başını, ana direğini ve doruk noktasını bildireyim mi?" Ben: – Evet, bildiriniz Ya Resûlallah! dedim. – "İşin başı İslâm, direği namaz, doruğu cihaddır" buyurdu. Sonra: – "Sana bütün bunların kıvamının kendisine bağlı olduğu şeyi (can damarını) bildireyim mi?" dedi. Ben: – Evet, bildir Ya Resûlallah! dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber dilini tuttu ve: – "Şunu koru!” buyurdu. Ben: – Ya Resûlallah! Biz konuştuklarımızdan da sorgulanacak mıyız? dedim. – "Annen yokluğuna yansın ey Muaz! İnsanları yüzüstü cehenneme sürükleyen, ancak dillerinin ürettikleridir!" buyurdu.[23] * İslamsız hiçbir şeyin anlamı ve kıymeti yoktur. Müslümanlar yaptıkları güzel işlerin sonuçlarını güzelce görebilmeleri için dillerini tutmak mecburiyetindedirler. İnsan hem dünyada, hem ahirette sıkıntıya sokan şey, dilinden kontrolsüz dökülen sözlerdir. Dolayısıyla diline dikkat etmelidir. [24] 1526. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: – "Gıybet nedir, bilir misiniz?" – Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber: – "Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır" buyurdu. – Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?" diye soruldu. – "Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa, o zaman ona iftira ettin demektir," buyurdu.[25] 1527. Ebû Bekir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Vedâ haccında Mina'da kurban kesme gününde îrad ettiği hutbesinde şöyle buyurdu: "Bu gününüz, bu ayınız ve bu beldeniz saygı değer ve dokunulmaz olduğu gibi (aranızda) kanlarınız, canlarınız ve namusunuz da saygı değer ve dokunulmazdır. Tebliğ ettim mi?"[26] * Bu sayılanlar sadece müslümana mahsus olan başka din mensuplarında bulunmayan hususiyetlerdir. [27] 1528. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: –Ey Allah'ın Resûlü! Safiyye'nin şöyle şöyle oluşu sana yeter, dedim. –Ravilerden biri, bu sözle Hz. Âişe'nin, onun kısa boylu oluşunu kastettiğini söylüyor–. Bunun üzerine Hz. Peygamber: – "Ey Âişe! Öyle bir söz söyledin ki, eğer o söz denize karışsa idi onun suyunu bozardı" buyurdu. Âişe dedi ki, ben bir başka gün de kendisine bir insanın durumunu takliden hikâye etmiştim. Bunun üzerine de Hz. Peygamber: – "Bana dünyanın en kıymetli şeylerini verseler, ben yine de bir insanı hoşlanmayacağı bir şekilde taklid edip anmayı kesinlikle istemem" buyurdu.[28] * Bir kimseyi hoşlanmayacağı bir şekilde anmak gıybettir. Tek kelimeyle bile olsa gıybet gıybettir, günahı büyüktür. Gıybet sadece sözle değil, el, kol, göz-kaş hareketleriyle de olabilir. Bütün gıybet çeşitleri yasaklanmıştır. (Bkz. Hucurat: 49/12) [29] 1529. Enes radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Mi'raca çıkarıldığımda ben bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim. – Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir? diye sordum." – Bunlar, (gıybet etmek suretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve namuslarıyla oynayanlardır, cevabını verdi.[30] * Kılıç yarası iyi olur. Dil yarası iyi olmaz. Yani tesiri çok uzun zaman kalır. Bu sebeple her müslümanın kanı, malı, canı ve namusu birbirlerine haramdır. Müslümanların dokunulmaz haklarına yapılacak sözlü veya fiili tecavüz büyük suçtur. Bu sebeple gıybet müslümanın hakkına tecavüz sayıldığı için yasaklanmıştır. [31] 1530. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Her müslümanın öteki müslümana kanı, ırzı (namusu) ve malı haramdır!"[32] [1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 435. [2] Buhârî, Edeb 31, 85, Rikak 23; Müslim, Îmân 74, Lukata 14. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Kıyâmet 50. 311-316 ve 706'da geçmişti. [3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 436. [4] Buhârî, Îmân 4, 5, Rikak 26; Müslim, Îmân 64, 65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Tirimizî, Kıyâmet 52, Îmân 12; Nesâî, Îmân 8, 9, 11. Benzeri 310'da geçmişti. [5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 436. [6] Buhârî, Rikak 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 61. Bir benzeri 1520'de gelecek. [7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 436. [8] Buhârî, Rikak 23 ; Müslim, Zühd 49, 50. [9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 436. [10] Buhârî, Rikak 23. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 10; İbni Mâce, Fiten 12. [11] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 436. [12] Muvatta, Kelâm 5; Tirmizî, Zühd 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12. [13] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 437. [14] Tirmizî, Zühd 61; Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12. Bu hadis önceden 85 numarada geçmişti. [15] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 437. [16] Tirmizî, Zühd 62. [17] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 437. [18] Tirmizî, Zühd 61. 1514 nolu hadisin benzeri. [19] Tirmizî, Zühd 61. [20] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 437. [21] Tirmizî, Zühd 61. [22] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 437-438. [23] Tirmizî, Îmân 8. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 12. [24] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 438. [25] Müslim, Birr 70. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23. [26] Buhârî, İlim 9, 37, Hac 132, Tevhîd 24; Müslim, Hac 147, Kasâme 29, 30. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu' 10; Tirmizî, Fiten 6; Nesâî, Kudât 36; İbni Mâce, Menâsik 76, 84, Fiten 2. * Bu sayılanlar sadece müslümana mahsus olan başka din mensuplarında bulunmayan hususiyetlerdir. [27] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 439. [28] Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Kıyâmet 51. [29] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 439. [30] Ebû Dâvûd, Edeb 35. [31] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 439. [32] Müslim, Birr 32. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 18. Bkz. 1529. hadisin açıklamasına. Gıybet Dinleme Yasağı, Gerektiğinde O Toplantıyı Terketme Gereği Bu bölümdeki dört ayet ve üç hadisi şeriften, müslümanın boş söz işittiğinde ondan yüz çevirmesi gerektiğini, kulak, göz ve bütün uzuvların sorumlu olacaklarını, ayetler ve din hakkında ileri geri konuşanların yanında durulmaması gerektiğini, din kardeşinin ırz ve namusunu gıybet edene karşı kim savunursa onun da Allah tarafından cehennemden korunacağını, dış görünüşüyle müslüman olduğu bilinen bir kimseye münafık denemeyeceğini, yine bir müslümanın yüzüne karşı söylenemeyecek bir sözün arkasından da söylenmemesi gerektiğini öğreneceğiz. [1] "Onlar ki, boş ve anlamsız söz işittikleri zaman ondan, yüz çevirip bizim işlediklerimizin hesabı bize; sizin yapıp ettiklerinizin cezası da size ait derler..." (Kasas: 28/55) "Onlar ki boş, anlamsız söz ve işlerden yüz çevirirler." (Mü'minun: 23/3) "Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalb hepsi sorumludur, kıyamette sorguya çekilecektir." (İsra: 17/36) "Şimdi mesajlarımız hakkında ileri-geri konuşan, kimselere rastladığın zaman, bu kimseler başka değişik konulara geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana yapman gerekeni unutturursa, hiç değilse hatırladıktan sonra artık varoluş gayesine aykırı hareket eden böyle bir topluluğun içinde yer alma." (En'am: 6/68) Ayrıca Bkz. Nisa: 4/140. 1531. Ebû'd–Derdâ radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Kim, (din) kardeşinin ırz ve namusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyamet günü o kimseyi cehennemden korur."[2] * Gıybet etmek haramdır, dinlemek de haramdır. Bunun için öyle bir mecliste bulunan kimse gıybet edene engel olmalıdır. Bu hadis gıybeti yapılan müslümanı savunmanın ahiretteki sonucunu bildirmektedir. Müslümanın ırz, namus, haysiyet ve şerefine söz söylememek bir görev, söyletmemek ise ayrıca bir görevdir. Bir müslümanı bu yönde koruyanı Allah da yarın cehennemden korur. Dinimiz böylece insanın haysiyet ve şerefine çok büyük önem vermiştir. [3] 1532. İtbân İbni Mâlik radıyallahu anh'den "Allah'ın Rahmetini Ümit Etmek" bahsinde geçen uzun hadisinde rivayet edildiğine göre şöyle dedi: (Bizim evde) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalkıp namaz kıldırdı. (Namazdan sonra otururken) cemaattan biri: – Mâlik İbni Duhşûm, nerede? dedi. Bir başkası: – O Allah ve Resûlünü sevmeyen bir münâfıktır, dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: – "Öyle deme! Görmüyor musun o, Allah'ın rızasını dileyerek Lâ ilâhe illallah diyor. Rızasını umarak Lâ ilâhe illallah diyen kimseyi Allah, cehenneme haram kılmıştır" buyurdu.[4] 1533. Kâ'b İbni Mâlik radıyallahu anh'den tövbe mâcerasına dair "Tevbe" bahsinde geçen uzunca hadisinde rivayet edildiğine göre şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük'te ashâbı arasında otururken: – "Kâ'b İbni Mâlik ne yaptı?" diye sormuş. Benî Selime'den bir adam: – Ya Resûlallah! Elbiselerine ve sağına soluna bakıp gururlanması onu Medine'de alıkoydu, demiş. Bunun üzerine Muâz İbni Cebel ona: – Ne kötü söyledin! diye çıkışmış, sonra da Peygamber aleyhisselâm'a dönerek: – Yâ Resûlallah! Biz onun hakkında hep iyi şeyler biliyoruz, demişti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise, hiçbir şey söylememiş, sükût etmişti.[5] [1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 440. [2] Tirmizî, Birr 20. [3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 440. [4] Buhârî, Salât 45, 46, Ezân 4, 5, 153, 154, Teheccüd 25, 33, 36, Meğâzî, 12, 13, Et'ime 15, Rikak 6, İstitâbetü'l–mürteddîn 9; Müslim, Îmân 54, 55, Mesâcid 263, 264, 265, Fezâilü's–sahâbe 178. Ayrıca bkz. Nesâî, İmâme 10, 46, Sehv 73; İbni Mâce, Mesâcid 8. [5] Buhârî, Meğâzî 79; Müslim, Tevbe 53. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsiru sûre (9). Bu hadis 21 numarada geniş olarak geçmişti, oraya bakınız. Gıybetin Mübah Olabileceği Haller Bu bölümdeki beş hadis-i şerif ve İslamın bu konudaki hükümlerinden zulüm gören kimsenin zulüm gördüğü kimseyi şikayet etmesinin gıybet olmayacağını, kötülüğün önlenmesi için yardımlaşılırken bunun bu kötülüğünü önleyelim denilmesi, dünürlük, ortaklık, komşuluk vb. işlerde danışılan kimsenin bildiğini gizlememesi öğüt ve nasihat maksadı güdülen tavsiyelerin hepsinde günahkarlığı ve bid'atçiliği açık olan kimsenin içinde bulunduğu halleri söylemek, bir de tarif için topal, aksak, şaşı diyerek tanıtma yollarının gıybet sayılmayacağını öğreneceğiz. [1] 1534. Âişe radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre bir adam Hz. Peygamber'in yanına girmek için izin istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: – "Kabilesinin kötü adamıdır ama, izin verin ona" buyurdu.[2] 1535. Yine Âişe radıyallahu anhâ'dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Falan ve falanın dinimizden birşey bildiklerini sanmam."[3] 1536. Fâtıma Binti Kays radıyallahu anhâ şöyle dedi: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e geldim ve: – Ebü'l–Cehm ve Muâviye İbni Ebû Süfyân beni istiyorlar (ne dersiniz) dedim. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: – "Muâviye malı olmayan fakirin biridir. Ebü'l–Cehm ise, sopasını omuzundan indirmez" buyurdu.[4] Müslim’in bir rivâyetinde “Ebu’l–Cehm, kadınları çokca döven biridir” ifadesi bulunmaktadır. * Mübah olan yani söylenebilen gıybet türü şu yollarda caizdir: 1. Zulme uğrayanın kendisine yardımcı olabilecek kimseye yapılan açıklama, 2. Kötülüğün önlenmesi için yetkililere o işten alıkonulması için haber vermesi, 3. Müslümanı şerden sakındırmak ve iyiliğini istemek için nasihat, 4. Fasık ve bid'atçılığı açık olan kimsenin durumunu anlatmak ve ihbar için, 5. Bir insanı tarif edebilmek için kör, şaşı, topal, çolak vb. ifadeler, 6. Dünürlük, ortaklık, komşuluk vb. işlerde doğru bildiğini söylemek, 7. Hadis ravisi durumunda olan bir kimsenin durumunu ihbar etmek veya dini bid'atçı bir kimseden öğrenmeye çalışan talebeye nasihat ederek o kimsenin durumunu söylemek gıybet sayılmaz. 8. Müslümanları uyarmak ve muhtemel zararlardan korumak maksadıyla bazı kimseler hakkında bazı bilgileri açıklamak da gıybet sayılmaz. 9. Peygamberimiz 1533 nolu hadis ile din hakkında bilgisi olmayanların halkı yanıltmasını önleyici açıklama yaptığını da görüyoruz. 1534 nolu hadiste ise dünürlük yapan bir kimsenin gerçek bildiği yönünü bildirmesi gerektiğini öğreniyoruz. [5] 1537. Zeyd İbni Erkam radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in maiyyetinde bir sefere çıkmıştık. Müslümanlar büyük bir yokluk ve sıkıntı içindeydi. Asker arasında bulunan Abdullah İbni Übey, yandaşlarına: – Allah'ın elçisinin çevresindekilere sakın bir şey vermeyin ki, onu terketsinler. Eğer Medine'ye dönersek, güçlü olanlar güçsüzleri oradan mutlaka çıkarıp atacaktır, dedi. Ben de gidip bu olayı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e haber verdim. Peygamber aleyhisselâm Abdullah'a adam gönderip durumu soruşturdu. O böyle bir söz söylemediğine dair yemin üstüne yemin etti. Bunun üzerine sahâbîlerden bazıları "Zeyd, Hz. Peygamber'e yalan söyledi" dediler. Allah Teâlâ, benim doğru söylediğimi tasdik eden "Münâfıklar sana geldikleri zaman…" diye başlayan Münâfıkûn sûresi'ni Nebî sallallahu aleyhi ve selleme indirinceye kadar, onların bu sözlerinden dolayı son derece üzüldüm. Daha sonra, Hz. Peygamber kendilerine istiğfar etmek için onları davet etti, fakat onlar buna da yanaşmadılar.[6] * Münafikun suresinin sebeb-i nüzulu olan bu hadise Zeyd'i tasdik edip münafıkların kesin yalan söylediklerini haber veren bu sure gelince, peygamberimiz Zeyd'i çağırıp kulaklarını okşayarak, "Allah kulaklarını doğruladı" buyurmuştur. Cephede ve diğer zamanlarda İslam ordusu aleyhindeki söz ve faaliyetleri komutana haber vermek gereklidir. Münafıklığı belli olan kimselerin söz ve davranışlarını yetkililere ulaştırmak gıybet değildir. [7] 1538. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi: Ebû Süfyân'ın hanımı Hind, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem'e: – Ey Allah'ın Resûlü! Ebû Süfyân çok cimri bir adam. Onun haberi olmadan benim aldığım dışında bana ve çocuğuma yetecek derecede bir şey vermiyor. (Benim bu yaptığım doğru mu? ) dedi. Hz. Peygamber de: – "Örfe göre kendine ve çocuğuna yetecek kadar al!" buyurdu.[8] * Bir durum hakkında fetva almak veya o işte ne yapılacağını öğrenmek için bir kimseyi içinde bulunduğu vasıflarla anmak da gıybet değildir. Ailenin reisi örfe göre hanımının ve çocuklarının nafakasını temin etmekle yükümlüdür. [9] [1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 441. [2] Buhârî, Edeb 38, 48; Müslim, Birr 73. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 5. [3] Buhârî, Edeb 59. [4] Müslim, Talâk 36. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 39; Tirmizî, Nikâh 38; Nesâî, Nikâh 22. [5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 441-442. [6] Buhârî, Tefsîru sûre (63), 1; Müslim, Sıfâtü'l–münâfıkîn 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (63). [7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 442. [8] Buhârî, Büyû' 95, Nafakât 4, Menâkıbü'l–ensâr 23; Müslim, Akdiye 7, 8, 9. Ayrıca bk. Nesâî, Kuzât 31; İbni Mâce, Cihâd 13. [9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 442. İnsanlar Arasında Söz Taşımanın Yasaklığı Bu bölümdeki iki ayet ve üç hadisten; laf taşıyanlara itaat edilmemesi gerektiğini, her söylenmekte olan sözün mutlaka kaydedilmekte olduğunu, laf taşıyanların cennete giremeyeceklerini ve bu yüzden kabir azabı çeken kimseler olduğunu öğreneceğiz. [1] "O halde itaat edip uyma çok yemin edip duran alçaklara, ayıp arayan kovuculukla söz getirip götürenlere, hayra engel olan saldırgan günahkarlara..." (68 Kalem, 10-12) "İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen ve dediklerini kayda geçiren bir melek bulunmasın." (50 Kaf, 18) 1539. Huzeyfe radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Koğuculuk yapan cennete giremez."[2] * İnsanların arasını bozmak için laf götürüp getiren kimsenin asla cennete giremeyeceği böyle bir ahlaki düşüklüğün müzevircilik ve koğuculuğun ne kötü bir düşük ahlak olduğu belirtilmektedir. [3] 1540. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanından geçmekte olduğu iki mezar hakkında şöyle buyurdu: – "Bu ikisi, kendilerince büyük olmayan birer günahtan dolayı azâb görüyorlar. Evet, aslında (günahları) büyüktür. Biri koğuculuk yapardı. Diğeri ise, idrarından sakınmaz, iyice temizlenmezdi."[4] * Koğuculuk yapanın mezarda da rahat olmayıp azablandırılacağı beyan edilen bu hadiste görülen azabın kendilerince büyük olmadığını, fakat gerçekten büyük olduğunu Peygamberimiz bildirmiştir. Bugün pekçok müslüman işledikleri günahları küçük görüyorlar. Bir iki damla değil mi, ne olacak diye küçümserler. Bir iki söz değil mi, ne çıkar bundan diye davranırlar. Nur: 24/15'de belirtildiği gibi Hz. Aişe validemize iftira edilmesi dolayısıyla bazı müslümanların yaptıklarını önemsiz saymalarını halbuki bu ayetle büyük bir suç işlendiğinin bildirilmesi de bu gerçeği hatırlatır. İnsanlar küçük görecekleri, değer vermedikleri bazı şeyler dolayısıyla azaplandırılıyorlar. [5] 1541. İbni Mes'ud radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: – "Size el–adh kelimesinin ne demek olduğunu söyleyeyim mi? O, insanların arasını bozmak için laf taşımak demektir."[6] [1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 443. [2] Buhârî, Edeb 49, 50; Müslim, Îmân 168, 169, 170. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 33; Tirmizî, Birr 79. [3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 443. [4] Buhârî, Vudû 55, 56, Cenâiz 82, Edeb 49. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tahâret 11; Tirmizî, Tahâret 53; Nesâî, Tahâret 26, Cenâiz 116; İbni Mâce, Tahâret 26. [5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 443. [6] Müslim, Birr 102. İdarecilere Söz Taşıma Yasağı Bu bölümdeki ayet ve hadisten idareci ve yönetici durumda olan kişilere ispiyonculuk yapmanın hoş karşılanmadığını öğreneceğiz. [1] "...Kötülüğü ve düşmanlığı artırmada yardımlaşmayın..." (Maide: 5/2) 1542. İbni Mes'ûd radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Ashâbımdan hiç kimse, bir diğeri hakkında hoşlanmayacağım bir şeyi bana ulaştırmasın. Zira ben, gönül huzuru ile sizin yanınıza çıkmak istiyorum."[2] * İdareci durumunda olan kişiye umuma aid düzeltilmesi gerekli aksaklıkların duyurulması gerekir, burada yasaklanan husus tek kişi veya kişilerin durumlarıyla alakalı hususlar idareci durumunda olan kişiye ulaştırılırsa idareci gönül huzuru açısından rahat olamayacağını, halbuki onların toplumun karşısına rahat bir şekilde çıkmasının esas olduğunu ortaya koymaktadır Bu hadisten bazı alimlerimiz Rasûlullah (s.a.v.)'ın ashabından razı olarak dünyadan ayrılmak istediği, onlardan hiçbirine karşı içinde bir kırgınlık bulunmamasını arzu ettiği anlamını çıkarmışlardır. Doğması muhtemel bir kötülük söz konusu olmadıkça halkın işlerini yöneticilere ulaştırmak doğru değildir. [3] [1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 444. [2] Ebû Dâvûd, Edeb 28; Tirmizî, Menâkıb 63. [3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 444. İki Yüzlülüğün Kötülenmesi Bu bölümdeki bir ayet ve iki hadis-i şeriften insanların iki yüzlülüklerini herkesten gizleyebileceklerini, fakat Allah'tan gizlemelerinin mümkün olmadığını, insanların da madenler gibi cins cins değişik karakterlerde olduklarını, en kötü insanların iki yüzlü kimseler olduğunu, idarecilere yanlarında başka türlü, yanlarından çıkınca başka türlü konuşmanın Rasûlullah (s.a.v.) zamanında nifak alameti sayıldığını öğreneceğiz. [1] "Onlar yaptıklarını insanlardan gizleyebildiler ama Allah'tan gizleyemezler. Çünkü gecenin karanlığında Allah (c.c.)'ın razı olmadığı düşünce ve inançları her ne zaman tasarlasalar, Allah onların yanı başındadır ve Allah onların tüm yaptıklarını ilmiyle kuşatır. Sizler belki bu dünya hayatında onları savunabilirsiniz, ya kıyamet günü kim onları Allah'a karşı savunacak, kim onların vekili olacaktır." (Nisa: 4/108-109) 1543. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Siz insanları madenler (gibi cins cins) bulursunuz. Onların Câhiliye döneminde hayırlı ve değerli olanları, şayet dini hükümleri iyice hazmederlerse İslâmiyet devrinde de hayırlıdırlar. Siz yine en hayırlı kişileri, yöneticilik işinden hiç hoşlanmayanlar olarak bulursunuz. Siz, en kötü kişileri de iki yüzlüler olarak bulursunuz ki onlar, birilerine bir yüzle diğerlerine bir başka yüzle gider gelirler."[2] 1544. Muhammed İbni Zeyd'den nakledildiğine göre bazı kişiler, dedesi Abdullah İbni Ömer radıyallahu anhümâ'ya gelip: – Biz idarecilerimizin yanına girer ve onlara karşı, oradan çıktığımız zaman söylediklerimizin tam tersi sözler söyleriz, dediler. Bunun üzerine Abdullah İbni Ömer: – Bu sizin yaptığınızı biz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında iki yüzlülük sayardık, cevabını verdi.[3] * İki yüzlü davrananlar insanların en kötüleridir. (4/143) Cehennemde en derinde yanacaklardır. İkiyüzlülük ashab tarafından münafıklık olarak değerlendirilmiştir. Müslüman her zaman ve her yerde mert, doğru sözlü ve dürüst davranışlı olmalıdır. [4] [1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 444. [2] Buhârî, Menâkıb 1; Müslim, Fezâilü's–sahâbe 199. 69'da bir kısmı geçmişti. [3] Buhârî, Ahkâm 27. [4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 445.
_________________ " Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."
En son arsiv tarafından 29.05.09, 20:11 tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
|