Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 11 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2  Sonraki
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: MEHMED FEYZİ PAMUKÇU (1912-1990)
MesajGönderilme zamanı: 27.02.09, 17:22 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
MEHMED FEYZİ PAMUKÇU -rh-

(1912-1990)

1912'de Kastamonu'da doğdu. İlim ve takva sahibi bir zattır.
Bediüzzaman'a altı yıl hizmet etti. 1943 Denizli, 1948 Afyon'da Bediüzzaman'la birlikte tevkuf bulundu.

1990 yılında Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Resim

Anadolu'yu aydınlatanlar

Çok şükür bu mübarek topraklarda aziz insanlar hâlâ yaşamaktadırlar. Anadolu'nun her yanında bu maneviyat erlerini görmek ve onları ziyaret etmek, bunalan ruhlara hayat vermektedir.
Vatan köşelerini, her gezişimde bu hakikatı kalbimin her zerresiyle duymaktayım.
"Anadolu'yu aydınlatanlar" dün olduğu gibi bugün de aydınlatmaktadırlar. Ümidimiz ve inancımız odurki, bu maneviyat kandilleri kıyamete kadar nurunu bu şehit topraklarından eksiltmeyeceklerdir.
Yüzyılların sinesine yerleşen bu nur çırağları, bu İslâm milletinin karanlık yollarına ışık serpmektedirler.

Bin yıl evvel Anadolu İslâma vatan yapan onlardı.
Ulu gazilere yol gösteren onlardı.
Geçtikleri yerleri mamurelerle donatan onlardı.
Kurşun kubbeleri merdiven yaparak Hakka kanat açanlar onlardı.
Nurdan minarelerle Allah'ın şanını ilân edenler onlardı.

Onlar, erenler, ermişler, kendilerini Hakka vermişler, bu ülkenin tapusu oldular, yapısı oldular.
1975 ilkbaharında bazı arkadaşlarla, şevk ve sevinç içerisinde memleketimizin zünrüt ormanlarından geçerek bu şehrimize gidiyorduk. Daha evvelki seneler de aynı gaye, aynı maksat için üç defa yine gitmiştik Kastamonu'ya...

Her defasında Nasrullah Camiinin şadırvanlarında abdest alırken, aynı yerde abdest alıp, namaz kılan, sekiz senesini bu menfâda, bu gurbette, bu sürgünde, bu şehirde geçiren asrımızın Üstadını düşünürdüm. Yüksek kalesi, sakin cadde ve sokaklarıyla Kastamonu küçük bir Anadolu beldesidir.

Üç Feyzi'den biri: Mehmed Feyzi Pamukçu
Sizlere bu menzilden tanıtmak istediğim mübarek şahsiyet ise, Hacı Mehmed Feyzi Pamukçu Efendi'dir.
Uzun boylu, nuranî çehreli, ak sakalı ile Mehmed Feyzi Efendi Nur Risalelerine hizmet eden, Bediüzzaman'a gönül veren, ehl-i ilim ehl-i takva bir zattır.
Nur manzumesinde Ahmedler vardır. Mehmetler vardır, Sabriler vardır, Tahirler vardır, Feyziler vardır,
Bu Feyzilerden birisi de Mehmed Feyzi'dir.
Ahmet Feyzi Kul
Hasan Feyzi Yüreğil.
Mehmet Feyzi Pamukçu.
1912 yılında Kastamonu'da doğan Mehmed Feyzi Efendi, 1943'de Denizli, l948'de Afyonkarahisar hapishanelerinde Üstad'ı ile birlikte bulunmuştu.
"Risale-i Nur ve Bediüzzaman hakkında Türk Hakiminin Millet Adına Verdiği Kararlar-Ehl-i Vukuf Raporları ismi altında 1962 senesinde Avukat Bekir Berk'in neşrettiği kitabın 'Kaziye-i Muhakeme Denizli Ağır Ceza Mahkemesi' başlığı altında verilen bir beraat kararında kimliği şöyle takdim ediliyordu.
"Kastamonu Müderris Atabey köyünden İzzet oğlu 1328 doğumlu 6.10.1943'den beri mevkuf, sabıkasız Mehmed Feyzi Pamukçu."
Kendilerini muhtelif tarihlerdeki ziyaretlerimin sonuncusu 13 Nisan 1975 tarihinde olmuştu.
Bediüzzaman'la olan beraberliğinin hatıralarını mezkûr tarihin gecesinde geç saatlere kadar anlatmıştı. Bu notlara göre muhterem Mehmed Feyzi Pamukçu hatıralarını şöyle anlatmaya başlamıştı:


Beni Nurlara celbeden 32. Söz olmuştu.
"İlk defa 1937 senesinde İstanbul'da Kastamonulu bir adam 'Kastamonu'ya bir hoca geldi' diye Üstaddan bahsetmişti. Daha sonraları Kastamonu'ya geldikten bir sene kadar geçmişti ki, Üstadı tanımak şerefine erdim. Beni nurlara celbeden Otuz İkinci Söz olmuştu. Daha evvel Arapça bildiğim için Hizbü'n-Nurî'yi vermişti. Otuz İkinci Söz'ü okuduğum zaman yattığımda bir rüya görmüştüm. Büyük bir şose, hava ise sümbülî, alakaranlık. Kalabalık insanlar. Bu asrın vazifeli şahsiyeti geliyor. Ekin biçildiği zaman çıkan tırpan sesi işitiyorum. Hışırtı devam ediyordu. Daha sonraki senelerde Üstad'la beraber tevkif edilip Denizli'ye gittiğimiz zaman aynen o yolu orada gördüm. Nazif Çelebi'deki Üstad'ın abası rüyadaki aynı aba idi...


"Üstadın bir kerametini gözlerimle gördüm"
"Denizli hapishanesinde mahkeme gidip gelişlerimizi hatırladım.
"İkişer kişi halinde kelepçe takarlardı. Her duruşmada çeşitli arkadaşlarla kelepçelenirdik. Bir gün beni Üstad'la beraber bağladılar. Mahkemeye gidiyorduk. Tam kabristanın yanından geçerken Üstad Fatiha diyerek okumaya başladı. Kelepçe, zincirli ve asma kilitliydi. Yan gözümle Üstad'a baktım. Fatihayı okuduktan sonra ellerini yüzüne sürdü. Elimiz beraber bağlı olduğu halde benim elim kalkmadı. Bunu Üstad'ın bir kerameti olarak bizzat müşahede ettim.


"Üstad, herkesi kendi mertebesine hizmete sevk ve idare ederdi"
"Üstad kinini medh ü sena ile, kimini takdirle, kimini de takbihle idare etmişti. İşte bu idarecilik bir kemal alâmetidir. Herkesi kendi mertebesinde idare ederdi.
"İkinci Cihan Harbinde İstanbul'da yedi ay kadar ihtiyat askerliği yaptım. Fatih'te bulunmuştuk. Terhis olduktan sonra orada kalmak istiyordum. Kardeşiniz Tahsin (Aydın) bana mektup yazmıştı. Üstad mektubun altına şu notu kaydetmişti:
"Feyzi kardaşım, İstanbul Eski Said'i bilir. Yeni Said'in kardaşı Feyzi'yi aldatıp kendine çekmesin. Senin orada kalmana Risale-i Nur razı değil!... " Bu notu kırmızı kalemle, yeni bir uçla yazmıştı, kendi hattıydı.


"Üstad Fevzi'yi Feyzi yapmıştı"
"Üstad'la beraber bulunduğumuz yılların hatıraları hülasaten şöyledir:
"Eskiden ismim Mehmet Fevzi idi. Üstad, 'Mehmet Feyzi olsun' dedi ve öyle oldu.


"Üstad, dağda hastalanmıştı"
"Bir gün dışarıdan bir kadın, 'Hoca Efendi seni çağırıyor' diye bana bildiriyordu. Uykudan kalkarak kapıya baktığımda kimsecikler yoktu. Hemen kalkıp evine gittim. Fakat evde kimsecikler yoktu. Arkadaşlarla dağa gitmiş. Ben de dağa gittim. Üstad beni görünce, 'Nereden çıktın sen?' dedi. Ben de 'Siz çağırtmışsınız' dedim. 'Hayır ben çağırtmadım', dedi. Dağda hastalanmıştı. Ata binerek eve getirdik.


"Yolda atın üzerinde bile Risale tashih ederdi"
"Mektupları ve risaleleri dağda veya evde tebyiz ederdim bazan da kendi ağzından yazardım. Atla dağa giderken yolda bile boş durmazdı. Siyah bir atı vardı, hayvanın üzerinde eserleir tashih edeceği zaman dizginini tutmadığımız halde at kendiliğinden dururdu.
"Kırda namaz kılıyorduk. Namaz esnasında yanımıza iki camus geldi. İki-üç metre kadar yaklaştılar. Ben kortum ve telaşlandım. Namazdan sonra Üstad bana: 'Senin telaşın benim namazımı da teşviş etti' dedi."
Üstad Bediüzzaman'la bulunduğu günlerde hasretle anan Mehmed Feyzi Efendi, hatıralarını anlatırken dertleniyor:
"Demler o demler, zaman o zaman idi..." diyerek Bediüzzaman'la geçen mesut zamanlarını hasret hisleriyle anıyordu.


"Arabî-Türkî kendi eserlerinin tamamını Üstad'a okudum"
"Arabî ve Türkî kendi eserleri olan Risale-i Nurların tamamını kendisine baştan sona okudum. işte ben bununla iftihar ederim.

Mevlana Halid'in Cübbesi
"Asiye Hanım (Mülazımoğlu), dedesi Küçük Aşık'ın Mevlânâ Halid Hazretlerinden aldığı cübbeyi getirmişti. Cübbeyi yıkadım, suyunu kabristana döktüm. Hayatta iftihar ettiğim bir husus da budur.


"Üstad'a en ziyade Avni Doğan eziyet ederdi"
"Nurları köşe bucak saklardık. Beşinci Şua'yı kömürlerin içine saklamıştık. Tevhid Risalesinin ilk müsveddesini ise Vali Avni Doğan aldı.
"Üstad'a en ziyade sıkıntı veren Avni Doğan'dı. Vali Mithat onun kadar eziyet etmemişti. Mithat Altıok, İttihad ve Terakki fırkasında kâtipmiş. Üstad'ı o zamanlardan tanıyordu. Belediye Reisinin evinde Üstadla görüşmek istedi, fakat Üstad görüşmeyi kabul etmedi.


"Fevzi, Kaza-i İlâhidir"
"Denizli hapsinden sonra, yeşille beyaz karışımı bir sarık sarmıştı. Pencereden bana şöyle seslenmişti :
"Fevzi kaza-i İlâhidir..."
"Kastamonu'dan ayrılırken müddeiumumilikte (savcılıkta) ikindi namazını kılarak çıkmıştı. Giderken 'Allahasmarladık' diye başlayan bir mektup yazmıştı.
"Polis müdürü, Şükrü Bey diye bir zattı. Mithat Altıok on dokuz gün ifadem alınırken yanımda bulundu.
"İfadem alınırken Üstad'ı kastederek, 'Akşam evinde kırk baklava tepsisi vardı' diyorlardı. Ben de 'Yalan söylemeyin' diye cevap verdim.
"Bir yerde şöyle bir not bulmuşlardı:
"İstanbul'dan kitap geldi, kerameti gözüktü!' Bu kitapları kim getirdi diye çok sorup sıkıştırdılar.
"Bir akşam başkomiser gelip beni çağırdı.
"Ne yaptınız?' diye sordu.
"Ne yapacağız? Yatsı namazını kıldık...'
"Kim geldi?'
"Bilmiyorum, karanlıktı' diye cevap verdim.
"Ezanı kim okudu?'
"Ben okudum.'
"Bu ifadelerden sonra, rahmetli Emin Bey'e söyledim: 'Ben böyle dedim, şayet sana da sorarlarsa sen de böyle, söyle', dedim.
"Arapça mı okudun?' diye sordular. 'Evet' demiştim. 'Bunun suçu yoktur. Kendi evimde, kapalı yerde istediğim şekilde okurum.'
"Emin Bey ne sordularsa hepsini biliyorum, diye cevap vermiş.
"Emin Bey'i, 'Yalan söylüyorsun' diye tokatlamışlar.


"Çaycı Emin'in büyük bir ihlas ve sadakatı vardı"
"Çaycı Emin Bey, ümmî olduğu halde öyle bir sadakat gösterdi ki kemal-i ihlâs sahibiydi. Yüksek bir meziyeti vardı... Benden üstündü.
"İfadelerimiz alınırken kamış kalemle, demir uçlarla çeşitli yazılar yazdırdılar. Tâ ki ellerindeki kitapları kimin yazdığını tesbit edebilmek için...
"Vali Avni Doğan, alıp götürdüğü Risalenin aslını bir daha vermedi. Dosyamızın kalınlığı yerden bir sandalye yüksekliğinde olmuştu.


"Üstad istidasını geri almıştı"
"Denizli'de Mahkeme Reisi Ali Rıza Bey (Balaban) kademe kademe anfi gibi sıralar yaptırmıştı.
"Üstad hastalığını ileri sürerek 'mahkemeye gelemeyeceğim' diye istida vermişti. Sonra mahkemenin müsbet halini görünce 'İstidamı reddediyorum!' dedi. Reis: 'Ey Said Efendi, istidayı geri mi alıyorsun?' diye tebessümle mukabele etti.
"Bir celsede müddeiumumi Üstad'ın oturuşuna itiraz etti. 'Mahkemenin nizamını bozuyor' dedi.
"Ali rıza Efendi ise, 'Doğru oturunuz' deyince; Üstad 'hastayım' diye cevap verdi.
"Reis, müddeiumumiye dönerek: 'Hastaymış ne yapalım? dedi. Sonra da 'Siz gidin istirahat edin' diye bir gardiyanla Üstad'ı gönderdiler.
"Bediüzzaman ve talebeleri hapishaneyi mektebe çevirdiler"
"Denizli'de, müddeiumuminin muavini adliye vekiline telgraf çekmiş: 'Bediüzzaman ve talebeleri hapishaneyi bir mektebe çevirdiler!' diye.
"Üstad, 'Hapishanenin mektep olmasından memnun olunsun' diyordu.
Beylerbeyi Süleyman hapisten nasıl kaçmıştı?
"Hapishanede Beylerbeyli Süleyman Hünkar ve arkadaşları kaçmak istiyorlardı. Süleyman: 'Deve bile olsa ben yine buradan kaçırırım' diyordu. Üstada, 'hoca ammi' diye hitap ederdi. Daha sonraki senelerde (1948) biz Afyon hapsindeyken Süleyman hapisten kaçarak Kastamonu'ya Sadık Bey'in yanına gelmiş, bizleri aramış sormuş. Sadık Bey, 'Nasıl kaçtın' deyince: 'Üstadın Esmâ-yı Hüsnâ manzumesini Feyzi Efendi yazmıştı, onu muska yaparak kaçtım!' diye cevap vermiş.


İdamlıklar nurlarla imanlarını kurtarmışlardı
"Hapishanede mahkûmlar bize dualar yazdırmak istiyorlardı. Delâil-i şerifi yazmıştım. Ağır cezalılardan İbrahim bunu muska yaparak kaçmak istiyordu. Ben de 'Böyle şeylerle kaçılmaz. Eğer kaçılsaydı biz kendimiz kaçarız!" diye latife yollu cevap vermiştim. Daha sonra İbrahim'i idam ettiler. Bir çok mahkûmları kötü vaziyetten kurtarmıştık. Pislikten, kötü hayattan Kur'ân okuyarak, Nurları okuyarak kurtuldular.
"Bazılarını Kur'ân okurken, bazılarını tesbihat yaparken, bazılarını ise namazdan alıp götürdüler, idam ettiler. Kumardan ve diğer fenalıklardan alıp götürselerdi, ne olurdu biçarelerin hali?
"Üstad' yeni yazı ile Risaleleri yazın' deyince, bazıları itiraz ettiler. Sadık Bey ise, sadakatle, 'Üstad ne derse o olsun' diyordu.

"Nurcu ismini ilk defa Afyon'da duydum"
"Denizli'den sonra ise, l948 senesinde Üstadla birlikte ilk defa bizi Afyon hapishanesine gönderdiler. Gece vakti tevkif ettiler. O zamana karşı Nurcu ismini duymamıştım. İlk defa Nurcu tabirini Afyon'da duydum.
"Afyon'da hepimizi bir nezaret odasına koymuşlardı. Üstad bizleri, talebelerine göstererek: 'Bu on Said kadar hizmet etmiştir. Şu yüz Said kadar hizmet etmiştir!' diye iltifat ediyordu."

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEHMED FEYZİ PAMUKÇU (1912-1990)
MesajGönderilme zamanı: 27.02.09, 17:24 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
Ülkücü Hareketin Himmet Sahiplerinden:

Mehmet Feyzi Pamukçu Rh.A

http://www.yusufiye.net/modules.php?nam ... 19&mode=th read&order=0&thold=0

Başbuğumuzun gönül dostu, ülkücü hareketin manevi önderlerinden olan Mehmet Feyzi Pamukçu efendimizi bu güzel sohbeti münasebetiyle rahmetle anıyoruz.

MÜSBET DÜŞÜNELİM, MÜSBET SÖYLEYELİM, MÜSBET HAREKET EDELİM.

Zamanımız fitne ve fesâdın bol olduğu, kendine uygun zemin bulduğu ve yayılmaya müsait durumların hazır olduğu bir devredir. Yukarıdaki bu güzel ve esrarlı söz, toplumu nazara alarak, düşüncede, sözde ve harekette hep müsbet olmayı; olumlu davranıp menfî olan tutum ve davranışları bırakmayı, çevreyi telaşlandıran, huzuru ve sükunu bozan şeyleri terketmeyi, söylememeyi ve hatta düşünmemeyi tavsiye etmektedir.

Basîretsiz ve uyanık davranmayıp olana bitene ve çevresine bakmayıp, safça; neticenin nereye varacağını îtibâra almadan hareket eden kimseler, sağa sola pervasızca, şuursuzca gidip gelen, henüz gözü açılmamış hayvan yavrularına benzer. Müsbeti ele almak, müsbetten hareket etmek, nazara daima müsbeti vermektir. Çünkü insan fıtratı nefiyden ziyade isbattan hoşlanır. Müsbet yolu tutmak her zaman için müsbet netice getirir. Müsbet yolda sevgi vardır, müsbette saygı vardır. Müsbette şefkat ve hoşgörü vardır. Fitne ve fesattan korunma ve kaçınma, düşüncede, sözde ve harekette olmak üzere üç mertebede gerçekleşir.

Düşüncede Müsbet Olmak:

Herkes hakkında iyi düşünmek , her olayı iyi yorumlamak kişiyi rahatlatır. Kötü düşünmek, hâdisatı şer olarak tefsir ve te’vîl etmek kişiyi karamsar ve huzursuz yapar. Karşılaştığımız olaylar ve kişilerden de kötü ahkam çıkarmak, onları uğursuz saymak dinimizde merduttur. İnsanın fikri zikrini oluşturur. Zikrin mahalli ise kalptir. Kalp bir ayna gibidir. Nazargâh-ı rabbanî olmaya da mir’at-ı şeytan olmaya da müsâittir. Müsbet düşünmenin hikmeti özellikle zamanımızda ortaya çıkmaktadır. Çünkü zamanımızda düşünceleri okuyabilen modern aletler keşfedilmiştir. Kafalarımızdaki gizli fikirler artık gizli tutulamayacaktır. Şayet kafamızda menfi bir düşünce varsa bunun öğrenilmesiyle kişinin şahsına ve etrafına zarar vermesi kaçınılmaz olur. Bunun için de en iyisi kafalarımızda menfî düşünceleri barındırmamaktır.

Sözde Müsbet Olmak:

Bilindiği üzere söz lisanımızın malıdır. Lisan ise kalbin tercümanıdır. Bundan ötürü sözde müsbet olmak, fikirde müsbet olmaktan daha önemlidir. Sözlerimizi söylemeden evvel, onu nasıl ifade edeceğimizi düşünmeli, sonra da onu ham olarak değil de tam olarak ifade etmeli ki, sözlerimiz arzu edilen hedefe ulaşsın. Aksi takdirde ağızdan çıkan bir söz hiçbir zaman geri gelmez.

Harekette Müsbet Olmak:

Hareketlerimizin müsbetliği konusu bize, dinimizde çok önemli bir esas olan ihlâs mevzuunu hatırlatmaktadır. Bir bakıma ihlâs ile hareketteki müsbetlilik aynı anlamı tazammum etmekte ve aynı meseleyi ifade etmektedir. Çünkü ihlas deyince hatırımıza samimiyet, paklık, arınmışlık gibi üstün değerler ve ulvî hareketler gelmekte; yüksek değerli, kutsal olan bir husus gözümüzün önüne serilmektedir. Hareketteki müsbetlik, fikirde ve sözde olan müsbetlikden çok daha önemli görülmektedir. Çünkü düşünce ve sözde müsbet olunmadığı takdirde doğacak sonuç, genellikle sahibini ilgilendirmektedir. Ama fikrin ya da sözün fiiliyâta dökülmesiyle şahıs, ferdiyetten ikiliğe, cemiyete dönüşmekte, dolayısıyla hareket başkalarını ilgilendirir duruma gelmektedir.

***
Başbuğumuzun gönül dostu, ülkücü hareketin manevi önderlerinden olan Mehmet Feyzi Pamukçu efendimizi bu güzel sohbeti münasebetiyle rahmetle anıyoruz.

http://www.yusufiye.net/modules.php?...rder=0&thold=0

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEHMED FEYZİ PAMUKÇU (1912-1990)
MesajGönderilme zamanı: 27.02.09, 17:26 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
"MEŞHUR" Halid Bağdadi Cübbesi Hikayesi

"Asiye Hanım (Mülazımoğlu), dedesi Küçük Aşık'ın Mevlânâ Halid Hazretlerinden aldığı cübbeyi getirmişti. Cübbeyi yıkadım, suyunu kabristana döktüm. Hayatta iftihar ettiğim bir husus da budur."

Mehmed Feyzi Pamukçu Rh.A.


***

Bir efsane haline getirilen "Mevlana Halid'in Cübbesi" konusunun da asli tanığı Mehmed Feyzi Pamukçu Rh.A. dir.

Komşularından birisi olan ve "Küçük Aşık" diye bilinen dedesine teberrüken verilen Halid-i Bağdadi'nin cübbesini saklayan torunu Asiye Mülazımoğlu adlı hanımefendi "zayi olup gitmesin diye" Mehmed Feyzi Pamukçu Rh.A. 'e vermiştir. O da zahiri kirlerinden arındırmak için yıkadığı cübbeyi Said Nursi Rh.a. 'e getirmiştir.

Neredeyse "Halidiyye'nin Said Nursi'ye manevi mirasının işareti" haline getirilen "Mevlana Halid-i Bağdadi Cübbesi" konusu da budur işte...

Sadece bu...

***

Konu Risalelere şu şekilde yansımış:

--------------------------------------------------------------------------------


Yine birgün, Mevlânâ Hâlid (k.s.) Hazretlerinin Küçük Âşık namında bir talebesinin neslinden mübarek bir hanım, (*) yanında çok senelerden beri muhafaza ettiği Mevlânâ Hazretlerinin cübbesini, Ramazan-ı Şerifte teberrüken Üstadımızın yanında kalsın diye Feyzi ile gönderir. Üstadımız hemen Emin kardeşimize yıkamak için emrederek Cenâb-ı Hakka şükretmeye başlar.

Feyzi’nin hatırına: “Bu hanım, benim ile yirmi gün için gönderdi, Üstadım neden sahip çıkıyor?” diye hayretler içinde kalır.

Sonra o hanımı görür, o hanım Feyzi’ye der ki: “Üstad hediyeleri kabul etmediğinden, bu suretle belki kabul eder diye öyle söylemiştim. Fakat emanet onundur, canımız dahi feda olsun” der, o kardeşimizi hayretten kurtarır.

Evet, mübarek Üstadımızın o cübbeyi kabulü, Mevlânâ Halid’den sonra vazife-i teceddüd-ü dinin kendilerine intikaline bir alâmet telâkki etmesindendir, derler.

Hem de öyle olmak lâzım.

Çünkü Hadis-i sahihte:

اِنَّ اللهَ يَبْعَثُ لِهٰذِهِ اْلاُمَّةِ عَلَى رَاْسِ كُلِّ مِاَةِ سَنَةٍ مَنْ يُجَدِّدُ لَهَا دِينَهَا(*)

buyurulmuş.

Mevlânâ Hazretlerinin velâdeti 1193, Üstadımız Hazretlerinin ise 1293’tür. Bu hadisin tam izahı Risale-i Gavsiye’de vardır.

http://www.sorularlarisaleinur.com/subp ... 7&sayfa=60

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEHMED FEYZİ PAMUKÇU (1912-1990)
MesajGönderilme zamanı: 27.02.09, 17:29 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
MEHMED FEYZİ EFENDİ HAKKINDA NE DEDİLER?

ALPARSLAN TÜRKEŞ :"Kendilerinden Manevi Desteklerini Rica Etmiştim"

Kastamonu'ya yaptığım bir gezi sırasında bundan otuz yıl kadar önce kendilerini evlerinde bir akşam ziyaret ederek tanışmış, görüşmüş olduk. Merhum; çok imanlı, ermiş, büyük bir şahsiyetti. İslâmiyet hepimizin kabul edip iman ettiği gibi, Cenab-ı Hakk'ın insanlığı saadete, mutluluğa, hak yola sevk için lutfetmiş olduğu, hediye etmiş olduğu sönmez bir güneştir. Efendi Hazretleri, İslâmiyet'in bütün ulvi manasıyla ve esaslarıyla dersini veriyordu. Bu hususta çok iyi yetişmişti, çok bilgiliydi. Kendileriyle, gerek milletimizin kalkınması meselelerini ve gerekse devletimizin yaşatılması meselelerini birçok defalar görüştük. Daha doğrusu kendilerinin irşadını aldım. Bu münasebetle de kendileriyle çok yakın tanışır olduk. Bu vesileyle kendisinin ilim alanında da çok derin olduğunu gördüm. Kendi el yazısıyla, eski harflerle yazılmış yazılarını, defterlerini gördüm. Bildiğiniz gibi eski alfabemizin 6-7 tür yazı çeşidi vardır. Eski kitaplar, kitabeler de bunlarla yazılmıştır. Sülüs, ta'lik, tevki bunlardan bazılarıdır. Efendi Hazretleri'nin yazısı matbaada basılmış yazılardan daha güzel, daha temiz ve intizamlı idi. Herhalde o yazılar ve defterler şimdi evinde, oğlundadır. Bunları zaman zaman bana da gösterme lutfunda bulunmuşlar, yazmış oldukları bazı şeyleri birlikte okumuştuk. Eski yazıyı ben de çok iyi bilirim. Zaten kendileriyle mektuplaşmalarımızı eski yazıyla yapıyorduk. Ben kendilerine eski yazıyla yazıyordum. Böylece münasebetlerimiz sürüyordu.

"Türk Milletine Karşı Büyük Sevgi Besleyen Örnek Bir Şahsiyetti"
Kendileri hem şahsi hayatında temiz, dürüst, örnek bir şahsiyetti; hem de çok imanlı bir kişiydi. Türk milletine karşı büyük sevgi besleyen, milletinin iyiliği için dua eden, yol gösteren bir insandı. İslâmiyet ile Türklüğün içiçe, birbirinden ayrılmaz olduğunu her zaman vurgularlardı. Zaten biz de daima bu görüşle hareket ettik. Yani siyasi parti olarak bütün siyasi programımızın temelini buna dayandırdık. İslâmiyet ile Türklük temeline... Bunların birbirinden ayrı düşünülemeyeceğini belirttik. Çünkü Türklerin İslâmiyet'le şereflenmeleri 1200 seneyi geçmektedir. Türkler İslâmiyet'e girdikleri günden beri çok ihlaslı Müslüman olmuşlar ve İslâmiyet'in hizmetinde her türlü fedakârlığı yapmışlardır. İslâmiyet'in öncüsü, kalkanı ve kılıcı olmuşlardır. (...) İşte Merhum Efendi Hazretleri bütün bunları çok iyi bilen bir kimseydi. Türk milletinin Allah'ın ordusu olduğuna inanan kimselerdendi. Ben de aynı görüşteyim. Bu konularda kendileriyle çok güzel sohbetlerimiz olmuştur.

"1976 Yılındaki Haclarında da Buluşmuştuk"
Bizim hacca gidişimiz de Kastamonulu Nurcu arkadaşlarımızın teşvikiyle olmuştur. Ben o zaman hacca gitmemi daha erken buluyor, daha sonra gitmeyi düşünüyordum. Ancak o sırada belediye seçimleri dolayısıyla Çankırı'da mitingimiz vardı. Mitinge geldiğimde Tosya'dan ve Kastamonu'dan da mitinge katılmak için gelmiş arkadaşlarla karşılaştım. Mitingten sonra il merkezinde oturup sohbet ederken bu arkadaşlar bana: "Efendim, biz sizin bu sene hacca gideceğinizi öğrendik. 'Genel başkanımızı orada yalnız bırakmayalım' diyerek biz de hacca gitmeye karar verip pasaportlarımızı çıkarttık. İnşallah orada buluşacağız." dediler. Bu aniden söylenen sözler karşısında birdenbire ben şaşırıp: "Evet ben hacca gitmeyi düşünüyorum ama bu sene düşünmüyordum." dedim. Onlar: "Yok, bize bu sene gideceğiniz söylendi!" diye ısrar ettiler. Sonra Ankara'ya geldim. Bu sefer Konya'dan gelen arkadaşlar da oldu. Onlar da aynı şekilde: "Biz sizin hacca gideceğinizi duyduk. Biz de 'Genel başkanımızla orada beraber olalım' diye hacca gitmeye karar verdik" dediler. Böyle birkaç yerden aynı yönde istek gelince ben bunu Cenab-ı Allah'ın bir işareti, bir emri olarak telakki ettim. "O halde tamam, yolumuz açıldı, gitmem lazım" dedim. Hemen hazırlığa başladık. Genel İdare Kurulu'nda da meseleyi arkadaşlara açınca hepsi çok memnun oldular. "İsabetli olur" dediler. Hatta bazıları: "Biz de sizinle beraber geleceğiz" dediler. Böylece haccetmemiz nasip olmuşur. Daha Cidde'de uçağın merdivenlerinden inerken baktım, bizim Kastamonulu ve Tosyalı arkadaşlar beni karşılamaya gelmişler. Hepsi bembeyaz ihramlara bürünmüş vaziyetteydiler. Zaten biz de uçakta, yolda iken ihrama bürünmüştük. Mekke'ye, Kâbe'ye ilk ziyarete gelince, Efendi Hazretleri'ni de Mekke'de kaldıkları eve gidip ziyaret ettik. Evlerinde sohbet ettik. Sonra Mina'dayken de gece çadırlarına gidip, orada dostlarla, arkadaşlarla oturup onun kıymetli derslerini ve sohbetlerini dinliyorduk. Bu bakımdan hac benim için çok isabetli oldu. Orada Efendi Hazretleri'yle buluştuk, birleştik, beraberce hac farizasını yerine getirdik. Benim bu ilk haccımdı. Ancak Efendi Hazretleri daha önce de birkaç sefer haccetmişlerdi.

"Davamıza Daima Maddi ve Manevi Destek Olmuşlardır"
Kastamonu'ya gitiğimi zaman kayınbiraderi Enver Bey vasıtasıyla haber gönderirdim. Kendileri daima bizi kabul buyururlardı. Evlerine giderdim. Böylece birçok görüşmelerimiz olmuştur. Kendilerinden daima ihlaslı bir şekilde yardım, destek ve muzâheret gördük. Davamızın muvaffak olması için pek çok maddi ve manevi destekleri olmuştur. Allah kendilerinden razı olsun. Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın. Çok derin, şuurlu, çok imanlı, çok muhterem bir şahsiyetti. Davamız daima ondan güç almıştır. Biliyorsunuz daha sonra 12 Eylül oldu. O zaman bizler haksız bir şekilde tutuklandık. Gençlerimizle, dava arkadaşlarımızla hapislere atıldık. Kastamonu'daki kardeşlerimiz bizi hiç yalnız bırakmadılar. Mahkemeler sırasında her celsede Kastamonu'dan ve Tosya'dan kopup gelen üç-dört arkadaşımız yaz-kış, yağmurda-karda bizi yalnız bırakmadılar. Ayrıca ailelere gerekli maddi ve manevi yardımda bulundular. Erzak getirdiler, para yardımı yaptılar. Bütün bunların hepsi bize Mehmed Feyzi Efendi Hazretleri'nden gelmişti. O bakımdan da kendilerine çok minnettarım, kendilerine borçluyuz. Allah kendilerinden razı olsun. Hem maddeten, hem manen davamıza çok güç vermişlerdir.

"Keşke Cenâb-ı Hak Ömrünü Uzatsaydı"
Bu bakımdan vefatını duyunca çok üzüldük. Tabii bu Cenâb-ı Hakk'ın bir takdiridir. Cenâb-ı Hakk'ın takdirine karşı da boynumuz kıldan incedir. Ancak böyle değerli bir zatı kaybetmekten dolayı üzüntümüzden Cenâb-ı Hakk'a karşı: "Ya Rabbi! Keşke bu muhterem zatın ömrünü biraz daha uzatsaydın!" diye içimizden geçirmeden de edemedik. Bana göre de genç sayılacak bir yaşta vefat etmişlerdi. Takattan düşmüş, yaşlı görünen bir zat değildi. Yüzü gayet nuranî, gayet sevimli, sıhhatli görünüşlüydü. Yüzünde sararma filan yoktu. Allah gani gani rahmet eylesin.

"Onu Diğer Âlimlerden Ayıran Özellikler"
O muhterem zatın en bariz özelliği, çok ihlaslı, samimi ve dürüst olması, maddi çıkar kaygısı taşımamasıydı. Bunların yanında Türk milletine olan sevgisi vardı. İslâm ulemâsından bazıları Türk milletini sevmeyi, milliyetçiliği İslâm'a aykırı, İslâm'ın yasak ettiği bir nevi ırkçılık gibi ifade ediyorlardı. Efendi Hazretleri ise bunu katiyyen doğru bulmuyorlar ve bunu ilmi bir şekilde izah buyuruyorlardı. Kur'an-ı Kerim'den âyetler tilâvet buyurarak, Rasûlullah Hazretleri'nin hadis-i şeriflerinden örnekler göstererek onların görüşlerinin doğru olmadığını ortaya koyuyorlardı. Türk milleti Allah'ın askeridir. İslâm'a girdiğinden beri İslâm'ın hizmetinde olmuştur. Onun için milletini sevmek suç değildir, İslâm'a aykırı değildir. Nitekim Rasûlullah Hazretleri'nin: "Kişi kavmini sevmekle kınanamaz!" şeklinde hadis-i şerifleri vardır. Yine: (Hubbu'l-vatan mine'l-iman) "Vatan sevgisi imandandır" hadis-i şerifleri de vardır. Bunlar vatanımızı-milletimizi sevmemiz ve ona hizmet etmemiz gerektiğini gösteren manevi delillerdir. Bu şekilde Türk milletini çok sevmesi, ona hizmet etmeye teşvik etmesi ve bu fikre sahip olanları desteklemesi, Mehmed Feyzi Efendi'yi diğer ulemâdan ayıran özelliklerdendir. Bu sebepten biz de ona çok ısınmış ve ona çok bağlanmıştık.

"1988 Ziyaretimde Kendilerinden Manevi Desteklerini Rica Etmiştim"
Bildiğiniz gibi bir 12 Eylül yaşamış ve ben beş yıl hapiste kalmıştım. Tabii o arada partimiz kapatılmış ve partimiz mensuplarından bazıları da çeşitli partilere dağılmışlardı. Bir kısım arkadaşlarda da maneviyat zayıflığı oluşmuştu. Bu konularla ilgili Efendi Hazretleri'nin hem irşadını sordum, hem de bizim yeniden derlenip toparlanabilmemiz için gerekli manevi desteği yapmasını rica ettim. Bunlarla ilgili konuşmalar yaptık. Bunun yanında ailevi bazı konular ve Efendi Hazretleri'nin hastalığı hakkında konuştuk. Sağlık meselesi üzerinde durdum. Efendi Hazretleri'nin sağlığı ile daima ilgileniyordum. Böyle değerli, ülkemiz için çok yararlı bir zatın sağlıklı olması çok önemliydi. Daha önceki rahatsızlıklarını haber alınca da, imanlı, işinin ehli doktor arkadaşlardan göndermiştim. Bir kaç tanesini lutfedip kabul etmişler ve onlara sohbet edivermişler. Daha sonra, başka yapabileceğimiz bir hizmet olup olmadığı hakkında kendilerine mektup yazdım. Kendileri, şimdilik ihtiyaç görmediklerini bildirmişlerdi. O gün de kendilerinden istirham ederek, kendilerini tedavi ettirmek için ricada bulundum. Bizim her çeşitten ehliyetli, imanlı doktor arkadaşlarımız bulunduğunu, onları buraya gönderebileceğimizi, yahut da kendilerinin Ankara'ya teşrifleri halinde en iyi, özel kliniklerde ve yahut hastanelerde baktırabileceğimizi söyledim ve: "Siz dinimiz için, memleketimiz için lazımsınız" şeklinde rica ve ısrarlarım oldu. Fakat kendileri can kaygısından uzak bir kimseydi. Öyle kendi sağlığı için hastaneye gitmek, doktora gitmek gibi şeylere önem vermeyen biriydi. Sonunda: "Takdir-i İlâhi ne ise biz ona razıyız. Malumunuz insanlar, hepimiz faniyiz. Cenâb-ı Hak ne zaman takdir etmişse, o zaman ruhumuzu teslim ederiz. Hem şimdi kendimi iyi hissediyorum. Kalkıp Ankara'ya gitmeye gerek yok!" buyurmuşlardı.

KAYNAK: Şaban Kalaycı'nın, Hamle Yayınları tarafından 1996 yılında İstanbul'da basılan Mehmed Feyzi Efendi-Karanlıktan Aydınlığa isimli kitabından alınmıştır. Bkz. sf. 411-416

***

A. Türkeş'in M. Feyzi Efendi hakkındaki sözlerini kendi sesinden izleyin:

http://www.youtube.com/watch?v=3INTz...eature=related

***

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEHMED FEYZİ PAMUKÇU (1912-1990)
MesajGönderilme zamanı: 27.02.09, 17:32 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 12:14
Mesajlar: 1108
KASTAMONU’DA BİR BÜYÜK : M. FEYZİ EFENDİ

Kastamonu Lisesinde okuduğum sırada karşılaştığım ve hayatıma yön verdiğini zannettiğim kıymetli bir zat var. Bu, Bediüzzaman Hazretlerinin yakın talebesi olan ve Kastamonu'da (Kalaycı Mehmet Efendi) diye bilinen Rahmetli Mehmet Feyzi Pamuk Efendi’dir..

1956 - 60 yılları içinde Kastamonu Lisesinde okuduğum sırada, çok kereler kendisini ziyaret ederek, sohbetlerinden istifade ettim. Risale-i Nur'u bana tanıtan Kıymetli kardeşim ve okul arkadaşım Tosya’lı Ekrem Köker Bey ile sık sık Mehmet Feyzi Efendiyi ziyaret giderdik. Orada çok hatıralarımız oldu. Kendilerinin birçok kerametine şahit olduk.

Mehmet Feyzi Efendinin başından geçen bir hadiseyi Abdullah Aymaz anlatıyor:

“Denizli hapsine girdikleri zaman hapishane Müdürü ve Savcısı, Kastamonulu Feyzi Efendinin sakalının kesilmediğini görünce, başgardiyana seslenerek: “niye bunun sakalını kestirmedin ?” diye bağırmıştı. O sırada sakalım kesilecek diye telaşa düşen Feyzi Efendinin yanına biraz sonra başgardiyan geldi ve çehresine dikkatlice baktıktan sonra: “Bu kadar güzel bir sakal da kesilir miymiş” deyip ayrıldı.(Yazarlardan Orijinal Hatıralar-M. Koçak 1996 ist sh:22)

Mehmet Sulusekili’nin “Mehmet Feyzi Efendiyi anarken” Yazısını okuyalım:

“Bazı kimseler vardır, Onlar güneş gibidirler. Bulundukları toplumu güneş gibi aydınlatırlar. Nasıl güneşin ışığından canlılar ve her türlü nebat yararlanırsa, bu zatların bilgilerinden, yaşama tarzlarından içinde bulundukları toplum istifade eder.

İşte bu zatlardan biri de 4-Mart-1989 da ebediyete uğurladığımız Mehmet Feyzi Efendidir. 1912 yılında Kastamonu’da doğan Mehmet Feyzi Efendi, ömrü boyunca ilimle uğraşmış, ilmi teşvik etmiş bir kişidir.

Kendisi, zamanının ünlü alimlerinden sarf-nahiv, Kur’an, Hadis, Fıkıh, Adab okumuş, daha sonra da isteyenlere bu ilimleri okutmuş bir ilim aşığıdır.

Mefahir-i milliye, mefahir-i diniye ve sadakat-ı vataniyye mefkuresi imtizaç ettiği zaman onulmayacak hiçbir yaranın kalmayacağını ifade ederdi. Cemaatlar içerisindeki bir takım ihtilafın zuhuru üzerine bu gruplardan kendisine ziyarete gelenlere; “Ben kuyu dibindeyim, minare şerefesinde olan efendilerin işlerine müdahale edemem“ açıklamasında bulunurdu.

Tevazularından meslek ve meşreplerini şu şekilde hülasa ederlerdi: “Askerlikte neferlik, sivil hayatta hiçlik, mesleğimizde gariplik”

“Allah sevgisini, Resulullah sevgisini gönlümüze dolduralım. Gönlümüzde sahte sevgilere yer kalmasın” ifadeleriyle de gerçek sevginin yolunu gösterirlerdi.

M. Feyzi Efendi askerlik dönüşü Kastamonu’ya gelmiş olan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ile tanışır. Bediüzzaman’ın Kastamonu’da kaldığı müddetçe hizmetinde bulunur. Daha sonra da Risale-i Nurla ilgili kendisine yapılan suçlamalardan dolayı Denizli hapishanesinde ve Afyon hapishanesinde birlikte kalmışlardır.

Mehmet Feyzi Efendi bütün Müslümanları kapsayan bir birlik düşüncesinin sahibi idi. Bu yüzden hiçbir zaman İslam’a zarar getirecek tartışmalara katılmamıştır. Daima bunların dışında kalmıştır.

Mehmet Feyzi Efendi ömrü boyunca sade bir hayat sürmüştür. Ömrünün son yıllarını evde geçirmiş, yurdun dört bucağından gelen misafirlerini evinde kabul etmiş, onlara İslami konularda telkinlerde bulunmuştur.

Mehmet Feyzi Efendi, birçok öğrenci yetiştirmiştir. Öğrencilerinin arasında her sınıftan insanı bulmak mümkündür. Daima milletine karşı sevgi ve itimat beslemiştir. Ondaki millet sevgisi hep İslami ölçüler içinde kalmıştır.

Mehmet Feyzi Efendi aynı zamanda büyük bir gönül adamıydı. Herkese hoşgörü ile bakmasını bilen biriydi. Cenazesinde Ermeniler bile bulunmuştur. İslam Davasının yılmaz savunucusu M. Feyzi Efendiyi rahmetle anıyoruz. Allah gani gani rahmet eylesin.” (Mehmet Sulusekili-Mina Dergisi sayfa: 34)

30.8.2006 - Kastamonu'da Bir Büyük: MEHMED FEYZİ EFENDİ
http://muzafferdeligoz.blogcu.com/Mehmet+Feyzi+Efendi/

***
Bir rüya: Türkeş; Mehmed Feyzi Efendi ve Hilafet
***

SEÇİLMİŞ HALİFE'nin TEBRİK TÖRENİ
Bu arada bana çok tesir eden, bir hatıramı da anlatmak istiyorum. Bu benim değişik tarihlerde 3 defa aynen gördüğüm bir rüyadır.

Birinci defa gördüğümde rahmetli M. Feyzi Efendi hayatta idi. Ancak rüyayı kendisine anlatmak imkanım olmadı.
***
Rüyamda, bir TIR üzerinde bulunan konteynere giriş için tahta bir merdiven yapılmış. Bu merdivenden çıkan çeşitli ülkelerin elçilerinin içeri girdiklerini görüyorum. Sorduğumda, "Halife'nin (Tebrik Töreni) var. İçeride İslam Halifesi var. Elçiler Onu tebrik ediyorlar" diyorlar. Ben de Onu göreyim diye yukarıya çıkıyorum. İçeride, elçiler sıra sıra dizilmişler.

Onları karşılayan da Alparslan Türkeş idi. Alparslan Türkeş bana: "Halife olarak M. Feyzi Bey seçildi. Elçiler Onu tebrik ediyorlar" diyor. Ben de M. Feyzi Efendinin yanına girmek istiyorum. Fakat uykudan uyanıyorum.

***

Bu rüyayı gördüğüm zaman Rahmetli Türkeş de sağ idi. Bu rüyayı ben O zaman Okul arkadaşım ve hemşehrim Ekrem Köker'e anlattım. Kendisi M.Feyzi Efendiye yakındı.. A.Türkeş ile de görüşürdü. Onlara anlattı mı bilmiyorum.

Ben bu rüyayı aynen olmak kaydıyla 2 defa daha gördüm. Ancak daha sonra gördüğümde M. Feyzi Efendi rahmetli olmuştu. Rüya ile amel olmayacağı ve görülen rüyanın neye delalet ettiğini bilmediğimiz ve dünyada gerçekleşmesine de inanmadığım için üzerinde durmadım.

KASTAMONU ’ DA NURCULARIN MHP yi DESTEKLEMELERİ

Bu rüyayı 2. defa gördüğüm zaman Siyasi oluşumlar Alparslan Türkeş'in bir parti kurması safhasında idi. Ancak, partiden çok milliyetçilik vasfı ağır basan bir çalışma görülüyordu. Bu sebeple de bu çalışmaların Kastamonu kısmında M. Feyzi Efendinin çok büyük bir desteğinin olduğunu duyuyordum. Zira, kendisi açıkça söylemiş olmasa bile; etrafının, özellikle Kayınpederi Enver Bey’in İl teşkilatında görev alması bunu gösteriyordu.

Ben ileriki yıllarda bu durumu görünce gördüğüm rüyalarımı hatırladım. Rüyamı kendime göre yorumladım .. Ancak o yorumların da bana kalması gerektiğine inanıyorum.

Gelelim Kastamonu’ya; Enver Abi ve Kastamonu’daki Nurcuların, M.Feyzi Efendinin onayı olmadan parti işlerini girmelerini mümkün görmüyorum. M.Feyzi Efendi ile devamlı temasta olanların ve etrafında bulunanların MHP’ yi desteklemeleri de bunu gösteriyor... Bu kardeşlerimizin halen aynı fikirde olduklarını zannederim. Arkadaşım Ekrem'in de o zamanlardan beri Ankara'da partililerle temasta olduğunu ve MHP yi desteklediğini biliyorum.

Hatta şu günlerde bile Nurcuları pek sevmeyen Ülkücülerin, M.Feyzi efendi için ihtifaller düzenlediklerini de görüyoruz. Bu konudaki bir yazı da şöyle:

"Tarikat İslam"da haktır. O (Alparslan Türkeş), ehli ile yapılan tarikatların hepsine hoş görü ile baktı. Mesela Kastamonulu Mehmet Feyzi Efendi grubu vardı. Onlarla güzel diyalog içindeydi. Hala Kastamonu Alperenler grubu her sene onun için etkinlikler düzenler. Bütün Anadolu"da İslam"a güzel hizmetler yapan cemaat ve grupları ziyaret ederdi."

http://www.hedefturan.com/Forum/viewtop ... 358bb7737a 01f7c131

Başbuğumuzun gönül dostu, ülkücü hareketin manevi önderlerinden olan Mehmet Feyzi Pamukçu efendimizi bu güzel sohbeti münasebetiyle rahmetle anıyoruz." (Yusufiyeliler)
http://www.yusufiye.net/modules.php?nam ... le&sid=519

Burada şunu da belirtmekte fayda görürüm: Risale-i Nur'dan feyiz almış bir kişi olmasa idim ve özellikle tarikat ehli olsa idim; bu rüyalar benim için çok önemli deliller olur ve ben de MHP saflarında olurdum. Bugüne kadar MNP-MSP-FP-RP-AKP yi destekleyen ve MSP döneminde Bolu İl Başkanlığı–Siirt/Bitlis İlleri Parti müfettişliği yapan bir kişi olarak bulunmazdım.

İslamiyet ve tarikat adına cahilane hatta ihanet derecesinde yanlışların yapıldığını gördüğümüz bu zamanda, Risale-i Nur ve Ondan feyz alanların bu yanlışlara düşmemesinin önemini vurgulamak isterim.

Bunun tek istisnası Müslim Gündüz olmuştur. Onun yaptıklarının tarikat, kendisinin de şeyh olarak adlandırması; tarzının Risale-i Nur'da bulunmaması, giyim-kuşam ve defli zikir ayinlerinin hiçbir zaman Nurcularda görülmemiş olması benim bu görüşümü destekliyor. Yakından tanıdığım Müslim bunu yapmaz. Kendisinin istihbarat teşkilatları tarafından bilerek, bilmeyerek yönlendirildiğini ve kullanıldığını sanıyorum.

Cumhurbaşkanı seçiminin yapıldığı bugünlerde (Yazının yazılış tarihi itibariyle.. MD), MHP nin adayı olarak çıkmasa bile, bir Milliyetçi ve Rahmetli Alparslan Türkeş’in bir yakını olarak Cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan Sadi Somuncuoğlu bana bu eski rüyalarımı tekrar hatırlattı. Acaba dedim, rüyalarımın yıllar sonra bana söylemek istediği bir şey mi var ?

Kastamonu'dan ve M.Feyzi Efendi'den bahsedilirken, Kastamonu’nun hizmet ehli Enver Beyi, Kastamonu Lisesinden arkadaşım Diyanet İşleri Başkanlığı Özel Kalem Müdürü olarak kıymetli hizmetleri bulunan Ekrem Köker’i de hayırla anmak isterim...

http://muzafferdeligoz.blogcu.com/Mehmet+Feyzi+Efendi/

_________________
" Hayrlar feth olsun ; şerler def olsun !..."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEHMED FEYZİ PAMUKÇU (1912-1990)
MesajGönderilme zamanı: 28.02.09, 11:11 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Alıntı:
İsmi piyasada dolaştırılan "Said Nursi'nin saff-ı evveli"nden ; "son şahidleri"nden iki Zat'a karşı kaynağını tam olarak izah edemediğim muhabbetim vardır:

1. Mehmed Feyzi Pamukçu rh.a. ( Bu muhabbetimin sonucu yaptığım araştırmalar bu konudaki kaynaklarla karşılaştırdı beni ki kısmen anladım muhabbetimin kaynağını.)

2. Hacı Hulusi Yahyagil rh.a. ( Bu mübarek müslüman hakkında internette sağlam kaynaklar var ise linklerini eklemelerini bilenlerden rica ederim . Bir de bu mubarek Zat'ın manevi yolunun günümüzde temsilcisi bir alim var mı ? )


***
Alıntı:
Mehmed Feyzi Pamukçu rh.a.'in ömrünün son 10 yılında mubarek Zat'ın yanıbaşında bulunan ve kayda aldığı sohbetlerini bir seri kitap olarak yayınlayan "bir manevi evladı" vasıtası ile bana BİLDİRİLDİ ki :

Risale-i Nur cemaatinin ilk halkasının en değerli isimlerinden birisi olan Mehmed Feyzi PAMUKÇU rh.a. ünlü Nakşbendi şeyhi Muhammed Esad ERBİLİ halifesi Hafız Ömer AKÖZ elinden biat almış bir NAKŞBENDİ dervişi olarak yaşamış ve öylece de alem-i manaya intikal etmiştir.

( Bu haber tüm basın-yayın-internet ortamları gözönüne alınarak denebilir ki İLK KEZ yayınlanmaktadır.)


Kastamonuluların çok yakından tanıdığı Mehmed Feyzi PAMUKÇU rh.a. hakkındaki en kapsamlı bilgiler internette

http://www.feyizler.org

adresinden okunabilir.

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEHMED FEYZİ PAMUKÇU (1912-1990)
MesajGönderilme zamanı: 28.02.09, 11:47 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 24.12.08, 14:54
Mesajlar: 417
Feyzi Pamukçu da Saidi Nursi Hz.leri gibi yapmış ve Es'ad Efendi'nin halifesinden ders almış. Üstadın Yeni Said dönemine geçmesi yine Es'ad Efendi'den ders alması ile olmuştur.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEHMED FEYZİ PAMUKÇU (1912-1990)
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 16:20 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Alıntı:
TILSIMLAR MECMUASININ ZEYLİ

Evvelen: Aydın havalisinin Hasan Feyzi’si ve Hüsrev’i ve Mehmed Feyzi’si ve Risale-i Nur’un manevî avukatı Ahmed Feyzi’nin üç seneden beri âlimane, müdakkikane yazdığı şu gelen istihracat-ı gaybiyeyi ve Sikke-i Tasdik-i Gaybiye’nin bir kuvvetli hücceti ve şâhidi bulunan şu risaleciği dikkatle mütalaa ettim. Onun tetkikatına ve Risale-i Nur’un kıymetini tam hadîs ile âyet ile isbat etmesine karşı hayret ve istihsan ile Mâşallâh, Bârekâllah dedim. Fakat bir derece tabire muhtaçtır, ayn-ı hakikattır. Fakat Said hakkında hususan son kısmın hâşiyelerinde şahsiyetim itibariyle haddimden yüz derece ziyade bir hüsn-ü zannı ile hakikatın sureti değişmiş.

Evet hem Sikke-i Gaybiye hem onun yazdığı âyetler ve hadisler müttefikan bu asırda bir hakikat-ı nuraniyeye işaret ediyorlar ve bu asır ve bu zaman cemiyet zamanı olduğundan şahs-ı manevi hükmedebilir. Hususan manevi vazifelerde maddi şahısların ehemmiyeti azdır, dağlar gibi vazifeler o zaif şahsiyetlere yükletilmez.

Bazı âyat-ı kerime ve ehadis-i şerife âhirzamanda gelecek bir müceddid-i ekberi mâna-yı işarî ile haber veriyor. Fakat o gelecek zatın ve cemiyetin üç vazifesinden hakikatta en ehemmiyetlisi olan ve zâhiren en küçüğü görünen imanı kurtarmak ve hakaik-i imaniye-yi güneş gibi göstermek vazi­fesini Risale-i Nur ve şakirdlerinin şahs-ı manevisi tam yaptıklarından o gelecek zata dair haberleri ve işaretleri Risale-i Nur’un şahs-ı manevisine hatta bazen tercümanına da tatbike çalışmışlar ve Şeriatı ihya ve hilafeti tatbik olan çok geniş dairede hükmeden bu iki mühim vazifesini nazara almamışlar. Onların kanaatları onların risale-i Nur’dan istifade cihetine faidelidir, zararsızdır; fakat Nur’un mesleğindeki ihlasa ve hiçbir şeye alât olmamasına ve dünyevi ve manevi makâmâtı aramamasına zarar verdiği gibi, Nurların muarızları her taifenin hususan siyasi taifenin tenkidine ve hücumuna vesile olabilir. Onun için ben bu müdakkik kardaşımızın risaleciğinin bir kısmını ve bazı cümlelerini kaldırmakla bir parça ta’dil ettim. Siz tam ta’dilat yapınız ve size gönderdim. Tılsımlar Mecmuasının âhirinde yazılsın. Bâki kalan kısmını da şahsıma ait kısmını kaldırıp, bakiyesini ta’dil ederek belki size göndereceğiz. Bu münasebetle bugünlerde ruhuma gelen bir ihtarı kalbimle gördüğüm bir mânayı beyan edeceğim ki, kardaşım Ahmet Feyzi benden gücenmesin. Şöyle ki:

Nurları fütühatını kalben temaşa ederken bazı has kardaşlarımızın Nurun tercümanına verdikleri makam noktasında baktım; o makama nisbeten fütuhat az olmasından o makamın şerefi için bir hırs ile vazife-i İlahiyeye karışmak gibi şekva geldi. Binler derece şükür ve sırf rıza-yı İlahi noktasında bazı biçarelerin Nurlarla imanlarını kurtarmak cihetiyle binler hamd, sena ve şükür lâzımken bir teşekki ve sıkıntı geldi.

Sonra mahviyet ve terk-i enaniyet ve ihlas-ı tam ile aynı vaziyete baktım gördüm ki, o fütühatta binler hamd ve sena ve teşekkür ve manevi sürur ve sevinç ruhuma geldi. Ben o halde iken anladım ki makamat-ı maneviye dahi mesleğimizde mevzu-u bahis olmamalı. Eğer bazı has kardeşlerimin hakkımdan yüz derece ziyade bana verdikleri hisse ve makam hakikat olsa ve hakkım da olsa mezkûr hakikat için bırakmağa meslek-i Nuriyedeki ihlas-ı tamme bırakmağa mecbur eder.

Said Nursi




İkinci kalınlaştırdığım yer ise Nursi merhuma "Mehdi-yi Azam" diye inanan talebelerinin delillerindendir. Diyorlar ki işte burda Üstad açıkça söylüyor, daha ne deseydi ki: "Bana verilen Mehdilik bir hakikattir ve benim hakkımdır. Fakat ben Mehdiyim diyemem; Nurculuğun ihlasına aykırı düşer..."

Dikkatli bir gözle baktığınızda ise hakikaten ifadelerin ucu açıktır. Nursi'nin gerçekte ne demek istediği konusunda Risaleleri ellerinden düşürmeyen Nurcular dahi anlaşamıyorlar. Öyle midir böyle midir?

Bu ifadelerde ise; öyle de olabilir, böyle de... Nereye çekerseniz odur. Keyfinize kalıyor. Bir alimin herhalde hiç isteyemeyeceği, hatta aklına bile gelmeyecek bir haldir.

Biz de diyoruz ki bu konuda madem Nursi tek başına meseleyi çözmeye yetmiyor; diğer alim ve fazıl şahsiyetlere bakınız.

Müceddittir diyen azınlık kimseleri biliyoruz tamam ama, talebeler dışında Nursi Mehdi'dir diyen yok. İşte ipler burada kopuyor.

Hatta tam tersi, "beklenen Mehdi değildir" diyenler mevcud.

Neyse, netice: Meşayih meclislerinden uzak duranların, Evliyaullaha kulak vermeyenlerin düşeceği hal ortadadır. İşte böyle oluyor.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEHMED FEYZİ PAMUKÇU (1912-1990)
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 16:28 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 22:40
Mesajlar: 926
Alıntı:

Aydın havalisinin

Hasan Feyzi’si
ve Hüsrev’i
ve Mehmed Feyzi’si

ve Risale-i Nur’un manevî avukatı Ahmed Feyzi ’nin

üç seneden beri âlimane, müdakkikane yazdığı şu gelen istihracat-ı gaybiyeyi ve Sikke-i Tasdik-i Gaybiye’nin bir kuvvetli hücceti ve şâhidi bulunan şu risaleciği dikkatle mütalaa ettim.



Mehmed Feyzi Efendi ile ilgili konu yanlış olmuş...

Bu alıntıda dikkat ediniz:

Ahmed Feyzi'ye övgü için hitab var...

Ey Ahmed Feyzi ; sen Aydın havalisinin

Hasan Feyzi’si ve Hüsrev’i ve Mehmed Feyzi’si 'sin (hepsi ünlü şakirdlerdir) denilmek isteniyor.

Zaten Mehmed Feyzi Efendi Kastamonulu olduğu cihetle bu tür bir hitaba muhatab olması düşünülemez.

Bir diğer husus Sıddık Dursun'un (Şeyhanzade) Nurculuğun Tarihçesi kitabında nakledildiğine göre Said Nursi'nin "Mehdi olduğu"nun en ateşli savunucusu ( hatta bu konuda ihtilafa düştüğü önde gelen Nur şakirdleri ile fiilen kavga bile etmiş) burada hitaba muhatab olan Ahmed Feyzi'dir.

(Bu konu ile ilgililerin Sıddık Dursun'un (Şeyhanzade) Nurculuğun Tarihçesi kitabını okumasını tavsiye ederim.)

_________________
" Hayrlar Feth Olsun ; Şerler Def Olsun !.."


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: MEHMED FEYZİ PAMUKÇU (1912-1990)
MesajGönderilme zamanı: 02.03.09, 16:40 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Moderator
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 14.12.08, 22:59
Mesajlar: 666
Orada sayılan üç isim bir sıfat olarak söylenmiş o zaman. Onlar gibi anlamında. Demek ki gözümden kaçmış. Allah razı olsun düzelteyim.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 11 mesaj ]  Sayfaya git 1, 2  Sonraki

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye