Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Ahmed Amîş Efendi (Kaddese’llâhü sırrahu’l azîz)
MesajGönderilme zamanı: 09.11.11, 15:33 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 08.11.09, 20:20
Mesajlar: 58
Abdulâziz Mecdi Tolun Efendinin Anlatımıyla

Kutbu’l-Ârifîn, Gavsu’l-Vâsilîn
MÜRŞİD-İ KÂMİL AHMED AMÎŞ EFENDİ
Kaddese’llâhü sırrahu’l azîz

Yazan:
Osman Nuri ERGİN
Darüşşefaka Lisesi Eski Felsefe ve İçtimaiyat Muallimi

Alıntı:
(Osman Nuri ERGİN Beyefendinin Balıkesirli Abdülazîz Mecdi Tolun Hayatı ve Şahsiyeti, İstanbul , 1942 basımlı kitaptan alıntılanarak hazırlanmıştır. )

Baskı: Seçil Ofset – İstanbul
ücretsiz olarak temin edebilirsiniz
TEL: 0212 629 06 15
www. secilofset. com
info @ secilofset. com


“Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden bana gelinceye kadar bu tecelliye kimse mazhar olup erişmedi. Ben ise Rahmanirrahim tecellisine mazharım. Benden şer beklemeyiniz.”
Ahmed Amîş Efendi Kaddese’llâhü sırrahu’l azîz

بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
الحمد لله رب العالمين والصلاة والسلام على رسولنا محمد وعلى اله وصحبه وسلم اجمعين
Kutbu’l-Ârifîn, Gavsu’l-Vâsilîn
AHMED AMÎŞ EFENDİ
(1807-20 Şaban 1338-9 Mayıs 1920 Fatih-İstanbul)

Ahmed Amîş[1] Efendi; Tırnovalıdır. Hangi tarihte doğmuş olduğu, belli değildir. Üstâd (Abdülâziz Mecdi Efendi)’nin beyanlarına göre Ahmed Amîş Efendi:

“Tevellüdüm (1223) tedir, derlermiş.” [2]

Ahmed Amîş Efendiye, mürşidi Ömer’ül Halvetî:

“Ahmed senin tevellüdün, belli değildir.”

dermiş. Bu söz mecazî ve tasavvufîdir. Böyle demekle hakikati, ruhiye itibariyle ne zaman doğduğun, yani mevcut olduğun belli değildir, demek istediğini Abdülâziz Mecdi Efendi izah ederlerdi.

Memleketinde medrese tahsili görmüştür. Fakat Ahmed Amîş Efendinin asıl söylemeğe ve yazmağa değer cephesi sûfiyâne hayâtıdır.

Ahmed Amîş Efendi, henüz 14 yaşında bir genç iken hak ve hakikat sevdası gönlüne düşerek bir mürşide ulaşmak ister. O sırada Rumelinin Servi kasabasında Sadık Efendi adında bir müftü, aynı zamanda uyanık bir mutasavvıf varmış. Ahmed Amîş Efendi, bulunduğu Tırnova kasabasından Servi kasabasına gidip, bu zata intisap etmek niyetiyle oaraya gider.

Müftü Efendi, o günlerde ziyaretçilerin çokluğundan kendisini görmek istiyenlere karşı itizar (özür) edilmesini adamlarına tembih etmiş bulunur. İşte müftü efendi bu kararı verdikten sonra 14 yaşında bir genç çıkagelince, adamları, verilen emre rağmen, 9 saatlik bir yoldan yürüyerek gelmiş olan ateşli bir gencin görüşmeden dönüp gitmesini muvafık görmeyerek keyfiyeti Sadık Efendiye haber verirler. Gelmesine ve görüşmesine müsaade eder. Çocuk huzuruna girince:

“Oğlum daha gençsin, vaktin gelince ırkı temiz birisi gelip seni bulunduğun yerde irşat eder.”

diye tebşir etmiş, bunun üzerine Ahmed Amîş Efendi Tırnovaya dönerek o vaktin gelmesine ve ırkı temiz bir adamın kendisini irşat etmesine intizar etmiştir. Yaşı yirmiye geldiği zaman Ömer Halveti kaddese’llâhü sırrahu’l azîz adında bir zat seyahat tarikiyle Tırnovaya uğrar, bu gençle görüşür ve onu irşat eder.

Vak’ayı kendi ağzından naklen söyleyen Abdülâziz Mecdi Efendi derdi ki:

“Ahmed Amîş Efendi bunu anlatırken عرقي تميز (ırkı temiz) cümlesindeki (ع ) (Ayın) maruf tabiriyle çatlatarak söylerlerdi.”

İsmail Fennî Bey, Ömer Halvetiye yetişmiştir. Halk arasında Şeyh Ömer Efendi diye anılırmış. Tırnovanın Bulgar mahallesinde, şehrin fatihlerinden Kavak Baba adına vaktiyle yapılmış, fakat zamanla mahvü münderis olmuş olan tekkeyi ihya ve inşa ettirerek Halveti tarikatini orada neşre başlamıştır. Tekkenin evkafı oldukça zengindi.

Şeyh Ömer Efendi; Tırnova’da az zamanda feyizli bir muhit vücuda, getirerek birçok irşada ve tenvire kabiliyetli ve hakikate müştak kimseleri başına topladığı gibi Hıristiyanlarla Musevilerden bir hayli kimsenin İslâm dinine girmelerine de sebep olmuştur. İsmail Fennî Bey bunların birçoğunun adını saymakta, hattâ kendi arabacılarının da o mühtedilerden biri olduğunu söylemektedir. Yine bunlar arasında Marko denilen biri varmış. Memleket hekimi olan bu adam; Bulgarların o komitecilik ve azgınlık devrinde bile müslümanlara iyi muamele, hattâ iyi hizmet edermiş. Halk; bu türlü kimselere, gizli din taşır, der. Mar- konun bu hizmeti Şeyh Ömer Efendinin de gözünden kaçmamış olacak ki bir gün Müridi Ahmed Amîş Efendiye:

“Ahmed, der, Marko hastalanmış. Git, benim adıma onu ziyaret et, halini, hatırını sor ve şu pusulayı kendisine ver.”

der. Ahmed Amîş Efendi; bu emir üzerine gidip Marko’yu ziyaret eder ve şeyhin selâmını ve afiyet temennisini söyledikten sonra pusulayı da verir. Marko derhal pusulayı açar ve içinde kelime-i şahadet yazılı olduğunu görünce:

“Biz ona çoktan inandık ve iman getirdik!”

der, bir hafta sonra da ölür.

Ölümünü haber alan Şeyh Ömer Efendi, yine müridi Ahmed Amîş Efendiyi çağırarak:

“Marko ölmüş, git, benim tarafımdan cenazesinde bulun!”

buyururlar. Bu emir üzerine Ahmed Amîş Efendi de gidip cenaze merasimine iştirak eder. Fakat Tırnova gibi bir İslâm muhitinde başı sarıklı bir mektep hocasının, bilhassa papazlarla birlikte bir hiristiyan cenazesinde bulunuşunun müslümanlar tarafından iyi karşılanmıyacağı da bildiğinden cenazeyi bir müddet uzaktan takip eder, aynı zamanda şeyhinin emirlerini harfiyen yerine getirmek arzusu da kendisini bilfiil merasime iştirake ve Marko’nun tabutunu bir kaç adım olsun taşımağa zorladığından kiliseye yaklaşıldığı bir sırada yanındaki bir papaza

“İlmi çok iyi bir adamdı, ben de son İnsanî hizmetimi yapmak isterim!” der.

Papaz, bunun için öndeki büyük papaza müracaat etmesini söyler, öyle yapar ve o da müsaade edince Amîş Efendi, Markonun tabutu altına girerek bir müddet taşır, bu suretle de şeyhinin emrini yerine getirmiş olur.

İsmail Fenni Bey, Tirnovan’ın en şöhretli âlimlerinden Kelemençeli Hacı Mustafa Efendi ile Şeyh Ömer Efendi arasında geçen bir muhavereyi ve bir hâdiseyi de şu suretle anlatmıştır.

Hacı Mustafa Efendi; camii kebirde tefsir dersi okuturdu. Komşumuz olduğu ve ulemadan bulunduğu için kendisine hürmet eder, her zaman elini öper, hattâ derse giderken kocaman tefsir kitabını elinden alıp camiye götürerek rahlesinin üstüne kor ve yaşınım küçüklüğüne, tefsir dersinden bir şey anlamamaklığıma rağmen, dersi de dinlerdim.

Hacı Mustafa Efendi, ihtiyar, şişmanca, aynı zamanda kelli, felli bir zattı. Evi de Cami-i Kebir’e yakındı. Bir gün yine evinden çıkıp derse giderken Şeyh Ömer Efendi ile yolda karşılaştılar ve selâmlaştılar. Aralarında şöyle bir konuşma oldu: Şeyh Ömer Efendi:

“Hocam, seni artık derviş yapalım.” Mustafa Efendi:

“Biz enbiyanın mucizelerine, evliyanın kerametlerine inananlardanız. Sizden de böyle bir şey görmeyince teslim olmayız!”

“Bir şey istemediniz ki!”

“Pek âlâ. Ben Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizi şimdiye kadar rüyada görmedim. Delâlet ve şefaat buyurunuz da bu şerefe nail olayım.”

“İşte ben de onu niyaz etmeğe gidiyorum.”

Konuşma buraya gelince Şeyh Ömer Efendi-selâm vererek ayrıldı ve her zaman elinde taşıdığı âsasına dayanarak hızlı hızlı, epeyce uzakta olan dergâhına doğru gitti.

Hacı Mustafa Efendi; o gece rüyada ne görmüş ve nasıl görmüşse görmüş, her halde arzusuna çok uygun olacak ki, sabaha kadar sabır ve tahammül edemeyerek, o ihtiyar haliyle, o mülâhham (şişman) vücuduyla ve o azametli ulema kıyafetiyle gece yarısı evinden çıkıp hayli uzakta olan dergâha gitmiş, bizzat kapıyı açan şeyhin hemen ayaklarına kapanarak arzı teslimiyet ve inabet etmiştir.

Yine İsmail Fenni Bey; Şeyh Ömer Efendinin dergâhına kendisinin de arasıra gittiğini, orada yapılan zikirleri gördüğünü ve dervişler arasında en çok heyecan gösteren ve bu heyecanla kademe kademe yürüyerek gözüne girercesine şeyhe en çok yaklaşanın Ahmed Amîş Efendi olduğunu gördüğünü söyler.

Ahmed Amîş Efendinin hal tercümesini, tahsilini hattâ sülûkünü, biraz sonra Evrenoszade Sami Beyin yazısından okuyacaksınız.

Ahmed Amîş Efendinin İstanbula gelmeden önce Tırnavada sıbyan mektebi muallimliği yaptığını, bir aralık İstanbula gelerek Hamamî Tevfik Efendi ile görüşüp döndükten sonra Tırnovâda bir hamam kiralayıp onun gibi hamam işlettiğini ve daha önce tabur imamlığı yaparak 1269 (1853) Kırım muharebesine bu sıfatla, iştirak etmiş olduğunu da, İsmail Fenni Bey haber vermektedir.

Ahmed Amîş Efendi, Tırnovada iken sert bir hoca olarak tanınmıştır. İdare ettiği müessese Amîşin Mektebi diye şöhret bulmuştur. Çocuklarına ciddî bir tahsil vermek istiyenler bunun mektebini tercih ederlermiş.[3]

1294 (1877) de Tuna vilâyetinin elden çıkması üzerine Ahmed Amîş Efendi Tırnovadan çıkmışlardır. Fakat bu tarihten sonra nerelerde ve ne gibi hizmetlerde bulunduklarını kat’î olarak tesbit edemiyoruz. Bilinen şey; uzun zamandan beri Fatih türbedârlığında bulunuşudur.

Bu türbede her zaman iki zat müstahdem bulunurdu. Kendileri buraya geldikleri zaman, Bekir Efendi adında biri türbedâr bulunuyorlarmış. Bekir Efendi irtihal buyurduktan sonra Ahmed Amîş Efendi bu vazifeye tayin olunmuşlardır.

Bekir Efendi hakkında yazma bir risaleden şu satırları alıyorum:

“Bekir Efendi Hazretleri âlem-i cemâle yürümeden birkaç gün evvel, pek sevgili müridi mükerrem ve halef-i muhteremleri Ahmed Amîş Efendi Hazretlerine:

“Artık ben gideceğim. Benim yerime birinci türbedâr ol ve evkafa git, muamelesini yaptır.”

Buyurmuşlar. Ahmed Amîş Efendi emr-i cenab-ı mürşid-i âzama tebaiyetle evkafa gitmiş, fakat o gün muamele bitmemiş. Akşam olup gelince, vaziyeti şeyhine anlatmış.

“Peki, yarın muhakkak yaptır.”

Buyurmuş. O gün de gitmiş. Bununla beraber yine muamelesi bitmemiş. Bekir Efendi daha ertesi gün:

“Git, üç saate kadar yaptır, gel!”

demiş. Üç saate kadar da bitmedikten başka, daha da üç saat geri kalmış ve nihayet Ahmed Amîş Efendi resmen birinci türbedâr olarak türbeye gelmiş; odada oturan Bekir Efendi Hazretlerinin huzurlarına varmış:

“Ahmed nerede idin? Üç saattir seni bekliyordum!”

diyerek vefatlarının bu suretle üç saat sonraya bırakılmış olduğunu ihsas etmişlerdir.

“Ahmed, demiş, artık ben gidiyorum. Senin yanında ölürsem; belki dayanamazsın. Birkaç dakika çık da, dışarda şöyle bir dolaş, gel!”

demiş. Ahmed Amîş Efendi:

“Peki!”

diyerek çıkmış ve Fatih türbesini şöyle bir dolaşıp geldiği zaman Bekir Efendinin oturduğu yerde ruhunun âlemi bâlâya pervaz ettiğini anlamış. Fakat hâlâ oturur vazıyette görmüştür.

Ahmed Amîş Efendi bu fıkrayı anlatırken ağlar ve

“O, Ölmedi; ben öldüm. O, kaldı.”

buyururlar ve bu suretle ondan lemean eden yüksek hakikatin kendisine intikalini ifade ederlermiş.

Abdülâziz Mecdi Efendi, mürşidinden naklen derdi ki:

“Türbedâr Bekir Efendi, ömrünü kuru ekmek ile geçirmiştir. Fakat kutbıyeti ve manevî derecesi itibariyle ne dese, ne istese derhal olurmuş. Meselâ bir söziyle fakiri zengin, yoksulu bay edermiş. Bu kudret ve bu vazivet karşısında kendi fakri halini ve maişet darlığını hatırlıyarak:

“Yarabbi! Ben senin üvey kulun muyum?”

derlermiş.

Yine o risalede Bekir Efendi hakkında şöyle bir fıkra daha okuyoruz:

“Hükümet Rusyadan Türkiyeye akın eden Çerkesleri Tuna vilâyetinde olduğu gibi; Giritte de yerleştirerek orada bulunan 200.000 raddesindeki Rum ekseriyetine karşı ancak 100.000 kişiden ibaret olan müslüman ekalliyetini çoğaltmak istemiş; fakat Girit beyleri, yani ileri gelen müslümanları bu karara son derecede muhalefet etmişler ve olanca kuvvet ve kudretleriyle Hükümeti, bu yolda icraatta bulunmaktan men’e çalışmışlardır.

Giritlilerin Hükümete karşı takanmış oldukları bu hal ve vaziyetleri Bekir Efendi Hazretlerinin huzurlarında bahis mevzuu olurken; sabrı tükenen müşarünileyh elini Giride doğru uzadıp:

“Allah belâlarını versin!”

demiş, çok geçmeden bu fena dua yerini bulmuş ve zavallı Girit müslümanları beyinsiz başlarının cezasını çekmişlerdir.”

Bu fıkrayı Abdülâziz Mecdi Efendi de naklederler ve sonunda:

“Bekir Efendi Hazretlerini bu yolda fena dua yapmaya mecbur eden, meclisinde söz söyleyenlerdir. Evliyaullahın meclislerinde çok dikkatle idare-i kelâm etmelidir. Onları gücendirmeğe gelmez. Zira evliyanın gayreti galiptir.”

Ahmed Amîş Efendi, Bekir Efendinin yerine birinci türbedâr olduktan sonra, kendi yerlerine de Mehmet Efendi adında başka bir zat getirilmiştir. Mehmet Efendi de maneviyatla meşgul ve kendilerine yakın bulunacak, mahremi esrar olacak kabiliyette uyanık bir kimse imiş.

Ahmed Amîş Efendi bu zata dermiş ki:

“Mehmet, seni öyle bir yetiştireceğim ki kıyamette seni görenleri şaşırtacak ve bu adamı kim yetiştirmiştir?” dedirteceğim.

Bununla beraber Ahmed Amîş Efendi; irtihallerinden birkaç gün evvel, Mehmet Efendiye:

“Mehmet, seni önüme katardım, amma şuûnu bozmak lâzım gelirdi. Ben önüme başka birini kattım.”

buyurarak kendisinden sonra gelecek zatın yüksek makamını anlatmışlardır.

Yine bu mevzu etrafında bir gün haremi âlileri (hanımı) ile görüşürlerken:

“Artık ben gidiyorum.”

Buyurmuşlar. Haremi âlileri de:

“Bu işleri yapmadan nereye gidiyorsun?” demişler. Cevap olarak: .

“YERİME ZORLU BİRİNİ BIRAKTIM. ONU ÖYLE BİR SEÇTİM Kİ BU İŞLERİN HEPSİNİ TEMİZLER VE DÜZELTİR.”

buyurmuşlardır.

BU ZORLU ADAM KİMDİR? Bunu; Allah Teâlâ’dan ve bu sözü söyleyen Ahmed Amîş Efendi ile yerine geçen zattan başkası bilemez.

Ahmed Amîş Efendinin irtihallerinden sonra bu mesele, mensupları ve hürmetkârları arasında çok bahis mevzuu olmuş, Mehmet Efendi intikal buyurduktan sonra da yine tazelenmiş ve bir takım muhipleri tarafından birçok kimselere bu manevî makam bir hüsnü zan ile tevcih, olunmuş ise de; doğrusunu bilmek ve bulmak mümkün olamamıştır.

Hacı Bayram Veli kaddese’llâhü sırrahu’l azîzden sonra da, muhibbanı aynı vaziyet ve zanda bulunmuşlar; emaneti kutbiyetin kime geçtiğinde reyler teşettüte [4] uğramıştır..

Türbedâr Ahmed Amîş Efendi; damadı müderrisi Ahmed Naim Beyin Şehzadebaşı’nda Fevzive Çarşısı başındaki evinde irtihal buyurmuşlardır.. Cesedi şeriflerini Fatih İmamı Bekir Efendi gasletmişlerdir. Bu gasil keyfiyeti dolayısıyla şöyle bir fıkra da nakledilmektedir:

İkamet buyurdukları ev Şehzadebaşında olmasına ve gaslin de tabiatiyle Şehzade Camii imamı tarafından yapılması icap etmesine rağmen, o gün bu camiin imamı mahallede bulunamadığı için Fatih Camii İmamı Bekir Efendi getirtilmiştir. Bekir Efendi, gasil işini büyük bir tazim ve itina ile yaptıktan ve kefenini giydirdikten sonra, hazretin elini ve yüzünü öperek ayrılmış ve hâdiseyi gören Ahmed Naim ve Evrenoszade Sami Beylerle diğer yakınları, Bekir Efendinin gösterdiği hürmet ve tazimi ve aynı zamanda takbil keyfiyetini hayretle karşılamaları, üzerine, bu zat, onların hayretini ve kendisinin neden böyle yapışının, sebebini şu tarzda anlatmıştır.

“Bundan on sene önce bir sabah Sarıgüzel Hamamı’na gitmiştim.. Bir kurnanın başında çok yaşlı, aynı zamanda zaif ve nahif bir zâtın güçlükle yıkanmağa çalıştığını gördüm. Yanına gittim. Türbedâr Ahmed Amîş Efendi olduğunu anlayınca, yaşına ve takatsizliğine hürmeten, kendisini yıkamak istediğimi söyledim ve müsaadelerini rica ettim.. Kendi kendine yavaş yavaş yıkanacağını ve bu tekliften memnun olduklarını bildirdikten sonra:

“Sen beni sonra bir iyice yıkarsın!”

Buyurdular.

“Ben o zaman bunun mânasını anlayamamıştım. Şimdi bu vazife ve bu hizmet bana düşünce anladım ve kerametlerinin şu suretle zuhur ettiğini görerek hayatta iken bu büyük zata intisap etmediğime cidden acındım. Şefaatine mazhar olmak için elini öperek gördüğünüz gibi, hürmet ve tazim ile huzurlarından ayrıldım.”

Ahmed Amîş Efendinin namazlarını da üstâd Abdülâziz Mecdi Efendi kıldırmışlardır. Üstâd bunu anlatırken:

“Pîri tarikat Hazreti Nasuhi’yi mâna âleminde gördüm.”

“Ahmed Amîş Efendinin namazını kıldırmak hususunda sana teklif vaki olacaktır. Bunu kabul ve ifa et!”

buyurdular.

“Ben de, o esnada vâki olan imamet teklifini bu emir ve işaret üzerine kabul ve ifa ettim.” derlerdi,.

Tabutları musalla taşında dururken:

FATİH TÜRBEDÂRI AHMED AMÎŞ EFENDİ HAZRETLERİNİ;

HÂMİL-İ EMANÂT-I SÜBHÂNİYE, CÂMİ-İ KEMALÂT-I İNSANİYE, KUTB-ÜL-ÂRİFİN, GAVS-ÜL-VÂSILÎN OLMAK ÜZERE TANIRIZ.

EY CEMAAT-İ MÜSLİMİN, SİZ DE BÖYLE TANIR VE ŞAHADET EDER İNİSİNİZ?

diye, orada bulunan cemaate sormuşlar, onlar da hep bir ağızdan:

“Biz de böyle tanırız ve şahadet ederiz.”

demişler, bu suretle aralarında bulunan bir kısım ulemaya da en son dakikada ve maalesef, irtihallerinden sonra Amîş Efendinin yüksek şahsiyetlerini ve ulu mertebelerini tasdik ettirmişlerdir.

Üstâd Abdülâziz Mecdi Efendi bu büyük zatı, yani türbedâr Ahmed Amîş Efendiyi bir yazılarında:



“İlm-i mektûmu İlâhî’nin alâme-i bî-nazîr;

Zamanında keşf-i hakikate nâil olan eâzîmin Seyyid-i Kebîri;

İlm-i hakîki çeşmesinin âb-ı hayatı;

Sırrı kâinâta müteallik hakîki idrâkin cam-i kemâlatı;

Derecât-ı akliyenin mâfevkindeki makâm-ı bâla terk-i ihtişâm ile kürsî nişini;

Hulasâ; Zamânın hakâik-bîni idi” [5]

diye tarif ve izah etmişlerdir.

Fatih camii hazîresinde metfundurlar. Mezar taşındaki yazı şudur ve müridlerinden Evranoszâde Sami Beyindir:

“Rûh-i pâk-i mürşid-i yekta cenâb-i Ahmede.
Sâye-i arş-i ilâhîdir mualla âşiyân
Matla’-i feyz-i velayettir o kutbu’l-vâsılîn
Sırr-i ferdiyyet olurdu vech-i pâkinden iyân
Râh-i Şâbân-i Velide ekmel-i devrân olup
Ehl-i hilme kıble-i irfan idi birçok zaman
Ah kim yükseldi lâhûta, muhit-i vahdete
Oldu envâr-i tecellî-i bekada bî nişan.
Neşvebâr oldukça envar-i cemali kalbime
Parlıyor pişimde eşvak-ı sayfa-yı cavidan
Cezbe-i vahdetle Sami söyledim tarih-i tam

كيتدي كلزار جماله پير افرد جهان
20 Şa’bân 1338/(9 Mayıs 1920)

Mezar baştaşındaki yazı şöyledir:



Hâmili emânâtı Sübhâniyye,
Câmi’i makâmâtı insâniyye,
Mürebbî-i sâlikânı Rahmâniyye
El Hâc Ahmed Amîş el-Halvetî eş-Şa’bânî
kuddise sırrûhû hazretlerinin rûhi şerifleri için
EL-FÂTİHA

http://ismailhakkialtuntas.com/


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 1 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye