Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Allah Dostuna Herhangi Bir Şeyin Bildirilmesi/ M. İhsan Oğuz
MesajGönderilme zamanı: 14.12.10, 12:05 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 29.11.10, 09:55
Mesajlar: 28
Muhammed İhsan Oğuz'dan Seçme Mektublar

(8. MEKTUB)

ALLAH DOSTUNA HERHANGİ BİR ŞEYİN BİLDİRİLMESİ VE TASAVVUF YOLUNDA BULUNANLARIN DERECELERİ


Her türlü noksandan uzak ve yüce olan Allah'a hamd ve senalar, Sevgili Peygamberi'ne salât ve selâmlar, seçkin ashabına ve onların izinde giden mü'minlere hayır dualar ettikden sonra:

1 - Allah dostunun herhangi bir şeyi bilmesi ve keşfetmesi, ona karşı husûsî teveccühüne (yönelmesine) bağlıdır. Bu teveccüh meydana geldikten sonra Mevlâ isterse o şeyi açar ve bildirir, isterse bildirmez. Velîye, teveccüh ile her şey mutlaka açılmaz. Bâzılarına, bilinen şeylerin açıklanmasına kayıtsız ve şartsız izin verilir. Bâzılarına, sınırlı olarak izin verilir. Bazılarına da hiç izin verilmez. Bu hususun böyle olması, hikmete bağlıdır.

Allah dostları, Allah'ın güvenine ermiş olan kullardır. Emir, sınır ve hikmetin dışına çıkmaz; güveni kötüye kullanmazlar. Bu yüce topluluğun içinde, manevî hallerden ve sırlardan haberdar edilenler de, edilmeyenler de vardır. Haberdar edilmeyenler, o hallerin meydana gelişinde bir şey görmezler ve bilmezler. Fakat; onların söyledikleri sözler, manen görülen ve bilinen hakikatlerin ta kendisidir. Onların dilleri Hak ile söyler, kalbleri Hakk'ın tasarrufu ile hareket eder ve halden hâle döner. Bunlarda, insan olarak kendilerine âit bir irâde kalmamıştır. Bu hâlin kemâli, peygamberlerde görülür. Has kulluk makamının ehli olanlar, bu zümreden sayılırlar. Bu kemâl ve yukarıda geçen haller, bir kişide de toplanabilir.

Rütbe ve makam sahibi olan velîlere, makamlarıyla ilgili şeyler bildirilir. Bunlar, mutlaka bilgi ve keşif sahibi olurlar. Bilgi, keşif ve rütbe sahibi olmak, bu özellikleri taşımayan yüksek velîler üzerine bir üstünlük teşkil etmez. Diğer insanlara göre, durum tersinedir. Bu hususları bilmek, büyük bir mazhariyettir.

2 - Kur'ân-ı Kerîm'in ve Hadîs-i Şerîflerin zahir ve bâtın (açık ve gizli) mânâları vardır. Bir şeyin bilinen açık mânâsı tam anlaşılmadıkça, onun bilinmeyen gizli mânâsına geçilemez. Bu mânâlar, anlayış ve kabiliyete göre artar. Bu hâl dünyâ ve âhiret hayâtında devam edip gider de, ne bilinen gerçeklerin, ne de bilinmeyen hikmetlerin sonu gelmez. Bunun gibi; Kitâb ve Sünnet'in özüne bağlı bir Allah dostunun sözlerinin de, açık ve gizli mânâları vardır. Bu mânâların kavranması ve anlaşılması da herkesin bilgi, anlayış ve kabiliyet derecesine göre olur. Manevî ilgi ve yakınlık ilerledikçe, mânânın anlaşılması da o derece derinlik kazanır.

3 - Kalbe gelen kötü düşünceler, sûret-i şerîat(1) mertebesinde bulunanların amel defterine geçmez. Fakat; tarîkat ve hakîkat mertebesinde olanların, kalbe gelen hâtıralardan derecelerine göre sorumlulukları vardır. Bu mertebelerin hepsini içine alan hakîkat-i şerîat(2) mertebesinde bulunanların sorumlulukları daha ince ve kapsamlıdır. "Hasenâtü'l-ebrâr, seyyiâtü'l-mukarrabîn (İyi insanlar için güzel sayılan şeyler, Allah'a manen yakın olanlar için kusur sayılır)" hükmü, özellikle bu makama ilişkindir.

Sözü edilen üç mertebe ehlinin hâl ve niteliklerine, şöyle örnek verilebilir:

a) Bir kimse dilinden yalanın çıkmasına; uğraşarak, sıkıntı ve zorluk çekerek engel olabiliyorsa, şerîat makâmındadır. Fakat; bu mertebede kalbinden yalan söyleme arzusu silinmiş değildir. Kalbi, elbette bu arzuların hastasıdır.

b) Bir kimse dilinden yalanın çıkmasına zorlukla engel olduğu gibi, diline ve kalbine yalanın gelmesine zorlanmadan da engel olabiliyorsa, o kimse tarikat makamındadır.

c) Bir kimsenin ne zorlanarak, ne de zorlanmadan; ne dilinden, ne de kalbinden yalan söyleme arzu ve ihtimâlleri tamamen yok olmuşsa, bu kimse hakîkat makamındadır.

İnsan hangi derece ve makamda bulunduğunu, şu üç ölçüyü kendi hallerine, sözlerine ve davranışlarına uygulayarak belirleyebilir. Söz konusu hususların, bu mertebeleri içine alan hakîkat-i şerîat makamındaki önemi daha büyük ve incedir... "Et-tarîkatü ve'l-hakîkatü hâdimâni li'ş-şerîati (Tarikat ve hakîkat, şerîatın iki hizmetçisidir)" sözü, bu makama da ilişkindir.

4 - Allah dostlarının kudsî nefesleri (söz ve eserleri), düşünmeden ve zorlanmadan meydana gelir. Bu yolun isteklisi, ilk bakışta bunlardan bâzılarında bir gereklilik görmeyerek düşünceye dalar. Dünyâ aklı ve mantığı ile bağdaştıramayıp sıkıntıya düşer. Onun gizli hâline ve şahsî kabiliyetine göre meydana gelmiş manevî bir lütuf olan bu kudsî nefesin ilişkin olduğu sebepler, elbette fayda ve hikmetlere bağlıdır. Bunun, o kimse tarafından bilinmesi şart ve gerekli değildir. Mürîdin buna muhatap olması, amaçlanan faydanın meydana gelmesi için yeterlidir. Gerektiğinde o sebepler, o fayda ve hikmetler anlaşılabilir. Bu hâlin senelerce sonra gerçekleştiği de olur. Hattâ; hiç de gerçekleşmeyebilir. Böyle olmasında da faydalar ve hikmetler vardır.
Tasavvuf yolunda bulunanlar, Mürşid'in sözlerinin bir tasarı sonucu olmadığını, çeşitli hususlara, sebep ve hikmetlere dayandığını, kendi hâl ve menfaatine yönelik manevî bir lütuf olduğunu bilmeli; iyi niyetle kabul ederek fayda ve bereketinden mahrum kalmamalıdır. Zîrâ; inanca ve iyi niyete dayanmayan hiçbir şeyin, faydası ve bereketi yoktur.

Imâm-ı Rabbânî Hazretleri: "Biz Muhammed Bâkî'ye, üç arkadaş olarak bağlandık. Bakî-Billâh Hazretleri, onların inanç ve bağlılıkları hakkında bana: 'Şu bizi hâl ehli bilir. Şu da kemâl ehli zannederse de tam irşad ehli bilmez* sözlerini söylemişti. Bu zâtlar; güzel kabiliyetlerine rağmen, sonda ulaşılanı başda taddıran Şeyhimden, yanlış zan ve inançları sebebiyle önemsiz derecede faydalanabildiler. Gerçek kemâllerinden mahrum kaldılar. Benim inancım ise, 'Eriştiğim bu hak ve hakîkatin, bu irşad ve sohbetin bir eşi yoktur, olması da mümkün değildir. O-nun eşi, ancak Peygamber'in sohbetinde geçmiştir. Peygamberimiz'in zamanında bulunamamış ve ashabından olamamış isem de, böyle bir Mürşid ve sohbete eriştim' diyecek mertebede idi. Bu sebeple ben, Bakî Billâh Hazretleri'nden olabildiğince faydalandım ve feyz aldım. O'nun ve bütün Silsile Büyüklerinin kemâllerine vâris oldum..." buyurmuşlardır.

İnanç meselesi, çok ince ve önemlidir. Tasavvuf Büyükleri, feyz almak için kendi mürşidini başkalarından üstün tutmakta sakınca görmemişlerdir.

5 - Bu yolun isteklileri bir Allah dostunun elini tuttular mı, önceki halleriyle o anki hallerini ölçüye vurmaktan ve kıyaslamaktan geri durmamalıdırlar.
Hallerine bakarak; Mevlâ'yı Kitâb ve Sünnette bildirildiği üzere bilmekte, bildiğiyle amel etmekte, Hakk'a ibâdet ve kullukta bir fark ve ilerleme bulurlarsa Allah'a şükretmeli ve artırılmasını istemelidirler. Tuttuğu elin Allah'ın ipi, girdiği yolun manevî bilgi ve anlayış ve kurtuluşa erme vesîlesi olduğuna inanarak bir an gevşetmeden iyi tutmalı ve bırakmamalıdırlar. Hakk'a ermek isteyenler için doğru yolda olmanın delîli, hâl ve ahlâkta görülen değişmedir. Kötülükten iyiliğe, iyilikten daha yüksek iyiliğe erişmedir. Allah dostlarından başkalarının sözleri, insanın nefsi üzerinde etkili olmaz. Onlardan başkasının sözüyle kalblerde huzur ve doyum elvermez, irşâd ehli olmayanların eğitim ve öğretimi ile arınma ve temizlenme meydana gelmez; bu gibi kumseler hak ve hakîkatten söz edemez. Tasavvuf yolunda olanların, Allah dostlarından birine yalnız bağlılıkları bile başlı başına bir devlet ve saadettir. Allah'ın manevî yakınlığı, bilgi ve anlayışı, ancak böyle bir bağlılığın kurulmasıyla elde edilir.

6 - Allah dostlarını dünyâ gözüyle görmek, onları ve hallerini dünyâ aklıyla anlamak mümkün değildir. Gerçek kişilikleri ve manevî halleri, her insanda görülen maddî yaşantı ve niteliklerle anlaşılamaz. Onların gerçek kişilikleri ve manevî halleri ancak gönül gözüyle görülür, mânâ aklıyla bilinir. Bunun için de, onlara tam bağlanmak ve inanmak gerekir. Hakk'ın lütuf ve yardımıyla bu saadete eren bir insan, inanç ve bağlılığının sonuçlarını görmeye başlar. Kendisine bilgi ve anlayış kapıları açılır. Sonunda, gönül ehli ve gönül halleri hakkında öyle bir inanç, öyle kesin bir bilgi ve anlayış elverir ki, onu hiçbir kuvvet sarsamaz. Böyle bir kimse; Allah'ın ibâdet ve kulluğu, bilgi ve yakınlığı deryalarına dalar, ma'rifet dalgıcı olur. Daha yükseği düşünülemeyen saadetlere erişir...

7 - Maddî hayâta ve dünyâya ilişkin haller ve nitelikler, gönül ehli olmayanların hem maddî yapılarına, hem manevî hayatlarına hâkim ve etkili olur. Bu husus, gönül ehli olanlarda birbirinden ayrılır. Onların maddî halleri manevî hallerinden, manevî halleri maddî hallerinden ayrı ve bağımsızdır. Maddî haller ve etkiler gönül âlemlerine, manevî haller ve tecellîler maddî yönlerine zarar vermez. Dünyâya tutkun olanlar, gönül ehlinin maddî hâl ve etkilenmelerinin kendilerininki gibi gönül âlemlerine de yansıdığını ve hâkim olduğunu zannederler. Onları kendileriyle kıyaslar, kendileri gibi düşünürler. Bu sebeple onlara inanıp bağlanamaz ve bereketlerinden faydalanamazlar... Başlangıçta olanın, çok basit şeylerden dolayı inanç ve bağlılığı sarsılabilir. Nefis ve şeytan pusudan başkaldırarak yolunu vurmak ve onu mahvetmek ister. Bunun için hemen harekete geçer. Çünkü; bu iki düşman, kendi hâkimiyetlerinden kurtulacaklara karşı sürekli bir saptırma ve yanıltma faaliyetine girişir. Çok uyanık olmak, bunlara aldanmamak, şüpheye düşürecek her şeyi onların yüzüne çarpmak gerekir. Bu cenk ve mücâdele böylece devam ettikçe, onlar Allah'ın yardımıyla yenilir ve bozguna uğratılırlar. Esir gibi her emir ve yasağa boyun eğerler. Sonunda insan nefsânî varlığından, benlik ve ihtirasından sıyrılır, kurtuluş gerçekleşir... Başlangıçta olanlar, sözü edilen noktalara çok dikkat etmeli ve önem vermelidirler. Ortada bulunanlar, yanlış inançlarından dolayı maddî olarak da sorumlu tutulacaklarını ve hesaba çekileceklerini bilmelidirler. Manevî seyr ve ilerlemeyi tamamlamış olanlara böyle bir tehlikenin başgöstermesi, Allah korusun giderilemeyecek bir felâketle sonuçlanır.

Yüce Mevlâ, hepimizi her türlü tehlikelerden korusun.

Âmîn...
-----------------------------------------------------
(1) Dînin kurallarına şeklen bağlılık
(2) Dînin kurallarına gerçek bağlılık


En son oguzhan tarafından 13.08.11, 18:19 tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.

Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Allah Dostuna Herhangi Bir Şeyin Bildirilmesi/ M. İhsan Oğuz
MesajGönderilme zamanı: 06.01.11, 10:58 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 07.12.10, 00:24
Mesajlar: 424
Fenafillah olmuş bir "Allah dostu nasıl konuş-turul-ur?" ile birlikte değerlendirilmeli...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Allah Dostuna Herhangi Bir Şeyin Bildirilmesi/ M. İhsan Oğuz
MesajGönderilme zamanı: 13.08.11, 18:19 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 29.11.10, 09:55
Mesajlar: 28
Alıntı:
Velîye, teveccüh ile her şey mutlaka açılmaz. Bâzılarına, bilinen şeylerin açıklanmasına kayıtsız ve şartsız izin verilir. Bâzılarına, sınırlı olarak izin verilir. Bazılarına da hiç izin verilmez. Bu hususun böyle olması, hikmete bağlıdır.


Burası çok önemli.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye