Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 6 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Vehhabilikten Hanbeliliğe:Cüheyman olayının sarsıcı etkileri
MesajGönderilme zamanı: 03.05.09, 20:02 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Mustafa ÖZCAN

Vehhabilikten Hanbeliliğe



Suudi Arabistan yolların ayrılış noktasında. 1979 Mekke baskını ve Cüheyman olayı bir dönüm noktasıydı. Fahd`ın batı tarzı idaresi eski yapıyı zorladı ve çatırdattı.

1991 yılında Amerikan ve ona bağlı koalisyon güçlerinin Suudi Arabistan`a yerleşmeleri bir başka dönüm noktası oldu. Eski dini geleneğin veya Vehhabi geleneğinin tutarlı isimleri olan Abdulaziz bin Baz`ın 1999`da ve ardından İbni Useymin`in 2001`de vefatı toparlayıcı vasıflı insan ve liderlerin sonu oldu. Resmi dini kurum zayıfladıkça zayıfladı ve 2003 yılında Saddam Hüseyin`in ve Irak rejiminin devrilmesinden sonra Suud resmi dini anlayışı iyice yol ayrımına geldi. Resmi Al-i Şeyh çizgisi Ezher Şeyhi Tantavi gibi Irak`taki direnişi onaylamaktan imtina etti. Direnişin yanlışlığına ve caiz olmadığına dair fetvalar verdiler. Böylece İmam Ahmet Hanbel`e de İmam-ı Ali`ye de izafe edilen `dur haysu dare`l hak` yani hakkın döndüğü yere dön kuralı `dur haysü dare`s sulta` yani ayçiçeği gibi yöneticilerin döndüğü yere dön anlayışına inkilap etti.

Suud yönetiminin riskli politikaları ulemayı tutarsızlığa itince kurulu dini yapının çekirdeğinin çatlaması da gecikmedi. Bu çatlakla birlikte orta yolla birlikte birçok tali; ifrat ve tefrit akımları da belirdi. Bunları şöyle değerlendirebiliriz. Bin Ladin ve Kaide anlayışı dahilde silahlı mücadeleyi ihtiyar ederek çağdaş harici düşüncesini canlandırmış ve ihya etmiş oldu. Bunun haricinde, Bin Ladin`in çıkış noktasında haklı yönler olduğunu onaylamakla birlikte dahilde veya hariçte ölçüsüz şiddet kullanımını tasvip etmeyen ve sınırlandıran bir anlayış daha belirdi. Geçmişte Bin Ladin`in referans gösterdiği Sefer el Havali`nin anlayışı bunlardan birisidir.

Katar`da yapılan Düşmanlığa Karşı Direniş Konferansı`na başkanlık yapması teklif edilen Sefer el Havali Felluce direnişi sırasında Fellucelilere destek veren 26 Suud ulemasının imza attığı deklerasyonda da imzası olan bir şahsiyet. Bush`a yazmış olduğu açık mektubuyla da tanınıyor. Suudi Arabistan Katar`daki konferansa katılmak isteyen ulemaya izin vermemişti.

***

Sefer el Havali ve onun gibiler dahilde savaş yerine ıslahı benimsiyorlar. Bundan dolayı Ömer Bin Abdulaziz ve sahabilerin yaptığı gibi huruç edenler yani haricilerle yönetim arasında diyalog zemini arıyor ve tarafların tutumlarını birbirine yaklaştırmaya çalışıyorlar. Bununla birlikte, Buti, Kardavi gibi yabancı müstevlilere karşı meşru dairede savunmayı ve direnişi de tasvip ediyorlar. Bunların yanında yakın bir çizgide sayılabilecek iç siyasetten uzak duran ve bütün gücünü dini alana teksif eden Selman Avde ve Aid el Karni gibi isimler de var. Bu inşikakın şerrare ve kıvılcımlarından birini de İslamcı liberaller teşkil ediyor. Bunlar genellikle, Şarku`l Avsat gazetesi etrafında kümelenmişler. Bunlardan bir kısmı birkaç yıl önce ABD ile ilişkileri masaya yatıran bir konferansa da katılmışlardı. Bunlardan birisi olan Şarku`l Avsat yazarlarından Hasan Şebekşi 14 Şubat 2005 tarihli Şarku`l Avsat gazetesinde `Suud selefiliğini kim hanbeliliğe döndürecek?` başlıklı yazısında yeni bir eğilime işaret ediyor. Bu da Suudi Arabistan`ı her platformda yalnızlaştıran ve sıkıştıran infiradçı Vehhabilik anlayışının reddi ve yerine hanbelilik anlayışına avdet etmek. Bu eğilimi savunanlar genelde orta yolcular, aydınlanmacılar veya liberal İslamcılar olarak anılıyorlar. Suudi Arabistan`da hem dini hem de siyasi reform talep ediyorlar. Dini reform bağlamında geçmişte hiç örneği olmayan bir şekilde Vehhabi anlayışını eleştiriyor ve mahkum ediyorlar. Sözcülerinden biri olan Abdulaziz Kasım`ın 2003 Mart`ındaki bir makalesine göre, grup kendisini, `reformcular` veya `Liberal İslamcılar` olarak takdim ediyor. Ve bu akım Suud genelinde yeni bir devreye işaret ediyor: Post vehhabilik dönemi.

***

Türkiye`de AKP nasıl ki 28 Şubat sürecinin dolaylı türevlerinden biridir öyle de Suud`un liberal İslamcıları da 11 Eylül`ün dolaylı türevleri arasındadır. Özellikle milli diyalog ve seçim takvimiyle ilgili taleplerini dilekçe ile Veliaht Abdullah`a sunan da bu kesimin mensupları olmuştur. Ve mesafe de almışlardır. Geçmiş literatürde bu anlayışa sahip olanlara `mürcie` deniliyordu. Bununla birlikte Hasan Şebekşi`nin de dediği gibi, 11 Eylül sonunda beliren bu inşikakın zararlı yönleri varsa da `rubbe darretin nafia` fehvası gereği, bazı zararlardan hayır da çıkabilir. Vehhabilik döneminin kapanması gibi...

08.03.2005


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: 1979 Mekke baskını ve Cüheyman olayı
MesajGönderilme zamanı: 04.05.09, 15:50 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
1979 Mekke Baskını ve Cüheyman Olayı

- 1979 Kabe Baskını ve 16 Gün Süren Savaş-

1979 Ramazanında Arabistanın büyük kentlerinde dağıtılan bildiride Suudi rejimi eleştiriliyor, devletin dini niteliğini kaybettiği belirtiliyor, ülkede yeni bir İslami rejimin kurulmasının gerektiği anlatılıyordu. Bu bildirilerin Cuheyman el-Uteybi önderliğindeki radikal bir sünni gruba ait olduğu Mescid-i Haram'ın işgalinden çok sonraları anlaşıldı.

Tarihler 20 Kasım 1979'u gösteriyordu. Kabe'ye sabah namazı kılmaya gelen binlerce kişi namazın bittiği anda bir yandan "Allahuekber" seslerini bir yandan da havaya sıkılan kurşun seslerini duydu. Eylemciler mescid'in mikrofon sistemini ele geçirdi. Eylemcilerin lideri Cuheyman konuşmaya başladı. Yanında bulunan kayınbiraderi Muhammed el-Kahtani'nin İslam aleminin beklenen mehdisi olduğunu söylüyordu. Mehdiliği sağlam kanıtlara oturtmak için ilgili hadisleri detayıyla anlatıyordu.

Cuheyman Suudi rejiminin dini niteliğinin kalmadığını dolayısıyla Müslümanların rejime itaat etme yükümlülüklerinin kalmadığını söyledi. Ülkedeki kötü gidişatın önüne geçilmesi için hayatın her alanında şeriatin tekrar uygulanmaya başlamasının gerektiğini vurguladı.

Cuheyman bu konuşmasını yaparken adamları da işgalden önce mescidin alt katlarına sakladıkları silahları mescidin ilk katına çıkardılar. Silahlar eylemcilere dağıtıldı, dış kapılar kapatıldı, yüksek minarelere silahlı nöbetçiler yerleştirildi, mevziler planlara göre hazırlandı. İçeriye giriş-çıkışlar yasaklandı.

İşgalcilerin Talepleri

Devrimcilerden bir tanesi mikrofonlar aracılığı ile isteklerini ilan ediyordu:

1. Batıdan ithal edilen kültür, taklid ve değerlere son verilerek islamiyetin adaletli kültür ve değerlerinin yerleştirilmesi, emperyalist batılı ülkelerle ilişkilerin kesilmesi.

2. Babadan oğula geçen kraliyet düzeninin yıkılarak İslam devletinin kurulması, hain Suud ailesinin yargılanması ve halktan çaldıklarının geri verilmesi.

3. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen, ülkeyi emperyalistler ve yabancı firmalara otlak yapan Kral Halid ve ailesinin kafirliklerinin ilan edilmesi.

4. İslam'a ve müslümanlara karşı düşmanca tutumu nedeniyle ABD'ye petrol ihracatının durdurulması, ülkenin ihtiyaçlarına uygun olacak şekilde petrol üretiminin azaltılarak Milli Servetin heder edilmemesi...

5. Arap yarımadasını ellerine geçiren tüm yabancı askeri uzmanlar ve danışmanların yurt dışı edilmesi, yabancı askeri üstlerin kaldırılması...

Taleplerin ilanından sonra Hacerül-Esved ile İbrahim makamı arasındaki bölümde Mehdi Kahtani'ye biat etme merasimi düzenlenir. Kahtani'nin eli öpülüp sonuna kadar itaat edileceği bildirilir.

Sabah namazına gelen binlerce sivile çıkmakta serbest oldukları söylenir. Çoğunluğu çıkar. yaklaşık 30 kişinin eylemcilerle kaldığı tahmin edilmektedir.

Suudi Hükümetinin Şaşkınlık Dönemi

İşgalden 3 saat sonra Mescid-i Haram çevresine gelen Suudi askerleri içeri girme denemelerinde yoğun ateşle karşılık görünce geri çekilirler.

İşgalin ilk günlerinde Suudi hükümeti tam bir şaşkınlık ve ne yapacağını bilememe durumu içindedir. İçeride rehine var mıdır, varsa kimlerdir , kaç kişilerdir? Eylemciler kimler ve kaç kişilerdir gibi hiç bir bilgiye ulaşamazlar.

Kabe'yi kuşatan Kraliyet Muhafız Alayı mutaasıp asker ve subaylardan müteşekkildir. İnançlarından dolayı Mescid'de silahlı bir çatışmaya girmeyeceklerini beyan ederler. Suudi hükümeti bu dönemde tam bir şakınlık dönemindedir. Kabe'nin kan dökülerek alınmasının İslam aleminde yaratacağı olumsuz etkiden çekinmektedir.

Suudi kralı Halid hemen muhafızları teftişe gider. Kabe'nin Harici isyancılar tarafından işgal edildiğini, görevlerinin Allahın Evi'nin temizlenmesi olduğunu, görevlerini yapmazlarsa Pakistanlı paralı askerleri kullanacağını söyler. Bazı muhafızlar ikna olur olmayanlar ise tutuklanır.

1979 Kabe baskını yapan eylemcilerin sayısı en az 500 olarak tahmin ediliyor.

Eylemden önceki gecelerde büyük miktarda yiyecek malzemesi, ilk yardım malzemesi ve cephane mescidi haram'ın alt katındaki mahzenlerde saklanıyor. Böylece eylemcilerin çok uzun süre dış destek almaksızın direniş yapabilmesi mümkün oluyor.

DÜNYADAN TEPKİLER

Eylemcilerin ve onlara dışarıdan destek verenlerin tam olarak anlaşılabilmesi için dört günün geçmesi gerekecektir. Bu olaydan birkaç ay evvel İran'da islam devrimi olmuştur. Kabe baskınını İran devrimi izinde gören oldukça fazla kişi vardır başlarda. Bunlardan biri Mısır devlet başkanı Enver Sedat'tır. Hedefi İran göstermiştir.

İran lideri Ayetullah Humeyni ise işgalden Amerika'yı sorumlu tutmaktadır. Humeyni "Büyük şeytan" Amerika'yı kutsal topraklardan çıkarmak için tüm dünya müslümanlarını cihata çağırmaktadır.

Suudi yetkililerin işgalciler için "hariciler" terimini kullanması Pakistan basınında yanlış anlaşılarak yabancılar anlamına gelen hariciler terimiyle Amerikalıların/İsraillilerin kasdedildiği şeklinde yorumlanır ve Humeyni'nin ifadesiyle örtüşür. Fas'dan malezya'ya kadar dünyadaki hemen tüm İslam ülkeleri ayağa kalkar ve Amerika-İsrail alyehinde gösteriler düzenlenir. İslamabad'daki binlerce kişinin gösterisi sırasında bir ABD askeri linç edilir diğeri ise yakılılarak öldürülür.

Türkiye'de ise Milli Talebe Birliği işgali "gerçekleştiren" siyonistleri kınayan basın açıklaması yapar. İstanbul ve izmir'de kimi öğrenciler boykot yapar ABD ve İsrail bayrakları yakılır.

SUUDİ REJİMİ İLK ŞOKU ATLATTIKTAN SONRA

Suudi yönetimi ilk günlerdeki şoku atlattıktan sonra bazı önlemleri uygulamaya sokar:

1) Eylemcilerle bağlantısı olacağı şüphesiyle tüm üniversiteleri geçici olarak kapatıp binlerce yabancı müslüman öğrenciyi uçaklarla memleketlerine gönderirler.

2) Mısır El-Ehram Gazetesi'ne göre Mekke, Medine ve Taif şehirlerinde sokağa çıkma yasağı konuldu.

3) Yabancı gazeteciler Mescid-i Haram'a yaklaştırılmadılar. Bu önlem kimilerine göre operasyonda kullanılacak Amerikalıları gözden gizlemek içindi.

4) Silahlı Kuvvetlerde seferberlik ilan edildi. İzinler kaldırıldı.

5) Kara ve deniz sınırlarında güvenlik artırıldı. Karayollarında zırhlı yelekli güvenlik kuvvetleri sık kontrol noktaları kurdu.

6) Yönetim aleyhinde yayınları kontrol amacıyla postanelerde denetim kuruldu.

HER İKİ TARAF DA KENDİ DURUMUNA UYGUN AYETLERİ TEMEL ALIYOR

Cuheyman ve grubu için Maide suresinin 97. ayeti kendi durumlarını tanımlamada uygundu:

"Allah, Beyt-i Haram (Olan) Kabe'yi İnsanlar İçin Bir Kıyam Yeri (Ayaklanma Yeri) Kıldı..."

Diğer yandan Müslim referanslı bir hadis kendilerini motive ediyordu:

"Resullullah buyurdu ki: Karanlık bir gecenin parçaları gibi olan fitneler ortaya çıkmadan önce, hayırlı ameller işlemede acele edin..."

Cuheyman'a göre zaman gelmişti.

Öte yandan Suudi rejimi Mescid'e operayon için devlete yakın İslam alimlerinden fetva almayı başardı. Fetvada kendilerini haklı gösteren ayet ve hadisler yer alıyordu örneğin:

"Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Siz birlik halinde iken size gelip de birliğinizi bozmak, bütünlüğünüzü parçalamak isteyen biri olursa boynunu vurun." (Ebu Müslim)

Karşı tarafın da Ebu Müslim'in ilettiği bir diğer Hadisi kendisine dayanak yaptığına dikkat edin.

Görünen o ki her iki taraf da kendi çıkarına/hedefine uygun hadis ve ayetleri kırpıp almaktadır.

Suudi kraliyet tarafının elde ettiği fetvada başka hadis ve ayetler de kullanılmıştır. Bunlardan biri şuydu:

"Kim orada (Kabe'de) zulümle haktan sapmak isterse ona acı bir azap tattırırız." (Hac Suresi, 25)

Askeri operayon için artık fetva alınmıştı. Operasyon safhasına geçmden önce Cuheyman el-Kuteybe'yi ve mehdi ilan ettiği kayınbiraderi Muhammed Kahtani'yi, geçmişlerini, ideolojilerini biraz daha tanıyalım.

CUHEYMAN el-UTEYBİ KİMDİ?

Cuheyman ve grubu kendilerini Yeni İhvancı olarak tanımlıyordu. Bu nedenle İhvancılığın ne olduğununa değinmekte fayda var.

İhvancılar, 1920'li yıllarda Suudi Arabistan'ı kuran Vehhabilerin yerleşik düzene geçirttiği göçebe kavimlere deniyordu. Cihatcı/militarist bir güçtü. Bugün Suudi Arabisitan haritasına baktığınızda oldukça geniş yüzölçümü olduğunu farkedersiniz. İşte Suudi Arabistan'ın bu kadar genişlemesini sağlayan güçte İhvancılar adı verilen cihatçı sünni grubub rolü büyüktür. Suudi sınırları o dönemde İngiliz egemenliğinde bulunan Ürdün, Irak, Kuveyt sınırlarına varınca kral Suud İngilizlerle çatışmamak için cihata son verir. Ancak İhvancılar devam etmek isterler. Böylece Vehhabilerle İhvancıların arası bozulur. Vehhabiler İhavancıların varlığına son verir.

İşte Cuheyman eski İhvancı hareketin bu mirasını devralmıştı. İhvanclığı yeniden canlandırmaya çalışıyordu. 1926'dan sonra Suudi yönetimi görece barışçıl politikalara dönmüştü. Cihatı bırakmıştı. petrolün çıkmasıyla batıyla ve ABD ile yakın ilişkilere girmişti. Kimi seküler kurum ve kuralları Suudi Arabistan'da uygulamaya başlamışlardı. Örneğin kadın ve erkek aynı işyerinde çalışabiliyordu. Alkol yasak olmasına rağmen üstünde sıkı bir denetim yapılmıyordu.

Cuheyman 18 yıl boyunca Kraliyet Muhafız Birlikleri'nde çalıştıktan sonra meşru görmediği devletin kurumunda çalışmak istemez ve ayrılır. Medine İslam Üniversitesi'nde öğrenim görmeye başlar. Hocalarının devlete bağlılığını aşırı bularak derslerden uzaklaşmaya başlar. Kendi risalelerini yazar. Arkadaşlarıyla alternatif dersler hazırlar. Devletin şeriatten çıktığını düşünmektedir.

Cuheyman'ın dedesi 1929 yılında Suud yönetimine karşı İhvancı saflarından çarpışırken öldürülmüştür. Şimdi torun Cuheyman da Suud yönetimine karşı savaşacaktır.

Beklenen "MEHDİ" : MUHAMMED bin ABDULLAH el-KAHTANÎ

Cuheyman'ın kayınbiraderi olan Muhammed Kahtani "Mehdi" yani "İslam alemini kurtaracak olan önder" olarak tanıtılır. Kuran'da mehdilikle ilgili ayetler bulunmasa da konuyla ilgili hadislerin bulunduğu bilinmektedir.

Ebu Davud'un MEHDİ hakkında rivayet ettiği bir hadis şöyledir:

Dünya tek bir gün kalsa bile Allah Teala muhakkak o günü uzatır ve yüce Allah o günde benim neslimden yahut da Ehl-i Beyti'mden adı adıma, babasının adı da babamın adına uygun olan (yani Abdullah oğlu Muhammed olan) kemal sahibi bir kimseyi gönderir, buyurmuştur.

Cuheyman'ın kayınbiraderi Muhammed bin Abdullah el-Kahtani bu tanıma uymaktadır. Onun da babasının adı Abdullah adı ise Muhammed'dir.

Bir diğer Ebu Davud hadisine göre Mehdi, Hacerül-Esved ile İbrahim Makamı arasındaki alanda biatı (İslami itaat) kabul edecektir. Cuheyman bu hadise uygun şekilde davranarak kayınbiraderini Hacerül Esved ile İbrahim Makamı arasına koyarak yüzlerce militanının onun elini öperek biat ettiği bir töreni hayata geçirir.

Cuheyman hadislerin-ayetlerin anlamlarını esnetme veya mecazi anlam yükleyip farklı yorumlama yerine metni olduğu gibi alma eğiliminde idi. Örneğin İsrail'in elinden Kudüs'ü almanın yolunun tanklar, toplar, uçaklar değil bir hadise dayanarak Mehdi döneminde ellerinde kılıçlar, altlarından atlarla ahir zaman askerleri tarafından başarılacağına inandığını kendi yazdığı risalede belirtmektedir.

MESCİD-İ HARAM'A ASKERİ OPERASYON

Devlete yakın Suudi ulemasının fetvasını arkasına alan Suudi yönetimi biraz rahatlar. Fetva gereği önce işgalcilere süre verilip teslim olmaları isteniyor. Cuheyman bunu kabul etmiyor. Ardından askeri operasyon işgalin 6. günü başlar.

Önce kapıları tutan direnişçilere yoğun ateş ile uzaklaşmaları denenir. Kapılar iyi istihkam edildiği için bu başarılamaz. İsyancılardan Mescid'in minareleri yerleşen keskin nişancılar Suudi askerlerini avlamaya başlar.

Ardından ağır zırhlı araçlarla mescidin kapıları kırılarak içeri girilir. Bir yandan da helikopterlerden mescide indirme yapılır. İndirme sırasında gene çok sayıda Suudi askeri kaybedilir. Bu arada bazı helikopterler mesciddeki direnişçilerin üzerine bombalar atar. Mescidin zemin ve üst katlarından göğüs göğüse çarpışmalar sonucunda Suudi güçleri zemin katı ve üst katları ele geçirir.

Resim
Resim

Fransız timi GIGN'de doğrudan doğruya alt katlara girmeyi düşünmez. Bunun yerine alt katlara göz yaşartıcı gazlar verilir bu gazların etkisiyle kimi direnişçi teslim olur kimisi elinde silah ateş ederek dışarı çıkar ve vurulur. Ancak alt kat hala temizlenememiştir. Bu sefer alt katlara tonlarca su boşaltılır. Su iyice yükseldiğinde ise yüksek voltajlı elektrik verilir. 5 aralık 1979 günü Kabe işgalcilerden kurtarılmış olur.

Mehdi Kahtani ölmüş; Cuheyman ise sağ yakalanmıştır.

Cuheyman'ın yakalandığındaki görüntüsü:

Resim

Bir Fransız gazetesinin haberi üzerine Fransız özel timinin Kabe'yi kurtardığı açığa çıkar.

Bilanço:

Operasyonda Suudi güçlerinden ölenlerin sayısı 127, isyancılardan ölenlerin sayısı 117 olarak açıklanmıştır. Hacılardan, namaza gelenlerden ölenlerin sayısı 26'dır. Yüzlerce de yaralı vardır.

Yargılamalar sonucunda 63 kişi idama mahkum olur, kafaları kesilerek infaz edilir.

Resim


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Vehhabilikten Hanbeliliğe:Cüheyman olayının sarsıcı etkileri
MesajGönderilme zamanı: 04.05.09, 16:22 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
"Suskunluk Ülkesi"nde Sessizlik Bozuluyor

Metin Horata


Giriş

Suudi Arabistan, Orta Doğu'da tarihi ve stratejik öneme sahip bir ülkedir. Bir tarafta İslam'ın filizlenip yayıldığı, müslümanlar için kutsal Kabe'nin yer aldığı, Mekke, Medine ve diğer taraftan dünyanın önemli petrol rezervlerinin bulunduğu ve emperyalist Batı'nın sözünden hiç ayrılmayan bir krallıkla yönetilen bu kutsal topraklar İslam dünyasının tam ortasında yer almaktadır.

Suudi Arabistan1987 "Kanlı Hac" olayları hariç, geçen son on yıldır Ortadoğu'da müslümanların kan ve gözyaşlarının hızla arttığı bir ortamda nisbeten ekonomik ve siyasi istikrara sahipti. Ta ki 2. Körfez Savaşı'nda aldığı önemli role (!) gelinceye değin. Bu savaş S. Arabistan'ı gerek ekonomik gerek siyasi ve gerekse sosyal çıkmazlara doğru itmeye başladı. Nihayet körfez savaşının etkileri geçen ay meydana gelen gösteri ve tutuklamalarla kendini gösterdi. Londra'da faaliyetlerini yürüten "Suudi Arabistan'da Yasal Hakları Savunma Komitesi"nin verdiği bilgilerde "Suud'daki hakim rejime son günlerde neler oluyor?" sorunu sordu. Arap ve Batı medyası bir anda alışılmışın aksine gözünü bu ülkeye dikip, gösterilerin olduğu, ülkenin tanınmış alimlerinden Selman bin Fand el-Avde ve Sefer bin Abdurrahman el-Havali olmak üzere binden fazla müslümanın tutuklandığını, dünya kamuoyuna duyurdu. Suud resmi ağızları da olayları reddedip, ülkede huzur ve sükunetin hakim olduğunu söylüyorlardı. Acaba bu olaylar, resmi açıklamaların aksine "ciddi bir hareket miydi?" sorusunu gündeme getirmiştir. Sorunun cevabı, Suudi Arabistan'ın rejim ile muhalefet arasındaki ilişkinin tarihi köklerine bakıldığında daha iyi anlaşılacaktır.

Suud Rejimi ve Muhalefet

Suudi Arabistan ırk ve din bakımından diğer Arap devletlerine oranla daha homojen bir yapıya sahiptir. Şii cemaati bu homojen tablonun tek büyük istisnası ve krallığa karşı en muhalif topluluğudur. Suudi Arabistan'da muhalefet bilincine en büyük katkı ülkede yaşayan müslüman Şii cemaatinden gelmiştir. Nüfusun % 6'sını oluşturan bu topluluk Arabistan topraklarının yalnızca bir bölümünde yoğunlaşmıştır. Hasa olarak bilinen bu bölge zengin petrol kuyularının bulunduğu yerdir.

Şii cemaatinin Suud rejimiyle olan ilişkisi 1979 İran Devrimi öncesi ve sonrası diye iki kısma ayrılır. 70'li yılların sonlarına kadar bu topluluk daha çok ekonomik, sosyal, siyasal ve eğitimsel zorluklar altında yaşamaktan şikayetçiydiler. Fakat devrim sonrası Şii muhalefet bilinçli ve ideolojik bir kimlikle Suud rejimini karşısına almıştır.

1745 yılında Sünni kabilelerin reisi görünümündeki Muhammed b. Suud ve Vahhabiliğin imamı Muhammed b. Abdulvahhab kurdukları ittifakla modern Suud tarihini başlattılar. Günümüze kadar Şii cemaati üç ayrı zaman diliminde Suud yönetimi altına girdi. İttifak halindeki Vahhabiler, Vahhabi bağnazlığı yaparcasına Şii cemaatini müşrik olarak sıfatlandırdılar. Hatta 1801 yılında büyük bir Suud ordusu Vahhabilerin onayını da alarak Kerbela'da beş bine yakın Şii'yi kılıçtan geçirdi. Daha sonraki dönemlerde yeniden yapılanma sürecine giren Suudi devleti Şiiler'e karşı uyguladığı politikalarda şiddete daha az yer verdi. 1901 yılında Hindistan-İngiliz devletinin desteği ile iktidarı ele geçiren ülke birliğini sağlamada Vahhabiliği kullanmaya yöneldi ve 1912 yılında Vahhabi düşüncesiyle temellenmiş İhvan'ı kurdu. Bu dönemde Şii cemaati yine baskı altındaydı. 1929 yılına gelindiğinde Vahhabiler ile İbn Suud arasındaki ilişki, İhvan'ın İbn Suud iktidarına karşı çıkması sonucu bozuldu ve İbn Suud Vahhabiler'i büyük bir bozguna uğratarak onların etkilerini ortadan kaldırdı. Bundan sonra İbn Suud Şiiler'e karşı oldukça yumuşak politikalar izleyerek, Şii cemaatinin devlete sadakat ve bağlılıklarını kazanmaya çalıştı. Vahhabiler'in etkisinin azalmasıyla birlikte Şii cemaati Suud toplumuna ve ekonomisine entegre olmaya başladı. 1930 yılında Hasa bölgesinde zengin petrol yataklarının bulunması bu süreci daha da hızlandırdı. Çünkü Şiiler'in büyük bir kısmı Arap-Amerikan Petrol Şirketi (AROMCO) tarafından işe alınıyordu. Ne var ki, çalışan Şiiler ağır işler altında eziliyor ve çok azı idari düzeyde görev almayı başarabiliyordu.

Şii cemaati 1969 yılına gelinceye kadar ekonomik, politik ve sosyal imkanlardan hep mahrum bırakıldılar. Yerleşim yerleri olan Hasa, petrol bölgesi olmasına rağmen bir türlü gelişme gösteremiyordu. Suud yönetimi tarafından hep dışlanan Şiiler Körfez ötesindeki -İran ve Irak- ayetullahlara yöneldiler. İran Devrimine kadar Suud rejimini ciddi olarak karşılarına almayan Şiiler, Devrim ile beraber yeni bir bilinçlenme sürecine girdiler. Devrim gelecekteki hareketlerine örneklik etti. Bu bilinçlenme onlara, Suudi yönetimine başkaldırma ve taleplerde bulunma gibi geçmişte hiç bir zaman yapmaya cüret edemedikleri eylemler için cesaret verdi ve nihayet 1979 Aşura Günü Şiiler bulundukları bölgelerde rejimi protesto eylemleri yaptılar. Suud güvenlik güçleriyle çatışmalar oldu, 20 civarında Şii şehit edilirken yaralanan ve tutuklananların sayısı oldukça fazlaydı. "Bu gösterilerde Şiiler, Suud yönetimine Amerika'ya petrol satışını durdurma ve İran Devrimi'ni destekleme çağrıları yapıyorlardı. Yine 1980 yılında İmam Humeyni'nin İran'a dönüşünün birinci yıldönümü kutlamalarında da ellerine İmam Humeyni'nin resimlerini alarak rejimi protesto eylemleri yaptılar. Bu muhalefetlerden oldukça korkan Suud rejimi, Şii cemaatine karşı uyguladığı tehcir ve tenkil politikalarıyla muhalefetin ülke çapına yayılmasını engellemeye çalıştı.

Yönetimle araları 1929 yılından beri açık olan Sünni cemaati de Şii muhalefetinin ivme kazanmasına paralel olarak 28 Kasım 1979'da şehit alim Cüheyman el-Uteybi ve beraberindeki müslümanlarla birlikte Mekke'de gösteriler başlatarak Kabe'yi ele geçirdiler. Halkın dertleriyle dertlenmiş Cüheyman Uteybi, Suud rejiminin neler yaptığını çok iyi biliyordu. "Kabe Baskını" olarak da bilinen bu hareket direkt rejimi hedef alıyordu. Kabe'yi ele geçiren müslümanlar mesajlarını açıkça Suud rejimine haykırıyorlardı: "Kokuşmuş Batı taklitçiliği yerine İslami olan toplumsal-kültürel değerlerin benimsenmesi ve doğasında sömürgeci olan Batılı devletlerle diplomatik ilişkilerin kesilmesi; hain Suud krallığının yıkılması ve Arabistan halkından çalınan hanedan servetinin de hesabını soracak adil bir İslami yönetim kurulması; ülkeyi sömürgeci güçlere peşkeş çektikleri için Kral Halid, kraliyet ailesi ve saray ulemasının adaletsiz ve günahkar olduklarının ilan edilmesi; İslam ve müslümanların düşmanı Amerika'ya petrol akışının durdurulması ve Yarımada'daki tüm yabancıların sınır dışı edilmesi gibi taleplerini Kabe'den ilan ediyorlardı. Suud rejimi bu olaydan Fransa'dan getirttiği Fransız komandolarının düzenlediği ve katliamla neticelenen baskın sonunda sıyrılabilmişti.

Yine 1987 yılı Hac mevsiminde, hacıların "Amerika'ya ölüm", "İsrail'e Ölüm", "Rusya'ya Ölüm" sloganlarıyla bir gösteri yürüyüşü düzenlemişlerdi. Suud rejimi silah ve zehirli gazlar kullanarak bu gösteriyi dağıtmış ve yüzlerce müslümanı şehit etmişti.

Suud Yönetimi

Suud rejimi 1901 yılından itibaren İngiliz desteği ile kuruluşunun ilk yıllarında Vahhabiler'i de kullanarak önce Şii toplumunu sindirdi; arkasından hanedanlık kabilelerinden kız alıp, onlarla akraba bağları kurarak kendisine karşı koyabilecek güçleri engelledi ve nihayet Vahhabi etkisini de ortadan kaldırarak monarşik bir yönetim kurdu. Yönetimi tamamen ele geçiren Suud ailesi 1930 yılından sonra İngilizlerin yerini alan Amerika'ya sırtını dayadı.

Son zamanlarda yönetim içinde iki başlılıktan söz edilmekte; Kral Fahd, İçişleri Bakanı Nayif, Savunma Bakanı Riyad Prensi Selman ve İçişleri Bakan Vekili Ahmed birinci grubu oluşturmaktadırlar. "Seydiriler" diye de adlandırılan bu grup "Sidara" kabilesinden aynı anneden olma kardeşlerden meydana gelmektedir. Bunlar krallık makamını birçok bakanlığı ve ülkenin mali kaynaklarını ellerinde bulundurmaktadırlar.

Yönetimdeki ikinci grup ise Kral Fahd'a muhalif olan "Şumar" kabilesine mensup ikinci anneden olma Veliahd Prens Abdullah'ın başını çektiği gruptur. Prens Abdullah Seydiriler'in ülkenin anahtarlarını ellerinde tuttuklarını ve kendisini de gelecekte istemeyecekleri ihtimalini gözönüne alarak, batılı askeri uzmanların yetiştirdiği "Milli Güvenlik Birliği" adı altında özel bir askeri tim kurdu. Bu askeri birlik 1980 Şii İntifadası, Cüheyman el-Uteybi'nin Mekke direnişi ve II. Körfez Savaşı dışında içişlerine pek karıştırılmadı.

Son günlerde Suudi hanedanlığında saray entrikalarının başladığı yolunda haberler dolaşmaktadır. Özellikle Fahd'ın taht üzerindeki yaşlı bedeni hastalanınca, hanedan üyeleri arasındaki çekişmeler daha bir hız kazanmış durumdadır. Hatta bu saray entrikalarının ülkeyi bir iç savaşa sürükleyeceği yönünde çeşitli görüşlere de rastlamak mümkün.

Suud Uleması ve Son Olaylar

II. Körfez Savaşı etkilerini Suud ulemasında da gösterdi. İki gruba ayrılmış olan ulemanın ilk grubunu geleneksel selefi akım oluşturmaktadır. Saray uleması diye de adlandırılan bu grubun başını çeken; Suud hanedanlığının dinin meşru dayanağını kendisinden aldığı ve şehit Cüheyman el-Uteybi'nin ta o zamanlar "Bin Baaz sünneti çok iyi biliyor olabilir ama onu bozulmuş yöneticileri desteklemekte kullanıyor" dediği Yüksek Din Konseyi Başkanı ama Şeyh Abdulaziz bin Baaz'dır. Bin Baaz'dan sonra kendisinin yerini dolduracak gözüyle bakılan Şeyh Meysem'i gelmektedir. Şia'ya karşı ağır eleştirilerin yer aldığı "Kitabu't-Tevhid"in yazarı olan Şeyh Fevzan da bu grubun içindedir.

Dini muhalefetin en etkili ve rejim için en tehlikeli kanadı ise "yeni nesil din adamları"nın oluşturduğu çoğu üniversitelerde doktora yapmış kişilerden oluşur. Geleneksel selefi Vahhabi akımla beraber olan bu kanat II. Körfez Savaşı ile beraber geleneksel kanattan ayrılmış ve "Yasal Hakları Savunma Komitesi" ismi altında faaliyet göstermeye başlamışlardır. Bu akımda yer alan alimlerin bir çoğu Fahd'ın kurduğu "Ulema Heyetini"nin de üyeleri idiler. Bu kanada liderlik eden alimler: Selman el-Avde, Sefer el-Havali, Dr. Muhammed Mes'ari, Nasr el-Amr'dir, Bunlar zahiren de olsa önde gelen Suudlu bir çok alimi etkisi altına almayı başarabilmişlerdir Şeyh b. Baaz'ın başını çektiği ve aralarında avukatlar, vaizler vb. nin bulunduğu geleneksel grup bu akımın etkisiyle 1991 yılında yönetime daha fazla katılma ve reformlar yapılması ile ilgili "Nasihat Risalesi"ni kaleme almışlardır. Yeni nesil ulemanın oluşturduğu bu akım aktif bir şekilde propaganda araçlarından da faydalanabiliyorlar. Özellikle mescitlerde örgütleniyorlar ve teyip kasetlerinin çoğaltılıp dağıtılması gibi yollarla halka Suud yönetimin bozuk yapısını anlatmaya çalışıyorlar.

Yeni nesil din adamlarının Mayıs 1993'te kurup ve şu anda Londra'da faaliyetlerini sürdüren "Yasal Hakları Savunma Komitesi"nin amacı tüm ülkeyi kapsayacak bir muhalefet grubunu oluşturmak; talepleri ise: "İslam Şeriatı'nın gerçek şekilde uygulanması; genel hürriyetlerdeki kısıtlamaların kaldırılması; çok acele olarak ekonomik ıslahatların yapılması ve ülkenin borç bataklığından kurtarılması; toplum ve devlette dini kurumun gerçek yerinin olması ve bu kurumun gayri İslami uygulamalara engel olabilecek bir fonksiyona sahip olması gibi reformcu isteklerdir.

Saray ulemasının kabir anlayışındaki şirk unsurlarına karşı gösterdikleri duyarlılığı, Suud hanedanının yıllardır halkın petrolünü Amerikan şirketlerine peşkeş çekmesi, petrol paralarını çarçur etmesi ve keyfi yönetim altında ezilen halkın dertlerine karşı aynı duyarlılığı göstermemesi/gösterememesi, el-Uteybi'den bu yana ilk defa Avde ve Havali gibi alimlerin ortaya çıkıp bu meselelere el atmalarına sebep oluyordu. Dışarıya kaçmayıp ülkede kalma cesaretini gösteren bu iki alim, rejimin sindirme politikalarına aldırmayarak Suud rejimine yönelik eleştirilerine devam ettiler. Özellikle Kral'ın Amerika'ya olan bağlılığından, yönetimin Yemen Krizi ve Arap-İsrail Barış Sürecinde takındığı Batı yanlısı tavırlarından, petrol paralarının Avrupa kumarhanelerine taşındığından ve saray ulemasının da bunları görmezlikten geldiğinden bahsetmeye başlamaları var olan Amerikan düşmanlığını -halkın körfez savaşı sırasında katil Amerikan askerlerini ve onların ahlaksız davranışlarını yakinen görmelerinden dolayı ülkede başlayan Amerikan düşmanlığı- daha da artırdı. Halkın dertlerini dile getiren Selman Avde, Sefer Havali ve onların mücadelesi halk tarafından kabul görmeye de çoktan hazırdı. Nitekim bu iki alimin rejimi eleştiren vaaz kasetleri tüm ülkeye gizli gizli yayıldı. Amerikan düşmanlığının had safhaya çıktığını, kendisini yerden yere vuran kasetlerin yığınla satıldığını gören krallık rejiminin bu iki cesur alimle birlikte binden fazla müslümanın tutuklanması bardağı taşıran son damla oldu. Tutuklamalar karşısında sessiz kalmayan halk, özellikle el-Kasım bölgesindeki müslümanlar krallık rejimini protesto eylemleri yaptılar. Londra'daki "Yasal Hakları Savunma Komitesi" olayları dünya basınına duyurduğunda, Suud resmi medyası ilk önce, ülkede istikrar ve güvenin hakim olduğu ve tutuklamaların asılsız olduğunu iddia ettiyse de, gözler bu ülkeye çoktan çevrilmişti. İçişleri Bakanı Nayif bir açıklama yapmak zorunda kaldı ve tutuklamaları doğrulayarak sadece 110 kişinin içeri alındığını, suçlarının da "Fitne çıkarmak, dışarıyla ilişki halinde olmak ve ülkede huzur ve güveni sarsarak radikal-fundamentalist düşüncelere dayalı siyasi muhalefet yapmak" diye ifade etti. Bu sırada Yüksek Din Konseyi Başkanı Şeyh bin Baaz yine tarihi misyonunu yüklenip, tutuklanan müslümanları "selef yolundan sapmak, ülkede bölücü faaliyetler yapmak"la. suçladı ve "kendilerine bu davadan vazgeçmeleri için gerekli fırsatların verildiğini ve bu sonucu kendilerinin hazırladığını" söyledi. Suud basın-yayını da tutuklamalardan bahsederken üstü kapalı meşhur "dış mihraklar planından", Irak, Sudan ve Yemen etkisinden bahsediyordu.

Muhalif kanadın faaliyetleri konuşmalarla da sınırlı değil; hapishanelerden İçişleri Bakanlığına birçok kademeye sızdıkları gelen haberler arasında. Bu da onların ciddi bir örgütlenme içinde olduklarını gösteriyor. Öyle ki ordu içine sızdıkları bile söyleniyor. Hareket metod olarak sadece siyasi yöntemi kullanmakla kalmıyor gerekirse "şiddet" eylemlerinde bulunacaklarını da açık açık ifade ediyor. Son tutuklamalardan sonra "Ketaibu'l-Eymen" imzalı bir bildiride hapsedilenlerin intikamını almak ve yüzlerce tutuklunun serbest bırakılması amacıyla Suud içinde Avrupalı, Amerikalı batılı merkezlere saldırılar düzenleneceği duyuruldu. Bildiride bunlara ek olarak "Ketaibu'l-Eymen"in saldırılarda bomba ve silahlarla düzenleyeceği de bildirilmekte.

Bu çerçevede şunada işaret etmeliyiz ki Suudlu olup Afgan Cihadı'na katılmış yaklaşık onbin civarında mücahid, fıkhi bir örf olarak Suud hanedanlığına karşı cihad bayrağını açmak için fetva beklemektedir.

Saray uleması, Körfez savaşıyla yarımadada ortaya çıkan bu Amerikan düşmanlığını ve krallık rejiminin İsrail'le olan ilişkilerini dikkate alarak ülkede oluşan İslami uyanışı engellemek için çalışmalarına çoktan başlamıştı. Önce Seyyid Kutub'u neredeyse kafir ilan edecek "Seyyid Kutub'un Akide ve Fikrine İslami Bakış" ve "Seyyid Kutub'un Sahabeye Saldırış!" adlarında iki kitap bastırıldı. Müslümanların ilgi odağı olan Cezayir'deki "Laik Cunta"nın küfür yönetimi sayılamayacağı ve cuntaya karşı kıyam halindeki "İslami mücadeleye" de "cihad" denilemeyeceği yönünde basında demeçlere yer veriliyordu. Bin Baaz da Amerika aleyhinde herhangi bir hutbenin okunmasını kesinlikle yasaklıyordu.

Orta Doğu'daki yönetimlerin çoğu, iktidarlarının meşru olmadıklarını bildikleri için kendi halklarından hep korktukları bir gerçektir. Suud Krallığının da iktidarda olduğu dönem boyunca aynı tavrı sergilemekte olduğu görülmektedir. Suud yönetimine önce İngilizler bu korkuları empoze ederek, hanedanlığa her türlü isteklerini kolayca yaptırmışlardır. Arkasından Amerika da aynı siyaseti uygulayarak, her zaman karanlığın yanında olduğunu söylemiştir.

Ülkedeki bir diğer muhalif akım da Muhammed Alevi'nin liderliğini yaptığı sufi bir kimliğe sahip muhafazakar "Hicazi Akımı'dır. Bu akım Necd bölgesine mukabil Hicaz bölgesinin her alanda ıslah edilmesini ve siyasi olarak halkın yönetime daha fazla katılmasını talep eder. Bu akım kendilerini Necdliler'in sömürüsü altında gören Hicazlıiar'ın tepkisel hallerini fırsat bilerek gelişmiştir.

Sünni akımların dışında Şiiler de yukarıda belirttiğimiz gibi muhalif diğer bir kanadı oluşturur. Kendini "Arap Yarımadasında Islah Hareketi" olarak adlandıran akımın yurt dışında da Washington ve Londra olmak üzere iki merkezi bulunuyor. Ancak bugün için hareketin muhalefeti II. Körfez savaşıyla beraber tamamen bitmiştir diyebileceğimiz bir merhaleye gelmiştir. Zira Batılı güçler Irak'a saldırdığında bu akım da yanlış bir karar alarak Suud saflarında savaşa katılmıştır. Hareketin önde gelenlerinin 27 Ekim 1993'te Kral Fahd'la bir heyet halinde görüşmeleri bu hareketin muhalif gruplarının saflarından dışlanmasına sebeb olmuştur. Dini hareketlerin bir diğer kolu da yine II. Körfez savaşından sonra Amerikalı askerlerin ülkeye girmesiyle kuvvet kazanmıştır. Bu akım daha çok üniversite gençliği arasında taban bulmuştur. Örgütlenme eğilimi zayıf olmakla birlikte ciddi bir genç muhalif taban oluşturmaktadır. Bu akıma bağlı olup mezun olan öğrencilerin sayısı yılda yedi bindir. Toplam olarak bu eğilimin taşıyıcısı mezun öğrenci sayısı 150.000 olarak tahmin edilmektedir. Bunların bir kısmı ya çalışmıyorlar ya da kısmi veya mevsimlik olarak çalışıyorlar. Birçoğu da zenginlerin desteğiyle geçimlerini sağlamaktalar. Genellikle bu potansiyel muhalefet Necd ve el-Kasım bölgelerinde yoğunlaşmaktadır. Suudlu bir yetkili bu grubu şöyle tanımlar: "Önde gelenleri garip, gerçek olmayan şiddetli fikirler ve hedeflerle doludur. Bu hareket "Genç Kardeşler" hareketinin de esasını teşkil eder ki bu hareket Cüheyman Uteybi önderliğinde 1979 Kasım'ında Mekke'deki İntifada'yı düzenleyenler idi. Bu gruptan birçok genç Afganistan'da Sovyetler'e karşı cihad etmiş ve Sovyetlerin Afganistan'ı terk etmesinden sonra geri dönmüştür."

Suud rejimi içindeki bir diğer akım da kendilerini liberaller olarak tanımlayan akımdır. Bu akımın yönetime direkt ve şiddetli bir muhalefeti söz konusu değildir. Hatta rejimi en çok destekleyen akım bu akımdır denebilir. Bunların muhalefeti "kadınların otomobil kullanılmasına izin verilmesi" gibi cüzi işler ve çözümler dışına taşmamaktadır. II. Körfez savaşında belki de Suud rejiminin haklılığını savunan tek akımdı denilebilir. Bu akımın öncüleri arasında Londra'da Suud Büyükelçisi ve Doktor Gani Kasıbi vardır.

Aslında Suud'daki muhalif akımlar bu saydığı mız hareketlerle sınırlı değildir. Şu an için Suud'da ellinin üzerinde muhalif hareketin olduğundan söz edilmektedir. Ancak bunlar arasında zikre değer ve toplumsal düzeyde kitleselleşmiş hareketler genel hatlarıyla bu saydığımız hareketlerdir. Ki bunlar arasında en çok dikkati çeken ve olayların müsebbibi olan yeni yerli ulemanın önderliğini yaptığı "Yasal Hakları Savunma" hareketi gelmektedir. Öyle ki, bu muhalefet sessizlik ülkesi Suud'da sükuneti ilk kez bozmuş ve rejim sessizliğin bozulduğunu itirafa mecbur olmuştur. Yine bu muhalefet ve son gelişmeler bazılarının aklına sabık İran şahını getirmiş ve apar topar gizli servislerini Suud'a göndererek tansiyonu ölçmeye çalışmışlardır. Özellikle Amerikan Büyükelçisi'nin Suud'dan geçtiği haberler CIA'nın Suud topraklarında geniş toplumsal analizler yapmaya başlamasına neden ol muştur.

Diğer taraftan Birleşmiş Milletler uzmanlarının Irak'daki incelemelerinin olumlu çıkması ve ekonomik ambargonun yavaş yavaş kaldırılabileceği yönündeki raporlarını hazırladığı bir sırada, Kuveyt sınırına yığılan Irak askerlerinin bölgeye 40 bin civarındaki Amerikan askerine davetiye çıkarmasıyla, Suud'daki tutuklama olaylarının aynı zamanlarda olması da ilginçtir. Bölgeye Amerika'nın asker göndermesinin Kuveyt'i korumak değil, Suud rejiminin son günlerdeki yaşadığı siyasi krize yönelik olduğu yolundaki yorumlar da ilgi çekicidir. Bu harekatın Suud rejimi ile Amerika arasında bir güven tazeleme göstergesi olduğu açıktır.

Son patlak veren olaylar bir kez daha göstermiştir ki, Yarımada üzerinde Kral Abdülaziz'in iktidarından günümüze kadar sömürgeci hıristiyan alemiyle ittifaklar kuran Suud rejimi, bölgedeki müslüman halkın kanlarını acımasızca akıtmaktan çekinmemektedir. Arabistan müslümanları İslam düşmanı zorba idareler altında yaşadıklarını, müslümanların ancak Allah'ın hükümleri ile yönetenlere itaate borçlu olduklarını, müslümanları değişik yasalar ve sistemlerle yöneten ve dinden işlerine geleni alan idarecilerin iktidar iddialarının batıl olduğunu kavramaya başlamışlardır. Bugün Suud rejiminin sanki "Bazen tüm halkı aldatabilirsin, bazı halkları da her zaman aldatabilirsin, fakat her zaman tüm halkları aldatamazsın" sözünün gerçekleşircesine tıkandığı görülmektedir, Son tutuklamalarla ilgili müslümanlara yönelik suçlamaları Arabistan halkı fazla ciddiye almamakta ve kimlerin hangi suçları işlediklerini de çok iyi bilmektedir: Tutuklanan müslümanlar hakkında genel huzuru bozmak suçlaması yapılmakta, ama halk kimlerin eroin ve kadın ticareti yaptıklarını çok iyi bilmektedir. Yine rejim tutuklanan müslümanların dışarıyla bağlantılı olduğunu iddia etmektedir. Fakat müslümanlar kimlerin dışarıdan talimatlar almak suretiyle hareket ettiklerini de çok iyi bilmektedir.

İsrail ile "İhanet Anlaşması" yapmanın moda olduğu günümüzde Suud müslümanlarının gösterdikleri mücadele biz müslümanları sevindirmektedir. Bizleri üzen son olaylarla ilgili tutuklanan müslümanların akibetlerinin belli olmadığıdır. Yargıya havale edildiklerine dair herhangi bir belirti ne yazık ki şu anda ortada görünmemektedir. Suud rejiminde çok fazla gözaltında kayıp uygulaması söz konusu olmaktadır. İnsan hakları savunucularının petrolün ve müslümanın olduğu ülkelerdeki zulümleri ne zaman görecekleri ise merak konusudur.

http://www.haksozhaber.net/okul_v2/article.php?id=759


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Vehhabilikten Hanbeliliğe:Cüheyman olayının sarsıcı etkileri
MesajGönderilme zamanı: 04.05.09, 16:43 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Cüheyman El-Uteybi ve Kabe Kıyamı

"Allah, Beyt-i Haram (Olan) Kabe'yi İnsanlar İçin Bir Kıyam Yeri (Ayaklanma Yeri) Kıldı..." Maide 97

21 Kasım 1979 günü Suud hükümetinin yayınladığı bir bildiride şu ifadelere yer veriliyordu: "İslam dininden çıkan bir zümre 1 Muharrem 1400 günü sabah namazını fırsat bilerek beraberlerindeki silah ve mermilerle birlikte Kabe'ye sızdılar."

Hemen ardından Dışişleri bakanı Suud el-Faysal bu zümreyi "aşırı" ve "deli" diye tanımlayarak şöyle diyordu: "Aşırılardan ve delilerden bir gurup..."

Suud veliahdı ise, küfürler sözlüğüne yine kelimeler ekleyerek: "Manyaklar" , "Din ve vatan düşmanları" gibi ifadelerle duygularını açıklayacaktır.

Öte yandan Prens Misal bin Abdulaziz'in düşüncesi ise şuydu: "Kabe olayı, İslam'a karşı yapılan haçlı saldırılarının bugüne varan uzantısıdır."

Evet... Gerçekte ise olay ne idi? Kamu oyunda "Kabe olayı", "Kabe baskını" gibi ifadelerle dile getirilen eylemin mahiyeti, içyüzü ve kahramanları kimlerdi?.. İddia ve ilan edildiği gibi bir gurup "manyak" ve "İslam dininden çıkmış" "sapık", "haçlı saldırılarının bir uzantısı" olarak Kabe'ye saldırmış ve bu kutsal mekanı ele mi geçirmişti? Yoksa, tüm dünyayı bir ahtapot gibi sarmış bulunan kitle iletişim mekanizmalarının dişlileri, bu hadisede de genelde dünya özelde ise müslüman kamu oyunu tam ters istikamette yönlendirmek için dönmeye mi başlamıştı? Nitekim, feraset sahibi insanlar için daha olayın başında malum olan bu ihtimalin gerçekliği; bir süre sonra dost-düşman herkesçe anlaşılacak ve "Kabe baskını"nın, Cüheyman el-Uteybi liderliğinde bir gurup samimi ve ihlaslı mücahidin, bu kutsal beldeyi münafık Suud Rejiminin tahakkümünden kurtarma teşebbüsü olduğu görülecekti.

Yeni hicri yılın (1400) ilk günü... Günlerden Salı... Sabah ışıkları henüz ortalığı aydınlatmaya başlamadan biraz önce... Kabe çevresindeki caddelerde duran arabalardan yolcular iniyordu. Yaklaşık 1000 kadar silahlı, Şeyh Muhammed b. Sebil'in imamlığında sabah namazının kılındığı Mescid-i Haram'a girdi. Biraz sonra Haram ele geçirildiğinde bir gurup silahlının "Allahu Ekber" nidaları mescidi çınlatırken diğer bir gurup da mescidin kapılarını kapatıyor, Kabe'nin güvenliğinden sorumlu olan güvenlik birliklerini tutukluyorlardı. Üçüncü bir gurup da Mekke semasına kuşbakışı hakim olan minarelere doğru yönelmişlerdi.

Kabe'nin dışındaki gruplar ise arka tarafı güvenlik altına alabilmek için Mekke içerisinde uzanan Ebu Kubays dağında mevzilendiler. Sızan bazı haberler Kabe çevresindeki evlerde de direnişçiler olduğunu vurguluyordu.

Bu arada, Kabe'nin içerisinde bulunan çok sayıda gizli polis tabanca ve sopalardan ibaret hafif silahlarıyla devrimcilere karşı koydular. Direnişçilerin yoğun ateşi önünde polisler kaçmak zorunda kaldı; bir tanesi öldürüldü, iki tanesi yaralandı. Aynı anda direnişçiler, hurma dolu varilleri mescidin içerisine yerleştiriyorlardı.

Genelde direnişçilerin silahları, otomatik tüfeklerden oluşuyordu. Ayrıca ağır makinalılar, eski yapı tüfekler, tabanca ve hançerleri de vardı.

MÜCAHİDLERİN SİYASİ İSTEKLERİ

Direnişçilerden bir tanesi mikrofonlar aracılığı ile isteklerini ilan ediyordu:

1. Batıdan ithal edilen kültür, taklid ve değerlere son verilerek islamiyetin adaletli kültür ve değerlerinin yerleştirilmesi, emperyalist batılı ülkelerle ilişkilerin kesilmesi.

2. Babadan oğula geçen kraliyet düzeninin yıkılarak İslam devletinin kurulması, hain Suud ailesinin yargılanması ve halktan çaldıklarının geri verilmesi.

3. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen, ülkeyi emperyalistler ve yabancı firmalara otlak yapan Kral Halid ve ailesinin kafirliklerinin ilan edilmesi.

4. İslam'a ve müslümanlara karşı düşmanca tutumu nedeniyle ABD'ye petrol ihracatının durdurulması, ülkenin ihtiyaçlarına uygun olacak şekilde petrol üretiminin azaltılarak Milli Servetin heder edilmemesi...

5. Arap yarımadasını ellerine geçiren tüm yabancı askeri uzmanlar ve danışmanların yurt dışı edilmesi, yabancı askeri üstlerin kaldırılması...

Rejim, devrimcilerin esas isteklerini örtbas etmeye ve olayın siyasi boyutlarını geçiştirmeye uğraştı. Nitekim İçişleri bakanı Nayıf şöyle bir açıklamada bulunmuştu:

"Olay, siyasi içerikten oldukça uzaktır."

Fahd ise şöyle diyordu:

"Bu cemaat, beklenen Mehdi etrafında bir araya gelmiş fertlerden başka birşey değildir."

İçişleri bakanı ayrıca şunları da söylüyordu:

"Ne siyasi bir istekte bulundular ne de ABD'den petrolün kesilmesini istediler."

"Onlar, yalnızca Mehdi el-Muntazır'a (beklenen Mehdi'ye) biat edilmesi için savaştılar."

Hükümetin 21 Kasım 1979'da yayınladığı ilk bildirisi, devrimcileri, "İslamiyetten çıkmış bir zümre" diye nitelendiriyordu.

Nayıf da, diğer bakanlar ve prensler gibi onları "dinden çıkmışlar" olarak görüyordu.

Tüm gazeteler ve haber ajansları iyi biliyorlardı ki devrimcilerin siyasi istekleri vardı, biraz önce bir kaç tanesini sıraladık. Cidde'deki Fransa haber ajansı muhabiri şöyle diyordu:

"... 'Mekke olayı herhangi bir siyasi etkenden çok uzaktır' şeklindeki resmi açıklama, Cidde'deki ilgili taraflar arasında kuşku uyandırdı."

Gazete, Washington Post'dan naklederek şöyle devam ediyor:

"Mescid'i Haram'a silahlı saldırı, Suud hükümeti ve iktidara doğrudan bir meydan okuma sayılır. Olayı, güvenliğin hakim olmasıyla sona erecek bir vaka şeklinde değerlendirmek çok büyük bir yanlışlıktır."

Aynı gazete daha sonraki sayılarından birinde bu makaleyi tamamlarcasına şöyle diyordu:

"Kabe ayaklanmasının amaçları, Mehdi el-Muntazar'ın ortaya çıkması şeklinde anlatıldı. Ama siyasi amaçları gözden kaçmadı."

İşin ilginç tarafı ise Suudlu bir yetkilinin Amerika'nın Newsweek dergisine yaptığı açıklamada: "Mescid-i Haram'ı işgal eden cemaatın amacı Arap yarımadasında endişe ortaya çıkarmak ve istikrarsızlıklar oluşturmaktı." demesiydi. Demek, böyle bir amaç bile Suud yönetimi nazarında siyasi kabul edilmiyordu.

Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat da devrimciler için: "İranlı şiiler" diyordu.

Aslında hükümet, nasıl kurtulacağını bilemediği bir çıkmaza girmişti. Hatta o sıralarda Tunus'ta toplantı halinde bulunan Arap Zirve konferansına katılan gazeteciler ve gözlemciler Fahd'ın yüzünde büyük bir huzursuzluğun varlığını sezdiler. Görüşmelere katılmaya son verdi. Suud heyetinin katılmaması nedeniyle önemli karar tasarılarında birisi gündemden kaldırıldı. (Burada Lübnan heyetinin Suud desteği ile sunmak istediği Güney Lübnan konusuna ilişkin karar taslağına işaret etmek istiyoruz.)

Eylemin başlangıcından iki gün sonra devrimcilerin uyruklarına ilişkin esrarengizlik kayboldu. Devrimcilerin dörtte üçü Arap yarımadasından idiler. Yarımadadaki asil Arap kabilelerinden... Uteybe, Yam, Matir Semr ve Arize gibi... Yabancı basında dahi konu açıklandı.

Kahire'de yayınlanan el-Ahram gazetesi: "Silahlılar, geçtiğimiz 35 yıl boyunca Suud ailesine karşı mücadele eden Uteybe kabilesi fertlerindendir." diye yazmıştı.

Suud basını, direnişçilerin uyruklarını karıştırdığı gibi sayılarını da saptırıyordu. Kabe imamı Şeyh Muhammed b. Sebil'in devrimcilerin adetlerinin 1000 kadar olduğunu vurgulamasına rağmen prens Nayıf, 8 Ocak 1980 günü Riyad üniversitesi öğrencileri ile yaptığı görüşmede gerçekten gülünç bir açıklama yaptı:

"Sayıları bir elin parmak sayılarını geçmeyen bir grup Kabe'ye girmeye karar verdiler!"

Bir başka ilginç olay ise, Tunus Zirvesindeki Suud heyeti üyelerinden bir tanesinin Lübnan'da yayınlanan el-Envar gazetesi muhabirine, direnişçilerin sayılarının 30 olduğunu bildiren açıklamayı yaptığı, aynı gün başka bir Suudlu yetkilinin Monte-Carlo Radyosuna 200-300 silahlı diye bilgi vermesiydi.

SUUD TAHTININ KORUNMASI İÇİN SEFERBERLİK

Kabe ayaklanması Suud yönetimi için çok şiddetli idi. Nitekim varlığını sarsmıştı. Yetkililerin kalblerine korku yaymış, şimşekler çakmıştı. Kurtulamayacakları bir çıkmaza girmişti. Bütün davranışları ve hareketlerinde endişe, şaşkınlık ve tereddüt kendini gösteriyordu. Nasıl hareket edeceklerini bilemiyorlardı. Ne söyleyecektiler? Suud yönetimi enformasyon bakanı Muhammed Abdu Yamani, bir gazetecinin, Suudluların çelişkili beyanatlarının nedenine ilişkin bir sorusuna şöyle cevap veriyordu:

"Ne yapayım? Savunma ve içişleri bakanları ile temas kurdum. Kabe'nin işgal haberini yayınlayalım mı, yayınlamayalım mı diye sordum. Sağlam bir haber alamadım."

Bu arada Milli Muhafız Birlikleri başkanı Prens Abdullah acil bir şekilde ülkeye dönmüştü. Kendisini endişeye ve kedere kaptıran Prens Fahd ise ülkeye dönmekte yavaş davranıyordu.

Olayın tamamıyla gün ışığına çıkmasının ardından, yönetim, yıkılmaya yüz tutan Suud tahtının korunması için seferberlik ilan ederek ülke tarihinde ilk defa bazı önlemleler alıyordu. Bu önlemlerin en barizleri şunlardı:

1. Olay günü, hükümet, polis ve askerleri dolaylı olarak silahlardan arındırdı. Silahların mermilerden arınmasını ve depoların kapatılmasını istedi. Bu olayı Cidde'deki polis müdürlerinden birisi şöyle yorumluyordu:

" O günlerde, ellerinde bıçaklı bir gurup eşkiya üzerimize saldırsa geri döner kaçardık."

Ayrıca, Milli Muhafız birlikleri ve orduda geniş çaplı arındırma kararları alındı. Özellikle istihbaratta olmak üzere her rütbeden çok sayıda subay kararların kapsamına girdi.

2. Bakanlıklar ve Cidde'deki Amerika Birleşik Devletleri büyükelçiliğinin korumaları yoğunlaştırıldı. Bakanlıkların kapılarını, bir askerin yerine üç askerin koruduğu ve zırhlı bir aracın Amerika Büyükelçiliği binası yakınlarında beklediği gözden kaçmıyordu.

3. Arap yarımadasının her tarafında sıkı önlemler alındı. Bu önlemler şunlardı:

a) Yönetim aleyhinde afişlerin dağıtılması korkusuyla postaya denetleme konuldu.

b) Bütün yollarda, çelik elbise giyili Milli Muhafız Birliklerince kimlik kontrolleri için güvenlik noktaları kuruldu. Hatta aralarında sadece 70 km. olan Mekke-Cidde yolu dahi kesilmişti.

c) Mekke, Medine ve Taif'te sokağa çıkma yasağı yürürlükte iken bakan Muhammed Abdu Yamani, sokağa çıkma yasağı haberini yalanladı. Ancak haber dışarıya kadar taşmıştı. Kahire'de yayınlanan el-Ehram gazetesi şöyle diyordu:

"Suud makamları Medine-i Münevvere, Taif ve Mekke'de sokağa çıkma yasağı ilan etti."

d) Silah kaçakçılığını önlemek için Arap yarımadası kara ve deniz kıyılarında güvenlik artırıldı.

4. Suud makamları, iki hafta içerisinde, özellikle İranlılar ve Pakistanlılar olmak üzere çok sayıda yabancıyı sınırdışı etti. Yabancıların yurtdışına taşınması için resmi makamlar, aralarında 10 adet Jumbo Jet, 747 tipi uçağın da bulunduğu toplam 26 uçak kullandılar.

Özellikle Araplar olmak üzere tüm yabancıları dışarıya göndermek için yeni pasaport şubeleri açtılar.

5. Medine'deki İslam Üniversitesi ve Mekke'deki Şeriat Fakültesi öğrencilerinin devrimci mücahidlere katılmaları veya Suud idaresinden kurtulmaları için onlara yardımcı olmaları nedeniyle İslami üniversiteler ve ilmi enstitülerin kapatılması için hükümet karar yayınladı.

6. Basın mensuplarının direnişçilerle temas kurmasını yasaklayan hükümet, etraftaki Amerikan askeri araçlarını görmemeleri ve gizli kapaklı haberleri yaymak amacıyla, basın mensuplarını Mencid-i Haram'a dahi yaklaştırmadılar.

İşte bu durum, Economist dergisi muhabirini şöyle demeye zorlamıştı:

"Suudi Arabistan hükümeti, basın mensuplarına görme izni verecek kadar cömert olamadı. Geçtiğimiz ay Mekke'de meydana gelen şiddet olaylarından sonra bu konuda daha titiz davranılmaya başlandı. Şu anda, Mescid-i Haram'a saldıranların çoğu açıkça gösterildi. Bu olay 10 yıl öncesinde Hava kuvvetlerinin devrim girişiminden bu yana Suudi Arabistan'da meydana gelen en tehlikeli olaydı.

7. Olayın olduğu günden itibaren iç ve dış telefon bağlantıları kesildi. Tunus'ta düzenlenen 10. Arap Zirve Konferansında bulunan Prens Fahd, Cidde ile telefon görüşmesi yapmak ister. Ancak bu, mümkün olmayınca, heyet acilen dönmeye karar verdi.
Haberin doğruluğu etrafında yetkililer çelişkili sözler ediyorlardı. Haberin yalan olduğuna ilişkin olarak Telgraf bakanı şöyle diyordu:

"Dünya haber ajanslarının, Suudi Arabistan'la dış dünya arasındaki uluslararası telefon bağlantılarının kesildiğine ilişkin haberleri doğru değildir. Olay sadece geçtiğimiz salı günü meydana gelen ve sadece dört saat devam eden normal teknik arızadır." Ancak Prens Abdullah, olanların doğru olduğunu itiraf ederek:

"O bir hatadır." diyecekti.

Savunma bakanı ise olanın bir hata olduğunu itiraf etmeyerek şöyle yorumluyordu:

"Telefonlara gelince, bir kaç saat durduruldu. Çünkü Kabe'deki silahlı eylemin ne olduğu hakkında bir şey bilmiyorduk. Durumu anladığımızda herşey normale döndü."

İçişleri bakanı Nayıf b. Abdulaziz de başka bir şekilde yorumluyordu.:

"Telefonlar bir takım sakıncalar nedeniyle kesildi. Olayların gerçekten saptırılarak dışa aktarılacağından korkuyorduk. Olayın vuku buluşandan 24 saat sonra yayınlanan ilk bildiri ile kesintiyi kaldırdık."

8. Milli Muhafız Birlikleri başkanı Prens Abdullah b. Abdulaziz, direnişçileri ezmeye katılmak amacıyla Fas ziyaretini keserek yarımadaya döndü. Ülkeye dönüşünün ardından derhal Amerika büyük elçisi John West'i kabul etti. İngiltere'deki İslam Konseyi'nin Kudüs etrafında düzenlediği milletlerarası bir konferansa katılması için Londra'ya gitmesi kararlaştırılan Prens Fahd ise programını değiştirdi. Fahd, konseye Mekke olayları nedeniyle ülkesini terk edemeyeceğini bildirdi.

9. Ordu birlikleri, Milli Muhafız Alayı, iç güvenlik kuvvetleri ve istihbarat teşkilatında tanı seferberlik ilan edildi. Silahlı kuvvetlerdeki bütün izinler iptal edildi. Hatta sokağa çıkma yasağı nedeniyle birliklerine katılamayan askerleri, evlerinden askeri arabalar taşıdı. Öte yandan iç güvenliğin sorumluluğunu Milli Muhafız Birlikleri üstlendi. Piyadeler ve zırhlı kuvvetler, kentlerin girişlerine ve bakanlıklara yığıldılar. Bu arada caddelerde ve mahalle aralarında devriye birlikleri göreve başladı.

10. Hava alanları 6 saat süreyle kapatıldı. Suudlu yetkililer bunu itiraf ettiler. Ancak her biri konu ile ilgili emirleri vermek sorumluluğunu yalanladı. Nitekim el-Havadis dergisi yazı işleri müdürü Selim el-Luzi, Prens Abdullah, Prens Sultan ve Prens Nayıf'la söyleşiler yaptı. Birincisi şöyle cevap veriyordu:

"Havaalanlarının kapatılması için bir karar yayınlanmadı. Hava trafiği, kararla değil de sakınca nedeniyle durdu. Kanıma göre, olay faillerinden birinin dışarıya kaçmasından korkuluyordu."

İçişleri bakanı ise şöyle diyordu:

"İçişleri bakanlığı böyle bir karar ve emir yayınlamadı."

Hava alanlarının tekrar açılmasından sonra giriş-çıkış yapanlar için sıkı kontroller yapılmaya başlandı. Hava alanındaki elektronik kontrol ve televizyon göstericisi cihazlarının sayılarının kat kat" çoğaldığı dikkat çekiyordu.

İşte sallanmakta olun tahtın korunması için seferberlik ilanının ilk anlarından itibaren Suud yönetiminin aldığı tedbirler bunlardı.

FÜZELER KABE'Yİ DÖVÜYOR

Tarih boyunca üç tağut Kabe'nin kutsallığını çiğnemeye girişti. Birincisi Kabe'yi yıkmak için ordusu ve fili ile saldıran Ebrehe el-Esrem idi. Ancak, "Allah (cc) üzerlerine Ebabil kuşlarını gönderdi. (Kuşlar) onlara (pişmiş) çamurdan (siccilden taşlar) atıyorlardı. Ve Rabbin onları yenik ekin yaprakları haline getirdi."
İkincisi ise, Kabe'yi mancınıklarla döven Emevili tağut Yezid b. Muaviye idi.
Üçüncüsü ise, adamları Kabe'de toplanan Abdullah b. Zübeyr ayaklanması esnasında Kabe'nin bir kısmını yıkan, Halife Abdulmelik'in valisi Haccac b. Yusuf es-Sekafî'dir.

İşte yine tarih tekerrür ediyor. Mukaddes topraklar çiğneniyordu. Masum müminleri öldürmek ve Beytullah'ı çiğnemek için kafirlerden yardım isteyen Suud ailesi, müslümanları öldürüyordu. Aynen, inkılapçı şehid Cüheyman'ın içişleri bakanı Nayıf'a dediği gibi: "Şimdi, Beytullah'ı yıkmak ve müslüman bir insanı öldürmek için kafirlerden yardım istediğiniz için sizleri kafir olarak gördüm."

Yönetim, Kabe'nin kutsallığını çiğnemeden önce cani hareketine yasallık kazandırmak için basın organları aracılığı ile, içte ve dışta propagandalar yaparak, silahlıların elinde rehinelerin bulunduğu şayiasını yaydı. Yönetimin ilk bildirisi, Mescid-i Haram'da bulunan müslümanların canlarının korunması için önlemler alındığını kaydediyordu. Tunus'taki Suudlu bir yetkili şöyle diyordu: "Saldırganlar dün gece geç saatlere kadar 100 kadar rehineyi ellerinde bulunduruyorlardı."

İçişleri bakanı ise Kuveyt'te yayınlanan es-Siyase gazetesine verdiği demeçte: "Namaz kılmak için Kabe'de bulunanlar İçişleri bakanlığının aldığı önlemlerle dışarı çıkarıldılar. Geride kalan 30 kişinin güvenlikleri için ise girişimler sürüyor."

Aslında kuşku kabul etmeyecek gerçek şudur ki, mücahidler hiç kimseyi rehine olarak tutmadılar. Ancak yönetim, onlara hakaret etmek istiyordu. Nitekim el-Havadis dergisi yazı işleri müdürü Selim el-Luzi, Prens Sultan a; "Silahlı eylemciler, rehineler tutuyorlar dediniz. Sonra rehinelerin yok olduğu kesinlik kazandı." diye sorunca Prens şöyle cevap verdi: "Rehineler demedik. Son dakikalara kadar bodrum katlarda gizli 26 hacı vardı. Bu nedenle masum müslümanlar dedik."

Ancak, olayı yaşayan masum müslümanların kendileri gerçeği söyleyince prens de bunu itiraf etmek zorunda kalmıştı.

Nitekim yönetimin, bir ara öldü diye haber verdiği Mescid-i Haram imamı Muhammed b. Sebil, hacılarla birlikte dışarı çıkarak hiç bir rehinenin bulunmadığını kaydetti.

O halde Suud rejiminin Kabe'ye saldırıda, tahtı korumaktan başka bir amacının olmadığı açıkça ortaya çıkıyor. Direnişçiler, Kabe dışında olanları gözetlemek için minarelere çıktıktan sonra, Suud makamları, Mescid-i Haram çevresindeki yöreden yurttaşları boşalttılar. Bölgeye büyük çapta güvenlik kuvvetleri yönelerek, Kabe etrafındaki ve yöredeki meydanlarda mevzilendiler.

Mücahidlerin Kabe kapılarına yakın yerlere mayınlar yerleştirdikleri korkusu ile arama-tarama yapabilmesi için patlayıcı madde uzmanları ve teknisyenler getirildi. Ancak yapılan arama sonuca hiç bir mayın bulunmamıştı. Aynı anda, silahlı eylemcilerin yerlerini ve mevzilerini tesbit etmek üzere, Kabe üzerinde uçuşan bir kaç tane helikopterle resimler çekmeye başladılar, daha sonra, Suud rejiminin isteği üzerine gelen Amerikan birlikleri ile, daha önceden hiç kullanılmamış uçaklar getirildi. Uçakların her birinin havada, belirtilen doğrultuda durabilmelerini sağlayacak şekilde biri önde, diğeri arkada iki adet pervaneleri vardı. Uçaklarda, kimyasal ışınlar ve kullanılması yasak olan zehirli gaz bombaları bulunuyordu. Mücahidler uçaklardan iki tanesini düşürdüler. Ancak minarelere atılan zehirli gaz bombalan çok sayıda kişiyi şehid düşürürken, bir kısmını da felç yapmıştı. Kimisinin gözleri kör olurken, kimisi de sağır olmuştu. Böylece ikinci kata inmek zorunda kaldılar. Ama zehirli gazlar ikinci katta da arkalarından yetişmişti. İnkılapçılar o ana kadar üç bin askeri vurmuşlardı. Vurulanlardan bin kadarı cansız yere düşünce Suud makamları devrimciler için bin bir hesap yaptı ve Amerikan birliklerinden yardım istedi. 3000 Amerikan komandosu, Suud komandoları kıyafetine bürünerek Mekke'ye girdi, aynı anda Ürdünlü komandolar da yardıma ulaşmış ve ordudan getirilen 30.000 askerle büyük bir güç oluşturulmuştu. Bu kuvvet karşısında mücahidler zor durumda kaldılar. Askerler tanklardan açılan ateşlerin dış duvarlarda açtığı aralıklardan ilerlemeye basmadılar.

Mısırlı iki hacı olayı şöyle anlatıyor: "Suud topları, kuvvetlerin ilerlemesi için Kabe'nin dış duvarlarında gedik açabilmek amacıyla duvarları dövüyordu. Çarşamba günü akşam saat 18.00'de tanklar duvarlara doğru yöneldi. Uyarıcı ateşler açmaya başlandığında hava kuvvetlerine bağlı uçaklar kentin üzerinde oldukça alçaktan uçuş yapıyorlardı.

Hükümet birlikleri, Mescid-i Haram işgalcileri üzerine düzenlediği son saldırısında ağır silahlar kullandı. Mescidin bir bölümünde büyük bir yangın çıktı. Görgü tanıkları da mescid duvarlarının büyük bir zarar gördüğünü söylemişlerdi. Saldırı esnasında Mescid-i Haram'ın depolarından dört tanesi tahrip oldu. Kapıları büyük çapta zarar gördü. Sonra Suud askerleri ortaya atılarak masum insanların üzerlerine ateş açmaya başladılar.

Nitekim, Prens Mutab Camisi imam hatibi şu sözleri ile olayı itiraf ediyordu:

- Elhamdülillah askerlerimiz, topları sayesinde, uzaktan Kabe'nin kapılarını açmayı başardılar. Açılan kapılardan giren tanklar bu canilerin üzerlerine ateş açtı."

Bütün bu olanlara rağmen direnişçiler kahramanca savaşıyorlardı. Enformasyon bakanı Yemani bunu şöyle ifade ediyordu:

- "Bu isyancılar eşsiz ve son derece yoğun bir direniş gücüne sahipler. İyi nişan alıyorlar ve askerleri hedef ediniyorlar. Bunun için, isyancıları şaşırtmak gayesiyle bazı askerler askeri üniformalarını çıkarmak zorunda kaldılar."

Suud ailesi ve Amerikan istihbaratının canları sıkılıncaya kadar, mücahidler imanla, sabırla ve kahramanca direndiler. Bunun üzerine, onlara, elektrik, su ve yemek yasaklandı.

Lübnan'ın es-Sefir gazetesi Suud kaynaklı haberinde şöyle diyor: 'Hükümet, silahlıları aç bırakmak siyasetine yöneldi."

Daha sonra yabancı birlikler yeni bir yolla zehirli gazlar kullanmaya başladılar. Mescid-i Haram meydanlığına zehirli gaz sıktılar, bunun üzerine mücahidler, bodrumlara inmek zorunda kaldılar ve 270 den fazla olan odalarda toplandılar. Zehirli sular ve yanan lastiklerden çıkan zehirli dumanların mücahidlerin odalarına kadar sızmasına rağmen teslim olmayınca, oksijenli yakıcı, zehirli gazlara başvurdular. Yine bir başarı elde edemediler. Böylece sonunda yakıcı bombaları odalara fırlatmaya başladılar. Bu bombalar sayesinde oluşan cehennemle 400'den fazla mücahid yandı. Geriye kalan devrimciler eşsiz bir mücadele ve benzeri görülmeyen bir direnişle rejimin kullandığı zehirli gazlara ve her türlü vahşiliğe karşılık vermeye devam ettiler. Çokları yere düşmüştü. Bunların aralarında eylemin lideri Şehid Cüheyman da bulunmaktaydı.

Kabe'deki savaş 22 gün devam etti. Hükümet birliklerinden 3000 kadar asker yaralı ve ölü olarak düşmüştü. Ürdün birliklerinden 50 kişi yaralı ve ölü olarak telef olmuştu, işte, yaralı ve ölülerin oluşturduğu korkunç tabloyu anlatamayan es-Şeyh Hamid el-Akil, sorumluluğu direnişçilere yükleyerek şöyle diyor:

"Ben veya bir başkası canilerin eylemlerini ve sebep oldukları zararları ne kadar da anlatsak bile yine olayı canlandıramayız. Mekke'deki Temyiz Mahkemesi kadılarından bir tanesinin bana söylediği sözler bir şeyler açıklıyor olsa gerek. Kadı, yetkililerden izin belgesi taşıdığı için arabası ile Kabe'nin etrafında gezindiğini, giriş-çıkış ve tavaf yerleri ile Mescid'in odalarında öbeklenmiş cesetlerden çıkan kokuların kendisini öldüreyazdığını söyledi. Kabe etrafındaki dağlardan caminin avlusunu görebilenler de bana, tavaf yerinin özellikle, Makam-ı İbrahim ve Hacer-i Esved çevrelerinin ölü cesetleri ile dolu olduğunu haber verdiler."

Bu haber olayın ikinci gününde idi. Olayın beşinci gün ise el-Ehram gazetesi, Cidde havaalanı yakınlarında ikamet edenlere dayanarak verdiği haberinde, Amerikan yapısı Herkoliz-130 tipi çok sayıda Suud nakliyat uçaklarının Cidde havaalanına iniş-kalkış yaptıklarını, uçakların, Mekke'deki hastanelerin dolmasından sonra Cidde hastanelerine yaralı nakliyatı yaptıklarının tahmin edildiğini yazıyordu. Ayrıca Cidde'deki Askeri Hastane'de tam kapasite ile yaralıları karşılamıştı.

İşte görüldüğü gibi, Suud ailesi iktidarının devam etmesi için, onlara göre Kabe-i Muazzama'nın tanklarla dövülmesinde, Safa-Merve arasında, Makam-ı İbrahim'de ve Hacer-i Esved yakınlarında direnişçilerin öldürülmesinde bir sakınca yoktur. Kendi arzuları uğrunda, silahlı kuvvetlerden binlercesi, Hakkın özgürlüğün ve mustazafların kurtuluşu için Cenab-ı Hakk'ın çağnsına kulak vermiş direnişçilere kurban gidiyordu.

Direnişçilerin tutuklanmasından sonra iğrenç işkenceler başlamıştı. Vücudlarında yaralar açılıyor, elleri, ayakları ve parmakları kesiliyordu. Yemek verilmiyordu. Suudi Arabistan, Kuveyt, bazı körfez ülkeleri ve diğer ülkelerin televizyon ekranlarında yayınlanan filmlerde bu cinayetlerin belirtileri görülmüştü. Özellikle, esir direnişçilere su vermek için ellerinde su dolu bardaklarla geldiklerinde bardağı uzatıyorlar, direnişçilerin dudakları bardağa değer değmez derhal geri çekiyorlarda. Seyircilerin de şahid oldukları gibi, işkence, eziyet, kan, susuzluk, açlık ve yanık izleri vücudlarında bariz bir şekilde görünüyordu. Hatta, muhafız birliklerinin, hayvanlara dahi reva görülmeyecek şekilde davranışları herkes tarafından seyredilmişti.

İnsanlık dışı bu işkencelere rağmen iman güçleri ve Allah'a olan güvençleri yüzlerinde bir korku ve endişe belirtisi olmadan kenetlenmiş bir şekilde şehadeti beklemelerini sağlamıştı, kötü sözler duydukça, tokatlar yedikçe ve saçları çekildikçe salavat getiriyorlar, dua ediyorlardı. Sanki, Bilal b. Revaha, Ammar b. Yasir ve Habbab b. Eret ve diğer islam şehidlerinin direniş tarihi sayfalarına bir yenisini ekliyorlardı.

Yapılan gizli ve hızlı yargılamadan sonra 180 direnişçi hiç bir ilan yapılmadan gizlice idam edildiler.

Bunu, birkaç gün sonra 63 kişilik bir şehid kafilesi izledi. Resmi makamların emirleri ve Kral Halid'in içişlerine verdiği emirlere dayanılarak 8 Ocak 1980 tarihinde, 8 vilayette idam edilmişlerdi.

İşte böylece İslam şehidlerinin ruhları, Rabblerine, Suud ailesinin zulüm ve baskısını şikayet etmek için göğe yükseldiler. Bundan sonra onlar, dünyadaki en son zulmün yok edilmesi ve yere düşmüş bir tane dahi mustaz'afın kalmaması için özgürlük yolunda peygamberin başlattığı ve tarih boyunca direnişçilerin taşıdığı meş'alenin ayakta kalmasının bir sembolü olarak tanınacaklar...

Ayaklanma, iktidarın heybetini devirerek müslüman kitleyi, cahiliyye düzenine karşı meydan okuma ruhunu dışa vurmaya, direnmeye ve birlik olmaya itekledi. Nitekim doğu bölgesinde binlerce direnişçi, rejimin silahlı askerlerine çıplak göğüsleriyle karşı koyarak şiddetlice ayaklandılar.

Direnişçiler ağızlarında: "Allahu Ekber... Allahu Ekber... Allahu Ekber... Suud Ailesine ölüm... Suud Ailesine Ölüm..." sözleri dolaşıyordu.

İşte, müslüman kitle, ilk defa olarak sokaklara dökülerek, Arap yarımadasındaki müslümanların birleşmesine ve rejimi devirmek için çalışmasına çağrıda bulundular. Bu durum Suud rejimini resmi alanda taviz vermeye istekledi. Suud ailesi, Danışma Meclisi'nin oluşturulduğunu, ülke için Anayasa konulduğunu ilan etti. Toprak dağıtma sistemi getirildiğini ve ücretlerde artışlar yapıldığını bildirerek halkın öç alma duygusunu sömürmeyi amaçladılar. Ama olan oldu.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Vehhabilikten Hanbeliliğe:Cüheyman olayının sarsıcı etkileri
MesajGönderilme zamanı: 04.05.09, 19:13 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Suudi Arabistan Selefiliği

1744 yılında Necd bölgesi Şeyh Muhammed b. Abdulvahhab ile Necd bölgesindeki kabile liderlerinden biri olan Muhammed b. Suud’un anlaşmasına tanık oldu.
İçerisinde radikal ve barışçıl mutedil eğilimlerin bulunduğu Suudi Arabistan selefiliği, Suudi Arabistan devletinin kurulmasından beri devletin yapısında önemli bir rol oynuyor. Suudi Arabistan hükümetinin 11 Eylül 2001"de yaşanan olaya kadar, bu akıma karşı bakışı oldukça müsamahakârdı. Ancak 11 Eylül olayları sonrası Selefi akım, özellikle de Suudi Arabistan selefiliği 11 Eylül olayının odağı oldu. Bu olay sonrası Suudi Arabistan selefiliği hakkında birçok soru soruldu. Binaenaleyh bu akımın çeşitli yönleri ve genel karakteri hakkında bilgi sahibi olma gibi bir zorunluluk gündeme geldi.

İki iktidarın anlaşması

1744 yılında Necd bölgesi Şeyh Muhammed b. Abdulvahhab ile Necd bölgesindeki kabile liderlerinden biri olan Muhammed b. Suud"un anlaşmasına tanık oldu. Bu iki şahsın anlaşması din ve devlet işlerinin paylaşımını beraberinde getirdi. “el-Der"iyye İttifakı” ile Suudi Arabistan günümüze dek bu rengi taşıyacaktı. İşte bu anlaşmayla birlikte “el-İhvan” yahut “Vehhabiler” adıyla bilinen akımın doğuşu ilan edilmiş oldu. O tarihten itibaren Âl-i Suud ile Al"uş Şeyh aileleri arasındaki ilişkiler 1912 yılında Muteyr kabilesine bağlı Artaviyye bölgesinde “el-İhvan"ul Vehhabiyye – Vehhabi Kardeşler” hareketi doğana dek devam etti. Askeri bir güce dönüşen Abdulkerim el-Mağribi liderliğindeki hareketin başına daha sonra Muteyr kabilesi lideri Faysal el-Derviş geçti.

Vehhabiler ve Kral Abdulaziz

Muhammed b. Suud"un torunu Kral Abdulaziz, üçüncü Suudi Arabistan devletinin oluşumu sürecinde vehabilerle anlaştı. Kral Abdulaziz"in ordusunu oluşturan Vehabilerle birlikte Hivaz ve Necd birleşti; Mekke eşrafının Irak ve Şam bölgelerine sürgün edilmesi işlemi tamamlandı.

Kral, uluslar arası anlaşmalar çerçevesinde bir devletin oluşturulması için gayret gösteriyordu. Bu doğrultuda “Sokal” şirketiyle yapılacak antlaşmaya Vehhabiler şiddetle kaşı çıktı. Vehhabiler, bu anlaşmayı gayri Müslimlerin beldeye girişini gerektirdiğini öne sürerek reddettiler. Kral Abdulaziz, Vehabilerin askeri kanadıyla 29 Mart 1929 yılında yaptığı “el-Suble” savaşıyla bu sorunu aşmayı başardı; Vehhabiler yenerek liderleri Sultan b. Becad"ı hapse attı.

İyiliği Emretme, Kötülükten Alıkoyma Kurulu

Melik Abdulaziz, “Vehhabi Kardeşler” akımının gücünden korkuyordu. Bu sebepten ötürü onları “gönüllü” olarak devlet bünyesinde resmi görevlere getirdi. Bu doğrultuda 1930 yılında krallık tarafından alınan resmi kararla “İyiliği Emretme, Kötülükten Alıkoyma Kurulu” oluşturuldu. Aynı zamanda “Gönüllüler” olarak da bilinen kurul, İç Güvenlik Güçleri Genel Müdürlüğüne bağlıydı.

Kurulun başkanlığını, Doğu bölgesinde Şeyh Abdulaziz b. Abdullatif Âl"uş Şeyh, batı bölgesinde Faysal b. Abdulaziz üstlenmişti. Kurul, Vehabi hareketinin tebliğiyle ilişkili olarak tebliğ çalışmalarını başlattı. Öyle ki kurula bağlı resmi görevlilerin sayısı 300 bini bulmuştu. Bu görevliler, açılan 10 bini aşkın merkezde görevlendirilmişti.

Vehhabiler ve Cuheyman el-Uteybi Hareketi

“es-Seble” savaşından 60 sene sonra “Cuheyman el-Uteybi"nin hareketi” doğdu. Gözlemciler bu hareketin radikal Vehhabi metodunun sürdürülmesi için çalıştığını düşünüyordu. Hicretin 1400. yılına denk gelen 20 Kasım 1979 senesinde Cuheyman el-Uteybi, sabah namazında Mescid-i Haram"ı bastı ve –resmi Suud verilerine göre- beklenen Mehdi"nin geldiğini ilan etti. Cuheyman eski Suudi Arabistan güvenlik muhafızları azasıydı. Kendisi Medine"deki İslam Üniversitesinden mezundu. Ancak Suudi kaynaklara göre kendisine çağırılan Mehdi, Muhammed b. Abdullah el-Kahtani idi. el-Kahtani, Cuheyman"ın kız kardeşinin kocası ve İslam üniversitesine girmeden önce Şeyh Abdulaziz b. Baz"ın öğrencilerinden biriydi. El-Kahtani ile Cuheyman bu üniversitede tanışmışlardı.

Fransız, Ürdün ve Suudi Arabistan kuvvetleri Cuheyman taraftarlarını öldürdüler. Cuheyman teslim oldu ve hızlı bir mahkeme sonrası idam edildi.

Selefi Akım ve ABD"nin varlığı

2. Körfez Savaşı sonrası –Suudi Arabistan selefi akımının gelişimini inceleyen uzmanlara göre- Suudi Arabistan"da selefi akım yeniden yapılandı. ABD güçlerinin 1990 senesinde Kuveyt"i kurtarma amacıyla Suudi Arabistan"a girmesi Suudi Arabistan"daki selefi akımın içinde derin etkiler yarattı.

Sovyetler Birliğine Karşı Afganistan"da savaşan binlerce Suudi Arabistanlı “Cemaati İslami” ile kaynaşma ve bu gruptan etkilenme durumunda kaldı. Gözlemcilere göre Suudi Arabistan"ta “cihadî selefi”liğin temellerini bu “Suudi Arabistanlı Afganlar” attı. Usame b. Ladin"in bu selefi akımla ilişkileri güçlüydü. Kendisi Komünistlere karşı yürütülen savaşta Afganlılarla birlikte savaştı. Ladin, Rusları Afganistan"dan çekilmek zorunda bırakan Celalabad savaşına katıldı. Yardımcılarıyla birlikte “sicil"lul kaide – kaide kayıtları” adını verdiği oluşumu 1988 yılında oluşturdu. Bu kayıtlar Afganistan"a gelen Arapların hareketlerinin bilgilerini incelenmesi haliydi. Arapların Afganistan"a gelişi, gidişi ve çeşitli cephelere katılması burada kaydediliyordu. Daha sonra bu oluşum “el-Kaide” adıyla gündeme geldi.

Selefilerle Yenilikçiler Arasında

Hâlihazırda Suudi Arabistan"da iki kutup arasındaki mücadele yaşanıyor. Bu kutuplardan birisi geniş bir tabana sahip olan Selefi kutup, diğeri ise yenilikçi grup!

İki kutbun mücadelesi yaklaşık on küsur yıldır gündemde. İlk olarak 46 kadın, 16 Kasım 1990 senesinde bir yürüyüş düzenledi ve Suudi Arabistanlı kadınlara araba sürme izni verilmesini istedi. Bu yürüyüşe karşı Selefi akım da protesto gösterisi düzenlerken yenilikçiler bu gelişmeyi desteklediler.

2002 yılında Suudi Arabistanlı yenilikçi aydınlarla ABD"li aydınlar arasında bir diyalog gerçekleşti. Bu diyalog sonrası 60 kadar ABD"li aydın “Neden Mücadele Ediyoruz?” başlıklı bir açıklama yayınladı. Bu açıklamada neden 15 kadar Suudi Arabistanlının 11 Eylül olaylarına karıştığı, Usame b. Ladin"in neden Suud Arabistanlı olduğu soruldu ve Suudi Arabistan"ın dini müesseseler ve Vehhabi düşüncesi, şiddeti desteklemekle suçlandı.

Buna karşın çeşitli kültürleri temsil eden 150 kadar Suudi Arabistanlı, “Hangi esasa göre beraber yaşamalıyız?” başlıklı bir açıklama yayınladı. Açıklamada ABD"nin İnsan haklarıyla ilişkisi, “laikliğin İslami bir seçenek olmadığı” noktalarına ağırlıklı olarak değinildi; şiddet kınandı ve Batı"yla diyalog kurulması istendi.

Bazı yenilikçiler bu açıklamayı mutedil olarak değerlendirirken bazı yenilikçiler de bu açıklamayı gerici bir açıklama olarak değerlendirdiler. Bazı selefiler ise bu açıklamada gereğinden fazla taviz verildiğini ve geri adım atıldığını düşündüler.

Selefiler ve Suudi Arabistan'daki Eğitim Programı

11 Eylül 2001 tarihinden itibaren resmi ve gayri resmi ABD"li sesler Suudi Arabistan"ı terörün ardında durmakla, Suudi Arabistan"daki eğitim programının Yahudiler ve Hıristiyan Batıya karşı nefreti körüklemekle suçladı. RAND kuruluşunun hazırladığı rapor, Suudi Arabistan yönelik ithamın en bariz örneğiydi. Zira bu raporda Suudi Arabistan “terörü destekleyen düşman ülke” olarak nitelendiriliyordu.

Suudi Arabistan ise okul ve üniversitelerdeki eğitim programının, dış baskıdan bağımsız iç iradeye bağlı olarak düzenlenmesi gerektiğini düşünüyor.

Suudi Arabistan"daki selefi akımın içyapıları içerisindeki etkileşim ve yenilikçilerle ilişkileri halen birçok sorunun odağı! Acaba Suudi Arabistan kültürel ve dini tarihinde bir aşamaya mı girecek? Selefi akım miras olarak devraldığı dini okumasını, özellikle de başkasıyla ilişki ve cihad fıkhını tekrar gözden geçirecek mi? Acaba yenilikçi akımın selefi akım atmosferindeki geleceği ne olacak? Bu iki akım gelecekte beraber yaşamayı nasıl sürdürecek?

Kaynakça:

1- http://www.aljazeera.net/programs/no_li ... 12-7-1.htm 2- http://www.islamonline.net/arabic/arts/ ... le12.shtml
3- http://www.shahr2000.com/11september/sep22.htm
4- http://alwatan.netfirms.com/article-0152.htm
5- http://www.gulfissues.net/mpage/gulfart ... le0036.htm
6- http://www.alhramain.com/text/kotob/50/txt/4.htm
7- http://www.tawhed.ws/c?c=2.3
http://www.aljazeera.net/NR/exeres/D924 ... 362F57.htm

saafonline.com


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Vehhabilikten Hanbeliliğe:Cüheyman olayının sarsıcı etkileri
MesajGönderilme zamanı: 04.05.09, 19:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Riyad saldırısı, Kabe ayaklanması ve Vinell şirketinin ölüm timleri

İBRAHİM KARAGÜL

15 Mayıs 2003

ABD Savunma Bakanı Colin Powell'ın Hamas, Hizbullah ve Ortadoğu'daki diğer örgütlerin dağıtılması, bu örgütlere yardımın kesilmesi, Filistin halkına giden yardımın ABD tarafından denetlenmesi, İran ve Suriye'nin bu örgütlerle ilişkisini kesmeleri ve ABD'nin öngördüğü yeni Filistin yönetiminin desteklenmesi için Ortadoğu ülkeleriyle pazarlık yaptığı sırada, Riyad'da meydana gelen saldırıları, "El Kaide'nin yeni bir terör saldırısı" diyerek geçiştirmek en çok Amerika'nın işine yarıyor. Oysa, saldırının terör ve şiddet tartışmalarının ötesinde başka boyutları da var. Saldırıların El Kaide'nin gücünü göstermesinden veya Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinde ne tür sonuçlara yol açacağından öte, dikkat çekici başka sonuçları var: Gizli ilişkileri açığa çıkarması; yani, saldırının dikkatle seçilen hedefi...

Suudi Arabistan'ın en güvenli kentinde, Suudi-Amerika ilişkilerinin kemik kadrolarının, ABD askeri istihbarat görevlilerinin ve CIA mensuplarının kaldığı yerleşim birimi ve "Amerikan devlet terörü"nün en önemli örneklerini ortaya koyan bir şirketin merkezi vuruldu. Suudi Kraliyet ailesinin güvenliğini, iktidarını ve zenginliğini korumak için özel muhafızlar yetiştiren Vinell Corporation adlı şirketin kirli dosyaları, ABD ile Suudi ailesi arasındaki gizli ilişkileri gözler önüne seriyor.

CIA'in 'örtülü operasyon' şirketi

Önce bir inşaat şirketi olarak kurulan, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika'nın askeri ihalelerini almaya başlayan, inşaat ve enerji işlerinin yanı sıra "paralı asker yetiştirme" işine giren, CIA ve ABD askeri istihbaratının öncü gücü olarak çalışan, Latin Amerika'da, Ortadoğu'da ve Vietnam'da karanlık işler çeviren, binlerce insanın ölümüne yol açan ABD "örtülü operasyonlar"ında rol alan, darbelerde ve iç savaşlarda adı geçen, Pentagon'un askeri müdahalelerinde yasal engellerle karşılaştığı kirli işlerde kullanılan, Türkiye dahil, bir çok ülkede faaliyet gösteren, Körfez Savaşı sonrası Kuzey Irak'ta "Kürtler'e yardım" adı altında çalışan karanlık bir şirket ya da örgüt. İran-Kontra skandalına karışan şirketin, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve Bush ailesi ile ilişkileri var. Ekonomik kriz sırasında çöken şirketleri satın almak için Türkiye'ye gelen Carlyle Group şirketin sahiplerinden.

Soğuk Savaş döneminde komünizme karşı Amerika'nın müttefiklerine paralı asker yetiştiren ve söz konusu rejimleri ayakta tutan, komünizm tehdidinin ortadan kalkmasından sonra ise aynı rejimleri bu sefer İslamcılara karşı koruma rolünü üslenen şirkete yönelik ilk saldırı değil bu. 1995'te S. Arabistan'da yine saldırıya uğradı ve yedi Amerikalı öldü. 1975 yılından bu yana belirli aralıklarla yenilenen anlaşmalarla S. Arabistan'da Kraliyet Muhafızları'nı yetiştiriyor. Yüzlerce emekli general, CIA mensubu ve ABD askeri istihbarat üyesi şirket bünyesinde görev yapıyor. Özel muhafız yetiştirmenin ötesinde, ülkenin kritik güvenlik noktalarına bu kişiler yerleştirilmiş. Suudi ailesini korumak için paralı asker görevi üsleniyorlar ve ülkenin güvenliğini ellerinde tutuyorlar. Bunun için de milyonlarca dolar alıyorlar. 1991 Körfez Savaşı'nda Suudi askerlerle yan yana savaştılar. Bu görevden Amerika'ya dönenler yüz binlerce dolar tasarruf ettiklerini söylüyorlar. Şirket, bu günlerde Suudi Arabistan Deniz Kuvvetleri'ni geliştirme görevini de üslenmiş durumda.

1979'daki Kabe ayaklanmasını Vinell'in paralı askerleri bastırdı

Şirketin S. Arabistan'daki en meşhur görevi, 21 Kasım 1979'da Suudi yönetimini devirmek için çıkan ayaklanmayı bastırması oldu. Kraliyet Muhafız Birlikleri'nde 18 yıl görev yapan Cüheyman el-Uteybi liderliğindeki Suudi hanedanına yönelik darbe, Vinell'in paralı askerleri tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Kabe'ye giren devrimciler, ABD ile ilişkilerin kesilmesini, ülkedeki monarşi rejimine son verilmesini istiyordu. Suudi askerleri 22 gün Kabe'ye giremedi. Vinell'in "ölüm timleri"nden oluşan üç bin paralı asker Kabe'ye saldırdı. Kabe top ve mermi yağmuruna tutuldu. Açılan kapılardan tanklar içeri girdi. Vinel'in paralı askerleri Kabe'deki kişileri öldürmek için zehirli gazlar kullandılar. Bodruma sığınan kişiler zehirli sularla öldürüldü. 400 kişi yakıldı. Tutuklananlar da Vinell'in adamları tarafından sorgulandı. İğrenç işkencelere tabi tutuldular. Elleri, ayakları ve parmakları kesildi. 243 kişi idam edildi.

Riyad'da önceki gün yapılan saldırılar, Suudi-Amerikan ortaklığının kalbi olan bu şirkete yönelikti. İki ülke arasındaki "petrol-askeri işbirliği-rejim korumacılığı üçgeni"ndeki ortaklığın sembollerinden biri olan Vinell şirketinin merkezi ile bu şirkete bağlı paralı askerlerin, üst düzey yöneticilerin, Suudi güvenlik servislerinin kritik noktalarına yerleştirilen CIA ve ABD askeri istihbarat üyelerinin, bu ortaklığın Suudi tarafında bulunan kilit önemdeki kişilerin oturduğu yerleşim birimine yönelik saldırı, hem ABD-Suudi hanedanı arasındaki ilişkileri hem de Irak'ın işgalinden sonra İran, Suriye, Suudi Arabistan, Filistin, Hizbullah, Hamas etrafında esen fırtınanın ne büyük sarsıntılara neden olacağını gözler önüne seriyor.

Amerikan askeri neden Türkiye'ye gelecekti?

Saldırıyı El Kaide de başka örgütler de yapmış olabilir. Zira, bölgedeki ABD-İsrail varlığına karşı, özellikle de Afganistan ve Irak'ın işgalinden sonra yeni örgütlerin ortaya çıktığı belirtiliyor. Saldırının ABD'nin askeri birliklerini Suudi Arabistan'dan çektiği bir dönemde yapılması ilk bakışta garip sonuçları çağrıştırıyor. Ancak ABD bu ülkedeki sadece askeri üsleri boşaltıyor. Oysa rejim korumacılığı aynen devam ediyor. Bölgede rejimlere yönelen kitlesel öfkeyi dizginleme stratejisinin başarılı olmadığı anlaşılıyor. Vinell gibi ABD istihbaratıyla birlikte çalışan ve gizli askeri operasyonlarda kamuflaj olarak kullanılan bir çok ABD şirketi var. ABD 11 Eylül'den sonra bir çok ülkeye daha asker yerleştirdi. Tabii bu askerlerle birlikte Vinell türü şirketleri de... Amerika'nın 65 bin askerini Türkiye'ye yerleştirme amacı neydi acaba?

http://yenisafak.com.tr/arsiv/2003/mayi ... ragul.html


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 6 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 4 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye