Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Ney'in Esrarı - Ender Doğan
MesajGönderilme zamanı: 22.11.10, 22:34 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.09.10, 19:32
Mesajlar: 90
Ney ‘in Esrarı

Ender Doğan



Benim bu benliğim benden değil O Şâh’dan olmuştur
Sudaki Ayı gör dikkatle bak ki mâh’dan olmuştur.

Ney, Farsça’daki Nây kelimesinin muhaffefidir (1), Muhammed isminin Mehmed olarak söylenmesi gibi, tevâzu, daha isminde başlar ki Ney bütünüyle tevazuun, alçak gönüllülüğün sembolü olmuştur. Nây kelimesi Farsça’da olumsuzluk anlamı bildiren ‘yok’ manasına gelir. Bu yönüyle hem kelime ve hem de Sûfi ıstılahındaki karşılığı anlamca mütenâsip düşmüştür. Fenâ erbâbı da kendi varlıklarından soyunup, bütünüyle yok oldukları için onlara ‘Nây’ denilmiştir .(2)

“Kendini yok bil, kemâl ancak budur,
O’nda yok ol, kavuşmak işte budur!..”

Fenâ makamları, farklı mertebelerde değişik özellikler taşır. Halkın fenâsı, Zühd ehlinin fenâsı, Aşıkların fenâsı, ehl-i hakikatin fenâsı başka başkadır. Bazısı dünya lezzetlerini yok sayıp ahiretin yüksek derecelerini ister, bazısı dünya ve ahiret nimetlerini yok sayıp yalnız Allah ile olmak ister. Hakikât ehlinin fenâsı ise, fenâ fiilleri, sıfatları ve özünü gerçek mahbûbun fiilleri, sıfatları ve zâtında yok etmektir.

İnsani hevesler, lezzetler ve nefsin istekleri bütünüyle yok olmalı ki ilahi varlık denizine dalıp ‘Allahın ahlakı ile ahlaklanınız’ emr-ü fermânı’nın sırrına mazhâr olunabilsin.

Sâlik için fenafillah makamı Cenâb-ı Rabbul aleminin bir ihsanıdır, bir lutf-i ilahidir ki Zât-ı Hakiki’nin muhabbeti taşmadıkça bu devlete ulaşmak muhâldir.

‘Allah birşeyi istemedikçe siz isteyemezsiniz.’ (3)

Fuzuli’nin dediği gibi….
‘Aşk odu evvel düşer mâşûka andan âşıka’

Seyr-i sülûk içinde Fenafillah ve Bekabillah mertebelerinden sonra ‘Fena ender fena’ basamağına çıkan zatlara yok olmaları hasebiyle Nây denir, bu da Nây kelimesinin yok olma anlamıyla örtüşmektedir. Yine Fenâ ve Bekâ vasıflarını hâiz erenlere, özü yönüyle Nây denir.

Çünkü bunlar kendi varlığından bütünüyle boşalmıştır. İçi, kin, nefret, buğz, haset, bencillik gibi menfiyyattan temizlenmiş, nefsin heveslerinden arınmıştır. Kendilerinde zuhûra gelen kemâlât, Allah’ın ahlakıdır ve yansımadan başka bir şey değildir. Nây’ın da içi boştur, her türlü pürüzden temizlenmiştir çıkardığı nağmeler kendisinin değil, Neyzenin’dir. Bu benzerlikten dolayı Aşıkların Sultanı Hz. Mevlâna (k.s), Mesnevi-i Şerifleri’nin başında kendisi ve emsali olan zatlara, ‘Nây’ adını takar ve der ki;

Dinle Neyden hikâyet etmektedir
Ayrılıklardan şikâyet etmektedir.

Ney; yüce yaratıcı ile vahdet halinde bulunduğu Neyistan’dan ayrı düştüğü için şikayetlenmekte ve bu ayrılık acılarını hüznengiz nağmesiyle hikaye etmektedir. Kâinatta zerreden kürreye bütün mevcudât, azim bir mûsika-i zikriye ile bu feryâda iştirâk etmektedir.

Nây, dâim neyzenin nefesinden dem vurur, onun elem dolu inleyişi neyzeni anlatır. Özü, kuru bir kamıştır, kendisinden ses sedâ çıkmaz. Ancak neyzenin nefesiyle hayat bulur ve nağme eder.

Bu, dinleyeni teshir eden sadâ’dan manevî kokular husûle gelir, öyle ki o sesin muhatap olduğu bütün ruhlar bu kokunun lezzetinden hüşyâr olurlar.

Bu koku, bildiğimiz kokulardan farklıdır; İbn-i Arabi, koku için kullanılan ‘tiyb’ kelimesinin etimolojisinden söz ederek, ‘tiyb’ın, tab, tabiat, yaratılış, fıtrat anlamlarına sızar, ve buradaki kokunun bir anlamda ruhun ve kişiliğin mührünü taşıdığından söz eder. Yani bu koku, ezeli ruhtan muhatap ruhlara ilahi muhabbeti mayalamaktadır.

İnsanın ilim, irfan, şevk, muhabbet gibi hassaları Rabbin üflediği ruhtandır. ‘’..Sonra ona ruhundan üfledi..’ (4). O üfleme bittiği an insanda ne idrâk ve hareket, ne kemâl ve ne de mârifet kalır, tıpkı kamış parçası gibi.

Lisan-ı haliyle öyle demiyor mu? “Ben dostumun dudağıyla birleştiğimde ne olduğumu anlarsın, beni bilmeyenler bir kamış parçası diye kenara atıverirler….
Dostumun dudağı ile çift olmuşum, bir şey söylemeye kudretim yok, o ne söylerse odur benden zuhûr eden…” Nây’ın ve İnsân-ı Kâmilin yek diğerinin mümessili olduğunu belirtmiş idik, Nay varlığını Hakka vermiş, kendi varlığında Hak teâla’yı söz sahibi yapmıştır. İşte insan-ı kâmilden zuhûr eden söz, hal, fiil her ne varsa cenâb-ı Haktandır.

Şikâyet nedendir?

Hâfız-ı Şirâzi bir gazelinde: “Bir bülbül gördüm, gül yaprağını gagasında tutmuştu. Hazîn hazîn ötüyordu. Ayn-ı visâlde, yâni, gül yaprağı gaganda iken feryâd etmene sebeb ne? diye sordum. Mâşukun cilvesi bize böyle yaptırıyor cevâbını verdi.”

İşte erbâb-ı vüsûlün şikâyet-âmiz hikâyede bulunmaları, uzak bir teşbîh ile, gül yaprağını gagasında tutan bülbülün feryâdı gibidir.

Ney, şu sûretle şikâyet-âmiz hikâyelerde bulunur :
Hâl- âşinâ olanlar, ondan çıkan müessir sesden, ayrılık şekvâsı ve hüzün sadâsı duyarlar.
Aşina olmayanlar dahi bir miktar zevk alırlar.

Şurası bir hakikattir ki ; Bu derûni tefekkür, ancak bu esrâra vâkıf olan ve bu lezzetleri tadan bir sultana aittir. Öyleyse bu vasıflarla donanmış kâmil insan, niçin bu halden şikayetlensin?
Allah’a vasıl olduktan sonra bu ayrılığı hikaye etme ve hicrândan şikâyet etmenin anlamı nedir?. Hem kavuşmuş hem şikayet ediyor…

Eremem valsına lâkin erebilsem de yine
Doyamam vuslatına kendimi hasret bilirim.

Mesnevi Şârihleri bu husûsu şöyle açıklar: İnsan bu zevki şuhud ederken, Dünya denilen şehâdet âlemindedir. Kemâl sahibi de olsa göçmedikçe vücûdu vardır, vücut var oldukça tam bir kavuşma mümkün değildir. (5) Ruhun cesetle bağı varken kemâl üzre vuslat olmaz, bu yüzden şikâyet yerindedir, vuslata ermiş olanlar ayrılıktan şikayet ederler.

Başka bir izaha göre de, kâmil insanın şikâyeti ve ayrılıklardan hikâyeti kendisi için değildir, gaflettekileri uyarmak içindir. Onlar kendilerine mahsus bir üslupla insanlara tavsiyelerde bulunurlar, kendilerini aşağı gösterirler. Ehlullah’ın tavrı budur.

Aşkın kitabı Mesnevi’nin tamamı Ney’i anlatır, aslında bununla bir kainat tasavvurunu, bir varlık bilincini, bir estetik oluşu, bir algılayış biçimini kazandırma maksadı güder. Ney’in hakiki manasını anlayan, derûnuna vâkıf olan kimseler, varlığın özünü ve eşyanın mahiyetini farklı cephelerden görebilme ayrıcalığına sahip olurlar.

Sâni-i Zülcelâl yüce Mevlâmız bizlere, Ney’in esrarına vakıf olmağa müstaid gönüller versin. Muhabbetle….

05-02-2007


1-Hafifleştirilmiş
2-Molla Cami ; (Tercüme-i Şerh-i Dü Beyt)
3-İnsan suresi 30. ayet
4-Secde Suresi 9
5-a.g.e.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye