Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Sufi Gelenek
MesajGönderilme zamanı: 03.07.10, 18:56 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 15.12.08, 02:16
Mesajlar: 58
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e sufi gelenek

'Osmanlıdan Cumhuriyete Sufî Geleneğin Taşıyıcıları' Osmanlı tarzı sûfî geleneğin Cumhuriyet Türkiyesi'ne nasıl ve hangi şartlarda aktarıldığını inceliyor.

Cuma, 02 Temmuz 2010 17:54

Asım Öz/Dünya Bülteni Kültür Servisi


Türkiye’de sosyal bilimlerin sufi yapılanmaları ele alış biçimi ve bu konudaki tartışmaların varlığı yeni değildir. Zaman içinde, cumhuriyetin kuruluş yılları radikalizminin yahut ilk yıllardaki elitist bakışın kırılarak sönümlendiğini gözlemlemek mümkün. Bunun akademik alandaki karşılığı ise kabaca Tarık Zafer Tunaya’da cisimleşen iktidar söyleminin yakıştırması irtica söyleminden Şerif Mardin’in anlama odaklı söylemine geçiş olarak özetlenebilir. Tunaya’da cisimleşen sorunlu söylem aşılalı yıllar oldu, gelgelelim bir yanıyla hâlâ geçerlidir o kara kutup söylemi. Anlama odaklı akademik çalışmalar içinde Şerif Mardin, İsmail Kara,Mustafa Kara,A.Güner Sayar,Ahmet Yaşar Ocak isimlerini ilk elde anabiliriz.

Sufi Gelenek ve Modernleşme

Osmanlı’nın son yıllarından cumhuriyet döneminin ilk otuz yılına uzanan ve geçiş süreci olarak adlandırılan dönemde tasavvuf kökenli yapıların yaşadığı değişim ve kopuş sürecini ele almanın yanında devamlılıklara, kırılmalara Osmanlı sûfi geleneği açısından mercek altına alan bir çalışma yayımlandı. Rüya Kılıç’ın kaleme aldığı çalışma Osmanlıdan Cumhuriyete Sufî Geleneğin Taşıyıcıları adını taşıyor.

Mevlevîyye, Bektaşîyye, Melâmîyye ve Nakşibendîyye tarikatları üzerinden sûfî gelenek ile “modernleşme” süreci ilişkisinin tek bir bakış açısından okunamayacak kadar girift bir mesele olduğunu ortaya koyarken tasavvufun Osmanlı döneminde yapılan yeni düzenlemelere uyum araçları olduğunu dolayısıyla iktidar mimarisi içerisinde araçsal bir yeri olduğunu özellikle vurguluyor. Rüya Kılıç’ın çalışmasına yapacağımız kısa bir gezinti, onun bu bilince katkılarının bir parçasını gösterecektir bize.

Tarikatlar gerek Osmanlı'nın son yıllarında gerekse erken Cumhuriyet yıllarında varlıklarını egemen iktidarın buyruğundaki bir arenada gerçek kılmak gibi bir durumla yüz yüze kalmışlardır. Öyle ki “devletçe tutuklanmış kültür" olduğunu söylemek mümkün. II. Mahmut tarafından1826 yılında kapatılan Bektaşî tarikatı bu tarihten sonra hızlı bir biçimde içe kapanarak varlıkları sürdürmüşler Mustafa Kemal’in Hacı Bektaş tekkesini ziyaret etmesiyle bir anlamda meşruiyetlerini tekrar kazanmışlardır. Sonraki yıllarda kurumsal olarak açılamsa da seküler semöbolik sermayenin önemli parçalarından biri olmuştur Bektaşilik.

Tarikatların resmi olarak kapatılması kesinlikle kapatılan tarikatın sona erdiği anlamına gelmiyor aksine değişik biçimlerde varlığını sürdürmesi anlamına geliyordu.Bu sadece Bektaşilik için değil diğer tarikatlar için de geçerliydi.Öte yandan Halidîler’in İstanbul’da artan sayılarından rahatsızlık duyan II.Mahmut’un “kontrolü dışında kalan herhangi bir kamu etkinliğinden hoşlanmamasının” neticesinde Halidiler’i 1828’de İstanbul’dan Sivas’a sürmesi devlet ve tarikat ilişkilerinin bir boyutunu aksettirmesi bakımından oldukça önemli bir uygulamadır.

Dört tarikatın önderleri üzerinden erken Cumhuriyet döneminde nasıl bir yol izlediklerini şöyle tasvir ediyor yazar: “(…) dört tarikatın sufî liderleri çok hızlı bir değişim döneminde Müslümanları meşgul eden soruları cevaplayan kişilerdi. Bunu yaparken de İslâmî geleneğin sufi yorumunu kullanıyorlardı ve şurası bir gerçek ki,bu yorum ulemaya göre toplumun çok farklı kesimlerine hitap etmekteydi.Yine ulemaya göre daha bağımsız yapılanmaları ile tekkeler kapandıktan sonra da “özel” toplantılarında toplumun İslâmî kimliği ve kültürünü muhafaza etmesinde çok önemli bir rol aldılar.Sufileri toplumsal gruplar üzerinde bu kadar güçlü kılan,kişiyi Allah’a ulaştıracak manevî yolda rehberlik eden kişiler olmalarıydı.Bu tarihî ve sosyolojik misyonlarına,erken Cumhuriyet döneminde dinî eğitime yönelik düzenlemeler sonrasında kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalan İslami ilimleri devam ettirmek gibi bir başka görev daha eklediler”

Sembolik Sermaye:Osmanlı Sufi Geleneği

“Osmanlı tarzı sufî geleneği Cumhuriyet Türkiyesi’ne nasıl ve hangi şartlarda aktarılmıştır!” sorusundan hareket eden Osmanlıdan Cumhuriyete Sufî Geleneğin Taşıyıcıları bir sorun dizisinin arasında dolaşıyor. Bunu da şu şekilde çerçeveliyor: “Yeni düzen ile yeni bir kurgulama yapmak veya eskiye sıkı sıkıya sarılmak zorundaydılar. Kimi sufîler seçtikleri yolda başarılı oldular ancak hiç de az olmayan bir grup her ikisine de uyum sağlayamadı. Dolayısıyla sufîlerin tepkilerini sadece tasvip, sükûnet ve muhalefet olarak üç grupta bir çizgi olarak incelemek aldatıcıdır. Tepkilerin sınırları zamana, mekâna ve kişisel tercihlere bağlı olarak, tahmin edilenden çok daha sık değişebilmekteydi.”

Marshall Sahlins, tarihin, kültürel düzenlerin kendi tarihsel eylem, bilinç ve pratik tarzlarına sahip oldukları gerçeğinden hareket ederek, her beşerî gidişatın anlaşılabilmesi için, ayırdedici bir antropolojiye, tarihin antropolojisine başvurulması gereğine işaret eder. Tepkileri farklı olsa da Rüya Kılıç ele aldığı dört sufî geleneği birleştiren çatının Osmanlı tarihinin ve kültürünün bir ürünü olan Osmanlı tarzı sufi gelenek olduğunun altını çizmektedir. Hatta bir anlamda bu geleneğin kayboluşuna hayıflanılmaktadır. Bu yapılırken de, Osmanlı tarzı sufî gelenek bir ideal yapı olarak sunulmaktadır. Ne var ki, bu ideal yapı formülasyonunu belirleyen yine de iktidar ilişkileridir. Sembolik bir sermaye olarak bu geleneği hesaba katmaksızın sufilerin Cumhuriyet rejimindeki tutum ve tavırlarını anlamanın mümkün olmadığı üzerinde özellikle duran yazarın bu sufi geleneğin başka Müslüman coğrafyalardaki sufî gelenek/lerden hangi noktalarda farklılaştığına ilişkin ise ayrıntılı herhangi bir çözümleme yapmayışını bir eksiklik olarak zikretmek gerekiyor.

Rüya Kılıç eserinde hem bu tarikatları hem de bu tarikatlara mensup şeyhleri ayrı ayrı ele alıyor ve değerlendiriyor. Mevlevîlerden Abdülhalim Çelebi, Veled Çelebi, Abdülbaki Baykara ve Tahirü’l-Mevlevî; Melamiyye’den Abdülaziz Mecdi Tolun, Ahmed Amiş Efendi, A. Süheyl Ünver, Osman Nuri Ergin, Y. Ziya İnan; Nakşibendiyyeden Atâ Efendi, Es’ad Efendi, Şeyh Sait, Gümüşhanevî kolu; Bektaşiyyeden Salih Niyazi, Ahmed Cemaleddin, Veliyyüddin Çelebi ve Samih Rifat ele alınmış yeni idare ve merkez karşısındaki halleri, tutum ve tavırları hem ortaya konuyor hem de yorumlanmaya çalışılıyor.

Çalışmanın önemli noktalarından biri tarikatların Cumhuriyet dönemindeki genel yaklaşımlarını ortaya koyan çalışmalarda atlanan istisnalara da yer vermesi olduğu rahatlıkla söylenebilir. Türkiye Cumhuriyeti'nin din politikalarını kendine özgü bir laiklik anlayışı belirlemiştir. Toplumsal heterojenliğin homojenleştirilmesi de denilebilir buna. Tekke, zaviye ve küçük batınî grupların parçalamış olduğu bir toplumu, merkezîliğiyle temayüz eden bir ulus-devletin politikaları kabul edemezdi çünkü. Bu heterojenliği gidermenin yolunun da toplumu sekülerleştirecek mekanizmaları devreye sokmak, bilinen biçimleriyle cumhuriyet devrimlerini yapmaktan geçiyor olduğu düşünüldü. Bunlardan biri de 1925 tarihli Tekke, zâviye ve türbelerin kapatılmasını öngören Bakanlar Kurulu kararıydı. Bu karar uyarınca tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra tasavvuf çevrelerinde iktidarla ilişkiler konusunda sükûnet ve muhalefet olarak adlandırılabilecek iki ana eğilim ortaya çıkmıştı. Nakşîbendîlerin muhalif ve aktif tavrı bu konudaki literatürde mutlaka karşılaşılan bir durumdur. Onların yeni iktidarla geçimsizliklerinin kaynağında doğru bildiğini okumak vardır. Yeni rejimin öncelikli muhalifleri olmamak hatta her zaman iktidar bloku ile bir biçimde uyum içinde olmayı esas alan Mevlevî tarikatında da Nakşîbendîlerin tavrına yakın bir muhalefet hareketi sergileyen isimler vardır. O nedenle muhalefet ya da sessizlik arasında gidip gelen farklı örneklerden hareketle; “ gerek sükûnet gerekse muhalefetin sınırlarının, zamana,şartlara ve kişisel tercihlere bağlı olarak tahmin edilenden çok daha sık değişebildiği” üzerinde önemle duruyor Kılıç çalışmasında.

Serbestlik daralınca, iktidar önünde saf tutmayı yeğledi çoğu Mevlevî. İktidara tutunmakta pek sakınca görülmedi. Sanıyorum, buna 'varoluş mücadelesi' deniliyor. İktidara sırtını dayamayan, bireysel duruşunu her şeyin üzerinde Mevlevîler denildiğinde birkaç isimle yetinmek durumunda oluşumuz da aslında genellemenin bir bakıma doğrulanması gibi. Şeb-i arûs törenleri devletin Mevlâna’ya duyduğu ilginin görünümü olarak okunabilir. Abdulbaki Gölpınarlı boşuna dememiştir: "Mevlevilik XVII. yy.dan itibaren âdetâ bir devlet müessesidir" diye. Osmanlı döneminde Mevlevîlerin modernleşme karşısında gösterdikleri tavrı da ayrıntılı olarak inceleyen Kılıç şu genel yargıya ulaşıyor: “Osmanlı döneminde Mevlevîlerin modernleşmeye karşı tavırları ve yönetim ile ilişkilerinde zaman zaman sorunlar yaşansa da resmi ideolojiye itaat konusundaki güçlü gelenekleri ile bu sorunların üstesinden gelebildiklerini rahatlıkla iddia edebiliriz. Bu açıdan bakıldığında Mevlevîyyeyi esas itibariyle, Ehl-i Sünnet dairesi içinde,yönetimi rahatsız edecek çıkışlardan uzak ve aristokrat nitelikleriyle yöneticilerin ilgisini çeken bir tarikat olarak tanımlamak mümkündür” Kuşkusuz sadece bu fark değildir sözkonusu edilebilecek olan.

Mevlevîlerin uyum yeteneğine istisna teşkil eden isimlerden biri, sıkı bir kişilik olarak sırtını yeri geldiğinde iktidara dönmeyi göze alan Tahirü’l Mevlevî’dir. Ülkenin toplumsal, siyasal borsalarında yaşanan inişler çıkışların duruşunu ve seçimlerini etkilemediği bir isimdir o. İnançlarını, duruma göre alım satım işlemlerine tabi tutmaz. Ötekilerse, Cemal Süreya'nın bir eğretileme olarak kullandığı 'fırsat rantı'nı düz anlamıyla kullanırlar. Tahirü’l Mevlevî gerek 1924’te medreselerin lağvı sürecinde gerekse şapka giyilmesine ilişkin olarak sergilemiş olduğu tavırları sükûnet ve itaaten oldukça uzaktır.Bu uzaklık çok partili yılların başlangıç yılları olarak anılan kırklı yılların sonunda daha da belirginleşir. Dünya görüşüne, siyasal tercihlerine içtenlikle bağlı Tahirü’l Mevlevî yaşadıklarını Matbuat Alemindeki Hayatım ve İstiklâl Mahkemeleri kitabında teferruatlı olarak anlatır. Buradan hareketle şu tespitleri yapar Rüya Kılıç. “Cumhuriyet Türkiye’sinde Mevlevîler yöneticiler için rejimin öncelikli tehditlerinden biri değildi.Nitekim laik düzenlemelere karşı ilk bakışta göze çarpan tepkileri sükûnet ve itaattir.Ancak yakından bakıldığında aynı dönemde İstanbul Mevlevî kültürü içinde yetişen ve onun temsilcisi olan küçük bir grup içinde bile diğer bazı tarikat erbabı gibi tepkilerin sessiz kalmak,uyum ve destekten ılımlı ve sert muhalefete kadar farklılaşabildiği görülecektir. Mevlevî muhaliflerin eleştirileri özellikle muasırlaşma çabalarının İslâmî geleneklerle çatışmasının güzel bir örneği olan şapka giydirilmesi ile Latin alfabesinin kabulü üzerinde yoğunlaşır.Bununla birlikte gerek muhalif gerekse sessiz kalan veya destekleyen Mevlevîler için ortak olan uyumda zorlandıkları Cumhuriyet Türkiyesi’nde Osmanlı tarzı İslâmî geleneğin son sûfî temsilcileri ve taşıyıcıları olmalarıdır.”

Osmanlıdan Cumhuriyete Sufî Geleneğin Taşıyıcıları "geçmiş/şimdi/ gelecek" üçlüsünü bir arada barındıran önemli bir çalışma. Genel olarak çalışmanın klişe yargılar ötesinde bilinmeyen ve atlanan hususlara odaklanması nedeniyle modernleşme sürecinde tasavvufi yapılanmaların tavırlarına ilişkin yeni ve ufuk açıcı biçimde yaklaşmayı başarması önemli olmakla birlikte yazarın Osmanlı sufi geleneğini mutlakçı bir dille kitabın omurgası olarak kurduğunun fark edilmesi gerekir. Dolayısıyla bu temelde ifade edilen yaklaşımın siyasi bir anlamlandırmaya dayandığını da görmek lazım.


Rüya Kılıç, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Sufî Geleneğin Taşıyıcıları,Dergâh Yayınları,2009.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye