TASAVVUFUN TUZAKLARI
“… Çok kinayeli oldu. Ama olsun. Biz gazeteciyiz. Vazifemizdir.
....
Geçenlerde elime ilginç bir metin geçti. Zatlardan birinin şeyhinin, aldığı bir manevi vazife ile ilgili olarak yakın geçmişte başından geçen bir olay; anı şeklinde anlatılıyordu. Metnin bir kısmını sizinle paylaşmak istiyorum. Sonra da değerlendirme:
“…Yine birgün …’nu yanına çağırıyor: “Emir aldım, Huzuru Peygamber’den (s.a.v.) ve Hz. Hızır’dan (a.s.). Bu yıl bereketleri yazan heyetin başı olacaksın. Sorumluluk sende.” diyordu. …, gençliğin verdiği heyecan ve verilen bu ilk büyük ilahi görevin sevinciyle "Eyvallah! Başüstüne!" diyordu. Görev dağılımında evliyalar içinde Kırklar makamında bulunan veliler de vazifeliydi. Mana âleminin sakinleri insanlık için çalışıyorlardı: Allah'ın (c.c.) izni, Habibi ve kâinata halifesi kıldığı Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz himmetiyle...
Tarlalara, bahçelere, koyunlara, ineklere, sütün, kuzunun, buğdayın, meyvenin, bereketlerinin çok olması ve dükkânların alışveriş bereketi ve bunlar gibi birçok bereketin etkisi altına giren her şeye, il il, kasaba kasaba, köy köy bereket için dualar ediliyordu...
Allah'ın izni, Habib’inin himmeti ile kısa zamanda diğer görevli evliyalar ile tüm dünyaya bereket için dualar edilmişti. …, bu görevde en son; memleketi Malatya'yı bırakıyorlardı. …’nun kayın pederi aynı zamanda dayısı oluyordu. Dayısı Ömer Baba kalbi çok temiz, evladı resul; seyyid. Ama o zamanlar birazcık cimriliği vardı. 45 dönüm kayısı bahçesi vardı. Bereket dağıtımında sıra o bahçeye gelmişti. Heyettekilere “Bu bahçeyi bir şart koşarak yazalım.” diyordu ve bugünün parasıyla aşağı yukarı 300 TL tutarında fakirlere yardım yapılmak şartıyla dua ediliyordu. Bu arada bu duruma nazaran heyetteki görevli velilerden …'nu uyaran da olmuyordu. Aslında bu da bir edep göstergesiydi: Huzurdan başlarına görevlendirilmiş birinin işine karışmamak. …, Ömer Baba’ya bu durumu direkt söyleyemezdi. Çünkü manevi halini bilmiyordu. …, bu yüzden Ömer Baba’ya, "Rüyada bahçelere bereket yazılırken gördüm: Senin bahçeye de fakirler için 300 TL sadaka yazıldı." diyordu. Ömer Baba, "Tamam inşallah bahçe tutsun meyve veririm." diyordu. Bahar gelmiş, kuzular çift çift, buğdaylar bire otuz kırk, her tarafa bereket yağıyor, ağaçlarda ki kuru dikenler dahi çiçek açıyordu. …, dayısı ve kayın pederi Ömer Babaya "Dayı bak rüyam tutuyor, sözünde misin?" diyor. Ömer Baba ise "Belli değil. Hele bir meyveleri görelim. Ya soğuk vurursa?" diyordu.
Yaz gelmiş, Ömer Baba bereketin fışkırdığı bahçesinde ağaçların dalları kırılmasın diye dayanak dikiyordu bahçelere. Bir yandan da meyvelerin toplanmasına başlanmıştı. …, dayısı Ömer Baba’ya "Dayı sözünü unutma!" diyor, Ömer Baba ise "Ha’di oradan! Rüya ile amel etmem!" diyerek cevap veriyordu. …: “ Dayı sana pahalıya patlar.” Ömer Baba: “Olmaz, bu kadar meyve olmuş, ne zarar göreceğim.” …: “Ucuza gider kimse almaz.” Ömer Baba: “ Hadi oradan.” diyerek şakavari geçiştiriyordu.
Dünyada bu kalitede kayısı sadece Malatya'da yetişiyordu. Alıcılar meyve satıcılarının ayağına gelirdi. Ama o sene farklı bir durum oluyordu. Kayısıyı İzmir'den genelde Yahudi şirketler ihraç ediyordu dünyaya. Uyanık Yahudiler, o sene “Biz kayısı almıyoruz.” diyerek, “Meksika'da aynı kalite kayısı yetişti.” dedikodusu ile meyve sahiplerini zarara uğratıyorlardı. Haliyle, … dayısına ders vermek isterken, birçok insan da zarar görüyordu. Birçok kişinin ürünleri ellerinde kalıyordu. … huzura çağırılıp, evliyanın yüksek makamlarındaki nurani zatlar tarafından oluşturulan mahkemede tabir-i caizse fırça üstüne fırça yiyor, kendisine denmedik laf kalmıyordu. … "Niye uyarmadınız?" dese de "Sen kime danıştın da kendi kafandan şart koydun?!" diyorlardı. Mahkeme sonucunda üç yıl sürgün, altı yıl kalp kabızlığı veriyorlardı. …, Hava Kuvvetleri Komutanlığı Malatya Garnizonu’nda görev yaparken, aniden Eskişehir'e tayini çıkıyordu. Normal bir şekilde beş yıldan aşağı mümkünü yok geri dönemezdi. Takdiri ilahi üç yıl sonra Malatya'ya geri dönüyordu. Altı yıl kalp gözü kapanmıştı ve altı yıl sonunda eski haline dönmüştü. … hocamız bu anısını anlatırken: "O sebepten şimdi görsek de izin almadan, kimseye ve olaylara müdahale etmiyoruz. Bu yolun böyle cilveleri de var. Dikkatli olmak lazım. İleride vazife alırsanız, kendi başınıza karar vermeyin, yetişmek kolay değil!" diyordu...
Yaa… İşte böyle: Tasavvufun, tarikatın tuzakları pek çok. Hani Allah bazen açar kalbi gösterir ya sahneyi. Öyle hemen atlamamak lazım. Gör emri ayrı, yap emri ayrı. Hatırlasanıza Hz. Musa’ya “Benim kalbim açılsın. N’ooluur!” diyen adamın akıbetini: Hatasına bedel olarak canından olmuştu garibim.
İçinizde; ileride vazife almayı bekleyenler varsa: Önemle duyurulur (!)
alıntı
http://www.gencdergisi.com/index.php?op ... mid=&ed=48