Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Dücane Cündioğlu'nun Elif Şafak Eleştirileri Üzerine
MesajGönderilme zamanı: 30.06.10, 08:48 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 07.09.09, 09:16
Mesajlar: 29
Dücane Cündioğlu'nun Elif Şafak Eleştirileri Üzerine

"Vahiyle insan arasındaki ilişkiyi, okyanusla, o okyanusun suyundan elindeki maşrapası nispetinde nasiplenmeye çalışan bir insanın ilişkisine benzetirim. Sonsuz bir büyüklük ve derinlikteki vahiy ile insanın, akıl, takvanın büyüklüğü ve nefsle ilişki nispetinde kuracağı bu ilişki, her zaman için insan ile vahiy bağını biricik yapar. Bu biriciklik sadece her insan teki için değil, aynı zamanda aynı insanın hayatı içindeki değişik zamanlar için de geçerlidir. Gün gelir bir ayet sizinle farklı bir dilde, farklı bir derinlikte konuşur ve belki tam da o anda ihtiyaç duyduğunuz bir cevabı verir.

Dücane Cündioğlu’nun, Elif Şafak’ın “Aşk” romanını eleştirdiği yazılarını okurken gayri ihtiyari aklıma bir ayet takılıp durdu. Nisa Sûresi 136. Ayette, “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a, ve daha önce indirdiği kitaba iman edin…” buyruluyordu. Bu ayet, iman edenlere hitaben “iman ediniz” deyip bu imanın niteliğiyle ilgili şeyler söylüyor. Zaten iman etmiş bir insana Allah neden tekrar tekrar “iman ediniz” diyordu?

İslam tasavvufunun İslam dininin irfanına yolculuk olduğunu düşünen birisi olarak, tasavvufun, insan için “öteki” ile kurulacak ilişkinin mahiyetini belirlemek açısından en sahici yol göstericilerden birisi olduğunu düşünüyorum. Yukarıda alıntıladığım ayet bugünlerde benimle “konuşurken”, iman etmenin statik bir dogma olmadığını, ama dinamik bir bitimsiz takva yolculuğu olduğunu anlamaya başlıyorum. Bulunduğumuz noktanın nihai nokta olmadığının, ama her daim yeni bir basamak, yeni bir katman ve iman aşaması olduğunun farkına varıyorum. Her ayet insanla biricik bir ilişki kurar demiştik ya, bu ayet de Cündioğlu’nun yazdığı yazıyla ilişkili bir yol gösterici oluyor benim için. Eleştirinin sınırlarının nasıl konulması gerektiğinin, kendimizle ilgimiz nispetinde belirlendiğini düşünüyorum ayeti her okuyuşumda.

Bilgisi okyanusta birkaç damlayı geçmeyen insanlar olarak, imanımızla da ilişkimiz, her daim yenilenmek ve gelişip takvaya ulaşmak niyetli olması gerekiyorsa şayet, o zaman bulunduğumuz noktadan başkalarının niyetlerini ya da imanlarını eleştirme ya da “belirleme” hakkımız nasıl olur?

İslam’ın irfan boyutu ya da Tasavvuf bize kendi “ontolojik” yerimizi bildiren bir ayna değil midir aynı zamanda? Bir taraftan varlıkla ilişkisi açısından yerini bilen, öte tarafta ise “Eşref-i Mahlûkat” olan insan, sırf bu bilgiden hareketle bile, hem bilgi, hem de iman açısından yetersizliğini bilmek kabiliyetinde olan bir varlıktır. İnsanın ontolojik olarak yerini bilmesi, onun kendi yerini ne aşırı abartacağı bir ifrata, ne de kendisini aşırı küçük düşüreceği tefrite izin vermez. Tam tersi, kendi yolculuğunun “Ahsen-i Takvîm” ile “Esfel-i Sâfilîn” arasında olduğunu bilen bir varlık olarak, ne kibre kapılır, ne de aşağılık kompleksine. Çünkü bilir ki bu yolda, kendisinden daha fazla “Ahsen-i Takvîm”e yakın olanlar olduğu gibi, kendisinden çok daha uzaklar da olabilir. İşte tam da bu bilinç insana ontolojik tevazû diye adlandırdığım, tek hakiki olan tevazuu kazandırır.

İnsanın vahiyle kurduğu böyle bir dinamik ilişki, vahyin her daim yeniden açılımlanması demektir. Bu durum, vahiyle ilişkimizde, anlam olarak nihaî bir noktanın konmasını her daim geciktirir. Bu, anlam yokluğu demek değil, tam tersi, insanın, yerini ve kapasitelerinin sınırlarını bilmesinin gereği olan “benden daha iyi bilenler olabilir, benden daha iyi yaşayanlar olabilir” anlayışının getirdiği bir tevazuun sonucu olan bir durumdur.

Cündioğlu’nun, eleştirilerini ilk okuduğumda yazdıklarına hak vermiştim. Hatta, Elif Şafak’ın romanını ben de benzer kaygılarım olduğu için okumayı bile reddetmiştim. Tasavvufu, Mevlânâ ve Şems aracılığıyla bir tür ticarî meta haline döndürdüğü kanaatinde olduğum için roman bende okuma isteği uyandırmamıştı. Ancak Cündioğlu’nun yazılarını ikinci defa okuduğumda ve yukarıdaki ayetle birlikte tekrar düşündüğümde, başka görünüşlerin de olduğunun farkına vardım.

Ben de, bir zamanlar benzer bir biçimde “Mevlânâ: Aşkın Dansı” filmini eleştirmiştim. Nasıl ki insan, kendisini tanımak için “ötekine” ve hatta tüm varlığa bir ayna olarak ihtiyaç duyarsa, Cündioğlu’nun yazıları da eskide kalmış o yazımın yanlışlarını yüzüme vurdu. Zira eleştirilerin içeriği bilgi olarak haklı bile olsa, o eleştiriler, önemsenen irfanı örnekleyemezse anlamsız kalıyor.

Cündioğlu, haklı olarak tasavvufun meta haline getirilmesine karşı çıkıyor. Ancak, eleştirdiği kitabın tasavvufu araç haline getirmesine vurgu yaparken, İslam’ın irfan boyutuna büyük önem veren bir insan olarak, o irfanın örneklerini göstermekten imtina ediyor. Zira eleştiri, “yolda” bir noktada bulunan bir insanın, başka bir noktada bulunan bir insana tavsiyeleri ve yol göstermelerinden çok; yolu tamamlamış bir insanın, kötü niyetli olduğundan emin olunan bir insana yönelik aşağılamalarına dönüşmüş. Bu da, iki arada bir derede kalan tasavvufun, gerçek sahibini bulamadığı bir durum yaratmış. Hâlbuki İslam dininin irfanının sahibi Allah’tır denip, yapıcı eleştiriler yapmak çok daha doğru bir tasavvuf ehli davranışı olurdu.

Cündioğlu, Elif Şafak’ın kimi tezleriyle tartışırken, İslam hermeneutiğinden bahsediyor ve burada da benim anlayabildiğim kadarıyla şöyle bir kıstas belirliyor: Ancak bilginiz “tam” ise ve o dil konusunda “uzman” iseniz yorum yapabilirsiniz! Felsefi hermeneutik ile benim “ontolojik tevazu” adını verdiğim, “noktası konulmamışlık” arasında, birisi akıldan, diğeri irfandan kaynaklanmaları açısından temel farklılıklar da olsa bir benzerlik kurulabilir. Ancak ontolojik tevazu, insanın kendi tamamlanmamışlığının farkında olması demekse şayet, Cündioğlu da Elif Şafak’a bu tevazudan hareketle bakabilseydi, belki kendi bilgisinin de okyanusta birkaç damla olduğunun farkına varabilirdi gibime geliyor. Ontolojik tevazu sırf bu yüzden vahyin her daim insanla konuştuğunu bilmek demekken, aynı zamanda bilgiyle iktidar kurmayı ya da bilgiyle üzerimizde iktidar kurulmasını da reddetmek demektir.

Bu anlamda vahyin Elif Şafak ile de konuşabileceğini kabullenmek gereklidir diye düşünüyorum. Sanıyorum Cündioğlu’nun itirazlarının büyük çoğunluğu Elif Şafak ve onun gibi düşünen kimi insanların, modern dönemlerde bu tip “tasavvuf görüşleriyle” bilmeyenler üzerinde iktidar kurmaları tehditlerine yöneliktir. Ancak, eleştiri Elif Şafak’ın bilgiyle iktidar kurmasını reddederken, öte taraftan da İslam’ın irfanını örnekleyebilirdi diye düşünüyorum. Şu an durduğu yer bizim durduğumuz yerden yanlış görünebilir, ama herhalde bu yanlışlığı tartışmak, başka bir yanlış üretmekle ve savunduğumuz irfanda sınıfta kalırken bilgiye yaslanmakla olmamalıydı.

İktidar isteğine başka tür bir iktidar kurmaya çalışarak cevap vermeye çalışmak, üzerine titrediğimiz irfanın da elimizden gittikçe uzaklaşması demektir bence. Sanılmasın ki Cündioğlu’nu eleştirdim. Cündioğlu’nda kendi aynamı gördüm ve kendimi eleştirdim…"

-alıntı-

http://911tabs.blogcu.com/ducane-cundio ... ne/6568304


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 4 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye