Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Hz. Şeyh Fahreddin Erenden el-Cerrahi
MesajGönderilme zamanı: 30.04.12, 14:00 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 03.01.09, 23:16
Mesajlar: 123
Hz. Şeyh Fahreddin Erenden el-Cerrahi

Köksüz ağaç olmaz, tekkeler de kapatılır!

Suleyha Şişman

Huzur Defteri, bir tekkeye ilişkin ne aktarılabilecekse neredeyse hepsini aktaran bir kitap.. Kitabın merkezinde anlatılan abide şahsiyet ise Safer Efendi’nin de şeyhi olan Fahreddin Efendi hazretleri..

29 Nisan 2012

Huzur Defteri, bir tekkeye ilişkin ne aktarılabilecekse neredeyse hepsini aktaran bir kitap. Kendisi bizzat âsitane adıyla anılan, İstanbul şehrindeki âsitanelerden sonuncusu yani pirlerin hatemini taşıyan Nureddin Cerrahi hazretlerinin dergâhı olan Karagümrük Cerrahi Âsitanesi’nin çevresinde gelişen tarihî hadiseleri anlatıyor.

Huzur Defteri aslında M. Fatih Çıtlak’ın, Safer Efendi’nin huzurunda tuttuğu notların belli bir seyir gözetilerek düzenlenmesi neticesinde oluşmuş. Kitabın merkezinde anlatılan abide şahsiyet, Safer Efendi’nin de şeyhi olan Fahreddin Efendi hazretleri.

Cerrahi tarikatinin tarihi anlatılıyor
Kitapta öncelikle Fahreddin Efendi hazretlerine gelinceye dek Cerrahi tarikatının tarihî süreci anlatılıyor. Böylelikle bir şeyh efendinin hayatının birçok veçhesini okuyabildiğimiz gibi bir tarikatınkini de öğrenmiş oluyoruz: Cerrahiyye tarikatının piri olan Hz. Muhammed Nureddin Cerrahi’den (d. 1678) başlayarak, dönemini, şeyhini, halifelerini, daha dünyayı teşrif etmeden Tabakat-ı Şernubiyye isimli eserde kutbiyyetinin müjdelenmesini, padişah ve saray imamı Yahya Efendi ile olan münasebetini, dergâhının kuruluşu ve hatemü’l-müctehidin olmasıyla kendisine diğer tarikat pirlerinden gelen manevî emanetleri, meşhur kerameti olarak Arafat vakfesini ve ahirete göçtüğü demi...

Cerrahi silsilesinin dönüm noktası kim?
Bundan sonra, Cerrahi silsilesi içinde bir dönüm noktası olan on beşinci postnişin (Fahreddin Efendi’nin dedesi) Abdülaziz Efendi’den bahseden bölüm geliyor. Abdülaziz Efendi’nin bir menkıbesi şöyle anlatılmış: Düşmanları karşısında aciz kalan II. Mahmud, padişah Sultan Fatih’in türbesinde “Ey ceddim, halimiz nicedir…” diye yalvarırken Fatih Sultan Mehmed zuhur eder ve Sultan Mahmud’a, Nureddin Cerrahi tekkesine gitmesini ve oradan verilecek reçeteye tâbi olmasını nasihat eder. Neticede, sultan nasihati dinler ve düşman orduları da geri çekilir.
Âsitane, padişah nezdinde itibar görmüş, II. Mahmud devrinde şöhret bulmuştur. Bazı padişahlar intisab ile, bazısı da kendilerine arakiyye tekbirlenerek fahri sayılabilecek bir tarzda âsitane ile alakadar olmuştur. Bu bölümdeki ilginç olaylardan biri de dönemin meczuplarının konu olduğu hadiseler. Bir diğer vukuat da Fatih’te patlak veren ve camiyi kapatarak, caminin askerlerce kuşatılmasına sebep veren üç mollanın “kürsü savaşları” diye nitelendirilen olayı. Tabii bu vakalar, bir şekilde Cerrahi dergâhına bağlanıyor.

‘Beşik velisi’ ne demek?
Sıra geldi Şeyh Fahreddin Efendi’ye… Beş altı yaşlarında sabah kalkıp kudüm ve bendiriyle odasında meşk usulü icra eden, buhur uyandıran, kendi odasını tekke bilerek hareket eden bir çocukluk… Fahreddin Efendi, tacıyla, hırkasıyla doğmuş şeyh efendilerden. Beşik velisi tabir edilmiş ve döneminin tekkelerinde sair meşayih tarafından hep hürmet görmüş ve birçok meselede kendisine müracaat edilmiş.
Şeyh Efendi’nin başından geçen birçok keramet, postnişinliği, vazife yaptığı tekkeler, askerliğinden evlenmesine, eğitiminden bulunduğu zikir meclislerindeki hadiselere, ihvanına düşkünlüğünden ve bazı tanınmış müridânından onlara ettiği nasihatlere kadar pek çok şey bu bölümde okuyucuya sunuluyor. Bu arada birçok tekkenin şeyh efendisiyle yaşanan menkıbeler devreye giriyor; mesela bunlar içinde Meclis-i Meşayih reisinin postnişinlik için müracaatından sonra Fahreddin Efendi’ye mukabelesi önemlidir.

Kitapta, sık sık değişen başlıklarla ve okuyucunun yeni bir şevkle sayfalar arasında yeni hikâyelere yol alması sağlanıyor. Bir bakmışsınız mütareke yıllarında İtalyan askerlerinin ekmeğe hürmetsizliği neticesinde başına gelenleri okuyorsunuz, bir bakmışsınız bugün Şeyh Sadık Efendi Risalesi olarak bildiğimiz eserin bir yazma nüshasının, bir bakkal dükkânında ambalaj kâğıdı olarak kullanılırken bulunduğunu öğreniyorsunuz.

Medreselerin kapatılmasına nasıl bakmıştı?
Bir gün bir şeyh efendi Fahreddin Efendi’ye sorar: “Efendi, medreselere ve haliyle mollalara karşı hükümet soğuk ve biraz haşin bakıyor. Lâkin üzülmeyin, aldığım istihbarata göre meşayihe ve tekkelere böyle bir bakış yok, bilakis hürmetleri var. Dolayısıyla medreseler kapatılsa dahi herhâlde tekkelere ve zaviyelere bir şey olmayacak. Bu hususta müsterih olun.” Fahreddin Efendi Hazretleri de bunun üzerine çok mühim bir söz sarf eder: “Efendi, ben o kanaatte değilim. Zira köksüz ağaç olmaz. Köksüz ağaç meyve vermez. İslâm dinini öğretecek kurumlar seddolunursa muhakkak tekkeler de seddolunur. Tekkeler de vazifesini yapamaz.” Nitekim medreselerin kapatılmasından üç ay sonra “Tekke ve Zâviyeler Kanunu” gereğince tekkeler de kapatılmıştır.

Gümülcineli Açıkbaş Mustafa Efendi ne yapardı?
Gümülcineli Açıkbaş Mustafa Efendi’nin yeğeni dönemin sıkıntılarını anlatıyor: Açıkbaş Mustafa Efendi, Fatih Camii’ndeki kubbenin iç tarafından kubbeyi çepeçevre saran balkonuna çıkar, karanlıkta oraya sırtüstü yatarmış. Böylelikle kimseye görünmezmiş. Hocalarının yukarıda kendisini dinlediğini bilen talebeler namaza müteakip ellerine birer süpürge veya bez alarak temizlik yapmak bahanesiyle derslerini okurlarmış. Kubbedeki akustik özellikten dolayı tüm sesler yukarıdan net bir şekilde duyulurmuş. Talebelerinin derslerini böyle dinledikten ve camiden çıktıktan sonra muhtelif yerlerde, pazar, kahve ve köşe başlarında talebeleriyle tek tek buluşur, derslerindeki hataları ve mütalaaları söyler, sonra da yeni ödevlerini verirmiş. Talebe hoca ilişkisi böyle sürüp gidermiş!
Mahmud Bayram Hoca yatsıdan sonra camide saklanırmış
Mahmud Bayram Hocaefendi, Gönenli Mehmed Efendi’nin ilk talebelerinden. Hocaefendi Gönen’deyken Kur’ân okumak yasakken kendisine göre bir hal çaresine bakarmış. Camiye girer, yatsı namazından sonra saklanır, cami kilitlendikten sonra yerdeki hasırlardan birini rulo haline getirerek kendisine kabin yaparmış. Yanına aldığı kandili taşın üzerinde yakar ve dersini mütalaa etmeye başlarmış. Sabah namazına doğru kandili dindirir, hasırı tekrar eski haline koyar, saklanırmış. Müezzin efendi gelip camiyi açtıktan sonra sabah ezanını okumak için minareye çıktığında usulca dışarıya kaçar, kimseye görünmeden sabah ezanını duymuş da yeni geliyormuş gibi camiye girermiş. Sabahleyin de evine gider, o taşın soğuğu saatlerce vücuduna işlediği için de tir tir titreyerek yatarmış.

Gönenli Mehmed Efendi’den Anadolu’ya hoca göndermesini isterlerdi
Gönenli Mehmed Efendi hazretleri de İstanbul’dayken öyle zor şartlar altında kalmış ki talebelerine Kur’ân-ı Kerîm okutmak için köhne, yıkılmış cami avlularında veya yıkık kiliselerde saklanarak ders yapmış. Anadolu’dan mektuplar gelirmiş. Gönenli Mehmet Efendi’den yalvar yakar -bırakın Kur’an veya ilmihal öğretmesini- ölüleri yıkayacak, kefenleyecek bir adam göndermesini isteyen mektuplar... Hocaefendi alelacele yetiştirdiği bazı talebelerini; dinî hizmetleri, gusülü, abdesti öğretmeleri için Anadolu’daki muhtelif yerlere göndermiş.

İlk imam hatip açılmasını sağlayan evrakları özel kalem vekaleten imzaladı
Fahreddin Efendi, Celâl Hoca’nın talebe yetiştirmekteki gayret ve kabiliyetini bildiği için onu Arapça tedrisat yapan, böylece din diyanet öğreten okullar açmaya teşvik etmiş. Öyle ya İtalyanca, Fransızca eğitim yapan mektepler kurarak Hristiyanlığı öğretenler varken…
Bunun üzerine Celâl Hoca, Ankara-İstanbul arasında mekik dokumaya başlamış. Maarif Vekilliği Celal Hocaefendi’yi oyalıyor, Bakan hususi olarak makamında bulunmadığı gün hocaefendiye randevu veriyormuş. Celâl Hoca da birkaç defa eli boş dönmüş. O sıralarda kendisine gösterilen bir rüyayı şeyhi Fahreddin Efendi’ye anlatmış. Efendi, “Hoca, senin bu işini kendisine namaz nasip olmayan fakat Hazret-i Ali’ye muhabbeti olan bir zât çözecek” diyerek rüyayı tabir etmiş. Beş altı gün sonra Celâl Hoca, Ankara’ya gitmiş; onun kararlılığından ve bakanların işi sürekli yokuşa sürmesinden etkilenen özel kalemdeki görevli, evrakları vekâleten imzalamış ve “Hocam! Bizi duada unutma! Bakma, bende namaz niyaz yoktur ama işte büyüklerimizden gördüğümüz kadar Hazret-i Ali’yi severiz. Allah sizin gibi hocaefendilerden razı olsun. Bizler cahil yetiştik ama inşallah sizin açtığınız mekteplerle halkımız hem Allah muhabbetini, hem Peygamber ve Ehl-i Beyt muhabbetini bizlerden çok daha iyi öğrenir” demiş; böylece Fahreddin Efendi’nin tebşiratı vuku bulmuş.

Galibiyet için Dolmabahçe Sarayı’ndaki zikrullah meclisi
Büyük Taarruz sırasında Fahreddin Efendi Hazretleri, İstanbul’dan altı şeyh efendi ile beraber Dolmabahçe Sarayı’nda kendilerine tahsis edilen bir odada, Mustafa Kemâl Paşa’nın emrine binaen ordunun muzaffer olması için birkaç gün zikrullah ile meşgul olduktan sonra Yunanlıların denize döküldüğü tebşiratını almıştır.

“O sayfayı ben kapattım, ben açacağım”
Bir gün İzmir bölgesinde bir mecliste, Mustafa Kemal Paşa’yı karşılamak üzere güzel bir merasim tertip edilmiş. Merasim sırasında zeybekler çıkıp usulünce gösterilerini yapmışlar. Bu sırada Paşa, yanında bulunan Halvetî şeyhine dönerek şöyle demiş: “İstiyorsan sen de kalk bir zeybek havası oyna, onlara iştirak et.” Bunun üzerine şeyh efendi, Kemal Paşa’ya doğru eğilerek şöyle demiş: “Efendim, ben zeybek havası bilmem ama müsaade ederseniz Halvetî usulü bir devran yaptırayım.” Bu söz Paşa’yı düşündürmüş. Paşa’nın meşhur hâfızı Hâfız Yaşar’ın naklettiği hadisede Mustafa Kemal Paşa uzun bir müddet dalmış, sonra şeyh efendiye şöyle söylemiş: “O sayfayı ben kapattım ben açacağım, zira halkevleri bu işi görmedi. Şu anda gençlikte ve halkta büyük bir boşluk var. Tekkeler Kanunu, tekkelerin ve zaviyelerin kapatılması halkın eğitimine sekte vurdu, tekkeleri tekrar açacağım.”

İşte bu hadiseler, yakın dönem tarih meraklılarını bekleyen olaylardan birkaçı… Tasavvufla ilgilenenleri nelerin beklediğini söylememe bilmem hacet var mı? Bir çırpıda okunacak bir kitap… Neyse ki M. Fatih Çıtlak’tan müjdesini aldık; Huzur Defteri’nin devamı gelecekmiş.


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye