Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Mustafa Özcan : "Mayınlı tarlaya girmek..."
MesajGönderilme zamanı: 09.08.10, 23:04 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Hizbu’t Tahrir

Mustafa Özcan

Vakit

2010-08-09


Hizbu’t Tahrir gibi organları ve yapıları ve onlarla ilgili meseleleri yazmak aslında mayınlı tarlaya girmeye benziyor. Bir taraftan hakkını vermeyi, diğer taraftan da adaleti gözetmeyi gerektiriyor. Bazen insanı o yapıda hizmet eden insanların haklarına tecavüz etme korkusu sararken, bazen de hakikate tecavüz etme endişesi kaplamaktadır. Adil davranabilmek için de her şeyden önce yapıyı tanımak gerekiyor. Yapının kendisi dışa kapalı olduğundan veya en azından böyle bir algı nedeniyle, tanımak da kolay değil. Bundan dolayı Hizbi anlamaya çalışırken ve anladıklarımı aktarmaya çalışırken tanımlamaya çalışmayacağım. En azından zor olsa da yapmak istediğim bu. Daha ziyade kendi literatürlerinden fikirlerini arz ederken başka anlayışlarla mukayese yaparak farkı ortaya koymaya ve belirtmeye çalışacağım. Burada tercihi okurlarımın zekasına ve fitnatına bırakıyorum. Bu husustaki vaki eksiklikler ve yanlışlar, şüphesiz çabalarımın yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Bugüne kadar ikincil aktarımlar üzerinden genelde yarım yamalak bir Hizip tasavvuru oluştu. Bu defa ise hareketin fikri merkezine doğru yola çıktık ve bu hususta büyük nispette Hizbin kaynaklarını esas aldık. Hizbu’t Tahrir’in İslâm anlayışı, görüldüğü kadarıyla daha ziyade hukuk ve fıkıh eksenlidir ve onun kriterleriyle şekillenmektedir. Bu da biraz mekanik bir anlayışı beraberinde getirmektedir. Veya dışarıdan gözlemleyenlere ve bakanlara en azından öyle görünmektedir. Hizbu’t Tahrir, Özgürlük Partisi anlamına gelmekte ise de lakin şer’i anlamda kölelikten kurtuluştan başka bir alanda hürriyetin veya özgürlüğün olduğuna da inanmamaktadır. Gerçekten de ‘hürriyet’ mastarı sonradan hür kelimesinden türetilmiş cali bir mastar ve kavramdır. Bu uydurma kavramın Batı’dan geldiğine şüphe edilemez. Hizbu’t Tahrir ise ne Cengiz yasası gibi yasaların ne de hürriyet gibi kavramların ithal edilmesine kesinkes karşı çıkmaktadırlar. Dolayısıyla Şeriat’ın yanında bir de muvazi ve paralel yasa veya kanunnamelerin olmasına ilke olarak karşı çıkıyorlar.

¥

Peki, neden hizip kavramını benimsiyorlar? Hizip her ne kadar parti anlamında ve yine kavram olarak Batı menşeli ise de kelime olarak Kur’an kökenlidir. Dolayısıyla Hizbi/Partiyi Batı ıstılahı çerçevesinde kullanmadıktan sonra galiba başka bir bağlamda istimalinde beis görmüyorlar. Kur’an-ı Kerim elbette fırkalaşma manasında hizbe olumlu bir anlam yüklemiyor. Hiziplerin kendi varlıklarıyla ve yaptıklarıyla bir nevi sarhoş olduklarını beyan eder. Lakin öte yandan Hizbullah’dan söz eder. Burada Hizbullah Kur’an’daki ifadesiyle istikamet üzerine olan ve istikametten sapmayan müminler topluluğu demektir. Yoksa mücerret bir hizip değildir. Bunun eş anlamlı kavramlarından birisi Cemaaatü’l Müslimindir. Hizbut’t Tahrir ise hilafet meselesinde çoğulculuğa taraftar olmadığı gibi hizipler noktasında da çoğulculuğa taraftar olduklarını sanmıyorum. Dolayısıyla anladığım kadarıyla Hizbu’t Tahrir, kendi anlayışları doğrultusunda, kaim-i makamı hilafettir ve hilafeti yeniden ikame etmek ve toparlamak için sahada bulunan ‘tek meşru’ hiziptir. Bundan dolayı diğer cemaatlere ve gruplara oldukça mesafeli yaklaşıyorlar. Ulus devletlerine karşı oldukları gibi ulus çerçeveli hareketlere de aynı şekilde mesafeli bulunuyorlar. Hizbu’t Tahrir mantığı ve anlayışı bunu gerektirmektedir. Öyleyse hizip kavramını kullanmakta hangi dayanağa istinat ediyorlar? Bu kavramın kullanımındaki meşruiyetleri nedir?

¥

‘Hizbu’t Tahrir’ adlı tanıtım broşürlerine göre, şer’i olarak siyasi hiziplerin tesis ve teşkilini vacip olarak nitelendiriyorlar. Bu şuna benzer. İslâm’a göre yeryüzü bütünüyle mescit kılınmıştır. Baş mescid Kabe olmakla birlikte yeryüzünde birçok şubesi vardır. Ve bu şubeler olmasa da yeryüzü toptan bir mescittir. Sinagoglar ise Süleyman Heykeli’nin yıkılmasından sonra onun yerine kurulan kam-i makam yapılar ve mabetlerdir.

Bu misaldeki gibi, buradaki hizipler de hilafetin yerine vekalet eden geçici yapılardır. Lakin bununla birlikte; gerçekten de bu genel yaklaşımlarına rağmen Hizbin dışında başka bir hizbin meşruiyetine geçit veriyorlar mı? Burada net bir yaklaşımlarına rastlamadım. Hizip kuruluş gayesini ve esasını Kur’an buyruğuna dayandırıyor.

Bu görev algısını, Al-i İmran 104’üncü ayetteki “Sizden emri bi’l maruf ve nehyi ani’l münker yapan bir topluluk olsun” ibaresindeki ümmet kavramından çıkarıyorlar. Elbette ki ‘minkum’ ibaresindeki min, ‘min’i ba’ziyye’ olduğundan dolayı burada ibare ümmetten bir bölük anlamı kazanıyor ve Hizbu’t Tahrir de bunu hizip olarak görüyor. Toplumda işbölümüne dayalı olarak bir bölük ve hizip, iyiliği emretme ve kötülüğü sakındırma hususunda göreve çağrılıyor. Mensupları, Hizbu’t Tahrir’i kurarak da bu görevi yaptıklarına inanıyorlar.

Bu ayete bu anlamı yükleyen sadece Hizbu’t Tahrir değil aynı zamanda İslâm düşünürleri arasında ‘siyasal İslâmcı’ adı verilen çizgiye ve cereyana en mutabık ve en muvafık isimlerden olan Fehmi Şinnavi de aynı anlamı vermektedir. Şinnavi de ayetin partilerin kurulmasını emrettiğine inanmaktadır (Bkz, Hizbu’t Tahrir, s: 6-7 ve Fıkhu’s Siyasi, Fehmi Şinnavi, s: 9, El Muhtar el İslâmi Yayınları, Kahire).


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mustafa Özcan : "Mayınlı tarlaya girmek..."
MesajGönderilme zamanı: 11.08.10, 03:25 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Yeryüzünün halifesi

Mustafa Özcan


Vakit
2010-08-10


Hizbu’t tahrir’in misyonu veya varlık nedeni, ‘istinaf el hayat el İslâmiyye yani İslâmi hayata yeniden dönmek ve yeni bir başlangıç yapmak’ olarak tarif edilmektedir. Ebu’l Hasan en Nedevi’nin ‘Min cedid ile’l slam/Yeniden İslâm’a’ kitabının başlığı da bunu çağrıştırmaktadır. İslâmi hayatın istinafı veya yeniden başlaması da Hizb’e göre, ancak İslâm devletini ikame etmekle mümkündür. Onlara göre tek İslâm devlet modeli de hilafettir. Hizbu’t tahrir genel olarak temellere dönüşü savunmaktadır. Bu temellere dönüşün temel mihveri de siyaset ve siyasetin amacı da hilafeti yeniden ikame etmektir. İslâmi hayat, siyaset merkezlidir ve diğer bütün değerler onun etrafında şekillenir.

Elbette hilafet İslâmi bir kavramdır ve şeairi veya mezahir-i İslâmiye’nin yanında haccın şeairillah olması gibi hilafet de iki boyutludur. Bir genel hilafet vardır, bir de özel hilafet. Genel hilafet insanın yeryüzünü inerek burada esma ve sıfatlarıyla Allah’ı temsil etmesidir. Allah’ın Adem’e isimleri öğretmesi belki bir anlamda en fazla Allah’ın isim ve sıfatlarının kendisinde tecelli etmesi ve barındırması nedeniyledir. Zira insan diğer statik varlıklar gibi tek yönlü değil çok yönlüdür. Çok boyutlu ve dinamik bir varlıktır. Bundan dolayı Allah’ın esma ve sıfatlarını en fazla temsil eden varlık ve mahluktur. Bundan dolayı da eskiler: “Kendini küçük bir cirim sanırsın ve lakin bütün kevnü ekvan sende dürülmüştür” demişlerdir. İnsan gönüllü veya gönülsüzce Allah’a ram olması gibi bütün kainat da insana musahhar kılınmıştır. Vahşisiyle evciliyle bütün hayvanat insana ram olmuş ve ona hadim kılınmıştır. İnsan hikmeti temsil etmektedir. Diğer varlıklar kudreti temsil ederler. İnsan da imtihanla birlikte hikmet dünyasını aştıktan sonra kudret dünyasına ulaşacaktır. Dolayısıyla Adem Aleayhisselam ve bir bütün olarak O’nun nesli yani Ademoğlu ve insanoğlu bütün sahip olduğu ve bahşedilmiş melekeleriyle yeryüzünde Allah’ı temsil eder. Bu temsiliyete, hilafetullah diyoruz. Bu temsiliyet geneldir ve imanlı imansız herkesi kapsar. Bazı alimler ise insanın Allah’ın halifesi olarak takdimine karşı çıkmışlar ve bunu mekruh olarak görmüşlerdir. Zira ölümlü bir varlık ölümsüz bir varlığı temsil edemez. Elbette ki insanın vacibu’l vucudu temsiliyeti nakıstır ve aksi takdirde, zaten Allah’a halife değil nid yani rakip olması gerekirdi. Bu da imkansızdır.

¥

Yeryüzü insana verilmiş bir emanet veya fıkıh diliyle ariyettir. Bu ariyet muvakkaten ve yaşam boyu insanoğluna tevdi edilmiştir. Dolayısıyla Allah’ın mülkünde tasarruf sahibidir. Ünlü hukukçu ve şehit Abdulkadir Udeh fıkıh terminolojisiyle de insanın Allah’a halef ve ardıl olduğunu ve O’nun yeryüzündeki mülküne kapıkulluğu ve bekçilik yaptığını ve O’nun adına tasarruf ettiğini söylemektedir. O’nun adına tasarruf keyfi olmaz ve kurala göre olursa, bu aynı zamanda peygamberane bir istihlaftır. Bu duruma eren insan aynı zamanda yeryüzü hilafetiyle birlikte gökyüzü hilafetini de elde etmiş ve cem etmiş olur. Veya peygamberlik yolu ve metodu üzerine hilafettir (hilafetün ale menheci’l nübüvve). Beşerin bütün fertleri Rabbin yeryüzündeki vekilleridir. Bununla birlikte, Kur’an Allah’ın salihleri yeryüzüne istihlaf edeceğinden bahsetmektedir.

Ne zaman ki siyasi emanet veya insanların işlerini tedvir salih kullara intikal ederse hilafetu’r –rusul boyutu da tahakkuk eder yani peygamberlere de istihlaf edilmiş olunur.
¥
Demek ki insanoğlu yeryüzünde mutlak tasarrufuyla birlikte Allah’a halef olmuştur. Mukayyet ve kriterlere uygun olarak bu hilafeti deruhte ederse bu defa da ölçüye riayet ettiğinden dolayı peygamberler metodu üzerinden Allah’a vekalet etmiş olur. Hazreti Ömer halife ile kral arasındaki farkı sorunca bazı sahabeler O’na şöyle mukabele ederler: Keyfi alıp keyfi harcayan kraldır. Ölçü ile alıp ölçü ile dağıtan ise halifedir. Dolayısıyla herkes ismen veya mutlak olarak Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Lakin Allah’ın sıfaten halifesi olabilmek ise O’nun adaletini ve merhametini de gözetmek ve temsil etmekle mümkündür. Bu ise ancak peygamberlerin yoluyla ve metoduyla mümkündür. Bunu icra eden de hem Allah’ı hem de peygamberlerin halifesi olmuş olur.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Mustafa Özcan : "Mayınlı tarlaya girmek..."
MesajGönderilme zamanı: 11.08.10, 03:28 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:19
Mesajlar: 253
Cemaat anlayışı

Mustafa Özcan


Vakit

2010-08-11

Hizbu’t Tahrir, siyaseti iksir gibi görüyor ve İslam dünyası ile günümüzde ve tarihi gelişim sürecindeki aksamaları ve açığı siyaset üzerinden kısa bir vakitte kapatabileceğini düşünüyor. Ya da toparlanmanın en kestirme yolunun siyasi metod olduğunu düşünüyor. Mevdudi, İslam dünyasının zamana karşı yarışta ve kayıpta olduğunu ve bu yarışı ancak siyaset üzerinden telafi edebileceğini düşünmekteydi. Adeta siyaset, bozulanı ıslahta onlara göre tayyı zaman ve tayyı mekanı temsil ediyor. Hizb’e göre, İslami altyapı hizmetleri münhasıran siyasi hizmetlerdir ve üst yapı hizmeti ise doğrudan doğruya devletin ikamesi ve faaliyetleriyle alakalıdır. İslam devletinin altyapısını ve zeminini teşkil için Hizbu’t Tahrir kurulmuştur. Buradaki boşluğu doldurmuştur. Dolayısıyla Hizbe göre, alt yapı hizmetleri imana ve ahlaka müteallik faaliyetler değildir. Tamamen siyasi hizmetlerdir. Hizbin fertleri ahlaki veya sosyal faaliyetlere katılabilir ve bunları yapabilirler. Lakin Hizbin hizip olarak böyle bir lüksü yoktur ve kesinlikle siyasi alanla meşgul olmalı ve onun dışına çıkmamalıdır. Mekke devrinde Hazreti Peygamberin güç yetirinceye kadar putların devrilmesiyle hiç ilgilenmediğini, lakin bilahare güçlendikten sonra bu vazifesini yaptığını ve deruhte ettiğini düşünmektedirler. Yani cüz’i ıslaha veya siyasi cihet dışındaki ıslah modellerine karşı çıkmaktadırlar. Dolayısıyla siyaset nazarlarında bir nevi iksire benzemektedir. Halbuki, diğer cemaatlerin tamamı siyaseti dışlamasalar bile merkeze koymuyorlar. Veya öncelik atfetmiyorlar. Mevdudi ve benzeri bazı cemaatler dışında. İhvan ise hepsini birlikte yürütme taraftarıdır.

Geleneksel cemaatler ahlaki ve manevi hizmetlere öncelik veriyorlar ve altyapı faaliyetleri olarak da Hizbin hilafına bu alanları görüyorlar. Dolayısıyla cüzi bağlamda fıskı fücuru düzeltmekle vakit harcamak veya bu gibi meselelerle ilgilenmek yerine fesadı kaynağından ve siyaset üzerinden düzeltme gereğini savunuyorlar. Ya da sinekle uğraşmak yerine bataklığı kurutmanın kestirme yol olduğu görüşündeler. Bu bağlamda şöyle düşünüyorlar: Çağrı ve davet yükünü yüklenen kitle, topluluk veya Hizb başka faaliyet türlerinden ve alanlarından hiçbirini yüklenemez ve üstlenemez. Bununla birlikte kitlenin fertleri hayır hizmetlerinden ve faaliyetlerinden alıkonamaz. Lakin kitle veya topluluk veya hizip kesinlikle bu detaylarla ilgilenemez, bunun yerine daveti taşıyacak devletin ikamesiyle meşgul olur.



Burada elbette ki Hizbü’t Tahrir’in eksen ve mihver anlayışı ile detay algısı başka cemaatlerle çelişmektedir. Veya en azından farklıdır. İkinci olarak da, detay olarak gördükleri meselelerle Hizbin ilgilenmemesi gerektiğini savunmaktadırlar. Zira detaylarla ilgilenmek devletin işidir. Hizbin önceliği de onu ikamedir. Burada daha açık bir ibareyle şunları söylemektedirler: “İslam davetine taşıyıcılık yapan kitle kesinlikle siyasi kitle ve topluluk olmak zorundadır. Sözgelimi, ruhi (tasavvufi) veya ahlaki ve ilmi bir kitle ve topluluk olamaz. Veya eğitim topluluğu olamaz. Bundan dolayı Hizbu’t Tahrir siyasetle ilgilenen siyasi bir hiziptir ve ümmeti siyasi bilinç ve İslami kültürle eğitmekte ve siyasi yönü öne çıkarmaktadır. İnsanlara siyasi eğitim verilmelidir (Mefahim Hizbu’t Tahrir, s: 78).” Diğer İslami cemaatlerin ise meseleye böyle bakmadıkları ve meseleyi böyle anlamadıkları bir gerçektir. Sözgelimi, Hasan el Benna ise kendileri açısından efradına cami ve ağyarına mani bir tanım yapmıştır. Buna göre, faaliyet alanlarını da belirlemiş ve tayin etmiştir. Benna’nın tanımına göre, İhvan selefi bir davettir. Sünni bir yol ve tarikattır. Sufiyane bir hakikattir. Siyasi bir heyettir. Sportif bir gruptur. Kültürel ve ilmi bir birliktir. İktisadi bir şirkettir. İçtimai bir fikirdir (Resail-i Hasan el Benna, S: 274, Müesesetü’r risale). Elbette biz de Hasan el Benna’nın bu sözlerindeki hedeflere karşı değiliz ve olamayız da. Lakin bunları yöntem olarak kabul etmek birçok mahzuru da barındırmakta ve vartalara kapı aralamaktadır.

Bu şu demektir: Elbette cemaatlerin siyasi veya kalkınmayla ilgili gayeleri ve hedefleri olacaktır. Lakin eskilerin deyimiyle mukaddimat ile netaici (öncüller ile sonuçları) birbirine karıştırmamak bağlamında, gaye olarak siyasi hedefler mahfuz tutulsa da cemaat siyaseti veya ticareti yöntem haline getirmemelidir. Belki de cemaat olarak doğrudan bu alana girmemelidir. Bu durumda ihlası kırmamak ve atar damarı temiz tutmak esas olmalıdır. Bu tamamen teknik bir konudur ve yöntemin sıhhatiyle ve ahlaki tutarlılığıyla alakalıdır. Bundan dolayı mukaddimat ile netaici veya yöntemle hedefleri birbirinden ayırmayan birçok cemaat zamanla safiyetini yitirmiş ve dejenere olmuş ve yarı yolda kalmıştır. Hizbu’t Tahrir’in Mefahim adlı broşüründe ise doğrudan siyaset dışına da taştıkları için İhvan eleştirilmekte ve buna ilaveten İhvanın anlayışının hilafına cemaatin bir ilmi topluluk ve kitle olamayacağı da savunulmaktadır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye