Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: İHRAMCIZÂDE İsmail Hakkı TOPRAK SİVASÎ
MesajGönderilme zamanı: 12.12.10, 22:01 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 19.08.10, 04:41
Mesajlar: 69
GAVS-ÜL ÂZAM İHRAMCIZÂDE İSMAİL HAKKI TOPRAK SİVASÎ SOHBETLERİ:

NAKŞÎ-HÂKÎ TARİKÂTI ve İLM-İ LEDÜN SIRLARI KİTABINDAN


Allah Teâlâ’yı İsteme Hakkında

“Gardaşlarım! Kuldan Allah olmaz. Allah Teâla’dan kendini de isteyin. Allah Teâlâ dilerse kendini de verir.

Mecnun ve Leylâ vardı, Mecnun âşık idi.

Leylâ bir gün yanına gelip, ben Leylâ’yım demiş, meğer Leylâ olmuş. Mecnun ellerini açarak ya bendeki Leylâ kim demiş. [1]

Mecnûn’a sordular Leylâ nice oldu
Leylâ gitti adı dillerde kaldı
Benim gönlüm şimdi bir Leylâ buldu
Yürü Leylâ ki, ben Mevlâ’yı buldum
Leylâ Leylâ derken Allah’ı buldum

Bu hal ile olun, Gardaşlarım! Bu âlem bir hayaldir. [2] Allah Teâla için birbirinizi sevin. Biz sizi Allah Teâla için seviyoruz. Karıncayı da Allah Teâla için seviyoruz. Dışarı çıkıyorum, bakıyorum, ne görüyorsak Allah Teâla’yı görüyoruz. Sizi de gördük Allah Teâla’yı gördük. Biz Allah Teâla’ya sarılmışız ki, Siz bize sarılıyorsunuz.” [3]

Zatı Hakk-ı anla zatındır senin
Hem sıfatı hep sıfatındır senin
Sen seni bilmek necatındır senin
Gayre bakma sende bul
Niyazi Mısri kuddise sırruhu’l-azîz

“Gardaşlarım! Allah Teâla’dan başka bir şey yoktur. Zaten bizde yokuz. Bizi yok bileceksiniz. Bizde sizinle düşüp kalkıyoruz. Konup göçüyoruz. Ama biz, biz de yokuz.”

Beni bende demen bende değilem
Tenim boş gezer dondan içeri
Yunus Emre kuddise sırruhu’l-azîz


Sizde böyle yok olun. Gezen duran siz olmayın. Allah Teâla’nın bir ismi Gayyur (çok kıskanç)’dur, İnsanlar birbirini sevince, Allah Teâla’da onları sever”

“Zat-ın biri Allah Teâlâ’ya,

— ‘Ya Rabbi! Kapını aç’ demiş. Allah Teâlâ;

— ‘Kulum sen gel, kapı açık’ demiştir.


Allah Teâlâ’nın Ehli Hakkında

“İşte hulasa sizler Allah Teâlâ’nın ehlisiniz. Allah diyene “Ehl’u-llah” derler, ne yazık ki, çalışmıyorsunuz. “Temûtune kemâ te’îşûne ve tub’asûne kemâ te’îşûne “ buyrulmuştur.

Dünyada hangi sıfatta ve ne amel üzerine iseniz o halde vefat edersiniz

Hangi sıfat üzere vefat ederseniz, o sıfat üzere haşr olursunuz. Müminin kalbinin daima Allah Teâlâ ile olması lâzımdır. Vefatımız zamanında dahi Allah Teâlâ ile olalım.”

Efendimiz sallallâhü aleyhi ve selleme sormuşlar. “Allah Teâlâ katında amellerin hangisi efdaldir.”

“Bu dünyadan çıktığınız zaman diliniz, Allah ile teslim-i ruh etmeli. Hatta hakkınızda riyakâr deninceye kadar, Allah Teâlâ’yı zikretmeli. Gardaşlarım! “Amellerin efdâli zikirdir.” Fakat çalışamıyoruz. Yeter ki, Allah Teâlâ’ya kul olmalı.”


Âlemler Hakkında

“Gardaşlarım! Şu görmüş olduğunuz yıldızlar, sizin aklınızın alamayacağı şekilde dünyadan çok büyük, Allah Teâlâ’nın yarattığı varlıklardır. Bunların üzerinde d,e Allah Teâlâ’ya itaat eden mahlûkatlar vardır. Onlar da Allah Teâlâ’yı zikrederler, kulluk ederler. Yalnız onların şekilleri bize benzemez. Bu ayrı bir meseledir”

Aile Hukuku

Efendi Hazretleri torunu Aişe Sıdıka Hanım’ı severken validesine olan nisbet ve benzerlikten dolayı “benim güzel Anam” diye sever, sofrada yemek yenilirken ağzına lokmalar ikram eder ve

“Kızım sizinle uğraşan benimle uğraşır, benimle uğraşan Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizle uğraşır.” Demiştir.

Av Eti Hakkında

Efendi Hazretlerine av eti ikram etmişler. “Gardaşım! Ava kıyamayız. Ama av etini de severiz.” [4] Buyurmuştur.

Dilenciler Hakkında

Efendi Hazretleri Ulu Camii kapısında her zamanki gibi dizilmiş dilenciler için buyurdu ki;

“Bunlara hiç para vereceğim gelmiyor, vermeden de geçemiyorum.” [5]

Dedikodu Yapan Hakkında

Efendi Hazretleri, şikâyete gelen bir kişiye “Allah Teâla’ya bu kulu yaratmasını bilmemişsin mi diyelim” bir başkasına “kuldur hata işler, üçer, beşer” diyerek hakikâte sevk etmiştir.[6]

Denizler Hakkında

“Gardaşlarım! İnsanoğlu aya gitmek için boşuna çaba sarf ediyor. Bir şey bulamayacaklar. Denizleri araştırsalardı daha çok menfaat bulurlardı.” [7]

Ders Vermede Liyakatin İkinci Plana Atılması

Efendi Hazretlerinin damadı Hayyat Mehmet Efendiden nakledilen bir rivayete göre, bir gün huzurlarında sohbet esnasında, orada hazır bulunanlardan bir kaçı:

“Efendim, Size gelen herkese, tefrik etmeden ders veriyorsunuz, bunun hikmeti nedir?” diye soruyorlar. Efendi buyurur ki;

“Gardaşlarım! Eskiden medrese, tekke gibi ilim irfan yerleri vardı. Camiler aslî mekânlardır, tali mekânlar kalmadı. Tarîkata girme hevesiyle gelenleri biz boş çeviremeyiz, fakat bizim bir gönül dairemiz vardır ki, bizce malumdur.” Başka bir zamanda şöyle buyururdular;

“Bir kimse bostanına karpuz eker. Karpuzları büyüdükten sonra, en iyilerini satıp para kazanır. Ondan ehvenini eşine dostuna ve aile efradına yetirir. Geriye kalanını da hayvanlarına yedirir. O bostan ekenin bunda bir zararı var mı?

Gardaşlarım! O ders verdiğimiz kimse hiç bir şey yapmayıp ta kötü ahlaklarından vazgeçse, bu da bir kâr değil midir?”Gardaşım en azından beş vakit namazını bırakmaz.


***

Devlete İtaat Hakkında

Efendi Hazretleri kıyafet kanunun çıktığında, eşleri Hatun Hanım ve Hacı Hanım için iki manto iki atkı alıp getirdiğinde Hatun Hanım’ın, “Efendi bunlar ne ki?” sorusuna karşılık, Efendi Hazretleri buyurur ki;

“Hanım! Bundan sonra dışarı çıktığınızda bunları giyeceksiniz” demesi üzerine Hatun Hanım,

“Efendi bizim çarşaflarımız var. Biz onları giyeriz” demesine cevaben, “Hanım onlar kanunen yasak olmuştur. Onun için bir zaman bunları giyeceksiniz” demiş ve ayrıca ulü’l emre itaati anlatmışlardır.

Ayrıca şapka kanunu gereğince kendisi dışarıda şapka ile bulunmuştur.

“Buna herkes şapka diyor, biz ise, serpuş (Başa giyilen başlık) diyoruz” Bu şapka içinde itirazda bulunanlara da,

“Gardaşlarım ulü’l emre (kanunlara) itaat gereklidir” der dışardan geldiğinde şapkasını kapının yanındaki çiviye asar, iç mekâna sokmaz çıkarken de, abdest almaya çıkıyor dahi olsa, şapkasını örtmeden çıkmazdı.

Dünya Hayatı Hakkında

“Amelleriniz tartılmadan önce, kendinizi hesaba çekiniz. Hâkikat ve hidayet yolundan ayrılmayınız. Cenâb-ı Hakk’a ihlâs ile ibadet etmenizi tavsiye ederim. Allah Teâlâ, dünyada hayrı da şerri de insanların tercihine bırakmıştır. Sakın ha kendinizi gafletten koruyunuz.[8] Size hoş görünse de fenalıktan, günahlardan sakınınız. Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getiriniz, çünkü emirlerin yapılmaması bir felâkettir. Ölüm yolunu kolaylaştıracak yegâne şey, sizin amellerinizdir.

Size tebliğ edilen emirlere ittibâ ediniz. Taharet üzere yaşayınız. Takva üzere olunuz. Her teşebbüsünüzde Cenab-ı Hakk’ın size yardım etmesini ve geçmiş günahlarınızı affetmesini niyaz ediniz. Tevazu ve sabır, takva ve sıdk şiarınız olsun. Hesaba çekilmeden kendilerini hesaba çekenler büyük mükâfatlara nail, bunu ihmal edenler ise, büyük zararlara duçâr olurlar.

Her türlü musibet ve belâlar, kişinin tekâmül sebeblerindendir. Bunlar da nefs-i emmâreden raziye ve marziyeye kadar gider. Çoğu zaman nefs-i levvâmeye uğrarlar. O zaman kul kendi günah ve hatalarıyla uğraşır. İnsanın kendi hatasını görmesi kadar güzel irfan olmaz. Bunların hepsini unutup kulluk vazifesinde bulunmak, yani cismindeki canı gibi, dostu canında bulmak

Bu dünya fânidir, âdemdir, misafirhanedir, âhiretin tarlasıdır. Âhirete hayırlı ameller götürmek lazımdır. Sen, seni sevdiğinle bil. Bir hadis-i şerifte; “ Kişi, sevdiği ile beraber haşr olacaktır.”

“Gardaşlarım insan dünyada bir yolcu gibi veya bir misafir gibi, yâda bir kiracı gibi olmalı. Yolcu veya misafirin nesi olur ki, Konar, geçer o kadar.”

Şu Beyitleri çok tekrar ederdi.

Fâilâtün, fâilâtün, fâilâtün,

Yüzün suyu değer cihanı bütün

Verirlerse dünyayı sen alma satın

Yüz aklığı iki cihana değer


Hak kul elinden intikamını kul eli ile alır

İlm-i Hakk-ı bilmeyenler anı kul yaptı sanır.


Cümle eşya haktandır kul eli ile işlenir

Emr-i Bâri olmayınca sanma bir çöp deprenir.


Kazara bir sapan taşı bir altın kâseye değse

Ne taş kıymet kazanır, nede kâse kıymetten düşer


Tekkeönü’ndeki sahra sohbeti dönüşünde “Gardaşım, Zindana dönek bakalım.” Derdi. [9]


Dostlar Hakkında

“Piş-i meni, der-Yemeni. Der -Yemeni, piş-i meni.”[10]

“Bizi sevenler Yemen’de olsa dizimizin dibindedir. Sevmeyen ise, dizimizin dibinde olsa bile Yemen’dedir. Biz kimseye vurmayız, kendi kendine vurursa, kendi bilir. Biz dünya ve âhirette, maddî ve manevi işlerinizde beraberiz.”


Efendi Hazretlerinin Kendi Makamı Hakkında

Sormuşlar.

“Efendi Hazretleri sizi nerede buluruz?

“Eğer bu dilberi ararsanız Sivas Ulu Camii’nde. Orada bulamazsanız Şam-ı Şerif’te Ümeyye Camii’nde. Orada bulamazsanız, Mekke’de Kâbe’de. Orada bulamazsanız, Medine’de Ravza’da. Orada bulamazsanız, Sivas’a bir sefer eyleyin Ulu Camii’nde bulursunuz.”


Efendi Hazretlerinin Bir Münacatı

“Ey Hâlık-ı kâinat! İlticâgâhım ancak sensin. Üzüntü ve sürûr zamanımda da sana yalvarırım. Günahlarım büyüktür, fakat senin affın ondan daha büyük değil midir? Münâcatımı işitiyorsun. Gönlümde muhabbetini eksik etme. Beni bin yıl ateşinde yaksan yine senden ümidimi kesmem. Rehberim sen olursan, hiçbir vakitte gümrah (yolunu kaybetmiş, sapıtmış, azmış) olmam. Sen bana yol göstermezsen ilelebet dalâletten kurtulamam.”

“Yâ İlâhi! En büyük korkum, beni kapından tard edecek olursan ne yapacağım. Senin yükselttiğini kimse alçaltamaz. Senin alçalttığını kimse yükseltemez. Hâlik sensin, hakîm ve âlim olan sensin, ilmin her şeyi kaplamıştır, rahmetin her şeye şamildir. Felâketzedelere yardım eden, musîbetzedelerin imdadına yetişen, kalbleri kırılanlara teselli veren Sensin. Kullarına yardım için daima hazırsın. Bütün esrar ve efkârı bilen Sensin. Bütün nimetleri bahşedensin. Fakirlerin dostu sensin. Sadıkların, tahirlerin yardımcısı sensin. Yardımını isteyenlerin hepsine yardım edersin”

“Ya Rab! Biz aciz, fakir, nakıs, zayıf ve fânî kullarınız. Ebedî ve ezelî olan, zengin ve kudretli olan, rahîm ve alîm olan sensin. Senin marifet ve muhabbet nurunu arıyoruz. Muhabbet ve marifetini ihsan eyle. Günahlarımızı affeyle.” [11]


Ehl-i Beyt Hakkında

Efendi Hazretleri hayatı boyunca Ehli Beyt’e olan sevgisi “Sizler bizim Ser tacımızsınız” ifadesi ile hayat bulmuştur.[12]

“Gardaşlarım! Ahmet ve Mehmet, bizler sizin adınızı abdestsiz bugüne kadar ağzımıza dahi almadık.” [13]


Fenâ fi’ş- Şeyh Hakkında

“Gardaşlarım! Bir zaman sonra gördük ki, elimiz şeyhimizin eli her şeyimiz şeyhimiz olmuş. Biz yok olmuşuz o var olmuş. Yok olun Gardaşlarım! Yok olun, sonunda Allah Teâla var olur. “


Gavslığı Hakkında

1955 senesinde Efendi Hazretleri “Gardaşlarım! Gavslık Kadirî’lerden Nakşî’lere verildi” Gavsiyet müjdesini verdi.


Gerçek Hafızlar Hakkında

“Gardaşlarım!

Bir kimse, ben öldükten sonra benim malımı dünyanın en cahil adamına verin derse; o adanıp malını Kur’an-ı Kerim hafızı olup ta manasını bilmeyene vermeli imiş yine bir kimse benim malımı âlim kimseye verin derse, o kimsenin malını velev ki, Kur’an-ı Kerim’i yüzünden okumasını bilmesin, Kur’an’ın hükmünce amel edene vermeli imiş.” [14]

Gerçek Temizlik Hakkında

Efendi Hazretlerinin ziyaretine giden ihvan,

“Önce hamama gideyim de bir boy abdesti alayım. Efendi’nin yanına tertemiz varayım” düşünerek hamama ve oradan doğruca Çorapçı Hanı’ndaki vekâleye gider. Kapıyı açıp içeri girdiğinde Efendi Hazretleri buyurur ki;

“Hacı, hacı temizlik yokluktur. Yok olarak geleceksin. Kalbteki bütün varlığını atacaksın ki, temiz olasın.”


Hacca Gidemeyenler Hakkında

“Gardaşlarım! Hacca gitmek isteyipte gidemeyenler üzülmesinler. Gidenler yanımızda, gidemeyenler canımızda. Gidemeyenler Ulu Camii’yi ziyaret etsin. Burayı O`ra, O`rayı bura yaptık.


“Haccın şartı 3’tür. Helâl paran olacak, sıhhatin yerinde olacak, iyi bir arkadaşın olacak, beraber gideceksiniz.

Herkes Mekke ve Medine’ye gitmek ister. Bizde diliyoruz. Ama sizleri bırakıp gidemiyoruz. Biz Mekke ve Medine’yi burası yaptık.”


Halife-i zadesin, makbulsün. Her neye muhabbetin varsa ona kulsun. Cennete gitsek bile siz vazifenizi yaptıktan sonra biz sizi almadan gidersek cennet bize haram olsun. Biz sizi bırakmayız, yeter ki, siz vazifenizi yapın.[15] Bu dünyadan çıktığınız zaman diliniz Allah Teâla ile teslim-i ruh etmeli, hatta hakkınızda müraî deninceye kadar zikretmeli.”


Hacılar Hakkında

“Gardaşlarım! Üç türlü hacı vardır, birini Allah Teâlâ çağırır o orada kalır ve geri dönmez. Birini Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem çağırır oradan döner geldiğinde kâmil bir hayat yaşar ve hacı olarak dünyasını değiştirir. Bir hacıda vardır ki; şeytan çağırır döndüğünde eskisinden daha şerli ve eşet (şiddetli) olur. Gardaşlarım! Allah Teâlâ bizi bu üçüncüsünden eylemesin.” [16]


Hakikât Hakkında

“Ol mahiller ki, derya içredir deryayı bilmezler.”

“Gardaşlarım! Balıklar şahlarına gidip sorarlar ki;

“İnsanlar bir sudan bahsediyorlar. Bize suyu gösterir misin?” dediklerinde

“Siz bana su olmayan yeri gösterin” demiş. İşte sizlerde o suyun içinde olduğunuzu bilin ve bunu unutmayın.”


Hastalıktan Şifa Bulma Hakkında

“Gardaşlarım! Bir kimsenin vücudunda bir hastalık zuhur etse fatiha-i şerifeyi okur, nefesini içine çeker, şifa bulur.”

“On bir adet salâvat-ı şerife de iyi gelir.”


Helal Rızık Hakkında

“Gardaşlarım! Bedenimiz helal rızıkla gıdalanıp, temiz kılıf olursa ruhumuz memnun olursa bu âlemde bedenimizi toprakta korur. Hem de ebedî âlemde tez bulur. Berzâh âleminde bedenimiz ruhumuzla beraber bekleyecek. Ebedî âlemde tekrar dirileceğimiz zaman ruhumuz bizi bulacaktır.”


Himmet Hakkında

Efendi Hazretlerinin kendilerine intisap için bir zatı sınadıktan sonra buyurur ki;

“Gardaşım! Bu muhtar mührü değil ki, hemen verelim. Biz de bir şey yok, Allah Teâlâ bize, biz de size vereceğiz.”

Bir gün eşi İmmihan Hanım “Efendi Hazretleri herkese himmet ediyorsun. Bizim Halis’e de bir himmet etsen” demiş. Efendi Hazretleri “Peki, sabah abdest suyumuzu döksün” demiş.

Sabah namazı vakti bir türlü Halis Efendi’yi İmmihan Hanım kaldıramamış. Devlethânenin abdest yeri avluda olduğundan o saat bir köpek[17] Efendi Hazretlerine öyle baka baka kalmış. Köpeğin hali değişmiş. Meğer himmet nasipten başka bir şey değilmiş.[18]


Hüsn-ü Zan Hakkında

“Gardaşlarım, Allah Teâlâ’nın kulunu sevmek o kulda kusur görmemekle olur. Baş­kasında kusur gören kendinde varlık görür. Allah Teâlâ’ya sonsuz hamd olsun ki, bulduğum bu Allah Teâlâ sevgisiyle Allah Teâlâ’nın kullarına hizmet etmek ve onlara faydalı olmak en büyük dileğimdir.”


İhvanlık Hakkında

“Gardaşlarım! Ders alan birinin oruç ve namazdan önce gözü kör, kulağı sağır, dili peltek ve eli ayağı kötürüm olmalıdır. Gardaşlarım! İhvan olmak kolay, insan olmak zor. Gidersin bir mürşide ders alırsın eve ihvan dönersin. Ama insan olmak öyle değil. Şeyhimden ders aldıktan sonra, Şeyhimin boyasına boyanmışım. İşte bu sizin gelmeniz, Şeyhimin himmetidir. Himmet verilmez alınır. Himmeti vermeli, almalı. Biz verebiliyor muyuz siz de alabiliyor musunuz?

Biz Allah Teâlâ’nın hiçbir işine karışmadık.[19] Naz makamında dahi olmadık.” “İhvan vaktin oğlu olmalıdır” “İhvan ihvanlığı ile avama karşı gururlanmamalı ve riyaya gitmemelidir. Yolumuzun dört esası vardır. Devamı sohbet, devamı sünnet, devamı zikir ve seyr-i sülûk. İhvanda huşu ve huzur birleşmezse zevk alamaz.

İhvan iki kısımdır. Birinin her gün yediği baldır, balı bilmez. Diğeri de şekli ve şemailini bilmez. Bal baldır, tadından ayrılmaz.

İhvan özürsüz üç hatmi terk ederse ihvanlıktan terk edilir. İhvan Allah Teâlâ için bakarsa Allah Teâlâ ona ölmez bir göz verir. Dinlerse, ölmez bir kulak verir. Hâsıl insan bütün azasını Allah Teâlâ’ya verirse, Allah Teâlâ ona ölmez bir vücut verir ve ruh olur. Edeb, ihlâs ve muhabbet bir ihvanda bulunmaz ise, ilerleyemez.” 13.07.1963


İhvandan İstenilen Şey Hakkında

Efendi Hazretlerine ‘Başka şeyhlerin ihvanları uçuyor kaçıyorlar, niye bizde böyle bir hal yok’ dediler.

“Gardaşlarım! Sinekte uçuyor. Siz uçmayı kaçmayı bırakın. Allah Teâlâ’ya kul olmaya bakın. Uçmak bir şey değil. Sizin Allah Teâlâ yanında sinek kadarda mı, kıymetiniz yok. Yoksa daha ne çalışıyorsunuz. Sizleri bir damla sudan bu hale getiren Allah Teâlâ değil mi? Onun için uçmaya kaçmaya bakmayın. Allah azîmü’ş şân bize kulum desin yeterde artar.”[20]

İhvan Felç Olmaz ve Bunamaz

Efendi Hazretlerine bir ihvan bacının felç olduğu haberi gelince;

“Gardaşım! Bizim ihvanımız felç olmaz ve bunamaz, onun şeriattan (eliyle işaret ederek) şöyle bir yeniği varmış. Yoksa bu hal zuhur etmezdi.”


İhvanın Çokluğu Hakkında

Türkelili Mevlâna Küçük Hüseyin Efendiden dinledim.

Efendi Hazretleri, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin “Mahşerde ümmetimi çokluğu ile öğüneceğim.” buyurduğunu ifade etmiş ve

“Gardaşlarım! Her asrın halifesi gibi, bizde ihvanımızın çokluğu ile öğünürüz” dedi. Daha sonra evinin önünde havuz yapan ihvanları eve çağırdı ve onlarla çay içer iken, uzun bir müddet rabıtadan sonra buyurdu ki;

“Gardaşlarım! Siz görevinizi bugün burada çalışarak ve yorularak edâ ettiniz. Allah Teâlâ her kula bir görev verdi. Bize de bugün bir görev verildi. Allah Teâlâ meleklere bu yıl kıtlık olacak buyurdu. Melekler razı oldular. Bize de bu ahval ilham olunca razı olmayıp, Ya Rabbi kullarına kıtlık iptilasını verme, dedik. Duamız kabul olundu.”


İlk Vazife

“Gardaşım! Erkek ihvanın ilk vazifesi incinmemek ve incitmemek, kadın ihvanların ilk vazifesi kocasının nefsine hizmet etmektir.”


İlkbahar Mevsimi Hakkında

3 Mayıs 1960 yılında yaptıkları bir sohbette Efendi Hazretleri buyurur ki;

“Gardaşlarım! Bu mevsimde hava ne kadar soğuk olursa olsun insana dokunmaz. Çünkü her şeye hayat veren, şifalı havadır. Güz mevsiminde ise, hava az soğuk olsa da dokunur. Çünkü otları ve her şeyi yakan havadır.” [21]

İnsana Değer Veren Şeyler Hakkında

“Gardaşlarım! Amellerin efdâli zikirdir. Fakat çalışmıyoruz. Kul daima Allah Teâla ile olmalıdır. Vefatında bile. Gardaşlarım! Piyasada tonlarca kâğıt var. Bunların belirli bir kıymeti var. Ama kâğıda imza atılıp mühür vurulduğu zaman para oluyor. Kâğıdı para yapan Mühür ile imzadır. İnsanı insan eder zikirdir. Allah Teâla’yı zikir edin. İnsan, namazını ve dersini hiç bırakmamalıdır. Her şeyin cilası ve gıdası vardır. Kalbin ki, ise, zikirdir. Bunun kıymeti sonra anlaşılır.”


İstemeyi Bilmek Hakkında

“Mecnun ve Leylâ vardı. Mecnun âşık idi. Leylâ bir gün yanına gelip, “ben Leylâ’yım” diyince Mecnun, “ya bendeki Leylâ kim” demiş. Meğer Leylâ olmuş.

Gardaşlarım! Allah Teâlâ’yı isteyin. Allah kendini verir. Bu hal ile olun Gardaşlarım! Bu âlem bir hayaldir.

“Gardaşım, Allah’dan hayâ ediyoruz. Bakıyoruz, gönlümüze ne geliyorsa o oluyor. Allah’dan utanıyoruz.”

Allah için birbirinizi sevin, biz sizi Allah için seviyoruz. Karıncayı da Allah için seviyoruz ne görüyorsak Allah’ı görüyoruz. Sizi de gördük Allah’ı gördük. Biz Allah’a sarılmışız ki, siz bize sarılıyorsunuz.”

“Vaktinizin kıymetini bilin. Dünya beni aldattı. Üstü bal tadı, altı beni aldadı.” [22]


İsim Koyması Hakkında

Efendi Hazretleri ihvanın çocukları doğunca isim talebi ile geldiklerinde çocuk getirilmişse kulağına ezan okur adını koyardı. Tükürüğü veya tatlı bir şeyle tahnik yapardı.[23]

Adlarda genellikle Ehl-i Beytin, sahabenin veya pirân-ı izâmın adlarını tercih ederdi.[24]

Bir gün Hacı Murat isimli ihvan Efendi Hazretlerine gelerek;

“Efendi Hazretleri bir mahdumunuz oldu. Ne buyurursunuz.” Efendi Hazretleri;

“Hatice-i Kübra, olsun.” Hacı Murat;

“Efendi Hazretleri Bir öncekine vermiştiniz,” dediğinde elini sallayarak

“Yâ, öyle mi! Peki Fatıma’tüz- Zehra olsun” buyurdular.

İşlerin Değiştirilmesi Hakkında

Hasan Hüseyin Karataş Efendi’ye hitaben ihvana “Gardaşım! Büyükler buyurur ki, “Sebep sizi terk etmeden, siz sebebi terk etmeyin,” söylemiştir.[25]

İşlerin Hakikâti Hakkında

Efendi Hazretleri bir gün annesine “Babama söyle de, bana sarık alsın.” Der. Annesi buyurur ki;

“Oğlum sen sarık ol, âlem seni başında taşısın.” Başka bir zaman ise, “Babama söyle, bana koku alsın” demesi üzerine, “Oğlum sen koku ol, bütün âleme tüt.”

Efendi Hazretleri biz bu kasketi takmayalım ve dışarı çıkmayalım diye niyet etmişler. Fakat manasında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi görmüş. “İsmail Efendi bezde bir keramet yok. Ümmet-i Muhammed’i irşada çık vazifeni yap.” [26] Emrine tabi olup kasketi takınmış ve “Oğul, eğri ayağa eğri ayakkabı yaparlar. Bizde öyle yapıyoruz” buyurmuşlardır.[27]


İşlerin Zahiren Söylenmesi Hakkında

“Gardaşlarım! Bir şey sormak icap ederse veya sıkıntınız olunca bize zahiren söylemeniz icap eder. Allah Teâlâ bize bildirirse biz biliriz.”


İşlerin Tecellisi Hakkında Takdirin Önemi

Efendi Hazretleri 1949 yılında ziyaretine gelen Darendeli Hacı Hasan Efendiye,

“Gardaşım! Hacca gideceğiz.” buyurunca O da;

“Efendi Hazretleri param yok” demiş. Efendi Hazretleri de;

“Gardaşım! Bizimde paramız yok, İnşâ-allah gideceğiz.” diyerek davet edildiklerini aşikâr kılmış.


Kaza Namazı Hakkında

Bir gün vekalede sohbet sırasında birisi,

“Kaza namazı olanın nafile ve sünnet namazları kabul olmaz diyorlar. Siz ne buyuruyorsunuz?” dediklerinde;

“Gardaşlarım! Yarın ruz-i mahşerde ilk sual namazdan olacaktır. Namazın hesabında hesaba ilk defa farz namazları alınacak, ondan sonra noksan kalan kısımları kaza namazları ile tamamlanacak. Ondan noksan kalan kısımları da derecelerine göre sünnetlerle, ondan noksan kalan kısımları da nafile namazlarla tamamlanacaktır.

Gardaşlarım! namazlarınızı ihmal etmeyin. Vaktiniz oldukça borcunuz varsa kaza namazı ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden intikal yâni gelmiş olup, sizlere bildirdiğimiz sünnet namazlarını kılınız.”

Gardaşlarım! Akşam namazından sonra ikişer rekâttan altı rekât evvâbin namazı kılanın geçmiş on yıllık günahı af olunur. Ondan sonraki evvâbin namazları için de her birine bir umre sevabı verilir. Teheccüd namazını kılın, iki rekât işrâk ve dört rekâtta duhâ namazı kılın”[28]


Kendine Söylenmiş İlahilerin Hakikâti Hakkında

“Bu sözler Allah Teâlâ ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme söylenmiş sözlerdir. Ancak yol bizden geçtiği için bize söylenmiştir. Fenâfı’l-ihvân olduysanız, bu sözler ihvana, Fenâfi’ş-şeyh olduysanız bu sözler şeyhe, fenafı’r-resûl olduysanız bu sözler Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme, bekâbi’llâh olduysanız bu sözler Allah Teâlâ’ya söylenmiştir”[29]

“Gardaşım sevmeli sevilmeli. Her insanın sevgisi Allah Teâlâ ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme ulaşmaz. Siz bizi sevin, bizde şeyhimizi seviyoruz. Bu sevgi, silsileyi meşâyih yolu ile Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme, oradan Allah Teâlâ’ya ulaşır.”

Kendini Beğenenler Hakkında

“Herkes yanımıza nefsimizi yendik diye gelirler. Hele bir dokun bakayım, işin aslı nasıldır bir göresin.” [30]

Bir gün Efendi Hazretlerinin huzurlarına bir adam gelir,

“Efendim otuz beş senedir teheccüd namazımı aksatmadım” demesi üzerine Efendi Hazretleri buyurur ki;

“Ne o namazı kılsaydın, ne de bu sözü söyleseydin. Bunda varlık kokuyor, Gardaşım.[31]

Varlıktan Allah Teâlâ’ya sığınırız. Biz hiç kimseyi hor görmeyiz.[32] En günahkâr insan tövbe eder. Allah Teâlâ’nın sevdiği kulu olur. İbadetine güvenen insana varlık gelir ve mahvolur.”


Keramet Hakkında [33]

İhvanlardan biri, Efendi Hazretlerinin huzurunda sohbette iken gönlünden geçirir ki,

“Efendi’nin de hiç kerameti yok” o anda Efendi Hazretleri ona döner ve buyurur ki,

“Gardaşım siz ders almadan önce Teheccüd namazına kalkar mıydınız?” o da, “Kalkmaz­dım Efendim” diye cevap verir.

“Peki, şimdi kalkar mısınız?” diye sorunca;

“Evet Efendim. Hem de hiç kaçırmam” diye söyleyince, Efendi Hazretleri buyurdular ki,

“Gardaşım bundan büyük keramet olur mu?”


Kokusu

Efendi Hazretlerinin vücut kokusunun bir rivayette karanfil gibi koktuğu rivayet edilir.[34] Şükrü Sefa Efendi ise: ‘O gül gibi kokardı. Kaldığı ve geçtiği yerlerden kokusu uzun süre gitmezdi’ diye ifade etmiştir.


Leylâ ve Mecnun

“Mecnun, kırk yıl Leylâ’yı, Leylâ diye sevdi. Kırk yıl sonra Leylâ’da, sevdiğinin Mevlâ olduğunu anladı. Yine Leylâ’yı sevdi. Fakat Mevla diye sevdi.

Mecnun’a sordular.

“Leylâ için deli oldun. Ya bu ayrılığa nasıl dayanıyorsun?” dedi ki;

“Ayrılık ne kelime. Ben Leylâ’yı düşüne düşüne kendimi unuttum. Şimdi kendimi de unuttum, fark edemiyorum. Ben, ben miyim? Yoksa Leylâ mıyım?” Sonunda mecnun Leylâ; Leylâ, Mecnun oldu.

Âşık ve maşuk bir suda boğulurken, birisi erkeği kurtarmak istemiş. O ise; beni bırak, maşukamı kurtar, o boğulmasın. Diyerek elini vermiyor ve boğuluyor.

Bir âşık;

Sevdiğimin kendini değil, fesinin püskülünü görsem bana yeter. Demiştir.”

“Mecnun Leylâ’nın aşkından dağlarda çöllerde gezer iken bir bakmış ki, bir sayyad (avcı) bir ceylan yakalamış. Bunu bırak demiş. Avcı; nasıl bırakayım. Mecnun;

“Ceylanın gözü Leylâ’nın gözüne benziyor. Sana elbisemi vereyim. Demiş”


“Mecnun’un çöldeki haline babasının yüreği dayanamamış. Oğluna demiş ki;

“Oğlum seni Kâbe’ye götüreyim. Hacer-i Esved’e yüz sür de bu aşk belasından kurtar.” Mecnun;

Ya Râb belayı aşk ile kıl aşina beni

Bir dem belâ-yı aşktan etme cüda beni

Az eyleme inayetini ehli derdden

Yani ki, çok belâlara kıl mübtelâ beni


“Allah Teâlâ’m benim aşkımı o kadar artır ki, kimse Mecnun vefasız demesinler.”


Meczuplar Hakkında

“Gardaşlarım! Meczuplara fazla dokunmayın, gerekirse uzak durun. Onların duası,bazen beddua yerine geçer.” [35]


Misafirlik Hakkında

“Gardaşlarım! Hepimiz misafiriz. Misafir aç olmayacak, ev sahibine güç olmayacak misafirliğimizi bilmeliyiz. İnsan bar (yük) olmamalı, yar olmalı, yani hizmet ehli olmalıdır.” [36]


Misafirler Hakkında

“Gardaşlarım! Günde yanımıza otuz kişi gelir. Bunlardan onu bizi tetkik için. Onu, yemek-içmek için. Diğer onundan sekizinin dünya işi var, ikisi ise, Allah rızası için ziyarete gelir.”


Münakaşa Hakkında

“Gardaşlarım! Sakın münakaşa yapmayın. Allah Teâlâ bilir deyin, işin içinden çıkın.”


Naci Fırkası Hakkında

“Gardaşlarım! Naci denilen fırka sizlersiniz.[37] Bakarsınız bazı kişiler tarîkata giriyorlar. Çok geçmeden acaibten garâibten bahsetmeye kalkışıyorlar. Kendilerini büyük adam olduklarını zannediyorlar. Fakat büyük kim, küçük kim, o sonra belli olur. Bizim tarîkatımıza gelen kimse uzun yıllar çalışır. Ancak kendi küçüklüğünü fark eder. Yetmez mi bu fark. Çünkü keramet kulu Allah Teâlâ’dan uzaklaştırmaya yarar. İnsan Ahlak-ı Muhammedi ile ahlaklanmalı, kuldan istenen budur. İnsan ile ebedi âleme gidecek kazançta budur.[38]


Rabıta Hakkında

“Rabıta, mürşidin eliyle müridin kalbinden geçirilip, dergâh-ı izzete bağlanan haberleşme ipidir.”

“Rabıtasız insan kör ve sağır.”


Ramazan Ayı Hakkında

“Gardaşlarım!

Birbirinizle bir araya geldiğiniz zaman, gönüllerinizi dünya taallukatından âri kılarak hep bir ruh gibi olmaya gayret ile celb-i himmet ve ruhaniyyet eylemeniz iktiza eder.[39]

Bunun hilafındaki hareketler, maddî ve mânevî işlerinizin bozulmasına ve gönüllerinizin perişanlığına sebep olacağından, şu Ramazan-ı mağfiret nişanından birbirinizle hubben lillâh helâlleşerek, gayet samimi ve ciddi olarak muhabbet eylemenizi eltâf-ı ilâhiyyeden niyaz ederim.”


Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin, Efendi Hazretlerine isim vermesi Hakkında

Bir Ravza-ı Mutahhara ziyaretinde, Efendi Hazretleri buyurmuş ki;

“Biz bu kapının kıtmîriyiz.” Biraz bekledikten sonra;

“Yok, canım bütün âlem, bu kapının kıtmîridir.” Biraz bekledikten sonra;

“Gardaşlarım! Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem üç defa adımızı değiştirdi. Garib’u-llah, Refî’u-llah ve sonunda adımızı Yakîn’u-llah koydu.”


Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme Olan Sevgisi Hakkında

“Gardaşlarım, Ahmet ve Mehmet! Bizler sizin adınızı abdestsiz bugüne kadar ağzımıza dahi almadık.”

“İsmim Muhammed Efendim” diyen kişiye Efendi Hazretleri;

“Allah Teâlâ’yı seversen sus, abdestimizi tazeleyelim ondan sonra adınızı söylersiniz” buyurarak, Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellemin ismine dahi olan hürmetini göstererek, O’nun sevdalısı olduğunu izhar ederdi.


Rusya Hakkında

“Gardaşlarım! Evliyalar da silahı ele alıp harbe iştirak ederler ve kazanırlar. Biz elimize silah almadan, Rus’u yirmi senedir yerinde durdurduk ve ona öyle bir iş ettik ki, kıyamete kadar belini doğrultamazlar”


Sabrı Hakkında

Ankara’dan gelen bir müfettiş gizli olarak bir süre takibat yapmış, gideceği zaman Efendi Hazretlerine gelerek kendini tanıtmış;

“Efendi Hazretleri siz müstesna bir insansınız, bu kadar insan, nefsini düşünüp dünya menfaati için etrafınızda yuvalanmışlar ve nemâlanıyorlar.”dediğinde, Efendi Hazretleri;

“Gardaşım, biz bunların hepsini ve durumlarını biliyoruz.” Buyurmuştur.[40]


Sahte Şeyhler Hakkında

“Gardaşlarım! Bakıyoruz, bazı kimseler kendiliğinden şeyhlik ediyorlar. Tevbekâr olmadan ölen, fahişe kadınlar ellerinde bıçaklar ile kendilerini doğrayacaklar. Kendiliğinden şeyhlik edenlerin hali, mahşer yerinde onlardan beter olacak. “

Her mürşide dil verme kim yolunu sarpa uğradır

Mürşidi kâmil olanın gayet yolu asan imiş


Niyazi Mısrî kuddise sırruhu’l-azîz

Sakal Hakkında

Efendi Hazretlerine, “Sizin ihvanınız, sakalını niye kısa uzatıyor” diye sorulunca, “Gardaşım bizde içeriye doğru uzatıyoruz” buyurmuşlardır. [41]

Bir arkadaş gurubu ile ziyaret yapan Şahab Ünal’a, Efendi Hazretleri “Gardaşım! Sakalınızı bırakınız” diye ısrarlı teklifi olduğu, kendilerinin ise, bu ısrarlı teklif karşısında söz verdiklerini söylemiştir. [42]


Sevmek Hakkında

“Siz birbirinizi Allah Teâla için severseniz, gayret’u-llah zuhur eder. Allah Teâla hepinizi sever. Muhabbeti olan hata görmez, görse de göz yumar. Her işte beraberlikten Allah Teâla razı olur. İdare ilmini öğrenin, insan kızınca şeytanın malı olur.

İdare müdâra ve dubâra.

Nefis çok mübarektir. Ruha âşık olmuştur. Aşkın kıymeti çok büyüktür. Âşık olmayan insan, insan değildir. Asıl mesele nefsi, ruha tâbi kılmaktır. Nefsin dediğine gitmemektir. Ne ararsan insanda mevcuttur. Bir şeyh (Şeyh Sena ) Rum papazının kızına âşık olmuş. Ruh şeyhtir, Nefiste Rum papazının kızıdır. Hepinizi Allah Teâla’ya emanet ettik. Biz de zaten Allah Teâla’ya emanetiz. Cenâb-ı Allah Teâla, hepinize mazhar-ı tevfik buyursun. Tarîkatta bir şey varsa, o da insanın gözü ayağının ucuna bakmasıdır. “

Efendi Hazretleri bir sohbetinde sevmek hakkında Musa aleyhisselâmın kıssasını anlatırlar.

“Allah Teâlâ, Tur-i Sina’da, Musa aleyhisselâma buyurmuşlar ki,

“Ya Musa benim için sen ne yaptın” Hz. Musa aleyhisselâm,

“Ya Rabbi namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim” Buyurunca, Allah Teâlâ buyurur ki;

“Onlar senin için Ya Musa, karşılığını elbette vereceğim, benim için sen ne yaptın” sualine Hz. Musa aleyhisselâm,

“Yarabbi sen bilirsin” demesi üzerine Allah Teâlâ,

“Ya Musa, benim için bir kul sevdin mi? buyurmuşlardır.

“Onun için kul, Allah Teâlâ’yı sevmeli, her şeyi de Allah için sevmelidir. Gardaşlarım biz hepinizi Allah için seviyoruz,” yerde giden karıncayı göstererek,

“Şu karıncayı da, Allah için seviyoruz”[43]


Siyaseti Hakkında

Efendi Hazretleri, bütün partilere karşı aynı uzaklıkta kalmış herhangi bir siyasi parti hakkında yakınlık belirten bir söz söylememiştir. Hatta 1954 seçimlerinde gelen misafirlerden birisinin,

“Efendi yakında seçim var. Biz reyimizi hangi partiye vereceğiz” demesi Efendi Hazretlerinin canının sıkılmasına sebep olmuş ve buyurmuşlardır ki,

“Gardaşlarım! Allah Teâlâ herkese göz vermiş görmek için; kulak vermiş duymak için” işaret parmağıyla başını göstererek,

“Allah Teâlâ bir de akıl vermiş, gözünüzle görüp kulağınızla işitip aklınıza danı­şacaksınız, aklınız ne diyorsa onu yapacaksınız”

“Biz, siyasetle asla uğraşmayacağımızı söyledik, siyasetle uğraşmayacağımıza dair, Duyunu Umumiye Memurluğumuzda imza verdik. Bizim o taahhütnamemiz halen câridir. [44]

Gardaşlarım! Zahirde senet verdik, ervâh-ı ezelde de söz verdik. Bizim siyasetle alâkamız yoktur. Benim bir reyim var. Kime verirsem vereyim, başkasını ilgilendirmez. Her kim ki, ‘Efendi oyunu filan partiye veriyor’ diye konuşursa bizim semtimize uğramasın, onunla bizim alâkamız kesilmiştir.”

“Gardaşlarım! insan beşer, hata eder üçer beşer. Hata işlemeyen kul olmaz, hükümete gelince olmayan hükümetten, olanın en kötüsü yine iyidir. Memleketimize sahip olun. Dünya’da Türkiye, Türkiye’de Sivas, kıymetini bilin”

“Gardaşlarım! Sizler ne niyetle oy verirseniz verin. Oylar sandıkta Allah Teâlâ’nın melekleri tarafından layık olduğunuz yönetimin gelmesi için değiştirilir.” [45]


Cihana padişah olmak kuru bir kavga imiş

Bir mürşide bend olmak cümleden evla imiş..

Yavuz Sultan Selim

Sohbet Hakkında

Efendi Hazretleri iki konu üzerinde ısrarla dururdu. Bunlar:

“Hatm-i Hâcegân’ı ve sohbetleri terk etmemektir.”

“Gardaşlarım! Sohbetlerinizde edebinizi, muhabbetinize sahip olun.[46] Her sohbette vuslat vardır. Hiç vuslatsız sohbet olmaz. Hiç bir şöhret afatsız olmaz, öyleyse şöhretten kaçının.” [47]

“Sohbetin dört şeyine dikkat etmelidir. Terk et dünyayı, bul ukbayı.[48] Terk et ukbayı, bul Mevla’yı.[49] Terki terk eyle. Sen seni terk ettikten sonra kendin çalışarak ara. Tam beş yüz senelik yoldur. Bir perde vardır. Bu perde ise, kalbde gözle görülmeyecek kadar ufaktır. Bir nokta kadardır.”[50]

“Sohbet ihvanın tesiri altında değil, ihvan sohbetin tesiri altındadır.”


Son olarak söylediği Gazel [51]


Sanmam ki, bizi şire-i engür ile mestiz

Biz ehli harabattanız kim mest-ü elestiz.

Ol demde kim ikrar eyledi bizleri ey dost

Şimdi dirilüb çevremiz gördü ki, mestiz.

Bu zevke erer ehl-i hırat kim bula bir yol

Akıl ana tuzak olmuş iken, mümkün mü gide yol

Aşkın elemi her kimi zar etti o makbul

Safi demesin kim bu yolda biz dahi mestiz.

……

Bezm-i ezele vakıf olan ehl-i harabat.

Terk eylemez bizleri olsak ta pür-afat

İşte o zaman bilir ki, biz ezeli mestiz.

Bu dedikodular olacak hep cümle güzel

Çün başa getirmiş o takdiri ezel

Bildim ki, bu âlem hareketi sun-i lem-yezel

Toprak olup ayaklar altına yüz koydum elbette ki, mestiz.


Şeyhliğin Kazanılması Hakkında

Bir gün bize iki kimse geldi. “İsmail Efendi sen bu şeyhliği buldun mu? Çaldın mı? Aldın mı? Dediler. “Bende onlara; ne buldum, ne çaldım, ne de aldım. Hini sabavetimden beri kendimi bir yokluk içinde ve yok bilirim; dedim.” Onlar; “Haydi İsmail Efendi imtihanı kazandın dediler.”


Şeyhin Üstünlüğü Hakkında

“Gardaşlarım! Her şeyin bir tüccarı vardır. Bizde dert tüccarıyız. Hem de öyle bir dert tüccarı ki, bütün dermanın fevkindedir.”

“Gardaşlarım! Ananız, babanız mı üstün yoksa biz mi? Elbette biz üstünüz. Onlar sizi ulvi âlemden süfli âleme getirdiler. Biz ise, o ulvi âleme götürmeye memuruz.” [52]

“Gardaşlarım! Acaba ve şüpheyi kaldır. Hatanı bileceksin. Hava giren yerini yama. Gemi cevher yüklü, su almış batmış. İnsanoğlu cevher yüklü, sakın batırma. Sahibine teslim et. Arabanın gıcırtısı bile muhabbeti bozar. Çorumlu Pirimiz buyurdular ki;

“ Biz cevher olanı biliriz. Bırakmayız. Biz insan hırsızıyız. “[53]

Zatın biri, Allah Teâla’ya kapını aç demiş. Gaipten ses gelmiş: Ya kulum, sen gel zaten kapı açık demiş.


En faziletli ilim ilm-i hal

En faziletli hal huzur-u hal

Kul rah-ı hakta buluna

Rahimdir Allah Teâla kuluna

Bu âleme gelen küfrü ile gelir. Neyi seversen onunla kalırsın, ne ile meşgul isen sen O’sun. Şeriatı gözetin, şeriatı gözetmeyenin tarîkatı olmaz. Ama sol el ile yemek mekruhtur, fakat onu görmek haramdır;”


Şeyhin Makamı Hakkında

Cennete gitsek bile, siz vazifenizi yaptıktan sonra biz sizi almadan gidersek, cennet bize haram olsun. Biz sizi bırakmayız, yeter ki, siz vazifenizi yapın.

Ehl’u-llâh derler, işte Allah Teâlâ’nın ehlisiniz, bize Allah Teâlâ için ziyarete uzaktan yakından geliyorsunuz. Tarîkatımız Halidî Hâki Nakşibendî’dir. Evveli Şeriat ortası tarîkat ahiri yine şeriattır. Bizim Şeyhimiz Hacı Mustafa Hakî Hazretleridir. Bizde sizin gibi, Allah Teâlâ için ziyaretlerine giderdik Türbe-i saadetleri İstanbul’da Fatih Camii’ndedir. Yine gidip geliyoruz. Biz beraberiz. Hadis-i Kudsî “Men arefe nefsehu fekat arefe rabbehu.” Nefsini bilen Rabbi’ni de bilir ezelî ervahta. İşte böylece ruhlar bir arada görüşmüşler burada da görüşüyoruz.”[54]


Şeyhin Gerekliliği Hakkında

“Kendi başına biten bir ağacın meyvesi olmaz. Allah Teâla’nın âdetinde bir şeyi sebebe bağlamak lazımdır. Nasıl ki, ana ve baba olmadan çocuk dünyaya gelmiyorsa, bir Mürşidi kâmil terbiyesine girmeden olan doğuşta sakatlıklar olur. “[55]


Boş çeşmeye koydum bakraç,

Bulamadım derdime ne merhem ne ilaç La


Şeyhliğinin Hakikâti Hakkında

“Gardaşlarım! Sâdi derki, Bir gün hamamda bir sevimli insan bana bir parça güzel kokulu kil verdi. O kile:

“Misk misin, yoksa amber misin, senin güzel kokundan mest oldum.” dedim. Kil cevap olarak bana şöyle dedi:

“Ben adî bir kil idim, fakat bir zaman gül ile arkadaş oldum, onun güzel kokusu bana sindi, yoksa ben bildiğin toprak parçasıyım.” [56]


Şeyhliğin Hakkını Vermek Hakkında

“Gardaşlarım! Eğer biz kendimize düşen vazifemizi yapamıyorsak, bu vazife bizden alınsın; sizler bir şey alamıyorsanız bizler ne yapalım.”


Şevval Orucu Hakkında

“Gardaşlarım Ramazan 30 gündür. 6 günde Şevval-i şerifte oruç tutarsanız 30 gün ramazan 300 gün, 6 günlük Şevval orucuda 60 gün eder bir senede oruç tutulabilecek gün 360 gündür, bu suretle bir senenin gecesi kaim, gündüzü sâim olmuş oluruz. Biz Şevvali Şerif’in dokuzunda oruca başlar on beşinde bayram ederiz. Bu suretle eyyam’ı biyd orucunun sevabını da kazanmış oluruz.” [57]


Takdir Hakkında

“Gardaşlarım! Allah Teâlâ ruhları ezelde topladı, herkese istediği sanat gösterildi. Biz de dervişliği aldık, sizinle de ezelde tanıştık. Her insana ömrü, rızkı ve nasibi ruhu ile beraber verildi. Bu âlemde tedbir alıp takdire saygılı olduğumuz kadar amelî edebimizle daha kim yakîn olur diye âleme imtihan için gönderildik. Burada biliştik mahşerde buluşacağız.” İkinci durağımız berzah âleminde toplanacağız. Üçüncü durağımız mahşerde toplanacağız, buluşacağız. Allah Teâlâ buyurdu ki;

‘O gün mahşerde hiç kimseye soyu şöhreti sorulmaz. Ameli, edebi ve yakınlığı ile mükâfatlandırırız’.

Gardaşlarım! Kâinat bize bağlı, bizdeki cana bağlı, canda canana bağlı. Bu can bizden gitti, başka can geldi. Allah Teâlâ kula nimet verir başkası bin çalışsa o lutfa erişemez. Gardaşlarım! Eden eyleyen Allah, Lâ Havle velâ kuvvete illâ billâh”

“Gardaşlarım! Her insan için ezelî bir hüküm var. Her nebinin mekânı zamanı ve ashâbı ezelde bilindi. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ve halifelerinin de mekânı, zamanı ve ashâbı ezelde bilindi. Bizimde zamanımız bu, Sivas mekânımız imiş. Allah Teâlâ bizi sevdi, biz de Allah Teâlâ’yı seviyoruz. Her şeyi, yerdeki karıncayı Allah Teâlâ için seviyoruz. Siz de emri ilâhiye iman ve ameli edebi ile bizi sevmiş olursunuz. Bizi sevmekle Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme, oradan Allah Teâlâ’ya yakın olursunuz. Amelî edebinizle, Murakabe-i Hayr ile çok zikirle yakınlığınıza sa’yü gayret edeceğiz.”

“Gardaşlarım! Kim bizi severse, bizle yaşarsa, bizim sevgimizle ölürse, mahşerde beraber oluruz.”


Tarîkatı Hakkında

“Halidî Hâki Nakşibendî olan tarîkatımızın evveli şeriat, ortası tarîkat, ahırı (sonu) ise, şeriattır.”


Ulu Camii Hakkında

“Dünya üzerinde altı mescit vardır.

1- Beytullah, 2- Ravza-i Mutahhara 3- Kudüs-ü Şerif 4- Şam’da Camii Emeviyye’de Mescidi Yahya, 5- Halep’te Mescidi Zekeriyya, 6- Sivas Ulu Camii. Bu bir Hâkikâttir, biz böyle kabul ettik.”[58]


Üç Aylar Hakkında

“Gardaşlarım! Üç aylarda günahların keffareti olarak bir gün oruç tutun, bütün günahlarınızı silip götürür.”


Tekkesi Hakkında

“Gardaşlarım! Bizim siyasetle alâkamız yoktur. Cumhuriyetin ilanından sonra tekke ve zaviyeler kapatılıyordu, bize dediler ki;

“Efendi siz şeyhsiniz. Tekke ve zaviyeler kapatılıyor, siz irşat faaliyetlerinize devam edecek misiniz?” Biz de,

“Evet, gök kubbenin altı bizim tekkemiz. Ay, güneş ve yıldızlar tekkemizin kandil­leridir.” dedik.


Vefalı olmak Hakkında

Efendi Hazretleri bir gün devlethanede uzun müddet hasbıhâl ettiği yaşlı bir misafire abdest tazelettirmek için oğlu Kemal Bey’e işaret etmiş. Kemal Bey hizmetini yaparken bir ara demiş ki:

“Efendi Hazretleri sizin gösterdiğiniz ilgiye layık biri değilmiş.”

“Bizi Şeyhimize ilk götüren Tokat Mal Müdürü’ne saygımıza gölge düşürmek eğri olur. Mahşerde eğrinin gölgesi de eğridir. Eğrilik mahşerde ise mahcupluktur.”


Vefat Eden Kişi için Kelime-i Tevhid Hatmi

“Gardaşlarım! Vefat eden gardaşımız için, Kelime-i Tevhid Hatmi okuyalım. Cehennemde olanı çıkarır.”[59]


Vesvese Hakkında

“Gardaşlarım! Her işte, melâike de şeytan da müessirdir. Adamına göre bazı kimse, melâikeden ilham ve bazı şahıs şeytandan vesvese alır. Biz ise, muvazene ile yola gideriz. Her kim melâikeye mukârin olursa, işlerinde ilham, şeytana yaklaşırsa vesveseden istilzam alır.”[60]


Zahiri İlim

“Her canlı ölür. Bir Allah Teâlâ ve muhabbet bâkî kalır.”

“Muhabbet manevî ilimle bulunur. Almanya’da bir arabayı yedi, Amerika’da otuz yedi günde yapıyorlar. Zahirî ilim artacak. Fen daha ilerleyecek. Uzak yeri yakın edecek. Kişi üstüne giydiği elbisenin düğmesine basacak istediği yere gidecek. (Başka bir sohbette devamında) Fen o kadar ilerleyecek ki, nefesi biten kişiyi sağlığındaki gibi hareket ettirecekler. Fakat bu zâhirî ilmin sonu olacak. Ancak maneviyatın üstünlüğü devam edecek. Mümin, geçen nebilerin ve velilerin sesini kendi ağzından duyacaktır.”


Zikir Hakkında

“Gardaşlarım! İnsana tarîkatı âliye-de kalbden bir ders verirler. Çeke, çeke kalb ıslah olur. Kalb ıslah olunca da bütün vücuda dağılır. Vücut ıslah olunca, bütün kâinat ve mükevvenat ıslah olur”

“Gardaşlarım! Kuşlar, balıklar zikirden düşünce av olurlar. Başınızda şemsiyeyim, eğer her halinizi bilmez isek, Allah Teâla şeyhliği elimizden alsın. Her nefes ve alışverişinizden haberdarım. Biz şimdi bir kestirme yol bulduk, gönülden gidiyoruz. Bu vücut, bir gemidir. Bu gemiyi deryada yüzdürmek lazım. Kul beşerdir. İnsan namazına ve dersine devam etmeli, yatarken, kalkarken ve yerken daima abdestli olmalıdır. Yemede ve içmede bir şey yoktur, nefsi körletmek içindir. Asıl mesele ruha gıda vermektir. Nefs, daima ruhun peşinden getirmelidir. İnsan, zikre başladığı zaman zikre girmeli, kendisi yok olmalı, top atılsa duymamalıdır. Zikirden kendisini almamalıdır.”

“Cenab-ı Allah Teâla’ya karşı kulluk vazifemizi yapamıyoruz. Allah Teâla, Kur’an göndermiş, rasül göndermiş. Kitap, sünnet icma-i ümmet; utanıyoruz. [61] Allah Teâla derse, ben Allah Teâla’ya ne cevap vereyim. Söylesek olmaz, söylemesek olmaz. Ben daima şeyhimle beraberdim. Siz de, daima şeyhinizle beraber olun. Gardaşlarım! Hepinizi Allah Teâla’ya emanet ettik. İnsan yok olmalı, bu da laf ile değil, halle olacak. İnsan dört şeyden mürekkeptir. Hava, su, toprak ve ateş. İnsanda bir et parçası var o da kalptir. En mukaddes şey.

Gardaşlarım! Soyadımızı Toprak koymuşlar ama toprağa bakıyorum da utanıyorum. Dirimizi, ölümüzü ve gıdamızı hep o muhafaza ediyor. Biz toprak gibi tevazulu olamıyoruz.”

Kısa Şiirleri

Ocak yanmayınca ateş olmaz,

Ateş olmayınca duman tüter mi?

Kıyamet gününe gelmeyince bu dert biter mi?

****

Cihanın devleti başındayken

Sana gam yakışmaz İsmail

Eğer konmasaydı aşkın kuşu başına

Olmazdı cihan âşık sana

****

Muhammed bir güneştir

Onun kökü Ebûbekir

Meyvesiyiz bizler Anın[62]

****

Çiğnemeyin, çiğnetmeyin

Yeşerin meyve verin

Solmayın, sararmayın

Olgunlaşın ham kalmayın

Fakat kökten ayrılmayın

Buna say ettikçe siz

Başınızda gölgeyiz.[63]

****

Bu vücudun mülkü elden çıkmadan

Çarh-ı devran bu binayı yıkmadan

Suretle mana bir arada iken

İki âlemde fırsatın elde iken

Gel hubb-u dünyayı gönlünden gider

Alasın can âleminden bir haber

****

Hastanın halinden ne bilsin sağlar
Kıymetimizi bilenler bizim için ağlar
Bunun gibi ağalar, kaba kaba sözlerle bağlar





http://ismailhakkialtuntas.com/2010/03/ ... tlerinden/


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
 Mesaj Başlığı: Re: İHRAMCIZÂDE İsmail Hakkı TOPRAK SİVASÎ
MesajGönderilme zamanı: 12.12.10, 22:01 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı

Kayıt: 19.08.10, 04:41
Mesajlar: 69
[1]—Leylâ ve Mecnûn, aslında Arab halk edebiyatına ait bir hikâyedir. Leylâ ve Mecnûn hikâyesi kısaca şöyledir


Necd’de bulunan Beni Amir kabilesine mensup olan Kays (Mecnûn) ile Leylâ, kabilelerinin hayvanlarını otlatırken, birbirini severler; yaşlarının büyümesi ve aşklarının meydana çıkması üzerine Leylâ çadırda alıkonur ve Kays ‘a gösterilmez; bunun üzerine Kays’da aşkın ilk ızdırabı başlar.

Kays’in babası Leylâ’yı ister ise, de, aşk sebebi ile dillere düştüğünden veya kızlarını rüsva ettiğinden yahut başka bir bahane ile teklif reddedilir ve Leylâ bir başkasına nişanlanır. Bu hale müteessir olan Mecnûn, ıztıraplarının te’siri ile büsbütün aklını kaybeder. O sırada kendisini görüp, muradına erdirmek isteyen Mervân b. El-Hekem (H:45–65; Miladi: 675–683)’in vergi (sadakat) me’muru Ömer b Abd el-Rahmân ile yerine tâyin edilen Nevfel b. Musahik’ın teşebbüsleri boşa gider. Mecnûn’un babası, duâ ile iyi olacağını ümit ederek, onu Mekke ile Medine ‘ye götürür ise, de, Mecnûn aşkının artması için duâ eder ve çöllere kaçarak, vahşi hayvanlar ile yaşamaya başlar. Mecnûn’un Leylâ’ya benzettiği ceylanı avcılardan kurtarması v.b. vakalar, bu sırada vaki olmuştur. Sonunda Leylâ, Mecnûn ‘u sevdiğinden, aşk ızdırapları içinde ölür; Mecnûn’da ona ağıtlar söyleyerek ve aşkının acılarını terennüm ederek, çöllerde dolaşır, nihayet bir gün ölüsü bulunur.

Efendi Hazretlerinin bahsettiği hikâye Müzekkin Nüfus adlı kitapta Eşrefoğlu Rumi kuddise sırruhu’l-azîz bu hikayeyi şu şekilde nakil etti.

Mecnun ibn-i Kays’a sordular:

“Adın nedir?” dediler.

“Adım Leylâ’dır,” dedi. Zira her nereye baksa kendisine Leylâ’dan başka kimse görünmezdi. Gönlü Leylâ ile doluydu, dilinde gece—gündüz söylediği Leylâ adı idi. Leylâ’dan başka kimseyi bilmez ve tanımazdı. Bütün isimleri unutmuştu. Bu acayip bir sırdır. Sadık âşık ona derler ki, dost adından başka bütün adları kalbinden çıkarır.

Bir gün, Mecnun yine sarhoş gibi, deli divane bir halde şehrin içinde LEYLÂ LEYLÂ diye feryat edip gezerdi. Leylâ onun feryadını duydu, kalbi mahzun oldu ve

“Gideyim şu miskine kendimi bir daha göstereyim. O, benim için gece gündüz niyaz eder, ben de ona bir gözükeyim, hatırını sorayım,”dedi ve hemen Mecnun’un bulunduğu yere giderek, tam karşısında durdu. Mecnun, hâlâ:

“Leylâ.. Leylâ.,” diye feryat ediyor, ağlıyordu. Kimseyi görecek, gözü yoktu. İnleyerek, sızlayarak şehirden çıktı, sahralara düştü. Güneşe karşı bir yerde oturdu ve Leylâ’sını anmağa devam etti.

Leylâ, merak ve hayret içinde peşinden gitti, onun oturduğu yere vardı, dört tarafını dolanarak ona kendisini gösterdi. Mecnun, oralı olmadı ve Leylâya iltifat bile etmedi. Leylâ, Leylâ diyerek kendinden geçti, düştü ve bayıldı. Fakat, yattığı yerde bile, bütün azalarından Leylâ adı işitili­yordu.

Leylâ, bundan bir şey anlayamadı. Bekledi, Mecnun kendisine gelip yattığı yerden doğruldu. Bu defa, Leylâ güneşin bulunduğu tarafa gitti ve Mecnun’un önünde durdu, gölgesi Mecnun’un üzerine vurdu. Mecnun, başını kaldırarak uzun uzun Leylâ’nın yüzüne baktıktan sonra sordu:

“Kimsin, ne istiyorsun?”

Leylâ da ona bir soru ile cevap verdi:

“Aşk elinden halin nedir?”

“Ne sorarsın halimi? Git, yanıma gelme. Yoksa sen de benim gibi deli olursun. Hem sen kimsin? Ben seni tanımıyorum.”

“Beni tanımadın mı? Leylâ Leylâ diye istediğin ve inlediğin işte benim, nasıl tanımazsın?”

“Var git işine, âlem bana hep Leylâ oldu.. Gönlüme hep Leylâ doldu.. Eğer, sen gerçekten Leylâ isen, ya bu bendeki Leylâ kimdir?” dedi

[2]—Ahmed Âmiş kuddise sırruhu’l-azîz Hazretleri buyurdu ki;

“Olmuş olmuştur, olacak da olmuştur. Olacak bir şey yoktur.” (GÜNEREN, a.g.e., s. 73)

[3]— “Bir gün balıklar toplanarak demişler ki;

“Su, su…” dedikleri bir şey varmış. Yalnız ismini işitiyoruz, kendini göremiyoruz. İçlerinden biri demiş ki;

“Falan denizde her şeyi bilen bir balık vardır. Gidelim de ona soralım… Olsa olsa müşkülümüzü o halleder.”

Gidip dertlerini anlatmışlar ve:

“Su nerededir, bize göster!” demişler. Hazret de:

“Suyun olmadığı yeri, siz bana gösterin!” Cevabında bulunmuş.

Bunun gibi, her bir zerreyi nurun nuru olan Cenâb-ı Hakk’ın nuru ihata etmiş, her şey onun vücudundan zuhur etmiş ve ona yakın olmuştur. Nasıl ki, Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de:

“Sana benden soranlara de ki; Ben onların yakınındayım.” (Bakara, 186)

Adamcağızın biri rüyasında Cenâb-ı Hakk’ı görmüş, koşmuş ellerine yapışmış: Senin elinden başka bir el bilmiyorum! demiş. Uyanınca kendi elini tuttuğunu görmüş.

Adamcağızın biri de, karşısında kendisine hücum eden bir eşeği görmüş kulaklarını yakalamış. Uyandığı vakit kendi kulaklarını tuttuğunu görmüş.

Bir sûfî ile kelâmcının biri konuşuyorlarmış. Kelâmcı demiş ki; Yakınırım o Allah’tan ki, köpek ve kediden zuhur eder. Sûfî de demiş ki; Ben de yakınırım o Allah’tan ki, köpek ve kediden de zuhur etmez.

Bunlar birbirlerini bu suretle tekzip ederlerken arifin biri onların hallerinden haberdar olur ve der ki; Sen de haklısın, o da haklıdır. Çünkü köpek ve kedi en değersiz hayvanlardan olmak hasebiyle, biriniz böyle kıymetsiz hayvanlardan Cenâb-ı Hakk’ın zuhurunu Hakk’a bir noksan addettiği için haklıdır. Diğeriniz ise, her şeyde Hakk’ı gördüğü için bunlardan da zuhur etmeyen Hakk’ın zuhurunda noksan olacağından, o noksanlığı Hakk’a isnat etmediği için haklıdır.” (Ken’an Rifâî, a.g.e. s.347)

[4]—Mürşid-i kâmiller avcıdırlar. Onlar avlamak istediklerinin canını incitmeden alırlar. Av eti lezzetlidir. Çünkü kendisinde acılık yoktur. Kapıda yetişen hayvanın hırsı ve elemi onu tatlı olmaktan çıkarmıştır.

[5]—Ali Eriş isimli ihvandan dinledim.

Muâz b. Cebel radiyallahü anh şöyle diyordu:

“Allah Teâlâ’nın yeryüzünde kızdıkları mescit dilencileridir.” (Tenbîhu’l Muğterrîn, a.g.e. s 371)

“Ama dilencileri tamamen ortadan kaldırmalı! Gerçekten, onlara vermek insanı rahatsız eder, onlara vermemek de insanı rahatsız eder.” NİETZSCHE Friedrich ve hzl: Hasan KALEMCİ Böyle Buyurdu Zerdüşt – Ankara : Kitap Zamanı, 2006.s. 101

[6]—Abdullah b. Selâm radiyallahü anh anlatıyor:

Nebi aleyhisselâmdan biri başına gelen sıkıntılardan ötürü, yüce Rabbine şikâyette bulununca kendisine şu vahyi indirilir:

“Bana daha ne kadar şikâyette bulunacaksın? Ben yerilme ve yakınma mercii değilim, gaip âleminde senin durumun böyle başlamıştır, benim senin hakkındaki güzel takdirime kızma, senin için dünyaya yeni bir düzen vermemi mi, Levh-i Mahfuz’u değiştirmemi mi istiyorsun? Kendi muradımı değil de senin muradını mı yerine getirmemi, benim değil de senin arzuladığını gerçekleştirme mi arzuluyorsun? İzzetime yemin ederek söylüyorum, eğer bu düşüncen bir daha göğsünde depreşirse üzerinden peygamberlik giysisini çeker alırım, cehenneme atarım aldırış etmem bile!” (Tenbîhu’l Muğterrîn, a.g.e.293–294)

[7]— “Elli yıl içinde insanoğlu tümüyle denizin üstüne ve içine yönelecek. Gezegenin bir parçası olarak, maden, yiyecek bulmak, askeri ve ulaşım amaçlarını gerçekleştirmek ve artan nüfusa oturacak yer sağlamak için onu ele geçirip kullanacaktır.” (ALVIN TOFFLER, Gelecek Korkusu Şok, trc. Prof. Selami TURGUT, İst. 2006, s. 200)

[8]— Allah Teâlâ’nın evliyalarından bazı âşıklar;

“Hakkı talep eden kimseye lâzımdır ki, asla Hakk’dan gaflet etmeyip gönlüne Hakk’dan başka ne gelirse mani ola.. Eğer âşığın gönlünde Hakk’dan gayrı bir fikir üç nefes alıp verinceye kadar durursa, o âşığın feyz yolu kapanır, Allah Teâlâ ilminde terakki edemez. Zira gönülden ruhaniyet gider, felç olmuş organ gibi yola gitmekten ve hareket etmekten kalır…” Buyurmuşlardır. (Selim Divane, Sadıkların Müşkillerinin Anahtarı, a.g.e., s.25)

[9]—Muammer Su isimli ihvandan dinledim.

[10]—Ebu Said Ebulhayr’in Divan’ında rubainin ilk beyti aslında:

“Ger der Yemenî çu bâ-menî pîş-i menî” şeklindedir. (Aşçı, a.g.e. c. III, s. 1130)

[11]—İstanbul’da evliyayı kiramdan kadri yüce bir zât, Cenâb-ı Hakk’a niyaz ve rica etmiş ki,

“İlahî ya rabbi, bu dünyada cennetlik ve cehennemlik kullarından birer tanesini fakire göster, dünya gözüyle göreyim.” Kendisine hitâb-ı izzet gelmiş ki;

“Yarın sabah erkenden Yedikule Kapısı’na git, kapı açıldığı zaman ilk evvel kapıdan taşra çıkan adam cehennemliktir; onu gör; müşahede et ve orada bekle. Akşam üzeri en sonra yâni kapı kapanacak zaman kapıdan içeri giren adam cennetliktir; gör ve müşahede et.”

O zât sabaha yakın o kapıya gider, orada kapının açılmasına muntazır olur. Kapı açılır açılmaz sekiz on yaşında bir çocuğun elinden tutmuş bir ihtiyar Müslüman adam kapıdan dışarıya gider. Bu zat tamamıyla müşahede eder ve korkarak der ki;

“Yazık! Şu Müslüman, İslâmiyet’te saç ve sakalını ağartmış, biçare cehennemliktir!” demiş. Ve yine akşama kadar kapı dibinde beklemiş. Akşam üzeri kapı kapanacak iken sabahtan ilk evvel çıkan adam, yine o adam! Çocuğuyla beraber en sonra içeriye girer, kapı kapanır. O zat, dikkatle taaccüp ederek nazar eder ki, sabahtan ilk çıkan adamdır,

“Fe-subhânallah Teâlâ, sabahleyin ehl-i nâr idi, akşam ehl-i cennet oldu!” diye pek çok hayret ve düşünce ile hanesine gelip huzûr-ı ilâhiyyeye durup bunun hikmetinden sual etmiş. Sırrına şöyle hitâb-ı îzzet gelmiş ki; O adam, çocuğuyla beraber deniz kenarında oturup akşam ettiler. Çocuk babasına sual etti ki;

“Baba bundan daha büyük başka deniz var mıdır?” Babası dedi ki,

“Evet, oğlum, vardır; onun ismine ilâhi rahmet deryası derler ki, onun ucu kenarı yoktur.” İşte bu söz o adamı ehl-i cennet eyledi” diye fermân-ı ilâhî gelmiş. (Aşçı İbrahim Dede, a.g.e. c. III, s.1016)

[12]— “Fuzûlî’nin adı Mehmed imiş (900) târihinde Hille’de doğmuş (963) de Kerbelâ’da vefat etmiş…

Kitabında bir duası vardı.

“Yâ Rabbî, beni dünyâda da Ehl-i Beytin gölgesinden ayırma!” diye… Şimdi Kerbelâ’da, Ehl-i Beytin Kubbe-i Saadetinin dışarısına gömmüşler. Güneş, Türbe-i Saâdet’e vurdukça sabah ve akşam gölgesi mezarına düşer.” (Ken’an Rifâî, a.g.e. s. 165)

Mustafa Özeren kuddise sırruhu’l-azîz bir nasihatlerinde buyurdu ki;

“Kalbini temiz tut, berrak tut, Ehl-i Beyt’e muhabbetten ayrılma, Mustafâ ile Murtezâ ayrı değildir. Velayet sırrı onda devam eder. Esma, müsemmâ ehline gerekmez. Her şey O’ndandır. Karagöz perdesindekilerin hepsini tek el oynatır. Onun için hiç bir şeyi kötü görme, ama tâbi de olma. Daha gençsin, inersin, çıkarsın veya çıkarsın inersin,. Yavaş yavaş inşa-allah hepsi olur. Yeter ki, motor sağlam kalsın. Ben sana işin esâsını özünü söyledim. Eğer içinden gelirse üç defa “ Lâ ilahe illallah, Muhammed Sallâllah “ dersin.” (GÜNEREN, a.g.e., s. 35)

Ahmed Âmiş kuddise sırruhu’l-azîz Hazretleri buyurdu ki;

“Her şeyin başı Ehl-i Beyt’ e muhabbetdir .”

Duaların en hayırlısı nedir? Diye sorulduğunda şöyle buyurdular:

“Yarabbi bizi Ehl-i Beyt kapısından ayırma.”

(Dilekleriniz olursa) “Hazreti Fatıma radiyallahü anha Anamız’dan dileyin. O çok merhametlidir. Kendisinden niyaz edileni geri çevirmez.”

“Mustafa’yı, Murtezâ’yı bir bilmeyen azabtan kurtulamaz.”

“Aynada baktım özüme, Ali göründü gözüme” (GÜNEREN, a.g.e., s. 50)

[13]— “Âlimler Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sözlerini abdestsiz rivayet etmeği mekruh görürlerdi. Hz Aişe radiyallahü anha hadis rivayet edeceği zaman abdestsiz olursa teyemmüm ederdi.” (ALTUNTAŞ, Muhammedî Dua,2004, s.145)

[14]— “Ben (İmam Şa’rânî) derim ki; “Kur’an-ı Kerim’i daha çok bilen ve okuyandan maksad, onunla diğerinden daha çok amel eden, geceleri ibadete kalkan, yasaklardan sakınan demektir.” (Uhûdü’l Kübra, a.g.e. s.60)

Yahya B. Muaz kuddise sırruhu’l-azîz şöyle demiştir:

“Zaman olur ki, kişi kendini ibadete verir ama o ibadet onun için dalalet sebebi olur. Yâni kanmasına ve kendisini beğenmesine yol açar. Aksine zaman olur, bir meşguliyet ve günaha düşürür. O günah onun için hidâyet sebebi olur. Yâni kendi hâline bakar. Gaflet uykusundan uyanır. İstiğfar ve tövbe eder. Şüphesiz hüküm Allah’ındır ve nasıl dilerse öyle yapar. Hikmetini kendisi bilir. Bu iki halden emin olmak aldanmak ve oyuna gelmektir. Zira bu hususta O’nun hükmü nedir bilemez ve âkıbetin ne olur anlayamazsın. Her hâl ü kârda bu hususta cesur olmaman gerekir. Hakk Teâlâ cür’etle günah işleyip: “Allah bizi mağfiret eder.” Diyen kişilerden şikâyetçidir. Hiç bir şey günahı küçük göstermekten daha kötü olamaz. Günahın küçüklüğüne bakma. Sen, kimin emrini yerine getirdiğine bak!” (Nefâhatü’l Üns, a.g.e. s. 181)

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurur ki;

“Bir zaman gelecek; insanlar Kur’an’ı çokça okuyacak fakat bir lezzet ve halâvet bulamayacaklar. Kur’an-ı Kerim’in emirlerinde kusur ettiklerinde; ‘Allah Teâlâ Gafur ve Rahimdir’ diyecekler, yasakları işlediklerinde ‘Biz şirk koşmadıkça Allah Teâlâ affeder’ diyeceklerdir. Onların bütün işleri yalandır. Kurtlar koyun postu giyerek insanları aldatacaklar, en dindarı yağcı olacak” (Kutub-i Sitte)

Hz. Mevlâna kuddise sırruhu’l-aziz buyurdu ki;

Sahabenin ruhlarında, Kur’ân-ı Kerim’e karşı fevkalâde bir iştiyak vardı ama aralarında hafız pek azdı. Çünkü bir meyve oldu mu kabuğu adamakıllı incelir, çatlar, dökülür.

Ceviz, fıstık ve badem bile olunca kabukları incelir. İlmin hakikati de kemâle gelince kışrı (kabuğu-kabalığı) azalır. Zira sevgilisi, âşıkı yakar, yandırır.

İstenen, sevilen kişinin vasfı, isteyen, seven kişinin vasıflarının zıddıdır. Vahiy ve nur şimşeği, Nebi sallallâhü aleyhi ve sellemi yakar. Kadîm olan Allah Teâlâ’nın sıfatları tecelli edince hâdisin sıfatlarını yakar, mahveder. Sahabe arasında birisi Kur’ân-ı Kerim’in dörtte birini ezberledi de duyuldu mu, sahabe radiyallâhü anhüm, bu bizim ulumuzdur derdi. Böyle bir büyük mâna ile sureti bir arada cem etmek, hayretlere düşmüş, mest olmuş padişahtan başka kimseye mümkün değildir.

Böyle bir sarhoşluk âleminde, edep kaidelerine riayet etmenin zaten imkânı yoktur, bu imkân bulunsa bile şaşılacak şeydir doğrusu!

İstiğna âleminde niyaza riayet etmek, yuvarlak bir şeyle uzun bir şeyi, zıdd oldukları halde bir arada cem etmeye benzer. Sopa, esasen körlerin sevgilisidir. Kör, Kur’ân-ı Kerim sandığına benzer ancak. Körlerin sözleri, Mushaf harfleriyle, eski hikâyelerle, korkutuşlarla dolu sandıklardır. Fakat Kur’ân-ı Kerim’le dolu sandık, boş sandıktan iyidir elbet. Yüksüz sandık fareler ve yılanlar dolu sandıktan daha iyidir. (Mesnevi, c.II, b.1386–1399)

Yine buyurdu ki;

“Çok âlim vardır ki, irfandan nasibi yoktur. İlim hafızı olmuştur da, Allah Teâlâ’nın habîbi olamamıştır!”

[15]—Şeyhülislâm der ki; Ma’ruf bir gün yeğenine:

“Allah Teâlâ’dan bir ihtiyacını isteyeceğin zaman, ona benimle yemin et,” yâni Ya İlâhî, onun hakkı için muradım ve dileğimi ver, de. Zira Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:

“Allah’ım dilek sahiplerinin senin üzerindeki hakkı için, sana rağbet edenlerin hakkı için ve sana doğru attığım adımlar hürmetine istekte bulunuyorum.” (Nefâhatü’l Üns, a.g.e. s. 161–162)

“Tuzağa düşen kuş çırpındıkça bağlılığı artar. Teslim olursa kayıttan ve bağdan çözülür.” (YARAR, a.g.e. s.155, 162.mektup)

[16]—Aliyyül Havvas kuddise sırruhu’l aziz buyurur ki;

“Kulun haccının kabul olduğunun alâmeti, hacda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ahlâkı ile ahlâklanarak, dönmesi, günaha hiç yaklaşmaması, kendini hiç kimseden üstün görmemesi, ölünceye kadar dünyaya meyletmemesidir. Haccının kabul olmadığının alâmeti de, hacdan döndüğünde evvelki hâli üzere bulunmasıdır.”

[17]— Halid Kılıç Efendiden dinledik.

Perişan isimli köpek hakkındaki rivayet olabilir. Bu olaydan sonra köpek bekçi olarak kapıda kalmıştır.

[18]— “Şeyh Ahmed ez-Zâhid -rahimehullah- oğlunu her halvette kırk gün süre ile benim yanımda halvete sokardı ama yine de oğluna mânevî sırlar açılmazdı. Bunun üzerine şöyle derdi: “Yavrum iş benim elimde olsa, yolu bilmede kimseyi senin önüne geçirmezdim!” (İmam Şarani, Tenbîhu’l Muğterrîn, trc. Selefin İhlâs ve Takvası, Sıtkı Gülle, İstanbul,1997)

[19]— “Bir kısım evliya tanırım ki, onlar duadan dahi teeddüp ederek ancak zikir ile meşguldürler. O yüce şahsiyetler rızâya boyun kestiklerinden, kazayı def etmek için teşebbüse geçmeyi, kendilerine haram bilmişlerdir” (İz, Mahir, Tasavvuf, İst, 1990, s.55)

[20]—Halid Kılıç Efendiden dinledik.

Seyyid Muhammed Nur-ul Ârâbî Varidat şerhinde buyurur ki;

“Kerâmâtı ilmiye, Kerâmâtı kevniyyeye mümasil bulunmayan kerâmâtı hakikiyedir. Kerâmâtı kevniyye, ancak zahitlerden zahir ve zühd, terk edilince meslûp olur. Hâlbuki kerâmâtı ilmiyenin zevali yoktur”

(İlmi kerametler, dünyevi oluş kerametlerinden yâni (uçmak, harikalar göstermek vb.) benzeri bulunmayan hakiki kerametlerdir. Dünyevi oluşlardan olan kerametler ancak zahitlerden zahir olur. Zühd, dünyevî şeyler terk edilince açığa çıkar. Halbuki ilmî kerametler yok olmaz) (Gölpınarlı, Abdulbaki, Melâmîlik ve Melâmîler, İst. 1931, s. 286)

Muhammedî meşrebli evliyaullah da keramet az zuhur etmiştir. Çünkü nisbetleri Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemdir. Efendi Hazretleri ve ihvanı, kerâmet konusunda ketum ve gizli yol takip etmişlerdir. Aşağıdaki soruda bu mevzuyu güzel şekilde izah etmektedir.

“Soru: Salih kişilerden ve meşayihten zuhur eden harikulade haller ziyadesiyle şöhret bulmuştur. Diğer taraftan sahabe Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ile sohbette bulunmaları sebebiyle daha çok kuvvetli, maddî şeyler üzerinde tasarrufta bulunmaya daha fazla kadir idi. Buna rağmen onlardan (çok miktarda) harikulade haller zuhur etmemişti. İmam Şâfî kuddise sırruhu’l aziz Kifâyetü’l-Mu’takid ve Nihâyetü’l-Müntekid isimli eserinde bu soruya verdiği cevabı nakledelim: İmam Ahmed b. Hanbel’e bu soruyu sordular. Buyurdular ki;

Cevab: Ashabın radiyallâhü anhüm imanları kuvvetli idi, haricî bir şeyle imanlarını kuvvetlendirmelerine ihtiyaçları yoktu, diğerlerinin imanları ise, zayıftı, onların imanları derecesine ulaşmamıştı. Onun için keramet-i iyâniye ile imanlarını takviye etmeleri zarureti. Müeyyidüt-Tarîkat ve Lisânü’l-hakikat Şihabüddin Sühreverdî kuddise sırruhu’l aziz şöyle demiştir:

“Harikulade şeylerin keşf olunması ve zuhur etmesi, mükaşefe ehlinin yakınlarının zaafından dolayıdır. Hakk Sübhânehû ve Teâlâ, ibadet eden kullarını esirgeyerek onlara rahmet nazariyle bakmıştır. Bu taifeden üstün bir taife daha vardır ki, gönüllerindeki perdeler kaldırılmıştır, yakinin ruhu ile batınları temasa geçmiştir. Bunların, harikulade hallerden medet ummaya ve Hakk’ın kudretlerini müşahede etmeye ihtiyaçları yoktur. Bundan dolayı, Ashabtan radiyallâhü anhüm harikulade haller az naklolunmuştur. Sonraki şeyhlerden çok harikulade haller naklettiler. Zira ashabın radiyallâhü anhüm Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ile sohbet etmenin bereketi, vahyin gelişini müşahede etmeleri, meleklerin gelişi ve gidişi sırasında yaşamış olmaları sebebiyle batınları nurlanmıştı. Ahireti müşahede ederek dünyaya karşı perhizkâr davranmışlar ve nefslerini tezkiye etmişlerdi. Adetleri söküp atmışlar ve kalplerini tasfiye etmişlerdi. Bu yüzden, kerameti görmelerine ihtiyaçları yoktu. (Nefâhatü’l Üns, a.g.e. s. 142)

[21]—Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, mezarlıktan dönünce Aişe Sıddîka’nın yanına giderek konuşup görüşmeye başladı. Sıddîka’nın gözü, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin yüzüne ilişince önüne gelip elini onun üstüne, sarığına, yüzüne, saçına, yakasına, göğsüne, kollarına sürdü.

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem “Böyle acele acele ne arıyorsun?” dedi. Ayşe radiyallâhü anha

“Bugün hava bulutluydu, yağmur yağdı. Elbisen de yağmurun eserini arıyorum. Gariptir ki, üstünü, başını yağmurdan ıslanmamış görmekteyim” dedi. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem

“O sırada başına ne örtmüşsün, başörtün neydi? Diye sordu. Ayşe radiyallâhü anha

“Senin ridanı başıma örtmüştüm” dedi. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selem dedi ki;

“Ey yeni yakası tertemiz Hatun! Allah Teâlâ onun için temiz gözüne gayb yağmurunu gösterdi.”

O yağmur, sizin bu bulutunuzdan değildir. Başka bir buluttan, başka bir göktendir. Hakîmi Senâî’nin

“Can elinde cihan göklerine iş buyuran gökler var. Can yolunda nice inişler, nice yokuşlar, nice yüksek dağlar ve denizler var” beyitlerinin tefsiri. Gayb âleminin başka bir bulutu, başka bir yağmuru, başka bir göğü, başka bir güneşi vardır. Fakat o, ancak havassa görünür, diğerleri

“Öldükten sonra tekrar yaratılıp diriltileceklerinden şüphe ederler.”

Yağmur vardır, âlemi beslemek için yağar. Yağmur vardır âlemi perişan etmek için yağar.

Bahar yağmurlarının faydası, şaşılacak bir derecededir. Güz yağmuruysa, bağa sıtma gibidir. Bahar yağmuru, bağı nazü naim ile besler, yetiştirir. Güz yağmuruysa bozar, sarartır.

Kış, yel ve güneş de böyledir; bunların tesirleri de zamanına göre ve ayrı ayrıdır. Bunu böyle bil, ipin ucunu yakala! Tıpkı bunun gibi gayb âleminde de bu çeşitlilik vardır. Bazısı zararlıdır, bazısı faydalı. Bazı yağmurlar berekettir, bazıları ziyan. Abdâlin bu nefesi de işte o bahardandır. Canda ve gönülde bu nefes yüzünden yüzlerce güzel şeyler biter. Onların nefesleri, talihli kişilere bahar yağmurlarının ağaca yaptığı tesiri yapar. Fakat bir yerde kuru bir ağaç bulunsa cana can katan rüzgârı ayıplama!

Rüzgâr, işini yaptı, esti. Canı olan da, rüzgârın tesirini candan kabul etti. “Bahar serinliğini ganimet bilip istifade edin. Çünkü o, ağaçlarınıza ne yaparsa bedenlerinize de onu yapar v.s hadîsinin mânası “Dostlar, bahar serinliğinden sakın vücudunuzu örtmeyin. Çünkü bahar rüzgârı, ağaçlara nasıl tesir ederse sizin hayatınıza da öyle tesir eder. Fakat güz serinliğinden kaçının. Çünkü o, bağa ve çubuklara ne yaparsa sizin vücudunuza da onu yapar.” dedi. Bu hadîsi rivayet edenler, zâhirî mânasını vermişler ve yalnız zâhirî mânasıyla kanaat etmişlerdir.

Onların halden haberleri yoktur. Dağı görmüşler de dağdaki madeni görmemişlerdir. Allah Teâlâ’ya göre güz, nefis ve hevadır. Akılla cansa baharın ve ebedîliğin ta kendisidir. Eğer senin gizli ve cüzi bir aklın varsa cihanda bir kâmil akıl sahibini ara! Senin cüzi aklın, onun külli aklı yüzünden külli olur. Çünkü akl-ı kül, nefse zincir gibidir. Binaenaleyh hadîsin mânası teville şöyle olur: Pak nefesler bahar gibidir, yaprakların ve filizlerin hayatıdır. Velilerin sözlerinden, yumuşak olsun, sert olsun, vücudunu örtme çünkü o sözler, dininin zahirîdir.
Sıcak da söylese, soğuk da söylese, hoş gör ki, sıcaktan, soğuktan (hayatın hâdiselerinden) ve cehennem azabından kurtulasın. Onun sıcağı, hayatın ilkbaharıdır. Doğruluğun, yakinin ve kulluğun sermayesidir.

(Mesnevi, c.1, b.2027–2057)

[22]— “Hiçbir sevinip gülen yoktur ki, dünya ardından onu kedere düşürmesin, ağlatmasın. Dünyanın hiçbir ikbali yoktur ki, ardında idbar bulunmasın. Dünyada hiçbir serpintiyle ferahlayan yoktur ki, ardından onu belâ sağanağıyla ıslatmasın. Dünyanın şanındandır bu; sabahleyin birine yardım eder, akşamlayın ona düşman kesilir. Bir yanı tatlı olur, sindirirse öbür yanı acı gelir, yerindirir. Kişi, onun zevkine erer, güzelliğini elde ederse, mutlaka tezce belâları çatar ona, dertleri erer. Dünyada esenliğe kavuşup akşamı eden, mutlaka korkulara düşer de sabahlar.

Aldatıcıdır dünya, onda ne varsa hepsi de insanı aldatır. Fânîdir, onda olanların hepsi de yok olur. Dünya azıklarında, suçlardan çekinmekten başka hiçbir şeyde hayır yoktur. Dünyadan az bir şey elde eden, ondan emin olabilecek çok şeye sahip olmuş demektir; çok şey elde edense, kendisini helak edecek çok şey elde etmiş demektir. Dünya, az bir fırsat verir insana, sonra geçer-gider; o fırsata erense ancak hasret elde eder. Nice ona güvenenleri dertlere uğratmıştır; nice ona inananları helak vadisine atmıştır; nice büyükleri hor-hakir etmiştir; nice benliğe düşenleri alçaltmış- gitmiştir.” (Hz. Ali kerremallâhü veche, Nehc’ül-Belaga, hzl: Abdulbaki Gölpınarlı, İst. h. 1390, s. 87)

[23]—Hz. Aişe radiyallâhü anhanın nakline göre yeni doğan çocuklar Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme getirilir, O da bunlara mübarek/hayırlı olmaları için dua eder, tahnikte bulunurdu. Yâni yeni dünyaya gelen çocuk daha anne sütü emmeden Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme götürülür, çocuğu kucağına oturtup ağzında yumuşatmış olduğu hurma ile çocuğun damağını oğar, daha sonra dua edip adını koyardı. İslâm inancında bu işleme tahnik adı verilir. (Müslim, Âdâb 27; Ebû Dâvûd, Edeb 106. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 45, Akîka 1; Müslim, Âdâb 26; Ebû Dâvûd, Edeb 69.)

[24]— “Siz kıyamet gününde hem kendi adınızla, hem de babalarınızın adıyla çağırılacaksınız; bu sebeble kendinize güzel adlar koyunuz” (Ebû Dâvûd, Edeb 69)

Şeyhim Aliyyü’l Havvâs şöyle derdi:

“Gerçeği yansıtmayan (Şemsüddin, Kutbüddin, Bedreddin) gibi benzer adları çocuklarımıza koymaktan kaçınmalıyız. Bu adların güzel ve doğru anlamları, te’vîl götürür yönleri bulunmasına rağmen —meselâ, Şemsüddin’i; kendi inancının güneşi, Bedreddin’i kendi dininin ayı gibi— yine de doğru değildir. Fakat bu öyle bir hale gelmiştir ki, herkes, hatta sâlih kişiler, bilginler dahi böyle lakapları çocuklarına vermekte, kendileri bu tür lakapları almaktadırlar. Bazı kişiler daha ileri giderek tek isimle anılmalarını yadırgamaktalar. Hâlbuki en doğru yol sünnete uymaktır. Binaenaleyh, bir bilgine veya salih bir kimseye hitab edecek bir kimse, Ömer Efendi, Mehmed Efendi diyerek hitâb etmesi, aldatıcı ad olan Şemsüddin, Kutbüddin diye seslenmesinden daha faziletlidir.” Hak Taâlâ istediğini doğru yolda yürütür. (Uhûdü’l Kübra, a.g.e. s.409)

“İbn Melek (ö.801/1398), konunun önemini; ‘Sünnet, kişinin çocuğu ve sorumluluğu altındakiler için güzel isimleri tercih etmesini gerektirmektedir. Zira kötü isimler bazen kadere tevafuk eder. Sözgelimi, Allah Teâlâ’nın kazâsı, çocuğunu hüsran/zarar diye isimlendiren kimseye gelecek olsa bu şahsa veya çocuğuna gelen herhangi bir zararın, bazı kimseler, o isim sebebiyle geldiğine inanarak uğursuzluk çıkarmaya yeltenebilir, onunla oturup kalkmaktan ve beraberlikten kaçınabilirler” (Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Ter. ve Şer. XI, 461.)

[25]—Bu terk etme hali maddi ve manevi işlerde nefsin ve şeytanın vesveseleri ile olur. Bu vesvese maddi işlerde ‘daha iyisi’ gibi umut ile manevi işlerde ‘sen adam olmadın, sen boşuna ibadet etme riya içindesin, ne kadar çok ibadet ettin bir şey olmadı, boşuna zamanını ne geçiriyorsun başka kapıya git vb.” Sözler hep aldatmadan ibarettir. Şu inceliğe dikkat edilmelidir.

Bazıları Şihâbeddin Sühreverdî kuddise sırruhu’l-azîze şöyle yazdılar:

“Ey Efendim! Eğer ameli terk edersem tembelleşiyorum. Yok, eğer amel edersem gönlüme şımarıyorum.” Cevap verdi:

“Amel et şımarıklıktan dolayı da Allah Teâlâ’ya istiğfar eyle.” (Nefâhatü’l Üns, a.g.e. s. 648)

[26]— Enes b. Mâlik radiyallâhü anh şu tespitte bulunmuştu:

“Bugün mescitlerde başları taylasanlı cemaati ancak Hayber Yahudilerine benzetebiliyorum!” (Tenbîhu’l Muğterrîn, a.g.e.217)

[27]— “Cübbe ve sarık ile insan âlim olmaz. Âlimlik insanın zâtında olan bir hünerdir. Bu hüner ister ipekli bir kaba, ister yünden bir aba içinde olsun.”(Hz. Mevlânâ, Fîhi mâfîh, Çev. Meliha Ü. Tarıkâhya, İstanbul, 1985, s. 134)

[28]—Farz ve vacipten fazla olan ibadetlere Nevafil (Nafileler) derler. Bu çoğuldur, tekili Nafile kelimesidir. Nafile’nin birkaç anlamı vardır: Bunlardan birisi de hediye, bağıştır. İbn Arabî Fütuhat’ında diyor ki;

“Nafilelere devam etmekte Allah Teâlâ sevgisi hükme bağlanmıştır. Nefel, ziyâde, fazlalık demektir. Sen varlıkta ziyâdesin. Hakk vardı, sen yokken; sonradan olma varlıkla ziyâde oldun. Ve sen Allah Teâlâ’nın varlığında nafile olduğundan o varlığı yok etmek için sana nafile meşru (şeriat gereği) kılındı. Nafilenin farzlarla bir benzeri olması şarttır, olmazsa ona bidat derler.”

Nafile ibadetlere devam sayesinde Allah Teâlâ’ya yaklaşmanın mümkün olduğunu isbat için şu kudsî hadîsi en büyük senettir.

“Kulum ancak nafilelerle bana yaklaşır ve onu severim. Ben kulumu sevdiğim vakit onun kulağı, gözü, eli, ayağı ve dili olurum. O, benimle işitir, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür ve benimle konuşur.” (Buharî) (AYNÎ, a.g.e. s. 180)

[29]—Şeyh Zeyneddin-i Hafî der ki; Müridliğin şartlarından biri şeyh ile kalp bağının devamıdır; ondan yardım isteyecek, teslim olacak, sevgi gösterecek. Kişiye şeyhinden başka vasıtalarla feyz hâsıl olmaz. Dünya şeyhle dolu olsa da şayet müridin içinde şeyhinden başkasına bir alâka uyanırsa batını vahdaniyyete açılmaz. Çünkü insanın iki yönü var: Biri ulvî, biri süflî. Hak Teâlâ yönden münezzehtir. Nasıl kıbleye yönelmeden namaz makbul olmazsa Resul’e bağlanıp teslim olmadan Resul’ün nübüvvetine kalp bağlamadan Allah Teâlâ’ya yönelme hâsıl olmaz. Resul bir vasıtadır. Kalp ile Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme bağlanmaksızın kula Allah Teâlâ’dan feyz gelmez. Sonra beden ve ruh ile bir yöne yönelince insana vahdaniyyetten feyzler ve kabiliyetler hâsıl olur. Bilinmelidir ki, müridin şeyhinden yardım istemesi Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden yardım istemesidir; çünkü şeyhi de şeyhinden, o da Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme kadar gider. (ÇAVUŞOĞLU, a.g.e. s. 141–142)

[30]—Niyâzî Mısrî Hazretleri buyurur ki;

“Sûfîlerin gerek yeni intisab edeni, gerek bu yolun sonuna gelmişi, mezheb olarak ehl-i sünnet ve’l-cemâattendir, gayri değildir. Bir kimse ehlullâh olsa bile dört mezheb imamının mertebesini bulamaz. Nerede kaldı ki, ashâb-ı güzîn mertebesini ve nebilik derecesini bula. Evliyâullâh, daima bu imamların mezhebine sâlik olmağa muhtaçtır; bundan azade kalamaz.” (Sefine-i Evliya, c.I, s.14)

Ahmed Tahir kuddise sırruhu’l-azîz Hazretleri buyurdu ki;

“ Nefsi öldürmek o kadar zordur ki, ben nefsimi öldürdüm diyen evliyanın daha köşeyi dönmeden nefsi karşısına çıkar. Yendim sanırsın, yere atarsın, bir de bakarsın ki, yine karşına dikilir.” (GÜNEREN, a.g.e., s. 74)

[31]—Fenalık ve kötülük insanlardadır ve zaten “Şerefu’l-mekâni bi’l- mekîni” (Mekânın saygınlığı orada oturana bağlıdır.) buyrulmuştur. Kuşun, dişisine söylediği gibi: Biçare hayvan, dişisi ile beraber hangi yuvada on beş gün oturur ise, orada bir fena koku hâsıl olup dişisine dermiş ki;

“Arkadaş, yine burası da koktu, başka bir yere gidelim.” Bir gün yine böyle demiş, sonra dişisi ona cevap olarak demiş ki;

“A koca, ben kendimi bildim bileli, böyle senin ile beraber gezdim gezeli her nerede olsak on beş günden ziyade oturamayız, orası kokar. Hâlbuki bu iş muhakkaktır. Yerlerin, bence bir etkisi yoktur; ancak koku bizdedir; nereye gitsek on beş gün deyince orasını kokuturuz. Gel baş başa verelim de bizde olan bu kokuyu gidermenin bir çaresine bakalım” demiştir.

Pek doğru ve sahihtir. Yerlerin asla bir fena koku ve bozulması yoktur. Gerek iyi ve gerek fena, koku insanlardadır. Bunun gibi bu yüzsüz asi Aşçı Dede’nin de o kirli paçavrası beraberinde oldukça her nerede olsa orası kokar. (Aşçı, a.g.e. c. IV, s.1495)

[32]—Derviş olan kişiler deli olağan olur

Aşk nedir bilmeyenler ana gülegân olur

Gülme sakın sen ana eyi değildir sana

Âdem neye gülerse başa gelegân olur

Ah bu aşkın eseri her kime uğrar ise,

Gün uykusu uyumaz benzi solagân olur

Er kişi âşık olsa aşk deryasına dalsa

Ol deryanın dibinde gevher bulagân olur

Âşıkla mekan olur dünya terkini urur

Dünya terkin uranlar dîdâr göregân olur

Derviş Yûnus sen dahî incitme dervişleri

Dervişlerin duası kabul olağan olur

Hz. Yunus Emre kuddise sırruhu’l-azîz

[33]— “Bu mücâhede, halvet ve zikirleri, maddî algılar perdesinin keşfi (ortadan kalkması, açılması) ve -maddî algılar ile kendisinden hiçbir şeyin idrak edilemeyeceği-Allah Teâlâ’nın emrinden olan âlemlere vâkıf olma durumu takip eder. İşte ruh, mahiyet olarak bu âlemler mensuptur. Söz konusu keşfin sebebi şudur: Ruh maddî algılardan uzaklaşıp, batınî idrake yöneldiğinde, maddî halleri (algılamaları) zayıflar ve ruhî halleri kuvvetlenip hâkim duruma geçer ve sürekli olarak yenilenip gelişmeye devam eder. Zikir, bu hususta ona yardımcı olur. Evet, zikir ruhun yükselişi için gıda gibidir. Bu yükseliş ruhun, ilim halinden, şuhûd (gözle görülen) haline geçişine kadar devam eder. Ruh şuhûd haline geçince maddi algılar perdesi ortadan kalkar ve onun zâtından olan nefsin vücut bulması tamamlanır. İşte bu idrakin kendisidir. O zaman ruh, Rabbânî bağışlara, ledünî (gaybî) ilimlere ve ilâhî sırlara nail olur ve zâtı, en üst ufuk olan melekler ufkundaki (âlemindeki) hakiki yapısına yaklaşır.

Bu keşif durumu, mücâhede ehlinde çok görülür ve bu yüzden onlar, başkalarının idrak edemediği, varlığın hakikatine ilişkin bilgileri idrak ederler. Aynı şekilde çoğu zaman olayları, meydana gelişlerinden önce idrak ederler, himmetleri ve nefislerinin gücüyle süflî varlıklar üzerinde tasarrufta bulunurlar (keramet gösterirler). Bu varlıklar (tabiat kanunlarına aykırı bir şekilde) onların iradelerine boyun eğer.

Büyük sûfiler, keşfe itibar etmezler, tasarruflarda bulunmazlar ve konuşmakla emr olunmadıkları her hangi bir şeyin hakikatinden haber vermezler. Aksine kendilerinde meydana gelen bu gibi şeyleri bir musibet ve imtihan vesilesi sayarlar ve bu gibi şeyleri başkalarında gördüklerinde, kendilerine de gelmesinden Allah Teâlâ’ya sığınırlar.

Sahabeler de böyle bir mücâhede içindeydiler ve bu tür kerametlerden çok büyük nasipleri vardı. Ancak onlar bu gibi şeylere hiç önem vermemiştir. Hz. Ebû Bekir’in, Hz. Ömer’in, Hz. Osman’ın ve Hz. Ali radiyallahü anhümün faziletinden bahseden haberlerde bunun pek çok örneği vardır. (İbn-i Haldun, Mukaddime, trc. Halil KENDİR, İst, 2004, s.671)

[34]—Damadı Orhan Zarifoğlu’ndan işittim.

Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Gül

Hz. Ebûbekir radiyallâhü anh, Ayva

Hz. Ömer radiyallâhü anh, Kavun

Hz. Osman radiyallâhü anh Menekşe

Hz. Ali kerremallâhü vecheh, Şebboy

Hz. Fatma radiyallâhü anha, Yasemin, gibi kokarlardı. (AYTANÇ, Gönül, Sözce, İst. 2005, s.14)

[35]— Girit’te bir meczup vardı. Bir gün kendisine, birisi sataşmış. O da öfke ile elindeki çalıları yere fırlatınca dağlar tutuşmuş ve Girit’in yarısı bu suretle yanmıştı. Esasen o öldükten sonra, Girit Türklerden gitti.

“Meczuplar, bulundukları memleketin mânevî valileri ve memurlarıdır. Cenâb-ı Hak o memleketin kalmasını murat ederse, o gidenin yerine bir diğerini koyar. Yok, eğer Hakkın muradı bunun zıddı ise, o meczubu ya başka bir tarafa veya âhirete nakleder.” ( Ken’an Rifâî, a.g.e. s. 47)

[36]— “Dervişlik yâr olmak, bâr olmamaktır.” Hz. Şeyh İbrahim Fahreddin Cerrahî kuddise sırruhu’l-azîz (Tasavvuf Terimleri, İst., 1998, s.41)

[37]—Hz. Ali kerremallâhü veche rivayet etti ki;

Cenâb-ı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem “Benden sonra ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, yetmiş ikisi ateştedir, bir fırka, fırka-i nâciyedir” hadîs-i şeriflerini beyân ederken şöy­le buyurmuşlardır: “Ve mimmen halaknâ ümmeten yehdûne bilhakkı ve bihi ya’dilûn” (Araf: 181) (Meali: Yarattığımız kimselerden bir ümmet vardır ki, nâsı sırât-ı müstakim üzere götürürler ve halka Hakk ile adalet icrâ eylerler.)

“Bu âyet-i kerîmede, fırka-i nâciye beyân edilmiştir ki, bu Ben, Ehl-i Beytim ve bize tâbi olanlardır.”( Süleyman İbrahim, Meveddet Pınarları, trc. Adnan M.Selman, İst. 2000, s. 23)

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem “Yahudiler yetmiş bir fırkaya yahut yetmiş iki fırkaya ayrılacak (ayrıldı), hıristiyanlar da aynı şekilde. Benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.” (Tirmizî) “Hepsi ateştedir. Birisi müstesnâ, o ise, cemaattir.” (Ahmed, Müsned)

İmâm-ı Rabbânî kuddise sırruhu’l-azîz bir mektuplarında şöyle yazdılar:

“Yüksek babamdan kuddise sırruhu’l-azîz işittim. Buyurdular: Yetmiş iki fırkanın çoğunun dalâlete düşmesi ve yoldan çıkmalarının sebebi, sofiler yoluna girmesi ve nihayete kavuşmayıp, yanılmalarıdır.” (Muhammed Hâşim Kışmî, Berekât Îmâm-ı Rabbani Ve Yolundakiler, trc. A. Faruk Meyan, İst. 1980, s.113)

[38]—Bir şahıs, Cüneydi Bağdadî’yi Hakka yürüdükten sonra rüyasında gördü, ona ne durumda olduğunu sordu. Bunun üzerine Cüneyd şöyle buyurdu:

“İbareler eridi, işaretler kayboldu. Bize menfaati olan ancak o rekâtçıklardır ki, onları gece içinde kılardık.” (Mustafa ismet Garibullah, a.g.e. c.1, s.342)

[39]—Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;

“Cemaate sıkı sıkıya sarılınız. Tefrikadan uzak durunuz, çünkü bir başına kalanın arkadaşı şeytandır. İki kişiden uzaktır. Kim cennetin bolluk ve rahatlığını, genişliğini arzu ediyorsa, o cemaate sıkı sıkıya bağlı kalsın.” (Tirmizî, Fiten, 2165)

[40]—Muammer Su isimli ihvandan dinledim.

[41]—İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Hazretleri, sakal konusunda uzatmıyorlar demek yerine niyetlerinde uzatmak olduğu fakat maslahat icabı hareket edildiğini beyan etmektedir. Ehl-i tarikte bir sünnetin terki dahi haramdır.

Ebu Hüreyre radiyallâhü anhın rivayet ettiği hadisi şerif; “Cuma günü gusletmek, misvak, bıyıkları kısaltmak, sakalı uzatmak, İslâm fıtratındandır. Zira Mecusiler bıyıklarını uzatır, sakalı keserler. Şu halde onlara muhalefet edin.”( İbni Sad(1/147) Müslim(taharet,55) Beyhaki(1/150) Şafii el Ümm(1/21) Beyhaki Ma’rife(1/246) Nesai (Zinet,2) Ahmed(2/52) Buhari Tarihul Kebir(1/140) Taberani Sağir(553) Hatib Tarih (6/247) Deylemi(2570) Fethul Bari (10/346) Ramuz (449/15) Suyuti Esbabı Vurud (212–214) Kenz(17223) Kandehlevi Sakal Risalesi (s.17) Zadul Mead (1/166) Zübeydi İthaf (2/427)

İslâmiyette bütün mezheplerde sakalı kesmek haramdır. Bir mecburiyet olursa, kerahetle kesebilir. Fakat mecburiyet yoksa sakalı kazımak doğru değildir, haramdır.

“Pes, sakalı tıraş etmek haramdır. Zen (kadın) makûlesi saçını tıraş gibi. Ve sakalda mesnûn (sünnet) olan zevâidini (fazlalığı) kısa etmektir. Zira sakal insanın ziynetidir ve herkesin ziyneti kendi hasebiyle olur. Pes, çene altından bir kabza tutup maadasını kısa etse caizdir.” (BURSEVİ, İsmail Hakkı, Tuhfe-İ Atâiyye, s. 66b; AKKAYA, Veysel, Kâbe ve İnsan, İstanbul, s.191)

Ebu Said el Hudri radiyallahü anhden rivayet edilen hadiste buyrulur ki; “Doğu tarafından bir takım insanlar zuhur edecek, onlar Kur’an-ı Kerim’i okuyacaklar, fakat Kur’an-ı Kerim onların gırtlaklarından aşağı geçmeyecek. Onlar, okun av hayvanını delip çıktığı gibi dinden çıkacaklar, ok bir daha kirişine dönmediği gibi, onlar da artık bir daha dine dönemeyeceklerdir. Onların alameti; tıraştır.” (Buhari(tevhid,57) Kastalani İrşad us Sâri(4/480) Fethul Bari(13/546) Ayni Umde tul Kari(25/201)

İbni Abidin; “Ulemadan sakal tıraşını mübah gören olmadı” demiştir.(İbni Abidin(5/261) Fethul Kadir(2/86) el Fıkhu Mezahibil Erbaa(2/45)

Sakalı sünnet üzere bırakmak da sünnettir. Ka’bul Ahbar radiyallâhü anh dedi ki; “Ahir zamanda bir takım insanlar gelecek, sakallarını güvercin kuyruğu gibi çenesinde kesip düzenleyecek…”(Gazali İhya(1/388) Kutu’l Kulub(3/462)

[42]—Sivas-Zara İlçesine bağlı Yapak Köyü’nden Şahab Ünal’dan dinledim.

[43]—Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz, Allah Teâlâ’dan naklen anlatıyor:

“Allah Teâlâ şöyle buyurdu:

‘Ey Âdemoğlu hasta oldum, ziyaretime gelmedin.’Âdemoğlu sordu;

‘Ya Rabbi sen âlemlerin Rabbisin… Seni nasıl ziyaret edeyim?’ Allah Teâlâ buyurdu ki;

‘Bilmiyor musun? Falan kulum hasta oldu… Ama sen onu ziyaret etmedin. Eğer onu ziyaret etseydin Beni yanında bulacaktın’… Allah Teâlâ devamla buyurdu ki;

‘Ey Âdemoğlu, senden yemekle doyurulmamı istedim, ama sen Beni doyurmadın’. Âdemoğlu sordu;

‘Yarabbi, seni yemekle nasıl doyurayım? Sen âlemlerin Rabbisin’. Allah Teâlâ anlattı;

‘Falan kulum senden yemek istedi. Ama ona yedirmedin. Bilemedin mi? Ona yedirseydin, Beni yanında bulacaktın’. Allah Teâlâ devamla buyurdu ki;

‘Ey Âdemoğlu, senden su istedim, ama vermedin’. Âdemoğlu sordu;

‘Ya Rabbi sana nasıl su vereyim? Sen Âlemlerin Rabbisin’. Allah Teâlâ anlattı;

‘Falan kulum senden su istedi, vermedin. Ona su verseydin Beni yanında bulacaktın… Bunu da mı anlayamadın?”(Müslim)

[44]—Balıkesirli Abdül-azîz Mecdi Efendi “… sohbetlerinde, hükümetin siyasetine pek az temas ederlerdi. Bu mevzu üzerine söz açmak; bilhassa hükümeti ve yapılan inkılâpları münakaşa etmek isteyenleri kısa, fakat hakimane sözlerle aydınlatır ve tatmin ederlerdi.

Müntesip bulundukları sofiyane meslek gereğince, hayır ile şerri, iyi ile kötüyü hep Allah Teâlâ’dan bildikleri için; başkalarının düşüncelerine ve muhakemelerine iştirak etmezlerdi. Binaenaleyh çok kimselerin fena gördükleri hâdiseleri ve inkılâpları O,

“Gerçi o size hoş gelmez, fakat olur ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız; oysa o, hakkınızda hayırlıdır. Olur ki, siz bir şeyi seversiniz; ama o, sizin hakkınızda bir fenalıktır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”(Bakara 216) ayetini okuyarak, izah ederler ve:

“Allah Teâlâ’nın iradesi olmadan, kudreti taallûk etmeden bir sinek bile kanadını oynatamaz.”

Diyerek; bunların hepsinin Allah Teâlâ’dan olduğunu söylerler ve sonunun hayırlı olacağını, milletimiz için refah ve vaad edilen saadetin geleceğini ve beklediklerini müjdelerlerdi. Bununla beraber böyle hakimane nasihatlere de kanmayanlara ve fazla taşkınlık gösterenlere karşı:

“Mesleğimiz susmaktır, susuyoruz, gönülden geçene de karışamazlar ya.”

Diyerek; dinin, mânevî inanışın bir vicdan işi olduğunu ve hükümetin de bu işe esasen karışmamakta bulunduğunu o türlü adamlara anlatırlardı.” (ERGİN, a.g.e. s. 258)

“Ayaşlı Şakir Efendi dermiş ki;

“Siyaset velâyetten yüksektir.”

Bunun manası: Velâyet; Allah Teâlâ’nın cemal tecellisi olduğu için; hep iyi şeyler düşünür, iyi şeyler yapar. Siyaset ise, Allah Teâlâ’nın hem cemal, hem celal tecellisi olduğundan, Allah Teâlâ’nın zuhur ve taayyün itibarı ile birbirine zıt sıfatlarına ne kadar yaklaşırsa o kadar muvaffak olur.

Hz Ömer radiyallâhü anh buyurur ki; “Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, Allah Teâlâ’nın hükümet kuvvetiyle men ettiği şey, Kur’an-ı Kerim’in ayetiyle men ettiğinden ziyadedir.” (ERGİN, a.g.e. s. 154)

[45]—Az milletvekili çıkardığı halde, iktidar olan partiler yakın dönemlerde görülünce bu sözün hakikati ortaya çıkmıştır.

[46]— “Allah Teâlâ haslarıyla edepsizce konuşmak gönlü öldürür, amel defterini kapkara bir hale koyar.” (Mesnevi c.II, b.1740)

[47]—Şöhret basamaklarına tırmananlar, kendilerine insanların ilgisinin yoğunlaştığını fark eder. İlgiyle beslenen ihtiras azgınlaşır. Nefsinde iman gemisi bulunmayanlar, bir basamak daha üste çıkmak uğruna her şeyi zorlar. Bütün yollar onlar için mubahtır… İlgi ve tabasbus arttıkça, vehimleri kuvvetlenir. Nefsî benliği, kendilerini kâinatın mihrakı zannetmeye başlarlar. Bu bazen Firavunlarda görüldüğü gibi, kendini ilah zannetme hastalığına kadar ulaşır. Yorganı başlarına çektiklerinde aciz bir mahlûk olduklarının şuuruna varırlar. Bu ikilem onlardaki ruh buhranını hezeyana dönüştürür. Hırçınlaşırlar. Onları teskin etmek için dalkavuklar zümresi harekete geçer. Bu zümre onları iyice şirazeden çıkarır ve ortalığı bir curcuna kaplar.

Şöhretle ve güçle tanışan kişiler öyle bir noktaya gelir ki, ihtirası aklın, basiretin yerine geçer; artık dur durak bilmez. Büyük akliyecimiz merhum Mazhar Osman’ın bu konuda güzel bir fıkrası vardır. Asistanı Fahrettin Kerim Gökay İstanbul valisi olunca gazeteciler ona, “Öğrenciniz ziyaretinize geldi mi?” diye sorarlar. O da şu muhteşem cevabı verir;

“Gelmedi. Kabiliyetlidir, yarın bakan olmak ister, olur; gelmez. Başbakan olmak ister, olabilir; gene gelmez. Sonra da, Tanrı olmak isteyince onu bana getirirler.” (ÇETİN, Mahmut, X İlişkiler, İst. 2000, s.20)

[48]—Dünyayı terk etmek demek, aç ve sefil olmak değildir. Terkin buradaki manası, gönülden muhabbetini gidermektir. İslâm dini aç ve sefil olmayı emretmemiştir.

“Bazı dinler, arzuyu damgalar. Asetik inançlar, yoksulluk karşısında pasifliği vurgular ve bize ihtiyaçlarımızı karşılamak yerine azaltmakla mutluluğu aramayı önerir. Daha az isteyin. Onsuz yaşayın. Çok uzun bir süre boyunca Hindistan bunu yaptı; inanılmaz bir yoksulluğun ve sefaletin ortasında kaldı.” (Alvin TOFFLER -Heidi TOFFLER, Zenginlik Devrimi, trc. Selim YENİÇERİ, İst, 2006, s.37)

[49]—Buradaki terk sevab kazanma endişesinden azade olmaktır.

[50]— “Bir kimse zahiren abdest almakla bedenini temizlemiş olur. Hâlbuki günahlardan korunmak ve temizlenmek için lâzım olan su, ibadet ve hayır işlemektir.

Kalbin ve nefsin pisliklerini ve fena ahlâklarını gidermek için lâzım olan su ise, Allah Teâlâ’nın ahlâkiyle ahlâklanmaktır.

Bir de sırrın abdesti vardır ki, bunun suyu da mâsivâyı yâni sana dünya olan bağları terk etmektir. İşte, insanın abdesti böyle olmayınca yâni aşk ve muhabbet çeşmesinde yıkanıp dört tekbiri bir etmeyince, hakikî olarak namaz kılınmış olmaz.

Dört tekbiri bir etmek nedir, denilirse, dünyayı terk, âhireti terk, varlığı terk ve terki de terktir. Bu abdesti alıp fena mertebesini bulduktan sonra, nasıl istersen öyle hareket et. Çünkü o vakit amelinde cehil ve fiilinde de günah yoktur.

İşte bu mertebe, Allah Teâlâ ile seyir mertebesidir ki, her şeyde ikiliksiz Allah Teâlâ ile olmaktır. Yâni: Kurb-ı kâbe kavseyni ev ednâ mertebesi budur.” (Ken’an Rifâî, a.g.e. s. 381)

[51]—ŞEN, Mehmet Veli, Evrâd-ı Bahaiye, Sivas, 1976, s.37.

[52]—Rivayet edilir ki; İskender-i zül-Karneyn’e: “Neden hocana, babandan daha çok saygı gösteriyorsun?” diye sorulunca, ne güzel cevap vermiş:

“Çünkü babam, beni gökten yere indirmiştir. Hocamsa beni yerden göğe doğru yükseltmektedir.”demiş..

İnsanın ruhu melekût âleminde, yükseklerdedir. Ana-baba sebebiyle ruh bu melekût denilen yüksek bir âlemden ana rahmine iner. Dolayısıyla aşağıya düşmüş olur. Fakat ihsanın hocası yükseklerden gelen bu ruhu yine ebedî âlemde yüksek mevki ve mertebelere çıkarmaya vesile teşkil eder. Ona rabbini ve dinini, dünyasını, ilmin sırlarını öğretir. (İmam Burhanüddin Ez-Zernûcî, Ta’lim ve Müteallim, trc. Y. Vehbi Yavuz, İst, 1993, s.75)

[53]—Allah Teâlâ, Davud aleyhisselâma buyurdu ki;

“Ya Davud! Kullarımı bana sevdir, beni de kullarıma sevdir.” Davud aleyhisselâm

“Ya Rabbi! O benim yapabileceğim bir şey değil, ben bunu nasıl yapabilirim?” deyince, Allah Teâlâ;

“Kullarıma benim iyiliklerimi anlat, onlar beni severler, onlar beni sevince ben de onları severim.” (Mustafa ismet Garibullah, a.g.e. c.1, s.531)

[54]—Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki; “Ruhlar sıralanmış asker toplulukları gibidirler. Ruhlar âleminde anlaşanlar, dünyada anlaşırlar. Buna karşılık ruhlar âleminde anlaşamayanlar, dünyada da birbirleri ile anlaşamazlar.”

[55]— “Bir yemek, sadece altına ateş vermekle pişmez. Yemek dibine sararsa içine su koyarsın. Usta, elinde bir kepçe ile kazanın başında bekler ve yemeği kıvamında pişirir. Eğer ateşleri yakıp kazanı bırakır giderse, kazan yanar ve yemek dibine sarar.” (SIR, a.g.e. s. 398)

[56]—Şeyh Sâdi-i Şîrazi, Gülistan, trc.,Kilisli Rıfat Bilge, İst, 1968, s. 316

[57]—Aliyyü’l-Havvâs kuddise sırruhu’l aziz şöyle der:

“Bu altı günlük orucu da, ramazan orucunda olduğu gibi hatta daha fazla dikkatle korumamız icap eder. Çünkü bunlar tamir mesabesindedir. Eğer bunlar tam yapılmazsa yine bir gedik kalmış olur. Böylece eksiklikler birbirini kovalayarak gider, sonuç alınmaz olur. Meselâ, bunun bir benzeri şu örnektir: Sallâllahu aleyhi ve sellem Efendimiz, namaz esnasında yapılan hataların telâfisini sehiv secdesine tahsis etmiştir, kıyam veya rükûa değil. Çünkü kulun Rabbine en yakın bulunduğu an secde ânıdır. Şeytanın nüfuzu secdede pek müessir olamaz. (Uhûdü’l Kübra, a.g.e. s.224)

Ayrıca kadınların adet günlerinde tutamadığı oruçların eksikliğini bu oruçlar ile tamamlamak gerekir. Bu orucun, aile içerisinde erkek ile beraber kadının tutması da kolaylaşmış olmaktadır. (Yazan)

[58] —Mehmet Veli ŞEN’in Ulu Camii’ye yardım için o zamanlarda bastırdığı bir broşürden.

[59]—Sadrüddin Muhammed Konevi kuddise sırruhu’l-azîz vasiyetnamesi

“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden bizi intikal eden, O’nun ahiret, cennet ve cehennem ile ilgili haller, Allah Teâlâ’nın fiil ve sıfatlarına dair verdiği bütün tafsilat haktır. Ben, bu düşünce ve inançla yaşadım ve bu inançla ölüyorum.

Dostlarım ve bana mensub olan müridlerim, talebelerim, beni müslümanların umumî kabristanına defnetsinler. Ölümümün ilk gecesinde Allah Teâlâ’nın beni, her türlü azabından ve cezalandırmasından uzak tutarak beni bağışlaması ve Allah Teâlâ’nın kabul etmesi niyetiyle yetmiş bin kelime-i tevhid (Lâ ilahe İllallah) diyerek tevhid hatmi yapsınlar. Yine ölümümde hazır bulunanlardan her biri kendi kendine aynı niyetle ağır başlılık ve kalb huzuru içinde yetmiş bin “Lâ ilahe İllallah” diyerek zikirde bulunsunlar.” (Sadrüddin Muhammed el- Konevi kuddise sırruhu’l-azîz vasiyetnamesi, İst Şehit Ali Paşa Ktp. nr. 2810)

[60]— “Vesveseli düşüncelerden sakın. İnsanın kalbi, sazlık ve orman gibidir. Orada aslan gibi de, yaban eşeği gibi de fikirler bulunur.” Mevlâna kuddise sırruhu’l-azîz

[61]—Utanmak duygusu, insanın sevdiğine karşı duyduğu en yüksek değerlerdendir.

İmam Şiblî kuddise sırruhu’l aziz buyurdu ki;

“Ey Allah’ım! Beni hangi şey için azaba atarsan at. Yeter ki, beni utanç azabı ile azaba düşürme.” (Uhûdü’l Kübra, a.g.e. s.775)

Abdülkâdir Geylani kuddise sırruhu’l-azîz, Kâbe avlusunda yüzünü çakıl taşlarına koymuş, yalvarıyordu.

“Allah Teâlâ’m beni affet, eğer mutlaka cezalanacaksam beni kıyamette kör dirilt ki, iyilerin karşısında utanmayayım.” (AYTANÇ, Gönül, Sözce, İst. 2005, s.115)

[62]— “Bir kimse Mısır’a gitmiş, İmam Şafiî Hazretleri’nin türbesini ziyaret etmiş ve pek büyük maneviyata mazhar olmuş. Sonra Medine’ye gitmiş, İmam Şâfıî Hazretleri’nin hocası olan İbn-i Mâlik Hazretleri’ni ziyaret etmiş. Fakat onun kabrinde o kadar tecelliyat ve rûhâniyet bulmamış. Kendilerinin Şâfıî Hazretleri’nin üstadı oldukları halde, onun kadar yüksek bir mertebede görülmemelerine hayret etmiş. O akşam rüyasında, İbn-i Mâlik Hazretleri’ni görmüş. Kendisine buyurmuş ki;

“Niçin şaştın? Mısır’da Şafiî, yıldızlar içinde güneştir. Ben ise, burada güneş içinde yıldızım!”

Hatta gariptir, Medine’de elmaslar, pırlantalar bile, pek sönük ve donuk görünür.” (Ken’an Rifâî, a.g.e. s.217)

[63]—Ken’an Rifâî kuddise sırruhu’l-azîz buyurdu ki;

“Bir kitapta: Nefsini bilen ve aynı zamanda yüz günahı olan kimseden kaçma; fakat yüz iyiliği olup da, nefsini bilmeyen kimseden kaç! Deniyor. Güzide Valide’niz bu söze itiraz ederek: Nefsini bilen kimsede kötü ahlâk olur mu? dedi. Ben de dedim ki; nefsini bilmek mertebesi pek büyük bir mertebedir. Buradaki mana ise, Hazret-i Mevlâna kuddise sırruhu’l-azîzin buyurduğu gibi, eğri ve kusurlu da olsa, yaş ve köke bağlı bir dalın, dosdoğru fakat ağaçtan kesilmiş bir daldan üstün olduğu fikridir. Evet, yaş dal, o çarpık manzarasına rağmen, zamanı gelince yeşerir, çiçek açar, meyve verir. Fakat kuru dal için artık böyle bir ihtimal kalmamıştır.

Yine, sevgilinin kapısındaki halka, eğri büğrü de olsa, erbabı için, kıymetli ve ziynetli bir halkadan makbuldür.

Cemiyet içinde de nice imansız mevki ve bilgi sahibi kimseler vardır ki, tarîkata yeni girmiş olanlar onlardan üsttür. Zira asla merbut olmaları bakımından zamanla kendilerinden çok şey ümit edilir ve beklenir.” (Ken’an Rifâî, a.g.e. s.102)


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 2 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye