Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: "Hatıralar yazılmalı..."
MesajGönderilme zamanı: 08.02.09, 15:24 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
"Ağlarım hatıra geldikçe..."

Eyyüp AZLAL


İnceleme

Ay Vakti, Sayi: 74

-Klasik Zamanlardan Yakın Zamanlara-

Kâmil o insan ki yaşar hatıralarla
Bir başka kerem beklemez artık gecelerden

Yahya Kemal

Klasik şarkta hatıra yazmanın hikemî ve eğitici bir yönü vardır. Burada hatıraya karşılık gelen menkıbelerle karşılaşıyoruz. Menkıbelere konu olan şahıslar dikkatle izlenir ve örnek alınır. Geleneğe uyularak Hz. Rasul'ün hayatından başlanır. Bütün bir dikkat ve rikkat işlenir kelimelere. Kelimeler de haziruna... Böylece bir ravi (rivayetçi) sınıfı ortaya çıkar.

Edebiyat tarihimizde gönül ile hayal arasında gidip gelen “Hatıra”nın manası ve muhtevası şimdilerde değişim içerisinde. Araplar “anma” için zikr etmiştir. Tezkire ve tezakir oradan bize bir armağandır, Tezakirü'l-Evliya ve Tezkiretü'ş-Şuara da bakiyesi. Tezkire, burada bazen tercüme-i hal ve şerh-i hal'e karşılık gelir ve Türkçemizde yaşam öykü ile iç içe girer.

Osmanlı edebiyatı döneminde Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi, Katip Çelebi'nin Keşfü'üz-Zünun'u bir çeşit hatırat denemesidir. Seyahatname'de bir ayrılık olarak kişinin dikkatini biraz daha çevreye verilmiş olduğu düşünülebilir. Çelebi'nin seyahate başlayışı, yine kendi zarif ifadesine göre, gördüğü bir rüyadan sonradır: “Çelebi, bir gece rüyasında Hz. Muhammed'i görmüş ve çok heyecanlandığı için “şefaat ya resullallah” diyeceği yerde “seyahat ya resulallah” deyivermiş. Fakat Hz. Muhammed onu hem şefaat hem de seyahatle tebşir etmiştir. Ayrıca Sa'd İbn Ebi Vakkas tarafından da kendisine, gördüklerini yazması hatırlatılmıştır.”

Büyük bir biblografya kitabı olan Keşfüz'-Zünûn, ara sıra hatırat bölümleriyle de karşımıza çıkmaktadır. Yine bu dönemde Latifi, Şeyhi, Kınalızâde Hasan Çelebi gibi tezkire yazarları, şairlere dair hatıralara oldukça geniş bir yer vermiştir. Latifi Tezkiresinde Şair Duâyî'nin bir hatırasını şöyle nakleder:

Şair Duâyîni'nin şehrin güvenlik sorumlusuyla arasında eski bir dostluk ve kendi düşüncesine içten alakaları varmış. Kısacası bunlar kardeş seviyesinde dost imişler. Günlerden bir gün Şairimiz bir kusur işlemiş. Dünya zebanisini andıran adı geçen görevli, mayasındaki hıyanet ve edepsizlik özelliği gereğince davranarak Duâyî'yi tutuklatıp nezarete atmış ve eski sohbetlerini ayak altın almış. Duâyî, eski sohbetlerinden bahsedecek olsa öyle bir suratla karşılaşır ki sanki kırk yıllık düşman sanılır olmuş. Duâyî, onu bir daha görürsem iki olayım demiş. Bu beyitleri de yakın dostlarına nasihat için orada yazmış:

..........


Kaçan benzer asesle şahne kelbe
Ki seg gözler kişiyi hakk-ı nândan
Yaraşır şahneye hınzîr dersem
Ki seg yeğdir vefad, ol kaltabandan

“Asesle güvenlik görevlisi köpeğe çok benzer; köpek de insanı ekmek hakkı için gözler. Güvenlik görevlisine domuz dersem yakışır ama yine de vefada köpek o kaltabandan yeğdir.”

Tarihlerimiz de bilimsel bir yöntemle ele alınmadan önce birer “vakayinâme” yani olayları anılaştıran eserlerdi. Zamana ya da mekana büyük ölçüde önem vermeden belgeleri arayıp karşılaştırmak gibi tarihin baş vuracağı yollara hiç bakmaksızın görgü ve duygu araçlarını değerlendiren tarihçilik, bir çeşit hatıracılıktı.

Eski edebiyatımızda hatıra niteliği taşıyan önemli yapıtlardan biri de gazavatnâmelerdir. Savaşların bizdeki ilk amacı “ilâ-yı kelimetullah” yani Allah'ın adını yüceltmektir, İslamiyet'i yaymaktır. Bu amaçla yapılan savaşlara “gaza” denir. Bu savaşlara katılan şairlerin bir bölümü o savaşın bir çeşit destanını ya da öyküsünü yazar. Bunlar da çeşitli yönlerden anı olup sözü edilen savaşlara, kişilere, çevreye ait önemli anekdotlar aktarır.

Sefaretnâmeler de edebiyat tarihimizdeki hatırat niteliğindeki yazılardır. Bu Sefaretnamelerden en ünlüsü 28. Mehmet Çelebi'nin 1720 yılında Paris'e gidip 1721 yılında kaleme aldığı Sefaretnâme-i Fransa adlı eserdir. 46 gün deniz yolculuğundan sonra Tulon'a çıkmış, Marsilya'da kolera salgını olduğu için Bordeuks üzerinden Paris'e gitmek zorunda kalmıştır. Karadan yaptığı bu seyahat esnasında gördüklerinden başka bütün bir Paris ve Fransa hatıralarını güzel, zevkli, bilgi verici, teferruatlı bir üslûpla yazarak ve hatta resimli bir takrir halinde Sultan 3. Mehmet'e ve Nevşehirli İbrahim Paşa'ya sunulmuştur. 28.Mehmet çelebi'nin sefaretnâmesinden:

“...Ol mahal mahsus opera için yapılmış. Herkese mahsus oturacak yeri var. Bizi kralın oturduğu yere götürdüler. Kırmızı kadife ile döşenmişti. Vasi dahi gelmiş, yerine oturdu ve ricâl u nisâ ile mal amal olmuş idi.”

Edebiyat tarihimizde bir diğer önemli hatıra örneği de tutsaklık hatıralarıdır. Ömer Seyfettin'in meşhur hikayesi Forsa'yı hepimiz hatırlarız:

“...Saçı, sakalı bembeyazdı. Elleri ayakları titriyordu. Gök kadar boş, gök kadar sakin duran denize baktı, baktı.

-Hayırdır inşallah! dedi.

Duvarın dibinde taş yığınlarına çöktü. Başını iki ellerinin arasına aldı. Sırtında yırtık bir çuval vardı....

Esir olalı kırk seneden fazla geçmişti. Otuz yaşında dinç, levent, kuvvetli bir kahramanken Malta korsanlarının eline düşmüştü. Yirmi sene onların kadırgalarında kürek çekti.”

Bu hadise her ne kadar hikaye nevinde okuyucunun karşına geçse de muhteva olarak hatıra kabul etmekteyiz. Yine 16. yüzyıl sonlarında bir Türk kadısının Malta korsanlarına tutsaklığını anlatan hatırası bu konuda dikkate değer bir belge niteliğindedir.

Daha sonra Prof. Dr. Fahir İz, Sergüzeşt-i Esir-i Malta isimli önemli bir anıyı bütün olarak yayınladı.

“İlmiye sınıfından Macuncuzâde Mustafa H. 1005(1597) yılında Kıbrıs'ın Baf kadılığına atanır. Üç haftalık bir deniz yolculuğundan sonra arkadaşlarıyla Kıbrıs'a yaklaştıkları sırada bir Malta korsan gemisine çarparlar. Çarpışma sonucunda sağ kalanlar tutsak edilerek Malta'ya götürülürler ve bir zindana atılırlar. Baf kadısıyla yol arkadaşları iki yıl Malta'da kalırlar. Bu süre içinde beş yüz altın azatlık istenmektedir. İstanbul'daki büyüklere mektuplar ve şiirler gönderilir. Macuncuzâde bu hatıratında başından geçenleri bütün ayrıntılarıyla anlatır.

18. asrın sonlarına geldiğimizde hatıra türü ağır basan şahsi tarihlerin karşımıza bolca çıktıklarına şahit oluyoruz. Lala İsmail Efendinin 1.Abdülhamit (1774-1789), Halil Hamit Paşa'nın 3. Selim'i tahta geçirme çabasıyla ilgili Vukuatnâme'si, Viyana bozgunundan Karlofça Antlaşması’na kadar Macaristan olaylarıyla ilgili Temeşvarî Naîm'in Hadika-i Şüheda-i Serhat'i, 18. asırda İstanbul'daki büyük su baskınlarını anlatan Eflatun'ı Şirvan'inin Hikayet-i Ameden'i Seyl be İstanbul'u, İbrahim Reşit'in Hatıra Der Hakk-ı Vak'ai Haleb'i, Şair Nâbî'nin Tuhfetü'l-Harameyn'i, Surnamesi, Ali Paşa'nın Bosna'nın savunmasını anlatan, Bosnavî Nizamî'nin Tuhfetü'l İhvan'ını sayabiliriz.

19. asra geçmeden hatıralar batı tarzında yazılmaya başlanmıştır. Batıda hatıra türü daha yaygın olarak görülür. Bunun sosyolojik olarak açıklaması yapılabilir. Batıda roman türünün aynı kaderi paylaşmasından ileri gelmektedir. Rönesans ve Reform hareketleri sonucunda Hıristiyanların artık kiliseye olan inancı azaldı. Pazar günleri artık kiliseye gitmemeye başladılar. Peki nasıl günah çıkartacaklardı. Bunu da her pazar muntazam olarak tuttukları jurnallere yazamaya başladılar. İlk roman örnekleri gibi hatıra örnekleri de bu şekilde bir neşvünema bulmuştur batı kültüründe.

Bizde kemikleşmiş bir hatıra geleneği bu yüzden yoktur. Ama destanlardan, türkülerden, şiirlerden geçilmez bir edebiyatımız var. Bir kimsenin hatıralarını yazması kendisiyle, çevresiyle hesaplaşmasıdır, yaşadığı dönemi yargılamasıdır. Oysa uzun yıllar böyle bir gereksinim duymamışız. Günah çıkartma kültürümüz yok.

Nitekim 19. asırda batı karşısında yenilgimizin hesaplaşmasını yapan aydınlarımız, devlet adamlarımız olmuştur. Nerede yanlış yaptık, hatalarımız nelerdi. İşte bunun sorgulaması hatıralarla kendini su yüzüne vurmuştur. Bu hatıralar da yavaş yavaş kültürünü benimsediğimiz batı formatında yazılmıştır. Bu yüzden edebiyatımızdan uzak batı formatında yetişen edebiyatçılarımız yukarıda örneklerini verdiğimiz hatıralarımızı görmez ve bizi, dahası kendilerini züğürtlükle suçlarlar.

Bu dönemde II. Mahmut tarafından Keşan'a sürülen Keçeci İzzet Molla'nın Keşan'a sürülmesi üzerine yazdığı “Mihnet-i Keşan” adlı yapıtı dikkate değerdir. Abdülhak Hamit'in dedesi Abdülhak Molla'nın yazdığı “Tarih-i Livası”, Sahaflar Şeyhi Mehmed Esad efendin “Üss-i zaferi”, Akif Paşa'nın “Tabsıra”sı, Zarif Paşa'nın “Hatırat”ı, 1840-1841 yıllarında Paris Elçiliği Baş Katibi, Mustafa Sami Ef. “Avrupa Risalesi”.

Bu asrın son hatıratı da hiç kuşkusuz “Aşçı Dedenin Hatıraları” olacaktır. Reşat Ekrem Koçu'nun Üç cilt İ.Ü. Türkçe Yazmalar bölümünde bulunan nadir bir eserin ilginç bir öyküsüdür. Bu günlerde Mustafa Koç tarafından yeniden neşre hazırlanan bu eser, tarih ve toplum bilim yönünden incelenmesi elzem bir kitap. Türkiye'nin yaşamı, inançları, kişiler arasındaki ilişki, çekilen sıkıntılar bütün ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Aşçı Dedenin bir asra yakın ömrü içinde görevlerinden dolayı gezdiği Erzurum, Erzincan, Şam, Hicaz, Edirne illerini gezip ilginç serüvenleri de kitapta yer almıştır.

Bu asrı bitirirken şu isimlerin hatırayı teğet geçtiğini belirtmek istiyoruz. Cevdet Paşa (Tezakir- Cevdet), Şinasi, Namık Kemal, Ebuzziya, Recaizade, Abdülhak Hamit, Malim Naci, Mithat Cemal'in hatıraları Türk Edebiyatı adına kayda geçecek belgeler.

Bu dönemde hatıra edebiyatında adı hiç unutulmayacak biri var; Ahmet Rasim. “Falaka” adlı eserini okurken, ya da “Gecelerim” eserlerinde Darüşşafaka'ya giriş, yatılı okul imkanı v.s, birer hatıra niteliğinde yazılmıştır.

Yirminci yüzyılda ise hemen her edebiyatçının, sanatkârın, siyasinin hatıraları gittikçe artan ve ilgi gören bir tür haline gelir. Benim müşahadem, özellikle son otuz-kırk yıldır hatıraların çoğalması üzerinde yoğunlaşıyor. Bunda geçmiş dönemlerde mevcut olup bugün kaybettiğimiz birtakım manevi değerlere, geçmişte hayatımızın huzur ve sükûnuna, insanî ilişkilere, modernleşme ve kötü sanayileşme yüzünden kaybolmuş sokaklara, binalara, bahçeli evlere ve daha bir yığın nesneye olan nostaljik bir duygunun büyük rolü olmalıdır. Bir de zamanında yazılmış olup da bir takım siyasi veya özel sebeplerle yazarının sağlığında yayımlanamamış hatıralar gün ışığına çıkıyor. Böylece kitap dünyamızı birden bire zengin bir hatıra yayını kaplamış oldu. Hatta bazı yayınevleri sadece hatıra yayımlamak üzere kuruldu. Bütün bunları tarih için birer belge olarak düşünebileceğimiz gibi, başka bir açıdan, hatıranın gördüğü ilgiyi toplumumuzun marazî bir dönemden geçmekte olduğu şeklinde de açıklayabiliriz.

Bu dönemde Sait Halim Paşa'nın “Buhranlarımız” gerçekten kendimizi sorgulayan, hatalarımızdan ders çıkaran bir hatıra kitabıdır. “Artık Türkçe yerine Fransızca konuşmak, dinsiz ve sefih geçinmek, servetini kumarda ya da bir Fransız metres kullanarak tüketmek, en yüksek tavır ve hareket sayılıyor. Bu davranışlar, medeni insanları medeni olmayanlardan ayıran ölçüler olarak kabul olunuyordu .”

Ziya Gökalp, Abdülhak Hamit, Tevfik Fikret, Süleyman Nazif, Halide Edip, Refik Halit, Ruşen Eşref de bu dönemde hep medeniyetimizin batı karşısında yenilgisini sorgulayan hatıralar yazmışlardır. Aynı ruhu paylaşan Yahya Kemal ;

Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum
Her lahza bir alev gibi hasretti duyduğum

Mağlupken ordu, yaslı dururken bütün vatan
Rüyama girdi her, gece bir fatihane an.

Hicretlerin bakiyesi hicranlı duygular
Mahzun hudutların ötesinden akan sular

Kuğunun son şarkısı kadar hüzünlü ve güzel olan “Açık Deniz” adlı şiirinde hatıralardır onu büyüleyen, hatıralardır ona hasret duyguları aşılayan....

Klasik şarkın canlı bir armonisinin hatıralarda yaşandığı Üstad Sezai Karakoç'a kulak verelim.

“Kış geceleri babam kitap okurdu. Biz dinlerdik. Mahallede beş altı evde eski (büyük, kalınca ciltli) bir kitap olurdu. Akşamları gider getirirdik. Okuduktan sonra iade ederdik. Gazavatnâmeler, Siyer-i Nebi gibi kitaplardı. Çoğu kez manzumdu. Babam ahenkle okurdu, biz de heyecanla dinlerdik.”

Hatıralar yazılmalı diye düşünüyoruz.


***

Said Halim Paşa, -Hz. M.Ertuğrul Düzdağ-Buhranlarımız,İst.1993 s.85
Mehmet Kaplan,Şiir Tahlilleri 1. İst. 1994 s.218
N.S Banarlı, Resimli Türk Edb. Tarihi İst 1998 C. II s. 688
“Bursa'da bir camide görevli idi. Marifet sahibi bir kişi idi. Sultan Mehmet devri şairlerindendir.”Latifi.
Dr. Mustafa İsen, Latifî Tezkiresi, Ank.1999 s.154
N.S Banarlı,Resimli Türk Edb. Tarihi İst 1998 C. II s.792
Ömer Seyfettin,Başını Vermeyen Şehit,İst.1995, s.75
İsmet Parmaksızoğlu “Bir Türk Kadısının Esaret Hatıraları” Tarih Dergisi 1953 V.8, s.77
Mehmet Nuri Yardım,Yazar Olacak Çocuklar,İst.1994 s.208


http://www.ayvakti.net/default.asp?islem=goster&sira=62

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye