Sufiforum.com

2009'da başlayan SUFİFORUM'da İslam; İslam Tasavvuf Geleneği ile ilgili her türlü güncel ya da 'eskimez' konular yer almaktadır. İçerik yenilemeleri tasavvuf.name sitesinden sürdürülmektedir. ALLAH YÂR OLSUN.

Giriş |  Kayıt




Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 
Yazar Mesaj
 Mesaj Başlığı: Şeyh Nazım Kıbrısî = "O, Lefke'nin sevimli yüzü!..."
MesajGönderilme zamanı: 11.04.10, 20:32 #mesajın linki (?)
Çevrimdışı
Kullanıcı avatarı

Kayıt: 13.03.09, 06:08
Mesajlar: 291
O, Lefke'nin sevimli yüzü!

Taha Kılınç


10 Nisan 2010

Lefke’de bir akşam vakti

Yorucu ama doyumsuz bir Kıbrıs gezisindeyiz. Akşamın geç vakti yolumuz Lefke taraflarına düştü. Kardeşim Burak ile birlikte akşam namazını kılacağımız bir cami arıyoruz. Yollar uzuyor önümüzde, Lefke’nin merkezine doğru ilerliyoruz sahilden içeri. Akşam karanlığında minaresini güçlükle seçtiğimiz bir cami buluyoruz sonunda. İçimizde Kıbrıslı kardeşlerimizin dine (bilhassa İslam’a) ilgisizliklerine dair kırgınlıklar taşıyarak avluya giriyoruz.

Tarihi bir cami burası. En azından yüz senelik olduğu kesin. Avluda yaşlıca bir adam, yalnız başına namaz kılmak için hazırlanıyor. Biz hemen yetişip cemaat olmayı teklif ediyoruz. Adam tereddütsüz kabul ediyor, imamlığı da bize sunuyor.

Namazdan sonra adam bize ne yaptığımızı soruyor ‘buralarda’. Gezdiğimizi söylüyoruz. Hadi biz neyse de, asıl o ne yapıyor buralarda? Zira Anadolu’dan gelmiş ve buralı değil. Cevap, sıra dışı bir akşamın başlamak üzere olduğunu işaret ediyor bize: “Şeyh Nazım’ın dergahında hizmet ediyorum.” Merakla ve heyecanla dergâhın nerede olduğunu soruyoruz. “Caminin arkasında hemen” diyor adam. Refleks gibi, bizim ikinci sorumuz geliyor: “Peki Şeyh Nazım burada mı?” Adam gülümseyerek cevap veriyor bize: “Tabii ki. Hatta birazdan sohbet başlayacak yatsı namazından sonra. İsterseniz katılabilirsiniz.” İstemez miyiz hiç!

Karanlık sokaklardan ve portakal bahçelerinin arasından yürüyerek ulaşıyoruz dergâha. Kelimenin tam anlamıyla bir dergâh burası. Herhalde, artık dergâhların şeyhefendilerin rezidanslarına dönüştüğü Anadolu ve çevresinde benzerleri pek kalmayan bir mekân.

Mescidin hemen yanındaki yemek kısmına geçtik evvela. Masalarda birer çanak, bayat ekmekler ve her renkten insan… Ortamı ancak böyle özetleyebilirim herhalde. Sadece bunlar vardı, ama anlatamayacağım da bir hava. Sanki eski zamanlardan birine ışınlanmıştık karanlıkların içinden geçerek. Etrafımızda, zamanımızda yaşadığımıza dair herhangi bir alamet, bir teknolojik alet ya da modern bir aksesuar yoktu. Batılı oldukları lisanlarından ve ten renklerinden anlaşılan insanlar bile, sıradan ve gösterişsiz kıyafetleriyle ortalıklarda geziniyorlar, kardeşleriyle birlikte yemeklerini kaşıklıyorlardı.

Yatsı namazı için mescide gittiğimizde başladı asıl şölen:

Farza durulurken, Şeyh Nazım, iki kişinin kolunda geldi mescide. Çok net duyulmayan konuşmasından, yokluğunu fark ettiği birini sorduğu anlaşılıyordu. Namazını, en ön safta, imamın arkasında, oturarak kıldı. Namazdan sonra da sohbete geçildi.

Şeyh Nazım, yönünü cemaate dönerek insanlara tekbirler getirttikten sonra Kıbrıs’ın yöresel dili ve deyimleriyle konuşmasına başladı. Alışık olmayanlar için anlaşılması zor bir hitap biçimiydi. Özellikle de ortamdaki yabancılar için, herhalde ancak ‘teberrük vesilesi’ olabilirdi bu sohbet.

Hatıralar, hatıralar…

Ben, bir yandan Şeyhefendi’yi bu akşam karşımıza çıkaran tevafuğu düşünüp gülümserken, bir yandan da karşımdaki pir-i faninin, neredeyse her adımını bildiğim hayatını gözlerimin önünden geçiriyordum:

Şimdi Güney Kıbrıs’ta kalan Larnaka’da, Hala Sultan’in memleketinde 1922 yılında başlayan bir hayat…

İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi’nde eğitim… (Küçük siyah-beyaz fotoğraf geliyor aklıma, o yıllarından. Delici bakışları o zaman da aynı.)

‘Pozitif’ bilimlerin yanında Arapça’ya da merak ve dönemin meşhur hocası Alasonyalı Hacı Cemal Öğüt’ten Arapça dersleri alış…

Üniversitede aradığını bulamayış, ardından Şam’a uzanan manevi yolculuk… Şam’da Abdullah Dağıstani’ye bağlanış… (Şam’da bulunduğum dönemde uğradığım dergâha gidiyorum bu defa: Kasyun Dağı’na çıkan dik yokuşlardan birinin başında, Hayyu’l-Etrak (Türk mahallesi) civarında.)

Kıbrıs - Şam arasında biteviye seyahatler, aynı zamanda geleceğin Şeyh Nazım’ının iç yolculukları…

Ezanın Türkçe okunması uygulaması Anavatan’tan Yavru Vatan’a da sıçrayınca, tepki için adanın en büyük camiinden, Lefkoşe Selimiye Camii’nin minaresinden Arapça ezan okuyan bir yiğit: Şeyh Nazım. Ardından tutuklanış ve hapis…

Nihayet, şeyhinin işaretiyle tamamen Kıbrıs’a yerleşme ve Lefke’yi mesken tutuş…

1973’te Abdullah Dağıstanı vefat edince, onun yerine geçiş ve günümüze dek uzanan, İngiltere başta olmak üzere Avrupa, Asya ve Amerika’ya yayılan bir manevi hareket…

Şeyhefendi’nin hayatına dair zihnimden geçenlerden sonra, iki çarpıcı anekdot daha yansıyor eskilerden:

“Prens Charles Müslüman!”

Reha Muhtar’la televizyon ekranında yaptıkları tartışma birincisi. Orada Şeyh Nazım “Prens Charles müslüman!” dediğinde, Muhtar’in gözleri kocaman açılmış, Charles’in ne zaman müslüman olduğunu sorunca da Şeyhefendi’den “Kalu Bela’da müslüman oldu!” cevabını almıştı. Programı izlemiş olanlar, nüktedeki inceliği anlamayıp üsteleyen Reha Muhtar’in Şeyh Nazım tarafından nasıl azarlandığını ve “Sen ne biçim müslümansın!” hitabına maruz kaldığını hatırlayacaklardır.

İkinci anekdot, Güzelyurt’ta kiliseden çevrilme bir camide verdiği hutbe. Şeyh Nazım, orada şunları söylemişti kendisini dinleyen Kıbrıslı bir avuç Müslümana:

“Burası Omorfo. Biz Güzelyurt yaptık. Urum gitti Türk geldi. Lakin Türk’ün dini nedir? Kiliseye mi gider, havraya mı gider? Camiler kimin içindir? Lakin ne başımızdakiler secde eder, ne amirleri secde eder, ne memurları secde eder! Amma bu saltanatları devam etmez! Çünkü görüyor Cenab-ı Allah! Kahvehanelerde kahve lakırdısı ediyorlar: “Gittik, bittik, topraklarımız elden gitti” diyorlar. Sen sahiplik yapsaydın buraya, bütününü verecekti Cenab-ı Allah. Sahiplik yapmayınca kaldın bir mandıranın içerisinde! Ona da şükretmediğin vakit, onu da alacak elinden. Alir!”

“Nerden çıktı bu adam akşam akşam?”

Bir saat kadar süren sohbetin sonunda gözlerini toplulukta şöyle bir gezdirdi Şeyh Nazım. Sonra aniden bana takıldı bakışları ve parmağını uzatıp sordu: “Kimsin?”

Kendimi, tasavvuf menkıbelerinde bolca anlatılan ‘avlanmış talib’lere benzetmedim desem yalan olur. O an kalbimin hızlıca çarpmaya başladığını da reddetmeyeceğim. Ama tabi serde çıkıntılık var, hemen yerimden kalktım, yanına gittim, cemaatin şaşkın bakışları altında elimi Şeyhefendi’nın elinin üzerine koydum, samimi bir sohbete başladık.

Müridanın gergin tavırları, Şeyh Nazım bana gayet rahat şakalar yapmaya başlayınca kayboldu. Birbirimizi çokça güldürdüğümüz bir akşam oldu. Birlikte fotoğraf çektirdik, sohbet bitip de ayağa kalkınca kapıya kadar yanında yer aldım. Ama nedense ben yanındayken bir türlü ciddileşemedi Şeyhefendi ve nihayet elini omzuma koyup yanındakilere döndü ve “Yahu nerden çıktı bu adam akşam akşam?” diye söylendi gülerek. Bana da hayatımın en keyifli akşamlarından biri hatıra olarak kaldı.

Taha Kılınç, gülümseyerek yazdı.

http://www.dunyabizim.com/news_detail.php?id=3310


Başa Dön
 Profil Özel mesaj gönder  
 
Eskiden itibaren mesajları göster:  Sırala  
Yeni başlık gönder Başlığa cevap ver  [ 1 mesaj ] 

Tüm zamanlar UTC + 2 saat


Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir


Bu foruma yeni başlıklar gönderemezsiniz
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı düzenleyemezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz

Geçiş yap:  
cron
   Powered by phpBB © 2000, 2002, 2005, 2007 phpBB Group

Türkçe çeviri: phpBB Türkiye