Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 7 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: "Hat Sanatı İnsanı Dönüştürür!.." / Röportaj: İbrahim KALIN
MesajGönderilme zamanı: 13.06.13, 11:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
Muhammed Zekeriyya: "Hat Sanatı İnsanı Dönüştürür !.."

Röportaj: İbrahim KALIN

------------------

TAKDİM

Muhammed Zekeriyya’yı tanıyanlar, bir güzel insan ile dost olduklarını bilirler. Tebessümü, yumuşak ses tonu, samimiyet dolu bakışları, kalender kişiliği, Zekeriyya’yı birlikte olmaktan güven ve huzur duyduğunuz insanlardan biri kılar. Hattat olduğunu bilmenizin yanısıra yerel bir koroda trombon çaldığını öğrenmeniz yahut marangozluk işlerindeki muazzam el becerisini görmeniz, güzel ahlakı ve sevecen kişiliğinin yanında küçük sürprizlerdir. İslam sanat tarihine olan hakimiyeti, konuşmasının aralarına serpiştirdiği birbirinden ilginç anektodlar, yaşadığı maddi zorluklara karşı gösterdiği Yusuf sabrı, ancak bir ‘muhabbet ehli’nde bulunacak niteliklerdir ve O'nunla oturup konuştuğunuzda böyle bir muhabbet ehlinin yanında olduğunuzu kısa sürede farkedersiniz. Onca uğraş ve becerisinin arasında kendisinin aynı zamanda bir usturlab ustası oluşu, hayretinize hayret katar. Amerika’da, müslüman bir sanatçı olarak kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan Muhammed Zekeriyya hattat olmasının yanısıra, müslüman kimliğinin anlamı üzerinde de düşünmeye çalışan biri. ‘Hattan konuşalım’ dediğimde, ‘Amerika’da İslam konusunu da konuşalım. Hat kadar önemlidir’ demişti. O yüzden aşağıda okuyacağınız mülakat iki bölümden oluşuyor. Birinci bölümde Zekeriyya’nın hattatlığı, ikinci bölümde müslüman bir sanatçı olmasının anlamı üzerinde konuştuk.


Muhammed Zekeriyya şu anda Virginia’daki evinde kurduğu atelyesinde çalışmalarını sürdürüyor. Kağıt ve mürekkep yapımından ebruya, usturlab imalatından tezhibe kadar pek çok işi bir arada ve aynı ustalıkla yapan Zekeriyya, ‘Çifte Vav’ adlı yeni bir hat kürsü başlattı. Bu yılki talebe sayısına ‘Allah bereket versin’ diyor. Türkiye’ye duyduğu sevgi ve muhabbeti, sadece hat kursuna ‘Çifte Vav’ adını vermesiyle sınırlı değil. Hocası Hasan Çelebi ile sürekli yazışıyor; hem de Osmanlıca... Hocasına Amerika’dan, kendisinin hazırladığı aharlı kağıtlar gönderiyor. Her tarafta olduğu gibi burada da insanların -özellikle de müslüman topluluğun- sanata gösterdiği ilgisizlikten şikayetçi Zekeriyya. Fakat sanatına olan bağlılığı, bunun gibi pek çok zorluğu aşacak azim ve iradeyi O'na veriyor. Türk bardaklarında ikram ettiği çayı yudumlarken, bir güzel insanla konuşmanın hazzını yaşıyorum.

Dr. İbrahim KALIN

---------------------


‘Hat Sanatı İnsanı Dönüştürür’



İbrahim Kalın : Hatta nasıl merak saldığınız ile başlayalım isterseniz. Hat serüveniniz nasıl başladı?

Muhammed Zekeriyya : Hatla ilk olarak 19 yaşındayken ilgilenmeye başladım. Bu arada biraz Arapça öğrenmeye de başlamıştım. Arap alfabesinin sanatsal bir yönünün olduğunun bir nebze farkındaydım. Yine aynı dönemlerde Fas’a gitmiş ve oradaki bazı İslami eserleri görmüştüm. Çeşitli kitaplarda değişik hat örnekleri gördüm. Evimizin yakınında Ermeni birisinin işlettiği bir halı dükkanı vardı. Orada çeşitli hat örnekleri görürdüm. Dükkan sahibi bunları satmaya çalışıyordu. Bir defasında bunların kaç para olduğunu sordum. Adam bana bunların çok pahalı olduğunu, benim satın alamayacağımı falan söyledi. Ben de ona ‘O zaman aynısından ben kendim yaparım’ dedim. Ve bir kaç bambu kalem, biraz mürekkep alıp uğraşmaya başladım. Yaptığım temel itibariyle gördüğüm hat örneklerini kopye etmekti. Bu pek ise yaramadı. Fakat uğraştıkça merakım daha da bir arttı. Bu sırada İslam'ı kabul ettim. Sene 1961 ve ben 19 yaşındayım. Bu tarihten itibaren aralıksız olarak çalışmaya başladim. Çok arzuluydum.



İbrahim Kalın : Bu denemelere rağmen hala bir hocanız yoktu, değil mi?

Muhammed Zekeriyya :Evet, hâlâ bir hocam yoktu. Bu dediğim hadiseler Los Angeles’taydı. Ve Los Angeles’ta o tarihte kimse ne İslam, ne de İslam sanatı yahut hat hakkında herhangi bir şey biliyordu. İslam sanatı hakkında bir şeyler bilen arkadaşlarım Çin’li müslümanlardı. Bu dönemde bu Çin’li müslümanlarla diyalogum vardı. Onların kendilerine has çok ilginç bir hattı var. Fırça ile yapılan nefis bir hat. Fakat bunlardan başka kimse yoktu. Benim en büyük şansım, bir Arab'dan Hafız Osman tarafından yazılmış bir Kur’an nüshası satın almak oldu. Hattın ne olduğunu yavaş yavaş anlamaya başladım. 1964’te tekrar Fas’a gittim. Burada Abdüsselam Ali Nur adlı bir Mısırlı ile tanıştım. Ali Nur büyük bir hattat değildi ama hat dersleri almıştı, kalem tutmayı biliyordu ve hattatlar hakkında çocukluğundan kalma bir sürü şey hafızasındaydı. Ali Nur bana kalem yapmak, kalemi doğru tutmak gibi şeyler öğretti. Gerçi bana öğrettiklerinin çoğunun yanlış olduğunu sonradan öğrendim ama yine de önceki döneme kıyasla daha iyi bir noktadaydım. Benim açımdan Ali Nur’un en önemli yani, Arapça’daki ifadesiyle bir edib olması ve klasik Arab edebiyatını mükemmel derecede bilmesiydi. Ali Nur bana bu klasik kitaplardaki hatla ilgili bölümleri bulmamda yardımcı oldu. 600-700 yıl önce Mısır yahut başka yerlerde yazılan bu kitapların çoğunda hatla ilgili bir bölüm vardır. Mesela Taşköprüzade’nin Miftahu’s-Sa’ade’sinde böyle bir bölüm vardır. Taşköprüzade Türk’tü ama eserlerini Arapça yazmıştı. Arablar ‘u’ sesini çıkartamadıkları için ona Taşköprizade derler. Taşköprüzade’nin hatta ayırdığı uzun bab son derece ilginç bilgileri muhtevidir. Burada uzmanına hitap eden konulardan Kur’an’ın tedvinine ve değişik kıraat usüllerine kadar pek çok şey bulunabilir. Bu türden bir diğer kitap Kalkaşandi’nin yazdığı Subhu’l-’İsa’dir. Bu büyük eserde de hatta müstakil bir cilt ayrılmıştır. Bir mukayese yapmak gerekirse, hat açısından Taşköprüzade’nin eseri daha iyidir; fakat sanat açısından bakıldığında Kalkaşandi’nin eseri daha iyidir.



İbrahim Kalın :Bu klasik eserleri Fas’tayken mı inceliyordunuz?

Muhammed Zekeriyya :Evet. Genellikle kitapçılara gidip oralardan kitap topluyordum. Daha sonra bu çalışmaya İngiltere’de devam ettim. British Museum’a sık sık gidip klasik eserleri araştırıyordum. Fakat bu eserler çoğunlukla ilk dönem İslam hattını ele alır. Daha sonraki araştırmalarımın neticesinde, İslam hat tarihinde Hz. Peygamber (sav)’in döneminden bugüne kadar devam eden bir gelişme olduğunu gördüm. Hat tarihinin ana çizgilerine bakarsanız, ilk dönemlerdeki hat son derece güzeldir fakat sofistikasyondan uzaktir. Daha sonraki dönemlerde, sözkonusu gelişme devam eder ve hat sanatı yeni ve daha güzel formlara kavuşur. Osmanlı dönemine geldiğimizde ise hat sanatı gerçekten yepyeni bir evreye girer. Fakat büyük Arapça eserlerin hepsi, Osmanlılardan önce yazılmıştır. Bu yüzden bu klasik kaynaklar, Osmanlı öncesi hat sanatından bahsederler. Osmanlıdan önce tarihsel olarak bir de İran hattı vardır. Fakat özellikle Şeyh Hamdullah’tan sonra, hat sanatı Osmanlının elindedir. Bu dönemden sonra, ilginçtir, Arapça’da Osmanlı hat sanatıyla ilgili pek bir şey yazılmamıştır.



İbrahim Kalın : Hat sanatının zirvesine İslam coğrafyasının başka bir bölgesinde değil de Osmanlı’da ulaşmasını nasıl izah ediyorsunuz?



Muhammed Zekeriyya :Aslında bunun tarihi Bağdat’lı bir hattata gider: Yakut el-Yakut öncesi bütün gelişmeler, sanki ona yönelmiştir. Yakut, kendisinden önceki bütün farklı tarzları bir araya getirerek yeni bir tarz ve üslup geliştirdi. Yakut’un ayrıca pek çok talebesi vardı. Arap, Türk ve Farısı olmak üzere bunlar arasından 6-7 tanesi büyük hattatlar olmuştur. Bu dönemde Bağdat, Moğol istilasından dolayı paramparça olmuş durumdaydı. Bu ortam içerisinde Bağdat’taki hat kültürü Mısır’a taşınmıştır. Mısır’da ise Yakut’tan bir kaç asır önce yaşamış olan İbnu’l-Bevvab’in hat üzerinde kesin hakimiyeti vardı. Onun tarzı 15-16.nci yüzyıla kadar etkisini sürdürmüştür. Mısır’dakiler böylece Yakut’un öncülük ettiği gelişmelere kulak tıkadılar. Hatta Kalkaşandi gibi klasik yazarların anlattığı hat, İbnu’l-Bevvab’in hattıdır. İran, Afganistan, Herat gibi bölgelerde ise kendi dönemi için son derece güçlü olan İran hattı gelişmekteydi. Ve tabi bunların yanısıra Osmanlı hattı var. Kimileri, mesela Ergun el-Kamili Osmanlı hattını Selçuklulardan başlatır.

Yakut’un hat öğretişi bir kaç safhadan geçmiştir. Bu dönemde hat sahasında büyük eserler verilmekte ise de, bunlar İranlıların yaptıklarının tekrarından başka bir şey değildi aslında. Yani bir bakıma İran hattınin Batı versiyonu. İranlılar, el yazmlarına, onların altınla süslenmesi gibi şeylere daha fazla para harcıyorlardı. Bu yüzden bu dönemde verilen ürünler daha bir renkli ve şaşalidir. Fakat bu tarzın hepsi aynı yapıya ve görünüşe sahipti: Mavi ve altın. İranlıların özellikle bu iki şey, mavi ve altın konusunda özel bir düşkünlüğü vardır. Bundan hiç bir zaman kurtulamamışlardır. Bu yüzden üretilen bütün hatlar, bir noktadan sonra, aynı görünmeye başladı. Bütün büyük eserler bile muhakkek ile yazıldı; suluşu pek iyi yazamıyorlardı. Nesih desen, gerçekten çirkindi. İran nesihi gerçekten çirkindir. Bu haliyle nesih, bir şey yapmadan öylece duruyordu. Hattın bir işlevi vardır. Hat insanı etkiler. Eğer baktığınız hat, sizde bir şeyler uyandırmıyorsa, gözlerinize yazık demektir.

Bu dönemde hattatlar eserlerini daha ziyade Kur’an olarak veriyorlardı. Her ne kadar çini üzerine hat var idiyse de en yaygın hat tarzı Kur’an yazmaktı. Bunun dışında, müstakil bir hat sanatı yoktu. Osmanlıların yükselişiyle birlikte, hattın İran tarzından uzaklaşmaya başladığını görüyoruz. Şeyh Hamdullah’la birlikte bu bağlantı tamamen kesildi ve Osmanlı hattı tamamen müstakıl ve ayırtedilebilir bir tarz haline geldi. Birden artık sadece mavi ve altın değil başka renkler arz-i endam etmeye başlar. Ebru kağıdının kullanımı yaygınlaşır. Kahverengi, portakal rengi, nefis pastel renkler tek tek yerlerini almaya başlar. İranlılar ayrıntılarda muazzamdir. Onların incelik ve ayrıntı konusundaki seviyesini kimse yakalayamaz. İran minyatürü ve tezhibi, kili kırk yaran bir sanattır. İnsan, bırak yazımının zorluğunu bu yazılanın nasıl okunacağını bile bazen merak ediyor. Fakat bu tarz bir noktadan sonra, artık sıkmaya başlar. Yani her şey ayrıntıya indirgenmiş oluyor. Osmanlı müzehhip ve hattatlarının eser vermeye başlamasıyla birlikte karşımıza büyük, kendini belli eden selatin yapılar çıkar. Renklerdeki değişimin yanısıra, hat albümleri oluşturulmaya başlandığını görüyoruz. Bu sebeplerden oturu hat, yepyeni bir sanatsal üslup kazanır. Aynı zamanda yeni bir hat sanatı kültürü doğar: Hat sanatının yıldızları kağıt yahut mürekkep yapımına ilişkin yeni bir geleneğin inşasına başlarlar. Eski kitaplardaki tarifler son derece karmaşıktır. Bir mürekkebin yapımı için 20-30 değişik malzemenin kullanımından bahsedeler. Aslında mürekkebin iki ana malzemesi vardır: iş ve sakız. Tabi şu da önemli. Fakat daha önce mürekkep yapmak için bir sürü malzeme katıyorlardı. Osmanlılar bir anlamda hat sanatını ve kültürünü basitleştirdiler ve gereksiz olan şeyleri ayıkladılar. Bu basitleştime sayesinde sanat görünür hale gelmeye başladı. Daha önce İran’in tipik ayrıntılarının arkasında gizli olan sanat, gün yüzüne çıkmaya başladı. Böylece artık sanat, kendi adına konuşabilir hale geldi.

Bunlara paralel bir diğer önemli gelişme, mukavvanın bulunmasıdır. Duz kağıda büyük hat yazamazsınız. Kağıt büyük olduğu için katlanır, bükülür ve çalışmanızı engeller. Bunun önüne geçmek için hattatlar bir ara ağaç malzeme kullanmayı denediler fakat bu da ise yaramadı. Çünkü ağaç malzeme 20-30 yıl içerisinde ya çürür ya da kurtların istilasına maruz kalir. Mukavvanın kullanımıyla, çeli suluş yazmak mümkün olmuştur. Hattatlar artık istedikleri büyüklükte hat yazabilecektiler. Buradan, levha fikri zuhur etti. İslam sanat tarihinde ilk defa hattın levha olarak aşılması fikri gündeme geldi. Daha önce herhangi bir eserin duvara aşılması kavramı sözkonusu değildi. Bu yeni gelişmenin sunduğu imkanlar neticesinde pek çok hattat büyük ebatta eserler vermeye başladılar. Bunlar arasında Mustafa Rakım özellikle önemlidir. Onun zamanına kadar Celi sulüs, tam kıvamında değildi. Ondan önce Hafız Osman ve diğerleri Celi sulüs yapmıştı fakat bu eserlere baktığınızda, bir hareket göremezsiniz. Mustafa Rakım çok ilginç bir şahsiyetti ve ressamdi. Celi suluşun tenasup anlayısını baştan sona değiştirdi. Bu yeni ölçülerle çeli suluş bambaşka bir renge burundu. Mustafa Rakım’in yaptığı bir kemer, o mekanı tamamen dönüştürür. Mesela Tophane’deki Nüzhetiye camının kemeri, Mustafa Rakım zamanında yapılmıştır. Mustafa Rakım bu kemeri hayatının son günlerinde tamamladı. Aslında bu sırada M. Rakım hastaydı ve kemerin tamamlanması için birisi ona yardım etmekteydi. Balıyan tarzındaki bu son derece ilginç çamının dış hat yazılarını Yesarizade Mustafa İzzet yapmıştır. İç hatlar, Mustafa Rakım’a aittir. Caminin dıştan görünümü çok ilginç değildir aslında. Fakat içine girdiğinizde M. Rakım’in kemeri, iç mekanı tamamen başka bir boyuta taşır. Caminin içi İslamin temel mesajıyla yankılanmaktadır artık. Eser, iç mekanın bir parçası haline gelmiştir. Ve bu özdeşlik öylesine doğaldır ki artık kemere bakmanıza bile gerek yoktur; tek yapacağınız şey namaza durmaktır. Bence bit hattın başarısı da burada yatar. Bunun başka örneğini geçen yıl Kuveyt’te yaşadim. Bir hat sergisine katılmak için Kuveyt’e gitmiştik. Japon bir hattat arkadaşımın yanısıra hattat Mehmet Özçay da oradaydı. Hep beraber şehir merkezindeki büyük camiye gittik. Camideki hat o kadar kötüydü ki insanın camının içinde durası bile gelmiyor. Oradan, şehrin biraz dışında Tıp fakültesine bağlı camiyi görmeye gittik. Bu camının hattını Hasan Çelebi yapmıştı. Caminin kendisinin ilginç ve kayda değer bir tarafı yok. Kullanılan renkler bir garip. Fakat çamının içine girdiğiniz anda bambaşka bir atmosfere giriyorsunuz. Bu camideki kuşağı Çelebi yaptı. Gariptir, gittiğimiz bir önceki camide insanlar hızlıca camiye girip çıkıyor, fotoğraf çekiyorlardı. Pek namaz kılan da yoktu. Bu küçük camide ise herkes namaz kılıyor[1] Kur’an okuyordu. Çelebi’nin kuşağına baktığınızda, eserin sizi etkilediğini hissediyorsunuz. Yaratılan sempatik mekan içerisinde, sanki başka bir boyuta geçiyorsunuz.



İbrahim Kalın :Bu durumda hat, sadece hattatı değil hatta bakan insanları da varoluşsal olarak dönüştüren bir etkiye sahip.

Muhammed Zekeriyya :Aslında hattın, bakan insanlar üzerindeki etkisi, bizzat hattatın üzerindeki etkisinden daha büyüktür. Hattat bir zaman sonra buna alışır. Bir diğer husus, hat zor bir sanat. Ben şahsen hattın yazım aşamasını hiç sevmem. Hat bittikten sonra hoşuma gidiyor. Fakat çok zor ve sıkıntılı bir iş.



İbrahim Kalın :Hat serüveninizi dinlemeyi sürdürecek olursak, Türkiye’deki hocalarınızdan bahsedebilir mısınız? Kimlerle çalıştınız? Türkiye ile irtibatınız ilk olarak nasıl başladı?

Muhammed Zekeriyya :Bu durumda tekrar biraz geriye gitmemiz gerekecek. Hatla ilgili klasik arapça eserleri okumaya aralıksız devam ettim. Hat yazmaya da kendi başıma devam ediyordum. Bu dönemdeki eserlerim daha çok kendi kişisel gelişmeme yönelik çalışmalardı. 70’li yılların başında Virginia’ya taşındim, evlendim. O sıralarda marangozluk işleri yapıyordum. Hatla ilgilendiğimi duyanlar, benden ufak tefek şeyler yazmamı istediler. Bir zaman sonra mesaimin yüzde 70--80’inin hatta ayırmaya başladim. Fakat hattımı bir türlü ilerletemiyordum. Daha fazla çalıştıkça, hattımın daha da kötüye gittiğini düşünüyordum. Büyük Türk hattatlarının eserlerine bakıyor ve fakat ne yapacağımı bilmiyordum. Bu arada pek zorlanmadığım Mağribi usulde yazmaya da devam ediyordum. 80’li yılların basıydı. Bu durumdan artık iyice sıkılmaya başlamıştım. Ne yapsam hattım düzelmiyor, ilerlemiyordu.



İbrahim Kalın :Bir hocaya ihtiyacınız vardı?

Muhammed Zekeriyya :Aslında neye ihtiyacım olduğunu tam olarak bilmiyordum. Sacrell Sanat galerisinden tanıdığım Esin Atıl, bir gün bana neden Türkiye’ye gitmiyorsun dedi. Aslında bu işi tam olarak öğrenebilmek için Türkiye’ye gitmem gerektiğini biliyordum. Fakat o vakit Türkiye’ye gitmek benim için hem zor, hem de pahalı bir isti. Bu arada Esin bana biraz da Türkçe öğrenmemi söyledi. Ben de başladım kendi kendime çalışmaya. Fakat ise yaramadı, tek bir kelime bile öğrenemedim. Bütün kelimeler birbirine benziyordu. Dolayısıyla aklımda hiç bir şey kalmıyordu. Yaklaşık iki yıl sonra Esin beni tekrar aradı ve IRCICA adlı bir araştırma merkezinin kurulduğunu, hattatlara yardım etmek istediğini söyledi. Direktöre bir mektup yazıp senin durumun hakkında bilgi vermeme ne dersin dedi. Ben de olur dedim. Esin mektubu yazdı ve direktör Ekmeleddin bey de ‘Tabii ki yardım etmek isteriz; gelsin Hasan Çelebi ile çalışsın’ cevabını verdi. Fakat yol masraflarımı karşılamam gerekiyordu. Açtiğim bir kaç sergiden biriktirdiğim parayla Türkiye’nın yolunu tuttum. İlk ziyaretimde 1 ay kaldim. Hergün Hasan Çelebiye gidiyordum. Çelebi bana her şeye sıfırdan başlamam gerektiğini söyledi. Hayatında eline kalem almamış biri gibi ise başlamam gerekiyordu. Ben de tamam dedim. Çelebi ile arapça konuşuyorduk. Fakat her ikimizin arapçası da Kur’an arapçası olduğu için, bazen konuşmalarımız muhabbet konusu oluyordu. Yine de iletişim kurabiliyorduk. Bu arada Ekmeleddin bey beni Ali Alparslan hocayla tanıştırdı. Böylece artık iki hocam vardı: Hasan Çelebi nesih ve sülüşte, Ali Alparslan ta’likte. Türkiye’den dönünce çalışmaya devam ettim. Dört yıl sonra Çelebi nesih ve sülüşte icazet alabileceğimi söyledi ve benden bir hilye yazmamı istedi. Türkiye’den Hasan Çelebi, Ali Alparslan, Uğur Derman, Hüseyin Öksüz, Hüseyin Gündüz gibi hattatların katıldığı Bağdat’taki uluslararası bir hat sergisinden sonra Türkiye’ye döndük ve 1988’de Çelebi’den icazetnamemi aldım.



İbrahim Kalın :İcazetname alışınız da aslında biraz ilginç değil mi? Çünkü icazetname seviyesine gelene kadar çalışmaya burada (Amerika’da) devam ettiniz. Yani meşkler hep mektup yoluyla yapıldı.

Muhammed Zekeriyya :Evet. İşlerim ve ailem nedeniyle Türkiye’ye yerleşip orada çalışmam mümkün değildi. Bu yüzden Hasan Çelebi ve Ali Alparslan ile yazışmaya başladık. Bu meşkleri hala saklarım. Ve mektup yoluyla meşkimiz hala devam ediyor. Fakat işe, bir hocanın dizinin dibinde başlamak zorundasınız. Çünkü sanat kişiseldir. Her talebenin kendine özgü ihtiyaçları, sorunları, yetenekleri vardır. Eğer uğraştığınız kişiyi yakınen tanımıyorsanız, doğru yol gösteremezsiniz.



İbrahim Kalın :İsterseniz biraz da şu andaki çalışmalarınızdan bahsedelim. Geçenlerde ‘Çifte Vav’ adlı bir hat kürsü açtınız. Bildiğim kadarıyla Amerika’daki ilk hat kürsü bu.

Muhammed Zekeriyya :Evet. İcazetimi aldıktan sonra bazı talebelerim oldu. Fakat bir kaçı hariç bunların çoğu bir kaç meşkten sonra hattın çok zor olduğuna karar verip bıraktılar. İnsanlar çok kısa sürede mükemmel olmak istiyorlar. Oysa sabır ve sebat olmadan bir şey öğrenmek zordur. Ayrıca meşkler de bazı talebelerin hoşuna gitmiyordu. Yani kırmızı mürekkep gururlarını incitiyordu. Daha sonra bir arkadaşım neden bir kurs açmadığımı, Washington civarında ilgili kişilerin olabileceğini söyledi. Biz de Çifte Vav’i açmaya karar verdik. Güçlü sembolizminden dolayı da bu ismi kullandim.



İbrahim Kalın :Kursun adı, bir Türkçe isim taşıyor: Çifte Vav. Bunun özel bir sebebi var mi?

Muhammed Zekeriyya :Evet. Bundan maksadım, hattın araplara has bir şey olmadığını göstermek. Araplarla konuştuğunuzda, onlar ‘hat’ demezler, her zaman ‘el-hattü’l-arabi’ derler. Sanki Arap hattınin dışında hat yokmuş gibi konuşurlar. Fakat bu anlamsız bir iddia. Çünkü ‘el-hattü’l-arabi’ kelimesi 1950’li yıllardan önce mevcut bile değildi. Her neyse; benim kullandığım teknikler de Türk tekniği olduğu için, ayrıca "çifte vav"ın zengin sembolizminden dolayı bu ismi Türkçe olarak kullanmaya karar verdim. Kursta rik’anın yanısıra, hat tarihi, değişik teknikler, İslam sanatının bazı yönleri gibi konuları da işliyoruz. Dolayısıyla öğrenciler bizzat rik’aya başlamanın yanısıra hat tarihi hakkında da bilgilendirilmiş olacaklar. Kimbilir, bakarşın bir kaç kişi bir şeyler öğrenir ve kendini bu sahada geliştirir.



İbrahim Kalın :Bildiğim kadarıyla bir de ebru kursu projeniz var.

Muhammed Zekeriyya :Evet. Bu dönem ebru üzerine iki seminer yapacağım. Hat kursundaki talebelere de ebrunun nasıl yapıldığını göstereceğim. Bu ebru çalışmasının amacı da ilgili kişilere İslam sanatının farklı bir tarzını göstermek. Yani kullanacağım teknikler Arap, Farısı yahut Hintli değil, Türk olacak. Bu da hem yerel hem de evrensel yönleri olan bir tarz ve üslup. Dahası İslam sanatıyla ilgili herhangi bir faaliyeti, İslamin temel kavramlarını gözardı ederek yapamazsınız. Yaptığınız işin arkasındaki felsefe, ürününüzün işlevsel değerini de belirler.


******


İbrahim Kalın :Buradan isterseniz konuşmamızın ikinci bölümü olan İslam konusuna geçelim. Amerika’da Amerikalı bir müslüman olmak nasıl bir şey? Çeşitli aralıklarla pek çok İslam ülkesinde bulundunuz. Amerika’da müslüman olarak yaşamanın zorlukları yahut avantajları neler?

Muhammed Zekeriyya :Bu konuya bir kaç açıdan bakmak gerekir. Birincisi Amerika’da müslüman bir sanatçı olmak. Amerikan kültüründen gelen biri olarak müslüman sanatçı olmak daha da zor bir şey. Bir diğer sorun, bizatihi Amerika’da müslüman olmak. Öncelikle sunu belirtmek gerekir: Amerikalı birisinin müslüman olması, zor bir süreçtir. Bir Amerikalının müslüman olduğunu duyduğunda insanların ilk tepkisi, söktür. Genellikle arkadaşlarınızı kaybeder, ailenizle yabancılaşırsınız. Bazen işinizi kaybedebilirsiniz. Bunların bir kısmı benim başıma geldi. Arkadaşlarımın çoğu müslüman oluşumu hiç bir zaman anlayamadılar. Fakat çalıştığım iş yerinin tepkisi iyiydi. Bana iş yerinde bir namaz yeri tahsis ettiler. Her halükarda kültürel farklılıklar büyük bir sorun. Mesela müslüman olduğum yıllarda Arapça öğrenmeye çalışıyordum. Tabi öğrendiğim Arapça, klasik Arapçaydı. Etraftaki müslüman Araplar ise ammice konuştuğundan bu dili onlarla konuşamıyordum. Zira onlar benim ne dediğimi anlıyorlar fakat klasik Arapça konuşmak istemiyorlardı.



İbrahim Kalın :Yani bir tarafta Amerikan kültüründen[1] öte tarafta Arap kültüründen kaynaklanan sorunlarla boğuşmak zorundaydınız.

Muhammed Zekeriyya :Aynen öyle. Dahası, iş İslami öğrenmeye geldiğinde herkes size farklı bir şey söylüyor. Bugün bile hala İslami öğrenmek isteyenler için yazılmış İngilizce kitapların kalitesi bir felakettir. Hiç birinin edebi yahut ilmi değeri yok. Gerçi ben İslamla ilgili şeylerin çoğunu Fas’ta yasayarak öğredim. Ve orada Maliki öldüm. Bu temel beni hem bir çok zihin karışıklığından hem de mezhepler arası ihtilaflardan kurtardı. Özellikle Amerika’da yaşayan bir müslüman için Malikilik çok müsait bir mezheptir. Mesela Safiliğe göre Malikilik çok daha basit ve sadedir. Bu yönüyla Hanefiler, Malikilere yakındır. Amerikan kültüründen gelen ve İslami öğrenmeye çalışan biri için bu fark son derece önemlidir. 70’li yılların Los Angeles’ında, Müslüman Öğrenci Dernekleri dışında gidebileceğim bir yer yoktu. Fakat buradaki ana konular da hep siyasetti. Yok efendim Mısırlılar böyle yaptı, Iraklılar söyle yaptı. Buna daha sonradan bir de vehhabi/selefi dalga eklendi. Mezhepsizlik akımını hiç zikretmiyorum. Fakat bütün bunlar benim için büyük bir sorun değildi. Zira o tarihte artık arapçayı öğrenmiştim ve kafamdaki sorulara klasik kaynaklara giderek cevap bulabiliyordum.



İbrahim Kalın :Çok geniş bir konu ama yine de sormak istiyorum. Amerika’da yaşayan müslümanların genel sorunları neler sizce? Bu sorunların en azından bir iki tanesi hakkında görüşlerinizi almak isterim.

Muhammed Zekeriyya :Sizin de belirttiğiniz gibi Amerika’da yaşayan müslüman bireylerin pek çok sorunu var. Bunlardan biri din konusunda kendi başlarına bir şey yapamamaları. Çoğu Ortadoğudaki İslam ülkelerinden gelen müslümanların cami yapma, imam tayin etme, namaz vakitlerini duyurma gibi işleri, diyanet yahut evkaf kurumları tarafından yapılıyor. Burada ise böyle bir organizasyon yok. Buraya gelen müslümanlar işe, bu alışkanlığın bir devam olarak camının yapımından temizliğine kadar pek çok şeyin başkaları tarafından yapılmasını bekliyor. Başka kimse yapmayınca da bazen ya camımız olmuyor, ya da olan cami kirleniyor ve öylece kalıyor. Bu açıdan Amerika’da vakıf sistemine benzer bir yapının olmasını isterdim. Fakat bunu burada yapmak pek mümkün değil. Bu da Amerika’daki müslümanların dağınıklığından kaynaklanıyor. Ortada bir birlik yok. Hristiyanlar yahut yahudiler bir araya geldiğinde, bir konu etrafında tartışırlar. Bazen ateşli tartışmalar, kavgalar olur. Ama sonunda bir neticeye varırlar ve sunu yapalım deyip o şeyi yaparlar. Müslümanlar bir araya geldiğinde ise yine ateşli tartışmalar olur; kapalı kapılar ardında sigaralar içilir ve hiç bir neticeye varılmadan insanlar dağılır. Neticede ortaya bir şey de çıkmaz.



İbrahim Kalın :Müslümanların iç sorunlarının yanında, Amerikan toplumundan, devletinden yahut hukukundan kaynaklanan sorunlar var mı?

Muhammed Zekeriyya :Hem var, hem yok. Bir çok kişi Amerikan halkının İslama düşman olduğunu düşünüyor. Bunun pek çok sebebi olabilir. Fakat bence genel olarak Amerikalılar İslamin düşmanı olmaktan çok İslamin cahililer. Yani İslami bilmiyorlar. Medyanın İslam karşıtı propagandaşı tabii ki var. Fakat Amerikalılar bu haberleri alıp Amerika’daki bireylere pek indirgemezler. Fakat bir İslam ülkesinde bombalı saldırı olduğunda bunu müslümanlarla özdeşleştirirler. Bu doğru. Fakat öte yandan bomba yapan, saldırıda bulunan müslümanlar da var. Bu noktada müslümanların önemli sorunlarından biri, bu tür eylemleri açıkça reddetmemeleridir. Yani bizim çıkıp insanlara İslamin bombayla yahut terörizmle bir ilgisinin olmadığını anlatmamız gerekir. Bunu yapan kişiler var ama sesleri yeteri kadar duyulmuyor.

Bir diğer husus da su: Müslümanların İslamin Amerika’da diğer herhangi bir ülkedeki gibi yaşanabileceğini kavramaları gerekir. Yani kimilerine göre burada namaz kılmak yahut diğer ibadetleri yerine getirmek zor. Aslında bu hiç de zor değil. Yani kiblenizi tayin eder ve namaza durursunuz; o kadar. Bunun için işyerindeki insanlarla konuşmanız gerekebilir. Fakat bu o kadar zor bir şey olmasa gerek.

Amerika’da İslama düşman olan birey ve gruplar var; Hristiyan Koalisyonu ve evangelistler gibi. Bunların birinci kaygısı, İslami siyasi bir düşman olarak kullanmaktır. Fakat bunlara da İslamin ne olduğunun anlatılması gerekir. Ve bu sağduyulu bir şekilde yapılabilir. Fakat müslümanların şu aşamada bu işi başarabilecek fikri zenginliğe sahip olduklarını pek zannetmiyorum.

Bunların dışında mesela California’da bunlara benzer bir başka grup var. İslam, Kur’an ve Hz. Peygamber hakkında bir sürü yalan ve iftira dolu iğrenç kitaplar yayınlıyorlar. Dahası burada yetiştirdikleri misyonerleri İslam ülkelerine gönderip Hristiyanlığı yaymaya çalışıyorlar. Bunların yanısıra Yunan-Ortodoks kilisesi, Ermeniler, Sırplar var. Bir de 19.ncü yüzyılın sonlarında Osmanlı topraklarından Amerika’ya gelen Hristiyan Araplar ve Yunanlılar gibi etnik gruplar var. Bunlar ‘Osmanlılar bizi kesiyor; hayatlarımızı kurtarmak için buraya kaçtık’ söylemini hep kullanageldiler. Asıl sorunun kaynağının kendileri olduğundan ise hiç bahsetmezler. Bu gruplar İslama duydukları nefreti başın yoluyla burada yaymaya çalışıyorlar. Özellikle Türkiye İslami sözkonusu olduğunda, nefretleri son sınırına dayanır. Bu tip bir zihniyet ile herhangi bir diyalog kurmak bile mümkün değildir.



İbrahim Kalın :Peki Amerika’daki müslüman nüfus kendini ifade konusunda yeteri çabayı gösteriyor mü? Mesela çeşitli toplantılar, yıllık konferanslar yapılıyor?

Muhammed Zekeriyya :Bu tür toplnatıların problemi, sadece müslümanlar arasında olması. Yani müslüman olmayan dünya ile herhangi bir bağlantı yok. Bu yüzden de müslümanlar diğer insanlara İslamin[1] Kur’anin, Şeriatın ne olduğunu, Hz. Peygamberin kim olduğunu, neden Allah’a inandıklarını, neden namaz kıldıklarını anlatamıyorlar. İnsanlar şeriat kelimesini duyunca, ‘he, şu el kesme işi mi?’ deyip geçiyorlar. Bu insanlara şeriatın el kesmeyle bir ilgisinin olmadığının anlatılması gerekiyor. Bir müslümanın neden müslüman olduğunun anlatılması gerekiyor. Boşna’da olup bitenlere bakın. Boşnak müslümanları sadece müslüman oldukları ve hiç bir zaman hristiyan olmayacaklarını bildikleri için kesiyorlar. Bu insanlar müslüman kimliklerini terketmektense[1] öldürülmeyi yeğliyorlar. Neden? Bu sorunun cevabının Amerikan kamuoyuna da verilmesi gerekiyor.



İbrahim Kalın :İslam'ı sonradan kabul eden Amerika’lı müslümanlar bu konuda bir köprü vazifesi görebilirler mi?

Muhammed Zekeriyya :Görebilirler. Fakat onların da sorunu, herkes kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyor. Geçim sıkıntısı, başka sorumluluklar pek çok şeyi engellıyor. Siyah Amerikalı müslümanlar, organizasyon ve birliktelik açısından diğer pek çok örnekten fersah fersah ileridedir. Fakat onların sorunu da garip bir İslam anlayışına sahip olmaları. Siyah müslüman hareketin liderliği, Farakan ise ayrı bir hikaye.

Bence müslümanların mezhepleri iyi bilen yetişmiş imamlara ihtiyacı var. Bu imamların iki dili iyi konuşmaları gerekir: Birincisi müslüman topluluğa dinlerinin ne olduğunu anlatmak; ikincisi müslüman olmayanlara İslamin ne olduğunu anlatmak. Ayrıca imamların sosyal bir rolü de olmalı; tıpkı Türkiye’deki imamlar gibi. Ben orada mahallenin işleriyle ilgilenen, cami cemaatine çeşitli konularda yardım eden, onların sorunlarını çözen imamlar gördüm. Burada maalesef böyle bir gelenek yok.



İbrahim Kalın :Sohbetimizi Türkiye’ye karşı duyduğunuz özel sevgi ile bitirmek istiyorum. Bu sevgiyi hat kursuna verdiğiniz isimden Hasan Çelebi hoca ile Türkçe (yani Osmanlıca) yazışmanıza kadar pek çok şeyde görmek mümkün. Bu sevginin kaynağı ne?

Muhammed Zekeriyya :Bunun kaynağı yine hat. Hattın yani sıra Türkiye insanının kendine has bir hayat yorumu var. Bu da bence İslami edeb anlayışından geliyor. Bazen dindar olmayan insanların bile doğrudan Hz. Peygamberin (sav) hayatından gelen bir tavrı sergilediğini görebilirsiniz. Bu gerçekten çok hoş bir şey. Hatta geri dönecek olursak; öncelikle insanların hatta bir saygısı var. İkincisi[1] öğretim tarzı son derece otantık. İslam öğretişiyle içiçe geçmiş bu sanat hala yaşayan bir gelenek. Dahası bu geleneğin, yoğrulmuş bir sanat eleştirisi tarihi var. Bugün elinizde kötü bir hat ile bir Arap ülkesine gitseniz size ‘Vay be! Ne müthiş eser!’ derler. Aynı hat ile Türkiye’ye gitseniz size ‘berbat' yahut 'harab’ derler. Bu tavır çok daha dürüst. Ve ben dürüstlüğü müdaheneye her zaman tercih ederim.



İbrahim Kalın :Üstad, bu güzel sohbet ve ayırdığınız vakit için teşekkürlerimi sunuyorum.

Muhammed Zekeriyya :Ben teşekkür ederim.



*********


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: "Hat Sanatı İnsanı Dönüştürür!.." / Röportaj: İbrahim KALIN
MesajGönderilme zamanı: 13.06.13, 14:30 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 13.09.10, 19:32
Mesajlar: 90
Dr. İbrahim Kalın halen Başbakanlık başdanışmanıdır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 7 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye