Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Nur Baba Romanı ve Yarattığı Akisler
MesajGönderilme zamanı: 31.10.11, 21:41 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 17.01.09, 20:24
Mesajlar: 55
II. Meşrutiyet Döneminde Yayımlanan
Nur Baba Romanı ve Yarattığı Akisler

Yrd.Doç.Dr. Cafer GARİPER*
Arş.Gör. Yasemin KÜÇÜKCOŞKUN*

Özet: Yakup Kadri’nin (Karaosmanoğlu) Nur Baba romanının 1921’de Akşam gazetesinde tefrikasına başlanmış, fakat toplumun bazı kesimlerinden gelen tepkiler üzerine tefrika yarıda kalmıştır. 1922’de kitap hâlinde yayımlanan roman, yine tepkilerle karşılaşmıştır. Hakkında olumlu ve olumsuz görüşler ileri sürülen Nur Baba romanı sinema filmine çekilmek istenmiş, bu defa da film seti basılarak filmin çekilmesine engel olunmak istenmiştir. Toplumun değişik kesimlerinde ve edebiyat adamlarında akis uyandıran roman, sonunda Mustafa Kemal Atatürk’ün de dikkatini çeken bir eser olmuştur. Nur Baba, aynı zamanda yurt dışında da akis yaratmıştır. Bu makalede Nur Baba romanının yayımlanışıyla ortaya çıkan akisler araştırma ve inceleme konusu yapılacaktır.

Anahtar Kelimeler: İkinci Meşrutiyet Dönemi, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, roman, Nur Baba, sinema, akisler

Alıntı:
Bir İzah

Yakup Kadri

“Bu kitap Akşam gazetesinde tefrika edildiği esnada epeyce kîl ü kâli mucip oldu; bazı kimseleri kızdırdı, bazılarını heyecân ve endişeye düşürdü, bir kısım halkın ise lüzumundan fazla hayret ve tecessüsünü tahrik etti; bunlar meyânında birtakım bedhâh ve mürâî kişiler de muharriri meslekî iffet ve millî ahlâk nâmına mes’ûl ve mütehhim tutmağa çalıştı. Fakat ahlâk ve iffetin sami¬mî taraftarları benim bu kitabı yazmakla ne yapmak istediğimi pekâlâ anladılar ve her vasıta ile beni tebrik ve teşvik etmek civanmertliğini gösterdiler. İşte şimdi, bu teşvik sâikasıyladır ki, birçok esbâba binâen nâ-tamam kalan bu eseri tamamlayarak kitap hâlinde çıkarıyorum; lâkin birinci kısımlarının tefrikası sırasında halk meyânında hâsıl olan sûitefehhümlerin bu kitabın intişarıyla da tekrar uyanmasına meydan vermemek için burada birkaç söz söylemekten kendimi alamayacağım.” (1922: 5)

“Nur Baba’ya vâki olan itirazların başlıcası bu kitabın bir ‘sırr’ı fâş etmiş olmasıdır. Hangi sır? Onu ne ben biliyorum, ne de muterizlerim.. Yalnız sağdan soldan işitiyorum ki Bektaşî âyinlerini alenen tasvir ve hikâye etmekle hainâne bir boş boğazlıkta bulunmuşum ve bu tarikat ehli tarafından bizzat bu âyinlere kabul edilmem sûretiyle hakkımda gösterilen bir emniyet ve iti-madı sûiistimâl etmişim. Eğer ortada hakikaten gizli tutulması lâzım gelen bir şey olsaydı ben de muterizlerim gibi pek fenâ bir harekette bulunduğuma kâni olacak ve yazdığım bu eseri hiç değilse neşretmekten vazgeçecektim. Nitekim ‘Nur Baba’nın bundan sekiz dokuz sene evvel yazılmış olmasına rağmen meydana ancak şimdi çıkabilmesinin yegâne sebebi bir zamanlar benim de böyle bir ahlâkî endişeye kapılışım, yani gerek cehâlet, gerek sâdedillik sâikasıyla hakikatte bir ‘Bektaşî sırrı’ mevcut bulunduğuna inanı-şımdır. Hâlbuki bir taraftan şahsî görgülerim, diğer taraftan bu tarikat hak-kında yaptığım tetkik ve tetebbular bana isbat etti ki ‘Bektaşî sırrı’ yalnız âvamın beyninde yer bulan esassız mefhumlardan biridir. Bu tarikat da diğer bütün tarikatlar gibi haddizatında hiçbir perde ile mestûr değildir; müdevven eski kitaplarında erkân ve âdâbının gizli tutulacağına ve gizli tutulması lâzım geleceğine dair hiçbir sarâhat yoktur.” (1922: 5-6).

“Bu kitapta [ya]zılan şeyler, mevzuu bahsimiz olan tarikata halkın lisanında dolaşan menkıbelerden daha ziyâde mi şeyn getiriyor? ‘Mum söndür-mek’ten, ‘çırçıplak mu’ânekalar’a kadar bütün o biri birinden şenî biri birin¬den müstehcen masallar ‘Nur Baba’ romanında tasvir edilen vecd ve cûşiş sahnelerinden daha çok mu mucib-i ârdır?” (1922: 7).

“Ananeden yetişmiş hakikî ve samimi Bektaşîler Bektaşî dergâhlarının bu¬günkü hâli karşısında dilhûndurlar. Ben bunlardan biriyim ve yaraya parma¬ğımı koymak sûretiyle tedaviye nereden başlamak lâzım geldiğini bu kitapla göstermeğe çalışıyorum. İcap eder ki iş yalnız marazın teşhisiyle kalmasın, Hacı Bektaş Veli ocağının sadık hâdimleri, her tarafından ‘âlem-i zâhir’in ham ruhları esen bu virâneyi tamir ve ıslaha çalışsınlar, tâ ki günün birinde Yunus Emre gibi:
Çiğdik, piştik elhamdülillah
Diyebilelim.” (1922: 8).

“‘Nur Baba’ya yapılan itirazların bir kısmı da, bu kitabın Fransızların tabiri vechle bir ‘roman a clef’ –yani hakikatte vâki birtakım vak’aları ve hayatta mevcut birtakım eşhâsı musavver- bir hikâye olabilmesi ihtimaline istinat ediyor. Güya Nur Baba filan mürşit imiş, onun dergâhı filan yerde kâin imiş, Ziba Hanımefendi filan aileye mensup, herkesin bilip tanıdığı bir kadınmış, Nigâr Hanımın asıl ismi şu imiş, Macit adlı kahramanımın asıl şahsiyeti bu imiş. Bütün bu zanlar, bu faraziyeler katiyen esassızdır” (Karaosmanoğlu 1922: 8-9).

***

İkinci İzah

“Halide Edip Hanımefendinin ‘İkdam’ gazetesinde intişar eden kıymettar makalelerinden mâda ‘Nur Baba’ya dair okuduğum ve dinlediğim mülâhaza ve tenkitlerin hemen hiçbiri –aldığım bir kaç hususî mektubu da istisna edi¬yorum- benim edebî gururumu okşıyacak bir mahiyette değildiler. Vakıa, Ahmet Haşim Bey de ‘Akşam’ gazetesinde ‘Nur Baba’nın intişarı münasebetile en san’atkârane makalelerinden birini yazmıştır. Lâkin kendi başına bir san’at eseri olan bu makalede eserimden ziyade, Ahmet Haşim Beyin bir billûr parçasına veya sihirli bir menşure benziyen dimağındaki mütelevvin aksimi gördüm. Bu itibar ile, diyebilirim ki, ‘Nur Baba’ romanından, bir roman gibi yalnız Halide Edip Hanımefendi bahs[e]tti ve bu şeref şu zavallı kitap için kâfi olmak lâzım gelir.
Handan müellifesi, kendine has o kudretli sezişile benim, Nur Baba roma¬nında ne yapmak istediğimi âdeta bana bile vuzuh veren bir aydınlık içinde meydana koydu; tasvir ettiğim zahirî hayatın karışık, kesif ve kaba saba eşkâ-li arkasında gizlenen derunî âlemin eşiğinden, kâh ateş ve kâh nur içinde dumanlara bürülü ruhların kıvranışlarını yalnız o gördü ve bu ruhlardan biri ve belki yegânesi olan Nigâr’a yalnız o acıdı; zira Nigâr, Handan’ın hemşiresidir; elemde ve ihtirasda hemşiresidir.” (1939: 10-11).


Alıntı:
Mustafa Kemal Atatürk ve Nur Baba

Nur Baba romanı, yayımlandığı yıllar içerisinde geniş okuyucu kitlesinin ilgisini çeker. Halktan okuyucuların yanında dönemin aydınları ve devlet adamları da romanı okur. Roman etrafındaki önemli noktalardan biri de eseri okuyan Mustafa Kemal Atatürk’ün Ali Baba’yı görmek istemesidir. Nur Baba’yı okuyan Mustafa Kemal, romana konu olan Nur Baba tipinin gerçek hayattaki temsilcisi olarak gösterilen Çamlıca’daki Kısıklı Bektaşi Şeyhi Ali Baba’yı görmek arzusuna kapılır. Kısıklı Bektaşi Şeyhi Ali Baba’yı ve romanın yazarı Yakup Kadri’yi bir gün akşam yemeğinde bir araya getirir.

Yakup Kadri’nin hatıraları arasında verdiği bilgiye göre, bir akşam o, geç vakitlerde köşke çağrılır. Niçin çağrıldığını bilmediği için heyecanla köşke çıkan yazar, Mustafa Kemal’in her zamanki gibi görünen kalabalık yemek masasında iki yabancının olduğunu fark eder. Bu yabancılardan biri Kısıklı Bektaşi Şeyhi Ali Baba’dır. Mustafa Kemal’e daha önce Ali Baba adında birinin Ankara’ya geldiği, bu kişinin Yakup Kadri’nin romanının kahramanı Nur Baba olduğu haberi verilir. Mustafa Kemal, roman kahramanının yaşanan hayat içerisindeki temsilcisini görmek, romanın yazarı Yakup Kadri ile kahramanını yan yana getirmek ister. Bu sebeple Kısıklı Bektaşi Şeyhi Ali Baba’nın bulunduğu yemeğe Yakup Kadri’yi de davet eder. Bu durumu yıllar sonra Yakup Kadri, şöyle anlatır:

“Fakat, benim eşikte görünmem üzerine diyebilirim ki, her şey değişti. Sofradakiler, âdeta birbirlerine karıştı, konuşmalar durdu ve bunun yerine bir fısıltıdır aldı yürüdü. Derken, bir de ne göreyim, elini sıkmak üzere kendisine doğru yürürken, Mustafa Kemal Paşa telaşla ayağa kalktı ve bana hitaben; ‘Sizi, dedi, bu akşam buraya davet etmekte hayli tereddüde düştüğümü söylemek isterim. Fakat, gönlüm, şimdi aramızda bulunan bir eski dostunuzla buluşmanıza mâni olmağı bir türlü kabul etmedi. Biliyorum, o dostunuz “Nur Baba” romanınız yüzünden size ‘muğber’ olabilir. Ama, burası bir ‘muhabbet sofrası’dır’ bütün ‘iğbirar’ların ve küskünlüklerin, hattâ ihtilafların bu sofra etrafında unutulup gitmesi lâzım gelir’ ve eli[y]le yanında duran sakallı bir adamı işaret ederek ‘Ali Beyin fikri de bu merkezdedir’ sözünü ilâve etti.

Bu adam birçok kişi tarafından benim ‘Nur Baba’ romanımın erkek kahramanına örneklik ettiği sanılan Çamlıca Bektaşi dergâhı şeyhi Ali Baba idi ve fıraklı, plâstronlu, beyaz kravatlı balo kıyafeti içinde ilk bakışta kim olduğunu tanıyamamıştım. (…)

Mustafa Kemal Paşa da, sanırım, böyle bir tecessüse kapılmıştı ve bilmem kimden Ankara’ya Ali Baba adında birinin geldiğini duyar duymaz Köşke çağırıp yakından tetkik etmek hevesine düşmüştü ve gene sanırım ki; ilk anlardan itibaren bu adamla ‘Nur Baba’ romanı kahramanı arasında bir münasebet bulamayıp işin esasını benden öğrenmek istemişti. Hakkı da vardı. Gerçi bu Baba kalıbı ve yüzü bakımından romandaki Babayı andırıyordu ama ne beriki gibi ‘rind’ ve ‘ehli dil’ görünüyor; ne de şarkı söyleyip ‘Nefes’ okumasını biliyordu. Üstelik; Nur Baba’nın zıddına olarak tavır ve hareketlerinde de kaba saba bir adamdı.

Mustafa Kemal Paşa beni bir müddet onunla hoş beş etmekte bıraktıktan sonra kendi yanına çağırdı ve kulağıma eğilip: ‘Bu herifte, dedi, senin Nur Baba’ndan hiçbir şey göremiyorum.’ Ben gülerek: ‘Sizi hayal sukutuna uğratmış olmaktan çok müteessirim’ dedim. ‘Ali Baba benim roman kahramanımın sadece ham maddesidir. Bir heykeltraş nasıl taştan veya tunçtan âdeta canlı denecek bir insan vücudu meydana getirirse ben de Nur Baba’yı öylece bir adamdan meydana getirdim. Her sanatkârın yaptığı iş zaten bundan ibaret değil midir?’ Mustafa Kemal Paşa: ‘Anlıyorum’ dedi ve ilâve etti ‘Şimdi, Nur Baba romanının değeri benim nazarımda bir kat daha artmıştır.’ ” (1961: 3).

Yakup Kadri’nin ifade ettiğine göre bu kısa konuşmadan sonra Mustafa Kemal, artık, dikkatle “incelemekte olduğu Ali Baba ile hiç meşgul” olmaz. Diğer misafirlere döner ve başka konularla ilgilenmeye başlar (1961: 3).

Yakup Kadri, Ulus gazetesinde yayımlanan bu hatırasından dokuz yıl sonra 1970 Mayısında Mustafa Baydar’ın mektubuna verdiği cevapta bu konuya yeniden döner. Mustafa Baydar’ın soruları doğrultusunda Nur Baba romanıyla Mustafa Kemal’in ilgilenmesine, Çamlıca Bektaşi Şeyhi Ali Baba’yı ve kendisini köşke çağırması konusuna biraz daha açıklık getirir:

“Atatürk Nur Baba romanımın kahramanını görmek merakında idi, çünki, bunun gerçekte mevcut bir Bektaşi Şeyhi olduğunu kendisine söylemişlerdi. Çankaya’da oturan Dr. Ragıb adında bir Bektaşi de onu şahsen tanıdığını söylemiş ve bulup Atatürk’e takdim etmek görevini üstüne almıştı. Türk Dil Kurumu’nda belirttiğim gibi bu Kısıklı Dergâhının Şeyhi Ali Baba’ydı. Bahis konusu romanımın etrafında yapılan polemiklerde hep bu adamın ismi geçmiştir. Sebebi şu: çünki, ben yarı Tasavvuf’a düşkünlüğüm, yarı Bektaşi sırrı denilen şeye karşı merakım saikasıyle Tarikat’a girmek kararımı bu dergâhta gerçekleştirmiştim. Yani Ali Baba’dan nasip almıştım.Fakat, ilk günden itibaren, Ali Baba başta olmak üzere orada herkes ve her şey beni bir hayal kırıklığıyla etkilendirmekten öteye geçememiştir. Ali Baba, Tasavvuf’la hiç alâkası olmayan hattâ okuyup yazması kıt bir adamdı. Kalıbının, çehresinin bazı niteliklerinden başka benim Nur Baba’ya benzer tarafı yoktur. (Kadınlara düşkünlüğünden ve kadınların ona olan kapılmalarından başka). Nitekim, Atatürk onda Nur Baba’yı bulmak için hayli yoklama ve denemelerde bulunmuş, (meselâ romanda güzel sesli olarak tanıttığım için) ‘Şarkı söyle, nefes oku’ demiş, karşılığını alamamış ve beni yanına çağırıp onun işitemeyeceği bir sesle ‘Yakup Kadri, bu senin anlattığın Baba’ya hiç benzemiyor’ diye âdetâ yakınır gibi olmuştu. İşte ben de bunun üzerinedir ki, ‘Paşam, demiştim, bu Nur Baba’nın, hammaddesidir.’ ” (1974: 30).

Mustafa Kemal’in Nur Baba romanıyla ve roman vesilesiyle Kısıklı Bektaşi tekkesi şeyhi Ali Baba ile ilgilenmesi konusu, roman sanatı bakımından, yaşanan hayatla kurmaca dünya arasındaki ilişkiler ağını gündeme getirir.



http://yayinlar.yesevi.edu.tr/files/article/200.pdf


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Nur Baba Romanı ve Yarattığı Akisler
MesajGönderilme zamanı: 01.11.11, 11:11 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 08.11.09, 20:20
Mesajlar: 58
Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Nur Baba Romanında Bektaşiler
Karalamalar-İftiralar

Dr. Hüseyin Ağuiçenoğlu

Alıntı:
(Ağuiçenoğlu bu yazısında, ta 1922 yılında yayınlanmış ve hala okunmakta olan bir kitaba, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Nur Baba romanında ileri sürülen karaçalma ve iftiralara dikkatleri çekip irdelememkte. Edebi bakımdan da son derece cılız ve tutarsız olduğunu ortaya koymakta. Sözkonusu romanın Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında ve Yakup Kadri gibi önde gelen bir yazar tarafından kaleme alınmış olmasını üzüntüyle karşılamak yetmez; ayrıca tarih boyunca Alevi-Bektaşi toplumuna yapıla gelen itham ve iftiralara ne yazık ki Cumhuriyet döneminde de rağbet edilmiş olmasını esefle karşıladığımızı ifade etmekten kendimizi alamıyoruz. Sadece Osmanlı döneminde değil, günümüzde bile sık sık tekrarlana gelen bu ve benzeri karaçalmaları, görmezlikten gelip susmanın zararı bir yana, toplumumuzun onur ve gururunu rencide ettiği gözardı edilmemeli, edilemez de.

Bu yazıyı birçok bakımdan ve ibretle okunmaya değer bulmaktayız.
AKADEMİ BÜLTEN)
http://www.aleviakademisi.de/site/content/view/120/


Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Nur Baba romanının Bir izah başlığı altındaki önsözünde, romanının Akşam gazetesinde çıkan kısımlarına yönelik eleştirilere cevap verirken şu tespiti yapar: „Bugünkü günde bu tarikat [Bektaşi tarikatı] gerek şeklen, gerek ruhan ananeleri haricine çıkmış ve büsbütün tanınmaz bir hale girmiştir.“ Yazara göre bu „çığırdan çıkışın“ başlıca sebebi ise „mürşitlerin en iptidai tasavvuf tehzibinden mahrum bulunmaları ve muhiblerin ‚muhabbet’i lugavi manasıyla telakki edecek kadar kör ve çiğ kalmış olmalarıdır.“ Kendisinin bu kitapta yaptığı şey, güya bu yaraya parmak basmak suretiyle tedaviye nereden başlamak lâzım geldiğini göstermektir.

Kitabının Bektaşiliği yerdiği iddialarının doğru olmadığını savunan yazar, buna kanıt olarak da, romanında anlatılanların, halk arasında Bektaşilik aleyhinde söylenen iddiaların çok gerisinde kalmış olmasını gösterir:

"Bu kitapta yazılan şeyler, mevzuu bahisimiz olan tarikata halkın lisanında dolaşan mekıblerden daha ziyade şey mi getiriyor? ‚Mum söndürmek’den‚ çırılçıplak muanekalar’a kadar bütün o, birbirinden şeni, birbirinden müstehcen masallar ‚Nur Baba’ romanında tasvir edilen vect ve cuşiş sahnelerinden daha çok mu mucibi ârdır?"

Yakup Kadri’ye göre, bırakın "mütassıp sofuları", bugün "aklı başında" birçok insan için bile her Bektaşi bir „mülhid“ veya „zındıktır“. Ve yazara göre Nur Baba, „hiç değilse böyle bir kanaatla yazılmış bir kitap değildir“. Böylece yazar, kendisinden önce yapılmış olan itham ve karalamalara da rahmet okumaktan geri kalmaz.

1923 tarihinde yayınlanan Nur Baba’nın ikinci baskısının Önsöz’ünde (İkinci izah) ise kitabının yeterince anlaşılamadığından yakınan yazar, Bektaşilik ile iligli eleştirenlere artık cevap vermeyeceğıni, „çünkü bunlar benim cinsimden insanlar değildirler“ derken, gelen eleştirilerden oldukça bıkmış bir izlenim vermektedir. Gerçekten de, Nur Baba romanı, 1922 yılındaki ilk baskısından bugüne kadar oldukça sık eleştirilmiş ve yerilmiştir. Fakat, bu, Karaosmanoğlu’nun bu yoğunlukta tepki toplayan tek romanı değildir. Onun ünlü romanı Yaban (1932) da, bırakın şiddetli eleştiririleri üzerine çekmeyi, köylüleri aşağılıyor gerekçesi ile üniversite öğrencileri tarafından toplu bir şekilde yakılma akıbetine bile uğramıştır. Yakup Kadri, Nur Baba’da olduğu gibi Yaban’da da anlaşılamadığını defalarca vurgulamak zorunda kalmıştır. Denebilir ki Türkçe yazan hiçbir yazar, bu „anlaşılamama“ dahası –yine kendi deyimiyle- „ters anlaşılma“ (yanlış anlaşılmanın da ötesinde) konusunda onunla aynı kaderi paylaşmamıştır. Nitekim, yazar, Nuh Baba’da Hacı Bektaş Veli ocağına, Yaban’da da Türk köylüsüne hizmet etmek emelinden başka bir amaç taşımadığını vurgulayıp dursun, onun bu romanları, hizmet etmek istediği insanların nezdinde birer hakaret ve küfür örneği olarak algılanagelmiştir.

Nur Baba romanında Yakup Kadri, kendi deyimiyle, „İstanbul’un yedi tepesinden birinde, eski bir Bektaşi dergâhını“ konu edinmektedir. Romanın ismi de dergâhın mürşidi ve romanın esas karakteri olan Nur Baba’dan geliyor. Nur Baba, bu Bektaşi dergâhına 8-9 yaşlarında, Nuri olarak girer. Dergâhın eski mürşidi Afif Baba, beş evliliğinden de çocuk sahibi olamayınca, yüreğinde duyduğu ezikliği gidermek ve son karısının da aşağılayıcı bakışlarından kurtulmak için başını alıp uzun seyahatlere çıkar. Dönüşünde „hastalıklı“ ve „cılız“ Nuri’yi birlikte getirir ve evlatlık edinir. Fakat, bu „aslı meçhul“ „sığıntı“ öyle şımarık, öyle haddini bilmez biri ki, on yedi yaşına girdiği zaman artık dergâhta „sarkıntılık etmediği“, „el atmadığı“ kadın bırakmaz. Bundan ötürü müridler elini ayağıni tekkeden çeker ve Nuri yalnız başına kalır. Afif Baba’nın ölümü ile de bu „havai ve çılgın genç“, sadece onun postuna oturmakla kalmaz, aynı zamanda daha önceden yatağına girdiği Afif Baba’nın haremi ile de evlenir. Yani kendisini elleriyle yetiştirip büyüten, ona analık eden Celile Bacı’nın kocası olur. Nuri’nin taşkınlıkları, sarkıntılıkları ve tecavüzleri nedeniyle boşalan dergâh, işte bu evlilikle birlikte, Daha da boşalacağına, her nasılsa bir iki yıl içinde dolup taşar. Bu ilişkiyi merak edenler, akın akın dergâhın eşiğini aşındırmağa başlarlar. Yazara göre:

“Bu münasebet herkesin o kadar merak ve tecessüsünü celbetti ki, tekke yeniden dolmağa başladı; birkaç sene evvel yavaş yavaş, tek tük çekilen misafirler bu sefer heycanlı bir temaşaya koşar gibi akın akın avdet eylediler ve tekkeye pek az zaman zarfında evellce görülmemiş bir feyi ve bereket getirdiler.“

Romanın bundan sonraki olay örgüsü artık dergâha akın eden müridlerin ve özellikle de mürşid Nur Baba’nın aşk ve içki âlemleri etrafında örülür. Yakup Kadri, dergâhın boşalması ile yeniden müridlerin akınına uğramasını bir sayfa içinde öyle hızlı, öyle acele anlatır ki, okuyucu bu adımı zihninde bir türlü canlandıramaz, mantiki olarak kavrayamaz. Yazar, hiçbir çaba göstermeden, hiçbir açıklamaya ihtiyaç duymadan, insanların, kısa bir zaman önce aşağıladığı ve onun yüzünden dergâhtan ayrıldığı Nuri’yi, bir anda herkesin önünde secdeye kapandığı, her hareketinden bir hakikat ve keramet gördüğü saygıdeğer Nur Baba’ya dönüştürür: O, tekkeye gelenler tarafından „âdeta bir hilkat garibesi gibi telakki edililiyor, ayinlerin imtidadınca en ufak, en sade bir duruşuna kadar bütün tavırları ve hareketleri onlara fevkalade görünüyor, tek bir bakışı bin türlü tetkiklere, tenkitlere, bin türlü fısıltılara sebep oluyordu.“ Bu nasıl mümkün oldu? Nuri bu arada bir keramet mi gösterdi? Şahsiyetini mi değiştirdi? Yaptıklarından pişman olduğunu mu ilan etti? Hayır. Romanda bunların hiç birisi olmuyor. Nur Baba eski Nuri’dir: „Bir külçe ihtiras, bir küme iştiha“. Öyleyse nedir insanları bu dergâha çeken? Nedir onlara yeniden Nur Baba’nın önünde secde kıldırtan sebep? Buna Yakup Kadri’nin tek bir cevabı vardır: Nuri ile Celile Bacı’nın evliliğinin uyandırdığı merak! İnsan ister istemez burada bu dergâhın müridlerini merak eder ve zanneder ki İstanbul’un tüm çöpçatanları, dedikodu meraklıları ve işsiz güçsüzleri bu dergâhın etrafına toplanmıştır. Ama, durum hiç de öyle değil. Çünkü, dergâhın önemli müdavimlerinden Hamdi Bey bir Miralay’dır. Nesimi Bey Evkaf Müşteşarı’dır. Rauf Bey yazar ve mütercimdir, Necati Bey Adliye Nezareti’nin yüksek dereceli memurlarındandır vs.

Yazar da bu durumun farkında ve dergâhın bir çekim merkezi haline gelişine, daha doğrusu dergâh etrafında oluşan birlikteliğe daha mantıki temeller yaratmaya çalışır. Bunlar da tüm romana damgasını vuran ve dergâhı dergâh yapan iki şeydir: Oraya gelenlerin içki ve şehvet düşkünlüğü. Bu Bektaşi dergâhı, İstanbul’un âdeta tüm „dem“ ve şehvet müptelâlarının çekim merkezi, „randevu mahalli“ olur. Orası bir „alay şarhoşun“ kaçamak yuvasıdır. Orada „dem alınıp“ „şakır şakır göbek atılır“. „Hacı Bektaş ocağını, sevgilisi Rauf Bey’le birleşmek için en müsait bir yer telaki eden Nasib Hanım“, ancak o „karanlık mahfel“ o „esrarengiz yerde“ onunla „kucak kucağa, dudak dudağa“ olabiliyor. Orada aralıksız sekiz on saat içki içilir ve oradaki „Bektaşi ayinleri âdeta bir Neron’un, bir Petrone’nin, bir Trimalkiyo’nun safahat âlemi“dir. Bu âlemlerin sonunda sofra her seferinde tekme tokat dağılır ve ertesi günü hiçbir şey olmamış gibi yeniden „lokma“da buluşulur. İşte, Yakup Kadri’ye göre bir Bektaşi dergâhı varolmasını ve devamlılığını bütün bu çirkefliklere borçludur!

Kimlerdir bu dergâhın romanda öne çıkan müridleri? Nur Baba’dan sonra romanın en önemli iki karakteri Ziba Hanım ile Nigâr Hanım’dır. Ziba Hanım, İstanbul’un soylu ailelerinden birine mensuptur. Babası Safa Efendi, Abdülaziz’in saray bürokratıdır. Safa Efendi lezzetli yemeklere ve güzel kadınlara düşkündür. Kanlıca koyundaki büyük yalısı yazın her gece sabahlara kadar sazlı-sözlü ve bol içkili eğlencelerin mekânıdır. Babasının izinden giden Ziba, çok genç yaşlarda öyle şöhrete ulaşır ki, İstanbul’da onun ismini bilmeyen otuz erkeğe rastlanmaz. Tanınmak için "anasının, babasının, kardeşinin hayatını, ailesinin namusunu, kendi gençliğini, güzelliğini, servetini" feda eden Ziba, tekke tekke dolaşır ve sonunda, kırkına doğru gelir Nur Baba’nın ocağında aradığı saadeti bulur.

Ama bu saadet, ruhi ve manevi bir saadet değildir tabii ki. Yakup Kadri, "zevk ve sefahat ocağı“ olarak sunduğu Bektaşi dergâhına böyle bir misyonu kesinlikle yüklemez. Zaten Ziba Hanım’ın karakteri de böyle bir şeye asla müsait değildir. Yazarın burada kastettiği şey aşk ve şehvettir, Nur Baba’nın yatağıdır. Bu "görmüş geçirmiş“ kadın, Nur Baba’yı „kendi göğsünün ateşinde eritir.“ Ondan „bir aşk ve şehvet putu“ yaratır. On yıl boyunca dergâhın en önemli aşk ve para kaynağı olur. Sonunda ise kendi elleriyle mürşidin koynuna soktuğu yeğeni Nigâr Hanım’ı kıskandıği için dergâhı terk eder ve „kendini kumar ve ticaret gibi bir takım işlere vakfeder“.

Ziba Hanım’ın yeğeni Nigâr Hanım ise otuzuna yaklaşmış evli ve iki çocuk annesi „oldukça zeki, münevver“ bir kadındır. Bektaşi düşmanlığı ile yetişmiş, „Kızıl başlar“ terimi onu „daha küçük yaşında âdeta nefret ve haşiyetle titretirdi“. „Bu iki kelime onun için 'cadı’, 'hortlak’ vesaire gibi kelimelerin ifade ettikleri cehennemi mânalarla doluydu.“ İşte bu Nigâr Hanım, biraz meraktan, biraz da can sıkıntısından, „geçkin“ halasının kendisini kurbanlık koyun gibi Nur Baba’nın "kolları arasına“ itmesine müsaade eder. Yakup Kadri, Nigâr Hanım’ın halasının bu tavrını ise sırf kıskanç olmadığını ispat etmek isteğiyle açıklar: "kendisini herkes nazarında terkedilmekten korkan ve bunun için mürşide yaklaşmak isteyen genç kadınları mümkün mertebe uzaklaştırmağa uğraşan, eski bir muhibbe seviyesine inmiş görmekten bir an evvel kurtulmak istiyordu“.

Nigâr Hanım Bektaşilerin çevresine girdiğinin daha ilk gününde „dudaktan dudağa dolaşmış kadehi en son boşaltmak felaketine maruz“ kalırken alaycı bir şekilde şu tespiti yapar: „Gerçekten Bektaşi olmak pek bir güç bir şeymiş“. Ama, „perişan sakallı şeyh“in bir iki „nefes“ söylemesi, Nigâr Hanım’ın hemen oracıkta değişmesine yetmektedir. O artık „büsbütün aşk, büsbütün ateş“ olan Nur Baba’nın kendisini avlamasını bekleyen kolay bir avdır. Yakup Kadri burada da, Nigâr Hanım’daki bu ani değişiklik konusunda da oldukça acelecidir. Bektaşilerden nefret eden, onları “bir alay sarhoş” olarak gören “akıllı” ve “münevver” Nigâr Hanım, şeyhin bir iki tatlı sözüyle, bir iki beyitiyle bir gecede eriyiverir, ayrı bir Nigâr Hanım oluverir! Ona kur yapmaya başlar, onun sorularına “şuh tebesüm”lerle karşılık verir. Ve kısa bir süre sonra karşılaştığı arkadaşı Macid‘e de, ilk defa gördüğü Bektaşi sofrasını şu sözlerle tasvir eder: “Bu öyle bir sofra ki, insan onun başından ağız ağıza dolu ve taşkın kalkıyor; en tatlısından, en acısına kadar manevi gıdaların her türlüsünü tadıyor”. Bunun üzerine Macid, “sen âdeta yeni bir ilâhın mabedinden bahseden genç bir mürşideye benziyorsun; senin sesinde heyecan, gözlerinde ateş var. Senin yolun muhakkak bir başka yere uğradı” der. Genç kadının cevabı şu olur: “Bu yer bir Bektaşi tekkesinden başka bir yer değil”. Macid’in bu cevap karşısındaki hayretini ise şöyle gidermeye çalışır: “insan orada kabil değil temaşa mevkiinde kalamıyor, her nasılsa, bilmeyerek, istemeyerek oyuna karışıyor”. Ve nitekim öyle de oluyor. Kısa bir zaman içinde normal hayatı altüst oluyor, evi bir dergâha dönüyor, eski arkadaşları kendisini terk ediyor ve „bu yeni ve acayip âlem görünmez bir örümcek gibi onu hergün sessizce biraz daha kendi ağı içine alıyor“. O artık, Yakup Kadri’nin deyimiyle, sadece „rakı kokusuna“ alışmakla kalmıyor, aynı zamanda „piyanosunda nefesler çalıyor“, teşekkür ederken „sağ elini kalbinin üzerine koyup öne doğru eğiliyor“ „bir kapıdan girerken eşiğe basmıyor“ vs.

Her ne kadar Yakup Kadri, Nigâr Hanım’daki bu ani ve radikal değişikliği, bu “oyuna karışmayı”, “her nasılsa” şeklinde bir belirsizlikle açıklamaya çalışıyorsa da, aslında kendisinin bunun için kafasında hazır bir kalıbı vardır . Ona göre her kadın kendi kişiliğinde bir fahişeyi barındırır. “Azgın bir teke” olan Nur Baba işte Nigâr Hanım’daki bu fahişeye seslenebilmiş, onu uyandırabilmiştir: „Acaba her kadının benliğinde böyle doğmak için fırsat bekliyen rüşeym halinde bir fahişe mi saklıdır?“ Yakup Kadri böyle düşündüğü için Nigâr Hanım tipi, romanda gerçekliği olan bir karaktere dönüşemez, uyduruk bir tip olarak kalır. Gözümüzün önünde canlanamaz. Ona atfedilen „ağır başlılık“, „zekilik“ „münevver“ gibi sıfatlar ise birer yafta olmaktan öteye geçemez, ete kemiğe bürünemez. Mesela, bir sayfa önce ona Nur Baba hakkında „Bu adam, Ziba hala gibi bir kaç muvaffakiyetten sonra kendini kaybetmiş, nefsinde her kadına karşı bir temellük hakkı vehmeylemeğe başlamış bir hodbinden başka bir şey değildi“ dedirten Yakup Kadri, bir sayfa sonra onu Nur Baba’yla karşılaştırırken „bir dakika içinde baştan başa şuhluk ve hiffet“ kestirir. Yakup Kadri’nin, romanlarında özellikle kadın karakterlerini çizerken, onların „anlaşılmaz“, „açıklanmaz“ davranışlarını anlatmaya çalışırken, kısacası, kadın psikolojisi üzerine kafa yorarken en sık başvurduğu kavram cinselliktir, kadınların içindeki zaptedilmez, dizginlenmez şehvettir. Biz, buna onun Kiralık Konak romanındaki Seniha karakterinin çelişkili, tutarsız davranışlarını açıklamaya çalışırken de rastlarız. Yazarın orada Seniha için söylediği şu cümle sanki Nur Baba romanında, dergâhtaki bir „âlem sofrasında“ gülen Nigâr Hanım için söylenmiştir: „Seniha’nın kahkalarında bir sefahat sofrasında gıdıklanan bir fahişenin sesi duyuluyordu“. Yakup Kadri’nin özellikle ilk romanlarında görülen bu herşeyi cinsellikle açıklama temayülü, bu bir nevi Freudçuluk, 1928 yılında yayınlanan Sodom ve Gomore’de artık had safhaya ulaşır. Romanın konusu yok olur; olay örgüsü birbirine kötü bir şekilde yamanmış pornografik sahnelerin ötesine geçemez.

Nur Baba romanın son bölümleri, "siyah sakallı, dağınık saçlı“ „baştanbaşa ihtiras, baştanbaşa iştiha olan“ Nur Baba’nın Nigâr Hanım’ı nasıl elde ettiğini ve onunla nasıl seviştiğini uzun uzun anlatır. Kitabının son üç bölümünde yazar, beş altı yıllık bir sıçrama yapıp bizi, bu arada evini ve çocuklarını terkedip, servetini de yatırdığı Bektaşi dergâhına yerleşmiş olan Nigâr Hanım’la karşılaştırır: Avurtları çökmüş, saçları ağarmış, 37’lik değil de sanki 70’lik, alkol, afyon ve haşhaş bağımlısı bir kadın görürüz karşımızda. Tüm gücünü Derviş Çinari’nin kendisine temin ettiği uyuşturucu haplarından bulur. Nur Baba ise, diğer tüm kadın müridlerine yaptığı gibi, onu da eski bir kağıt parçası gibi buruşturup çöp tenekesine atmıştır bile. O şimdi gönlünü "oynak ve hain bir bakire“ olan Süheylâ’ya kaptırmıştır. Dergâhta, "dem“ sırasında ellerini Süheylâ’nın "mermer gibi sert gögüslerinde“ dolaştırırken o, "bırak beni bırak beni ben daha olmadım“ şeklinde cilve yapmaktadır.

Yakup Kadri’nin Nur Baba romanında hiçbir karakter okuyucunun zihninde bir iz bırakmaz. Onlar belli bir mesajı iletmek için uydurulmuş kötü birer oyuncudurlar. Çelişkili, realitede yansımaları olmayan birer boş kılıf. Mesela, Nigâr Hanım, 134. sayfada Bektaşi tarikatının tüm sırının "eyvallah demekten“ ibaret oduğunu düşünür ve diğer bütün ruh hallerini tehlikeli bulur: "Nedir, o bir takım nefis sevgisi, haysiyet, şeref kaygıları içinde çırpınanlar? Kimdir, ne zavalıdır o bedbahlar ki, Ziba Hala gibi bütün hayatları gururun sarsıntılarıile geçmiştir? Sevmek yerine sevilmek istemişlerdir. Kıskanmışlar, bağırmışlar, çağırmışlar“. İnsan bunları okurken kendini tamamıyla sevgiye vermiş bir rahibeyi canlandırır gözünün önünde. Fakat, Yakup Kadri 138. sayfada Nigâr Hanım’a öyle bir kıskançlık yaşatır, onu öyle bir hummalı nöbete sürükler ki, okuyucu âdeta birbirine tamamıyla zıt iki kişilikle karşı karşıya kaldığını sanır. Nur Baba’nın Süheylâ ile evleneceğini duyunca Nigâr Hanım, önce "nefesinin tıkandığını ve kalbinin durduğunu“ hiseder, sonra "vücudunu acayip bir ürperme alır“ „dişleri birbirine çarpar“, yürüyemez ve „çözülen bir bohça gibi Nur Baba’nın oturduğu postun kenarına yığılıverir“. Bir müddet sonra „Nigâr Hanım örtüleri arasından yavaş yavaş başını çıkardı ve gözleri Süheylâ ile Nur Baba arasındaki bu safiyane sarılışa tesadüf eder etmez tekrar örtündü. İçinden ‚ah, kalkıp gidebilsem’ diyordu. Şu dakikada yatağına girip yüzü koyun uzanıp hüngür hüngür ağlamayı her şeye tercih ediyordu.“ Sonunda da, onu yatağına götüren Nur Baba’nın dizlerine kapanır, onun dışarıya çıkmaması için yalvarır ve hıçkırıklar içinde boğulur. Yakup Kadri’nin burada yaptığı, bir kişilikteki çeşitliliği, çok yönlülüğü ve değişkenliği göstermeye çalışmanın çok ötesinde bir şeydir. Burada açıkça yazarın tutarsızığı, karakter yaratmadaki yetersizliği söz konusudur. Çünkü, o, bu değişiklikleri açıklamaz, açıklayamaz. Bu durumda da okuyucu, onun bir karakter için söylediklerini bir kaç sayfa sonra unuttuğunu zanneder.

Yakup Kadri, Nuh Baba romanında hiçbir karakteri canlandıramadığı gibi hiçbir karaktere de olumlu özellikler bahş etmez. Zaten, Nur Baba, Ziba Hanım ve Nigâr Hanım dışındakilerini sadece bir kaç cümle ile tanıtır. Mesela, "siyah dişli, yamru yumru ağızlı" Al Hotoz Afife Hanım’ın "üstü başı bir sarhoşun mendili gibi kokuyor“. Nasib Hanım, sevgilisi Rauf Bey’le buluşmak için her seferinde kocasına ve babasına ayrı bir yalan uyduran, hatta „iki günden beri otuz dokuz derece hararetle yatan çocuğunu yeni bir dadının eline bırakıp“ oraya gelen bir "Şark aşüftesi nümunesi“dir. Rauf Bey, “bir İstanbul zamparası”; Miralay Hamdi Bey, “bir askerden çok, daha doğrusu bir insandan ziyade Yunan esatirindeki o, yeni yetişmiş bakireleri kovalayan satirlere benziyor”; “Bacının hemşirezadeleri zillerini parmaklarından henüz çıkarmış iki genç çengiye” benziyolar; dergâhın emektar aşçısı Derviş Çinari ise, altına, "yuvarlak olmasaydı Allah diyecek“ türden bir paracı ve sadece uyurken ayık olan bir sarhoştur. Romanda ilk bakışta olumlu diyebileceğimiz yalnızca Celile Bacı tiplemesi vardır ki, dikkatlice bakılınca, onun da aslında iradesiz, zayıf, kocasınının zamparalıklarına ortak olan, ona kadın ayarlayan silik bir gölge olduğunu görürüz.

Bu açıdan bakılınca Nur Baba romanı, gerçeklikten uzak, edebi bir değer taşımayan bir hiciv, bir yergi romanı olarak karşımıza çıkar. Bektaşi dergâhlarına hakaretler yağdıran, Bektaşiler aleyhine söylenen iftiralar üzerine oturtulmuş bir kitap. Yakup Kadri kesinlikle diğer Bektaşi dergâhlarını Nur Baba’nın “aşk cennetinden” ayırmaz. Tüm Bektaşi dergâhları onun için aynıdır: birer "garip meyhane”, “bir çok ruhların kaynadığı şeytani kazan”dırlar. „Bunlar muhakkak aile hayatı aleyhine kurulmuş bir takım müesseseler“dir. Oraya gelenler ise "muhabbeti, Bektaşi tabirince, içmek, çalgı çalmak“ olarak anlayan, "kiminin elinde bir şişe, kimininde bir def, kiminde bir ud“ bulunan “sarhoş” takımıdır. Onun içindir ki hiç kimse oradaki postların, “bu üzerine kapanılan, bu öpülen, mukaddes postların” ne kadar fena, “âdeta bir tekenin sırtından yeni sıyrılmış gibi” koktuğunun farkında değildir. Yakup Kadri’ye göre Bektaşi dergâhlarında tüm başlar sadece iki şeyin önünde eğilir: “güzellik ve zenginlik”. Bu yüzdendir ki, Bektaşiliğin tüm sırrı, bütün esrarı “gelenin malı, dönenin canı” desturundan ibarettir. İşte bütün bunları Nigâr Hanım’ın yüzü suyu hürmetine yolunu şaşırıp oraya bir kerecik uğrayıveren Macid (belki de yazarın kendisidir) anlar ve Bektaşi dergâhlarından “kin, tiksinme, utanma, vicdan azabı ve daha bin türlü izdırap” duyar.

İnsan, Nur Baba’yı okuyunca, Yakup Kadri’nin kalkıp hâlâ kitabını Bektaşilere hizmet için yazdığını iddia etmesini anlayamıyor doğrusu. Zaten onun kendini savunurken Nur Baba’da anlattığı şeylerin “mum söndürme” iddialarının gerisinde kaldığı gibi garib bir açıklama ile yetinmesi, kitabın içeriği hakkında yeterince açıklayıcı olmaktadır sanırım. Burada insan ister istemez, acaba, Yakup Kadri’nin bu romanı, “mum söndürme” iftiralarının devam etmesine nasıl bir katkı sağladı diye düşünür; veya, Kemalizm’in en önemli ideologlarından biri olan yazarın bu romanının, yayınlanmasından kısa bir süre sonra kapatılan tekke ve zaviyeler arasına Bektaşi dergâhlarının da dahil edilmesine hiç mi etkisi olmadı diye sorar kendi kendine.

Nur Baba, Salman Rushdie’nin Şeytan Ayetleri’ne rahmet okutacak türden bir roman.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Nur Baba Romanı ve Yarattığı Akisler
MesajGönderilme zamanı: 04.11.11, 17:08 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 17.01.09, 20:24
Mesajlar: 55
Nur Baba üzerine

Atilla Özkırımlı


Akşam gazetesinde tefrika edilen (1921) Nur Baba daha kitaplaşmadan, Yakup Kadri’nin de belirttiği gibi birçok dedikodulara yol açmış, bir bakıma bu dedikodular romanın alınyazısını belirlemiştir. Tıpkı on yıl sonra yayımlanan Yaban gibi Nur Baba da ya lanetlenmiş ya da göklere çıkarılmıştır. Ama yazarını yaygın bir üne kavuşturan da yine bu roman olmuştur. Nur Baba'nın kitap olarak yayımlanışı şu ilânla duyurulur:

(Nur Baba) çıktı
Bugün bütün kütüphanelerde arayınız
Yakup Kadri Bey'In "Akşam" gazetesinde tefrika edildiği es¬nada bazı esbabdan dolayı natamam kalan “Nur Baba” ro¬manı müellifi tarafından ikmal ve mevzuun bektaşiliğe alt ol¬ması münasebetiyle vukuu bulan hücumlara karşı başına bir "İzahname* ilave edilmiş olduğu halde intişar etmiştir. (İkdam, s. 9022, 28 Nisan 1922)

Romanın bölüm başlıklarını da kapsayan bu ilâna birkaç gün sonra şu notun eklendiği görülür: “Mevcudu bitmek üzeredir.” (1 Mayıs 1922). Nitekim bir yıl dolmadan romanın ikinci basımı yapılır. Üçüncü basım için ise on altı yılın geçmesi gerekecektir. 1939'da yeni harflerle yayımlanan kitabın kapağında –“Yeni Baskı” notu vardır sadece, 1948'de dördüncü baskısı çıkar. Ama nedense “Üçüncü Baskısı” ol¬duğu belirtilir ilk sayfalarda. Bir daha da yayımlanmaz önemli, aranan, ama yok satan bir roman olur böylece Nur Baba. Önemlidir, çün¬kü yalnız konusu bakımından yeni olmakla kalmaz, belli bir tarihsel dönemin toplumsal bir kesitini de sunar. Çöken bir imparatorluğun toplumsal kurumlara, kişilerin dünyasına yansıyan görünümüdür çizilen bir bakıma.

Kısaca özetlenegeldiği gibi, Nur Babada, bir Bektaşî tekkesi çev¬resinde o tekkenin şeyhiyle evli bir genç kadın arasındaki aşk konu alınmıştır. Ama roman Bektaşi yaşayışına, Bektaşi âyinlerine ilişkin yanlarıyla ilgiyi çeker. Yazan, bir sırrı açıklamakla, Bektaşileri küçük düşürmekle suçlanır. Ayrıntıya girmeyeceğim; çünkü Yakup Kadri ro¬manın başına eklemek gereğini duyduğu açıklamalarında bunun üze¬rinde yeterince duruyor. Ayrıca romanın sonuna eklediğim yazılarda da görüleceği gibi, bu eleştirilerin doğruluk payı taşıdığını söylemek güç. Yalnız bir doğruya katılmamak da elde değil: Yakup Kadri, insan¬lardaki merak duygusundan ustaca yararlanmış, bir tarikatın gizlilik perdesini aralayarak romanını halkın ilgisini çekecek biçimde kurmuş¬tur. Romanda kullandığı malzeme ise büyük ölçüde kendi gözlemleri¬nin ürünüdür.

Mustafa Baydar'ın 1970'de yazdığı bir mektuba verdiği cevapta bu¬nu şöyle açıklar: "Atatürk Nur Baba romanının kahramanını görmek merakında idi, çünkü, bunun gerçekte mevcut bir Bektaşi şeyhi oldu¬ğunu kendisine söylemişlerdi. Çankaya'da oturan Dr. Ragıb adında bir Bektaşi de onu şahsen tanıdığını söylemiş ve bulup Atatürk'e tak¬dim etmek görevini üstüne almıştı. Türk Dil Kurumu'nda da belirtti¬ğim gibi bu, Kısıklı Dergâhının şeyhi Ali Baba'ydı. Bahis konusu roma¬nımın etrafında yapılan polemiklerde hep bu adamın adı geçmiştir. Sebebi şu; çünkü, ben yarı tasavvufa düşkünlüğüm, yarı Bektaşi sırrı denilen şeye karşı merakım saikasıyla Tarikat'a girmek kararımı bu dergâhta gerçekleştirmiştim. Yani Ali Baba'dan 'Nasib' almıştım. Fa¬kat, ilk günden itibaren, Ali Baba başta olmak üzere orada herkes ve her şey beni bir hayal kırıklığıyla etkilendirmekten öteye geçememişti. Ali Baba tasavvufla hiç alâkası olmayan hatta okuyup yazması kıt bir adamdı. Kalıbının, çehresinin bazı niteliklerinden başka benim Nur Baba’ya benzer tarafı yoktur (Kadınlara düşkünlüğünden ve kadınla¬rın ona kapılmalarından başka). Nitekim, Atatürk onda Nur Baba’yı bulmak İçin hayli yoklama ve denemelerde bulunmuş, (meselâ romanda güzel sesli olarak tanıttığım için) ‘şarkı söyle, nefes oku’ de¬miş, karşılığını alamamış ve beni yanına cağırıp onun işitemeyeceği bir sesle Yakup Kadri, bu senin anlattığın Baba'ya hiç benzemiyor' di¬ye âdeta yakınır gibi olmuştu. İşte ben de bunun üzerinedir ki, 'Pa¬şam', demiştim, bu Nur Babanın hammaddesidir'.* (Milliyet Sanat Dergisi S.111, 20 Aralık 1974).

Gençlik ve Edebiyat Hatıraları'nın Yahya Kemal'le ilgili sayfalarında da, Bektaşi tekkesinde geçirdikleri günleri, Nur Baba'yı o sıralar yazmaya başladığını anlatır. Yahya Kemal işsizdir ve birlikte Yakup Kadri'nin annesinin Kızıltoprak'taki evinde kalmaktadırlar. Bu satırlar¬dan anlaşıldığına göre Nur Baba 1913'te yazılmaya başlanmıştır. Ama Yakup Kadri'nln tekkeyle ilgisi, “Arasıra, zavallı Yahya Kemal'i yalnız başına evde bırakıp soluğu, çoktandır semtine uğrayamadığım Çamlıca Bektaşi tekkesinde almaya başlamışımdır” demesine bakılır¬sa, daha öncesine dayanmaktadır. Eve dönüşünde ise Yahya Kemal'i "o tarihte" yazmakta olduğu Nur Baba'nın müsveddelerini gözden ge¬çirerek kendisini bekler bulmaktadır. Daha sonraki yıllarda tekkeye onu da götürecek, tarikata girmemiş bir "zâhir'in Bektaşi meclisleri¬ne katılması iznini Baba'dan koparacaktır.

Ama yazıldıktan "sekiz dokuz sene" sonra ancak yayımlanabilir ro¬man. Bunun nedeni, kamuoyunda uyandıracağı olumsuz tepkiden çekinilmiş olmasıdır. Tefrikası sırasında da, yazarın deyişiyle "nata¬mam" kalır. Dokuz bölüme "Zeyl" (Ek) ortak başlığıyla üç bölüm daha ekleyen Yakup Kadri, bir de açıklamayla kitap olarak çıkarır Nur Ba¬ba'yı. Ama tepkileri önleyemediği gibi kısa zamanda ikinci basıma ulaşan romana bir açıklama daha eklemek zorunda kalır. Kendini ve romanını savunur. Bir yararı olmaz bu açıklamaların. Tersine, açıklamalarında öne sürdüğü düşünceleri eleştirilir önce. Bektaşiliği, Bektaşileri anlattığı için ilginç bulunan roman, yine bu ilginçliğinin kurbanı olur.

Yukarıda, Nur Baba'nın belli bir tarihsel dönemin kesitini sunduğu¬nu söyledim. Yakup Kadri'nin romanlarının secden zaman dilimleri açısından birbirini bütünlediği düşünülürse, Nur Baba'yı ne salt Bek¬taşiliği anlatan belgesel bir roman, ne de mistik özellikler taşıyan bir aşk romanı olarak görmek doğru olur. Gerçi Yakup Kadri, Bektaşilikle ilgili çoğu doğru sayılabilecek bilgiler vermekte, ayrıca tekke çevresin¬de gelişen bir aşkın hikayesini anlatmaktadır, ama temelde bir çökü¬şün görünümünü çizmektedir. Bir kurumu değil, onun yozlaşmış biçi¬mini eleştirmekte, Bektaşiliği özünden saptıranları sergilemektedir.

Roman üzerine nesnel bir yargıya varabilmek, bu noktayı gözden uzak tutmamakla mümkündür.

***

Nur Baba'nın bu basımında 1948'dekl basımı temel aldık. Ama çö¬zümlemek zorunda olduğumuz bir sorun vardı. Romanın dili, Türkçe'¬nin son otuz yıllık gelişimi göz önüne alınırsa, oldukça eskimişti. Kimi kelimeler bugün kullanılmıyordu artık. Anlamları ancak sözlüğe başvu¬rularak öğrenilebilirdi. Bu engeli aşmanın en kestirme yolu kitabın so¬nuna bir sözlükçe eklemekti belki. Ama her kelimede romanın okunu¬şunu kesmek demekti bu. Metnin içinde, parantez açarak kelime an¬lamı vermekse bir başka kopukluğa yol açacak, anlatımın bütünlüğü¬nü zedeleyecekti. Bu nedenle kimi tekrarları da göze alarak sayfa altı¬nı yeğledik. Her bölümde birden başlayarak anlamı verilmesi gereken kelimeleri numaraladık ve o sayfada dipnot olarak verdik. Karşılıklar¬da, kelimelerin sözlük anlamına değil, kullanılış biçimlerine bağlı kal¬dık genellikle. Bu ise tek kelimelik karşılıklar vermemizi gerektirdi. Tek kelimeyle karşılayamamışsak, sözlük anlamını belirttik. Birkaç ör¬nekle somutlayalım söylediklerimizi: "kâmilen-bütünüyle, muallâkat-asılı şeylerin tümü, niyaz-tarikatta küçüğün büyüğe saygısını bildirme¬si, cebri-zorlama, v.b."

Ayrıca belirtelim ki, romanda on kez geçen bir kelimenin karşılığını on kez yinelemedik. Ama bir kelimenin anlamı cümle İçindeki kullanılı¬şına göre farklılıklar gösteriyorsa, dipnotta belirttik. Öte yandan günü¬müzde kullanılmamakla birlikte, cümlenin gelişinden anlamı çıkarıla¬bilecek kelimelerin anlamlarını da vermedik. Böylece gerek yineleme¬lerden kaçınmamız, gerekse okurun anlayışına sığınmamız romanı dipnota boğmamızı önledi.

Şunu da belirtmekte yarar var: Yakup Kadri, yeni harflerle yapılan ilk basımında Nur Baba'yı sadeleştirmlş. Bir iki sayfadan rastgele se¬çilen şu örnekler bu sadeleştirmenin ölçüsünü gösteriyor: "hadisat-hadiseler, rehavet-gevşeklik, müteazzım-azametli, takriben-aşağı yukarı, münazaa-kavga, humma-ateş, derunî-içten, istihfâfkâr-ehemmiyet vermeyen, gamze-gülümseme, huzüz-hazlar, iştahaâver-İştahlı, hlmmet-yardım, münavebeten-nöbetleşe, tenevvür etmiş-aydınlatmış, v.b." Ama romanda sadeleştirmenin bir sayfada bırakıldığını, anlaşıl¬ması güç birçok kelimeye ise hiç dokunulmadığını görüyoruz. Açıklanması zor bir olgu bu. Yaban'da da karşılaştığımız bu tutumu üslup kaygısına" bağlıyabiliriz ancak.

...


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye