Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 17 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Re: Herkesin Mevlânâsı Kendisine Göre...
MesajGönderilme zamanı: 18.05.10, 19:19 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 01.04.10, 00:05
Mesajlar: 220
Bir de başlık ''Herkesin Mevlânâsı Kendisine Göre...'' olduğundan yukarıdaki ifâdelerime şunu da ekleyeyim:

Anadolu Müslümanlarına göre Mevlâna Alevî idi sema değil semah yapardı

Kent Müslümanlarına göre Mevlâna mahza bir hoşgörü sevgi sarhoşu popüler bir hümanistti

Akademik Mutasavvıflara göre Mevlâna aşk-ı ilâhiyi sistemleştiren ve kendisine göre bir aşk kuramı olan birisiydi.

Sanatsal Mutasavvıflara göre Mevlâna mükemmel bir şâir ve edebiyatçıydı

Risalecilere göre ise modası geride kalmış Said Nursî tesbÎhinin ancak bir tanesi olan bir zâttı.

Halbuki Cenâb-ı Mevlâna biz 6.grup için Muhammed Mustafa Yolunun toprağı bir veliyyü'l-a'zâmdır.Tam müslümandır vesselam.

_________________
Ne Dervişlikte, ne Şeyhlikte, ne İmamlıkta iş yok... İş, Allah'ın rızasını kazanabilmekte!.. İş, Allah'ın rızasını kazanabilmekte!.. İş, Allah'a kul olabilmekte!..(MZK)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Herkesin Mevlânâsı Kendisine Göre...
MesajGönderilme zamanı: 18.05.10, 19:58 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 22.01.10, 04:41
Mesajlar: 345
Âaferiinn çelebi dostum Gümüşhanevî..


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Herkesin Mevlânâsı Kendisine Göre...
MesajGönderilme zamanı: 19.05.10, 01:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 01.04.10, 00:05
Mesajlar: 220
Kudsî yazdı:
Âaferiinn çelebi dostum Gümüşhanevî..


:) Eyvallâh Kuddûsî baba ;)

Sizin Mevlânanız size bizim Mevlânamız bize hükmüyle...

_________________
Ne Dervişlikte, ne Şeyhlikte, ne İmamlıkta iş yok... İş, Allah'ın rızasını kazanabilmekte!.. İş, Allah'ın rızasını kazanabilmekte!.. İş, Allah'a kul olabilmekte!..(MZK)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Herkesin Mevlânâsı Kendisine Göre...
MesajGönderilme zamanı: 19.05.10, 08:08 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 26.12.08, 08:19
Mesajlar: 583
Her mecliste geldim ben âh-ü zâra,
Eş oldum bedbahta ve bahtiyara.
Her kim sandı ki bana oldu yâr,
Lâkin aramadı bende ne sır var?

Sırrım, feryadımdan değildir uzak,
O nuru yok sanır lâkin göz, kulak.
Gizli değildir can tene, ten cana,
Canı görmek için izin yok sana.

Yel değil ateştir bu Ney'in sesi,
Kimde bu ateş yok, sönsün nefesi.

Aşkın ateşidir ki Ney'e düştü.
Âşkın coşmasıdır ki meye düştü.
Yardan ayrılanın Ney gönül sesi,
Perdemizi yırttı O'nun perdesi.
Ney gibi panzehir var mıdır böyle,
Hem uygun, hem düşkün, kim gördü söyle?
Ney kanlarla dolu yolları söyler,
Ney, Mecmûn âşkını hikâye eyler.
Bu aklı kim anlar bîhuştan gayrı?
Dile mahrem var mı kulaktan ayrı?

Günler gam içinde vakitsiz soldu.
Günler yanışların yoldaşı oldu.
Sen varsın, günlerim ne gam, gittiyse,
Sen kal, temizlikle eşi yok kimse.
Balıktan gayrisi suyuna kandı
Nasipsizin gönlü gecikip yandı.
Pişkinin halini hiç anlar mı ham?
Söz kısa gerektir imdi vesselâm..



Biz onu anlamanın neresindeyiz acep."Ben ol da bil "diyor hazret."bu aklı bi huş dan gayrı kimse anlamaz diyor.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Herkesin Mevlânâsı Kendisine Göre...
MesajGönderilme zamanı: 30.05.10, 15:22 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Tasavvuf’un ve Mevlana’nın suistimali

Ali Bulaç

30 Mayıs 2010


Tasavvuf tarihi, Mevlevilik ve Nakşibendîlik üzerine önemli araştırmaları olan Hamit Algar’dan dinlemiştim: “Türkiye’den Amerika’ya bir Mevlevi grubu gelmişti, duyunca çok sevinmiş, onları ziyarete gitmiştim. Ancak kısa zamanda sevincim şaşkınlığa dönüştü. Onlara –yabancı olmaları hasebiyle yardımcı olmak üzere- Cuma namazını kılacak yer (mescid) göstermek istedim. Buna ihtiyaçları olmadığını söylediler. Onlar, namaz gibi ibadetleri aştıklarını söylüyorlardı, işleri tamamen gösteri yapmaktan ibaretti. Semah gösterisi ibadet ihtiyacını karşılamaya yetiyordu”

Hamit Algar hocanın anlattığı önemlidir. Tarihte, namaz vb. ibadetlerin avam (cahil halk) işi olduğunu öne sürenler olmuştur. Algar hocanın sözünü ettiği grup, benzer bir iddiayı hatırlatmaktadır, onların gösteri olarak sığındıkları semah, ibadetlerin yerine ikame edilmektedir. Kısaca semah, havassın bir tür ibadeti veya herkes için farz olan ibadetin yerini alacak bir ritüel olarak takdim edilmektedir.

Hiç kuşkusuz, ne bütün tasavvuf ehlini ne bütün Mevlevileri bu kategoride ele almak mümkün. Aksine kahir ekseriyeti beş vakit namaza ve diğer ibadetlere büyük hassasiyet gösteren insanlardır. Ancak tarihte ibadetleri şekil şartlarına indirgeyip, kabuğu aştığını ve özle uğraştığını iddia edip namaz ve diğer farz ibadetleri küçümseyenlerin olduğu da bir gerçektir. İddia temelde aynıdır: Bir şeyin özüne ulaşabiliyorsan, şekliyle-kabuğuyla uğraşmanın gereği yoktur. Bunun İslam nokta-i nazarından batıl bir iddia olduğu açıktır. Taabbudi mahiyette nice hüküm ve ibadet var ki, bunlarda şekil şertları son derece önemlidir, bu hükümlerin akli izahlarını yapmak kimsenin gücü dahilinde değildir. Mesela hiç kimse, sabah namazında niçin iki farz rekat, öğle namazında dört ve akşam namazında üç rekat kıldığımızı bize akli olarak izah edemez. İzaha da ihtiyaç yoktur, içindeki hikmet ibadeti yerine getirirken tecelli eder.

Fakat bazen şekil şartları yerine getirilir, bu sefer ruhi/enfüsi boyutu boşaltılır. Bir kişinin Allah’ı zikretme gayesi gütmeden salt gösteri yapma gayesiyle semah yapması, içi boşaltılmış, ruhu kurutulmuş bir şekil ve ritüelden ibarettir. Anlatıma göre, birgün Mevlana eve gelir, hanımına sofra kurmasını ister. Hanımı bir tas su ve kuru ekmek koyar. “Bu kadar mı?” diye sorar. Hanımı “Evde başka şey yok” deyince, ayağa fırlar ve semah yaparak dönmeye başlar. Dediği şudur: “Hamdolsun, bugün bizim soframız Muhammed Mustafa’nın (s.a) sofrasına benzemiştir.” Mevlanaya atfedilen bu hikayenin bizi ulaştırmak istediği anlam dünyasıyla beş yıldızlı otellerin girişinde turistleri karşılamak üzere semah yapanların anlam dünyası birbirinden tamamen farklıdır.

Postmodern zamanlarda sadece tasavvufi ritüellerin değil, neredeyse İslami hükümlerin ve ibadetlerin tümü içi boşaltılmak gibi bir tehlike ile karşı karşıya bulunuyorlar. Her şey folklorik bir şova indirgeniyor, ruhundan, anlam ve amacından tecrit edilerek salt ritüeller dizgisi olarak tekrar ediliyor. Tabii ki tasavvuf ve Mevlevilik de bundan payını almaktadır. Mevlana’nın salt postmodern zamanların gösteriye ve tüketime dayalı telakkisine uygun göstermelik bir figüre dönüştürülmesi bununla ilgilidir.

Şeriatın maddi ve somut hükümleri ile şekil şartları titizlikle yerine getirilmesi gereken ibadetlerden bir tür kaçış içinde olan Müslümanlar, bir yandan Mevlana’yı, Mevleviliği ve semah gösterisini içini boşaltmış folklorik bir öğeye indirgemeye çalışırlarken, diğer yandan Mevlana’nın mesajını, Mesnevi’nin anlam dünyasını İslam’ın hükümlerinden ve ibadetlerinden arındırılmış salt entelektüel bir faaliyet olarak da sunmak istiyorlar. İslami ilimler çerçevesinde neredeyse her disiplin ve bilgi branşı salt entelektüel bir faaliyetten ibaret değildir; zihinsel çabalar ve kapsamlı araştırmalarla üretilen bilginin yöneldiği nihai ve hakiki amacı ya bizi Hakikat’ın Bilgisi’ne ulaştıracak yolları bulup göstermek veya daha sahih bir dini hayatın yaşanmasını mümkün kılmak içindir.

Tasavvuf ve Mevlana üzerinden üretilen postmodern söylem ise, tabir caizse “İslamsız bir tasavvuf “u istihraç etmeyi hedeflemektedir. “Şeriatsız İslam”ın varsayımlarına göre tasavvufa ihtiyaç vardır; fakat ihtiyaç duyulan bu tasavvuf, aynı zamanda İslam’dan arındırılmış bir tasavvuftur veya öyle olmak durumundadır. Söz konusu özelliği ve manipülatif karakteri dolayısıyla buna “Şeriatsız ve ibadetsiz İslam” projesi de diyebiliriz. İçi böylesine boşaltılmış bir tasavvuf, herkesin kolayca küresel arenada ürün olarak piyasaya sürebileceği bir metaa dönüşür; bunun üzerinden bir tür hümanizm formüle edilebilir. Başka bir deyişle, İslam olmadan da yaşanabilecek bir mistisizme ve hümanizme kabul edilebilir bir çerçeve bulmanın çabasıdır.

Modern Batı’nın, içine düşmüş olduğu sıkışmışlık halini aşmak üzere Doğu dinlerinden, Budizm, Brahmanizm ve Taoizm’den yardım almaya çalıştığını biliyoruz. Batıya lojistik destek arayışında bir miktarda İslam geleneğinin ve özellikle tasavvufun da katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bu çerçevedeki tasavvuf algısı ve Mevlana imaj üretiminin ne İslamiyet’le ne tasavvufla ne de Mevlana’yla bir ilgisi vardır. Küreselleşme çağında “ne olsa gider” mezhebi hakimdir, her beşeri havza, küresel piyasaya sürebileceği bir meta bulmak ve bunu –mesela ‘inanç turizmi’yle- paraya çevirmek ister.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: Herkesin Mevlânâsı Kendisine Göre...
MesajGönderilme zamanı: 30.05.10, 19:15 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 17.11.09, 20:45
Mesajlar: 96
simurg yazdı:
Tasavvuf’un ve Mevlana’nın suistimali



Tasavvuf tarihi, Mevlevilik ve Nakşibendîlik üzerine önemli araştırmaları olan Hamit Algar’dan dinlemiştim: “Türkiye’den Amerika’ya bir Mevlevi grubu gelmişti, duyunca çok sevinmiş, onları ziyarete gitmiştim. Ancak kısa zamanda sevincim şaşkınlığa dönüştü. Onlara –yabancı olmaları hasebiyle yardımcı olmak üzere- Cuma namazını kılacak yer (mescid) göstermek istedim. Buna ihtiyaçları olmadığını söylediler. Onlar, namaz gibi ibadetleri aştıklarını söylüyorlardı, işleri tamamen gösteri yapmaktan ibaretti. Semah gösterisi ibadet ihtiyacını karşılamaya yetiyordu”

Hamit Algar hocanın anlattığı önemlidir. Tarihte, namaz vb. ibadetlerin avam (cahil halk) işi olduğunu öne sürenler olmuştur. Algar hocanın sözünü ettiği grup, benzer bir iddiayı hatırlatmaktadır, onların gösteri olarak sığındıkları semah, ibadetlerin yerine ikame edilmektedir. Kısaca semah, havassın bir tür ibadeti veya herkes için farz olan ibadetin yerini alacak bir ritüel olarak takdim edilmektedir.

Modern Batı’nın, içine düşmüş olduğu sıkışmışlık halini aşmak üzere Doğu dinlerinden, Budizm, Brahmanizm ve Taoizm’den yardım almaya çalıştığını biliyoruz. Batıya lojistik destek arayışında bir miktarda İslam geleneğinin ve özellikle tasavvufun da katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bu çerçevedeki tasavvuf algısı ve Mevlana imaj üretiminin ne İslamiyet’le ne tasavvufla ne de Mevlana’yla bir ilgisi vardır. Küreselleşme çağında “ne olsa gider” mezhebi hakimdir, her beşeri havza, küresel piyasaya sürebileceği bir meta bulmak ve bunu –mesela ‘inanç turizmi’yle- paraya çevirmek ister.




Yazarı olmakla müşerref olduğu gazetenin müdavimleriyle isteyerek/istemeyerek te olsa teşrik-i mesaimiz vardır.

içlerin tanıdığım o kadar "risale okuyanına" gazete abonesi yapma yarışında olan "haber bültenini gittiği misafirlikte cebren izletme şampiyonu olmasına" rağmen cuma namazlarını kılmamayı "hafife alan" çooook şakirt var...

(istisnaların affına sığınıyorum)

eee güzel abim alı bulaç, sen entellektüelliğin gözünü moraratacak kadar "entelsin", sen ki risale müellifinin bu günlere uçurduğu "posta güvercinisin", sen ki meşverelerin, en mahrem dairelerin en mahrem himmetlerin aranan ricali iken, bırak bu "tasavvufçuları" bırak bu "evliya sevicileri", bırak sen türkçe olimpiyatlarında yaşı bilmem ne olmuş anne adayı kızlara tüm masumiyet ve şuhluklarında, tarkandan "oynama şıkıdım şıkıdım" söylet ve jürini yönet...

Bu tasavvuf erbabı biiznillah düştüyse şayet düştüğü yerden inayetle kalkarlar....


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Bugün için Mevlana ne anlam ifade eder?
MesajGönderilme zamanı: 16.06.10, 12:24 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 31.12.08, 16:59
Mesajlar: 308
Bugün için Mevlana ne anlam ifade eder?

Ali Bulaç


12 Haziran 2010

Mevlana’nın yetiştiği dönemi göz önüne aldığımız zaman istikrarsızlığın hüküm sürdüğü çok karışık bir dönemle karşılaşıyoruz. Moğol istilaları İslam’ın kalbi olan coğrafyayı kasıp kavuruyor. Moğollar, doğudan batıya doğru Anadolu üzerinden Bağdat’a geliyorlar ve geçtikleri her yeri çekirge sürüleri gibi adeta yerle bir ediyorlar. İbni Esir, Moğolların düzenlediği Bağdat seferi sırasında, “Yerin altının üstünden hayırlı olduğu bir zaman bu, keşke ben ölseydim, yerin altında gömülü olsaydım da bunları görmeseydim” diyor. Moğollar on binlerce insanı, çoluk çocuk demeden öldürüyorlar. Aynı zamanda bu dönem, bütün İslam dünyasındaki toplumların de-moralize olduğu bir konjonktüre işaret ediyor. Bu karamsar iklimde Mevlana’nın gördüğü önemli fonksiyonlar vardır.

a) Umutların neredeyse tükenmeye yüz tuttuğu bir dünyada bir umut ışığı yakıyor.

b) Anadolu Selçukluları ve İslam dünyası darmadağınık bir vaziyetteyken, tekrar siyasi birliği tesis etme veya tesis edilmiş olan fakat naif vaziyetteki siyasi birliği kökleştirme, kalıcı hale getirme ve bunun üzerinde de bir sosyal barış tesis etme teşebbüsü var. İşte bu siyasi birliği ve sosyal barışın temininde Mevlana önemli bir rol oynuyor.

Öte yandan Mevlana’nın Moğollarla olan ilişkisi noktasında yapılan bir takım spekülasyonları tabii ki göz ardı etmemek lazım. “Mevlana, Anadolu’daki iç siyasi çatışmalarda taraf olmuş mu olmamış mı veya nerede durmuştur, ne yapmıştır?”

Bu soruların cevabı pek vazıh değildir. O dönemin, yaşadığı geleneksel toplumun âlim veya arifin siyasetle ilişkisiyle, bugünkü âlim-arifin veya aydının siyasetle ilişkisi farklıdır.

Bilindiği üzere 19. yüzyılda bir hurafe bütün dünyayı içine aldı; bütün insani, beşeri ve toplumsal sorunlar siyaset ve ekonomi üzerinden okunmaya başlandı. Siyaset ve ekonomi ki, Marks’ın en temel anahtar terimlerinden bir tanesi budur (ekonomi-politik), hayatı belirleyen, domine eden faktörler durumuna geçti. Geleneksel toplumda ise öyle değildi; siyaset ve ekonomi muhakkak ki etkileyicidir, merkezi bir öneme sahiptir, fakat hiçbir zaman hayatın ana damarlarını domine edici değildi. Dolayısıyla o dönemdeki insanların sultanlarla veya siyasi iktidarla olan ilişkileri bugünküne benzemiyor; orada siyasetin içinde yer almak demek partizanca bir tutum içinde olmak demektir. Eğer bir iktidar mücadelesinde bir beyin, bir sultanın veya sarayın yanında yer alıyorsan, o aktif olarak siyasetin içerisinde yer alıyorsun demek anlamına geliyordu.

Geleneksel âlimlerimizin bir prensibi var: “Sultanın sarayından, zenginlerin sofrasından uzak dur”. Mevlana dini kimliği itibariyle sufi veya derviş olunca biraz daha kendini bu işin dışında tutmaya çalışıyor; fakat bu demek değildir ki, siyasi birliğin sağlanmasında veya sosyal barışın tesis edilmesinde herhangi bir rol almıyor. Mevlana’nın bizi de ilgilendiren yönü de, bu süreçte siyasi birliğin sağlanmasında ve tekrar büyük bir devletin ortaya çıkışında hangi enstrümanları kullanarak rol aldığı konusudur.

Kanaatime göre bu, günümüze de ışık tutacak bir mevzudur; çünkü bugün de 13 ve 14. yüzyıldaki sürecin bir benzerini yaşıyoruz; tıpkı o gün olduğu gibi İslam dünyasının önemli bir bölümü işgal altında. O zaman Moğollar Bağdat’ı işgal etmişti şimdi de Amerikalılar işgal etmiş durumda. O zaman Moğollar binlerce, on binlerce insanı öldürüyorlardı, bugünkü işgalde de 1 milyonun üstünde insan ölmüş bulunuyor. Dahası İslam dünyası bir polarizasyon süreci yaşıyor; etnik ve mezhebe dayalı unsurlara ayrılıyor, neredeyse kabile ve aile birimlerine kadar ayrılacak ve birbiriyle çatışma durumuna gelecektir. Tekrar bize gerekli olan, Kur’an’dan ve Sünnet’ten beslenen birleştirici nefestir. Eleştiriye açık olsa da o günün şartlarında Mesnevi’nin böyle bir fonksiyon gördüğünü söylemek mümkündür.

Mevlana’nın yaptığı şuydu: Hem o günün felsefe ve kelam paradigmasına hem de sufi paradigmasına bir itirazda bulundu. Felsefe alanında Yunan metafiziğinden devşirilmiş bulunan anahtar terimleri ve kelamda da kelamcıların aklı mutlaklaştırmasını bir kenara bıraktı.

Sufi paradigmada yaptıklarına gelirsek, Sufilerde iki temel yaklaşım vardı, bunlardan biri, insanın aşağılık bir varlık olduğu teorisiydi. İnsandan herhangi bir şey çıkmaz çünkü onun kötü arzuları vardır ve bu da insanı aşağılık kılmaktadır. Mevlana buna mukabil insanın Eşref-i mahlûkat olma fikrini öne çıkardı; elbette ki bu tema tasavvufta zaten vardı, fakat o bunu çok kuvvetli bir biçimde vurguladı. Geleneksel sufilerin hayatı aşağılayan, insanı hayatın dışına veya hayatın kendisiyle çatıştıran paradigmasını tersine döndürdü. İnsan, hayatın içinde ve onunla barışık bir vaziyette bir sufi veya derviş olarak da yaşayabilirdi.

İkinci önemli yaklaşım, insan melekleşebilir paradigmasıydı. İnsanın melekleşebilmesi için dünyevi bütün zevklerinden vazgeçmesi gerekir; ancak dünyayla çatışma içine girerse ve onu bütünüyle aşarsa melek olabilir ki, zaten insanın gayesi melek olmaktır deniyordu. Mesela El Maarri, evliliğe karşı bundan dolayı tavır alıyor, evliliğe kötü bir fiil olarak bakıyordu, hatta mezar taşına şöyle yazdırdığı söyleniyor, “Burada yatan babasının işlediği cinayeti işlememiştir” yani evlenmeden yaşayıp ölmüştür. Mevlana hayatı meşru bir çerçevede fakat sufi bir bakış açısından yorumlamıştır. Mesela şöyle demiştir: “İnsan cevherdir, felek arazdır, senden başka her şey dağdır; amaç sensin, cevherin araza boyun eğmesi utanılacak bir durumdur”. Bu dengeli orta yol bir sufi bakış açısıdır; o, nefsinin isteklerini tümüyle öldürmeye azmetmiş, dağ başlarına çekilen, hayattan kopan, en masum ve meşru çerçevede dahi olsa zevklerinden veya hazlarından istifade etmeyi utanılacak bir şey olarak gören çileci tipin yerine, başka bir insan figürü çizmiştir.

Yine Mevlana şöyle demiştir: “Nefsin, bir ejderha değil küçük bir kurttur ve senin binek atındır, ona iyi davran”. Aşırılaştırılmış Doğu mistisizmi ve bunun derin etkisinde kalmış olan sufi akımlar -özellikle Hint’ten ve Horasan üzerinden gelen-, nefsin bizzat kendisinin her ne suretle olursa olsun kötü olduğunu ve onu bütünüyle öldürüp insanın içinden yok etmek gerektiğini söylemişlerdir. Bunun tam karşısında da modern nefs telakkisi vardır. Modern paradigmaya göre, nefis her ne istiyorsa ona vermek gerekir.

Yine Mevlana “Altı yönden de bağlanmış olsan korkma, gönlünün ta içinde sevgiyle gizli bir yol vardır”, der. Bunun o günün sosyal ve siyasi şartlarına uyguladığımız zaman insana güçlü bir motivasyon sağladığını görüyoruz. Bu sayede insan adeta yeniden kendi öz varlığı, varoluşu üzerinde düşünüyor ve tekrar enerji toplayabiliyor. Bu sayede bir umut, motivasyon ve hareket ettirici fonksiyona sahip oluyor. Nasıl ki Gazali Yunan metafiziğine ve Meşşailere karşı son derece önemli, entelektüel bir mücadele vermişse, insanın tekrar motivasyonu ve Müslüman insanın tekrar varoluşu açısından Mevlana’nın hareket noktası, Gazali gibi bizim için bugün bir hareket noktası ve ilham kaynağı olabilir.

Mevlana’yı putlaştırmadan, onu yanılmaz kabul etmeden ve Kur’an’ın ve Hz. Peygamber (s.a.)’in önüne geçirmeden, onu tekrara düşmeden İslam irfanı ve tefekkürünün büyük isimlerinden biri kabul edip ondan gerekli istifadeyi sağlayabilmeliyiz.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 17 mesaj ]  Sayfaya git Önceki  1, 2

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye