Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Louis Massignon: Hallac-ı Mansur'un izinde
MesajGönderilme zamanı: 29.06.10, 16:07 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
Louis Massignon: Hallac-ı Mansur'un izinde bir ömür

İSLAM’I BATI’YA TANITANLAR

Bağdat yakınlarında 1906 yılındaki bir arkeolojik kazıda Fransız bir genç kırık testi parçaları bulur. Parçaların üzerinde Arapça şu beyit vardır:

“Allah’a kavuşmak için iki rekat namaz da yeter.
Ancak, böyle bir namaz için abdesti, insan kendi kanı ile almalıdır.”


Bu sözlerden etkilenen genç, şiirin sahibinin Hallac-ı Mansur olduğunu öğrenince artık onun için yeni bir yol açılmış olur.

Hallac hakkında en kapsamlı araştırmayı yapmış olan Louis Massignon’un hikayesi böyle başlıyor.

Ferdinand Jules Louis Massignon 25 Temmuz 1883’de Fransa’nın Nogent-sur-Marne şehrinde doğdu. Paris’de Louis-le-Grand Lisesi’ni bitirdikten sonra üniversitede 1904’de tarih ve 1906’da da Arapça eğitimini tamamladı. 1906 yılında Gaston Maspéro’nun yönetimindeki Kahire Şarkî Arkeoloji Fransız Enstitüsü’ne atandı.

Daha sonra Bağdat yakınlarında bir araştırma heyeti ile bulunuyorken Osmanlı makamları tarafından casusluk suçlamasıyla 1908’de tutuklanır. Dicle nehri üzerinden kendisini Bağdat’a götüren vapurda bıçakla intihar girişiminde bulunur, ama başarısız olur. Konulduğu hücreden Dicle’nin sularına bakarak daha önce hayat hikayesini yazmaya başladığı Hallac-ı Mansur’a seslenir: “Hallac, kurtar beni!”
Çaresizlik içinde korkudan titrerken hücrenin kapısı açılır ve serbest olduğu müjdesini alır.

Ertesi günü ağır bir sıtma nöbeti geçiren Massignon, kefil olarak kendisini casusluk suçlamasından kurtaran Alûsî ailesinin yanında Bağdat’ta bir müddet kalır. Hayat ile ölüm arasında iken Alûsîler’in, başucunda, Yasin sûresini okuduklarını işitir. Hayatından ümit kesilmiş olmasına rağmen hızla iyileşerek birkaç gün sonra hayata geri döner. Bu tarihten sonra Massignon, bu hadiseden ötürü her gün kendini heyecan içinde hissetti ve onu kurtaran insanlara ve müslümanlara karşı sonsuz bir borç ve muhabbet duymaya başladı.

Hayatının sonraki dönemlerinde bu hislerle hareket etti. Fransa Cezayir’i işgal etmeye başladığı zaman gönderilen ilk tankın önüne yatarak bu harekete engel olmaya çalıştı.

Katolik inancına bağlı kalan Massignon, bir mistik ve zahid gibi yaşadı ve dünyevi şeylere kıymet vermezdi.

Hallac hakkındaki dört ciltlik âbidevî bir eser bırakmıştır.

İstanbul’da ve İslam dünyasının diğer şehirlerinde kaldığı kısa müddet zarfında kütüphanelerdeki yazmaları inceleyerek birçok eserin gün yüzüne çıkmasını sağlamıştır. Onun bir önemli hizmeti de Tasavvufun İslamdışı kültürlerin etkisi ile oluşmuş bir akım olduğu önyargısına karşı, onun İslam’ın kendi öğretisinden kaynaklandığını savunmasıdır. Louis Massignon, 79 yaşında iken 31 Ekim 1962 de Paris’de vefât etmiştir.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Louis Massignon: Hallac-ı Mansur'un izinde
MesajGönderilme zamanı: 29.06.10, 16:27 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 15.11.09, 21:21
Mesajlar: 98
Aşure, Hallac-ı Mansur ve Seksen İnanç'ta Devrialem

AHMET TEZCAN
a.tezcan@zaman.com.tr

04 Nisan 2010, Pazar

TRT'nin kulakları çınlasın.
İngiliz devlet televizyonu BBC, espriyi Jules Verne'in 80 Günde Devrialem (Around The World In Eighty Days) romanından alıp 80 İnançta Devrialem (Around The World In 80 Faiths) adında bir belgesel dizi hazırlayıp yayınladı.

Dünyadaki bütün inançları anlayıp anlatmaya yönelik belgesel için, yapım ekibi dışında teolog, sosyolog, psikolog, pedagog ve felsefecilerin bulunduğu büyük bir danışmanlar heyetiyle çalışan BBC'nin bu çalışmasıyla ilgili bilgi edinmek için http://www.bbc.co.uk/80faiths/ internet adresine girebilirsiniz.

İngilizler'in 80 İnançta Devrialem dizisinin Türkiye ayağında, Cem Radyo eski genel Yayın Yönetmeni Ayşe Acar da görüşüne başvurulan kişiler arasında yer almıştı. Ayşe Acar, 80 Günde Devrialem belgeselinin yapımcısı Tom Sheahan'a, kendisinin Atv-Avrupa kanalında yayınlanmış olan Aşure adlı belgesel-sohbet programını göndermiş. Alevi-Bektaşi Nefes'lerinin açılımında kadim bilgelik (tasavvuf) eksenli Aşure'yi hemen seyreden Tom Sheahan, Ayşe Acar'a gönderdiği mektupta Aşure'yi olağanüstü bulduğunu belirterek "Korkarım bizim belgeselimiz sizin hazırladığınız Aşure kadar heyecan ve gurur verici değil" diyor.

Ayşe Acar'ın Anadolu Aydınlanma Vakfı kurucusu Metin Bobaroğlu ile birlikte gerçekleştirdiği Aşure'yi hangi şartlarda, ne tür imkansızlıklar ve engellemeler içinde gerçekleştirdiğini bilseydi BBC Yapımcısı küçük dilini yutardı sanırım.

Hele hele kurumun Boğaziçi mezunu olup yurtdışında okumuş olmakla mağrur genç yöneticisinin, kendi kanalındaki Aşure'yi bir kez bile seyretme lütfunda bulunmayıp "Şu Aşure midir sütlaç mıdır nedir, para kazandırmıyor bize, kaldırın o programı" diyerek yayınına son verdiğini öğrenmiş olsaydı Tom Sheahan, ne düşünürdü doğrusu merak ediyorum.

Ayşe Acar; koltuğunun altında Türkiye'nin İnanç Haritası'ndan İbn-i Arabi'ye, Alevi-Bektaşi Geleneği'nde 12 Hizmet Olgusu'ndan Türk Tasavvuf Kültürü'nde Görsel Unsurlar'a varıncaya kadar BBC'ye parmak ısırtacak onlarca proje dosyası ile bir yıldır kapı kapı dolaşıyor, fakat nafile! Bütün kapılar duvar, bütün kulaklar sağır!

Çıldırmak işten değil!

Batı ülkeleri neredeyse 200 yıl öncesinden, Dünya'nın geçmişte olduğu gibi, gelecekte de sadece inanç ekseninde döneceğini, ideolojilerin iflasını görerek, buna yönelik pozisyon çalışmaları yaparken, biz başta kendi inancımız olmak üzere neredeyse bütün inançlara kapılarımızı kapatmış, ideolojik at gözlüklerimizle dolaşmaya ve dalaşmaya devam ediyoruz. Laikliği neredeyse 100 yıldır "başörtüsü" ve "şarap şişesi"ni sembolleştirerek güya tartışıyoruz.

En aydın geçinenimiz Basra harab olduktan sonra "Said-i Nursi'yi Yanlış mı Anladık?" başlıklı itirafnamelerle meşgul. En Müslüman geçinenimiz; İbn-Arabi'nin 1000 yıl önce Füsusü'l Hikem kitabının Hud Fassı'nda kaleme aldığı şu sözlerinin sahilinden fersah fersah uzak hâlâ:

"Her şahsın Rabbi hakkında bir inancı olmalıdır. Bu inanç vasıtasıyla Hakk'a döner ve Hakk'ı onda arar. Hakk o inançta göründüğünde kul O'nu kabul eder, başka bir surette tecelli ettiğinde ise, inkar eder. Ve O'ndan uzaklaşır. Böyle bir insan; içinden Hakk'a saygılı davrandığını zannettiği halde, saygısızlık yapmıştır. (...) Öyleyse; belirli bir inançla sınırlı kalıp, diğerlerini inkar etmekten sakın! Böyle bir şey yaparsan, pek çok iyiliği yitirirsin. Bütün inanç biçimlerinin heyulası (aslı, özü) haline gel, çünkü Allah, belirli bir inancın sınırlayamayacağı kadar büyük ve yücedir!"

Peki niçin bu haldeyiz?

İbn-i Arabi'nin Rabb ve Allah isimleri arasında Tanrı'nın hangi ismine vurgu yaptığına dikkat edin lütfen:

Hakk!

İnsan İbn-i Arabi'nin tabiriyle "kendi zihninde yarattığı" ve Rabb edindiği ilahı, Hakk kavramına bağlayamadığı anda bütün inanışları ve hakikatte kendi inancını inkara düşüyor. Hakk ismi ise bir kavram olarak hakikat, hukuk ve dahi adaletin özü!

Eskilerin tabiriyle "ünsiyet-i Hakk" etmekten, Hakk kavramından, Hakikatten, Hukuktan ve Adaletten uzaklaştığımız ölçüde inancımızdan ve insanlığımızdan uzaklaşıyoruz.

Şimdi Hallac-ı Mansur'un "Ene'l Hakk - Ben Hakk'ım" sözünün üzerine neden paramparça edilip yakıldıktan sonra küllerinin havaya savrulduğunu daha iyi anlamak mümkün. Hallac'ın parçalanıp yakılmasının gerekçesi asla "din" değildi, tamamen siyasi idi. Parçalanıp yakılarak külü havaya savrulan ise Hallac-ı Mansur'un bedeni değil, Hakk kavramı yani Adalet'in ta kendisiydi.

Bizim bir belgeselini bile yapmaya çekindiğimiz İbn-i Arabi'nin inanç ve düşünce sistemini anlamak için Amerika'dan Japonya'ya kadar akademik kürsüler oluşturan Batı; Hakk kavramına yaklaştıkça, yitirdiğimiz Hukuk ve Adalet'in ekseni haline geldikçe, inançların izini sürüyor, anlamaya ve anlatmaya çalışıyor. Biz ise; kendi inancımızı bile anlamaktan ve anlatmaktan kaçınır ve utanır hale geliyoruz. Hal böyle iken; Hallac-ı Mansur'u Louis Massignon'dan, İbn-i Arabi'yi Claude Addas'dan, Mevlana'yı Paulo Coelho'dan işitip şişinmekten utanmıyoruz! İnsanlığımızdan utanmıyoruz yani!

Merhum Arif Nihat Asya gibi feryad etmenin zamanıdır şimdi:

"Ne diyeyim ben size eeey
bırakanlar beni Mevlana'sız!"

ZAMAN


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye