Uyuşturucu batağından İslam'ın kucağına
Genç Müslüman Partisi’nin listesinden mahalli seçimlere girerek binlerce kişinin oyunu alan Jan François Bastan, Belçika'da İslam dininin yükselişini anlattı.
Onu Belçika’da tanımayan yok. İslam’a bağlılığı kırk yıldan fazladır devam ediyor. Jan François Bastan Müslümanların Belçika’da diğer insanlarla aynı seviyede hak ve özgürlüklere sahip olmasını savunuyor. Bastan uzun, gür, kınalı sakalıyla Belçikalı Genç Müslüman Partisi’nin listesinden mahalli seçimlere girerek beş bin kişinin oyunu almayı ve Belçika’da İslam’ın sembolü haline gelmeyi başarmış.
Müslüman olarak yaşadığı uzun yıllar onu Belçika’nın bir fenomeni haline getirmiş durumda. Bastan, Belçika’da Müslümanların diğer etnik ve dini gruplarla eşit ve aynı haklara sahip olması gerektiği yönündeki tezleriyle Belçika’da sağ kesimden zaman zaman tepki toplamakta. Tüm tepkilere rağmen İslam’la adaptasyona çağırırken aynı zamanda, hiçbir kompleks ve korku duymadan Belçikalıların içlerinde emperyalist dönemden kalma göçmenlere karşı olumsuz duygularla hesaplaşma çağrısında bulunuyor.
Bastan, Brüksel’de, gelişmekte olan partisinin karargahı haline getirdiği evinde kendisiyle ilgili soruları cevaplandırdı.
- Janne François Bastan kimdir?
- Bu, benim İslam’la tanışmadan önce aldığım bir isim. Şu anki adım Abdullah. İnsanlar İslam’la tanışmadan önceki ismimi sorduğunda onlara “hatırlamıyorum” diyorum. Belçika’da seçimlere girmeyi düşündüğümde seçim bildirge ve pankartlarına orijinal adımı yazıyor ve insanlara “Ben Janne François Bastan’ım. Şimdi Abdullah oldum.” diyorum.
Benim Abdullah olarak isimlendirilmemin hikayesi İslam’la müşerref olmadan öncesine dayanır. Bir gün Fas’ta iken bir çocuk geldi ve bana “Sen Abdullah’sın..Sen Abdullah’sın..”dedi. Bu nedenle İslam’la müşerref olduktan sonra da Abdullah ismini tercih ettim.”
Sadece adımı değiştirmedim, aynı zamanda hayatımı ve düşünce biçimimi de değiştirdim. Belçika’daki ebeveynime söz verdim ve onlara “Bugün ben Abdullah oldum.Namazlarımı kılıyorum. Sizin yediğiniz yemekleri yemiyorum. Bu, İslam’dan önceki hayatımı inkar edeceğim anlamına gelmez.”
Durum aslında şu an ki “Ben”den başka bir “Ben”le ilgiliydi. Şu anda daha çok onları İslam’a davet edebilmek için gençlerle hemhal oluyorum. Onlara ‘Ben İslam’a geçebildiysem siz de bunu başarabilirsiniz’ diyorum. Onlara şöyle sesleniyorum: “Ben karanlıkta kalmış, uyuşturucu kullanan ve içki içen bir genç olarak hayatımı değiştirebildiysem size de mesajım şudur ki Siz de aynı şeyleri yapabilirsiniz.”
-Sizi İslam’a götüren şey neydi?
- 60’lı yıllarda Hippi modasının olduğu dönemlerde Fas’ın Marakeş şehrine haşhaş ve uyuşturucu aramak için giderdik. O dönemde ben daha 26 yaşındaydım.
Aslında uyuşturucu için gitmemiştim. Aslında ruhani/mistik bir arayış içerisindeydim. İslam’la karşılaşacağımı ya da tanışacağımı bilmiyordum. Ama burjuva ailemin yaşamakta olduğu konformist hayatla olan bütün bağlarımı kesmem durumunda bana uygun bir şeyi bulacağımdan emindim. Babam üniversitede öğretim üyesiydi ve benim iş bulmak ya da para kazanmak gibi bir derdim yoktu.
Gerçeği aramaya çalıştım, bu çerçevede resim yapmaya başladım. Hakikati uyuşturucularda ve marjinal olan şeylerde aradım.
Allah’ın varlığına inanmaktaydım, ancak Katolikliğe inanmıyordum. Fas’tan döndüğümde İslam’ı kabul etmeyi düşünüyordum. Ancak dönüşte Brüksel’in banliyölerinden birinde bulunan bir Ortodoks manastırına gittim. Kendi kendime, arayışım konusunda Hıristiyanlığa son bir şans vereceğimi söylüyordum ve kendi kendime Hırstiyanlığı terk ederek belki de hata yapmış olacağımı soruyordum. Manastırın ortasında bunu tecrübe edeceğime söz verdim ve tam bir sene ruhbanlık yaptım. Fakat senin sonunda manastırdan kaçtım çünkü bu ruhbanlara karşı bütün güvenimi yitirmiş ruhbanlığa hiçbir inancım kalmamıştı.
Daha sonra hemen Fas’a döndüm. Sonunda Hıristiyanlığın bana hakikatı veremeyeceğini anladığımda Batı’nın sorularıma cevap vermesinin imkansız olduğunu da anlamıştım Batı, o dönemde yani 40 yıl önce benim açımdan başka bir dünyaydı, yani Avrupa’dan Doğu’ya geçişi temsil ediyordu.
Tanca’ya gittiğimde dehşete düştüm. Çünkü manastırda terk ettiğim, başı örten, cilbabla bornoz giyen sakallı ruhbanlar burada karşıma çıkmışlardı. Tancalılar tıpkı ruhbanlar gibi giyiniyorlardı ama kendilerini bir manastıra kapatmamışlardı. Her gün namazlarını kılıyor, aynı zamanda çalışıyor, evleniyor ve hayatlarını yaşıyorlardı.
Gerçekte Tanca’da hayata açık kocaman bir manastır bulmuştum. Bu, benim Hıristiyanlıkla sorunumun özüydü. Küçüklüğümde iki hayalim vardı; Birincisi “doktor” olmak ikincisi de “rahip” olmak. Bu nedenle insanlar benle alay ederlerdi, ki bunların başında annem geliyordu.
Tanca’da fakirler ve gariban insanlarla birlikte yaşadım. Müslümanların dayanışması çok hoşuma gitmişti. Dini bir derse katılarak ve Kuran okuyarak değil Müslümanlarla Marakeş’teki ‘Fena’ camiinde birlikte olmamın ardından Müslüman olmaya karar vermiştim.
Fakirler aracılığıyla İslam’a yaklaşmıştım Bir gece hatırlıyorum Marakeş’te bir kahvede otururken ayakları çıplak, üzerinde eski püskü elbiseleri olan fakir biri yanıma yaklaştı ve bana Fas lehçesiyle “Her şey mevcuttur” diye seslendi. Materyalist dünyanın merkezi olan Avrupa’dan gelen ve neredeyse her şeye malik olan bir ailenin çocuğu olarak onun bu sözüyle şoka girmiştim. Maddi olarak her şeyin bulunduğu ama içi boş bir dünyada bir dünyada olduğumuza inanıyordum. Ancak bu tür örnekler beni İslam’a yaklaştırdı.
- Peki, sizin İslam’ı kabul etme konusunda kesin karar vermenizi sağlayan şey ne zaman gerçekleşti?
- Bir gün Fena meydanında dolaşırken tanınmış Pakistanlı alim Ebu Ala el-Mevdudi’nin yazdığı “İslam Nedir?” adlı Fransızca bir kitap buldum. Kitapta ‘İslam bütün insanların dinidir.” ibaresi geçiyordu. Bu cümle benimle çevremdeki Faslılar arasındaki engeli kaldırmıştı. İslam’ın herkesin dini olduğu gerçeğini kabullenmiştim, bu din sadece Faslılara ya da Araplara ait bir din değildi. O zaman İslam’a girmeyi kabul ettim.
- Şu anda, İslam’ı kabul ettikten 40 yıl sonra Belçika’daki durumları nasıl görüyorsun?
- Benim ülkem İslam. Ben Müslüman’ım ve benim ülkem bütün İslam ülkeleri. Tıpkı Muhammed Abduh’un bütün ülkeleri dolaştığı gibi ben de dolaşmaktayım.
Sorunuza dönecek olursak Fas’a gitmeye ve orada İslam’a girmeyi kafama koyduğumda benim için Batı ve Belçika bitmişti. Bu dönemde aileme benim iyi olduğumu bildiren mektuplar gönderiyordum. Beni Belçika’ya bağlayan tek şey buydu.
İkamet iznim Fas’ta sona erdiği için beni ülkeden sınır dışı ettiler. Belçika’ya dönerek Fransızca dersler vermeye başladım. Sonra yine Fas’a döndüm ve yine ikametimin sona ermesiyle beni yeniden sınır dışı ettiler. Ancak bu sefer İslam’a girmiştim ve tek amacım bana İslami kimliğimi kazandıran Fas’a yeniden dönmekti.
Ancak Allah (c.c.) istemedi ve sonra Madrid’e sınır dışı edildim. Orada Faslı fakir mültecilerle birlikte kaldım, onlara kendimi bir Müslüman olarak takdim ettim, ve ilk kez kelime-i şehadet getirdim.
Sonra Belçika’ya döndüm, evlendim ve kendi ülkemde İslam’ı yaşamam gerektiğine karar verdim. Evime döndüğümde uyuşturucu almaya son verdiğimi öğrenen ve yaşadığım değişikliklere tanık olan ailem beni sevinçle kucakladı. Annem bana “İslam’ın iyi bir din olduğu çok açık.” dedi.
- Fakat sen sıradan bir Müslüman olmayı tercih etmedin, yaşadığın ülkede önemli bir siyasi ve toplumsal bir işlev görüyorsun?
- Müslüman olduktan sonra geçirdiğim 30 yıl boyunca İslam’ı daha fazla tanıma fırsatı buldum. Fas’tan sınır dışı edildikten sonra önce Pakistan’a sonra Türk bir kadınla evlendiğim Türkiye’ye gittim. Orada maişetimi kazanmak için taksi şoförlüğü yaptım. O dönemde Refah Partisi ve Necmettin Erbakan’la birlikte siyasi çalışmalar yürüttüm. Türkler beni uzaktan gelen örnek bir Müslüman olarak takdim ediyorlardı.
Sonra bir çok Arap ve İslam ülkesine gittim. Müslümanlarla tanıştım, İslam’la Müslümanlar arasındaki farkı görme imkanına sahip oldum. Bu da beni Belçika’ya dönerek burada bir şeyler yapmaya sevk etti.
Dönmemin ardından Müslümanların neredeyse bir Getto’da yaşamakta olduklarını ve Belçika toplumuna açılım yapma gibi bir dertlerinin olmadığını fark ettim. Müslümanlıklarını camilerde ve kendi özel derneklerinde yaşıyorlardı. Onlara topluma açılmamız ve insanlarla birlikte yaşamamız gerektiğini söyledim. Topluma nasıl açınılacağı hakkında arkadaşım Erbakan’dan çok şey öğrendim. Onun anlattıkları beni daha da azimlendirdi.
Belçikalılara, ülkede yaşadıkları halde içlerine kapalı bir hayat yaşayan Müslüman göçmenler gibi olmayan bir Müslüman olduğunu anlattım.
Bazıları Belçika pasaportu taşımasına rağmen bir çoğu göçmen olması hasebiyle alt sınıf mantığıyla ve kompleksli bir şekilde hareket ediyorlardı. Ben de onlara “Siz Belçikalısınız ve Müslümansınız..Başlarınızı kaldırın..” diyorum.
2002 yılında Belçikalı Genç Müslümanlar Partisi’ni kurdum, mahalli seçimlere parti başkanı olarak girdim, amacım Müslümanlığından utanmayan, kendi sorunlarını kendileri çözen Belçikalı Müslümanlar meydana getirmekti.
Bir çok kişiyle iyi ilişkilere sahip olmama rağmen, benim ortaya attığım fikirlir bir çok gencin ve Müslüman derneklerin benden uzaklaşmasına neden oldu.
Bazı medya ve basın yayın organları bu korkuyu kullanarak benim ülkede Şeriat tatbik etmek istediğimi iddia ettiler. Güye ben iktidara gelirsem başları kesecekmişim. Bu kesinlikle doğru değildi, amaçları benim imajımı çarpıtarak yıpratmaktı.
- Peki öyleyse Belçika’da yapmak istediğiniz şey nedir?
- Müslümanlar ve Gayr-ı Müslimler arasında her konuda tam bir eşitlik..Şeyat Hıristiyanların kiliselerinde çan çalma hakları varsa bizim de vatandaşlar olarak ezan okuma hakkımız olmalı. Ancak beni bu dediklerimden ötürü şeytanlaştırdılar, beni Üsame bin Ladin’in ve Radikal İslam’ın temsilcisi yaptılar.
Radikalizm dinime ve haklarıma sahip çıkmaksa ben radikalim. Ancak başkalarının hakkını gaspetmem, kendi inançlarımı başkalarına dayatmam. Ben örneğin normal ve meşru cinsel ilişki dışındaki bütün ilişkilere karşıyım ama sadece öğütle yetinirim. Ben domuz eti yemem mesela.
- Belçika’da nasıl bir İslam istiyorsunuz?
- Ben anayasal olarak dini istediğim gibi yaşama hakkımın garanti altına alınmasını istiyorum. Ayrıca Müslümanlığımı Türkiye’de, Cezayir’de ya da Mısır’daki Müslümanların yaşadığı gibi yaşamak istemiyorum. İslam, Belçika’da henüz misafir, bizler daha yeniyiz. Hedefimiz İslam’ı insanlara tanıtmak. Ben İslam’ı başkalarına dayatmak gibi bir çaba içerisinde değilim. İnşallah, bir gün kardeşlerimizin İslam dünyasında yaşadıkları gibi İslam’ı Belçika’da yaşayacağız.
- İslam’ın Belçika’da yeni olduğunu söylediğinizde istemeden emperyalistlerin aşağılayıcı yaklaşımının tuzağına düşmüş olmuyor musunuz?
- Hayır, kesinlikle. Bizim bu ülkede Müslümanlar olarak karar alma mekanizmalarından uzak olduğumuzu anlamamız lazım. Benim tek istediğim, dinimizi ve Müslümanlığımızı özgürce yaşama hakkının bize verilmesi. Bu hak şu anda bize tanınmıyor. Bizim susmamızı istiyor ancak bizler susmayacağız.
TİMETURK
|