Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Prof.Dr.M.Erol Kılıç:İslam tasavvufu prangalı,dergâhı kapalı
MesajGönderilme zamanı: 22.08.10, 02:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç: "İslam tasavvufu prangalı, dergâhı kapalı..."

BERRİN KARAKAŞ
SABAH
22.08.2010

Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç'ın 1995'te yazdığı tezi İbn Arabî Düşüncesine Giriş Şeyh-i Ekber ismiyle raflarda yerini aldı. İslam tasavvufu alanında yoğunlaşan, İslam Felsefesi üzerine çalışan Kılıç ile İbn Arabî kitabı vesilesiyle buluştuk

Sufi ve Şiir: Osmanlı Sufi Şiirinin Poetikası, İslam Kaynakları Işığında Hermes ve Hermetik Düşünce isimli iki kitabı daha bulunan Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun olduktan sonra manevi ilimlere yönelerek özellikle İslam tasavvufu üzerine çalışmaya başlıyor. Marmara Üniversitesi Tasavvuf Anabilim Dalı Sistematik Tasavvuf Bilim Dalı Başkanlığı, İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi Başkanlığı derken, sadece ülkemizde değil, yurtdışında da çalışmalar yapıyor. Merkezi Tahran'da bulunan İslam Konferansına Üye Ülkeler Parlamentolar Birliği Genel Sekreterliği, Merkezi Oxford'da bulunan Muhyiddin Ibn Arabi Society'nin şeref üyeliği, Islamic Manuscript Association'ın (TIMA) Yönetim Kurulu Başkanlığı gibi sıfatları da var. Kılıç, Kürt sorunundan Alevi-Sünni çatışmasına kadar, günümüzde yaşadığımız pek çok sorunun tasavvufun birleştirici gücüyle çözülebileceği kanaatinde... İbn Arabî'den Hz. Muhammed'e, Hallac-ı Mansur'dan Osman Gazi'ye, sohbetteyiz kendisiyle.

- İslam felsefesinde tasavvuf, İbn Arabî gibi isimlerden öte İbn-i Rüşd gibi akılcı diyebileceğimiz filozoflar öne çıkıyor sanki. Nedir sizce bunun sebebi?
- Selçuklu Osmanlı çizgisinde, büyük bir İslam düşünürü olmakla beraber yaklaşık 800 yıl İbn-i Rüşd tanınmaz bu topraklarda. Cumhuriyet dönemiyle beraber, kurucular, Tıbbiye ve Harbiye'den mezun pozitif bilimler tahsil etmiş kuşak tarafından keşfedilmiştir. İbn-i Rüşd, Batı'dan keşfedilmiştir, Doğu'dan değil. Kemalist İslam anlayışının bu yaklaşımını modern Müslümanlar da benimsemişlerdir, o yönde örtüşürler.

- İbn Arabî kitabınızda da belirttiğiniz gibi yemeğine zehir katılarak öldürülmeye çalışıyor. Nedir insanları rahatsız eden?
- Öldürme teşebbüsü enbiya ve evliyanın, nebilerin ve velilerin çokça başına gelmiştir. Bundan dolayı şehit peygamber çoktur. Bunun izahı: Alt mertebe, üst mertebeyi öldürmek ister. Bunun sebebi kıskançlık olabiliyor, siyasi bazı şeyler olabiliyor, ama en temelde anlamayanlar var. Ki bunlar Kuran tabiriyle çoğunluktadır. İbn Arabî gibi İslam irfanını en üst mertebelerinden açmaya çalışan bir kişiyi, daha alt mertebelerde dondurulmuş bir anlayış sahiplerinin kolayca hazmetmesini beklemek de abestir.

- 'İbn Arabî'ye Osmanlı'nın yükseliş döneminde önem verildi ama çöküş döneminde yeterince önemsenmedi,' diyorsunuz. Nedir bunun sebebi?
- Son yıllarda Halil İnalcık hocanın da belirttiği gibi; Osmanlı'da maneviyat tarihini ihmal ettik. Yegâne parametre Osmanlı toplumunun çöküşünde ekonomik değildir. Osmanlı aydınları, 'Biz iki anneden süt emdik; İbn Arabi ve Mevlana,' diye tarif ederler. Devletin kuruluşu oraya dayanıyor. Orhan Gazi, Osman Gazi'lerin yanında bulunan aydın kesim, İbn Arabî çizgisinde olan kesim. Çok sonraları bu kesim Çivizade ve Kadızade ailesinin gayretleriyle dışlanmaya başlamıştır.

- Nasıl gayretler?
- Bunlar fıkıh ilmi mensupları... 'İslam dini eşittir hukuki normlar,' diyen yaklaşım. Oysa ki bakıyoruz Kuran'a, hukuki normlar, yaptırımlar, yüzde 30'luk bir yeri işgal ediyor. Onun haricinde büyük bir oranda tefekkür dünyası ve buna ait ilimler var. Bu ilimler ihmal edilip, forma ait ilimler öne çıkarılırsa, bu din bir yerden sonra pıhtılaşır, dondurulur. Bu yeniyetme molla tipi Çivizadeler'in temsil ettiği tahrikler, ajitasyonlar sayesinde tekkeler basıldı, dervişler dövüldü... Cumhuriyet'in Diyanet İşleri Başkanlığı anlayışı, Çivizade çizgisine yakın bir çizgidir. Arapça grameri öğrenmek suretiyle ortaya çıkan bir din alimi tipi oluşturmuştur tüm bunlar. Oysa Yunus 'Şeriat, tarikat yoldur varana, hakikat marifet, andan içerü,' demiştir. Bu dörtlük, İslam din felsefesini anlatmak için size 10 bin sayfa kitap yazdırır. Tasavvuf, İslam dininin arkeolojisidir.

- İmam Hatip Lisesi ya da üniversitelerde okutuluyor mu İbn Arabî?
- Maalesef. İslam dünyasının geneline baktığınızda Tasavvuf Ana Bilim Dalı diye müstakil bir bilim dalı yok. Hatta bazı ülkelerde yasak. Ülkemizde tasavvufi pratikler yasaktır. 30 Kasım 1925'te çıkarılan kanunla yasaklanmıştır. Ki AB'ye giriş süreci içerinde buna da dikkat çekmek istiyorum. Sümela Manastırı'nda ayin tertip edilmesi gibi özgürlükleri destekleyen biriyim, ama aynı şekilde İslam Tasavvufu'nun pratiği üzerine kurulmuş olan prangaların da dile getirilmesini istiyorum. Dergâhı kapalıdır İslam Tasavvufu'nun.

- Tekkelerin kapatılmasının 'Köy İslamı' diyebileceğimiz oluşumda da payı var mı?
- Yüzyılın başında tekke ve medreselerin kapatılmasına karşı çıkan Mustafa Kemal'in yakın arkadaşları da vardı. 'Paşam, İngilizin Oxford'u, Fransızın Sorbonne'u var, bizim de bu müesselerimiz var,' demişlerdi. Evet, reforma ihtiyaç vardı, ama devrime var mıydı? O çizgi ruh olarak sürseydi, bizim modernistlerimiz dinlerini içselleştirselerdi, daha güzel sentezler çıkardı ortaya. İslam dini, elit kesimin elinden çıkınca toplumda itibarlı konumunu kaybetmeye başladı. O ailelerin çocukları daha çok mühendislik ve tıp okumaya başlayınca, dindarlık ve dini ilimler ister istemez taşraya kaydı. Ciddi bir paradokstur bu. Halil İnalcık'ın tabiriyle yine, 'Cumhuriyet kurucularının iyi niyetli hataları,'dır bunlar. Siz hem İslam dininin fanatik tarafıyla mücadele etmeyi düşünüyorsunuz hem de bununla en güzel mücadele edecek yer olan tekkeleri kapatıyorsunuz.

Tasavvuf, herkes tarafından anlaşılamaz
- Şeyh-i Ekber kitabınızda Hallac ve Şibli'nin yaşadığı bir anekdota yer veriyorsunuz. Şibli; 'Ben ve Hallac aynı kâseden içtik. Ben ayık kaldım, o sarhoş oldu. Bunun üzerine hapsedildi, dövüldü, öldürüldü,' diyor. İbn Arabî de 'Şibli'nin ayıklığını, Hallac'ın sarhoşluğuna tercih ederiz,' diyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Hallac'ın durumu da sonuçta büyük 'aşk'ın taşmaları değil mi?
- İbn Arabî gibi düşünüyorum diyebilirim. Bu İslam Tasavvufu'nda sahv ve sekr yaklaşımların bir tartışmasıdır. Sahv, ayıklık demektir. Sekr sarhoşluk, manevi sarhoşluk demektir. Siz nasıl beşeri hayatınızda bazı anlarda heyecana kapılırsınız, ki bu daha çok aşk hallerinde olur. Sırılsıklam âşık olduğunuzda biyokimyanız nasıl değişiyorsa aynı. Kimseyi takmama başlıyor. Aynı şey maneviyat ilimlerinde de söz konusu. Sekr'e erenler dağınık şeyler söyler, üstlerine başlarına dahi dikkat etmekten vazgeçerler. O dönem 'Ağır ol molla desinler,' yaklaşımı neyse, ona aykırı hareket ederler. Kalenderi tarzda hareket etmeye başlarlar. Sahv haliyse uyanıklık hali. Şeriat halinde bir ağırlık vardır. Sonrasında sarhoşluktur makbul olan. Sarhoşluktan sonra ikinci sahv hali gelir. Toplum içinde kendini tutan ama iç alemde sarhoş olan... Onun için İbn Arabî, Şibli diyor. Ama 'Hallac da yanlış yaptı,' demiyor. 'Hallac mübarek bir kardeşimizdir, aşk şehididir, ne yapsın, dayanamadı, 'Enel hak,' dedi, oysa biz onu her gün söylüyoruz,' diyor. Sır herkesin yanında açıklanmaz. - Biraz da o yüzden mi kapalı aslında tasavvuf, şifreleri var. - Tabii ki tasavvuf, herkes tarafından anlaşılamaz. Bir mollanın tasavvufu yorumla anlamaması doğal bir süreçtir. Katı yobazların ileride belirli bir yaştan sonra tasavvufa gelerek dönüştüğünü görmekteyiz. Bilemezsiniz kimde açılımın olduğunu...

- İbn Arabî felsefesinde Hz. Muhammed'in önemi büyük. Oysa sizin de zaman zaman değindiğiniz gibi Hz. Muhammed'in genelde savaşçı tarafı öne çıkarılıyor.
- İslam dini, din, her şeyden evvel manevi bir olgudur. Bu manevi yapının tabii ki sosyal uzantıları vardır ama ikinci merhaledir. Siyasi bir ideoloji olarak vahyolunmaz din. İnsanları kurtarmak üzere gelmiş bir maneviyat yoludur. Peygamberin birincil vasfı Allah'la kul arasında yaptığı aracılıktır. Allah'tan insanlığa getirdiği mesaj ve onun talimi öğretimi doktrindir. Konjonktür gereği arızi olarak başına gelirse savaşır ama talep etmez savaşı. Gayesi savaş değildir... Peygamberimiz esas savaşın tasavvufi manada bir savaş olduğunu gösteriyor. Modern Müslümanlar, İslam dinini bu formattan çıkararak, salt ideolojik bir projeye indirgedikleri için, ki bu da düşmanın üzerlerindeki baskılarından dolayı bu hale geldi.

- Bir söyleşinizde Paul Coelho'nun Simyacı kitabının hikâye örgüsünü Mesnevi'den aldığı itirafını belirtip, 'Bu itirafı yapan var, yapmayan var,' diyorsunuz.
- Bazı edebiyatçı, felsefeciler bunu dürüst şekilde ifade ediyor. Önce bu felsefeyi doğru bir şekilde özümsemek gerekiyor, özümsedikten sonra kendi eserinizde kullanabilirsiniz. Ülkemizdeyse bazı edebiyatçılarımızın, Sufi inisiasyonundan haberleri olmadığı için bir moda akım olarak sırlı, gizemli kitaplar yazabiliyorlar. Motif olarak kullanıyorlar. Maneviyat içermeyen romanlar. Oysa felsefelerinden istifade etmeleri gerekir. Coelho'nun Simyacı'sını okuduğunuz zaman Mevlana'nın kast ettiği hedefi de görüyorsunuz.

- Yine bir söyleşinizde eski Çekoslovakya Devlet Başkanı Havel'in '21. yy toplumları o toplumda kaç tane bilge, kaç tane filozof olduğuna göre değerlendirilecek,' sözünü alıntılıyorsunuz. İslam felsefesi üzerine düşünürsek, yeterli sayı oluşmuş mudur?
- Şu an için eskiden üretilmiş olanların son halkalarını yaşıyoruz.. Halkalarda kopmalar başlayacak neredeyse. Şu an hâlâ tek tük dahi olsa doğum tarihi Osmanlı İmparatorluğu'nda olan bazı insanlar var. Bu kopma üç dört kuşak olmadı henüz. Dolayısıyla hâlâ ümit var.

İSLAM TRAJEDİYİ UNUTMA YANLISI
- Son yıllarda tasavvuf, İbn Arabî gibi düşünürler Batı'da da ilgi görüyor. Chicago, Londra'da merkezler var.
- Rumi üzerine özellikle böyle bir pazar oluştu. Sufizm yükselen bir değer. Bunun sebeplerinden biri de tasavvufun bazı ülkelerin 'El Kaide sonrası İslam, hangi İslam olacak?' çalışmaları yapan strateji merkezlerinde yükselen bir değer olarak görülmesi. 'Komünizm gelecekse biz getirelim,' mantığından hareket ederek, Sufizm'e yatırım yapan devletler var.

- Siz de Oxford'daki Muhyiddin Ibn Arabi Society'nin üyelerindensiniz...
- Batı'da böyle kuruluşlar vardır. Mesleki bir şey bu. Üyelerin içinde Müslüman olan da var, olmayan da... İbn Arabî çalışan akademisyenlerin irtibat noktasıdır.

- 'İslam kendini revize edemedi, İslam felsefesinde Rönesans yaşanmadı,' eleştirilerine ne diyorsunuz?
- Biraz ezber bozan, bir kontra soru sormak istiyorum; 'Rönesans ne kadar insanların mutluluğunu, huzurunu sağlamıştır?' Aydınlanma, Budacı bir anlayışın tepetaklak hale getirilmek suretiyle oluşturulmuş bir anlayış. Bugünkü gayri insani birçok yaklaşımın fikri temellerinde Rönesans yatmıyor mu? İslam, bir yere kadar bilimsel gelişmeyi teşvik ederdi ama bir yerden sonra edemezdi. Değil İslam, hiçbir semavi din edemezdi. Jacop Littleman'in Batı'nın Bilimi, Doğu'nun Bilgeliği isimli kitabından bir örnek vereyim, siz İslam'a tatbik edin. Kitapta ateşi ve barutu ilk Çinlilerin bulduğunu, ama bunu ateşli silah yapmak yerine Tao'cu bir dünya görüşüne bağlı oldukları için dini bayramlarda havai fişek olarak kullandıklarını ve silah icat eden beyaz adama karşı üstünlüklerini yitirdiklerini söylüyor. Bunun bir benzeri de İslam dünyasında oldu. Çağımızdan, sekiz yıl süren İran-Irak Savaşı'ndan bir örnek verirsek, Saddam Hüseyin, Halepçe'de kimyasal silah kullanırken Humeyni, bir din adamı olarak 'Ülkemiz işgal edilse bile biz o silahı kullanamayız,' diyor. Ermeni katliamı, ne kadar oldu olmadı, onları tarihçilere bırakmak lazım ama Srebrenitsa'da katliam olmuştur ve o insanlar Bosna'da bunu her yıl anmaktan rahatsız olmaktadırlar. İslam'da trajediyi anmak değil, unutmak vardır.

10 DAKİKADA TERAVİH
- Günümüzde din adamları yeterince yaşıyor mu sizce tasavvufu, halkı yönlendirebiliyorlar mı?
- Nadiren, değerli imamlarımızı tenzih ederek söylüyorum, Cumhuriyet projesinin ürettiği din adamları, camiye cemaat gelsin diye minareyi sarı laciverde, Fenerbahçe renklerine boyatabiliyor. Geçen yıl 10 dakikada teravihten çıkaran cami yarışması bile olmuştu. Allah'tan Diyanet el koydu. Böyle hilkat garibesi imam tipleri camilerin ruhani bir merkez olarak kurgulanmamasından kaynaklanıyor. Kilise öyledir mesela. Oysa camiler, Cumhuriyet'ten sonra salt fiziki hareketlerin yapıldığı yerlere dönüştü.

- Şu teravih yarışını anlayamadım hocam ben...
- Eyüp'te bir imam vardı, kapısının önü Mercedes'lerle doluydu. 20 rekat namazı, yedi dakikada çıkarıyordu. O namaz namaz değildir, o namaz günah.

- Mercedes'ler demişken, Mekke'ye yapılan, bayağı ilgi gören lüks otel Zemzem Towers'a ne diyorsunuz?
- Vahabi yaklaşımda da maneviyatın dışlanması söz konusu olduğu için İslam maneviyatının dışlanması paralelinde ister istemez oluyor bunlar. 'Âlemde boşluk yoktur,' fetvasınca, o boşluğu böyle bina yapımlarıyla tamamlamışlardır. İslam ezoterizminin yasaklanması ülkemizde de büyücülük, üfürükçülük, sahte şeyhlik gibi kavramların çoğalmasını sağlamıştır. 1917 Ekim Devrimi'nin 'Dine ait ne varsa kazıdık,' demek suretiyle kiliseyi, havrayı kapatmasından sonra 1925'te Sovyetler Birliği'nin büyücü dolmaya başlamasıyla aynı. Onlar son 10 yıldır yeniden kendi dini gelenekleriyle barışmaya başladı.

- Biz barışıyor muyuz?
- Bizde 1917 Ekim Devrimi hâlâ sürüyor.

RADİKALİZME İTİLDİLER
- Radikal Müslümanlara ne diyeceğiz?
- Karşı beslenme o biraz da. Karşı taraf kendine benzer şeyler yaratmaya başladı ki ister istemez böyle bir şey çıkardı ortaya. Zihniyet olarak o zihniyete mensup değilim ama siz Afganistan, Irak'ı talan etmişsiniz, İslam dünyasına kukla rejimler getirmiş, gençlerin dini anlayışlarında hiçbir müsamaha göstermeyen yaklaşımlar sergileyerek bu çocukları radikalizme itmişsiniz. Buna düdüklü tencere örneği deniyor. Toplumun bir kesiminde yaşama hakkı tanınıyor ki, havası gitsin. Tamamen kapatırsanız, patlar hale gelir.

- İbn Arabî 'Dönemini iyi tanı, ona göre hareket et,' diyor. Yeterince tanıyor muyuz?
- Devrin özelliklerini bilmek lazım. İbn Arabî der ki, 'İyi tanıyabilirseniz sonrasını öngörebilirsiniz. Bunu bilmeyenler de size keşf ehli der. Oysa ki siz bazı şeylere bakarak söylersiniz onu.' Ülkemizde de bazı öngörülerde bulunulabilir ama tartışılacak zemin oluşmadı. 'Ben şeyhim, alimim,' diyene kuşkuyla bakmalı. Sosyalistim diyen kapitalist, kapitalistim diyen sosyalist, Sünniyim diyen Alevi çıkabilir. Hiç kimsenin beklemediği, pozitivist bir aydınlanmayı bir İslamcı, İslam tasavvufunun önünün açılmasını bir sosyalist sağlayabilir.

http://www.sabah.com.tr/Pazar/2010/08/2 ... ghi_kapali


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İslam tasavvufu prangalı, dergâhı kapalı
MesajGönderilme zamanı: 23.08.10, 09:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
Mahmud Erol Kılıç’ı anlatması zor!

Yakup ÖZTÜRK


Kılıç, İslam tasavvufu sahasında yoğunlaştırdığı çalışmalarının niteliği ve üslûbu sayesinde Türkiye'de tasavvufun doğru anlaşılması için referans isimlerden biri hâline geldi.

23 Mart 2009 Pazartesi Alçakça bir kapıdan başları eğerek, mavi bir gökyüzü altındaki ferah avlularına girilen, bu avluları çepeçevre saran nohut odalarla dolu, o huzur, bereket timsali medreseler yaklaşık yüzyıldır hayatımızda yok. Dini ilimlerin yanında pozitif ilimler de öğretilen bu medreselerde XX. asrın ilk çeyreğine kadar âlimler ders okuttular. Osmanlının yıkılışının ardından kurulan Cumhuriyet rejimi beraberinde devrim niteliğinde değişiklikler getirdi. İdari yönetimin hemen her alanında yapılan değişikliklerden en çok nasibini alan da maarif sistemiydi.

Devlet gözetiminde din eğitimi…
Geleneksel yapı içerisinde Arap harfleriyle eğitim veren kurumlar, harf inkılâbıyla tamamen hükümsüz hâle geldi. O güne kadar eğitimde bulunan yerler, daha modern bir eğitim sistemine geçirildi. Eski yazıyla yazılan birçok eser ve bu eserlerin anlattıkları tarihin kör kuyusunda yokluğa doğru sürüklendi.
Cumhuriyet öncesi yüksek eğitim, medreselerde tâlim ediliyordu. Cumhuriyet'ten sonra üniversiteler bu görevi üstlendiler. Medreselerin ağırlık verdiği dini ilimleri, bu yeni sistemde okutmak için ilkin Yüksek İslam Enstitüleri, ardından da İlahiyat Fakülteleri kuruldu. Artık, din eğitimi devleti gözetiminde, her biri kendi sahasında yetiştirilmiş hocalarca, işin ehli tarafından verilecekti. Nitekim de öyle oldu. Bu enstitü ve fakültelerden birbirinden kıymetli onlarca isim yetişti.

Yeni hoca tipi…
Genelde dinleri, özelde de İslam'ı anlamak ve anlatmak için ortaya çıkan dini paradigmaları günümüz insanına aktarmakla yükümlü isimlerdi bunlar. Eşkâli nazarınca medrese hocalarından farklı, öz ve mahiyet bakımındansa müderrislerle bütünlük sağlıyorlardı. Amaç ve gaye her ikisinde de aynıydı.
Maarif sisteminin bu yeni âlimleri, dini ilimleri üniversiteler aracılığıyla topluma öğretmeye başladılar. Bunlardan birisi de genç yaşına rağmen, yaptığı çalışmalar ve samimiyetiyle adından söz ettiren saygıdeğer Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç'tır.

İki büyük doktora tezi!
Kılıç, İslam tasavvufu sahasında yoğunlaştırdığı çalışmalarının niteliği ve üslûbu sayesinde Türkiye'de tasavvufun doğru anlaşılması için referans isimlerden biri hâline geldi. Büyük mutasavvıf Muhyiddin İbn-i Arabî onun titiz çalışmaları vesilesiyle bugün daha yakından tanınır oldu. Ulusal ve uluslararası platformlarda aldığı görevlerle, düşüncelerini ilgilisine sunma imkânı buldu.

İstanbul'da kültür ortamı…
Mahmud Erol Kılıç, İstanbul'un en eski semtlerinden biri olan Fatih'te doğdu. İlk gençlik yıllarına kadar bu tarihi semtin sokaklarında, hayatını adayacağı kültür mirasımızın izleriyle hemhâl oldu.
Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde yapsa da, daha sonraki çalışmalarını bu alanda sürdürmedi. Mezuniyetinin ardından yurtdışına çıktı. İlmi çalışmalarına ara vermeden başladı. Özellikle İslam tasavvufu alanına yöneldi. 1988 yılında resmen akademik görevine başladı.

Doktora seviyesinde yüksek lisans tezi hazırlayan hoca!
Bugünlerde daha çok bir doktora tezi olabilecek bir konuyu, o yüksek lisans tezi olarak hazırladı; "İslam Kaynakları Işığında Hermes ve Hermetik Düşünce". Türkiye üniversitelerinde ilk Tasavvuf Anabilim Dalı kurulmasının ardından, bu dalda ilk doktora tezi sayılabilecek çalışmayı yapan da Mahmud Erol Kılıç'tı. Tez konusu ise, Muhyiddin İbnü'l Arabî'de Varlık ve Mertebeleri. Bu iki tez "basılmamış doktora ve yüksek lisans tezi" olarak, okuyucularından mahrum bırakılmıştır, maalesef...

Evvele Yolculuk'ta tasavvuf sohbeti!
Mahmud Erol Kılıç'ın Sufi ve Şiir adında yayımlanmış önemli bir çalışması bulunuyor. Eser, 2004 yılında TYB tarafında yılın en iyi inceleme-araştırma kitabı seçildi. Eserlerinin yanında, Mahmud Erol Kılıç, Türk-İslam Eserleri Müzesi Başkanlığı göreviyle de gündeme geldi. Yurtdışında da, Oxford'da Muhyiddin İbn-i Arabî Society'nin şeref üyeliğine devam ediyor. Hoca'nın en son Sadık Yalsızuçanlar'ın sorularına cevap vererek Evvele Yolculuk (Sufi Kitap) adını verdiği, Tasavvuf Sohbetleri alt başlığıyla yayımlanan kitabı bulunuyor.

Mahmud Erol Kılıç, akademik çalışmalarına zemin olarak belirlediği İslam tasavvufu üzerine çalışmalarını sürdürüyor. İslam'ın büyük mutasavvıfı Muhyiddin İbn-i Arabî'nin modern çağa neler söyleyebileceğini, modern dünyada Arabî'nin ne ifade ettiğini, Kılıç'ın yazdıkları sayesinde daha yakından bilir olduk. Arabî'nin yanında Mevlâna Celaleddin Rumi de, son yıllarda Mahmud Erol Kılıç'ın gayretli çalışmalarıyla daha çok konuşulur oldu.

Tasavvuf için büyük çaba…
Tasavvufun 1500 yıllık tarihi içindeki seyri, gelişimi, uğradığı değişik yorumlar ve siyasi bütünlüğünü sağlamış İslam devletleri içindeki hâli, yine Kılıç'ın sözünü ettiğimiz çalışmalarında etraflıca söz konusu edildi. Son İlahi din olarak insanlığa gönderilen İslam'ın anlaşılması için farklı zamanlarda ortaya çıkan görüşlerin, bu görüşlerden de en çok ilgi devşiren ve insanlık üzerinde etkili olan tasavvufun kapılarını aralamak, dünyasına iltihak etmek için günümüzde çaba gösteren değerli ilim adamlarının başında geliyor Prof. Dr. Kılıç.

Yerel kanaldan farklı…
Doğu ve Batı dillerine olan hâkimiyeti sayesinde, kendi yaşadığı çağın literatürünü yakından takip etme imkânına sahip bir hoca olarak, tasavvuf gibi kadîm bir ritüeller toplamının bugün dünyaya ne söyleyebileceğini daha rahat müşahede edebildiğini gösteriyor, yazdıklarıyla. Bu sebepten, Mahmud Erol Kılıç'ın yazdıklarını okuyarak ya da sohbetlerine katılarak, sadece tasavvufun yerel bir kanaldan ilerlemediğine şahitlik edersiniz.

Az önce de dile getirdiğimiz gibi, tasavvuf tarihi içerisinde ne kadar âlim varsa, onların İslam'ı algılayışlarını yaşadıkları devirdeki etkilerini Selçuklu, Osmanlı gibi Müslüman toplumların tasavvufu nasıl anladıklarını işitir, bilirsiniz...

Engin okuma birikimine şahitlik!
İslam mutasavvıfları, Antik Yunan'da ortaya çıkan daha çok maddeyle ilişkilendirilen felsefeyi, ne boyutlarıyla kendi dini inanışlarına aldıklarını ve felsefeye ne kadar yaklaştıklarını anlattıkları eserlere, Kılıç'ın okuma serüveninden istifade ederek göz değdirirsiniz.

Mevlânâ hakkında…
Tasavvuf, İslam'ı anlamak ve yorumlamak için büyük âlimlerce oluşturulmuş bir intizam olsa da, kimi zaman tasavvufa eleştiriler yöneltilmiştir. Bu yıllardır kafa karışıklığına sebep olan tartışmalara da, Mahmud Erol Bey'in yazdığı makaleler ve söyleşileri sayesinde çözümler arayabilirsiniz. Mevlâna, UNESCO sayesinde dünyada çokça konuşuldu. İlim adamları, Mevlâna hakkında görüşlerini serdettiler. Bunlardan biri de, şüphesiz Kılıç'tı.

Manasında kayma olan biz miydik onlar mı?
Kılıç, Mevlâna'nın modern insana ne söyleyebileceği hakkında yazdığı bir makalede şunları söylüyor: "Selçuklu ve baştanbaşa bir Osmanlı zihniyet dünyasını anlamamızın en mühim anahtarlarından birisi olan böylesi bilgeler bugün bize ne ifade ediyorlar? Bugünün Müslüman tipi neden eslâfından daha mesafeli durmaktadır böylesi kurucu şahsiyetlere? Geleneksel değerler sistemi parçalanmamış toplumlarda yüksek payelerle taçlandırılan bu bilgeler modernlikle beraber neden anlaşılmaz oldular? Gerçekte onlar mı anlaşılmazdı yoksa bizler mi anlaşılmaz olduk? Manasında kayma olan biz miydik onlar mı? (Mevlana gündelik hayatımızın neresinde? Zaman)

Sufi ve Şiir
Mahmud Erol Kılıç'ın, edebiyat bilgi ve birikimini ortaya koyduğu kitabı olan Sufi ve Şiir üzerinde de daha uzun durmamız gerekiyor. Geleneksel kültür içinde, şiir vazgeçilmez bir yerde duruyordu. Şiire ve söz'e atfedilen anlam bazı zamanlarda kutsalla ifade edilebiliyordu. Klasik metinlere baktığımızda da, dini ilimlerden bahseden eserler, şiir olarak yazılmıştı. Bir tasavvuf araştırmacısı olan Kılıç da, mutasavvıf şairlerin nazarında şiirlerinden yola çıkarak tasavvufun izleklerini anlattı.

Tarikatlar hobi kültürü müdür?
Prof. Dr. Kılıç'ın yazdıkları sadece bunlarla sınırlı değil elbette. Bir söyleşisinde tarikatlar üzerine söyledikleri de oldukça ilgi çekiciydi. Söyledikleri, onun çalışmalarının ve fikirlerinin akademik dünyayla sınırlı olmadığını gösteriyordu. O söyleşide "Tarikat denen oluşumlar bir spor ya da hobi kulübü gibi değerlendiriliyor. O derneğin kapısına kilit vurduğum anda derneğin mensupları dağılır giderler ve bu dernek de kapanır.

Tarikat gerçeğinin anlamı!
Tarikat gerçeğinin insan hayatına sunduğu anlam haritaları bunlardan çok öte şeylerdir. Bütün dünya inançlarında ve felsefelerinde mevcut olan bir yapıdır bu. En geniş anlamıyla tarikat herhangi bir düşüncenin, dinin, felsefenin iç katmanlarına, temel görüşlerinin hakikatine ermek için izlenecek yol demektir. (söy.:Nuriye Akman)" diyordu. Bu söyleşi vesilesiyle şunu da belirtmekte fayda var; Mahmud Erol Kılıç, konferans ve söyleşileriyle ortaya daha çok eser koymuştur denilebilir.

Bir köprüdür Kılıç!
Birbirinden farklı onlarca konuda, kendisiyle yapılmış söyleşi, kitaplarca bilgiyi karşılayacak kadar önemlidir. Bunda, kitap halinde yazdıklarının kısıtlı olması etkilidir muhakkak ama o verdiği söyleşilerinde de her zaman ciddi ve önemli fikirler ortaya koymuştur.

Tasavvufun ve özellikle geleneksel kültür içinde hafızamızın mihenk taşlarına, bugünün insanını taşımada bir köprü vazifesi gören Mahmud Erol Kılıç, okunası, konuşulası, tartışılası, bir aydından öte münevver bir ilim adamıdır.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Prof.Dr.M.Erol Kılıç:İslam tasavvufu prangalı,dergâhı kapalı
MesajGönderilme zamanı: 20.04.11, 21:42 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 30.04.09, 09:08
Mesajlar: 148
Alıntı:
- Tekkelerin kapatılmasının 'Köy İslamı' diyebileceğimiz oluşumda da payı var mı?

- Yüzyılın başında tekke ve medreselerin kapatılmasına karşı çıkan Mustafa Kemal'in yakın arkadaşları da vardı. 'Paşam, İngilizin Oxford'u, Fransızın Sorbonne'u var, bizim de bu müesselerimiz var,' demişlerdi. Evet, reforma ihtiyaç vardı, ama devrime var mıydı? O çizgi ruh olarak sürseydi, bizim modernistlerimiz dinlerini içselleştirselerdi, daha güzel sentezler çıkardı ortaya. İslam dini, elit kesimin elinden çıkınca toplumda itibarlı konumunu kaybetmeye başladı. O ailelerin çocukları daha çok mühendislik ve tıp okumaya başlayınca, dindarlık ve dini ilimler ister istemez taşraya kaydı. Ciddi bir paradokstur bu.

Halil İnalcık'ın tabiriyle yine, 'Cumhuriyet kurucularının iyi niyetli hataları,'dır bunlar. Siz hem İslam dininin fanatik tarafıyla mücadele etmeyi düşünüyorsunuz hem de bununla en güzel mücadele edecek yer olan tekkeleri kapatıyorsunuz.


Bu muhasebenin tam zamanı.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 3 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye