Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: BİZDEKİ TARÎKATLAR * Mehmet Ali AYNÎ
MesajGönderilme zamanı: 12.02.10, 15:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 05.03.09, 09:49
Mesajlar: 311
BİZDEKİ TARÎKATLAR *
Mehmet Ali AYNÎ **

Haz.: Dr. Rifat OKUDAN
Süleyman Demirel Üniv. İlahiyat Fakültesi.

TASAVVUF: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 7 [2006], sayı: 16, ss. 289-292.


Papanın Katoliklere “Sen Fransuva” tarîkine girmelerini tavsiye ettiğini haber
veren, Cevdet Bey’in son makâlesini okudum. Bu makâlede baş muharririnizin
bilmünâsebe bizim tarîkatlerin mâhiyet ve metâlibine dâir verdiği mâlûmât
câlib-i nazardır. Ancak bu güne kadar meşâyıhdan biri çıkıp o makâlenin bazı
noktalarını tavzîh, ta’dîl ve tenvîr etmeliydi. Fakat onlar tarafından henüz böyle
bir teşebbüs görülmediğinden bu husustaki tahkîkât ve mülâhazâtımın hulâsâsını
yazacağım.

Evvelâ şurasını arz edeyim ki Müslümanlık hadd-i zâtında Allah’ı ve
Rasûlü’nü tasdîkten ibâret olmakla beraber bu tasdîk keyfiyeti bilâhere bir muâhede
ile te’yîd edilmiştir. Şöyle ki bu mukâvele pek muhâtaralı ve tehlikeli bir
günde Müslümanlar ile Nebî’leri arasında akdolunmuştu. Müslümanlar o gün
Rasûlullah’ın elini tutarak kendilerinden ayrılmayacaklarına söz vermişlerdi.
İşte onların bu ittihâd-ı samîmîsi kendilerini o tehlikeden kurtarmıştı. Binâenaleyh
bir müslümanın bu gün özü, sözü ve fiili birbirine uygun ve düzgün, fazîlet
ve istikâmetle muttasıf ve muhabbet ve i’timâda layık bir zâtı bulup onun
huzurunda o güne kadar işlemiş olduğu günahlardan sahîhan tevbe ve nedâmet
ettiğine ve ondan itibâren kimseye fenâlık etmeyeceğine, yalan söylemeyeceğine,
kimsenin malını çalmayacağına, kimseyi öldürmeyeceğine, velhâsıl her
türlü menâhîden sakınacağına dâir söz vermesi ve bu taahhüdüne Allah’ı ve
Rasûlullâh’ı ve pîrân-ı izâmdan birini şâhid tutması, o birinci muâhedeyi tecdîd
ve te’kîd etmekten ibârettir. İşte bâtın-ı şerîat olan tarîkate girmek demektir.
Yoksa tekyede oturup çorba içmek değildir. Ondan sonra o adamın cemî-i ef’âl
ve harekâtı o intisab ettiği zâtın nezâret ve murâkabesine tâbi’ olur. Ben dünyada
bundan müessir ve bundan nâfiz ve feyyâz bir zâbıta-i ahlâkiyyenin
mevcûd olacağını zannetmiyorum. Yemen’de müşerref olduğum Meşâyıh-ı
Şâzeliyye’den Şeyh Hassân ile Harput’da elini öptüğüm Meşâyıh-ı Hâlidiyyede
Bedreddîn Efendi Hazretlerinin müntesibleri üzerinde pek mühim bir zâbıta-i
mânia vazâifini îfâ ettiklerini fiilen gördüm. Bununla beraber bazı şeyhler bu
vazîfeyi îfâ etmiyormuş, ediyormuş, bu o kavâid ve müessesâtın kusûru değil,
belki o şeyhlerin ehliyetsizliğinden mütevelliddir. Eğer o şeyhler rûh-ı tarîkatin
îcâbından olduğu vechle irşâda, tehzîb-i ahlâka, mütekâbil-i muâvenete, ebnâyı
Âdem’e şefkate ve beynelefrâd te’mîn-i vidâd ve muhabbete ve te’lîf-i mâbeyne
âid vazifelerini îfâ etmiş olsalardı, Cevdet Beyefendi’nin iltizâm ve emel
ettikleri netâyic ne kadar feyyâz bir surette tahakkuk etmiş olurdu! Velhâsıl
yine tekrâr edeyim herhangi tarîkat olursa olsun o muâhede tecdîd olunurken
“ben dünyadan kaçacağım, yalnız bir lokma ve hırka ile iktifâ edeceğim” diye
bir taahhüdde bulunmaz. Eğer öyle olsaydı o cesîm, ma’mûr ve çorbası mebzûl
âsitâne, dergâh ve zâviyeleri kimler inşâ ettirecekti? Süleymân aleyhisselâm
saltanatla nübüvveti cem’ ettiği gibi ehlullahın bazı büyükleri de servet sahibi
idiler!

Gelelim şimdi Yakub Kadrî Beyefendinin geçenlerde Kadıköy’ünde temâşâ
etdiği oyunlar hakkında mülâhazâtına. Edîb-i muhteremde o kadar büyük bir
safâ-yı rûhânî hâsıl eden bu oyunlar vesilesiyle derim ki:
Ey Beyefendi! Farz ediniz ki Ayasofya Camiindesiniz, tepenizde elli metre
irtifâında muazzam ve muhteşem bir kubbe var, etrafınızı san’atın şâheserlerinden
ma’dûd müheyyeb vedler bastonlar sarmış, başınızın üzerinde
binlerce kandiller yanıyor, sağınızda solunuzda, önünüzde, ardınızda sizin gibi
pâk ve tâhir binlerce insanlar dizilmiş, hepiniz birden kıbleye müteveccihen
hâşiâne bekliyorsunuz, derken tâ önde bir adam bir kumanda ile sizi toptan
kaldırıyor, biraz sonra ikinci kumanda ile yine hepiniz kemâl-i intizâm ve ihtirâm
ile eğilip o mağrûr ve bülend nâsiyenizi hâk-ı ubûdiyyet ve mahviyyete
sürüyorsunuz. Bir müddet böyle mütevâzıâne ve hakîrâne kaldıktan ve yalvardıktan
sonra yine şeref ve haysiyyet-i insâniyyenize lâyık olduğu vechle irkilip
kalkıyorsunuz. Acabâ müsâvât-ı mutlaka ve kâmileye tâbi’ muazzam bir cemâatin
“muayyen mekân ve zamanlarda” böyle muttariden ve muntazaman hareketlerindeki
kuvvet ve azametin rûh ve manasını o Moskof Efendinin size gösterdiği
hareketlerle mukâyese buyurur musunuz? Muntazam ve muttarid hareketlerin
evkât-ı muayyenede ve bilhâssa müctemean îfâsındaki fevâid-i
azîme-i medeniyyeyi herkesten evvel ve herkesten ziyâde takdîr buyuran
Nebiy-yi Hakîm bu sebeble namazı ibâdet-i bedeniyyenin akdem ve ehemmi
olarak kıbel-i Hakk’dan emr buyurmuşlardır.

Velhâsıl müretteb bir usûl ve kâideye tevfîkan yapılan harekâtın insanda
bir te’sîr-i rûhânî îkâ’ ettiğini bilen pîrân-ı izâm da vaz’ ettikleri tarîklerde bu
cins harekâtı iltizâm etmişlerdi. Vâkıa İstanbul’da zâhir ulemâsı “bunları rakstır”
diyerek şiddetle men’a kıyâm etmişler, hattâ tekyeleri yıkmağa karâr vermişler.
Ötekiler de “hayır bunlar raks değil, semâ’ ve devrândır” demişler. Her
iki taraf müteaddid kitaplar yazmışlar, fetvâlar almışlar. Fakat isim kavgasından
ne çıkar. İşin hakîkati bence budur: “Bir çok kimselerle el ele tutarak bir
halka olmak, hep beraber dönmek, dönerken öne arkaya veya sağa veya sola
doğru sallanmak ve bu hareketleri muttarid ve âhengdâr kavâîde tatbîk ile ve
bir şeyhin kumandasına imtisâlen ilâhî nağmeler işiterek yapmak lâhûtî bir
rakstır. Fakat raks lafzını meselâ efelerin oyunları gibi el’âb-ı nefsâniyyeye tahsîs
ettiğimizden ötekilerine semâ’ ve devrân demişler. Pek a’lâ! İşte bu semâ’ ve
devrân esnâsında hâsıl olan safâ-yı rûhânînin diğer hiçbir zevkle mukâyesesine
cevâz yoktur. Gerçi saçları muattar ve mesâmmât-ı bedeninin her tarafından
müsekkir ve şehvet-engîz râyihalar intişâr eden bir dilber-i müstesnânın belinden
sarılıp, göğüs göğse, sıcak, müzeyyen ve münevver bir mecliste dönmek,
sıçramakta pek büyük bir lezzet ve safâ olduğuna şübhe yoktur. Fakat bu pek
şeytânî ve dûzahî bir lezzettir. Çünkü bunun içinde kıskançlık, hırs, hased, kin,
intikâm, hîle ve şeytanet gibi insanı üzen, kemiren çeşit çeşit redâetler vardır ve
bunların arkasından nice nice şenâat ve rezâletler ve bazan cinâyetler vukû’
bulmaktadır. Tabîî Frenkçe romanlarda bunların envâını görüyorsunuz, fakat o
bizim semâ’ ve devrânlarımızda yalnız nezâhet, yalnız safvet ve yalnız
samîmiyyet ve lâhûtiyyet vardır. İnsanı yükselten, temizleyen öyle bir muhît
içinde insan yalnız rahmâniyyetin en yüksek ve lezîz safâlarıyla sermest olur.
Her gün sabahtan akşama kadar hayâtın nice nice sadme ve imtihanlarına
tesâdüfle bazan kendinden de, dünyadan da bezen bîçâre insanların öyle bir
meclis-i safâ-engîz-i rûhânîye gelip bir müddet kaldıktan sonra orada ne kadar
büyük bir cesaret ve ne kadar şevk ve ümîd, huzûr-ı kalb ve tesellî ile çıkacağını
tasavvur ediniz! Bizde tarîkat ve tekye deyince hatıra mutlaka atâlet ve mutlaka
başkalarının kesesinden kibarca geçinmek gibi şeyler gelir. Halbuki hakîkat
bunun tamâmen hilâfınadır ve dervişlikte başkasından bir şey istemek kadar
ayıb ve merdûd bir şey yoktur. Binâenaleyh bu ifâdemden tabîî sû-i isti’malleri
ve sû-i te’villeri nazar-ı i’tibâre almamış oluyorum. Ve bundan dolayı
şu tarîkat âleminden rûhu büyük, azm ve irâdesi büyük bir adamın yetişerek
sönmüş emellere, donmuş kalblere yeni bir heyecân ve harâret nefh etmesini
şiddetle temennî ederim.

Vaktiyle bazı pehlivanlar bir kılınç uruşda koca bir atlıyı başındaki
tuğluğası, arkasındaki zırhı ve altındaki atıyla beraber ikiye biçermiş. Bunu
mübâlağaya hamletmemeli. Zira birkaç sene evvel Bağdad’da vefât eden Dağıstanlı
Mücâhid Merhûm Mehmed Fâzıl Paşa da çengelle asılmış üç dört koyunu
bir kılıcla ikiye biçerdi. Ancak o kılıcla cılız ve dermansız bir adam bir ağaç dalı
bile kesemez. Acabâ onun bu muvaffakıyetsizliğini kılıcın demiri fenâ olduğuna
veya ağzı körleştiğine mi hamledeceğiz? Hâşâ, bu muvaffakiyetsizlik onu
kullanan bilekteki aczdendir. O halde en geniş bir muhît-i dâire olan tarîk-i
Muhammedî ile onun içinde mahfûz bulunan diğer tarîklerin hepsi saâdet ve
selâmet-i beşeriyyeyi kâfil kavâid ve âdâbı ihtivâ etmekle berâber onların feyzini
çıkaracak ancak bizleriz. Netîce-i kelâm ne Cevdet Bey’in tavsiye ettiği yeni
bir tarîkat îcâdına ve ne Yakûb Kadrî Bey’in bahsettiği harekâta imrenmeye
lüzûm var, hemen biz elimizdeki nimetlerin hakkını vermeğe aşkla teşebbüs
edelim.

23 Şubat 1337

*Aynî, Mehmed Ali, “Bizdeki Tarîkatler”, İntikâd ve Mülâhazalar, Dînî, Felsefî, Tasavvufî, Ahlâkî ve
Edebî, Sâhib ve Nâşiri: Kütübhâne-i Sûdî, İstanbul-Bâb-ı Âlî Caddesi 1339-1923, Orhâniye
Matbaası. “Bizdeki Tarîkatler” başlıklı bu makale, eserin İkinci Bâbı olan “Tasavvufî Makâleler”
kısmının 139-144. sayfalar arasındaki ikinci makalesidir.

**Mehmet Ali Aynî Beyefendi, İntikâd ve Mülâhazalar adlı eserinin başında okuyucularına eserini
ve yayınlanmasındaki amacı şöyle anlatmaktadır:

Muhterem kâri’lerime:

Felsefeye, ahlâkiyâta, tasavvufa, mesâil-i dîniyyeye müteallık olmak üzre İkdâm, Tevhîd-i
Efkâr ve Akşam gazeteleriyle bazı mevkût risâlelerde neşr etmiş olduğum muhtelif makâlelerim
var. Bunların öyle müteferrik bir halde kalmasına gönlüm râzı olmadığından bir araya
toplayıp, bilhâssa mekâtib-i âliyye talebesine bir kitab şeklinde ithâf etmeyi düşündüm. Şayet
mütâlaası kendilerince bir istifâde temin edebilirse bundan pek ziyâde mesrûr ve mütefahhir
olacağım. Her halde bu kitab, ulûmun eşref ve a’lâsı olan felsefenin bizde ne kadar geri kalmış
olduğuna bil-vâsıta delâlet edeceğinden, bu halin de yeni yetişmek üzre olan gençlerimizin
tahsîl-i ulûm için bir kat daha tezyîd-i mesâî etmelerine sebeb olmasını hâssaten temennî
ederim.

Kızıltoprak 28 Şubat 339

Mehmed Ali Aynî


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 4 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye